(¯`•._.•♥♥ROSE GARDEN♥♥•._.•´¯) |
| | BÜYÜCÜLER KRALI | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:25 am | |
| -405- Meren, "Kaburgalarım!" diye soludu. "Hayvan herif boğadan farksız tosladı." 'Yola devam etmeliyiz." "Tabii." Meren toparlandı ve omuzlarını doğrulttu. Duyduğu acıdan yüzü külden farksızdı. "Önemi yok." Ama arabaya koşarken delikanlı göğsünün yanını tutuyordu. Attıkları etekleri alelacele üstlerine geçirdiler. "Bu fazla uzun sürdü. Vakit kaybediyoruz." Delikanlılar arabaya atlarken ikisi de tepelerin düzlük yamacının aşağısındaki ovada dizili harbe hedeflerine baktılar. Meren, "işte oradalar," diye homurdandı. Güneş ışığında hayal gibi gözüken toz bulutunu gördüler. Avcıların arabaları havada asılı tozların altında hâlâ koyu renkli beneklere benziyorlardı, ama delikanlıların gözlerinin önünde giderek büyümekteydiler. Söyleyecek bir şey yoktu. Avcılar güreşçiler tarafından sınanmayacaklar-dı. Taş çemberlerinin yanından dörtnala geçeceklerdi. Nefer'le Meren ellerindeki küçücük avantajı ne kadar kolay kaybedebileceklerinin bilincindeydiler. Bir tek yanlış adım ya da yanlış hesap yeterliydi. Nefer dizginleri kavrayarak atlara seslendi. Dov'la Krus sahipleri güreşirken dinlenmişlerdi. Birden tüm güçleriyle harekete geçtiler, ilerde parkuru işaretleyen sıra sıra bayraklar geniş bir kavisle tekrar güneye, yarışmacıların geldikleri yöne dönmeye başlıyordu. 'Yarı yolu aştık!" Meren neşeli gözükmeye çalışıyordu, ama çatlak kaburgalarının verdiği acı sesine yansıyordu. Aldığı her soluk başlı başına bir işkenceydi. Ovayı aştılar ve düzlüklerin bir dizi dev Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 333 basamakla uçurumun eteğine indiği noktaya geldiler. Aşağıya, sulanan topraklardaki kırsal alanlara ve çitlerle çevrili çayırlara baktılar. Onları çeviren arazilerin sarı ve boz renklerinin; Gallala'nın bu uzaklıktan insan elinden çıkmış değil de doğal gibi gözüken toprak rengindeki kulelerinin ve damlarının yanında şaşılacak bir yeşillikteydi buraları. Delikanlılar ileriye baktılar. Kanyon önlerinde bir ejderin boğazı gibi açılıyordu. Yanları tırmanılamayacak kadar dikti ve gölgeli mor derinlerin içinde kayboluyordu. Yarların doruğunu çeviren patikada küçük insan grupları vardı. Bunlar, harbe sınavını izlemiş olan ve kestirmeden okçuluk yarışmasını seyretmeye koşan seyircilerdi. Nefer avcılardan birkaç metre avans kazanmak amacıyla atları zorlayarak arabayı düzlüğün basamaklarına sürdü. Krus bu noktada harbe sınavındaki yanlışlarını büyük ölçüde düzeltmeye girişti; büyük gücüyle onları götürüyor ve yanındaki Dov'a cesaret veriyordu. Böylece kanyonun ağzına vardılar ve bunun kıyısında yarışmaya koyuldular. Uçuruma o kadar yakındılar ki tekerleklerin savurduğu çakıllar boşluğa uçuyordu. Krus boşluğa yakın kenarda olmasına rağmen hızını hiç kesmiyor, bütün yüreği ve iradesiyle koşuyordu. Nefer moralinin çok, hem de çok düzeldiğini hissetti. "Onlardan önce köprüye varabiliriz," diye rüzgârın içine bağırdı. "Ha gayret, Krus! Ha gayret Döv!" Nefer ileriye bakınca Taita'nın başkasıyla karıştırılmayacak uzun boylu siluetinin uçurumun başında durduğunu gördü. Kanyonun öbür yanındaki okçuluk hedeflerine bakıyordu. Araba arkasında durup gençler yere atlayınca başını çevirmedi. Taita bir akşam önce, "Batı rüzgârı estiğine göre okçuluk ve kanyonun aşılması kesin sonucu belirleyecek. Sizi orada bekleyeceğim," demişti. Delikanlılar yaylan ve oklukları aldılar ve arabaları bekleyen seyislere bırakarak yarın kıyısında Taita'nın yanına koştular. Nefer, bir ucunu ayaklarının arasında yere dayadığı büyük savaş yayını bir yandan tüm gücünü ve ağırlığını vererek gererken, "Harbe sınavında vakit kaybettik," dedi. Taita, "Krus fazla hevesliydi," dedi. "Ve sen de öyle. Ama geçmişe bakmanın bir yararı yok. İleriye bak!" Derin boşluğun ötesinde hafif bir bambu iskelesine bağlı olan hedefleri işaret etti. Harbe hedefleri sırasında olduğu gibi burada da beş hedef vardı. Bunlar, her biri iskelenin çaprazlarına keten ipliğiyle asılışişirilmiş domuz sidiği torbalarıydı. Birine atılan okun kazara ötekine çapmaması için birbirlerine yeterli uzaklıktaydılar. Asılı oldukları ip hemen hemen elli, altmış santim uzunluğun-daydı, bu da onlara hareket özgürlüğü veriyordu. Hava kadar hafif olarak batı rüzgârıyla dans ediyorlar, yönleri kestirilemeyecek biçimde kâh yukarı hoplu-yorlar, kâh dalışlar yapıyorlardı. Aralarındaki geniş boşluk menzilin doğru olarak hesaplanmasını hemen hemen olanaksız hale getiriyordu, batı rüzgârı da yarlar boyunca bir anafor gibi fırıl fırıl dönüyordu. Kanyonun bu yanında hissettikleri rüzgârın gücüyle yönü karşıdakinden farklı olacaktı. Bu ise okları da hedefler kadar etkileyecekti. Nefer okluğun içinden uzun bir oku çekerken, "Menzil ne kadar, Yaşlı Babam?" diye sordu. Taita o sabahın daha erken bir saatinde kanyonun bir yanındaki dik açının bir kenarını adımlarıyla ölçmüştü. Daha Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 334 sonra, karşı taraftaki hedeflerin oluşturduğu açıyı bir tahtanın üstündeki çiviler ve siciml | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:25 am | |
| sonra, karşı taraftaki hedeflerin oluşturduğu açıyı bir tahtanın üstündeki çiviler ve sicimlerden olu-şan garip bir düzenle hesaplamıştı. Bu ölçümleri, Nefer'in kestiremediği bir biçimde kanyonun karşı yanına kadarki mesafeyi hesaplamada kullanmıştı. Taita şimdi ona, "Altmış beş metre," diye yanıt verdi. Nefer yarın ufalanan kenarında pozisyonunu alırken bu bilgiyi rüzgârın hızı ve yönüyle ilgili kendi hesaplarına ekledi. Meren de elinde daha hafif süvari yayıyla yanında yerini aldı. Nefer, "Horus'la tanrıça adına başlayalım!" diye dua etti. İki arkadaş aynı anda oklarını saldılar. Nefer'in oku iskelenin çaprazlama tahtasının üzerinden geçti. Fazla uzağa ve fazla yükseğe gitmişti. Meren'in oku daha keskin bir açı çizerek rüzgârın içine doğru yola çıktı. Yörüngesinin tepesine doğru yavaşlarken rüzgâr tarafından kavrandı ve sola doğru yön değiştirdi. Menzilinin sonuna doğru da rüzgârda sallanan domuz sidik kesesi hattına doğru düşüşe geçti ve hedefinin tam ortasına çarptı. Domuz sidik kesesinin patlayışının plof sesi kulaklarına geldi. Seyircilerin arasından sevinç bağırışları yükselirken hakem isabeti yüksek sesle ilan etti, fakat Meren yayının kirişine yeni bir ok yerleştirirken, "Bu rastlantıydı," diye homurdandı. Nefer, "Okluğundaki başka rastlantılara da seve seve kabul," dedi ona. "Bak-her, kardeşim, Bak-her." İkisi de aynı anda oklarını saldılar. Meren'in oku bu kez hedefe ulaşamadı ve yarın kayalarına takırdayarak çarptı. Nefer de hedefi on santimlik bir farkla ıskaladı ve yolladığı rüzgâr için Seth'i lanetledi. Kızıl Yol, harbelerden farklı olarak kullanılan okların sayısına hiçbir limit tanımıyordu. Tek koşul, bütün okların yarışa başlarken arabaya yüklenilmesi gereğiydi, böyle olunca da ağırlıkla sayı arasında bir tercih yapmak söz konusuydu. Arkadaşların ikisi de ellişer oku yanlarına almışlardı, fakat Nefer'in uzun oklarının her biri Meren'inkilerin ikisi ağırlığındaydı. Nişan aldılar ve ıskaladılar, bir daha nişan aldılar ve tekrar ıskaladılar. Taita rüzgârı ve her okun hareketini incelemişti. Güvenilmez rüzgârın şiddetiyle güdüsünü hissetmek için bütün gücünü toparlamıştı. Rüzgârın akışını ve gücünü neredeyse berrak bir nehirdeki akıntılar gibi görüyordu. Nefer'e, "Aynı yöne nişan al, fakat benim komutumu bekle," diye emretti. Nefer yayı sonuna kadar gerdi ve sağ kolundaki bütün kasların titremesine rağmen yayı öylece tuttu. Taita rüzgârı okudu, onun parçası oldu, onu benliğinin en derininde hissetti. "Şimdi!" diye fısıldadı, ok da Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 335 boşluğun yükseğine sıçradı ve kaprisli havada -408- duraksadı. Sonra, tepede uçan bir şahin gibi kendini toparladı ve hedefin üzerine iner göründü. İsabet alan sidik bezi patladı, kalabalık da sevinçle uludu. Taita, "Sonraki!" diye emretti, Nefer de yayı gerdi, yükseğe ve ikinci sidik torbasının sağına nişan aldı. < Taita, "Şimdi!" diye fısıldadı. İhtiyar adam aklının gücüyle okun uçuşunu yönetir gibiydi. İsabetin hemen öncesinde batı rüzgârı inat edermiş gibi onu saptırmaya çalıştı, ama ok yolundan şaşmadı, sidik torbası da sert bir çatırtıyla patladı. Taita, "Sonraki. Yayı ger!" diye fısıldadı. Kalbin bir atışı kadar kısa bir süre sonra da, "Şimdi!" dedi. Ok bu kez sidik torbasına neredeyse değiyordu, ama son anda hedef yana zıpladı. Nefer, Taita'nın komutu üzerine bir daha harekete geçti, ama yukarıya ve sola doğru bütün bir ok uzunluğu kadar ıskaladı. Büyük yayı kullanmanın zorluğu delikanlıya fazla gelmişti, sağ kolu sancıyor, kasları kramp yapıyor ve irade dışı zıplıyordu. Taita, "Dur!" diye emretti. "Lostris'in Tılsımı'nı sağ elinde tut ve dur." Nefer yayı elinden bıraktı ve altından tılsımı sağ eline alıp başını eğerek dua eder konumda durdu. Yayı çeken koluna kuvvetin yavaş yavaş akmaya başladığını hissediyordu. Meren hâlâ küçük yayla uğraşıyordu, ama kırık kaburgalarının acısı yüzünden hemen hemen iki büklüm olmuştu ve soluk yüzünden terler akıyordu. Tam o sırada yayın yukarsındaki kalabalığın arasında bir kıpırtı oldu, hepsi dönüp düzlüğe baktılar. Birisi, "Geliyorlar!" diye bağırdı. Başkalarının da bağırışa katılmalarıyla uğultu kulakları sağır edici bir düzeyi buldu. Nefer başını kaldırdı ve birinci arabanın ufuk çizgisinin üzerinden güm-bürdeyerek geçtiğini gördü. Araba yeterince yakın olduğundan dizginleri tutanın, altın rengindeki saçları rüzgârda uçuşan Daimios olduğunu gördü. Arkasından düz bir çizgi halinde öbür arabalar geliyordu. Sürücülerin atlara bağırdıklarını ve tekerleklerin engebeli arazinin üstündeki takırtısını hayal meyal duyuyordu. Taita, "Onlara bakma," diye emretti. "Onları düşünme bile. Sadece hedefi düşün." Nefer yaklaşan araba dizisine arkasını dönerek yayı yükseğe kaldırdı. Taita, "Ger ve dur!" dedi. Rüzgâr birden durdu. "Şimdi!" Ok hiç şaşmadan kanyonun öbür yanına kaydı ve dördüncü torba patladı. -409- Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 336 Nefer okluktan bir ok daha çekti, ama sonra ok elındeyken derin bir umutsuzluğa kapıldı Çöl yönünd | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:26 am | |
| Nefer okluktan bir ok daha çekti, ama sonra ok elındeyken derin bir umutsuzluğa kapıldı Çöl yönünden done done gelen bir toz burgacı hedef sırasına doğru yuvarlanıyordu Toprak rengindeki toz, kum ve döküntü perdeleri menzili karanlığa boğdu, son kalan torba derinlerinde kayboldu Arkalarındaki tepelerin yükseklerinde bulunan avcı arabalarının sürücüleri zafer bağırışları kopardılar, Nefer de kasırganın uğultusunun arasında Da-ımıos'un sesini duydu "Şimdi durup benimle dövüşeceksin, Nefer Seti " Hakem Sokko da, "Son bir hedef kaldı, ondan sonra yolunuza devam edebilirsiniz," diye bağırdı Nefer itiraz etti "Hedef yok ki " Sokko ona, "Adı olmayan tanrının iradesi bu," dedi "Ona boyun eğmelisiniz" Taıta da, "Orada'" diye bağırdı "Daha büyük ve daha güçlü bir tanrıçanın iradesi işte orada " ihtiyar adam kanyonun karşı yakasındaki yoğun sarı toz bulutunu işaret ediyordu Derken torba bulanık bir golün derinlerinden yukarı süzülen bir mantar gibi sicimini sürükleyerek toz bulutunun yukarsına yükseldi ve sıcak havanın içinde kaydı Taıta, Nefer'e dondu "Tanrıça Lostrıs adına şimdi ı Artık yalnız o sana yardım edebilir " Nefer, "Tanrıça adına'" diye bağırdı ve büyük yayı doğrultarak fırtınanın kucağındaki minik balona nişan aldı Ok yükseldi, yükseldi, hedefin solundan geçecekmiş gibi göründü, ama sidik torbası anında onunla buluşmak için dalış yaptı Ustura keskınlığındekı ok ucu torbayı yardı, balon da patladı ve rüzgârla birlikte paçavra gibi sürüklenip gitti Sokko, "Tam isabeti" diyerek onlara yolu açtı Nefer yayı elinden attı ve arabaya koştu Meren de kırık kaburgalarını koruyarak arkasından atıldı Dov'la Krus birlikte ilen fırlayınca kalabalık bağırışlarıyla onlara cesaret verdi Kovalayanların öfkeli bağırışlarını duymasına rağmen Nefer arkasına bakmadı Bin adım kadar ilerde büyük asma köprü baş dondurucu derinlikteki boğazı kıyıdan kıyıya kat ediyordu, ama ona erişmelerinden önce ateşin içinden geçmeleri gerekecekti Şabako köprüden geçişin hakemiydi Nefer le Meren'ın o sınavı atlatma larından sonra harbe hedeflerinin başından dörtnala gelmişti Şimdi de köprü -410 - deki gözlem konumuna yerleşmişti Butun Kızıl Yol'un en can alıcı bolumu buydu Adayların orada bir seçim hakları vardı Köprüye erişmek için ateş duvarından geçmeyi red edebilirlerdi Bunun yerme uzun yolu seçip tepelerin daha hafif bir eğimle indikleri vadiyi aşma