(¯`•._.•♥♥ROSE GARDEN♥♥•._.•´¯) |
| | BÜYÜCÜLER KRALI | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 6:10 am | |
| BÜYÜCÜLER KRALI
Bir dizi savaş arabası vadinin dibindeki dar geçitte halkalarını çözen bir yılan gibi hızla ilerliyordu. Erkek çocuk sıranın başındaki arabanın ön siperine yapışmış, onları hapseden yarlara bakıyordu. Eski mezarların girişleri sarp kayalığa delik deşik bir görünüm veriyordu. Karanlık oyuklar bir cin ordusunun acımasız gözleri gibi onu tepeden süzüyordu. Prens Nefer Memnon urpererek gözlerini yardan kaçırdı ve kötülükleri savmak için gizlice sol eliyle gerekli işareti yaptı. Omzunun üzerinden sıranın arkalarına göz atınca, hemen arkadaki arabada olan Taita'nın fırıl fırıl dönen toz bulutlarının arasından onu gözlediğini gördü. Toz, yaşlı adamla aracını ince bir katman şeklinde örtmüş ve bu derin vadinin dibine kadar sızan bir tek güneş huzmesi, mika zerrelerinin üstünde ışıldayarak yaşlı adamı yeryüzüne inmiş bir Tann'ya benzetmişti. Batıl inançlarından kaynaklanan bu gelip geçici korkusuna yaşlı adamın tanık olmasından utanç duyan Nefer suçlu gibi başını eğdi. Tamose hükümdar sülalesinden bir prensin böylesine bir zaaf göstermemesi gerekiyordu, hele bu prens erkekliğin eşiğinde bulunuyorsa. Ama Taıta onu herkesten iyi tanıyordu. Bebekliğinden beri Nefer'in lalası ve eğitmeniydi, anasıyla babasından ve kardeşlerinden bile daha yakın olmuştu ona. Taita'nın yüzündeki ifade değişmemişti, ama yorgun gözlen bu uzaklıktan bile Nefer'in benliğinin özüne kadar işliyordu sanki. Her şeyi görüyor, her şeyi anlıyormuş gibi. Nefer arkasını döndü ve dizginleri elinde tutarak atları uzun kamçısının bir darbesiyle daha da hızlandıra babasının yanında tüm cüssesiyle doğruldu, ilerlerinde vadi Galiala kentinin yıkıntılarının bulunduğu büyük amfiteatra açıldı. Bu ünlü savaş alanını ilk kez gördüğü için Nefer çok heyecanlandı. Ta-ita'nın kendisi genç bir adamken burada savaşmıştı. Yarı tanrı olan Tanus Lordu Harrab Mısır'ı tehdit eden karanlık güçleri burada yenilgiye uğratmıştı. Bu olay altmış yıl önce olmuştu, ama Taita savaşın her ayrıntısını ona aktarmıştı ve öyküyü öyle canlı bir dille anlatmıştı ki Nefer kendisini o önemli günde ora-daymış gibi hissetmişti.
| |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 6:11 am | |
| -7-
Nefer'ın babası Tanrı ve Firavun Tamose arabayı yıkık dökük kapının devrilmiş taşlarının arasına surdu ve dizginlerini çekerek atlan durdurdu Arkalarındaki belki yüz araba onu izleyerek aynışekilde manevra yaptılar, sürücüler de arabaların basamaklarından aşağı atlayarak atlara su vermeye koştular Firavun konuşmak için ağzını açınca yanaklarını kaplayan toz tabakası ufalanıp göğsüne döküldü Firavun, ordularının komutanı olan Büyük Mısır Aslanı ve yakın dostu Lord Naja'ya, "Lordum," diye seslendi "Güneş tepelerin doruklarına dokunmadan önce tekrar yola çıkmalıyız Kum tepelerinin arasından El Gabar'a kadar gece yolculuğu yapmak istiyorum " Tamose'un başının üstündeki mavi savaş tacı, üstüne birikmiş mika tozlarından ışıldıyordu Nefer'e bakarken gözleri, köşelerindeki yaşların ıslattığı çamur zerreciklerinden kan çanağına donmuştu "Taıta'yla yola devam etmen için seni burada bırakacağım," dedi Nefer, itiraz etmenin yararsız olacağını bile bile bunu yapmak için ağzını açtı Kafile düşmana karşı yürüyüşe geçmişti Tamose'un savaş planı büyük kum tepelerinin arasından güneye dolaşıp acı natron" gollerinin arasından ilerleyerek düşmana arkadan yanaşmak ve Abnub önlerinde Nıl kıyılarında hazır
| |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 6:11 am | |
| bekleyen Mısır birliklerinin içeri sızmaları için tam ortalarına bir yol açmaktı Tamose bundan sonra ıkı gücü birleştirecek ve düşman kendini topar-layamadan Teli el-Daba'nın yanından geçerek düşmanın Avans kalesini ele geçirecekti Bu parlak ve cesurca plan, başarılı olursa, Hıksoslara karşı ıkı nesildir sürmekte olan savaşı bir çırpıda sona erdirecekti Savaş ve zaferin bu dünyadaki varlığının nedenleri olduğu öğretilmişti Nefer'e Ama oldukça ilerlemiş bir yaş sayılan on dördüncü yaşına kadar onu hep baslarından savmıslardı Babasının yanı başında zafere ve ölmezliğe doğru arabasını sürmeye can atıyordu çocuk Ancak itirazı daha dudaklarının arasından dokulemeden Firavun ondan önce davrandı "Bir savaşçının birinci görevi nedir7" diye oğluna sordu Nefer basını eğdi ve, "İtaattir majesteleri," diye isteksiz bir tavırla yanıt verdi "Hiçbir zaman unutma bunu " Firavun başını sallayarak uzaklaştı Nefer kendini aşağılanmış ve dışlanmış hissetmişti Gözleri yanıyor, üst dudağı titriyordu, ama Taıta'nın bakışı karşısında kendini toparladı Yaşları Natron Doğal sodyum karbonat
savmak için gözlerini kırpıştırdı ve arabanın yan korkuluğuna asılı torbadaki sudan bir yudum içti Ancak bundan sonra tozlanmış saçlarını sözde fütursuzca savurarak ihtiyar kâhine dondu "Bana anıtı göster, Tata," diye emretti Uyumsuz çift harap kentin dar sokaklarını tıkayan araba, insan ve at kalabalığının arasından kendine yol açtı Sıcaktan çırılçıplak soyunmuş yirmi asker eski kuyuların içme inmiş ve kıtlaşmış, acı suyu yüzeye çıkarmak için bir kova zinciri oluşturmuşlardı Bu kuyular bir zamanlar Nıl'le Kızıldenız arasındaki ticaret yolunun üstünde yer alan zengin ve kalabalık kenti besleyecek kadar verimliydi Ne çare ki yüzyıllar önce bir deprem su katmanını parçalayarak yeraltındaki su akışını tıkamıştı Bunun sonucunda Gallala kenti susuzluktan olmuştu Şimdi var olan su ıkı yüz atın susuzluğunu gidermeye ve den su torbalarını doldurmaya ucu ucuna yetecekti Taıta, Nefer'ı dar geçitlerden, şimdilerde yalnız kertenkelelerle akrepleri barındıran tapınaklarla sarayların yanından geçirdi, böylece ıssız kent meydanına ulaştılar Meydanın tam ortasına dünyanın en zengin ve en güçlü ulusunu mahvetmesine ramak kalan eşkıya ordularını yenen Lord Tanus onuruna bir anıt dikilmişti Bu anıt çimentoyla birbirine yapıştırılmış insan kafatasların-dan oluşan ve kızıl kaya bloklarından bir tur türbe tarafından korunan garip bir piramit görünümündeydi Taş kemerin yukarsındakı yazıtı yüksek sesle okuyan çocuğa binden fazla kafatası sırıtıyordu Yazıtta şöyle deniliyordu "Kesik kellelerimiz, Harrab Lordu Tanus'un kılıcıyla olduğumuz bu yerdeki savaşa tanıktır Bundan sonraki kuşaklar o güçlü lordun başarılarından ders alarak tanrıların ihtişamını ve erdemli insanların gücünü öğrensinler Firavun Tanrı Ma-mose'un saltanatının on dördüncü yılında böyle buyurulmuştur" Anıtın gölgesinde çomelmış olan Taıta, anıtın etrafını dolaşan ve adım başında ellerini kalçalarına dayayarak anıtı her açıdan inceleyen prensi gözlüyordu Taıta'nın yüz ifadesi mesafeli, ama bakışları sevecendi Delikanlıya duyduğu sevginin başlangıcı başka ıkı hayata dayanıyordu Bunların ilki Mısır Kraliçesi Lostrıs'dı Taıta bir hadımdı, ama ergenlik dönemine ulaşmasından sonra hadım edilmişti ve bir zamanlar bir kadını sevmişti Bedensel sakatlığından dolayı Taıta'nın askı temizdi ve onu tümüyle Nefer'ın büyükannesi Kraliçe Lostrıs'e adamıştı Bu öylesine kapsamlı bir aşktı ki bugün kraliçenin ölümünden yirmi yıl sonra bile Taıta'nın tüm yaşamının merkeziydi Nefer'e olan sevgisine kaynak olan ikinci kışı onuruna bu anıtın dikilmiş bulunduğu Harrab Lordu Tanus'tu Tanus, Taıta için bir kardeşten bile daha
| |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 6:13 am | |
| [center] değerli olmuştu Lostrıs'le Tanus'un ıkısı de artık gitmişlerdi, ama kanları bu çocuğun damarlarında birbirine karışmıştı Uzun yıllar önce yaşadıkları yasak ilişkiden doğan çocuk büyüyünce Firavun Tamose olmuştu Prens Nefer'ın babası Bugün de onları buraya getiren savaş arabaları kafilesinin başında yer alıyordu Tata, eşkıya başını nerede tutsak ettiğinizi bana gostersene" Nefer'ın sesi heyecandan ve ergenlik döneminin başında olmasının etkisiyle çatlak çıkıyordu "Burası mıydı''" Çocuk meydanın güney yanındaki yıkık duvarın başına koştu "O öyküyü bana bir daha anlatsana" Taıta, "Hayır, buradaydı Bu yanda," diyerek ayağa kalktı ve bir leyleğınkı-lere benzer uzun ve sıska bacaklarıyla doğu duvarına yürüdü Bakışlarını duvarın un ufak olmuş tepesine dikmişti "Keratanın adı Şuftı'ydı, Tanrı Set gibi tek gözlü ve çirkindi Bu duvara tırmanarak savaştan kaçmaya çalışıyordu" Taıta eğilerek yerdeki molozların arasından ham çamurdan bir tuğla parçasını aldı ve anı bir hareketle havaya fırlattı Tuğla yüksek duvarın obur yanına duştu "Kafatasını parçaladım ve tek bir atışla yere indirdim onu " Nefer yaşlı adamın gücünü ilk ağızdan bildiği, Taıta'nın direnci de efsaneleşmiş olduğu halde, başardığı atışa şaşırmıştı Nefer, Tatam dağlar kadar ihtiyar, bana baktığı gibi büyükanneme de baktığına göre ondan bile daha ihtiyar, diye hayranlığını dile getirdi insanlar onun Nıl'ın ıkı yüz taşkınına tanık olduğunu ve piramitleri kendi elleriyle inşa ettiğini söylüyorlar Birden sesini yükselterek sordu "Adamın kellesini kesip oradaki yığının tepesine mı oturttun, Tata?" Böyle derken tüyler ürpertici anıtı işaret ediyordu "Öyküyü ezbere biliyorsun Sana yüz kere anlatmadım mı9" Taıta başarılarıyla böbürlenmek istemiyormuş gibi yalancıktan tevazu gösterdi Nefer, "Tekrar anlat," diye emretti Taıta bir taş blokunun üstüne otururken Nefer de mutlu bir beklentinin pençesinde onun ayaklarının dibine yerleşti Bölüğün koç boruları kara yarlarda giderek hafifleyen yansımalarla herkesi gen çağırana kadar da heyecanla dinlemeyi sürdürdü Taıta, "Firavun yanına dönmemizi emrediyor," diyerek ayağa kalktı ve kapıya yöneldi Kafile kum tepelerinin düzlüklerine ilerlemeye hazırlanırken duvarların dışında büyük bir telaş ve itiş kakış fark ediliyordu Hayvan derisinden torbalar yine suyla dolmuştu, askerler de hayvanlarına binmeden önce eyerlerini sıkıştırıyorlardı
| |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 6:14 am | |
| Firavun Tamose yıkık kapıdan çıkmakta olan oğluyla yanındaki ihtiyara baktı ve Taıta'yı bir baş hareketiyle yanına çağırdı Söyleyeceklerinin alaydaki subaylar tarafından duyulmaması için biraz uzaklaştılar Lord Naja onlara katılmaya hazırlandı Bunu gören Taıta da Fıravun'a bir şeyler fısıldadı, bunun üzerine Tamose dönerek sert bir sesle Naja'ya uzaklaşmasını buyurdu Gücenen lord utancından kıpkırmızı kesilmişti Taıta'ya yönelttiği bakış bir savaş oku kadar keskin ve oldurucuydu Firavun, Taıta'yı uyardı "Naja'yı gücendirdin Bir gün seni korumak için yanında olmayabilirim" Taıta, "Hiç kimseye guvenemeyız," diye diretti "Ta ki halkalarını sarayının sütunlarının etrafına sarıp sıkıştıran ihanet yılanının başını ezeceğimiz güne kadar Sız kuzeydeki seferinizden donene kadar prensi götüreceğim yen ikimizden başkasının bilmemesi gerek" "lyı ama o Naja'" Firavun ihtiyar adamın sözlerini önemsememiş gibi güldü Naja onun için bir kardeşten farksızdı Kızıl Yolu birlikte kat etmişlerdi "Naja bile" Taıta daha fazlasını söylemedi Kuşkuları giderek kesinlik kazanmaktaydı Ne çare ki Fıravun'u inandırmak için gerekli kanıtların hepsini henüz toparlayamamıştı Firavun, "Çölün ıçerlerındekı güvenli yere niçin gittiğini prens biliyor mu?" diye sordu "O yalnızca bilinmezler hakkındaki eğitimini daha da geliştireceğimizi ve kendi tanrı kuşu yakalayacağımızı biliyor" "lyı" Firavun ihtiyarın sözlerini başının hareketiyle onayladı "Daima sıkı ağızlı, ama dürüst biri olmuşsundur Her şey söylendiğine göre artık söylenecek bir şey kalmamış demektir Şimdi git Dilerim Horus seninle Nefer'ı kanatlarının altına alır" "Sen de arkanı kolla majesteleri, çünkü bugünlerde düşman yalnız önünde değil, arkanda da pusuda" Firavun kâhinin kolunu yakaladı ve kuvvetle sıktı Taıta'nın kolu parmaklarının altında zayıf, ama bir akasya dalı kadar sertti Sonra, Nefer'ın hükümdar arabasının tekerleğinin yanında beklediği yere dondu Çocuk, kulübesine girmesi emredilmiş bir yavru köpek kadar kuskun görünüyordu "Kutsal Majesteleri, kafilende benden genç erkekler var" Prens, arabalarla gelmesine izm verilmesi için son bir umutsuz çaba gösteriyordu Firavun, çocuğun haklı olduğunu tabu ki biliyordu Unlu General Kratas'ın torunu Me-ren, Nefer'den uç gün daha küçük olmasına rağmen, bugün arka arabaların