yoluna gidebilirlerdi Ancak bu yol parkura hemen hemen ıkı fersah ekliyordu Şabako köprünün başında duruyor ve okçuluk sınavını atlatan Nefer'ın avcılar peşinde olduğu halde arabasıyla uçurumun kıyısından ona doğru yarış temposuyla gelmesini seyrediyordu Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 337 Şabako'nun gönlü Fıravun'undan yanaydı Ama Kızıl Tanrı'ya olan bağlılığı daha ağır basıyordu Nefer'ın başarmasını butun kalbiyle dilemesine rağmen, ona ayrıcalık tanımaya cesaret edemezdi Öylesi kutsal yeminine ters düşer ve olumsuz ruhunu tehlikeye atardı Çite göz attı Adamları yanar haldeki meşalelerle bunun dibine çomel-mışlerdı Çıt ıkı adam boyundaydı ve bu sıcak ve kuru rüzgârda çıra gibi yanacak olan kurutulmuş ot balyalarından oluşuyordu Çıt yarım daire biçiminde örülmüştü ve her bir ucu uçurumun kıyısına tutturulmuştu Köprünün başını kollarının arasında tutuyor denilebilirdi Etrafını çevirip dönmenin hiçbir yolu yoktu Köprünün başına ulaşmak için adayların çıtın içinden geçmeleri zorunluydu Şabako ateşin yakılmasını istemeye istemeye emretti Meşalecıler çıtın bir ucundan ötekine koşarak alevlen çıtın dibinden sürüklediler Otlar hemen tutuştular ve ateş koyu kırmızı renkli alevler ve kara dumanlarla göğe doğru yükseldi Nefer ilerde yükselen alev duvarını gördü Bunun olacağını beklemesine rağmen ürktü ve bu noktaya dek o kadar eziyete katlanan atlar hesabına korktu Krus'a bakınca dumanın kokusunu alan ve alevlerin rüzgârda dalgalandıklarını gören atın kulaklarının ilen gen oynadığını gördü Derken delikanlı gerisinde Daımıos'un alayla seslendiğini duydu "Uzun yola sap Nefer Seti Ateş nazik derme göre fazla sıcak " Nefer onu duymazlıktan geldi ve hızla yaklaştıkları ateş duvarına baktı Görebildiği herhangi bir zayıf nokta yoktu, ama en yakın uç daha önce yakılmıştı ve oradaki alevler daha hızlı ve daha şiddetli yanıyordu Nefer bakarken kuru otun bir balyası çıtın içinden düşerek dar bir aralık bıraktı Delikanlı buradan köprü başını hayal meyal seçebiliyordu -411 - Derhal o aralığa yöneldi ve yanında duran Meren'e, "Başını ört!" diye seslendi. Baş örtülerini başlarına sardılar, torbalardaki suyu da üzerlerine serperek baş örtüleriyle etekliklerini ıslattılar. Nefer, Meren'e, "Göz bağlarını hazırla," dedi. Şimdi o kadar yakındılar ki ateşin sanki onları karşılamak ister gibi sıcağını üzerlerine saldığını hissediyorlardı. Krus ritmini bozdu ve karşısında dans eden alev duvarına direnmeye koyuldu. Nefer, "Ata bin!" diye emretti, atlar hâlâ bir yandan koşarken hayvanların arasındaki araba oku boyunca koşarak atların sırtına zıpladılar. Nefer, Krus'un boynuna uzanarak hayvanla sakin bir sesle konuştu. "Korkacak bir şey yok canım. Göz bağını biliyorsun. Sana zarar vermeyeceğimi biliyorsun. Bana güven, Krus! Güven bana!" Böyle diyerek hayvanın gözlerini kalın yünlü kumaşla örttü ve onu dizleriyle yönlendirerek ateşten duvara doğru sürdü. Sıcak üstlerine dalga dalga boşanıyordu. Islak giysilerinden buharlar çıkıyordu. Nefer ellerinin üst derisinin kabardığını hissetti. Krus'un yelesinin uçları da karardı ve için için çıtırdamaya başladı. Ama atların ikisi de hızla koşmayı sürdürdüler. Tutuşmuş ot duvarına tosladılar, otlar da etraflarında adeta patladılar. Nefer gözlerinin kafasının içinde kavrulduğunu hissediyordu. Onları kapadı ve Krus'u | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:26 am | |
| Tutuşmuş ot duvarına tosladılar, otlar da etraflarında adeta patladılar. Nefer gözlerinin kafasının içinde kavrulduğunu hissediyordu. Onları kapadı ve Krus'u ilerlemeye zorladı. Böylece arkaları sıra kıvılcımlar ve ateş parçaları sürükleyerek çitin öbür yanına çıktılar. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 338 Nefer kolunun altından arkaya bakınca Daimios'un arabasını ateş duvarında az önce geçtikleri aralığa doğru sürdüğünü gördü. Daimios'un atlarının gözleri bağlı değildi, alevleri görünce devam etmeyerek şaha kalktılar ve ilerlerinde gördükleri dehşetten kaçmaya çalıştılar. Nefer, Dov'un üstündeki Meren'e, "Daimios'un atları geçmeyi reddettiler!" diye bağırdı. İki genç köprü başına gelince atlarının dizginlerini çektiler ve onları durdurdular. Nefer, "Sakın gözlerindeki bağı çıkarma!" diye emretti. "Sakın boşluğu görmesinler." Köprünün iskelesi kasten bir arabanın geçmesine izin vermeyecek kadar dar yapılmıştı ve bir arabanın ağırlığını taşımayacaktı, iki gencin arabayı parçalarına ayırmaları ve parça parça karşıya taşımaları gerekecekti. Meren atları koşum takımlarından ayırırken Nefer de çekici kavradı ve bronz çivileri poyralardan sökmeye girişti Sonra tekerlekleri söktü. O bir tanesini, Meren de ötekini aldı ve köprünün başına koştu. Köprü sallanıyor ve rüzgârın keyfince dalgalanıyordu. İki gencin omuz omuza geçmelerine dahi izin verecek kadar geniş değildi. Nefer duraklamadan dar yoldan koşup geçti, Meren de hemen arkasından onu izledi. Köprü ayaklarının altında açık denizdeki bir geminin güvertesi gibi kıpırdıyordu, ama gençler bu hareketi dengeliyorlar ve gözlerini uzak kıyıdan ayırmayıp altlarındaki korkunç boşluğa ve boğazın keskin kayalarla diş diş olmuş tabanına bakmamaya çabalıyorlardı. Köprünün karşı ucuna ulaştılar, tekerlekleri bıraktılar ve geri koştular. Yanan çitin başında alevler hâlâ Daimios'a yol vermeyecek kadar yüksek ve şiddetliydi, öyleyken adamın atlarını kırbaçladığını ve onlara küfürler yağdırdığını görüyorlardı. Su torbasını, oklardan artakalanlarla bütün öbür gereksiz donanımı bıraktılar ve arabanın kasasını bir arada kaldırdılar. Onu köprünün üstünde taşırlarken rüzgâr uzun çomakların ucundaki saç örgülerini havalandırıyor ve neşeyle kamçılıyordu. Dikkatle atılan her adım sanki bütün bir ömür sürüyordu, ama sonunda köprünün öbür ucuna ulaştılar, kasayı bıraktılar ve geriye koştular. Nefer arabanın okunu aldı ve omuzlarının üstünde dengeye getirdi. Meren koşum takımıyla kılıçları yüklendi ve aynı yolu tekrar yaptılar. Şimdi geriye yalnız atların köprüden geçirilmesi kalmıştı. Geri döndüklerinde alevlerin sönmek üzere olduğunu, fakat çitin çöktüğü yerde hâlâ fırın sıcaklığında ışıldayan kalın bir kül yatağı bıraktığını gördüler. Avcılardan biri olan Rastafa kırbaç ve tehdit dolu bağırışlarla atlarını buraya sürdü, fakat birkaç adım atmalarına kalmadan atların bacaklarının derisi yandı ve altındaki kırmızı et meydana çıktı. Atlar duydukları acıdan kişneyerek ve çifteler atarak sürücülerine rağmen geri döndüler. Nefer'le Meren köprü ayaklarının altında sallanırken yeniden geriye koştular. Dov'la Krus gözleri bağlı olarak sabırla bekliyordu. Delikanlılar hayvanların diz bağlarını çözdüler. Nefer, "Önce Dov'u köprüden geçir. O daha sakin bir hayvan," dedi. Nefer kolunu Krus'un boynuna dolamış olarak beklerken Meren Dov'u köprüye doğru çekiyordu. Kısrak iskelenin altında hareket ettiğini hissedince başını kaldırdı ve paniğin pençesinde kişnedi. Meren onunla yavaş sesle konuştu. Döv bir adım daha attı ve tekrar durdu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 339 Nefer, "Onu zorlama," diye karşıdan seslendi. "Ritmini varsın kendisi tayin etsin." Döv duraksaya duraksaya köprünün ortasına vardı. Orada dört bacağı- | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:26 am | |
| nı yanlara açarak ve titreyerek dondu kaldı. Meren onun alnını tekrar okşayın-) cayine ilerledi. Köprünün uzak ucuna vardı, iskeleyi arkasında bırakıp toynaklarının altın-'" da sağlam toprağı hissedince kişnedi ve ferahlayarak başını salladı. Hâlâ yanmakta olan engel tarafından yolu kesilen Daimios, "Atlarından birini karşıya geçirdiler. Onları hemen durdurmalıyız. Rastafa, bana atlarını ver. Zaten sakatlandılar. Ölecek olsalar bile onları karşıya süreceğim," diye bağırdı. Arkaya bakan Nefer, Daimios'un at üstünde kızgın küllerin içinden geçtiğini gördü. Küller hayvanın dizlerine kadar yükseliyordu, sakatlanan hayvan sendeledi, az daha düşüyordu, ama Daimios bir kıvılcım seliyle yanık et ve kıl kokulan arasında onu sürmeye devam etti. Feci şekilde yaralanan at Daimi-os'u ateşin içinden geçirdi, ama hemen arkasından yere yığıldı. Daimios kendini yere attı, kılıcını çekti ve Nefer'e doğru koştu. Nefer de kendi kılıcını çekti ve kanyonun karşı kıyısındaki Meren'e seslendi. "Geri gel ve Krus'u al. Ben o orospu çocuğunu oyalacağım." Hamle yapan Da-imios'u karşılamak üzere birkaç adım attı. Kılıçlar uzunlukları boyunca çakıştılar. Daimios geriye dönerek Nefer'in başına doğru hamle yaptı. Nefer bu darbeyi karşıladı, sonra bir karşı hamleyle hasmını geriye sıçramaya mecbur etti. Arkaya bakmaya kısacık bir an fırsat bulan delikanlı, Meren'in Krus'u sallanan köprüye sürdüğünü gördü. Krus köprü tabanının ayaklarının altında sallandığını hissedince, başını salladı ve gerilemeye çalıştı. Nefer ata, "Haydi git, Krus!" diye seslendi, aygır da efendisinin sesini duyunca sakinleşti ve köprünün üstünde birkaç adım attı. Ancak Daimios yine saldırıya geçtiğinden delikanlının tüm dikkatini onun üzerinde yoğunlaştırması gerekiyordu. Daimios, Nefer'in boynuna ve göğsüne birkaç kere hızlı hızlı kılıç salladı, Nefer bu hamleleri bloke edince de saldırı yönünü değiştirip delikanlının ayak bileklerine nişan aldı. Nefer kılıcın parlak çemberinin üzerinden atladı ve hasmının savunmasız kalmış omzuna yüklendi. Kılıcın Daimios'un omzuna değmesi üzerine kanın adamın güneşten yanmış ve yağlanmış kaslarının üstüne fışkırdığını gördü. Ancak Daimios bu sığ yarayı hissetmemiş görünüyordu. Birbirinden güçlü hamlelerini sürdürdü. Sırayla darbeler indirmeyi ve darbeleri bloke etmeyi sürdürdüler. Derken Daimios gerileyip sola doğru bir kavis çevirdi ve Nefer'in arkasına geçerek köprü yolunu kesmeye çalıştı. Fakat Nefer yeni hamleleriyle onu geri çekilmek zorunda bıraktı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 340 Tarafların soluk almak için durdukları o bir anın içinde Nefer alevlerin tamamıyla söndüklerini, otlardan örülü çitin yanıp yok olduğunu gördü. Öbür avcılar arabalarını bırakmışlardı, kızgın küllerin üzerinden atlayarak kavgaya katılmaya koşuyorlardı. Daimios koşan yandaşlarına, "Etrafında bir halka oluşturun ve onu öldürün!" diye bağırdı. Arkaya bakan Nefer, Meren'in Krus'a köprünün üstünde öbür yana doğru epeyi yol aldırdığını gördü. Aygır titriyor ve kalasların toynaklarının altında oynadığını hissettikçe ter döküyordu, ama neyse ki altındaki korkunç boşluğu göremiyordu. Tam o sırada öbür avcılar Nefer'e, "Senin şu saç örgünü soylu kıçına tıkacağız," gibilerden alaycı laflar atarak ve ellerinde kılıçlarını sallayarak delikanlıya doğru koşuyorlardı. Nefer köprünün başına doğru geriledi. Şimdi ancak birer birer karşısına çıkabileceklerdi, böylece alaycı lafların arkası kesildi. Adamlar köprünün başında grup halinde durdular. Daimios, "Bana bir çentik attı," dedi.'"Ben yarayı bağlarken, onun arkasından sen git, Rastafa." Adam, tuniğinin eteğinden dişleriyle bir şerit yırttı ve bununla sığ et yarasını bağladı. O bunu yaparken Rastafa köprüye koştu. Adam karanlık ve öfkeli bakışları olan çok esmer, sakallı biriydi. İriliğine karşın bir gelincik kadar hızlı ve çevikti. Sallanan köprü tabanının üstünde kolayca denge buldu ve Nefer'in boynuna doğru sert bir hamle yaptı. Saldırının şiddeti karşısında delikanlı tekrar gerilemek zorunda kaldı. Krus çarpışan kılıçların metal şakırtısını ve hemen arkasındaki bağırışları duyunca protesto eder gibi şaha kalktı. Köprü altında zıpladı ve fena halde sarsıldı, korkunç bir an boyu hayvanın dengesini kaybedip aşağıya uçması tehlikesi başgösterdi, ama bir mucize eseri olarak tekrar dört ayağının üstüne indi ve sallanan köprünün üstünde titreyerek kaldı. Sonunda sendeleyen ve köprünün kenarında sarsılan Rastafa oldu. Kollarını bir ileri, bir gen sallayarak denge bulmaya çalıştı. Nefer hemen ona doğru hızlı bir adım attı ve kılıcını adamın kaldırdığı kolunun altına sapladı. Bronz bıçak kaburgaların arasından geçerek derine kaydı. Rastafa delikanlıya şaşkınlıkla bakarak, "Çok acıyor. Çok ağrıyor, kutsal Seth!" diye inledi. Nefer kılıcını hızla çekti ve kılıçla birlikte Rastafa'nın yaşam kanı da arkasından dışarı fışkırdı. Kandan kızıla boyanan adam arkaya doğru devrildi ve -414 - -415- kollarıyla bacakları bir tekerleğin parmakları gibi açılmış olduğu halde döne döne uçuruma yuvarlandı. Sesi çılgınca bir cıyaklamaya dönüşmüştü, ama adam düşmeye devam ettikçe ses de uzaklaştı ve zırhı boğazın tabanındaki kayalara takırdayarak çarpınca aniden son bul | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:28 am | |
| kollarıyla bacakları bir tekerleğin parmakları gibi açılmış olduğu halde döne döne uçuruma yuvarlandı. Sesi çılgınca bir cıyaklamaya dönüşmüştü, ama adam düşmeye devam ettikçe ses de uzaklaştı ve zırhı boğazın tabanındaki kayalara takırdayarak çarpınca aniden son buldu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 341 Bu ölüm yolculuğu karşısında dehşete düşen adamın arkadaşları köprünün başında duraklamışlardı. O daracık geçide adım atmaktan birdenbire çekiniyor görünüyorlardı. Nefer o andan yararlanarak geri döndü ve Krus'un titreyen böğrünü okşadı. "Sakin ol, Krus. Yanındayım canım benim. Haydi devam et." Efendisinin sesini duyunca rahatlayan at, köprünün sallantısının da yavaşlaması üzerine ileriye bir adım, sonra bir adım daha attı. 'Yürü, Krus, yürümeye devam et!" Böylece köprünün yarı yerine gelmişlerdi ki, Meren bağırarak Nefer'i uyardı. "Arkanda, kardeş!" Nefer yeni bir hasımla karşılaşmak için tam zamanında arkasına döndü. Bu adamın ününü duymuştu. Libyalı bir köleydi ve özgürlüğü için dövüşüyordu. Korkuyu düşünmeyerek dar köprü tabanından dosdoğru Nefer'in üzerine koşuyordu. İlk hamlesinin tam hızından yararlandı, öyle ki Nefer o ilk saldırıyı atlatmaya ancak vakit buldu. Kılıç kılıca toslarken iki hasım göğüs göğüse geldiler, serbest kollarıyla da | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:28 am | |
| Nefer yeni bir hasımla karşılaşmak için tam zamanında arkasına döndü. Bu adamın ününü duymuştu. Libyalı bir köleydi ve özgürlüğü için dövüşüyordu. Korkuyu düşünmeyerek dar köprü tabanından dosdoğru Nefer'in üzerine koşuyordu. İlk hamlesinin tam hızından yararlandı, öyle ki Nefer o ilk saldırıyı atlatmaya ancak vakit buldu. Kılıç kılıca toslarken iki hasım göğüs göğüse geldiler, serbest kollarıyla da ölümcül bir sarılışla birbirlerine yapıştılar. Güreşiyor, bir avantaj yakalamak için birbirlerini kâh yükseğe kaldırıyor, kâh itiyorlardı. Arkasındaki boğuşmayı duymak Krus'u harekete geçirdi. Öne doğru bir hamle yaptı ve karşı kıyının güvenliğine doğru birkaç adım daha yaklaşmış oldu. Nefer adamla yüz yüzeydi. Dişleri simsiyah ve testere gibi çentikliydi, nefesi ise kokmuş balık gibi kokuyordu. O pis dişlerini köpek gibi hırlayarak Nefer'in yüzüne saplamaya çalıştı. Fakat Nefer geri çekildi, sonra alnıyla tos vurarak deri miğferinin sivri ucunu adamın burnunun kemerine çarptı. Kemikle kıkırdağın kırıldığını hissetti, adam da onu salıvererek arkaya doğru sendeledi. Bu arada dengesini kaybetti ve kendini toparlamak için köprünün yanlarındaki halata sarıldı, oraya çaresizlik içinde asılı kaldı. Nefer halatı kavrayan parmakları doğrayınca halat kanlı kesik parmaklardan kurtuldu. Libyalı arkasıüstü devrildi ve havada haykırarak, kendi etrafında döne döne düşmeye başladı. Görünürde uzun zaman düştükten sonra tok bir et gürültüsüyle aşağıdaki kayalara çarptı. -416- Köprüde Nefer'in arkasında Daimios'un liderliğinde üç adam vardı. Da-ımıos yarasını sarmıştı ve hiç de yaralıya benzemiyordu. Ama iki arkadaşının başına gelenleri gördüğünden şimdi daha ihtiyatlıydı. Nefer onunla dövüşürken aralarında bir kılıç boyu aralık bırakmaya dikkat etti ve ancak Krus karşı yakaya ağır adımlarla yaklaştıkça geriledi. Derken Meren, "Karşıya geçtik, Nefer," diye sevinçle bağırdı. Nefer de Krus' un toynaklarının kayalık arazide takırdadığını duydu. Meren, "Krus da karşıya geçti," diye bağırdı. Daimios'un bıçağı gözlerinin önünde şimşekler çaktırdığından Nefer dönüp bakamazdı, ama, "Köprüyü kes, Meren, halatları kes de düşsün," diye bağırdı. Daimios komutu duymuştu, panik halinde geriye sıçradı. Omzunun üzerinden arkaya bakınca köprüde ne kadar ilerlediğini, öbür yakayla arasının ne kadar uzak olduğunu fark etti. Meren köprünün bütün ağırlığını taşıyan iki kalın halatın yanında duruyordu. Kılıcıyla indirdiği ilk darbe halatı yarı yerine kadar doğradı, iplikler pof, diye ayrılarak çiftleşen yılanlar gibi çözülmeye koyuldular. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 342 Daimios'un terli yüzünde yalın bir dehşet biçimlendi ve adam daracık yolda arkadaşlarıyla birlikte kaçmaya koyuldu. Nefer hızla dönerek Meren'in halatların başında durduğu yere doğru koştu. Köprünün sonuna vardı ve atlayarak kendini sağlama aldı. Hemen öbür halata saldırarak onu da sert hareketlerle doğramaya girişti. Halatlardan biri ayrılınca bütün köprü titredi ve şiddetle bir yana yattı. Daimios kendini öne attı ve tam ikinci halat da kopup köprü boşluğa uçarken kendini sağlam yere fırlatabildi. Daimios kendini çabuk toparladı. Uçurumun kenarında durarak karşıdaki iki arkadaşa öfkeli gözlerle baktı. Nefer kılıcını kınına soktuktan sonra adamı deli eden bir jestle selamladı. "Önünde uzun bir yol var." Sonra arabanın parçalarının montajını yapmak için Meren'in yanına koştu. Bu işi Taita'nın dikkatli bakışlarının önünde birçok kez tekrar etmişlerdi. Meren kasanın bir yanını kaldırırken Nefer tekerlekleri poyraların üstüne yerleştiriyor ve tunçtan çivileri çekiciyle çakmaya çalışıyordu. Bundan sonra oku kaldırdılar ve sahanlıktaki halkalı cıvataya bağladılar. Nefer arkaya dönüp kanyonun öbür yanına bakmak için birkaç saniyesini harcadı. Daimios'la hayatta kalan avcıların arabalarına binmekte olduklarını gördü. Çitin tüten otlarının son duman kümeciklerinin arasından tek bir sıra halinde uzaklaşmalarını izledi. İzledikleri kanyonun kıyısındaki yol onları so- -417- Büyücüler Kralı / F: 27 nunda tepelerin düzleştikleri yere götürüyordu. Buradan itibaren taşıtlarını ve atlarını karşıya geçirebilecekler ve takibi sürdürebileceklerdi. "Yeterince vakit kazandık." Meren güvenli gözükmeye çalışıyordu, fakat sinirli atları köprüden geçirme çabası onu korkunç derecede sarsmıştı. Elini yaralı yanına bastırdı. Nefer onun hesabına korktu. "Belki," dedi. "Ama bu Kızıl Tanrı'ya bağlı olacak." Böyle derken boynundaki Lostris Tılsımı'na dokundu. Atları koşum takımlarına tutturdular, arkadan onları arabanın uzun okuna bağladılar. Bundan sonra arabanın sahanlığına atladılar ve atları işaret flamaları sırası boyunca sürdüler. Bu hat üstünde atları diledikleri kadar zorlayabilirlerdi, çünkü hattın sonunda onları Tarsuslu Khama'yla indüslü Drossa bekliyordu. Sürücüleri Aartla'nın ekibinin en ünlü iki kılıç ustasının onları beklediği ringe girdiklerinde atlar | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:28 am | |
| uzun bir süre dinlenebileceklerdi. Nefer arabayı hızlandırdı, işaret flamaları da hızla yanlarından geçti. Son yükseltinin tepesine ulaştıklarında ilerlerinde, dar ve uzun vadinin sonunda, onları buyur etmek için kapılarını sonuna kadar açmış Gallala kentini gördüler. Ama vadinin başında, kentle aralarındaki tepelerle çevrili sığ havzada yüzlerce kişilik bir kalabalık toplanmıştı. Görünüşe bakılırsa son bireyine kadar bütün kent halkı kılıç sınavını seyretmeye gelmişti. Araba hızla yaklaşırken kalabalığın uğultusunun fırtınanın sesi gibi şiddetlendiğini duydular. Kalabalığın ortasında tahta parmaklıkla işaretli bir patika vardı. Bu patika onları tam ortada beyaz taşlarla çizilmiş iki daireye götürecekti. Arabadan atlamaları üzerine seyisler atları zapt etmeye koşarken Nefer, Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 343 Meren'i kucakladı. "Sen yaralısın, dostum," dedi. "Bunda utanılacak bir taraf yok, çünkü onurla alınmış bir yaradır, ama seni engelleyecektir. Drossa'yla karşı karşıya gelmemeye çalışmalısın. O çok hızlı ve güçlü, üstelik boydan boya zırhlar içinde. Ondan kaç ve ben yardımına yetişinceye kadar da kaçmaya devam et." Bundan sonra ayrıldılar. Her biri hakemlerin onlar için uygun gördüğü dairelere yöneldi. Nefer beyaz taşların oluşturduğu çizginin başında durdu ve dairenin ortasındaki savaşçıya baktı. Tarsuslu Khama miğferi, göğüslüğü ve baldırlıklarıyla tepeden tırnağa zırh içindeydi. Nefer'le Meren de aynı korumayı istemiş olsalardı, zırhlarını yarışın başından beri arabada taşımak zorunda kalacaklardı, oysa iki zırhın ağırlığı Krus'un bile gücünü tüketirdi. -418- Nefer taş halkanın kıyısından adamını inceledi. Khama'nın miğferi kulakların yukarsında iki yana açılmış kanatlarıyla korkunç bir maskeydi, burun parçası ise bir kartal gagasıydı. Aralıklarda ışıldayan gözler insanlık dışı ve acımasızdı. Adamın göğsü de tunçtan bir zırhın korumasındaydı. Zırh eldivenleri altın renkli balık pullarıyla kaplıydı. Sol omzunda dairesel bir küçük zırh taşıyordu. Taita, "Gırtlak, bilek, koltukaltı, ayak bilekleri ve gözler," diye Nefer'i bilgilendirmişti. "Bunlar dışında her yeri kapalı." Nefer, Lostris'in Tılsımı'nı başının yukarsına kaldırdı ve uzun altın zinciri sol bileğine doladı. Sonra minik altın cismi dudaklarına götürüp öptü. Beyaz taş çemberini aştı ve Tarsuslu Khama'yla karşılaşmaya gitti. Önce sağa doğru bir kavis çizdiler, sonra geri döndüler, ama sonra Khama gözü şaşırtacak kadar hızlı bir dizi saplama ve kesme hareketiyle birdenbire üzerine saldırdı. Üstünde zırhın bu ağırlığı varken bu kadar hızlı olabileceği Nefer'in aklına gelmemişti. Adamı kendisinden uzak tutmak için delikanlının bütün hünerini ve kuvvetini seferber etmesi gerekiyordu, buna rağmen deri zırhını delen ve kaburgalarına kadar nüfuz eden bir kılıç darbesi yemenin önüne geçemedi. Birbirlerinden ayrılıp sonra tekrar birbirlerinin etrafında dönmeye başlarlarken Nefer sıcak kanının böğrüne doğru aktığını hissediyordu. Kalabalık etraflarında tıpkı fırtınalı deniz gibi uluyordu. Fakat hasımların birbirlerinden ayrılmalarını izleyen ani sessizlik içinde Nefer öbür ringden gelen acı dolu bir ses duydu. Meren'in sesini tanıdı. Meren bir kılıç darbesi yemişti ve çığlığına bakılırsa ağır bir yara almıştı. Nefer'in yardımına ihtiyacı vardı, belki de hayatı buna bağlıydı. Fakat daha önce bu Khama gibi bir hasımla karşılaşmadığından Nefer'in kendi hayatı da müthiş bir tehlikedeydi. Taita bile adamın zayıf bir yanını fark edememişti, fakat metale çarpan metal takırtıları arasında birbirlerine kavuştukları sırada Nefer onda çok küçük bir kusur fark etti. Khama omuz altından bir kesme hareketine giriştiği zaman kısa bir an sağ yanını açıkta bırakıyor ve başını öne sürüyordu, bu ise genelde zarif ve akıcı stiliyle çelişen hantalca bir hareketti. Nefer uzun süre karşı koyamayacağının farkındaydı. Yılan ona göre fazla becerikli ve güçlüydü. Delikanlı sonunda bir kumar oynadı. Sağ kalçasını açıkta bırakan bir hareket yaptı, Khama bunun üzerine tıpkı saldıran bir engerek yılanı gibi aşağıdan harekete geçti. Bu arada önü açılmış ve başı öne itilmişti. Buna hazırlıklı olan Nefer hemen kalçasını çekti, kılıç da kan akıtmadan sadece etekliğinin ucunu kesti. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 344 -419- Nefer'in zincirinin ucunda fırıl fırıl döndürdüğü Lostris'in Tılsımı göz kamaştırıyo | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:28 am | |
| Nefer'in zincirinin ucunda fırıl fırıl döndürdüğü Lostris'in Tılsımı göz kamaştırıyordu. Derken delikanlı onu sapan gibi kullandı, atışını hızlandırmak için zincirinden yararlandığından altın cisim ok gibi fırlayan bir ışık huzmesine dönüşmüştü. Böylece Khama'nın miğferinin göz deliğinin içine çaktı, keskin metal kenar da adamın göz yuvarlağını dibine kadar yardı. Altından maskesinden pelte gibi göz sıvısıyla kan boşanan Khama gen geri sendeledi. Adam duyduğu acıdan adeta kör olmuş, yönünü şaşırmıştı. Patlamış göz yuvarlağına ulaşmak için miğferi başından koparıp atmaya çalıştı. Miğferin kenarı kalkıp boğazı ortaya çıkınca Nefer kılıcının ucunu adamın gırtlak çıkıntısının bir parmak yukarsına sapladı. Kılıcın ucu yukarıya doğru açı çevirerek Khama'nın beyninin arkasına kadar kaydı. Adam kollarını iki yana açıp yere yığıldı. Zırhı güneşten kavrulmuş toprağa takırdayarak çarpmadan önce ölmüştü bile. Nefer sandaletini hasmının boğazına dayadı ve kılıcının ucunu, adamın miğferinin metaliyle kafatasının kemiği arasında sıkıştığı yerden çıkarmak için bütün gücüyle çekmek zorunda kaldı. Cesedi olduğu yerde bıraktı ve tılsımın zincirini yine bileğine dolayarak ringden fırladı. Meren'in ölümcül bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu bildiği öbür ringe ulaşmaya çalışıyordu, ama kalabalık ona engel oluyordu. Delikanlı kendine yol açmak için kılıcını çekti, seyirciler de korkuyla önünden kaçıştılar. İnsan kalabalığını yarıp geçtiğinde Nefer ikinci ringde Meren'in silahını elinden düşürdüğünü, sağ böğründeki bir yaradan ve kulağını yarı yerine kadar yarmış bir kesikten sel gibi kan kaybettiğini gördü. Kulağı iplik gibi sarkmış bir et parçasının ucunda sallanıyordu. Delikanlı bu halde Drossa'dan kaçmayı başarıyor, hasmının kılıcının menzili dışında kalmak için panik içinde geri geri gidiyordu. Drossa gülüyor, öldürme zevkiyle boğa gibi böğürüyor, korkunç ses te- pelikli savaş