| |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 6:15 am | |
| birinde mızraklı er olarak babasının yanında yol alıyordu. "Seninle savaşa gitmeme ne zaman izin vereceksin, baba?" "Belki Kızıl Yolu arkanda bıraktığın zaman. O zaman ben bile seni redde-demem." Bunun boş bir vaat olduğunu ikisi de biliyorlardı. Kızıl Yolu aşmak pek az savaşçının cesaret ettiği, en zorlu binicilik ve silah sınavıydı Hayatının en dinç evresindeki güçlü bir erkeği bile tüketen, bitkin düşüren, bazen de öldüren en çetin deneydi. Nefer'in o güne ulaşmasına daha uzun zamanlar vardı. Derken Firavun'un yüzündeki sert ifade yumuşadı ve oğlunun kolunu kavradı. Birliklerinin gözü önünde gösterebileceği biricik sevgi nişanesiydi bu. "Şimdi sana tanrı kuşunu yakalaman için Taita'yla çöle gitmeni, böylece, damarlarındaki hükümdar kanını ve ilerde bir gün çifte tacı başında taşıma hakkını kanıtlamanı emrediyorum." Nefer'le ihtiyar adam Gallala'nın yıkık duvarlarının yanında duruyor ve kafilenin uçar gibi geçişini seyrediyorlardı. Firavun en öndeydi. Dizginleri bileklerine sarmış, atları çekiştirdiği için kendini arkaya atmıştı. Göğsü çıplaktı, keten etekleri kaslı bacaklarını kamçılıyordu. Başının üstündeki mavi savaş tacı boyunu daha yükseltiyor ve ona tanrısal bir görünüm veriyordu. Onu izleyen Lord Naja hemen hemen onun kadar boylu ve hemen hemen onun kadar yakışıklıydı. Omzuna asılı kavisli büyük yayla kibirli ve mağrur bir havası vardı. Naja Mısır'ın en güçlü savaşçılarından biriydi ve bu ad ona bir onur payesi olarak verilmişti. Naja saltanat tacındaki kutsal kobraydı. Bu simge Kızıl Yol sınavını birlikte atlattıkları gün bizzat Firavun Tamose tarafından ona verilmişti. Naja, Nefer'in bulunduğu yöne bakmaya tenezzül etmedi. Firavun'un arabası karanlık boğaza daldıktan sonra kafilenin sonuncu arabası Nefer'in durduğu yerin hizasından geçti. Arkadaşı ve birçok yasak çocukluk serüve-nindeki ortağı Meren, genç prensin yüzüne güldü, ona yakışıksız bir el işareti yaptıktan sonra da tekerleklerin takırtısıyla gıcırtılarını bastıracak kadar yüksek bir sesle, "Sana oyuncak olması için Apepi'nin kellesini getireceğim," diye vaatte bulundu. Meren'in arabası hızla uzaklaşırken Nefer ona karşı içinde nefret hissetti. Apepı Hiksosların kralıydı, Nefer'in ise artık oyuncağa ihtiyacı yoktu: babası kabul etmek istemese de o bir erkekti artık. ihtiyar adamla çocuk Meren'in arabası gözden kaybolduktan sonra uzun bir süre sessiz kaldılar. Sonra Taita tek kelime söylemeden atlarının bağlı olduğu yere yürüdü. Bineğinin göğsündeki palan kolanını sıkıştırdı, eteklerini kaldırdı ve çok daha genç bir adamdan beklenen çevik bir hareketle atının üstüne yerleşti. Hayvanın çıplak sırtının üstündeyken onunla tek vücut olmuş gibi görünüyordu. Nefer, onun binicilik sanatına hâkim olan ilk Mısırlı olduğu yolundaki efsaneyi hatırlıyordu. Taita iki ayrı Firavun'un hükümdarlıkları sırasında ona Övgü Altını'yla birlikte bahşettikleri On Bin Arabanın Efendisi unvanını hâlâ taşımaktaydı. Kesin olan bir şey varsa, o da onun bacaklarını birbirinden ayırarak ata binmeye cesaret eden ender birkaç kişiden biri olduğuydu. Çoğu Mısırlılar, yakışıksız ve bayağı, ayrıca tehlikeli buldukları bu uygulamadan nefret ediyorlardı. Nefer'in böyle bir tasası yoktu, en sevdiği tay olan Tepegöz'ün sırtına atlarken karamsarlığı yok olmaya başladı. Kent harabesinin yukarsındaki tepelerin doruğuna ulaştıklarında hemen hemen eski neşesine kavuşmuştu. Kafilenin kuzey ufkunda bıraktığı toz bulutuna özlem dolu son bir bakış fırlattıktan sonra kararlı bir tavırla arkasını döndü. "Nereye gidiyoruz, Taita?" diye sordu. "Yola çıkar çıkmaz bana söyleyeceğine söz vermiştin." Taita daima suskun ve sıkı ağızlı olmuştu, ama bu yolculuğun son durağı konusunda olduğu kadar suskun olmamıştı hiç. Sonunda, "Cebel Nagara'ya gidiyoruz," dedi. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 6 Nefer bu adı daha önce hiç duymamıştı, onu kısık sesle tekrarladı, insana bir şeyler çağrıştıran, romantik bir havası vardı. Heyecan ve merak, ensesinin diken diken olmasına neden oldu. İlerdeki büyük çöle gözlerini dikti. Uçsuz bucaksız, keskin ve sivri tepeler, sıcaklığın, uzaklığın maviye boyadığı ufka doğru uzayıp gidiyordu. Çıplak kayaların renkleri insanın gözlerini yuvalarından fırlatıyordu: fırtına bulutlarının somurtkan mavisi, bir dokumacı kuşunun tüylerinin sarısı ya da yaralı insan etinin kırmızısıydılar. Ayrıca kristal kadar parlaktılar. Sıcak onları titretiyor ve dans ettiriyordu. Taita ise bu korkunç yere özlemle ve bir yuvaya dönüş duygusuyla bakıyordu. Sevgili Kraliçesi Lostris'in ölümünden sonra bu vahşi diyara çekilmişti. Önceleri yaralı bir hayvan gibi sürünmüştü. Sonra yıllar geçip duyduğu ıstırabın bir kısmını beraberinde götürünce, büyük Tanrı Horus'un gizemleri bir kez daha kendine çekmişti onu. Taita bu çöle bir doktor ve bir cerrah, bilinen bilimlerin bir uzmanı olarak gitmişti. Ama çölün enginliğinde yalnız kalınca, pek az insanın ötesine geçebildiği zihnin ve ruhun kapılarının anahtarını keşfetmiş- -13- - 12 ti. Oraya bir insan olarak gitmiş, ama büyük Tanrı Horus'un bir yakını ve pek az insanın hayal edebileceği garipliklerin ve gizemlerin bir ustası olarak çıkmıştı. Taita ancak Cebel Nagara'daki keşiş mağarasında uyuduğu sırada kraliçesi Lostris'in onu düşünde ziyaret etmesi üzerine insanların dünyasına geri dönmüştü. Lostris bir kere daha yapraklarında çiy tanelerinin ışıldadığı yeni çiçek açmış bir çöl gülü, on yedi yaşında taze bir genç kızdı. Taita'nın uykusunda bile kalbi aşkından kabarmış kabarmış, neredeyse göğsünü parçalamıştı. Lostris yanağına dokunup onu uyandırarak, "Sevgili Taita," diye fısıldamıştı. "Hayatımda sevmiş olduğum yalnızca iki erkekten biriydin. Tanus şimdi benimle beraber, ama senin de yanıma gelmeden önce sana yüklemek istediğim bir görev daha var. Beni hiç hayal kırıklığına uğratmadın sen. Bu kez de umudumu boşa çıkarmayacağını biliyorum, öyle değil mi Taita?" "Bana her ne istersen emret, hanımım." Kendi sesi Taita'nın kulaklarında garip yankılar uyandırıyordu. 'Yüz kapılı kentim Teb'de bu gece bir çocuk dünyaya geldi. O benim öz oğlumun oğludur. Ona Nefer adını takacaklar; bu da onun bedenen ve ruhen saf ve kusursuz olduğu anlamına geliyor. Benim arzum, benim kanımla Ta-nus'un kanını Yukarı Mısır tahtına taşımasıdır. Ama bebeğin etrafında daha şimdiden pek çok büyük tehlike birikmekte Senin yardımın olmadan başarılı olamaz. Yalnız sen onu koruyabilir ve ona rehberlik edebilirsin. Bu vahşi çölde yalnız başına geçirdiğin yılların, burada edindiğin bilgi ve maharetlerin amacı budur. Nefer'in yanına git. Çabuk git ve görevin sona erene kadar onun yanında kal. Sonra bana gel, sevgili Taita. Seni bekleyeceğim, sakatlanan zavallı erkekliğin de sana iade edilecek. Yanımd^ı elin elimde olarak durduğun zaman yine bütün bir erkek olacaksın. Sakın beni hayal kırıklığına uğratma, Taita." Taita, "Asla!" diye düşünde bağırmıştı. "Seni yaşarken hiç hayal kırıklığına uğratmamıştım. Ölüyken de | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 6:15 am | |
| Nefer bu adı daha önce hiç duymamıştı, onu kısık sesle tekrarladı, insana bir şeyler çağrıştıran, romantik bir havası vardı. Heyecan ve merak, ensesinin diken diken olmasına neden oldu. İlerdeki büyük çöle gözlerini dikti. Uçsuz bucaksız, keskin ve sivri tepeler, sıcaklığın, uzaklığın maviye boyadığı ufka doğru uzayıp gidiyordu. Çıplak kayaların renkleri insanın gözlerini yuvalarından fırlatıyordu: fırtına bulutlarının somurtkan mavisi, bir dokumacı kuşunun tüylerinin sarısı ya da yaralı insan etinin kırmızısıydılar. Ayrıca kristal kadar parlaktılar. Sıcak onları titretiyor ve dans ettiriyordu. Taita ise bu korkunç yere özlemle ve bir yuvaya dönüş duygusuyla bakıyordu. Sevgili Kraliçesi Lostris'in ölümünden sonra bu vahşi diyara çekilmişti. Önceleri yaralı bir hayvan gibi sürünmüştü. Sonra yıllar geçip duyduğu ıstırabın bir kısmını beraberinde götürünce, büyük Tanrı Horus'un gizemleri bir kez daha kendine çekmişti onu. Taita bu çöle bir doktor ve bir cerrah, bilinen bilimlerin bir uzmanı olarak gitmişti. Ama çölün enginliğinde yalnız kalınca, pek az insanın ötesine geçebildiği zihnin ve ruhun kapılarının anahtarını keşfetmiş-
-13- - 12
ti. Oraya bir insan olarak gitmiş, ama büyük Tanrı Horus'un bir yakını ve pek az insanın hayal edebileceği garipliklerin ve gizemlerin bir ustası olarak çıkmıştı. Taita ancak Cebel Nagara'daki keşiş mağarasında uyuduğu sırada kraliçesi Lostris'in onu düşünde ziyaret etmesi üzerine insanların dünyasına geri dönmüştü. Lostris bir kere daha yapraklarında çiy tanelerinin ışıldadığı yeni çiçek açmış bir çöl gülü, on yedi yaşında taze bir genç kızdı. Taita'nın uykusunda bile kalbi aşkından kabarmış kabarmış, neredeyse göğsünü parçalamıştı. Lostris yanağına dokunup onu uyandırarak, "Sevgili Taita," diye fısıldamıştı. "Hayatımda sevmiş olduğum yalnızca iki erkekten biriydin. Tanus şimdi benimle beraber, ama senin de yanıma gelmeden önce sana yüklemek istediğim bir görev daha var. Beni hiç hayal kırıklığına uğratmadın sen. Bu kez de umudumu boşa çıkarmayacağını biliyorum, öyle değil mi Taita?" "Bana her ne istersen emret, hanımım." Kendi sesi Taita'nın kulaklarında garip yankılar uyandırıyordu. 'Yüz kapılı kentim Teb'de bu gece bir çocuk dünyaya geldi. O benim öz oğlumun oğludur. Ona Nefer adını takacaklar; bu da onun bedenen ve ruhen saf ve kusursuz olduğu anlamına geliyor. Benim arzum, benim kanımla Ta-nus'un kanını Yukarı Mısır tahtına taşımasıdır. Ama bebeğin etrafında daha şimdiden pek çok büyük tehlike birikmekte Senin yardımın olmadan başarılı olamaz. Yalnız sen onu koruyabilir ve ona rehberlik edebilirsin. Bu vahşi çölde yalnız başına geçirdiğin yılların, burada edindiğin bilgi ve maharetlerin amacı budur. Nefer'in yanına git. Çabuk git ve görevin sona erene kadar onun yanında kal. Sonra bana gel, sevgili Taita. Seni bekleyeceğim, sakatlanan zavallı erkekliğin de sana iade edilecek. Yanımd^ı elin elimde olarak durduğun zaman yine bütün bir erkek olacaksın. Sakın beni hayal kırıklığına uğratma, Taita." Taita, "Asla!" diye düşünde bağırmıştı. "Seni yaşarken hiç hayal kırıklığına uğratmamıştım. Ölüyken de | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 6:16 am | |