miğferinin içinde yankılanıyordu. Öldürücü darbeyi indirmek için Meren'i uygun pozisyona sürmeye çalışıyor, bu arada acele etmiyor, mücade lenin her anının zevkini çıkarıyordu. - Drossa'nın Nefer'e arkası dönüktü. Delikanlı onun üzerine sıçradı ve adamın zırhının bağlama yerine kılıcıyla nişan aldı. Fakat Drossa vahşi bir hayvanın içgüdüsüyle tehlikeyi sezdi ve bu yeni gelen hasma doğru hızla döncıü. Nefer'in hamlesi metal göğüslüğe çarparak geri tepti, Drossa bu arada kılıcıyla delikanlının başına nişan aldı. Nefer kendini geri attı ve iki vahşi hayvan gibi birbirlerinin etrafında dönmeye başladılar. -420- Meren fırsattan yararlanarak düşürdüğü kılıcını almak için eğildi, fakat Drossa onun üzerine atladı. Meren o kadar zayıf düşmüştü ki sendeleyip kapaklandı. Drossa tekrar yere düşen kılıcı bir tekmeyle ringin dışına fırlattı ve ayağını Meren'in omuzlarının arasına dayayıp onu yere mıhladı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 345 "Bak gör, bütün dünyayı titreten güçlü Firavun, oğlanın nasıl elimde." Bir celladın indirdiği darbeyi taklit etti, ama kılıcının keskin kenarını Meren'in ensesine dayamakla yetindi. "Ne dersin, sana onun kellesini vereyim mi? Bir hükümdara layık bir armağan olur doğrusu." Nefer'in öfkeden gözleri karardı, onu yerde yatan Meren'den uzaklaştırmak için Drossa'nın üzerine saldırdı. Kılıcın baldırında açtığı kesiği hissetmesi üzerine aklı başına geldi. Kendini arkaya atınca Drossa'nın miğferdeki yarıklardan gözüken gözlerinden adamın onunla oynadığını ve bunun her anından sadistçe bir zevk aldığını fark etti. Drossa kendine göre bir artistti, kalabalık da onun gösterisinden hoşlanmıştı. Alkışları ve bağırışlarıyla belli ediyorlardı bunu. Meren birden uzanıp her iki kanlı eliyle Drossa'nın ayak bileğini yakaladı ve adamı devirmeye çalıştı. Drossa sendeledi ve küfür ederek bir tekmeyle ayağını kurtardı, fakat bir an için dengesini kaybetmişti, Nefer de bundan yararlanarak saldırıya geçti. Hasmının boğazına, miğferinin çene parçasıyla göğüslüğünün tepesinin arasına nişan almıştı. Fakat Drossa bedenini yana kıvırınca Nefer'in kılıcı metalin üstünde tıngırdadı. Nefer öldürücü darbeyi indirme şansını kaçırmış, ama bu sayede Dros-sa'yı kurbanının üstünden uzaklaştırmıştı, Meren de bu arada zar zor ayağa kalkmış ve Nefer'in arkasına sendeleyerek arkadaşını bir tür koruma kalkanı gibi kullanmaya başlamıştı. İki hasım yine birbirlerinin etrafında fır dönüyorlardı. Nefer umutsuzluğun soğuk nefesini yine hissetmeye başlamıştı. Drossa gibi bir adamın ona yeni bir şans tanımasını hiç olası görmüyordu. Çaresizlik içinde tılsımla bir deneme daha yaptı. Onu altın zincirinin ucunda döndürerek Drossa'nın miğferindeki göz yarıklarına nişan aldı. Fakat Drossa anında çenesini indirince altından tılsım miğferin alnından arkaya sekti. Tılsım eğer zincirin ucunda olmuş olmasaydı Nefer onu kaybederdi, ama onu geri çekebildi ve zinciri yine sol bileğine doladı. "Bu silah değil, çocuk oyuncağı." Drossa alayla güldü. Yine birbirlerinin etrafında döndüler ve kandırıcı hareketler yaptılar. Drossa kolay hareket ediyor, fakat Meren'i koruma çabasından dolayı Nefer engelleniyordu. Saldırıya geçip Meren'i korumasız bırakamazdı. -421 - İ", C Drossa ikisiyle bir kuzu sürüsünü yöneten çoban köpeği gibi oynuyor, onları beyaz taş sırasına doğru sürüyordu. Kalabalığı hoşnut edecek gösterişli bir darbeyle onları öldürmeyi, böylece ününü artırmayı amaçlıyordu. Derken kalabalığın içinden biri, "Avcılar!" diye bağırdı, bütün başlar da uzun vadinin ucundaki yükseltinin tepesine çevrildi. Daimios'un arabası ufuk çizgisinin üstünde belirmişti. Köprü başında onurunun kırılmasını unutturmak ister gibi atlarını alabildiğince zorluyordu. Kafilesindeki öbür arabaları çok geride bırakmıştı. Fırtına gibi aşağıdakilerin üzerine geliyordu. "Sen bana aitsin, kudretli Mısır!" Drossa, Nefer'le alay etmeyi sürdürüyordu. "Daimios gibi bir türedinin saç örgünü benden almasına izin vermeyeceğim." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 346 Nefer miğferin yarıklarındaki soluk renkli gözlerdeki buz gibi kararlılığı görebiliyordu. Meren'e, "Eğer yere düşersem kendini kurtarmaya bak. Ringden çık," diye fısıldadı. Meren, "Hayır, Firavun. Cennete giden yolda mızrakçın olarak seninle geleceğim," dediyse de kuvvetinin kesilmesi üzerine bacakları altında bükülüver-di ve kanlar içinde yere çöktü. Drossa fırsattan yararlanarak çığ gibi Nefer'in üzerine çöktü. Kılıcı Nefer'in umutsuz gardının üstüne bir demircinin çekicinin örse çarpışı gibi madeni şakırtılarla iniyordu. Her darbe delikanlının sağ kolunu omzuna kadar sarsıyor ve uyuşturuyordu. Uzun zaman dayanamayacağının farkındaydı. Buna rağmen her darbeyi tahmin etmek için Drossa'nın gözlerini gözlüyordu. Öldürücü darbeyi indirmeye hazırlanırken adamın gözlerinin daraldığını ve ışıldadığını gördü. Darbe tıpkı gökten inen yıldırım gibi yüksekten boşandı, Nefer'in bütün yapabildiği de bunu karşılamak için kendi kılıcını başının yukarsına kaldırmak oldu. Hasmının kılıcını tek bir elle döndüremeyeceğini veya durduramayacağını biliyordu, Drossa buna fırsat vermeyecek kadar güçlüydü. Bunun üzerine kılıç tutan eline destek olması için sağ bileğini sol eliyle kavradı. Altından tılsımı tutan eliydi bu. İki kılıç öylesine bir şiddetle çarpıştılar ki tunç karşı koyamadı. Her iki kılıç da çatırdayarak koptu ve beyaz taş çemberinin dışına fırladı. İkisi de bir tek vuruşla silahsız kalmışlardı ve bir an boyu şaşkın halde bakıştılar. Kendini ilk toparlayan Nefer kılıcının kabzasını Drossa'nın kafasına -422- fırlattı. Hasmı içgüdüsel olarak başını eğdi. Nefer öne atılınca göğüs göğüse geldiler. İki tapınak dansçısı gibi birlikte dönüyorlar, bir sağa, bir sola gidiyorlar, birbirlerini devirme | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:29 am | |
| fırlattı. Hasmı içgüdüsel olarak başını eğdi. Nefer öne atılınca göğüs göğüse geldiler. İki tapınak dansçısı gibi birlikte dönüyorlar, bir sağa, bir sola gidiyorlar, birbirlerini devirmeye çalışıyorlardı. Drossa bir ara kollarını Nefer'in koltuklarının altına geçirdi ve zırhlı yumruklarını delikanlının kürek kemiklerinin arasında kilitledi. Gümüş bilezikleri ve altından eldivenleriyle Nefer'i tunçtan zırhının üstünde ezmeye başlamıştı. Nefer yükseğe kaldırılmasına karşı koyamadı. Kendini savunmak için Lostris'in Tılsımı dışında silahı yoktu. Kuvvetinin son katresiyle altın zincirin bir ilmeğini Drossa'nın miğferinin üzerine geçirmeyi başardı. Bileklerini kıvırarak zinciri döndüre döndüre aşağıya itti ve sonunda miğferin altındaki aralığı ve Drossa'nın boynunu buldu. Nefer uçlarına asılarak zinciri döndürüyordu. Sonunda altın halkaların canlı eti kesmeye başladığını hissetti. Drossa gürültüyle soludu ve Nefer'i salıvererek her iki elini boynuna attı. Nefer'in bileklerini yakalayarak boynundan uzaklaştırmaya çalıştı. Ancak bu hareket, halkaların kesme gücünü artırmıştı. Miğferin yarıklarının içersine bakan Nefer, Drossa'nın gözlerinin yuvalarından fırladığını ve kanla dolduğunu gördü. Zinciri sağ bileğinin etrafına bir kere daha dolayarak sağa ve sola doğru testereleme hareketlerini sürdürdü. Drossa'nın gırtlağından gargaralamaya benzer bir ses çıktı ve gözlerinin birinde bir damar patladı. Göz olgun bir çilek gibi yuvasından fırlamıştı. Drossa hâlâ Nefer'in bileklerine sarılmış durumda dizlerinin üstüne çöktü. Delikanlı onun tepesine dikilmiş durumda bileklerini kıvırarak zinciri daha da Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 347 sıkıştırıyordu. Sonunda zincirin kıkırdaksı bir maddeyi kestiğini hissetti. Drossa'nın soluğu, kesilmiş nefes borusundan rüzgâr gibi boşandı. Nefer zincirin bir ilmeğini daha bileğine doladı ve tekrar çekti. Zincirin, kemiğe kadarki yolunun üstündeki bütün dokuları kestiğini hissediyordu. Miğferin aralığından iri iri damlalar halinde kan süzülmeye başlamıştı. Nefer bunun üzerine toparlanıp kalan bütün gücünü kullandı. Zincir Drossa'nın boynunda iki omurun arasındaki eklemi buldu ve kesti. Adamın kafası omuzlarından fırladı ve hâlâ ağır miğferin içinde olarak ringin öbür ucuna yuvarlandı. Nefer arkaya doğru sendelerken hakemin onu galip ilan ettiğini duydu. Kanlı altın zinciri tekrar boynuna geçirirken çılgına dönmüş kalabalığın başlarının üzerinden tepenin yamacına baktı. Daimios'un arabası yamacın yarı yerine varmıştı ve dörtnala üzerine geliyordu. Nefer, Meren'in üzerine eğildi. "Ayakta durabilecek misin?" diye sordu, ama Meren deneyince bacakları altında büküldü ve ayaklar altında çiğnenmiş - 423 - toprağın üstüne serildi. Nefer onu bir kolundan çekerek ayağa kaldırdı, sonra kolunu onun boynuna doladı. Ağırlığına omuzlarıyla destek olarak Meren'i ayağa kaldırdı, onu dizlerinin altından kavradı ve hareketsiz vücudunu omuz-ladı. Meren'in başı sırtında, bacakları ise önünde sallanıyordu. Meren ağır bir erkekti, Nefer de hemen hemen tükenmişti, vücudunun sınırlarını zorluyordu. Onunla beklemekte olan arabaya doğru sendeledi ve arkadaşını olduğu gibi taban tahtalarının üstüne bıraktı. Bir saniye kadar kendisine yakın tekerleğe soluk soluğa dayandı ve arkaya baktı. Daimios yamacın dibindeki düzlüğe ulaşmıştı. Belki dört yüz adımlık bir mesafedeydi ve hızla yaklaşıyordu. O kadar yakındı ki Nefer adamın yüzündeki utkulu ifadeyi görebiliyordu. Daimios öne eğildi ve uzun siyah kırbacı atlarının üstünde şaklattı; hayvanlar anında öne fırladılar ve daha da hızlı yaklaşmaya koyuldular. Öbür avcıların arabaları da onu yokuş aşağı izlemekteydiler; toplam altı taneydiler. Durup onların hepsiyle çarpışmak düşüncesini Nefer hemen aklından çıkardı. Şimdiki durumunda yalnız Daimios'la başa çıkabileceği bile şüpheliydi. Kaçmak zorundaydı. Delikanlı ipi Meren'in vücuduna doladı, koltukaltlarından geçirdi ve onu taban tahtalarına bağladı. Sonra sürünürcesine arabaya bindi ve Meren'i bacaklarının arasında tutarak durdu. Atları başlarından tutup zapt eden seyislere, "Onları serbest bırakın!" diye seslendi. Seyisler denileni yaptılar ve kenara sıçradılar. "Koş, Döv! Koş, Krus!" Atlar birlikte harekete geçtiler, kalabalık da önlerinde dağıldı. Nefer başlarını vadinin öbür ucuna, kentin açık kapılarına doğru çevirdi, onlar da koştular. Araba sallanıp zıpladıkça Meren, Nefer'in ayaklarının arasında istemsiz olarak inliyordu, Nefer de yolun üstündeki pürüzlü yerlerden kaçmaya çalışıyordu. Arkasında bir kırbacın sakladığını duyunca başını çevirdi ve Daimi-os'un onları sıkıştırdığını gördü. Atlarını kırbaçlıyor ve onlara öfkeyle bağırıyordu, fakat Dov'la Krus, Daimios'un kırbaçla tüm çabalarına rağmen onları daha fazla yaklaştırmadılar. Nefer ileriye baktı ve aşmak zorunda oldukları mesafeyi hesaplamaya çalıştı. Gallala'nın kapılarına yarım fersahtan daha az bir yolları kalmıştı. Nefer duvarları ve girişteki kırmızı taştan kolonları süsleyen palmiye yapraklarından örülü çelenkleri daha şimdiden görebiliyordu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 348 O an dikkatinin dağılmasının bedelini ödedi. Tekerleklerinden birinin patikanın kenarındaki bir kaya çıkıntısına çarpması üzerine araba yükseğe fırladı -424- ve altında hızla döndü. Az daha devriliyordu. Nefer taşıtı kontrol altında tutmaya çabalarken Krus da ona arabayı dengelemekte yardımcı oldu . Ama şimdi arkaya bakınca hatasının ona pahalıya patladığını gördü. Daimios aralarındaki açıklığın yüz adımını kapatmış ve harbe sıralarına ulaşmıştı. Nefer onun, yanındaki okluğa uzandığını ve kayışı bileğine sardığını gördü. Nefer ona bir karşılıkta bulunacak durumda değildi. Bütün oklarını harcamış, yayını kanyona fırlatmıştı, Drossa'yla yaptığı düelloda ise kılıcı kırılmıştı. Bir kırbacı bile yoktu. Tek savunma aracı hızdı. Atlarına, "Koş, Döv! Koş, Krus!" diye seslendi. Adlarını duyunca atların kulakları kıpırdadı. Toynakları katı toprağı dövüyor, Taita'nın kara yağı da kurumakta olduğundan tekerleklerin poyraları gıcırdıyordu. Derken başka toynak sesleri duyuldu. Nefer'in atlarının toynaklarının sesine karışıyordu bu sesler. Bu kez arkasına bakınca Nefer Daimios'un daha da yaklaştığını, atlarının sırtının ve böğrünün kırbaçlanmaktan kan içinde kaldığını gördü. Daimios'un elinde fırlatılmaya hazır bir harbe vardı ve onu fırlattı. Nefer mızrağın hasmının elinden fırlayıp zehirli bir böcek gibi yaklaştığını görüyordu. Harbe sağ ayağının yanında taban tahtasına saplanınca delikanlı içgüdüsel olarak irkildi. Harbe, saplı olduğu yerde titreyip duruyordu. "Koşun canlarım!" Nefer'in sesi tizleşmişti, atlar da bunu duydular. "Elinizden geleni yapın!" Krus kalan gücünü biraz daha zorladı ve Dov'u da yanı sıra sürükledi. Daimios'un kırbaçlanmış kanlı atlarıyla arayı açmaya başladılar. Daimios, "Daha hızlı domuzlar!" diye bağırıyordu. "Daha hızlı koşun, yoksa sırtınızın derisini diri diri yüzerim." Uzun kırbaç şaklarken gözle görülmeyen bir ip iki taşıtı birleştirmiş gibi birlikte yarışıyorlardı. Daimios başka bir harbe çekerek kayışı bileğine sardı. O atış için kolunu arkaya atarken Nefer zamanı çok iyi hesapladı, Dov'un Krus'un omzuna doğru eğilmesi üzerine araba hafifçe yana kaydı, bu kadarı ise kargının Nefer'in omzunun üzerinden boşa gitmesine yetti. Fakat bu manevra mesafe kaybetmelerine neden olmuştu, Daimios da sonuncu harbeyi kaparak kayışı bileğine sardı. Artık çok yakındı. Nefer çaresizlik içinde ona bakıyordu. Atlarının komutu daha kolay algılamaları için dizginleri biraz daha sıktı. Daimios harbeyi fırlatmak için tam sağ omzunu hızla çevirdiği sırada Nefer atlarını aksi yöne sevk etti ve onları dörtnala koşturdu. Fakat harbe Daimios'un elinden ayrılmamıştı. Bir aldatma numarasına baş vurmuştu. Harbeyi yine atış durumuna geçirdi. - 425 - Nefer yine geriye dönmek ya da patikadan ayrılıp | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:29 am | |