| uğratmayacağım." "Bunu biliyorum." Lostris tatlı tatlı gülümsemiş ve görüntüsü çölün gecesinin içinde solup gitmişti. Taita yüzü gözyaşlarından ıslanmış olarak uyanmış ve bir, iki parça eşyasını toparlamıştı. Mağaranın ağzında sırf yıldızlara göre yönünü saptamak için durmuştu, içgüdüsel olarak tanrıçanın çok özel parlak yıldızını gözleriyle aramıştı. Kraliçenin ölümünün yetmişinci gününde, uzun süren törenlerden sonra mumyalanmasının tamamlandığı gece o yıldız göklerde birdenbire belirmişti. Daha önce hiçbir yıldızın bulunmadığı bir yerde ışıl- - 14- dayan büyük kırmızı bir yıldızdı. Taita onu hemen tanımış ve önünde saygıyla eğilmişti. Sonra batı çölüne, Nit'e ve Teb kentine, yüz kapılı güzel Teb'e doğru uzaklaşmıştı. Bu olay on dört yıl öncesine aitti. Taita şimdi sessiz yerlerin özlemini duyuyordu, çünkü yalnız burada eski gücüne kavuşabilir ve ancak o zaman Lostris'in ona verdiği görevi yerine getirebilirdi. Yalnız burada bu gücün bir bölümünü prense geçirebilirdi. Çünkü kraliçenin onu uyardığı karanlık güçlerin etraflarında biriktiğini biliyordu. Çocuğa, "Haydi gel!" dedi. "Haydi aşağı inip tanrı kuşunu yakalayalım." Gallala'dan ayrılmalarının üçüncü gecesinde Yabani Eşeklerin takımyıldızı kuzeyin gece göğünde en yüksek noktasına ulaştığında Firavun atlara su içirmek ve güneşte kurutulmuş et, hurma ve soğuk darı ekmeğinden ibaret acele bir yemek atıştırmak için kafilesine mola verdirdi. Sonra, tekrar hareket emrini verdi. Ama artık Hiksos devriyelerinin arabalarıyla kol gezdikleri bölgede bulundukları için, bu kez borular öttürülmedi. Kafile yine yola koyuldu. Onlar yollarına devam ederken manzarada da dramatik bir değişiklik göze çarptı. Sonunda uğursuz topraklardan çıkmışlar, nehir vadisinin yukarlarındaki dağ eteklerine ulaşmışlardı. Altlarında, ay ışığının aydınlattığı yoğun bitki örtüsünü ve çok ilerde bir şerit gibi uzanan Nil Ana'yı görüyorlardı. Abnub'un etrafındaki geniş çemberi tamamlamışlar ve nehir kıyısındaki ana Hiksos ordusunun gerisine düşmüşlerdi. Apepi gibi bir düşmanın karşısında çok küçük bir kuvvet olmalarına rağmen, Tamose'un ordularının, dolayısıyla da dünyanın en üstün araba sürücüleriydiler. Ayrıca, şaşırtmacadan doğan üstünlükleri vardı. Firavun bu stratejiyi ilk kez önerdiği ve sefere bizzat kendisinin öncülük edeceğini bildirdiği zaman savaş konseyi, her nasılsa bir tanrının sözüne karsı gelerek ona şiddetle karşı koymuştu. Bir zamanlar bütün Mısır ordularının en pervasız ve vahşi savaşçısı olan ihtiyar Kratas bile gür ak sakalını yolmuş, "Setin kokuşmuş gu/fe'si'"1 adına konuşuyorum: kakalı bezlerini seni Ape-pi'nin sevgi dolu kollarına atmak için değiştirmedim ben," diye kükremişti. Aynı zamanda tanrı olan bir hükümdarla bu şekilde konuşmaya cesaret edebilecek tek adamdı o. "Bu adi işi yapması için bir başkasını yolla. Eğer hoşuna gi- Gulfe: Sünnet derisi. - 15- decekse o yarma hareketine sen öncülük et, ama çölün içinde kaybolup gul-yabanilerle cinlere yem olma Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 8 sakın. Sen Mısır'sın. Apepi seni ele geçirirse, hepimizi ele geçirdi demektir." Bütün konsey içinde yalnız Naja onu desteklemişti, ama Naja her zaman dost ve sadıktı. Artık çölü asmışlar ve düşmanın arkasına dolaşmışlardı. Yarın şafak sökerken Apepi'nin ordusunu ikiye bölecek ve Firavun'un bölüklerinden beşinin daha, tam bin savaş arabasının açılacak gedikten boşanarak ona katılmasını sağlayacak korkunç saldırıyı gerçekleştireceklerdi. Firavun zaferin baldan farksız tadını şimdiden duyabiliyordu. Bir dahaki dolunaydan önce Apepi'nin Avaris'teki sarayının salonlarında yemek yiyecekti. Aşağı ve Yukarı Mısır Krallıklarının ortadan yarılmalarının üzerinden hemen hemen iki yüz yıllık bir zaman geçmişti. O zamandan beri Mısırlı bir gaspçı ya da yabancı bir istilacı kuzey krallığını yönetmişti. Hiksosları dışarı atmak ve iki krallığı bir kez daha birleştirmek Tamose'un yazgısı olmalıydı. Ancak o zaman çifte tacı haklı olarak ve eski tanrıların onayıyla başında taşıyabilecekti. Gece rüzgârı yüzüne vuruyordu; yanaklarını uyuşturacak kadar serindi. Mızraklı askeri de kendini korumak için arabanın ön siperinin arkasına büzüldü. Yalnızca kaba çakılların üstünden geçen araba tekerleklerinin çıkardığı çatırtı, mızrakların kınlarının içinde hafifçe takırdaması ve arada bir kafilenin arkalarına iletilen, "Dikkat! Çukur!" uyarısı duyuluyordu. Cebel Vadun'un geniş vadisi önünde birdenbire açılınca Firavun Tamose atlarının dizginlerini çekti. Vadi, onları nehrin yassı alüvyon ovasına götürecek olan pürüzsüz yoldu. Firavun dizginleri mızrak erine fırlattı ve yere atladı. Hareketsizlikten sertleşmiş kollarıyla bacaklarını gerdi, tam o sırada da arkasından yetişen Naja'nın arabasının gürültüsünü duydu. Alçak sesle verilen bir emir üzerine tekerleklerin çatırtısı yerini sessizliğe bıraktı, hemen arkasından da Naja sessiz, ama kararlı adımlarla Firavun'un yanına geldi. Naja, "Fark edilme tehlikesi bu noktadan itibaren artıyor," dedi. "Şuraya bak." Uzun ve kaslı kolunu Firavun'un omzunun üzerinden ileri uzattı. Vadinin aşağılarında ovaya açıldığı yerde bir tek ışık, bir yağ lambasının yumuşak sarı parıltısı göze çarpıyordu. "Orası Ey Vadun köyüdür," dedi Naja. "Casuslarımız, bizi Hıksos gözcülerinin arasından geçirmek için orada bekliyorlar. Ben yolun güvenliğini sağlamak için önden gideceğim. Siz burada bekleyin majesteleri, ben biraz sonra yanınıza döneceğim." "Ben de seninle geleceğim." "Yalvarırım. Bir ihanet olabilir, Mem." Naja, Firavun'un çocukluk adını kullanmıştı. "Sen Mısır'sın. Tehlikeye atılamayacak kadar değerlisin." Firavun dönerek o çok sevdiği zayıf ve yakışıklı yüze baktı Gülümseyen Naja'nın dişleri yıldızların ışığında beyaz bir ışıltıyla parlıyordu. Firavun da onun omzuna sevgi ve güvenle hafifçe dokundu. "Öyleyse çabuk git ve çabuk dön," diye onayladı. Naja da elini kalbine götürdü ve arabasının başına koştu. Kralının durduğu yerin yanından geçerken bir selam daha verdi. Tamose da selama selamla karşılık vererek arkadaşının vadi yolunda uzaklaşmasını seyretti. Kuru nehir yatağındaki sert kumlara ulaşınca Naja atlarını kırbaçladı ve El Vadun köyüne doğru büyük bir hızla yol almaya başladılar. Gümüş rengi kumların üstünde kara tekerlek izleri bırakan araba, vadinin ilk dönemecinin ilersinde gözden kayboldu. Firavun ancak bundan sonra beklemekte olan kafilesinin basına döndü. Askerleriyle sakin bir sesle konuşuyor, birçoğunu adlarıyla çağırıyor, onlarla gülüyor, onlara cesaret veriyor ve onları neşelendiriyordu. Onu sevmelerine ve her nereye buyurursa onu seve seve izlemelerine şaşmamak gerekti. Lord Naja arabasını ihtiyatla sürüyor, kuru nehir yatağının güney yakasını izliyordu. Arada sırada tepenin | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 6:17 am | |
| doruğuna bakıyordu. En sonunda ufuk çizgisini çarpıkça kavrayan kule görünümlü kayayı tanıyarak hoşnut bir homurtu salıverdi. Biraz daha ilerde vardığı noktada dar bir patika vadinin tabanından ayrılarak eski nöbetçi kulesinin dibine ulaşan dik bayırı tırmanıyordu. Mızrakçısına sert bir emir verdikten sonra, Naja arabanın basamağından atladı ve yayına omzunun üzerinde çekidüzen verdi. Sonra kilden ateş çanağını arabanın yan korkuluğundan ayırdı ve patikayı tırmanmaya koyuldu. Patika o kadar ustalıkla kamufle edilmişti ki, Naja her kıvrımını ezberine almış olmasa doruğa varana kadar belki birçok kez yolunu şaşırırdı. Sonunda kalenin üst duvarına çıktı. Burası yüzyıllar önce inşa edilmişti ve bir yıkıntı görünümündeydi. Naja duvarın kenarına yaklaşmadı, çünkü burada, aşağıdaki vadiye inen dik bir uçurum vardı. Bunun yerme duvardaki bir oyuğun içinde önceden oraya bıraktığı kuru çalı çırpıyı buldu ve bunları ortalığa çıkardı. Çalı çırpıyı alelacele küçük bir piramit şeklinde yığdı, sonra ateş çanağındaki odun kömürü korlarının üstüne üfledi, bunlar ışımaya başlayınca üstlerine bir avuç kuru ot ufaladı. Ateş çanağındaki otlarla kömürler alev alınca küçük işaret ateşini yaktı. Kendini gizlemeye kalkışmadı ve aşağıdaki bir göz-
-17- - 16- Büyücüler Kralı / F- 2
cünün kalenin tepesindeki ateşin aydınlığında onu rahatça görebileceği bir yerde durdu. Çalı çırpı yanıp kül olurken alevler de yavaş yavaş söndüler. Naja oturdu ve karanlıkta beklemeye başladı. Kısa bir süre sonra duvarların altındaki taşlı patikada bir çakılın takırdadı-ğını duyarak keskin bir ıslık salıverdi, işaretine beklediği karşılık gelince ayağa kalktı. Palasını kınının içinde gevşetti ve ani bir duruma karşı oku yayının kirişine yerleştirdi. Ama birkaç saniye geçmeden sert bir ses Hiksos diliyle ona seslendi. Naja aynı lisanda akıcı bir şekilde karşılık verince taş rampanın üstünde en az iki kişinin ayak sesleri duyuldu. Naja'nın annesinin bir Hiksos olduğunu Firavun bile bilmezdi, istilacılar, işgal yıllarında Mısırlıların âdetlerinin birçoğunu benimsemişlerdi. Aralarından seçimlerini yapacakları kadınların kıt oluşu nedeniyle birçok Hiksos erkeği Mısırlı kadınlarla evlenmişler, kuşaklar gelip geçtikçe de iki ulusun kanları birbirine karışmıştı. Uzun boylu bir adam surun üstünde belirdi. Başında tunç bir miğfer vardı, gür sakalında ise rengârenk kurdeleler örülüydü. Hiksoslar parlak renklere bayılıyorlardı. Yeni gelen kollarını açtı. Naja ona yaklaşırken, "Seueth seni kutsasın, kuzen," diye homurdandı. "Seni de kutsasın Kuzen Trok, ama vaktimiz dar," diye onu uyardı Naja. Böyle derken doğu göğünü bir âşığın dokunuşuyla okşamaya başlamış olan şafağın ilk ışık parmaklarını işaret ediyordu.
| |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 6:17 am | |
| Haklısın, kuzen." Hiksos generali Naja'yı kollarının arasından salıverdi ve arkasında bekleyen yaverinden keten beze sarılı bir paket aldı. Bunu Naja'ya uzattı. Naja bir yandan işaret ateşini canlandırırken paketi açtı ve içindeki okluğu alevlerin ışığında inceledi. Okluk hafif, ama sert bir tahtadan yontulmuş ve zarif biçimde işlenmiş bir deriyle kaplanmıştı. İşçiliği nefisti. Yüksek rütbeli bir subayın donanımıydı bu. Naja tıpasını açtığı okluğun içindeki oklardan birini çekip çıkardı. Onu kısaca incelerken dengesini ve simetrisini sınamak için sapını parmaklarının arasında döndürdü. Hiksos oklarını başkalarınınkilerle karıştırmak olanaksızdı. Üstündeki tüyler okçunun birliğinin parlak renklerine boyanmış olur, sap da sahibinin kişisel mührüyle damgalanırdı. Çakmak taşından yontulmuş ok başı kancalıydı ve sapa özel bir şekilde bağlıydı, ilk atış ölümcül olmasa bile bir cerrah oku kurbanın etinden sökmeye çalışırsa okun bası sapından ayrılır ve yara derinlerin- | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 6:18 am | |
| de kalıp kokuşmaya ve ıstıraplı bir ölüme yol açardı. Çakmak taşı tunçtan çok daha sertti ve kemiğe çarptığında ne çarpılır ne de yassılırdı. Naja oku tekrar okluğun içine kaydırdı ve tıpayı yerine oturttu Böylesine özel silahları arabasında taşımayı göze alamazdı. Seyisi ya da mızrakçısı tarafından takımlarının arasında keşfedilmesi halinde farkına varılacak ve açıklanması çok zor olacaktı. "Konuşmamız gereken çok şey var." Naja yere çömeldi ve Trok'a da aynışeyi yapmasını işaret etti. Sessizce konuştular. Naja en sonunda ayağa kalktı. "Bu kadar yeter! Ne yapılması gerektiğini artık ikimiz de biliyoruz. Harekete geçme zamanımız sonunda geldi." "Tanrılar eylemimizin yüzüne gülsünler!" Trok'la Naja bir kez daha birbirlerine sarıldılar. Naja bundan sonra başka bir şey söylemeden kulenin duvarından hafif adımlarla indi ve tepeden aşağı kıvrılan dar patikaya saptı. Tepenin eteğine varmadan önce okluğu saklayacak bir yer buldu. Kayanın bir ağacın kökleri tarafından yarılmasından oluşmuş bir oyuktu burası. Naja, okluğun üstüne bir atın başı iriliğinde ve aşağı yukarı aynı biçimde bir kaya parçası yerleştirdi. Ağacın eğri büğrü üst dalları gece göğüne karşı bir haç işareti oluşturuyordu. Naja, bu yeri hiçbir güçlük çekmeden tekrar bulabilecekti. Sonra yoluna devam ederek arabasının beklediği vadi tabanına indi. Firavun Tamose arabanın donduğunu gördü ve Naja'nın atları sürüşün-deki aceleye dikkat ederek ters bir şeylerin olduğunu sezdi. Bölüktekılere hayvanlarına binmelerini ve herhangi bir tersliğe karşı silahları hazır vazıyette beklemelerini buyurdu. Naja'nın arabası vadi tabanında başlayan patikayı tekerlek takırtıları arasında tırmandı. Firavun'un beklediği yerin hizasına gelince genç adam arabasından atladı. Tamose, "Ne oluyor?" diye sordu. Naja, heyecandan titreyen bir seste, "Tanrılar yüzümüze güldü," dedi. "Apepi'yi bize savunmasız teslim ettiler."
Page 11 "Nasıl olur bu?" "Casuslarım beni düşman kralın kamp kurduğu yere götürdüler. Şimdi durduğumuz yerin biraz ilersınde. Çadırlarışu gördüğün ilk tepe sırasının hemen ötesinde." Naja, kınından çektiği kılıcıyla o yeri işaret etti. - 19-
"Onun Apepı olduğuna emin misin?" Tamose heyecanını kontrol etmekte güçlük çekiyordu. "Onu kampının ateşinin aydınlığında açıkça gördüm. Yüzünün bütün çizgilerini... İri gaga burnu ve kır tellerle bezeli sakalı ateşin aydınlığında net olarak görülebiliyordu. Endamı hiçbir şüpheye yer bırakmıyor. Etrafındaki herkesin tepesinden bakıyor. Akbaba tacını da başında taşıyor." Firavun, "Ne kadar bir kuvveti var?" diye sordu. "Adam kendine öylesine güveniyor ki korumaları elli kişi bile değil. Hepsini saydım. Yarısı uykudaydı, mızraklarını da bir kenara istiflemişlerdi. Apepi hiçbir şeyden şüphelenmiyor, gözcülerinin ateşleri de gürül gürül yanıyor. Karanlığın içinden ani bir hamle yaptığımız takdirde elimizde sayılır." Firavun, "Beni Apepi'nin olduğu yere götür," diye emretti ve hemen arabasına atladı. Naja onlara rehberlik etti. Vadinin gümüş renkli yumuşak kumları tekerleklerinin gıcırtılarını emiyordu, kafile böylece bir ölüm sessizliği içinde sonuncu dönemeci döndü. Naja o zaman herkesin durması için yumruğunu yükseğe kaldırdı. Firavun arabasını Naja'nın yanında durdurup ona doğru eğildi. "Apepi'nin kampı ne tarafta?" "Şu sırtın öbür yanında. Casuslarımın göz hapsinde." Naja tepenin doruğuna tırmanan patikayı işaret etti. "Sırtın öbür yanında gizli bir vaha var. Bir tatlı su |uyusuyla hurma ağaçları. Apepi'nin çadırı ağaçların arasında kurulu." "Keşfe çıkmak için yanımıza küçük bir keşif kolu alacağız. Ancak o zaman saldırımızı planlayabiliriz." Naja, Firavun'un bu emri vereceğini öngörmüştü, birkaç emir haykırarak beş askerden oluşan bir kafile seçti. Bu askerlerin her biri yeminle ona bağlıydı. Onun adamlarıydılar. Naja, "Kınlarınızın ses yapmamasına dikkat edin. Bundan sonra çıt yok," diye emretti. Sonra, sol elinde palasıyla patikayı tırmanmaya koyuldu Firavun da hemen arkasındaydı. Hızla çıkıyorlardı. Derken Naja ağacın haç biçiminde çaprazlanmış dallarının şafak göğünün üstündeki siluetini görerek aniden durdu ve sağ elini yukarı kaldırdı. Etrafı dinler görünüyordu. Firavun hemen arkasında, "Ne var?" diye fısıldadı. Naja Hıksos diliyle, "Sırtta sesler duyar gibi oldum," diye yanıt verdi. "Siz burada bekleyin de şu patikaya göz atayım, majesteleri." Firavun'la beş asker hemen patikanın yanında yere çömelirken Naja ihtiyatlı adımlarla ilerledi. Büyük bir kayanın etrafını dönmesiyle birlikte gözden kayboldu. Dakikalar ağır - 20 -
| |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 6:20 am | |
| ağır geçiyor, Firavun endişelenmeye başlıyordu. Şafak sökmek üzereydi. Hik-sos kralı birazdan kampı dağıtacak ve yoluna devam ederek Firavun'un elinden kurtulacaktı. Hafif bir ıslık duyması üzerine ayağa fırladı. Bir bülbülün şafak çağrısının usta bir taklidiydi bu. Firavun ünlü mavi kılıcını kaldırdı. "Yol açık," diye mırıldandı. "Beni izleyin." Böylece yukarı tırmandılar, Firavun da çok geçmeden yolu tıkayan büyük kayanın başına geldi. Etrafını dönünce aniden durdu. Naja yirmi adım ilersın-de yüzü ona dönük olarak duruyordu. Yalnızdılar; kaya arkadan gelen askerlerin onları görmelerini engelliyordu. Naja yayını germişti, Firavun'un çıplak göğsüne nişan almıştı. Firavun, daha kıpırdama fırsatını bulamadan neyle karşı karşıya olduğunu anlamıştı. Taita'nın derin sezişiyle kokusunu aldığı iğrenç olaydı bu. Ortalık, bir arkadaş olarak sevdiği düşmanıyla ilgili tüm ayrıntıları görmesine yetecek kadar aydınlıktı. Yay Naja'nın yüzüne doğru olanca gücüyle-gerilmişti. Adamın dudakları korkunç bir gülümsemeyle gerilmişti, bal rengindeki gözleri ise Firavun'a nefretle bakarken avcı leoparınkiler kadar vahşiydi. Okun tüyleri koyu kırmızı, sarı ve yeşildi, başı da Hiksos yöntemi uyarınca bir düşmanın miğferini ve zırhını delecek şekilde dizayn edilmiş ustura kadar keskin çakmak taşındandı. "Sonsuza dek yaşa sen!" Naja bu sözleri bir küfürmüşcesine sessizce heceledi ve oku fırlattı Ok yaydan tıngırtıyı ve vınlamayı andıran bir sesle kurtuldu. Zehirli bir uçan böceğe benzeyen ok, önce yavaş yavaş geliyormuş gibi göründü. Tüyler okun sapını döndürdü, ok böylece yirmi adımı kat ederken hızlandı. Karşı karşıya bulunduğu ölümcül tehlike Firavun'un gözlerini ve öbür duyularını keskinleştirmişti, ancak o bir karabasanın yavaşlığıyla hareket edebildi; bu okun yolu üstünden kaçabilmesi için fazla ağırdı. Ok göğsünün tam ortasına, göğüs kafesinin içinde kutsal kalbinin attığı yere saplandı. Çıkardığı ses, bir kayanın yüksekçe bir yerden derin bir Nil çamuru çukuruna düşüşünü andırıyordu. Ok yarıya kadar Firavun'un göğsüne gömüldü. Genç adam çarpmanın şiddetiyle kendi etrafında döndü ve kızıl renkli kayanın üstüne savruldu. Pürüzlü yüzeye bir an parmaklarıyla sarılmayı denedi. Okun çakmak taşından ucu göğsünü delmiş, üstünde kanın pıhtılaştığı çengel omurgasının sağ yanındaki kasların içinden dışarı çıkmıştı. Mavi kılıç avucundan kurtulurken Fiavun'un açık ağzından hafif bir feryat döküldü, ama akciğerinin parlak kanının fışkırması çıkan sesi bastırdı. Firavun - 21 -
dizlerinin üstüne çökmeye başladı. Bacakları vücudunun altında bükülüyor, tırnakları kırmızı renkli kayanın üstünde belirsiz izler bırakıyordu. Naja, "Baskın! Sakının!" diye vahşi bir feryatla ileri fırladı. Bir kolunu, saplanmış okun altında Fıravun'un göğsüne dolamıştı. Can çekişen hükümdara destek olarak bir kere daha, "Yetişin, askerler!" diye kükredi. Şişman iki er anında kayanın arkasından ortaya çıktılar. Fira-vun'un neresinden vurulduğunu ve göğsünün dışında kalmış tüy kümesini anında görmüşlerdi. Bir tanesi, "Hiksos!" diye ulurken Firavun'u Naja'nın kollarının arasından aldılar ve kayanın arkasında güvenli bir yere sürüklediler.
Page 13 Naja, "Ben düşmanı durdururken sizler Firavun'u arabasına taşıyın," diye emretti. Sonra hızla dönerek okluğundan bir ok daha çekti ve bunu patikadan ıssız doruğa doğru fırlattı. Bir yandan düşmana böğürerek sözde meydan okurken, Hiksos diliyle daha alçak bir sesle kendi kendisine karşılık veriyordu. Mavi kılıcı Tamose'un düşürdüğü yerden aldı, tekrar patikaya fırladı ve vadide bekleyen arabalara kralı taşımakta olan askerlere yetişti. Naja onlara, "Bir tuzakmış," dedi soluk soluğa. "Tepe düşman askerleriyle kaynıyor. Firavun'u emin bir yere taşımalıyız." Ama kralın başının gevşek bir şekilde omuzlarının üstüne devrildiğini gördükçe, ona artık kimsenin yardım edemeyeceğini anlıyor ve içi zafer sevinciyle doluyordu. Mavi Savaş Tacı Fira-vun'un başından kurtularak patikada zıplaya zıplaya yuvarlanmaya başladı. Naja koşup geçerken onu yakaladı, ama kendi kafasına oturtmak isteğine zor karşı koydu. Kendi kendisini, "Sabır!" diye uyardı. "Bunun zamanı daha gelmedi. Ama Mısır bütün taçları ve görkemiyle şimdiden benim. Ben Mısır oldum bile. Tanrılarından biriyim." Ağır tacı koltukaltında korumasına almış gibi tutarak yüksek sesle bağırdı. "Acele edin, düşman peşimizde. Çabuk olun. Hükümdar onların eline geçmemeli." Aşağıdaki birlikler şafak vakti patlayan feryatları duymuşlardı, ordunun cerrahı da Firavun'un arabasının yanında beklemedeydi. Bu adam Taita tarafından eğitilmişti, ihtiyar adamın çok özel sihrinden yoksun olmakla beraber yetenekli bir hekimdi ve Firavun'un göğsünü delen korkunç yarayı belki de tedavi edebilirdi. Ama Lord Naja kurbanının öbür dünyadan yanına dönmesi riskini göze alamazdı. Cerrahı bağırarak uzaklaştırdı. "Düşman bize neredeyse
yetişmek üzere. Şarlatanlığına vakit yok. Firavun'u zaman kaybetmeden kendi nallarımızın güvenliğine yetiştirmemiz gerekiyor." Firavun'u görünürde sevgiyle onu taşıyan adamların kolları arasından aldı ve onu kendi arabasının içme yatırdı. Hükümdarın göğsünden fışkırmış olan okun sapını kopardı ve bütün adamların görebilmeleri için yükseğe kaldırdı. "Bu uğursuz cisim Firavun'umuzu: kralımızı, tanrımızı yere yıktı. Seth bunu atan Hiksos domuzunu kahretsin ve cehennem alevlerinin arasında bin yıl cayır cayır yaksın." Adamları homurdanarak bu sözleri onayladılar. Naja oku dikkatle bir keten parçasına sardı ve arabanın yan korkuluğundaki kutuya koydu. Onu Firavun'un ölümüyle ilgili raporunu doğrulamak için Teb'deki konseye teslim edecekti. Naja, "Güçlü bir adam Firavun'u tutsun," diye emretti. "Onu sarsmamaya dikkat etmeli." Kralın kendi mızrak eri ileri atılırken Naja, Firavun'un belindeki kılıç kayışını söktü, mavi kılıcı bunun içine geçirdi ve kendi silah kutusuna yerleştirdi. Mızraklı er arabaya zıpladı ve kollarını Firavun'un başına beşik yaptı. Geri dönen araba, kafilenin kalan kısmını arkasına alarak kurak vadide hızla yol alırken Firavun'un ağzının köşelerinde taze kırmızı kan fokurdamaya başladı. Mızrak erinin güçlü kollarının desteğine rağmen Firavun'un gevşek bedeni fena halde sarsılıyordu. Kimsenin görmemesi için yüzünü öne çeviren Naja sinsi sinsi güldü. Tekerleklerin gıcırtısı ve yolu
Page 14 üstünden kaçmaya yellenmediği küçük kayaların arabayı hoplatması, çıkardığı sesi boğdu. Böyl | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 6:21 am | |
| üstünden kaçmaya yellenmediği küçük kayaların arabayı hoplatması, çıkardığı sesi boğdu. Böylece, vadiyi arkalarında bıraktılar ve kum tepeleriyle nalron göllerine doğru yarış edermişcesine yol aldılar. Naja en sonunda kafileyi durdurup cerrahın gelerek hükümdarı muayene elmesine izin verdiği sırada sabah saalleri yarılanmış, göz kamaşlıran beyaz güneş gökyüzünde yükselmeye başlamışlı. Firavun'un ruhunun çoklandır bedenini lerk elliğini ve ölüler diyarına doğru yolculuğuna başladığını görmek için özel bir yelenek sahibi olmaya gerek yoklu. Cerrah doğrulayarak, "Firavun ölmüş!" diye bildirdi. Hükümdarın kanı ellerine, bileklerine kadar bulaşmışlı. Kafilenin la başından yükselen lüyler ürpertici bir yas feryadı göz açıp kapayana dek kafilenin öbür ucuna ulaşlı. Naja onların üzünlülerini doya doya dile getirmelerini bekledikten sonra birliğin subaylarını yanına çağırttı. Onlara, "Devlet başsız kaldı," dedi. "Mısır mülhiş bir tehlikeyle karşı karşıya. En hızlı arabaların on tanesi Firavun'un ölüsünü hızla Teb'e götürmeli. Ben
-23- -22-
de onlarla gitmek zorundayım. Çünkü konseyin beni Prens Nefer'in naipliğine uygun görmesi çok mümkün." Naja ilk tohumlan saçmıştı, adamların huşu içindeki yüz ifadelerinden de bunların hemen kök saldığını görebiliyordu. Trajik koşullara uygun bir yüz ifadesiyle şöyle devam etti: "Onu cenaze tapınağına götürmeden önce cerrah Firavun'un ölüsünü sarıp sarmalamalı. Ama bu arada Prens Nefer'i de bulmamız lazım. Babasının ölümünü ve onun yerine geçme sırasının geldiğini öğrenmesi zorunlu. Bu ve benim naipliğim şu sırada devletin en önemli meseleleri." Naja unvanı hemen sahiplenmiş, bunu sorgulamak ya da karsı gelmek kimsenin aklından geçmemişti. Naja bir papirüs tomarını arabasının ön siperinin üstünde açtı. Bu, Teb'den Memphis'e kadar olan toprakların bir haritasıydı. Bunu dikkatle inceledikten sonra, "Aranızda gruplara bölünerek prensi aramak zorundasınız," dedi. "Firavun'un, erkeklik ritüelleri konusunda eğitilmesi için onu hadımla çöle gönderdiğini düşünüyorum. Dolayısıyla araştırmamızı onu son kez gördüğümüz Gallala'dan başlayarak güneye ve doğuya doğru yoğunlaştırmamız gerekiyor." Naja bir ordu komutanı edasıyla araştırılacak bölgeyi işaret etti ve bir araba ağının araziye dağılarak prensi bulup getirmesini emretti. Kafile Lord Naja basta olmak üzere Gallala'ya döndü. Hemen arkasından Firavun'un kısmen mumyalanmış ölüsünü taşıyan araç geliyordu. Cerrah, natron gölü Vaifra'nın kıyısında hükümdarın cesedinin sol yanında geleneksel kesikleri yapmıştı. Bunun içinden iç organları çıkarmıştı. Mideyle bağırsakların içi gölün yapışkan tuzlu suyunda yıkanmışlardı. Bundan sonra bütün organlar gölün kıyısındaki buharlaşmış natron'un beyaz billlurlarıyla paketlenmişler ve topraktan şarap çömleklerinin içine istiflenmişlerdi. Firavun'un vücut boşluğu natron tuzuyla doldurulmuş, sonra o sert tuza batırılmış keten sargılarla sarılmıştı. Teb'e vardıkları zaman kendi cenaze tapınağına götürülecek ve gömülmesinden önceki yetmiş günlük hazırlıklar için rahiplere ve mumyalama isinin uzmanlarına teslim edilecekti. Naja yolda geçen her dakikaya hayıflanıyordu. Firavun'un ölüm haberinin ondan önce gelmesi korkusuyla Teb'e bir
| |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 6:22 am | |
| an önce dönmek için sabırsızlanıyordu. Yine de kent harabesinin kapılarında prensi aramaya çıkacak olan subaylarına gerekli talimatları vermek için çok değerli zamanını harcadı. "Doğuya giden bütün yolları tarayın. Hadım çok kurnaz bir ihtiyardır, bütün izlerini silmiş olduğuna eminim, ama sizin onun kokusunu almanızı istiyo-