| Nefer yine geriye dönmek ya da patikadan ayrılıp engebeli araziye ve dağınık kayaların arasına sapmak zorundaydı. Hareket açısını değiştirdi, Daimios da bu kez Nefer'e değil, dönüş sırasında böğrü açıkta kalan Dov'a nişan aldı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 349 Kargı kısrağın omzuna saplandı. Derisiyle kas demetini delip geçti, ama sonra kemiğe çarparak yaşamsal organlarına ulaşamadı. Ölümcül bir darbe değildi bu, ama sakatlayıcı olduğu muhakkaktı. Kargının ucu çatallı olduğu için hayvanın yanında sallanıyor ve attığı her adımı engelliyordu. Döv çabalıyor, elinden geleni yapıyordu, ama artık Krus'a ayak uydura-mıyor, akan kanları da Nefer'in bacaklarının üstüne sıçrıyordu. Delikanlı arabanın altında yavaşladığını hissediyor ve Dov'a seslenmesine rağmen, harbe attığı her adımla kısrağın böğrüne çarpıyor ve ön ayaklarına dolaşıyordu. Daimios ileri atıldı. Nefer de hasmının atlarının arabasının tekerleğiyle bir hizaya geldiğini gözucuyla gördü, Daimios'un çabayla zafer sevincinden bo-ğuklaşmış sesini ise kulağının içinde duydu. "Senin için her şey bitti, Nefer Seti. Artık elimdesin." Nefer başını çevirip Daimios'a baktı. Adamın dudakları, kazıklı hummaya yakalanıp ölmüş bir cesedinki gibi korkunç bir grimasla sonuna kadar açılmıştı. Sonuncu harbesini fırlatmış, kırbacını da atmış, ama kılıcını çekmişti. Kapılara kadar ne kadar bir yol vardı? Beş yüz adımdan az. Kapılar ne kadar yakın, ama aynı zamanda ne kadar uzaktı! Delikanlı içgüdüsel olarak tapınağın damına baktı. Üstünde minik siluetler diziliydi, aralarında tahmin ettiği gibi Mintaka'nın tuniğinin al rengini seçti ve sevgilisinin, başının yukarsında yeşil bir dal salladığını, uzun siyah saçlarının da kuzey rüzgârında bir flama gibi dalgalandığını gördü. İşte her şeyden değerli bir ödül, diye düşünerek eli, ayağının yanında taban tahtasına saplanmış olan Daimios'un harbesine gitti. Harbenin başı tahtanın derinine saplanmıştı, ama delikanlı jm kuvvetini toplayarak çekti, çevirdi ve en sonunda onu tahtanın içinden kurtardı. Harbeyi fırlatmak için sırımı yoktu, bunun yerine harbeyi bir süngü gibi tuttu ve düşmanına baktı. Nefer'in elindeki silahı görünce Daimios'un gözleri kısıldı ve adam kılıcıyla hemen gard pozisyonunu aldı. Arabasını Nefer'inkinın yanına sürerek delikanlıya doğru bir hamle yaptı. Nefer darbeyi harbenin sapıyla geri çevirdi. İki araba birbirinden ayrıldı, ama sonra birbirlerine o kadar şiddetle çarptılar ki aracının yanından yere savrulma tehlikesi geçiren Nefer var gücüyle dizginlere asılmak zorunda kaldı. -426- Daimios bu kez Nefer'in saç örgüsünün bağlı bulunduğu uzun sırığa kılıcıyla çarptı, ama sert bambuyu koparamadı. Kendini toparlayan Nefer de Daimios'a harbeyle saldırarak onu geri sürdü. İki araba şimdi tekerlek tekerleğe hız yapıyorlardı. Nefer'le Daimios arabalarından birbirlerine doğru eğilmişler, silahlarıyla saplama ve kesme denemeleri yapıyorlardı. Tunçtan bıçak Nefer'in göğsüne çarptı, delikanlı da kendini dizginlere doğru attıysa da göğüslüğünün derisi kesildi ve delikanlı kesici kenarın etine battığını hissetti. O da harbenin ucunu Daimios'un yüzüne doğru savurdu ve adamı geri çekilmeye zorladı. Harbenin çatalı derisine gömülü olan, sapı ise her attığı adımda bacaklarına çarpan Döv var gücünü harcıyordu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 350 Nefer birçok sesin uğultusunu duyuyordu. Sesler önce hafifti ve toynakların ritmi ve tekerleklerin gıcırtısıyla gümbürtüsünün arasında boğuluyordu, ama atılan her adımla kuvvetleniyordu. Delikanlı başını kaldırdı ve akarak gözlerini yakan terlerin arasından hemen ilersinde kapıları gördü. Kentin duvarla-rıyla damlar insan doluydu. Yasalarıyla alkış seslerinin arasında Mintaka'yı duyar gibi oldu. "Başar, sevgilim, benim için başar!" Bu ses hayalinin ürünü olabilirdi, ama buna rağmen ona güç verdi. Atlara seslenerek dizginlerini toparladı. Ne çare ki Döv sendeliyordu. Daimios yine saldırıya geçti, ama bu kez darbeyi adama değil, harbeye indirdi. Kılıcın keskin kenarı harbenin sapını Nefer'in yumruğuna birkaç santim kala doğradı ve delikanlıyı elinde işe yaramaz bir maden parçasıyla bıraktı. Nefer parçayı Daimios'un kafasına fırlattıysa da adam başını eğerek kendini kurtardı, sonra Nefer'e doğru yine bir hamle yaparak delikanlıyı, keskin kenardan kaçmak için araba sahanlığının öbür yanına kaçmak zorunda bıraktı. Daimios anında avantajdan yararlandı ve Nefer'in önüne geçti. Geçerken Nefer'in saç örgüsünün ucunda dans ettiği çomağı yakaladı. Onu kırmaya çalıştı, ama çomak ikiye katlanmakla beraber çabalarına karşı koydu. Daimios çomağı hâlâ bir eliyle tutarken öbür eliyle gür siyah kümesine uzandı. Saç, adamın parmak uçlarının ucunda zıplıyor ve dans ediyordu, ama Daimios aynı zamanda kılıcının kabzasını tutmaya çalıştığı için ganimeti kavramayı başara-mıyordu. Kılıcını elinden bıraktı ve bu kez örgüyü yakalayıp koparmaya çalıştı, ama bambu esnek ve sağlamdı, saç örgüsü de çok sıkı bağlanmıştı. Krus ile Daimios'un aksi yöndeki atı omuz omuza koşuyorlardı. Daimios bütün dikkatini ganimeti bambu çomağından koparmaya vermişti. Nefer'in si- -427- l lahsız olduğunu ve bir tehlike oluşturmadığını biliyor ve ilerlerinde beliren taş kapıları görmezlikten geliyordu. Nefer, Krus'a, "Ona yüklen!" diye bağırdı. "Omzunu bastır!" Nefer bir yan- f dan da dizginleri sağa, sola ve öne arkaya çekiştiriyordu. Bunca aydır çölde bunun talimini yapmışlardı. Taita öbür atları yönetirken Nefer, Krus'a bu güç çekişmesinden zevk almayı öğretmişti. Şimdi de büyük sağ omzuyla düşmanın atını zorluyor, omzunu o atın omzunun altına sokarak hayvanı kaldırıyor ve dengesini bozuyordu. Kapıların iki yanında yontulmuş kırmızı taştan bir çift sütun yer alıyordu. Yüzyılların kum yüklü rüzgârları onları cilalamış ve biçimlendirmiş olsa bile hâlâ muazzam ve ürkütücüydüler. Nefer, Krus'a, "Onu yana sür!" diye bağırdı ve dizginleri sertçe çekerek cesaretlendirdi. Krus öbür atı bir yarda daha yana itti, öyle ki hayvan dosdoğru kırmızı taş duvara yönelmişti. Daimios son dakikada olanların farkına vardı. Duyduğu dehşeti dile getiren bir çığlık atarak bambu çomağını salıverdi ve arabasına tekrar hâkim olmaya çalıştı. Fakat Krus öbür ata hâkimdi ve onu paldır küldür taş kapıya doğru sürüyordu. Daimios uçar gibi yol alan arabayı durdurup çarpışmayı önleyemeyeceğini anlamıştı. Arabadan atlamaya çalıştı, ama çok geç kalmıştı. Atlarının ikisi de son süratle taş sütuna tosladılar ve anında öldüler. Nefer çarpışma anındaki dehşet çığlıklarını, kırılan kemiklerin çatırtısını ve tahtaların parçalanışını duydu. Tekerleklerin biri yerinden koptu ve bir an Nefer'in aracının yanında yuvarlandı. Daimios da harbelerinden Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 351 biri gibi dosdoğru duvarın üstüne savruldu. Başı önde olmak üzere taşa çarptı ve kafatası fazla olgun bir kavun gibi patladı. Kuvvetli beyaz dişleri kırmızı taşın yüzeyine saplanıp kalmıştı. Sonradan küçük çocuklar tarafından taşın içinden sökülecekler ve altın zincirlere geçirilerek hatıra eşyası olarak pazar yerlerinde satılacaklardı. Nefer, Krus'la Dov'u yöneterek kapıdan geçirdi. Bu arada tekerleklerinden biri kırmızı taşı sıyırdıysa da iki yanında neşeli kalabalıkların sıralandığı kentin anacaddesinden hızla geçmeye başladılar. Kentliler caddeye palmiye yaprakları ve çiçekler, hatta kendi atkılarıyla baş örtülerini; başka giyim eşyalarını serpmişlerdi. Nefer'i endişelendiren ilk şey Dov'du. Atları durdurup arabadan atladı ve yaralı kısrağın başına koştu. Harbenin dikenleri omzunun içlerine saplanmıştı. Nefer bunların çıkarılması için yalnız Taita'ya güvenebilirdi, ama en azından -428 - harbenin sapını kırarak hayvanın yanında sallanmasını | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:29 am | |
| harbenin sapını kırarak hayvanın yanında sallanmasını önledi. Sonra tekrar arabaya atlayarak dizginleri eline geçirdi. Kalabalıklar caddeye boşanıp yürüyüş hızıyla ilerleyen arabanın yanında koşmaya başladılar. Ellerini uzatıp Nefer'e dokunuyorlar, yaralarından bacaklarına sızan kanı baş örtüleriyle siliyorlardı. Bir Tanrı'nın, bir Firavun'un ve bir Kızıl Yol savaşçısının kanı kumaşı bir kutsal emanete dönüştürecekti, isterinin pençesinde övgülerini yağdırıyorlardı. "Bizim için dua et, güçlü Mısır. Gerçek Firavun!" "Bize önderlik et, büyük Firavun. Zaferini bizlerle paylaş." "Kızıl Tanrı'nın kutsal kardeşi, selam sana!" "Bin yıl, sonra bin yıl daha yaşa, gerçek Firavun Nefer Seti!" Forum'un ağzında kalabalık o kadar yoğundu ki kentin muhafızlarının arabanın önünden koşup sopalarıyla onları yolun üstünden uzaklaştırmaları gerekti. Nefer ancak bundan sonra arabasıyla forum'a girebildi. Forum'un ortasına kurulmuş taş platformun üstünde Hilto'yla Şabako yeni savaşçı kardeşlerini buyur etmek için bekliyorlardı. Nefer ezilmiş, tozlanmış ve orasına burasına kan bulaşmış arabayı platformun altında durdurdu, iki adam da gelerek Meren'i kaldırmasına yardım ettiler. Onu hep birlikte Taita'nın beklediği Hathor Tapınağı'nın içine taşıdılar. Meren'i Taita'nın hazırladığı sehpanın üstüne yatırdılar, ihtiyar Büyücü de hemen kolları sıvadı. Önce delikanlının yanındaki derin kılıç yarasıyla ilgilendi. Merykara'nın gözyaşları Meren'in kırık ve kanayan vücudunun üstüne damlıyor ve yaralarını yıkıyordu. Kızıl Yol savaşçıları Nefer'i yine forum'a götürdüler. Delikanlı bundan sonra basamakları indi, arabadaki iki saç örgüsünü aldı ve onları platformun ortasındaki sacayağının üstünde yanan mangalın başına götürdü. Mangalın önünde yere diz çöktü ve, "Hiçbir düşman onurumuzun ve silahşorluğumuzun bu simgelerine el atamadı," dedi. Saç örgülerini bütün dünyanın görmesi için yükseğe kaldırdı, sonra da net ve gururlu bir sesle, "Onları Kızıl Tanrı'ya adıyorum," diye bildirdi. Örgüleri ateşin içine attı. Saçlar parlak bir ışık vererek yandılar. Nefer ayağa kalktı. Ayakta dururken aldığı yaralardan dolayı zayıf düştüğü için sendeliyordu. "Kızıl Yol'u aşmayı başardım. Yaşım yeterli olmasa bile, Mısır'ın çifte tacı üzerindeki hakkımı kanıtladım. Firavun olduğumu ilan ediyorum. Gerçek Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 352 -429- olan tek Firavun benim. Taç üzerinde hak iddia edecek olan başkaları başlarına geleceklerden kendileri sorumlu olacaklar." Oradakilerin hepsi Nefer'i alkışlarken Kızıl Yol'un savaşçıları önünde diz çöktüler, sağ eliyle ayağını öptüler ve ölünceye, hatta sonsuzluğa kadar ona bağlılık yemini ettiler. Nefer herkesin susması için sağ kolunu kaldırdı, fakat bacakları altında bükülüverdiler, Mintaka koşup ona destek olmasa düşebilirdi. Bir kolunu kızın omuzlarına dolayarak onun gözlerinin içine baktı ve, "Her ne yaptıysam Mısır için ve senin için yaptım aşkım," diye fısıldadı. Sesi o kadar hafif ve boğuktu ki onu yalnız Mintaka duyabildi. Genç kız uzanıp onu dudaklarından öptü, halk da bu jesti bir nişan bildirisi olarak kabul etti. Bağırdılar, hem de o kadar uzun bağırdılar ki bu sesin yankıları duvarların ötesindeki yarlara tünemiş kaya güvercinlerini ürkütüp kaçırdı. İki büyük nehrin sularının üstünde yüzen kent, önlerinde koparılmaya hazır bir nilüfer çiçeği gibi uzanıyordu. Duvarları yakılmış tuğladandı. Hemen hemen on beş metre kalınlığında ve bu iyi sulanan bereketli ülkedeki en yüksek palmiye ağacından daha yüksektiler. Trok, Medialıİştar'a, "Peki, uzunlukları ne kadar?" diye sordu. "Bu kentin etrafını arabayla dolaşmak ne kadar bir yoldur?" İştar ona, "On fersah, majesteleri," dedi. "At üstünde yarım günlük bir yolculuk." Trok arabasının sahanlığında olduğundan daha uzun boylu görünüyordu. Elini gözlerine siper etti. "Efsanedeki Mavi Kapı mı bu?" diye sordu. İştar'ın Babil krallık kentinde on beş yıl yaşadığını ve büyücülük hünerlerinin büyük kısmını burada Marduk Tapınağı'nda öğrendiğini biliyordu. Kentin kapısı bu uzaklıktan bile dev bir elmas gibi ışıldıyordu. Eşik o kadar genişti ki on araba buradan yan yana geçebilirlerdi. Sedir tahtasından kapılar ise birbirlerinin omzuna binmiş on adam yüksekliğindeydi. Trok, "Renkleri gerçekten de maviymiş," diye mırıldandı hayranlıkla. "La-pis taşıyla kaplı olduklarını duydum." "Değil, majesteleri." İştar'ın yüzünde küçümser bir gülümseme biçimlenmişti. "Bunlar seramik plakaları. Her biri Babil'in iki bin on tanrısından birini betimliyor." Trok, Mavi Kapı'nın iki yanında kilometrelerce uzanan duvara bir generalin bakışıyla göz attı. iki yüzer adımda bir nöbetçi kuleleri bulunduğu gibi, dev duvarlar ayrıca belli aralıklarla payandalarla desteklenmişti. İştar onun ne düşündüğünü anlamıştı. "Duvarın tepesinde iki arabanın yan yana geçmesine izin verecek genişlikte bir yol var. Sargon bir kuşatma ordusunun tehdidindeki herhangi bir noktaya bu duvar boyunca bir saatin içinde beş bin kişilik bir kuvvet sevk edebilir. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 353 Trok etkilenmediğini anlatmak ister gibi homurdandı. "Hangisi olursa olsun, her duvar aşılabilir. Bir tek gedik bile bize yeter." İştar ipek yumuşaklığında bir sesle, "Bir de iç duvar var, kutsal Firavun. Ve o da ilki kadar aşılamaz cinsten," dedi. "Kendimize öyle ya da böyle bir geçit buluruz." Trok omuzlarını silkti. "Bunlar Sargon'un sarayının bahçeleri mi?" Kıllarına kurdeleler örülü sakalını uzatarak kat kat göğe yükselen düzlükleri işaret etti. Düzlükler o kadar büyük bir ustalıkla birbirlerinin üstüne oturtulmuşlardı ki oluşturdukları tersine çevrilmiş piramit, dünyanın bağlarından kurtularak kanatlarını açmış dev bir kartal gibi gökte uçuyor izlenimini veriyordu. İştar mavi dövmeli güçlü kolunu ileri uzattı. "Geniş bir avlunun etrafında bina edilmiş olan her biri öncekinden daha geniş altı düzlük var. Yalnız haremde beş bin oda bulunuyor. Sargon'un kadınlarından her biri için bir oda. Hazinesi sarayın altındaki derin bir mahzende gömülü. Oradaki altın adam boyunu aşar." "Sen bu harikaları kendi gözünle gördün mü?" Trok adamı sınıyordu. İştar, "Haremi görmedim tabii," diye itiraf etti. "Ama hazinenin ana bölümüne girdim ve size şu kadarını söyleyebilirim, bir tanrı olan hükümdar, şu ilerdeki hazineyi taşımaya bütün ordunuzdaki yük arabalarının hepsi dahi yetmez." "Ben de sana şu kadarını söyleyebilirim, Medialıİştar. Her zaman yeni arabalar yaptırmak mümkün." Trok başını arkaya attı ve hayvanca bir neşeyle güldü. Babil'e yürüyüş upuzun bir başarı, aralıksız bir zaferler zinciri olmuştu. Sargon'un büyük oğlu Ran'la Bahr al Milh kıyılarında karşılaşmışlardı. Trok'la Naja'nın savaş arabaları bu prensin ordusunu darı gibi ezmişler, nehrin suları kandan kıpkızıl akmış, yüzen cesetler ise suyu bir kıyıdan ötekine kadar kaplamıştı. Ran'ın kesik başını bir şişe geçirilmiş olarak babasına göndermişlerdi. Kederden deliye dönen Sargon, düşmanlarının onun için hazırladıkları tuzağa -431 - -430- !f düşmekte gecikmemişti. Naja onu kandırmak için önünde gerilerken Trok güneye | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:30 am | |
| düşmekte gecikmemişti. Naja onu kandırmak için önünde gerilerken Trok güneye doğru bir çember çevirmiş ve onu arkadan bin arabayla bastırmıştı. Sar-gon donanım kafilesini savunmak için geriye dönünce de onu tunçtan bir çemberin içinde sıkıştırmışlardı. Sargon elli arabayla çemberi yarmayı başarmıştı, ama arkasında iki bin araba ve on bir bin asker bırakmıştı. Trok tutsakları hadım etmiş, bu işlem tamı tamına iki gün sürmüştü. Hükümdar çalışmaya bizzat Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 354 katılmış, kesilmiş cinsel organları bir kasap gibi dirseklerine kadar kana batmış vaziyette müstehcen bir hareketle kurbanların burnuna sokmuştu. Daha sonra zavallıların kan kaybından ölmelerini izlemiş, akan kanlarını bu türden şölenleri seven aç tanrı Seueth'e armağan etmişti. Trok daha sonra kesilmiş cinsel organları tuzlanmış olarak sedir tahtasından yedi sandığın içinde Sargon'a göndermişti. Bu da Trok'la Naja, Babil'e geldikleri zaman onu neyin beklediğine dair Sargon'a yapılmış bir uyarıydı. Babil, batıda Fırat, doğuda da Dicle nehirlerinin arasındaki dar ve uzun kara parçasının üstünde kurulmuştu. Sargon palas pandıras gerilerken köprüleri yıktırmayı başaramamıştı. Zaten köprülerin altındaki yanık tuğladan kocaman blokları yıkmak için bir ordu gerekirdi. Oysa Sargon'un bir ordusu kalmamıştı artık. Köprüleri savunmak için arkasında sayıca azalmış bir alay bırakmıştı, ama bu askerler moral çöküntüsü içinde oldukları gibi, onları destekleyecek arabaları da yoktu, iki Firavun'a karşı direnişleri uzun sürmemişti. Trok hayatta kalanların elini, ayağını bağlayarak köprünün ortasından suyu kahverengi akan geniş nehre attırmış, Mısırlı askerler de kıyıya dizilerek adamların çırpına çırpına boğulmalarını büyük bir zevkle seyretmişlerdi. Avaris'ten yola çıkmalarının üzerinden daha bir yıl geçmeden Babıl işte önlerindeydi. "Kentin savunmalarını biliyorsun, İştar. Bazılarının planlanmasına yardımın dokundu. Kentin düşmesi ne kadar zaman alır?" Ne kadar sabırsızlandığı Trok'un yüzünden belliydi. İştar, "Babil'in duvarları aşılamaz, majesteleri," dedi. Trok dudak büktü. "Böyle olmadığını ikimiz de biliyoruz. Yeterince zaman, adam ve kararlılık olduktan sonra aşılamayacak duvar yoktur." İştar düşünceli bir tavırla, "Belki bir yıl alır," diye mırıldandı. "Ya da belki iki yıl veya üç yıl." Böyle konuşmasına rağmen adamın dövmeli yüzünde sinsi ve çok bilmiş, gözlerinde de hilekâr bir ifade vardı. -432- Trok gülerek iştar'ın macunla diken gibi sertleştirilmiş sakalından bir tutamı avuçlayarak çekti. İştar'ın yüzü acıdan biçimsizleştı, gözlerinden de yaşlar aktı. "Benimle oyun oynamak istiyorsun, öyle mi büyücü? Benim de oynamaktan ne kadar hoşlandığımı biliyorsun, değil mi?" İştar, "Merhamet et, kudretli Mısır," diye inledi. Trok onu o kadar sert itti ki adam az daha arabadan düşüyordu. Denge bulmak için korkuluğa yapıştı. "Bir yıl dersin ha? Ya da iki veya üç yıl, öyle mi? Burada oyalanıp Babil'in güzelliklerini ve harikalarını seyretmek için o kadar çok vaktim yok benim. Acelem var, Medialıİştar ve sen bunun ne olduğunu biliyorsun, değil mi?" "Bilmez miyim, eşsiz tanrı. Ne yazık ki ben kolayca yanılabilen yoksul bir adamım." Trok, "Yoksul ha?" diye adamın yüzüne karşı bağırdı. "Seueth tanığımdır, benden şimdiye kadar bir lakh altın sızdırdın, pis sahtekâr, karşılığında da ne aldım?" "Bir kentin ve bir imparatorluğun var. Mısır'dan sonra dünyanın en zengin ülkesi. Onu ben senin Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 355 ayaklarının dibine serdim." İştar şimdiye kadar Trok'u iyi tanımıştı ve ne kadar ileri gidebileceğini biliyordu. "Bana o kentin anahtarı lazım." Trok büyücünün yüzünü inceliyor, orada okuduklarından hoşnutluk duyuyordu. İştar'ı, büyücünün onu tanıdığı kadar iyi tanımayı öğrenmişti. İştar kendi kendine konuşur gibi, "O anahtarın altından yapılması gerekir," diye mırıldandı. "Belki üç lakh altından." Trok gürültülü bir kahkaha attı ve zırhlı yumruğuyla adamın başına bir şaplak vurmaya hazırlandı. Ancak amaç can yakmak olmadığı için, İştar kolayca onun yolunun üstünden kaçabildi. "Üç lakh'la yeni bir ordu satın alabilirim." Trok başını sallayınca sakalın-daki kurdeleler bir kelebek bulutu gibi dans etti. "Sargon'un hazinesinde yüz lakh altın var. Yüzün içinden üçü o kadar büyük bir bedel olmasa gerek." Trok, "Bana o kenti ver, İştar. Onu üç dolunay içinde bana verirsen, Sargon'un hazinesinden iki lakh altın senin olur," diye vaat etti. "Ya onu bir sonraki dolunaydan önce sana verirsem?" İştar bir halı tüccarı gibi ellerini ovuşturuyordu. Bu olasılığı duyunca Trok'un yüzünden gülümseyiş silindi. Ciddi bir tavırla, "O zaman üç lakh'ını ve o kadar altını taşıyacak araba konvoyunu alırsın," dedi. -433- Büyücüler Kralı / F: 28 T İki Firavun'un ordusu Mavi Kapı'nın önünde karargâh kurdu, Trok da Sargon'a bir elçi göndererek kentin hemen teslim edilmesini istedi. "Böylesi bir mimari harikasını alevlerden, kendinizi, ailenizi ve halkınızı da kılıçtan geçirilmekten kurtarmak için," diye alayla ifade etmişti. Surlarının arkasında öfkeyle meydan okumaktan çekinmeyen Sargon, yanıt olarak elçinin kesilmiş kafasını Trok'a gönderdi. İlk adım böylece atıldıktan sonra Trok'la Naja, bütün güçleriyle görkemlerinin Babilliler tarafından görülmesi için Babil'in etrafında çepeçevre resmi geçit yaptılar. Firavunlar altından arabaları sürüyorlardı. Trok'unki altı siyah aygır, Na-ja'nınki ise altı beyaz tarafından çekiliyordu. Ziynetlerle ışıl ışıl olan ve tepeye toplu buklelerinin üstünde altından uraeus'u'"' taşıyan Heseret, Naja'nın yanında yer alıyordu. Altından arabaların arkasında elli tutsak yürüyordu. İki nehrin arasındaki kasabalarla köylerde ele geçirilen Babilli kadınlardı bunlar. Hepsi hamileydi, bazılarının ise zamanı adamakıllı yaklaşmıştı. Onlara beş yüz arabalık bir kuvvet öncülük ediyordu. Arkalarından ise ikinci bir beş yüz arabalık artçı Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 356 kuvvet geliyordu. Kentin çevresindeki ağır ve görkemli geçiş bütün gün sürdü, gün batımında da Mavi Kapı'ya döndüler. Sargon'la savaş konseyi pırıl pırıl kapının yukarsındaki korkuluk duvarının üstünde toplantı halindeydiler. Sargon uzun boylu ve zayıftı, gümüş renginde saçları vardı. Gençliğinde güçlü bir savaşçıydı ve kuzeyde Karadeniz'e kadar uzanan toprakları fethet-mişti. Bütün seferleri içinde yalnız bir kere yenilgiye uğramıştı, onu yenen ise Nefer Seti'nin babası Firavun Tamose olmuştu. Şimdi ise yine iki Mısırlı kapılarına dayanmıştı ve Sargon da bunların ilki kadar merhametli olacaklarına inanarak kendini kandırmadı. Trok da onun bu inanışını doğrulamak ister gibi hamile kadınları çırılçıplak soydurmuş ve birer birer öne yürütmüştü. Sonra, bütün kent bakarken kadınların şiş karınları yarılmış, doğmamış bebekleri koparılıp alınmış ve minik vücutlar Mavi Kapı'nın eşiğine yığılmıştı. Trok, "Bunları orduna kat, Sargon," diye krala kükremişti. "Bulabileceğin her erkeğe ihtiyacın olacak." Heseret uzun ve heyecanlı bir gün geçirmişti, köle kızlarıyla çadırına çekilerek kocasıyla Trok'u lamba ışığında kentin bir şemasını gözden geçirir bı- " Uraeus: Mısır tanrılarıyla hükümdarlarının başlıklarındaki kutsal yılan betimlemesi. Bir hükümdanlık simgesi. -434- rakmıştı. Gerçek bir sanat eseri olan bu şema özenle tabaklanmış koyun derisi üstüne çizilmi | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:30 am | |
| rakmıştı. Gerçek bir sanat eseri olan bu şema özenle tabaklanmış koyun derisi üstüne çizilmişti. Duvarlar, yollar ve kanallar büyük ölçekli gösterilmiş, ana binaların her biri renkli ayrıntılarla betimlenmişti. Naja, "Bu nasıl eline geçti?" diye sordu. İştar, "On iki yıl önce Kral Sargon'un emri üzerine kenti inceledim ve bu haritayı kendi ellerimle çizdim," diye yanıt verdi. "Başka hiç kimse bu kadar doğruluğu ve güzelliği başaramazdı." "Eğer seni görevlendiren oysa bu haritayı niçin Sargon'a teslim etmedin?" İştar başını eğdi. "Teslim ettim. Daha düşük kaliteli taslağı ona verdim, karşınızdaki o güzel kopyeyi ise gizlice kendime sakladım. Günün birinde birinin beni Sargon'dan daha iyi ödüllendireceğini biliyordum." Bir saat daha haritayı incelediler, arada bir yorumda bulundular, ama daha çok suskun ve düşünceliydiler. Savaşçı iki general olarak bir savaş alanının en çarpıcı özelliklerini profesyonelce görebiliyorlardı. Ayrıca, yüzyıllar içinde kat kat bina edilmiş duvarların, kulelerin ve tabyaların kalınlığıyla kuvvetine hayranlık duymaktan kendilerini alamıyorlardı. Trok sonunda masadan uzaklaştı. "Ben bu duvarlarda hiçbir zayıf nokta göremiyorum, büyücü," dedi. "İlk sözlerinde haklıydın. Bu duvarları delip geçmek üç yıl çalışıp didinmeyi gerektirecektir. Üç lakh'ını kazanmak için daha fazlasını yapmalısın." İştar, "Su," diye fısıldadı. "Suya bakın." "Suya baktım." Naja, İştar'a gülümsedi, ama soğuk ve ince dudaklı bir yılanın gülümseyişiydi bu. "Kentin her köşesine su sağlayan kanallar var, Sargon'un göklere yükselen altı bahçe terasını doyuracak ve kenti Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 357 yüz yıl daha sulayacak ve besleyecek kadar çok su var." "Firavun her şeyi görüyor, her şeyi biliyor." İştar, Naja'nın önünde eğildi. "Ama su nereden geliyor?" "Dev iki nehirden geliyor. Nil'den sonra dünyanın en büyük nehirleri bunlar. Sularında bin yıldır hiçbir zaman azalma olmadı." İştar, "İyi de su kente nereden giriyor? Nasıl giriyor, bu duvarların altından mı, yukarsından mı?" diye ısrar edince Naja'yla Trok en sonunda anlamış gibi bakıştılar. Babil'in yarım mil kadar kuzeyinde, kent duvarlarının dışında ve Fırat'ın doğu kıyısında nehrin genişleyerek tembel tembel aktığı bir noktada bir tapınak yükseliyordu. Ninurta'nın, Fırat'ın aslan kafalı ve kanatlı tanrısının tapına- -435- İ ğıydı bu. Nehrin içine uzanan taş iskelelerin üstünde inşa edilmişti. Tanrının resimleri dört dış duvarı izleyen efrizin üstüne hakkedilmişti. Kapının yukarsın-daki sövede de Akat diliyle bir uyarı yer alıyordu. Şöyle ki ibadethaneyi işgale kalkanlar tanrının öfkesini üzerlerine çekeceklerdi. Medialıİştar tapınağın eşiğinde laneti geçersiz kılmak için bir büyü yaptı. Bunun için tutsaklardan ikisinin gırtlaklarını kesti ve akan kanları kapıların üstüne serpti. Yol bir kere açıldıktan sonra Trok arkasında yirmi askerle Ninur-ta'nın bütün mor giysili rahiplerinin toplanmış bulundukları tapınak avlusundan geçti. Rahipler ilahiler okuyor ve el kol hareketleri yapıyor, yolunun üstüne Fırat'un suyundan serpiyor veTrok'u geri çevirmek için gözle görülmez sihirli bir duvar örmesi için Ninurta'ya yalvarıyorlardı. Trok sözde duvarın içinden durdurulamadan geçti ve ihtiyar adamın boğazına sapladığı kılıcının bir tek darbesiyle başrahibi öldürdü. Bu hezeyanı ağlayıp sızlayarak protesto eden öbür rahipler yine de Trok'un ayaklarına kapandılar. Trok kılıcını kınına soktu, sonra muhafızlarına kumanda eden yüzbaşıya döndü. "Hepsini öldürün. Bir tanesinin bile kurtulmasını istemiyorum." Bu da çabuk yapıldı, avlu da çok geçmeden mor giysili cesetlerle doldu. Trok, "Onları nehre atmayın," diye emretti. "Şehir muhafızlarının onların akıntıyla sürüklendiklerini görüp ne yaptığımızı tahmin etmelerini istemeyiz." Bütün rahiplerin hakkından gelindikten sonra kendisine çağrı yapılan tanrının kötü etkisine karşı yeni bir büyü uygulamak için avluya giren İştar'ı seyretmeye hazırlandı. Büyücü, avlunun dört köşesinde Ninurta'nın ve Trok'a göre bütün tanrıların ve aşağı insanların iğrendikleri yoğun bir yağlı duman çıkaran bazı ot balyalarını tutuşturdu. İştar arıtmayı tamamladıktan sonra tapınağın kutsal alanlarına önden girdi, Trok'la askerleri de kana bulanmış kılıçları ellerinde onu izlediler. Metal takviyeli sandaletlerinin çıkardığı ses mağaraya benzer yüksek tavanlı salonda yankılanıyordu. Trok bile kaidesinin üstündeki tanrı tasvirine yaklaştıkları sırada içinde huşuya benzer bir ürperti hissetti. Aslanın kafası sessizce hırlıyordu, taştan kanatlar da sonuna kadar açılmıştı. İştar sakinleşmesi için tanrıya yine uzun bir dua okuduktan sonra Trok'u arka duvarla putun sırtı arasındaki dar bir aralığa götürdü. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 358 Burada Ninurta'nın bedeninin içinde açılmış olan kalın ızga-ralı bir kapıyı işaret etti. Trok ızgaranın demirlerini yakaladı ve bir ayınınkinden geri kalmayan gücüyle sarstı. Izgara kımıldamadı bile. İştar tatlı bir sesle, "Bunun daha kolay bir yolu var, bilge Firavun," diye önerdi. "Anahtar başrahibin üstünde olsa gerek." -436- Trok muhafızlarının yüzbaşısına, "Onu getir!" diye emretti. Adam hemen koştu. Yüzbaşı geri döndüğünde elleri kan içindeydi, ama bir halkaya bağlı ağır anahtarlar taşıyordu; bunlardan bazıları ise kolu kadar uzundu. Trok içlerinden ikisini ızgaradaki kilitte denedi, ikincisi eski mekanizmayı çalıştırdı. Kapı, menteşelerinin gıcırtıları arasında açıldı. Trok karanlığın içine inen sarmal merdivene baktı. Derin boşluktan gelen hava soğuk ve nemliydi. Trok çok aşağılarda akan suyun sesini duydu. "Meşaleleri getirin!" diye emretti, yüzbaşı da adamlarından dördünü duvardaki yanan meşaleleri indirip getirmeye yolladı. Trok başının yukarsında tuttuğu bir meşaleyle tırabzansız dar merdiveni inmeye koyuldu. Taş basamaklar yaş ve kaygan olduğu için ihtiyatla ilerliyordu. O indikçe akar su sesi kuvvetleniyordu. İştar onu yakından izledi. Trok.'a, "Tapınakla altındaki tüneller aşağı yukarı beş yüz yıl önce inşa edilmişler," dedi. Şimdi altlarında bir suyun ışıltısı ve karanlığın içinde hızla akan sesi vardı. Trok en sonunda dibe vardı ve bir taş iskeleye ayak bastı. Meşalenin titreyen ışığında kubbeli tavanı olan geniş bir tünelde, etkileyici boyutlardaki bir su yolunda durduklarını gördü. Tavanla duvarlar geometrik motifler oluşturan seramik karolarıyla kaplıydı. Tünelin her iki ucu yoğun bir karanlığın içine uzayıp gidiyordu. İştar duvardan bir parça yosun kopararak suya bıraktı. Yosun hemen akıntıya kapılarak gözden kayboldu. "İnsan kafasından daha derin," dedi, Trok da bu sözleri sınamak ister gibi muhafızların komutanına düşünceli bir yüzle baktı. Yüzbaşı göze çarpmamak ister gibi gölgelerin içinde büzüldü. İştar, "Üstünde durduğumuz patika kanal boyunca uzayıp gider," dedi. "Tüneli onaran ve bakımını yapan rahipler girip çıkmak için burasını kullanırlar." Trok sordu. "Nerede başlar ve nerede son bulur?" İştar açıkladı. "Tapınağın rıhtımının altında nehrin yatağında bir kuyu var. Su buraya akar. Tünelin uzak ucu Ninurta'nın Babil surlarının içinde Mavi Ka-pı'ya yakın öbür tapınağına çıkar. Bu tünelin varlığını yalnız rahipler bilirler. Başka herkes suyun tanrının bir armağanı olduğunu sanıyor. Su tapınak yöresindeki kaynaktan fışkırdıktan sonra su çarklarıyla sarayın teraslarına yükseltilir veya kanallarla kentin bütün mahallelerine sevk edilir." "Öyle sanıyorum ki üç lakh'ını kazanmaya yaklaştın, Medialıİştar." Trok neşeyle güldü. "Şimdi sana düşen, bize bu labirentte rehberlik yapmak ve bu harikalar kentine sokarak hazineye götürmek. Özellikle hazineye götürmek." -437- Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 359 T Trok kent duvarlarının içindeki Ninurta Tapınağı rahiplerinin nehir tapına-ğındakilerle sürekli haberleştikleri konusunda fikir yürüttü. Ve bu su yolunu iki topluluk arasında geçit olarak kullandıkları aşağı yukarı muhakkaktı. Nehir ta-pınağındaki kardeşlerinin başına kötü bir şey geldiğini keşfetmeleri uzun sürmezdi. Acele plan yapılması gerekiyordu. Trok en iyi ve güvenilir adamlarından iki yüzünü seçti; hepsi kendi leopar kavmindendiler. Onları iki gruba böldü. Yer altındaki su yolundan bir kez kente girdikten sonra Mavi Kapı'ya hâkim olacaklar ve Firavun Naja Kiafan ana kuvvetleri buradan kente sokana kadar orayı açık tutacaklardı. Çok daha küçük ikinci grup saraya girip hükümdar altınları kaçırmak fırsatını bulamadan Sargon'un hazinesini ele geçirecekti, iştar, "Hoş, oradaki altınların hepsini taşımak için bin yük arabası gerekir ya," dedi onlara. Seçilen iki yüz kişiye tutsaklardan ve savaş meydanında kalan ölülerden aldıkları Sargon ordusunun üniformaları giydirilmişti. Ayak bileklerine kadar inen beli kuşaklı tunikleri giydiler ve başlarına arı kovanı biçimindeki uzun miğferleri geçirdiler. İştar onlara sakallarıyla saçlarını nasıl kıvırıp Mezopotamyalılar'a özgü lüleleri biçimlendireceklerini gösterdi. Düşmandan ayırt edilmeleri için sadece kırmızı kuşaklar takıyorlardı. Ordu yazıcıları, kent haritasının kabataslak kopyalarını alelacele çıkardılar ve sokaklarla binaların yerini bilmeleri için her iki takımın komutanlarına dağıttılar. Akşam yaklaşırken her asker bir kere kente girildikten sonra kendisinden neler beklendiğini çok iyi biliyordu. Ortalık kararır kararmaz Naja saldırı kuvvetine Mavi Kapı'nın dışında sessizce mevzi aldırdı. Trok'un adamları kapıları açar açmaz içeri hücum etmeye hazırdılar. Trok, Ninurta nehir tapınağının avlusunda kuvvetlerini denetledi. O ve İştar ortalık henüz aydınlıkken askerleri tek kişilik sıralar halinde sarmal merdivenden su yolunun düzeyine indirdiler. Yerin altındaki yolculuğu yapmak için önlerinde saatler olduğundan acele etmeleri gereksizdi. Askerlerin demir takviyeli sandaletleri derilerle sarıldığı için ağır ayak sesleri karanlık tünelde yankılanmıyordu. Sessizce ilerliyorlardı. Her on kişiden birinin taşıdığı meşale, arkasından gelenlerin kaygan taşların üstüne sağlam basıp kaymamalarına yetecek kadar ışık veriyordu. Sol tarafların da durmadan akan su gizlice hışırdıyordu, iştar her bin adımda bir durarak tanrı Ninurta'yı armağanlar ve ilahilerle yatıştırmaya, ilerdeki yolu ölü rahipler tarafından konulmuş sihirli engellerden temizlemeye çalışıyordu. -438- Sessiz yürüyüş buna rağmen Trok'a hiç sona ermeyecekmiş gibi geliyordu. İştar'ın birdenbire durup ilersini işaret etmesi şaşkınlık yarattı. Işığın soluk parıltısı seramik duvarlar tarafından yansıtılıyordu. Trok kendisini izleyen askerlere durmalarını işaret etti ve İştar'la ileriye yürüdü. Kendi giysilerinin üstüne katledilen rahiplerden aldıkları mor entarileri geçirmişler, başlarına onların başlıklarını oturtmuşlardı. Işığın kaynağına yaklaşınca tünelin ağzını kapayan başka bir ızgara ve bunun yukarsındaki duvara geçirilmiş meşalenin ışığında bazı adamların şekil-sizleşmiş gölgelerini gördüler. Biraz daha yakına gelince entarili iki rahibin ızgaranın öbür yanında aralarına bir bao tahtası alarak taburelerin üstünde oturduklarını ve oyuna dalmış olduklarını gördüler. İştar onlara yavaşça seslenince başlarını kaldırdılar. Rahiplerden Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htm | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:30 am | |
| -438- Sessiz yürüyüş buna rağmen Trok'a hiç sona ermeyecekmiş gibi geliyordu. İştar'ın birdenbire durup ilersini işaret etmesi şaşkınlık yarattı. Işığın soluk parıltısı seramik duvarlar tarafından yansıtılıyordu. Trok kendisini izleyen askerlere durmalarını işaret etti ve İştar'la ileriye yürüdü. Kendi giysilerinin üstüne katledilen rahiplerden aldıkları mor entarileri geçirmişler, başlarına onların başlıklarını oturtmuşlardı. Işığın kaynağına yaklaşınca tünelin ağzını kapayan başka bir ızgara ve bunun yukarsındaki duvara geçirilmiş meşalenin ışığında bazı adamların şekil-sizleşmiş gölgelerini gördüler. Biraz daha yakına gelince entarili iki rahibin ızgaranın öbür yanında aralarına bir bao tahtası alarak taburelerin üstünde oturduklarını ve oyuna dalmış olduklarını gördüler. İştar onlara yavaşça seslenince başlarını kaldırdılar. Rahiplerden Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 360 şişman olanı ayağa kalktı ve yalpalayarak ızgaralı kapıya yürüdü. "Sinna'dan mısın?" diye sordu. İştar, "Evet!" diye yanıt verdi. "Geç kaldın. Akşamdan beri seni bekliyoruz. Saatler önce burada olmalıydın. Başrahip kızacak." İştar pişmanlık duyuyormuş gibi konuştu. "Üzgünüm. Ama Sinna'yı biliyorsun." Şişko rahip kıkırdadı. "Evet, Sinna'yı biliyorum. Otuz yıl önce öğretmenlik yapmıştı bana." Rahip böyle diyerek belinde asılı anahtarı kilide soktu ve kapı takırdaya-rak açıldı. "Acele etmelisiniz," dedi. Trok başında yüzünü örten kukuletayla ve entarisinin katlarının altında gizli kılıcıyla ilerledi. Rahip onun geçmesi için duvarın dibine çekilmişti. Trok onun önünde durarak, "Ninurta seni ödüllendirecek kardeş," dedi ve rahibi çenesinin altından beynine kadar giren bir kılıç darbesiyle öldürdü. Öbür rahip telaşla ayağa fırlayarak bao tahtasını devirdi ve oyunun taşlarını rıhtımın dört bir yanına dağıttı. Trok hızlı adımlarla ona yetişti ve kafasını uçurdu. Rahip gık demeden arka arka giderek karanlık suyun içine yuvarlandı ve entarisinin, etrafında balon gibi açılıp batmasını önlemesiyle suyun yüzeyinde sürüklendi gitti. Trok hafif bir ıslık çalınca adamları ellerinde kılıçlarıyla meşalenin ışığında belirdiler. İştar'ın öncülüğünde başka bir dik taş merdivenin başına geldiler. Merdiveni hızlı hızlı çıkınca kalın bir perde tarafından yollarının kesildiğini gördüler. İştar perdeyi aralayarak baktı ve, "Tapınak boş," diye bildirdi. -439- T Trok buradan geçip etrafına bakındı. Bu tapınak nehir tapınağından daha büyük ve etkileyiciydi. Tavan o kadar yüksekti ki elli meşaleden yayılan ışık gölgelerin içinde kayboluyordu. Altlarında tapınağın tanrısı, suyun kaynağının üzerinde çömelmiş durumda betimlenmişti. Buradan büyük bir kuvvetle fışkıran su beyaz mermer tepeliği olan derin bir gölete dökülüyordu. Trok'un kılıç darbesiyle başı gövdesinden hemen hemen ayrılan rahip, göletin içinde yüzüyordu. Su buradan bir kanala akarak bütün kente dağılıyordu. Havada yoğun bir günlük kokusu olmasına rağmen, tapınağın büyük salonunda kimseler yoktu. Trok askerlerine ilerlemelerini işaret etti. Tünelden çıkar çıkmaz subaylarının arkasında sessizce