rum," diye emretti. "Satam ve Lakara vahalarında köyler var. Oradaki insanları sorguya çekin. Hiçbir şey gizlemediklerine emin olmak için kırbaçtan ve sıcak demirden yararlanabilirsiniz. Issız bölgelerdeki bütün gizli yerleri arayın. Prensle hadımı bulun. Beni hayal kırıklığına uğratmayacağınızı umuyorum." Subaylar hayvan derisinden torbalarını suyla doldurup en sonunda birliklerini çöle götürmeye hazır olunca, Naja onlara bir emir daha verdi, subaylar da onun sesiyle yırtıcı bakışlı sarı gözlerinden bunun en önemli emir olduğunu ve yerine getirilmemesinin ölüm anlamına geldiğini anladılar. "Prens Nefer'i bulunca onu doğru bana getirin. Onu benden başkasının eline teslim etmeyeceksiniz." Birliklerde Nübyalı gözcüler vardı. İnsanların ya da hayvanların izini sürmekte güneydeki vahşi topraklardan getirilmiş bu zenci kölelerin üstüne yoktu. Arabaların önüne geçerek vahşi topraklarda yelpaze gibi dört yana açıldılar, Lord Naja da onların gitmesini seyrederek birkaç değerli dakika daha harcadı. İçindeki huzursuzluk neşesini gölgeliyordu. Yaşlı hadım Taita'nın bir usta olduğunu, tuhaf ve olağanüstü güçlere sahip olduğunu biliyordu. Bu noktada beni durdurabilecek bir tek kişi varsa bu odur, diye düşünüyordu. Büyü-cü'nün kurnazlıklarıyla boy ölçüşebilmek için arkasından beceriksiz adamlar yollamaktansa keşke ben kendim hadımla piçe yetişebilseydim. Ne çare ki yazgım beni Teb'e çağırıyor, ben de daha fazla gecikemem. Bu kararla arabasına koştu ve dizginlere sarıldı, "ileri!" Naja yumruk yaptığı eliyle hareket emrini vermişti. "Teb'e doğru ileri!" Atları fena halde zorluyorlardı. Öyle ki doğu tepelerinin yamaçlarından nehrin gentş alüvyonlu ovasına indiklerinde köpüklü terleri hayvanların böğürlerinde bembeyaz kurumuştu, kan çanağına dönmüş gözleri de-çılgın gibi bakıyordu. Naja, Abnub önlerinde mevzilenmiş ordudan koskoca bir muhafız alayı çekmişti. Firavun'a, bunların, açılacak gediği dolduracak ve saldırının başarısızlığa uğraması durumunda Hiksosiarın paçayı kurtarmalarını önleyecek stratejik yedekler olduklarını izah etmişti. Ne var ki bu muhafızlar kendi kişisel alayıydı. Komutanlar ona yeminle bağlıydılar. Onun gizli emirlerine uyarak Ab-nub'dan çekilmişlerdi ve simdi de Teb'e iki saatlik yoldaki Boss vahasında onu bekliyorlardı. Muhafızların gözcüleri yaklaşan arabaların kaldırdıkları toz bulutlarını görerek hazır ol durumunda beklemeye başladılar. Albay Asmor'la subayları
- 25 24-
Page 16 Lord Naja'yı karşılamak için zırhlarına bürünmüşlerdi Hazır ol durumundaki alay da hemen arkalarındaydı Naja arabasından, "Lord Asmor'" diye seslendi "Teb'dekı konseye iletilecek korkunç haberlerim var Firavun bir Hıksos okuyla olduruldu " "Lord Naja, emirlerinizi uygulamaya hazırım'" "Mısır artık babasız kalan bir çocuktan farksız" Naja arabasını tüylerle süslü sıra sıra savaşçının hizasında durdurdu En arka sıralardan da duyula-bılmesı için sesini yükseltti 'Prens Nefer henüz bir çocuk ve ülkeyi yönetmeye hazır değil Hıksoslann ülkedeki karışıklıktan yararlanmalarını istemeyiz, değil mı7 Bunun için de Mısır'ın onu yönetecek bir Naıp'e çok ihtiyacı var" Naja burada sözüne ara vererek Albay Asmor'a anlamlı bir bakış fırlattı Asmor da Na-ja'nın ona duyduğu güveni onaylar gibi çenesini hafifçe doğrulttu Ona düşlerinde bile göremeyeceği kadar büyük ödüller vaat edilmişti Naja sesini kükreme düzeyinde yükseltti "Firavun eğer savaşta ölecek olursa, ordunun daha cephedeyken açık oylamayla bir naip atamaya hakkı vardır" Naja sustu ve yumruk halinde sıkılmış bir elini göğsünün üstüne, obur elini de mızrağına götürerek öylece durdu Asmor ileriye doğru bir adım attı ve ağır silahlı muhafız sıralarına dondu Dramatik bir jestle başından miğferini çıkardı Bir kılıç darbesinin eseri olan soluk bir yara ızı burnunu bir yana yatırmıştı Tıraşlı kellesi ise at kılından örülmüş bir perukla örtülüydü Kılıcını göğe uzattı ve bir savaşın gürültüleri arasında bile duyulabılmesı için eğitilmiş sesiyle, "Lord Naja'" diye bağırdı "Mısır Naıbı'ne selam' Lord Naja'ya selam1" Buz gibi bir sessizliğin arkasından alay koca bir aslan sürüsü gibi kukre-dı "Mısır Naibi Lord Naja ya selam' Alkışlarla uğultular bir sure devam ettikten sonra Lord Naja yine yumru ğunu havaya dikti, bu hareketini izleyen sessizliğin arasında da net bir sesle konuştu "Beni onurlandırıyorsunuz1 Beni layık gördüğünüz görevi kabul edi yorum " - Askerler, "Bak-her1" diye bağırdıktan sonra kılıçları ve mızraklarıyla kalkanlarını dövmeye başladılar Bu metalik seslerin yankıları uzaktaki bir gokgu-rultusu gibi tepelerin yamaçlarında kırılıncaya kadar da bu selamı sürdürdüler Bu kargaşa sırasında Naja, Asmor'u yanına çağırdı "Butun yollara nöbetçiler dik Hiç kimse benden önce buradan ayrılmayacak Haber kesinlikle benden önce Teb'e ulaşmamalı '
Gallala'dan çıkıp uç gün sureyle atları koşturarak zorlu bir yolculuk yaptılar Atlar tükenmiş, Naja bile kuvvetten düşmüştü Yine de dinlenmek, yolculuk sonrası temizlenmek ve üzerini değiştirmek için yalnızca bir saat ayırdı Sonra, tıraş olmuş, saçları da yağlanmış ve taranmış olarak Asmor'un hazırladığı ve çadırın kapısında beklettiği tören arabasına bindi On siperi süsleyen altın varak güneş ışığında parıldıyordu Naja beyaz ketenden bir eteklik giymişti, kaslı çıplak göğsü ise altın ve yarı kıymetli taşlardan yapılmış bir
| |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 6:23 am | |
| levhayla örtülüydü Fıravun'un olusunun üzerinden aldığı unlu mavi kılıcı altından kınının içinde, kalçasının üstünde taşımaktaydı Bunun kesici yüzü tunçtan daha ağır, daha sert ve daha keskin, olağanüstü bir metaldan yapılmıştı Butun Mısır'da bir eşi yoktu bu kılıcın Bir zamanlar Harrab Lordu Tanus'a aitti ve onun vasiyeti üzerine Fıravun'a geçmişti Ama Naja'nın donanımının en anlamlı parçası en az dikkati çekeniydi Sağ kolunda dirseğin yukarsındakı bir altın halkanın sabıtleştırdığı mavi şahın mührünü taşıyordu Kılıç gibi bunu da Tamose'un olusunun üstünden almıştı Naja, Mısır'ın Kral Naıp'ı olarak imparatorluk gücünün bu simgesini üstünde taşımaya yetkiliydi Korumaları etrafını çevirdiler, butun alay da arkasında yer aldı Mısır m yeni Kral Naıp'ı, arkasında beş bin askerle Teb'e doğru yürüyüşe geçti Asmor, Naja'nın mızrak en olarak arabada yol alıyordu Alay komutanı olarak belki fazla gençti, ama Hıksoslara karşı girişilmiş savaşta kendini kanıtladığı gibi, Naja'nın yakın arkadaşıydı O damarlarında Hıksos kanı taşıyordu Asmor bir zamanlar alay komutanlığının tüm emellerinin doruğu olduğunu düşünmüştü, ama şimdi yamaçları aştıktan sonra bürokrasinin yüksek dorukları, sınırsız bir güce kavuşma ve belki de soyluluğun en yüksek kademelerine yükselme olasılıkları birdenbire karşısında belirmişti Hamisi Lord Naja'nın Mısır tahtına oturmasını hızlandırmak için yapamayacağı hiçbir şey, göze alamayacağı hiçbir alçaklık yoktu 'Şimdi önümüzde ne var dersin arkadaşım''" Bu soruya bakılırsa Naja sanki onun aklından geçenleri okumuştu Asmor, "Sarı Çiçekler Tamose Hanedanfnın bin dışındaki butun prenslerini yolumuzun üstünden uzaklaştırdılar," diye karşılık verdi ve Nıl'ın gri çamurlu sularının ötesinde batıdaki tepelen mızrağıyla işaret etti "Soylular Vadı-sı'ndekı mezarlarında yatıyorlar'
-27 -26-
Sarı Çiçekler salgını üç yıl önce iki krallığı da kasıp kavurmuştu. Hastalık adını, çiçeğin cayır cayır yakan ateşine yenik düşmeden önce hastaların yüzlerini ve vücutlarını kaplayan sarı yaralardan almıştı. Kişilere saygısı da yoktu hastalığın. Kurbanlarını toplumun her düzeyinden ve katmanından seçiyordu; Mısırlı ya da Hiksos, erkek, kadın ya da çocuk, köylü ya da prens demiyordu. Hastalık, darı tarlalarını biçen bir orak misali herkesi kırıp geçirmişti. Tamose Hanedanı'nın sekiz prensesıyle altı prensi ölmüştü. Firavun'un çocuklarından yalnız iki kızla Prens Nefer Memnon hayatta kalmıştı. Tanrılar sanki Lord Naja'nın önünde Mısır tahtına giden yolu açmak için işbirliği yapmışlardı. ihtiyar Büyücü Taita büyüye başvurup onları kurtarmış olmasa, Nefer'le kız kardeşlerinin de öleceklerine inananlar vardı. Üç çocuk sol kollarının üst kısmında hâlâ minik yara izlerini taşıyorlardı. Taita çocukların kollarının burasını kesip kanlarına Sarı Çiçekler'e karşı tılsımını bulaştırmıştı.
Page 18 Naja kaşlarını çattı. Bu zafer anında bile Büyücü'nün sahip olduğu garip yetenekleri üzerine kafa yoruyordu. Hayatın sırrını keşfettiğini kimse inkâr edemezdi. O kadar uzun zamandır yaşıyordu ki gerçek yaşını kimse bilmiyordu; kimi yüz, kimi iki yüz yaşında olduğunu söylüyordu. Öyleyken hâlâ yürüyor, koşuyor ve güçlü kuvvetli bir adam gibi araba sürüyordu. Hiç kimse tartışmada onunla başa çıkamaz, bilgelikte onun düzeyine ulaşamazdı. Tanrılar herhalde onu seviyorlardı ve ona sonsuza dek yaşamanın sırrını bahsetmişlerdi. Bir kere Firavun olduktan sonra Naja yalnızca bundan yoksun olacaktı. Bu sırrı Büyücü Taita'nın ağzından alabilir miydi acaba? Bunun için önce yakalanması ve Prens Nefer'le birlikte getirilmesi lazımdı, ama bu arada zarar görmemesi gerekiyordu. Fazlasıyla değerliydi çünkü. Doğu çöllerini taramaları için yolladığı arabalar Naja'ya Prens Nefer'in şahsında bir taht, hadım Taita aracılığıyla da ölümsüzlüğü getirecekti. Asmor, Naja'nın bu düşüncelerini böldü. "Biz, sana sadık Fat Muhafızları, Abnub'un güneyindeki tek birlikleriz. Ordunun kalan kısmı kuzeyde Hiksosla-ra karşı savaşıyor. Teb, bir avuç çocuk, sakatlar ve ihtiyarlar tarafından savunuluyor. Yolunun üstünde artık hiçbir engel yok, Naip." Alayın kente girişinin engellenebileceği korkusu yersiz çıktı. Gözcüler mavi sancağı görür görmez şehrin ana kapıları açıldı, halk da onları karşılamaya koştu. Lord Naja'nın Hiksos kralı Apepi'ye karşı büyük bir zaferin müjdesini getirdiği söylentileri yayıldığı için, palmiye yaprakları ve nilüferlerden örülmüş çelenkler taşıyorlardı.
Fakat sevinç çığlıkları ve gülüşler çok geçmeden acı feryatlara ve ağıtlara bıraktı yerini, | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 6:24 am | |
| Fakat sevinç çığlıkları ve gülüşler çok geçmeden acı feryatlara ve ağıtlara bıraktı yerini, ikinci arabanın tabanında sargılar içindeki ölüyü görmüşler ve öndeki araba sürücülerinin, "Firavun öldü! Hiksoslar tarafından öldürüldü. Sonsuza dek yaşasın," diye bağırdığını duymuşlardı. Uluyan kalabalıklar hükümdarın ölüsünü cenaze tapınağına götüren arabayı izlemişler, bu arada bütün sokakları tıkamışlardı. Asmor'un birliklerinin ana kapılardaki nöbetçilerin yerine geçtiğini ve her köşeyle her meydana gözcüler diktiklerini kargaşa sırasında kimse fark etmemişti. Tamose'un cenazesini taşıyan araba kalabalıkları da arkası sıra sürüklemişti. Her zaman insanla kaynayan kentin geri kalanı hemen hemen terk edilmişti, Naja araba kafilesini daracık ve eğri büğrü sokaklardan geçirerek nehir sarayına götürdü. Korkunç haberi alır almaz konseyin bütün üyelerinin meclis salonuna koşacaklarını biliyordu. Arabaları bahçelerin ağzında bıraktılar, As-mor'la elli kadar muhafız da Naja'nın etrafında bir siper oluşturdu. Birbirlerine iyice kenetlenerek sırayla iç avludan ve suyun altında mücevher gibi ışıldayan su sümbülleri ve nehir balıklarıyla dolu havuzların yanından geçtiler. Bu kadar kalabalık bir silahlı birliğin gelişi konsey üyelerini gafil avlamıştı. Meclis salonunun kapılarında nöbetçi yoktu, zaten içerde de yalnızca dört üye bulunuyordu. Naja kapı aralığında durarak onları gözden geçirdi. Menset ve Talla ihtiyardılar ve bir zamanlar kendilerinden korkulmasına rağmen artık eski güçlerini yitirmişlerdi. Cinka ise oldum olası zayıf ve kararsız biriydi. Salonda Naja'nın üstesinden gelmek zorunda olduğu yalnız bir tek güçlü adam vardı. Kratas hepsinden yaşlıydı, ama ancak bir volkanın olabileceği gibi yaşlı. Üstü başı dağınıktı; doğrudan yatağından geldiği belli oluyordu, ama herhalde uykudan uyanmamıştı. Onun hâlâ iki genç karısı ve beş cariyesiyle başa çıkabildiği söylentiler arasındaydı. Naja'nın bundan şüphesi yoktu. Kratas'ın savaşlardaki yiğitliği ve aşkları dillere destan olmuştu. Beyaz keten entarisinin üstündeki taze ve yaş lekelerle onu saran kadın ve şehvet kokusu Naja'nın durduğu yerden bile fark ediliyordu. Kollarındaki ve çıplak göğsündeki
Page 19 lekeler uzun yıllar boyunca çarpıştığı ve kazandığı yüz savaşın kanıtlarıydılar. İhtiyar adam artık Yiğitlik Altını'yla Övgü Altını'nın sayısız zincirlerini taşımaya bile tenezzül etmiyordu - zaten bu kadar değerli metalin ağırlığı bir öküzü bile yere yığardı. Naja, "Soylu lordlar!" diye meclisin üyelerini selamladı. "Ne yazık ki sizlere üzücü haberler getirdim." Böyle diyerek salonun içine yürümüş, Menset'le Talla da ürkerek geri çekilmişler, ona bir kobranın gelişini izleyen iki tavşan gi-
| |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:09 am | |
| bı bakakaimışlardı Naja devam etti "Firavun oldu El Vadun'un yukarsındakı düşman kalesine yapılan saldırı sırasında bir Hıksos okuyla yere devrildi" Afallayan Konsey üyelerinin çıtı çıkmıyordu Kratas dışındakilerin Aldığı haberin şokundan ilk sıyrılan o oldu Öfke patlaması uzunlusu kadar şiddetli oldu Ağır ağır yerinden kalkarak Naja'yla muhafızına sert sert baktı Yavruluk-tan yeni çıkmış bir aslan surusuyle karşılaşan ihtiyar bir yaban sığırına benze-mıştı "Bu ne büyük küstahlık böyle şahın mührünü sen nasıl kolunda taşırsın? Bir Hıksos aşıftesının karnından çıkma Tımlat'ın oğlu, bu tılsımı yağmaladığın adamın ayaklarının altındaki tozların içinde sürünmeye bile layık değilsin sen Belindeki şu kılıç, yumuşak patılerınden daha soylu eller tarafından kullanılmıştır " Kratas'ın kel kafasının tepesi mosmor olmuştu, keskin yüz çizgileri de duyduğu isyandan titriyordu Naja bir an şaşaladı Annesinin Hıksos kanından olduğunu ihtiyar canavar nereden biliyordu7 Bu bir sırdı Taıta dışında çifte tacı pençesinden alabilecek güce sahip tek adamın karşısında durduğunu ister istemez hatırladı Elinde olmayarak geriye doğru bir adım attı "Ben Prens Nefer'ın Na-ıp'ıyım Mavi Atmaca Mührünü taşımak en doğal hakkım," diye yanıtladı Kratas, "Hayır1" diye kukredı "Bu hakka sahip değilsin Şahın Muhru'nu taşımaya ancak soylu büyüklerin hakkı vardır Firavun Tamose bu hakka sahipti Harrab Lordu Tanus ve onlardan önce gelen güçlü krallar silsilesi de öyle Senin böyle bir hakkın yok, sinsi köpek " "Savaş meydanındaki ordularım tarafından bu şana layık görüldüm Ben Prens Nefer'ın Naıp'ıyım" Kratas meclis salonunda ona doğru yürüdü "Sen bir asker değilsin Lastra ile Sıva'da Hıksos çakalı akrabaların tarafından pataklandın Sen bir devlet adamı da değilsin, bir filozof da Yalnızca Fıravun'un yargı konusundaki yanılgısı nedeniyle küçük bir üne sahip oldun Oysa ben onu belkt yüz kere sana karşı uyardım" Naja, "Yıkıl karşımdan, pis moruk1" diye onu tehdit etti "Ben Fıravun'un konumunu dolduruyorum Bana el sürersen Mısır tacına ve vakarına hakaret etmiş olursun" "O mührü ve kılıcı senin üstünden koparıp alacağım" Kratas genç adamın tehditlerine pabuç bırakacak
Page 20 cinsten değildi Devam etti "Sonra da senin kıçını kırbaçlamanın zevkini çıkaracağım " Naja'nın sağındaki Asmor, "Majstelerıne karşı ağır suçtur bu, cezası da olumdur,' diye fısıldadı -30-
Naja anında karşısındaki fırsatı yakaladı Çenesini dikerek ihtiyar adamın hâlâ parlaklığını koruyan gözlerinin içme baktı "Sen bunak bir palavracıdan ve bir pislikten başka bir şey değilsin," diye meydan okudu "Sen artık mıyadı-nı doldurdun, Kratas, seni titrek moruk seni Mısır Naıbı'ıne elini sürmeye cesaret edemezsin" Aynen öngördüğü gibi, Kratas bu kadar hakarete dayanamazdı Bir kükreme salıverek son birkaç adımı da aştı Yaşma ve cussesme göre hayli çevik bir adamdı Naja'yı yakalayıp havaya kaldırdı ve şahın mührünü kolundan koparmaya yeltendi "Sen layık değilsin " Naja etrafına bakınmadı bile Sağ elinde palasıyla omzunun yalnızca bir adım gerisinde duran Asmor'a, "Vur1" diye fısıldadı "Derme sapla1" Asmor biraz yana çekildi, Kratas'ın etekliğini aşağı çekerek böğrünü ortaya çıkardı ve kılıcıyla adamın böbreklerine nişan aldı Talimli eliyle indirdiği darbe güçlü ve isabetliydi Tunç bıçak ipeğe saplanan bir iğne gibi ta sapına kadar sessizce adamın etinin içine kaydı Asmor bununla yetinmeyerek açtığı deliği genişletmek için palayı yaranın içinde evirip çevirdi Kratas'ın butun vücudu kasıldı ve gözlen ırı ırı açıldı Ellerinin de gevşemesi üzerine Naja'yı salıverdi Asmor palayı ihtiyarın içinden çekti Ama Kratas'ın etinin emme gücü nedeniyle bu iş hiç de kolay olmadı Parlak tunç koyu renkli bir kana bulanmıştı, ince bir kan sızıntısı da Kratas'ın beyaz keten etekliğini kızıla boyamaktaydı Asmor palayı bir daha sapladı Bu kez kılıcı daha yukarıya yönlendirmiş, en alt kaburganın altından yukarıya itmişti Kratas kaşlarını çattı ve bir çocuğun yaramazlığından sıkılmış gibi kocaman aslan kafasını salladı Donup salonun kapısına doğru yürümeye başladı Asmor arkasından koştu ve palayı bu kez adamın sırtına sapladı Kratas yürümeyi sürdürüyordu Asmor, "Lordum Köpeği öldürmeme yardım edin," diye soludu Naja bunun üzerine mavi kılıcı kınından çekerek ona katılmaya koştu Naja çıkartıp sapladıkça mavi kılıç tunç bıçaktan daha derin yardı Kratas geriledi ve bir düzine yarasından kan fışkırırken salonun kapılarından avluya sendeledi Konseyin obur üyeleri arkasından, "Cinayet işleniyor1 Soylu Kratas'ın canına kıyma-ymi" diye çağırıyorlardı Asmor onlar kadar hızlı, "Bir ham o1 Mısır'ın Naıp'ıne elini kaldırmaya cüret etti1" diye bağırdı Sonra da kalbe nişan alarak bir hamle daha yaptı, fakat Kratas balıklı havuzu çevreleyen duvara doğru sendeledi ve dengesini bulma- | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:12 am | |
| ya çalıştı. Ancak, elleri kendi kanıyla kayganlaştığından cilalı mermere tutunamadı. Alçak korkuluğun üstüne yığıldı ve ağır bir şapırtıyla suyun yüzeyinin altında gözden kayboldu. Sular ihtiyar adamın kanıyla pembeye boyanırken iki silahşor korkuluğa abanarak soluklanmaya çalışıyorlardı. Kratas'ın kel kafası birden suyun dışına çıktı ve yaşlı adam gürültülü bir soluk aldı. "Hey Tanrılar, bu ihtiyar serseri hiç mi ölmeyecek?" Asmor'un sesi şaşkınlığını ve hayal kırıklığını dile getiriyordu. Naja havuzun içine atladı ve beline gelen suda batıp çıkan dev vücudun tepesine dikildi. Bir ayağını Kratas'ın boğazına bastı ve adamın başını suyun yüzeyinin altına itti. Kratas altında çırpınıyor, inip çıkıyor, sular kana ve nehir çamuruna bulanıyordu. Naja bu kez bütün ağırlığıyla bastırdı ve Kratas'ı suyun altında tuttu. "Bir su aygırına binmek gibi bir şey bu!" diye soluyordu. Soluk soluğa güldü, Asmor'la askerler de havuzun kenarında toplaşarak ona katıldılar. Kahkahalar atarak, "Sonuncu içkini iç, ayyaş moruk," diye eğleniyorlardı. "Yıkanmış ve bir bebek kadar mis kokarak Seth'e gideceksin. Tanrı bile tanımayacak seni." İhtiyar adamın çırpınmaları giderek zayıflıyordu, son bir nefesi yüzeyde köpürdü. Kratas sonunda hareketsiz kalmıştı. Naja havuzun kenarına yürüdü ve dışarı çıktı. Kratas'ın vücudu da yavaş yavaş yüzeye yükseldi ve yüzü aşağı dönük olarak yüzmeye başladı. Naja, "Onu dışarı çıkarın!" diye emretti. "Onu mumyalamayacak, parçalara ayırıp öbür haydutlar, tecavüzcüler ve vatan hainleriyle birlikte Çakal Vadi-si'ne gömeceksiniz. Mezarına bir işaret de konulmasın." Böylece Kratas Cennete ulaşmak fırsatından da yoksun edilmişti. Sonsuzluğa dek karanlıkların içinde dolaşmaya mahkûmdu artık. Beline kadar ıslanan Naja, vücudundan sular süzülerek meclis salonuna geri döndü. Konseyin bütün öbür üyeleri de bu arada gelmişlerdi. Kratas'ın akıbetine tanık olmuşlar, solgun bir yüzle ve dehşet içinde oturdukları yere büzülmüşlerdi. Elinde kan kokan kılıçla karşılarında duran Naja'ya korkuyla bakıyorlardı Naja, "Soylu efendiler, vatana ihanet etmenin cezası daima ölüm olmuştur," diye başladı. "İçinizde verilen cezanın doğruluğunu tartışma konusu yapmak isteyeniniz var mı?" Naja böyle derken bütün üyelerin teker teker yüzlerine bakmıştı, onlar da bakışlarını yere eğdiler. Fat Muhafızları salonun duvarlarının dibinde omuz omza duruyorlardı, Kratas gidince onlara rehberlik edecek kimse kalmıyordu. -32-
"Lord Menset." Naja konsey başkanına döndü. "Vatan haini Kratas'ı idam etmemi onaylıyor musunuz?" Menset uzunca bir süre Naja'ya karşı gelecek gibi göründü, ama sonra içini çekerek bakışlarını dizlerinin üstündeki ellerine dikti. "Ceza adildi," diye fısıldadı. "Konsey Lord Naja'nın eylemini onaylıyor." "Konsey aynı zamanda Lord Naja'nın Mısır'ın Naipliğine atanmasını da onaylıyor mu? | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:12 am | |
| ?" Naja yavaş
Page 22 konuşmuştu, ama sorusu sessiz ve gergin salonda herkes tarafından duyuldu. Menset başını kaldırarak öbür üyelere baktı, ama hepsi de onunla göz göze gelmekten kaçındılar. "Bu meclisin başkanı ve bütün üyeleri Mısır'ın yeni Naip'ini tanıdılar," derken Menset en sonunda Naja'nın gözlerinin içine bakmıştı, ama her zaman neşeli olan yüzünde korkunç bir nefret okunuyordu. Ay dolmadan yatağında ölü olarak bulunacaktı. Ama Naja şimdilik yalnızca başını salladı. "Beni layık gördüğünüz görevi ve ağır sorumluluğu kabul ediyorum," diyerek kılıcını kınına soktu ve tahtın önündeki kürsüye çıktı. "Mecliste Naip olarak yapacağım ilk resmi bildiri kapsamında sizlere kutsal Firavun Tamose'un kahramanca ölümünü anlatmak isterim." Naja burada konuşmasına anlamlı bir ara verdi, bundan sonraki bir saat boyunca uğursuz saldırının ve El Vadun tepelerine yapılan hamlenin kendine göre uyarlamasını ayrıntılarıyla anlattı. "Mısır'ın en yiğit krallarından biri böylece ölmüş oldu. Onu tepeden indirdiğim sırada bana son sözleri, 'Hayatta kalan biricik oğlumu koru. Oğlum Nefer'e çifte tacı taşıyabilecek yaşa gelinceye kadar göz kulak ol. İki küçük kızımı da korumana al ve başlarına bir kötülüğün gelmemesine dikkat et,' oldu." Lord Naja korkunç kederini saklamaya gerek görmedi ve duygularını kontrol etmesi birkaç dakikasını aldı. Bundan sonra daha metin bir tavırla devam etti: "Dostum ve Firavun'um olan tanrının umudunu boşa çıkarmayacağım. Arabalarımı daha şimdiden Prens Nefer'i bulmaları ve Teb'e getirmeleri için çöle yolladım. Gelir gelmez onu tahta çıkaracak ve kırbaçla asayı ellerine vereceğiz." Konseyin üyeleri arasında ilk kez onay mırıltıları duyuldu. Naja devam etti: "Şimdi de prensesleri getirsinler. Hemen bu salona gelmelerini istiyorum." Prensesler çekingen adımlarla ana kapılardan içen girerlerken büyük olan Heseret kardeşi Merykara'yı elinden tutuyordu. Merykara arkadaşlarıyla yazı tura oyunu oynarken çağrılmıştı. Yüzü kızarmıştı, ince vücudu da ter içindeydi. Kadınlığa adım atmasına daha yedi yıl vardı, bacakları bir tayınkiler | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:14 am | |
| tayınkiler gibi -33- Büyücüler Kralı / F: 3
uzun ve zayıf, göğsü de bir erkek çocuğunki gibi dümdüzdü. Uzun siyah saçlarını tek bir lüle halinde sol omzunun üzerine düşürmüştü, kalçasının etrafına sarılıp bacaklarının arasından geçirilen keten örtü de o kadar küçüktü ki kaba-etlerinin alt yarısını ortada bırakıyordu. Ünlü adamlardan oluşan bu topluluğa çekingen bir tavırla gülümseyerek baktı ve ablasının eline daha sıkı sarıldı. İlk aybaşısını yaşamış olan Heseret evlenecek yaştaki kızların keten etekliğini giymiş ve peruğunu takmıştı. Yaşlı erkekler bile ona özlemle baktılar. Çünkü Heseret ninesi Lostris'in dillere destan olmuş güzelliğini aynen almıştı. Cildi süt gibi beyazdı. Bacakları pürüzsüz ve biçimli, çıplak memeleri birer ay gibiydi. Yüzünün ifadesi sakin olmakla beraber ağzının köşeleri muzip bir gülümsemeyle kıvrılmıştı, koyu yeşil renkli gözlerinde de ilginç ışıltılar vardı. Naja, "Yanıma gelin, güzel yavrularım," dedi, onlar da babalarının sevgili arkadaşını tanıdılar. Gülümseyerek Naja'ya güvenle yaklaştılar. Naja tahttan kalktı, basamakları inip onları karşıladı ve ellerini omuzlarına dayadı. Sesi ve yüzündeki ifade trajikdi. "Şimdi cesur olmalı ve hanedanın prensesleri olduğunuzu unutmamalısınız," diye başladı. "Çünkü size çok üzücü bir haber vereceğim. Babanız Firavun öldü." Kızlar bir dakika kadar bu sözlerin anlamını kavrayamamış göründüler, ama Heseret sonra canhıraş bir feryat kopardı, Meryka-ra da onu hemen taklit etti. Page 23 Naja onlara sevgiyle sarıldı ve tahtın dibine oturttu. Kızlar orada dizlerinin üstüne çöktüler ve birbirlerine sarılarak hiç teselli bulmayacakmış gibi ağlamaya koyuldular. Naja meclise dönüp, "Hanedanın prenseslerinin büyük kederine hepiniz tanık oluyorsunuz," dedi. "Firavun'un bana duyduğu güven ve verdiği görev da aynı derecede açık. Prens Nefer Memnon'u korumama aldığım gibi, iki prenses, Heseret'le Merykara da benim korumamda olacaklar." Talla yanındakine, "Hanedanın bütün çocuklarını böylece avucuna aldı," diye fısıld | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:15 am | |
| fısıldadı. "Çölün neresinde olursa olsun, ne kadar güçlü ve sağlıklı olursa olsun Prens Nefer şimdiden ölümün gölgesinde. Mısır'ın yeni Naip'i yönetim biçimini yeterince belli etti." Nefer, Cebel Nagara'ya yukardan bakan tepenin gölgesinde oturuyordu, l Güneşin üst kenarı vadinin karşısındaki dağların yukarsında belirdiğinden beri yerinden kımıldamamıştı. Hareketsiz kalmanın gerektirdiği çaba önce sinir uçlarını sancıtmış ve üstünde zehirli böcekler dolaşıyormuş gibi derisini kaşındır-
mıştı. Ama Taita'nın bakışının üstünde olduğunu bildiği için, asi vücudunu iradesine boyun eğdirmiş, bedeninin emirlerinin ötesine yükselmişti. En sonunda yücelmiş bir bilinç düzeyine ulaşmış, tüm duyuları etrafındaki doğayla uyum sağlamıştı. Yamacın bir yangındaki gizli kaynaktan süzülen suyun kokusunu alabiliyordu. Su damla damla yüzeye çıkıyor, sonra iki avucundan daha büyük olmayan kayadaki oyuğun içine doluyordu. Sonra oradan taşıyor ve kaygan yosunların yeşile boyadığı bir sonraki oyuğa akıyordu. Oradan da taşıyor ve vadi tabanının kumlarının arasında sonsuza dek kayboluyordu. Damla damla akan bu sudan bile beslenen pek çok canlı vardı; kelebeklerle kınkanatlılar, yılanlarla kertenkeleler, sıcakta titreşir gözüken ovada safran tozu esintileri gibi dans eden küçük ceylan, yüksek pervazlarda yuvalarını yapan yeleleri şarap rengindeki benekli güvercinler, hepsi buradan su içiyorlardı. Taita işte bu değerli küçük havuzlar yüzünden Nefer'i buraya tanrı kuşunu beklemeye getirmişti. Cebel Nagara'ya geldikleri ilk günden itibaren ağı örmey | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:18 am | |
| Büyücüler Kralı / F: 3
uzun ve zayıf, göğsü de bir erkek çocuğunki gibi dümdüzdü. Uzun siyah saçlarını tek bir lüle halinde sol omzunun üzerine düşürmüştü, kalçasının etrafına sarılıp bacaklarının arasından geçirilen keten örtü de o kadar küçüktü ki kaba-etlerinin alt yarısını ortada bırakıyordu. Ünlü adamlardan oluşan bu topluluğa çekingen bir tavırla gülümseyerek baktı ve ablasının eline daha sıkı sarıldı. İlk aybaşısını yaşamış olan Heseret evlenecek yaştaki kızların keten etekliğini giymiş ve peruğunu takmıştı. Yaşlı erkekler bile ona özlemle baktılar. Çünkü Heseret ninesi Lostris'in dillere destan olmuş güzelliğini aynen almıştı. Cildi süt gibi beyazdı. Bacakları pürüzsüz ve biçimli, çıplak memeleri birer ay gibiydi. Yüzünün ifadesi sakin olmakla beraber ağzının köşeleri muzip bir gülümsemeyle kıvrılmıştı, koyu yeşil renkli gözlerinde de ilginç ışıltılar vardı. Naja, "Yanıma gelin, güzel yavrularım," dedi, onlar da babalarının sevgili arkadaşını tanıdılar. Gülümseyerek Naja'ya güvenle yaklaştılar. Naja tahttan kalktı, basamakları inip onları karşıladı ve ellerini omuzlarına dayadı. Sesi ve yüzündeki ifade trajikdi. "Şimdi cesur olmalı ve hanedanın prensesleri olduğunuzu unutmamalısınız," diye başladı. "Çünkü size çok üzücü bir haber vereceğim. Babanız Firavun öldü." Kızlar bir dakika kadar bu sözlerin anlamını kavrayamamış göründüler, ama Heseret sonra canhıraş bir feryat kopardı, Meryka-ra da onu hemen taklit etti.
Page 23 Naja onlara sevgiyle sarıldı ve tahtın dibine oturttu. Kızlar orada dizlerinin üstüne çöktüler ve birbirlerine sarılarak hiç teselli bulmayacakmış gibi ağlamaya koyuldular. Naja meclise dönüp, "Hanedanın prenseslerinin büyük kederine hepiniz tanık oluyorsunuz," dedi. "Firavun'un bana duyduğu güven ve verdiği görev da aynı derecede açık. Prens Nefer Memnon'u korumama aldığım gibi, iki prenses, Heseret'le Merykara da benim korumamda olacaklar." Talla yanındakine, "Hanedanın bütün çocuklarını böylece avucuna aldı," diye fısıldadı. "Çölün neresinde olursa olsun, ne kadar güçlü ve sağlıklı olursa olsun Prens Nefer şimdiden ölümün gölgesinde. Mısır'ın yeni Naip'i yönetim biçimini yeterince belli etti." Nefer, Cebel Nagara'ya yukardan bakan tepenin gölgesinde oturuyordu, l Güneşin üst kenarı vadinin karşısındaki dağların yukarsında belirdiğinden beri yerinden kımıldamamıştı. Hareketsiz kalmanın gerektirdiği çaba önce sinir uçlarını sancıtmış ve üstünde zehirli böcekler dolaşıyormuş gibi derisini kaşındır-
mıştı. Ama Taita'nın bakışının üstünde olduğunu bildiği için, asi vücudunu iradesine boyun eğdirmiş, bedeninin emirlerinin ötesine yükselmişti. En sonunda yücelmiş bir bilinç düzeyine ulaşmış, tüm duyuları etrafındaki doğayla uyum sağlamıştı. Yamacın bir yangındaki gizli kaynaktan süzülen suyun kokusunu alabiliyordu. Su damla damla yüzeye çıkıyor, sonra iki avucundan daha büyük olmayan kayadaki oyuğun içine doluyordu. Sonra oradan taşıyor ve kaygan yosunların yeşile boyadığı bir sonraki oyuğa akıyordu. Oradan da taşıyor ve vadi tabanının kumlarının arasında sonsuza dek kayboluyordu. Damla damla akan bu sudan bile beslenen pek çok canlı vardı; kelebeklerle kınkanatlılar, yılanlarla kertenkeleler, sıcakta titreşir gözüken ovada safran tozu esintileri gibi dans eden küçük ceylan, yüksek pervazlarda yuvalarını yapan yeleleri şarap rengindeki benekli güvercinler, hepsi buradan su içiyorlardı. Taita işte bu değerli küçük havuzlar yüzünden Nefer'i buraya tanrı kuşunu beklemeye getirmişti. Cebel Nagara'ya geldikleri ilk günden itibaren ağı örmeye başlamışlardı. Taita ipeği Teb'deki bir tüccardan satın almıştı, iplik çilesi Indus Nehri'nin çok doğusundaki bir ülkeden tamamlanması yıllar süren bir yolculukla geldiği için soylu bir aygır fiyatına mal olmuştu. Taita ince ipliklerden ağı nasıl öreceğini Nefer'e göstermişti. Ağ, kalın keten ipliklerinden ya da deri kayışlarından daha sağlamdı, fakat neredeyse gözle görülmüyordu. ~~~~ Ağ tamamlanınca Taita tuzak yerine geçecek hayvanları çocuğun kendisinin yakalamasında ısrar etmişti. "O senin tanrı kuşun olacak," demişti. "Onu kendin yakalamak zorundasın. Ancak bu şekilde büyük tanrı Horus'un karşısına daha sağlam isteklerle çıkabilirsin." Böylece vadi tabanının kavurucu gündüz sıcağında Nefer'le Taita hafif meyilli yolu incelemişlerdi. Karanlık çöktükten sonra ihtiyar, yarın dibindeki küçük ateşin yanına oturmuş ve büyülü sözleri ilahi okur gibi tekrarlamaya koyulmuştu. Arada bir avuç dolusu otu ateşe atıyordu. Hilal görünümündeki ay gece Page 24 yarısının karanlığını aydınlatmak için gökte yükseldiğinde, Nefer güvercinlerin tünedikleri kaya parçasına tehlikeli bir tırmanışa geçmişti. Kanat çırpan iri kuşların ikisini daha karanlıkta yönlerini şaşırmış ve Taita'nın büyüsünden akılları karışmışken yakalayıvermişti. Sonra onları, sırtına bağlı deri torbanın içinde aşağı indirmişti. Aşağıda Taita'nın verdiği talimatlara göre her kuşun bir kanadındaki tüyleri yolmuştu. Bu yöntem sayesinde artık uçamayacaklardı. Daha sonra yarın dibine ve kaynağa yakın, aynı zamanda kuşların yukardaki gökten net şekilde
-34- -35-
görülebileceği bir yer seçmişlerdi Güvercinlerin bir ayağını burada toprağa saplı bir kazığa bir at | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:19 am | |
| kılıyla bağlamışlardı Daha sonra kuşların üstüne incecik ağı germişler ve onu tanrı kuşun ağırlığı altında hemen kırılıp çökecek kuru saplarla desteklemişlerdi "Ağı çok hafif ger," demişti Taıta "Ne fazla gergin, ne de gevşek olmalı Kuşun gagasıyla pençeleri ağa takılıp dolaşmalı ki hayvan biz onu kurtarmadan çırpınıp kendine zarar veremesın " Hazırlıklar Taıta'yı tatmin edecek biçimde tamamlandıktan sonra uzun bekleyiş başlamıştı Güvercinler çok geçmeden tutsaklığa alışmışlar ve Ne-fer'ın onlar için serptiği darı tanelerini gagalamaya başlamışlardı Sonra ipek ağın altında hoşnut bir tavırla güneşlenmeye ve üstlerindeki tozları silkelemeye koyulmuşlardı Kavurucu günler birbirini izliyor, onlar da beklemeyi sürdürüyorlardı Akşam serinliğinde güvercinleri içen alıyorlar, ağı sarıyorlar, sonra da yiyecek avlıyorlardı Taıta yarın tepesine tırmanıyor ve aşağıdaki vadiye tepeden bakan kenarda bağdaş kurup oturuyordu Nefer ise aşağıda pusuda bekliyor, ama kaynaktan su içmeye geldikleri zaman av hayvanlarınışaşırtmak için hiçbir zaman aynı yerde olmuyordu Taıta da buyu yapıyor, zarif ceylanın, Nefer'ın yayı ve okuyla hazır vazıyette beklediği yere yaklaşmasını sağlıyordu Her akşam mağaranın ağzında ateş yakarak ceylan biftekleri kızartıyorlardı Mağara, Taıta'nın, Kraliçe Lostrıs'ın ölümünden sonraki yıllarda inzivaya çekilerek bir keşiş hayatı yaşadığı yerdi Güç kazandığı yerdi burası Nefer henüz acemi olduğu ve yaslı adamın mistik yeteneklerini layıkıyla anlayamadığı halde, onlardan asla şüphe edemezdi Bunlar her gün onun gözlerinin önünde kanıtlanıyorlardı Cebel Nagara'ya gelişlerinin üzerinden uzun günler geçmeden Nefer buraya yalnız tanrı kuşu bulmaya gelmediklerini anlamaya başladı, bu olay, çocuğun genç belleğinin hatırlayabildiği kadar eski günlerden ben Taıta'nın onun üzerinde uyguladığı eğitim ve öğretimin bir devamıydı Tuzakların yanındaki uzun bekleyiş saatleri bile başlı başına bir dersti Taıta ona vücuduna egemen olmayı, zihninin içindeki kapıları açıp kendi içme bakmayı, sessizliği dinleyip başkalarının sağır kaldıkları fısıltıları duymayı öğretiyordu Bir kere sessizliğe uyum sağladıktan sonra Nefer, Taıta'nın ona hedef tayın ettiği daha yoğun bilgelikle bilgiyi daha kolay ozumseyebılecektı Çöl gecesinde ebedi, ama aynı zamanda rüzgârlar ve okyanusların
Page 25 akıntıları kadar kısa omurlu olan döner yıldız gruplarının altında oturuyorlar, Taıta da ona bir 36
açıklaması olmayan ve ancak zihnin zorlanmasıyla algılanabilen mucizeleri anlatıyordu Nefer, bu mistik bilgi hazinesinin yalnızca puslu kenarında durduğunu hissediyor, ama içinde daha fazlasını öğrenmenin özlemini duyuyordu Nefer bir sabah şafaktan önceki alacakaranlıkta mağaradan çıkınca Cebel Nagara'nın ötesinde kalabalık ve sessiz karaltıların oturmakta olduklarını gördü Bunu Taıta'ya söylemeye gidince ihtiyar adam başıyla haberi doğruladı "Geceden beri bekliyorlar" Omuzlarına yünlü dokumadan bir atkı aldı ve yanlarına gitti Adamlar alacakaranlıkta Taıta'nın zayıf siluetini tanıyınca, yüksek sesle yalvarıp yakarmaya başladılar Bunlar çöl kavimlerinin insanlarıydılar ve Taıta'ya çocuklarını getirmişlerdi Sarı Çıçekler'ın kurbanıydı bu çocuklar, ateşin pençesinde yanıyorlardı, vücutları da hastalığın korkunç yaralarıyla doluydu Onlar kaynağın obur yanında beklerken Taıta da hastalarla ilgilendi Sonuçta çocukların hiçbiri ölmedi, kabile de on gün sonra darı, tuz ve tabaklanmış derilerden oluşan armağanlar getirerek mağaranın ağzına bıraktı Bundan sonra da ıssız topraklarda gözden kayboldular Onlardan sonra başkaları da geldi Hastalar da vardı, insanlar ve hayvanların yol açtığı yaralardan acı çekenler de Taıta hepsiyle ilgilendi, hiçbirini gen çevirmedi Nefer de onun yanında çalıştı ve gorduklerıyle duyduklarından çok şey öğrendi Tedavi edilecek hastalar ve acı çeken Bedeviler olsa da yiyecek toplamak ya da eğitime devam etmeleri gerekse de, her sabah, tuzak kuşları ipek ağının altına yerleştiriyor ve onların yanında bekliyorlardı Belki de Taıta'nın sakinleştirici etkisine kapıldıkları için bir zamanlar yabanı olan güvercinler piliçler kadar uysal kesilmişlerdi Korku belirtisi göstermeden ellenmelerine izm veriyorlar, bacakları kazıklara bağlanırken yumuşak sesler çıkarıyorlardı Ondan sonra da durup tüylerini kabartıyorlardı Nefer gelişlerinin yirminci sabahında tuzak kuşların başında yerini aldı Her zamanki gibi, Taıta'ya doğrudan bakmadan bile varlığının yoğun şekilde bilincindeydi ihtiyar adamın gözlen kapalıydı, o da güvercinler gibi güneş ışığında uyuklar görünüyordu Cildi sayısız ince kırışıkla bezenmiş ve yaşlılık lekeleriyle beneklenmıştı Cildi o kadar nazik görünüyordu ki en ince papirüs parşömeni kadar kolaylıkla yırtılabılecekmış izlenimini uyandırıyordu Yüzü kılsızdı, sakal ya da ka-Şin ızı bile yoktu, yalnızca cam kadar renksiz ince kirpikler gözlerini çevreliyordu Nefer hadım edilmenin Taıta'nın yüzünü sakalsız bıraktığını ve geçen zamanın izlerine karşı bağışıklık kazanmasını sağladığını babasından duymuştu -37-
Ama yaşlı adamın ilerlemiş yaşının ve kuvvetiyle yaşam gücünün daha gizli nedenleri olması gerektiğine inanıyordu Bir genç kadınınkı kadar gür ve sağ lam olan Taıta'nın saçları obur özellikleriyle çarpıcı bir çelişki halindeydi Tek fark, parlak gümüş renginde oluşlarıydı Taıta saçlarıyla gurur duyuyor, onları sık sık yıkıyor ve kalın bir orgu halinde sırtına sallandırıyordu Tüm bilgeliğine ve yaşına rağmen Buyucu gösterişe karşı değildi
| |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:21 am | |
| Bu insanca zaafı Nefer'ın ona karşı duyduğu sevgisini yoğunlaştırıyor, bu duygu hemen hemen acı veren bir şiddetle çocuğun göğsüne saplanıyordu Bu duygusunu ifade etmesinin bir yolu olmasını çok isterdi, ama Taıta'nın bu nü şimdiden anladığını biliyordu Taıta her şeyi bilirdi çünkü ihtiyar adamın koluna dokunmak için gizlice elini uzattı, ama Taıta'nın gözleri birdenbire açıldı Odaklanmış ve bilinçliydi Nefer onun hiç de uyumadığını, butun gücünün tanrı kuşunu tuzaklara çekmek üzerinde yoğunlaştığını anlıyordu Taıta'nın hayal kırıklığını seslendirilmiş kadar net olarak hissettiği için, oradan oraya dolaşan düşüncelerinin ve hareketlerinin ihtiyar adamın çabalarının sonucunu etkilediğini anlıyordu Dersini alarak toparlandı ve zihniyle bedenini Taıta'nın ona öğrettiği şekilde tekrar kontrol altına aldı Gizli bir kapıdan bir güç alanına geçiş gibi bir şey di bu Zaman hesaplanmadan ya da esirgenmeden çabuk geçti Güneş çok geçmeden doruğa yükseldi ve uzun bir zaman oradan asılı göründü Nefer birdenbire olağanüstü bir öngörü hissi duydu Sanki o da dünyanın yukarsın-da asılıydı ve aşağıdaki her şeyi görüyordu Taıta'yla kendisinin Cebel Naga-ra'dakı kaynağın yanında oturduklarını, çölün de etraflarında uzayıp gittiğini gördü Çölü dev bir engel gibi zapt eden ve Mısır'ın sınırlarını işaretleyen nehri de gördü Kentlerle krallıkları, çifte tacın altında bölünen ülkeleri, dağılmış büyük orduları, kotu insanların entrikalarını ve doğruyla iyi olanların çabalarıyla özverilerini de gördü O an cesaretini kıran bir yoğunlukla yazgısının bilincine vardı Aynı anda tanrı kuşunun o gün geleceğini, çünkü onu kabul etmeye en sonunda hazır olduğunu bildi "Kuş burada'' Bu sözler o kadar açıktı ki Nefer bir an Taıta nın konuştuğunu sandı, ama sonra ihtiyarın dudaklarının kıpırdamadığını fark etti Taıta bu düşünceyi Nefer in bir turlu kavrayamadığı ya da açıklayamadığı gizemli bir şekilde çocuğun kafasına yerleştirmişti Bunun aynen böyle olduğundan kuşkusu yoktu, aynı -38
anda havadaki tehdidi sezen tuzak güvercinlerinin çılgınca kanat çırpışları bu duygusunu doğruladı Nefer duyduğunu ve anladığını gösteren hiçbir harekette bulunmadı Başını çevirmedi ya da bakışını göğe çevirmedi Kuşu telaşa düşürmesi ya da Taıta'nın öfkesini üzerine çekmesi korkusundan yukarı bakmaya cesaret edemiyordu Ama varlığının her zerresıyle bunun farkındaydı Muhteşem şahın o kadar ender bir hayvandı ki, pek az insan onu çölde görmüştü Her Fıravun'un avcıları önceki bin yıllarda kuşları aramışlar, onları tuzağa düşürüp ağlarla tutsak etmişler ve hükümdarın kafeslerini doldurmak için yavruları daha tüylenmeden yuvalarından çalmışlardı Kuşlara sahip olmak, Fıravun'un Mısır a hâkim olmak için tanrı Horus'un kutsal onayını aldığının kanıtıydı Şahın tanrının ikinci kimliğiydi, heykelleri ve betimlemeleri onu şahın kafalı olarak gösteriyordu Fıravun'un kendisi bir tanrı olduğu için kuşu yakalayabilir, ona sahip olabilir, onu avlayabilirdi, ama başka birinin bunu yapmasının cezası olumdu Şimdi de kuş buradaydı Kendi öz kuşu Taıta onu buyuleyıp gökten indirmişti adeta, Nefer kalbinin heyecandan patlamak üzere olduğunu hissediyordu Ama hâlâ yüzünü göğe çevirmeye cesaret edemiyordu
Page 27 Hemen arkasından şahının sesini duydu Çığlığı önce gökle çölün uçsuz bucaklığı içinde kaybolan hafif bir iniltiydi ama tanrı sanki onunla konuşmuş gibi Nefer'ı benliğinin en derin köşelerine kadar titretti Birkaç saniye sonra şahın tekrar seslendi Çağrısışimdi daha tiz ve daha vahşiydi Güvercinler dehşet içinde çırpınıyorlardı Onları kazıklara bağlayan kayışları zorluyor, şiddetle çırptıkları kanatlarından tüyler kopuyor, yüksekten aşağı akan hava etraflarında hafif bir toz bulutu kaldırıyordu Nefer ta yukarlarda şahının tuzaklara doğru inişe geçtiğini, rüzgârın kanatlarının yukarsında giderek tızleşen bir tonla tısladığını duyabiliyordu Şahının tüm dikkatini avının üstünde yoğunlaştırdığından artık başını kaldırmasının güvenli olduğunu biliyordu Başını kaldırınca kuşun göğün göz kamaştırıcı mavi fonunun önünde taş gibi düştüğünü gördü Tanrısal güzelliği olan bir yaratıktı Kanatları yarı kılıf-lanmış bir bıçak cjıbı arkaya katlanmış, başı öne uzatılmıştı Kuşun gücü karşısında Nefer gürültüyle soluğunu salıverdi Babasının kafeslerinde bu türden şahinler görmesine görmüştü, ama bu vahşi zarafet ve görkem hiçbirinde -39-
r
yoktu Şahın Nefer in bulunduğu yere doğru düşerken bir mucize gibi sanki daha da buyuyor, renklen de daha yoğunlaşıyordu Kıvrımlı gagası nefis bir koyu sarı, ucuysa keskin ve kuzgunı siyahtı Altın renkli gözlerinin iç köşelerinde gözyaşına benzer işaretler vardı, gerdanı krem renginde ve ermin gibi benekliydi, kanatları koyu kırmızı ve siyahtı Kuş her yanıyla öylesine nefisti ki, Nefer bunun tanrının bir yansıması olduğundan bir an bile şüphe etmedi Ona daha önce hayal bile etmesinin mümkün olmadığı bir özlemle sahip olmak istiyordu Şahının ipek ağa saldırıp katlarının arasında hapsolacağı ana tüm benli ğıyle hazırlandı Yanında Taıta'nın da aynı durumda olduğunun farkındaydı Birlikte ilen atılacaklardı Derken inanması mümkün olmayan bir şey oldu Şahın tamamen inişe odaklanmıştı Dalışının hızı öylesine büyüktü ki, güvercinlerin yumuşak vücut larına çarpışı dışında hiçbir şey onu durduramazdı Fakat tüm olasılıklara rağ men şahının kanatları birden yon değiştirdi, rüzgârın gücü de onları bir an yırtıp bedeninden koparacak gibi oldu Hava, yayılan tüylerin üzerinden uluya rak geçti, şahın de yon değiştirdi ve kendi hızını kullanarak kendini tekrar yükseğe savurdu Birkaç saniye sonra mavi fonun önünde siyah bir lekeden ıba retti Kederli çığlığı uzaklaşmadan önce son bir kez daha havayı titretti, sonra şahın gözden kayboldu Nefer, "Reddetti'" diye fısıldadı "Niçin, Taıta, niçin'" "Tanrıların amacını irdelemek biz insanlara düşmez" Onca saattir hiç kımıldamadan oturmasına rağmen Taıta eğitimli bir atlet çevıklığıyle ayağa kalktı Nefer, "Dönmeyecek mı acaba'" diye sordu "O benim kuşumdu Bunu kalbimin derinlerinde hissettim O benim kuşumdu Mutlaka dönmeli"
Page 28 Taıta, 'O, tanrılar topluluğunun bir üyesidir," dedi yavaşça "Doğal düzenin bir parçası değildir o" "lyı ama niçin reddetti' Bir nedeni olmalı" Nefer hâlâ ısrar ediyordu Taıta hemen yanıt vermedi, bunun yerine güvercinleri salıvermeye gitti Bunca zamandan sonra kuşların kanat tüyleri yine uzamıştı, ama Taıta bacaklarını at kılından bağlarından kurtarınca kaçmaya kalkışmadılar Aksine bir tanesi havalanıp geldi ve ihtiyar adamın omzuna kondu Taıta yumuşak bir ha reketle onu ıkı avucunun arasına aldı ve yükseğe fırlattı Güvercin ancak bun dan sonra yarın yukarsına uçarak yüksekteki çıkıntının üstüne tünedi ihtiyar adam onun uçmasını kısa bir sure seyrettikten sonra mağaranın ağzına dondu Nefer de onu ağır ağır izledi Kalbiyle bacakları duyduğu hayal kırıklığının etkisiyle kurşun kadar ağırlaşmıştı Taıta mağaranın karanlığında -40-
arka duvarın dibindeki kaya çıkıntısının üstüne oturdu ve eğilerek dikenli dallar ve gübre yığınını tutuşturdu Sevimsiz önsezilerin pençesindeki Nefer de karşısına geçerek her zamanki yerme ılıştı Ikısı de uzun bir sure sustular Şahını kaybetmesinden dolayı duyduğu hayal kırıklığı elini alevlerin içme sokmuşcasına acı vermesine rağmen, Nefer kendini tutuyordu Taıta'nın ancak hazır olunca konuşacağını biliyordu ihtiyar adam sonunda ıçını çekti ve kederli bir tavırla, "Amon Ra büyüsüne başvurmak zorundayım," dedi Nefer şaşırdı Beraberlikleri suresince ihtiyar adamın yalnız ıkı kere bu işe kalkıştığını görmüştü Gaipten haber almak için kendi kendine uyguladığı trans durumunun, Taıta'yı tüketen küçük bir olum olduğunu biliyordu Ancak başka seçeneği kalmadığı takdirde, bu korku verici doğaüstü yolculuğa girişeceğini biliyordu Nefer az sonra Taıta'nın büyünün hazırlıklarını yapmasını huşu içinde sevr redıyordu ihtiyar adam önce mermerden bir havanın içinde bir takım otları bir tokmakla ezdi, sonra onları ölçerek kilden bir çömleğin içme geçirdi Ardından yukarlarındakı bir bakır güğümden üstlerine kaynar su doktu Karışımdan bulut gibi yükselen buhar o kadar keskin kokuluydu ki Nefer'ın gözlen yaşardı Karışım ılınırken Taıta mağaranın arkalarında gizli oldukları yerden Amon Ra bulmacasını içeren tabaklanmış deri torbasını oraya çıkardı Ateşin başına oturarak fıldışınden yuvarlakları bir avucuna boşalttı ve bir yandan Amon Ra'nın büyüsünü ilahı tarzında okurken diskleri parmaklarının arasında yavaşça ovuşturmaya başladı Amon Ra sistemi Taıta'nın yonttuğu on fildişi yuvarlaktan oluşuyordu On en kudretli mistik sayıydı Her yontu on güç simgelerinden bırmı temsil ediyordu ve minyatür boyutta bir sanat eseriydi Taıta bir yandan ilahiyi okurken yuvarlakları elliyor, onları parmaklarının arasında takırdatıyordu Büyünün mısra-larının arasında onlara kendi hayat gücünü yüklemek için yuvarlakların üstüne ufluyordu Yuvarlaklar vücudunun ısısını alınca onları Nefer'e geçirdi "Onları tut ve üstlerine ufle," dedi, Nefer söyleneni yerme getirirken de Taıta okuduğu sihirli dizelerin ritmine uyarak sallanmaya koyuldu O, zihninin gizli köşelerine geriledikçe gözleri de cam gibi olmaya başladı Nefer yuvarlakları ıkı dizi halinde karşısında istiflediği sırada ihtiyar adam trans haline girmişti bile
| |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:23 am | |
| Derken Nefer, Taıta'nm kendisine öğrettiği biçimde çömlekteki karışımın ısısını parmağıyla ölçtü Ağzı yakmayacak kadar ılındığına kanaat getirince, ihtiyar adamın önüne diz çoktu ve çömleği ıkı eliyle ona uzattı -41 -
Taita karışımı son damlasına kadar içti, yüzü de alevlerin aydınlığında Asuvan'daki taş ocaklarından çıkarılan kireç kadar beyazlaştı. İlahiyi biraz daha sürdürdü, ama sesi yavaş yavaş fısıltı düzeyinde alçaldı, sonra sessizliğin içinde kayboldu. Artık tek ses, uyuşturucuya ve transa yenik düşerken aldığı boğuk soluklardı. Mağaranın tabanına çöktü ve ateşin yanında uyuyan bir kedi gibi kıvrıldı kaldı. Nefer lalasının üstünü yünlü atkısıyla örttü ve yanından ayrılmadı. Neden sonra Taita kıvranmaya ve inlemeye başladı. Yüzünden terler süzülüyordu. Gözleri açıldı ve yuvalarının içinde dönmeye başladı. Sonunda gözlerinin akları mağaranın karanlık gölgelerinin arasında sırıtmaya başladı. Nefer şu sırada yaşlı adam için yapabileceği bir şey olmadığını biliyordu. Taita gölgeler diyarının Nefer'in ulaşamayacağı kadar derinlerine yolculuğa çıkmıştı. Büyünün Büyücü'ye hissettirdiği korkunç keder ve acılara çocuğun dayanamayacağı bir an geldi. Yavaşça yerinden kalktı, yayla oku mağaranın dibinden getirdi ve mağaranın ağzından dışarsını görmek için eğildi. Güneş tepelerin ötesinde epey alçalmıştı ve tozların yarattığı pusta sarı bir renk almıştı. Çocuk batı tepelerine tırmandı. Doruğa varıp vadilerin ötesine bakışını dikince kaybettiği kuştan dolayı hayal kırıklığını tüm şiddetiyle hissetti. Ayrıca, Taita'nın gelecekten haber alma uğruna duyduğu acılar nedeniyle kaygı ve onun trans halindeyken keşfedebilecekleri yüzünden kötü önseziler duyuyordu. İçinden koşmak, peşinde korkunç bir yırtıcı varmış gibi kaçmak geldi. Tepeden koşa koşa inerken kumlar ayaklarının altında cavlan gibi tıslayarak yuvarlanıyordu. Gözlerinde korku yaşlarının biriktiğini ve rüzgârda yanaklarından aşağı yuvarlandığını hissediyordu. Böğründen terler akana, göğsü hızla kalkıp inene ve güneş ufukta alçalanana kadar koştu, koştu. Sonunda tekrar Cebel Nagara'ya döndü ve son bir, iki kilometreyi karanlıkta kat etti. Taita hâlâ ateşin yanında atkının altında kıvrılmış olarak yatıyordu, ama şimdi daha rahat uyumaktaydı. Nefer de yanına uzandı. Bir süre sonra o da düşlerle karabasanların pençesinde huzursuz bir uykunun koynuna yuvarlandı. Uyandığında şafağın aydınlığı mağaranın ağzına ulaşmıştı. Taita ateşin başında oturmuş, kömürlerin üstünde ceylan pirzolaları kızartmaktaydı. Hâlâ solgun ve hasta gözüküyordu, fakat pirzolalardan birini tunçtan kamasının ucuna takarak Nefer'e ikram etti. Çocuk birden açlığını hissetti, oturup kemiği kemirmeye başladı. Tatlı ve yumuşak etin üçüncü porsiyonunu da yutmasından sonra ilk kez konuştu. "Ne gördün, Tata?" diye sordu. "Tanrı kuşu niçin beni reddetmiş?" -42-
"Bu konu karanlıktı," dedi Taita, Nefer de kehanetin olumsuz olduğunu ve Taita'nın onu bundan koruduğunu anladı. Bir süre konuşmadan karınlarını doyurdular, ama Nefer artık yediklerinin tadını alamıyordu. Sonunda,
Page 30 "Tuzakları serbest bıraktın," dedi. "Yarın ağı nasıl tekrar kuracağız?" Taita kısaca, "Tanrı kuşu artık Cebel Nagara'ya gelmeyecek," dedi. Nefer, "O zaman babamdan sonra Firavun olamayacak mıyım?" diye sordu. Sesinde derin bir umutsuzluk seziliyordu, Taita da yanıtını yumuşattı. "Kuşunu yuvasından almak zorunda kalacağız." "Tanrı kuşu nerede bulacağımızı bilmiyoruz." Nefer yemeyi bırakmıştı. Yalvarır gibi Taita'ya bakıyordu. Yaşlı adam başını salladı. "Yuvanın nerede olduğunu biliyorum," dedi. "Kehanet sırasında bana açıklandı. Ama sen kuvvetini korumak için yemelisin. Yarın ortalık aydınlanırken yola çıkacağız. O yere kadar uzun bir yolumuz var." 'Yuvada yavrular olacak mı?" "Evet," dedi Taita. "Şahinler yavruladılar. Yavrular uçmaya hazırlar. Kuşunu orada bulacağız." Sessizce, "Ya da Tanrı bize başka gizemler açıklayacak," dedi kendi kendine. Şafaktan önceki karanlıkta deriden su torbalarını ve heybeleri atlara yüklediler, sonra eyersiz olarak hayvanların üstüne yerleştiler. Taita önden gidiyordu. Yarın kenarını izledi ve tepelere tırmanan kolay yola saptı. Güneş ufkun yukarsına tırmandığı sırada onlar Cebel Nagara'yı çok aşağılarında bırakmışlardı. Nefer ileriye bakınca ufkun mavisinin önünde mavi renkte olan dağın belirsiz siluetini seçerek şaşırdı. Dağ henüz o kadar uzaklarındaydı ki madde değil, toprak ve kaya değil de sis ve havaymış gibi gözüküyordu. Nefer aynışeyi daha önce de görmüş olduğu hissine kapıldı. Bunu kendi kendine açıklayabilmekten acizdi. Ama sonra hatırlayarak, "Şu dağ," diye işaret etti. "Oraya gidiyoruz, öyle değil mi, Tata?" O kadar güvenle konuşuyordu ki Taita ona baktı. "Nereden biliyorsun?" Nefer, "Dün düşümde gördüm," dedi. Çocuğun yüzündeki anlamı görememesi için Taita başını çevirdi. Zihninin gözleri şafaktaki bir çöl çiçeği gibi açılıyor sonunda. Geleceği bizden sak- -43-
layan karanlık perdenin ötesine bakmayı öğreniyor Yoğun bir başarı hissi duydu Horus un yüz adına şukur, çabalar boşuna değildi Nefer,' Biliyorum, oraya gidiyoruz," diye ısrarla tekrarladı "Evet ' Taıta en sonunda bunu doğruladı "Bir Umm Masara'ya gidiyoruz' Taıta günün en sıcak bölümünden önce onları dikenli akasya ağaçlarının derin bir koyakta yetiştikleri bir yere getirdi Ağaçların kökleri yüzeyin çok derı-nındekı bir kaynaktan su emiyordu Atların yüklerini üzerlerinden alıp onlara su ıçırdıkten sonra Nefer koruda dolaştı ve birkaç dakikaya kalmadan o yoldan geçen başkalarının bıraktıkları izlen keşfetti Heyecanla Taıta'yı çağırdı ve küçük bir araba kafilesinin tekerlek izlerini gösterdi Tahmınınce on arabaydılar Yemek pişirmek için yakılan ateşin küllerini ve atlar yakındaki akasya ağaçlarına bağlıyken adamların uyumak için yattıkları yerde yassılmış olan toprağı da gösterdi Page | |
| | | | BÜYÜCÜLER KRALI | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|