sıralandılar. Trok eliyle sinyali verince hafif koşu adımlarıyla yola devam ettiler. İştar daha az kalabalık olan grubu salonun yan tarafındaki bir kapıdan geçirdi. Burada başlayan koridor Sargon'un sarayıyla bağlantılıydı. Trok ise adamlarını tapınağın arkasındaki dar yola saptırdı ve ez-berindeki haritaya güvenerek soldaki ikinci yoldan geniş bir caddeye çıkardı. Buradan Mavi Kapı'ya gidildiğini biliyordu. Ortalık hâlâ karanlıktı ve ışıldayan yıldızlar uyuyan kente bekçilik ediyordu. Yolda pelerinlere sarınmış birkaç kişiyle karşılaştılar. Bir, ikisi sarhoştu ve sendeliyordu, ama öbürleri Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 361 kenara çekilerek silahlı savaşçı taburunun geçmesine izin verdiler. Kollarının arasında bir çocuk olan bir kadın arkalarından, "Marduk yüzünüze gülsün, yiğit savaşçılar. Bizi Mısırlı barbar Trok'dan koruyun," diye seslendi. Trok, kadının ne dediğini anlayacak kadar Akkad dilini biliyordu. Bıyık altından güldü. Askerler el koydukları giysilerin içinde başkalarıyla karşılaşmadan cadde-nin sonuna vardılar, ama kapılar görününce bekçi evinin kapısından bir ses duyuldu. "Dur! Bu gecenin parolasını verin." Kapıyı koruyan yüzbaşı arkasında beş askerle meşalenin aydınlığına çıktı. Ancak hazırlıklı değillerdi. Miğferleri ve zırhları üstlerinde olmadığı gibi, uykusuzluktan gözleri şişmiş ve yüzleri çökmüştü. Trok berbat bir Akkad diliyle, "Kral Sargon'un Mısır Firavunları'na saygıdeğer elçisi," diye mırıldandı ve kuvvetlerine eliyle saldırı işareti verdi. "Kapıyı açıp kenara çekilin!" Böyle diyerek doğru yüzbaşının üzerine koştu. Adam bir an kararsız durdu. Sonra kılıçların ışıltısını görerek, "Silahlarınıza davranın!" diye bağırdı. Ama çok geç kalmıştı. Trok yüzbaşının tepesine dikilmişti bile ve bir tek kılıç darbesiyle onu yere yıktı. Adamları da kendilerini korumalarına vakit bırakmadan öbür muhafızların üzerine çullandılar. Ancak gürültü kapının yukarsındaki nöbetçileri harekete geçirmişti. Koç boynuzlarını öttürerek etrafı alarma geçirdiler ve kargılarını yukardan saldırganların üstüne fırlattılar. Trok, "Onları indirin oradan!" diye emretti, adamlarının yarısı da korkuluk duvarına ulaşmak için kapının iki yanındaki rampalara koştular. Anında duvarın üstündeki nöbetçilerle göğüs göğüse boğuşmaya başladılar. Trok adamlarının yarısını yanında muhafaza etmişti. İştar dev kapıları harekete geçiren, ağır vinç ve makaralardan oluşan karmaşık mekanizmanın bulunduğu odayı tarif etmişti, içerdeki savunucular odanın kapısını kapayamadan Trok adamlarını içeri soktu, birkaç dakikalık şiddetli bir çarpışmadan sonra da oradakilerin büyük kısmını öldürmüş ya da yaralamış bulunuyorlardı. Hayatta kalanlar silahlarını ellerinden attılar, içlerinden bazıları dizüstü düşerek boşu boşuna merhamet dilendiler. Diz çöktükleri yerde bıçaklandılar veya sopalarla öldürüldüler. Kalanlar yandaki küçük kapıdan kaçtılar, Trok da askerlerini dev vinçlerin başına götürdü. Bocurgatların her koluna iki asker asılınca kapılar açılmaya başladı. Fakat koç boynuzları kentin muhafızlarını uyandırmıştı. Barakalarından dışarı fırladılar. Kimi zırhsızdı, kimi tam olarak uyanamamıştı. Bu halde kapıyı savunmaya koştular. Trok vinç odasının ağır kapısını sürgülemiş ve önüne adamlarını dikmişti. Kapının yukarsındaki korkuluk duvarlarında askerleri savunucuları öldürmüş ya da duvarın tepesinden aşağı fırlatmışlardı. Şimdi rampalarda savaşıyor, saldırıya geçen Babillileri durdurmaya çalışıyorlardı. Babilliler içeri girme telaşıyla sopalarla vurdukça vinç odasının kapısı sarsılıyor, fakat vinçler Trok'un adamlarının çabalarıyla çalışıyor, dev kapılar da ağır ağır yükseliyor, altlarındaki aralık giderek genişliyordu. Kapılara giden cadde şimdi Babilli savunucularla dolup taşıyordu, ama kendi kalabalıkları hareketlerine engel oluyordu. Yan yana yalnız dört kişi rampalardan duvarların tepesine çıkabiliyor, Trok'un adamları da onları karşılayıp aşağı fırlatıyordu. Başkaları vinçlerin bulunduğu odanın kapısını zorlamaya çalışıyordu, ama kapılar fazlasıyla sağlamdı. En sonunda kapı kırılınca Trok'la adamlarını onları eşikte bekler buldular. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 362 Duvarların dışında ise Naja'nın adamları kol demirleri ve levyelerle ileri atılmışlardı. Ağır kapıları dışardan onlar da zorlayınca bir araba müfrezesinin geçmesine izin verecek kadar bir aralık açıldı. Trok'un adamları bundan sonra kenara çekildiler, Naja'nın başında bulunduğu bir savaş arabası alayı da karşı - 441 - - 440 - konulamaz bir hamleyle kapılardan | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:31 am | |
| konulamaz bir hamleyle kapılardan geçti ve caddeyi boydan boya kat etti. Mısır ordusu arkalarından içeri aktı. Trok onların başına geçti ve kent içinde geçtikleri yerleri kırıp dökerek saraya doğru ilerlediler. Babil'in yağmalanması başlamıştı. Saray, başında bizzat Sargon'un bulunduğu kuvvetler tarafından inatla savunuldu. Bununla birlikte Trok o akşam ilk terasın dış duvarlarında bir gedik açabildi. Kuvvetli bir birlik içeri akınca savunma çöktü. Sargon'un yatak odasına daldıklarında kralı, elinde kanlı bir kılıçla Mezopotamya'nın yok edici tanrısı Marduk'un tasvirinin önünde diz çökmüş durumda buldular. Yanında yatan kır saçlı kadının cesedi otuz yıl boyunca yanından ayrılmamış olan en sevdiği karısıydı. Sargon'un ona reva gördüğü ölüm, Trok'un adamlarının eline düştüğü takdirde başına gelebileceklerin yanında tatlı bir son sayılırdı. Ne çare ki Sar-gon kendi kılıcının üstüne düşmek cesaretini gösterememişti. Trok bir vuruşla silahını elinden düşürdü. "Sizinle konuşacak çok şeyimiz var, majesteleri," diye vaat etti. "Benden Seueth'in Kara Canavarı diye söz eden siz değil miydiniz? Beni yanlış renkle betimlediğinize sizi inandırabilmeyi umuyorum." Haremdeki kadınlar saraydan çıkarıldı. İştar'ın dediği gibi beş bin değil, beş yüz taneydiler. Trok en gençleri ve en güzellen olan yirmi tanesini kendine ayırdı, kalanları da üst rütbeli subaylarına verdi. Subaylar kadınları diledikleri kadar kullandıktan sonra erlere devredeceklerdi. Dahiyane birçok aygıt ve tertibin korumasında olduğundan sarayın altındaki toprağın içine gömülü hazineye ulaşmaları iki gün sürdü. Medialıİştar'ın hüneri ve doğrudan edindiği bilgiler olmasa ana hazine dairesine girmeleri çok daha uzun zaman alabilirdi. Yol açılınca Trok'la Naja, arkalarında Heseret'le merdiveni inip hazine dairesine girdiler. İştar içersini yüz yağ lambasıyla aydınlatmıştı. Bunların cilalanmış bakır aynalar tarafından ustaca yansıtılan ışıkları ganimeti bir kat daha değerli gösteriyordu. Hazinenin görkemi karşısında iki Firavun'la Heseret'in bile dilleri tutulmuştu. Gümüş dikdörtgen, altın ise istiflenmeyi kolaylaştırmak üzere iç içe giren konik külçeler halindeydi. Hepsinde kuyumcunun damgası ve Sargon'un saltanat arması dikkati çekiyordu. -442 - Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 363 İlk defa ne diyeceğini bilemeyen Heseret değerli metal kitlelerinin ışıltısına karşı nazik gözlerine elini siper etmek zorunda kalmıştı. Naja başından daha yükseklere sivrilen metal istiflerinin arasında yürüyor, birkaç adımda bir durarak külçeleri okşuyordu. Sonunda konuşabildi. "Ele bir bakirenin vücudu gibi sıcak ve pürüzsüz geliyorlar." Trok iki eline ağır birer külçe alarak neşeyle güldü. "Kaç taneler?" diye İş-tar'a sordu. "Heyhat henüz külçeleri saymak fırsatını bulamadık, görkemli ve kutsal majesteleri. Buna karşın Sargon'un yazıcılarının yazı tomarlarına göz atabildik. Bunlarda gümüşün toplam ağırlığı elli beş lakh, altınınki ise otuz üç lakh olarak kayıtlı." Büyücü küçümser bir hareketle ellerini iki yana açtı. "Ama bir Ba-billi'nin hesabına kim güvenebilir ki." "Sargon zannettiğimden de daha büyük bir haydutmuş." Trok bu sözleri adamı över gibi söylemişti. İştar tatlı bir sesle hatırlattı. "En azından burada bana vermeyi vaat ettiğiniz küçük ödüle yetecek kadar altın var." "Bu konu tartışmaya açık." Trok adama sevecen bir tavırla gülümsedi. "Benim iyi kalpli ve eli açık bir adam olduğumu biliyorsun. Ancak fazla eli açık olmak da bir tür budalalıktır. Ben ise hiç budala değilim." Hazinedeki serveti şeytani bir zevkle izlemenin keyfini çıkardıktan sonra firavunlar için kentte görülecek ve hayran olunacak pek çok şey vardı. Trok'la Naja sarayı turladılar, sonra da çeşmeleri, bahçeleri ve korularıyla en üst terasa tırmandılar. Bu yükseklikten her iki büyük nehri ve kentin dışındaki tarla, bataklık ve papirüs yataklarının manzarasını seyredebilirlerdi. Ardından bütün tapınakları ziyaret ettiler. Bu olağanüstü güzellikteki binalar da altın külçeleri, nefis möbleler, heykeller, mozaikler ve başka sanat eserleriyle ağzına kadar doluydu. Naja'yla Trok bunları adamlarına taşıtırlarken oraların tanrılarıyla onların eşitiymiş gibi kardeşçe konuştular. Trok Babil'in artık bir başkent olmadığını, sadece Mısır'ın bir satrapı olduğunu izah etti. Bu nedenle o tanrının dünyadaki yerini Trok'un orada ona layık bir yer bulacağı Avaris'e nakletmesi gerekecekti. Tanrının servetinin alınması ise sonradan ödenecek olan bir tür borç olarak görülmeliydi. Bu tapınakların en büyüğü her şeyi yiyip yutan Marduk'unkiydi. Trok burasını bir değerli metal ve ziynet kaynağı olmasının dışında sonsuz bir hayranlık uyandıracak bir yer olarak gördü. -443- T İştar, Marduk'un bir müridiydi ve delikanlıyken dinin açıklamalarını başra-hibin gözetimi altında bu tapınakta incelemişti. Ödülünü henüz alamadığından tıpkı bir aslanın karnına yapışmış kene gibi Trok'un ensesinden ayrılmıyordu. Trok'a Marduk diniyle ilgili bilgi de verdi. Trok, "Marduk'un bizim tanrımız Seu-eth'inkine çok benzer zevkleri var. Kardeş olsalar bu kadar olur," diye belirtti. "Majesteleri her zaman olduğu gibi yine keskin zekâlı. Ancak Marduk kendisine insan kurban edilmesine Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 364 Seueth'den de daha düşkün. Ve kurbanın kendisine sunuluş şekline de büyük önem veriyor." Büyücü, Trok'u bir geçit ve koridor labirentinden, bahçelerden, avlulardan ve yankılı salonlardan geçirerek tapınağın kalbindeki en kutsal mekâna götürdü. Burası başlı başına bir kentti. En sonunda ocak külliyesine geldiler. Trok ana kurban odasının yukarsında durdukları yerden büyülenmiş gibi bu mekânı seyretti. Bu yerin dizaynı ve yapısı onu çok şaşırtmıştı. "Burasını bana tarif et," diye İştar'a emretti. "Bu duvarların her birinin arkasında bir değil, iki ocak var." İştar pırıl pırıl bakırdan yapılmış duvarları işaret etti. "İçerde mangal kömürüyle yakılan ateşlere dev körüklerle üflenir, bunun sonucunda da metal duvarlar sıcaktan doğan güneş gibi parlamaya başlarlar. Duvarlar devingendirler. Rahipler manivelaların yardımıyla onları öne çekebilir ya da birbirlerinden ayırabilirler..." İştar açıklamasını bitirdikten sonra Trok zırhlı elini öbür elinin avucuna vurdu. "Seueth'le Marduk tanığımdırlar ki daha önce böyle bir şey görmedim. Bu işlemin bana gösterilmesi gerekir. Her şey tarif ettiğin biçimde oluyorsa, aynı düzeni Avaris'teki kendi tapınağımda da yaptırırım. Rahiplere cehennem ocaklarını yakmalarını emret. Zaferimi Marduk'a bir kurban vererek kutlayacağız." İştar onu uyardı. "Ocakların istenilen ısıya ulaşmaları günler sürer." Trok, "Benim vaktim çok," dedi. "Ganimetin yola çıkarılmasını denetlemek zorundayım. Ayrıca Sargon'un genç karılarından yirmisini hoşnut etmek de görevim." Adam gözlerini yuvarladı. "Gerçekten zorlu bir iş bu. Zaten serseri askerlerim hâlâ kenti yağmalamakla meşgullar. Akıllarını başlarına getirmeme kadar herhalde biraz zaman geçecektir." Tork üç gün sonra büyük sarayın üst terasında yüksek rütbeli subayları için bir zafer şöleni veriyordu. Konuklar dev saksılar içinde yetişen portakal ağaçlarından oluşmuş bir koruda yere uzanmışlardı. Bütün ağaçlar çiçek açmıştı, hava tatlı parfümleriyle dolmuştu. Etraflarındaki çeşmelerdan şırıl şırıl su akıyordu. Şölen masası ipek halılarla örtülüydü. Kâselerle kaplar değerli taşlarla bezeli gümüşten veya altındandı -tapınaklardan alınmışlardı. Konukların üstünde oturduk- -444- ları canlı iskemleler Sargon'un karılarıydı- kadınlar altın zincirleri dışında çırılçıplak olarak yere diz çökmüşlerdi. Daha sonra köpüren biralarla tatlışaraplar etkilerini gösterdi ve canlı iskemleler yastık ve şilte olarak kullanıldılar. Bu sefahat alemi sırasında İştar; Trok'un yanına sokuldu ve, "Denizleri yutan ve yıldızları yiyen Firavun tanrı, ocaklar hazır," diye kulağına fısıldadı. Trok güçlükle ayağa kalktı ve ellerini çırptı." Nazik kardeşlerim!" diye subaylara hitap etti. Subaylar bu şakaya kahkahalarla güldüler. "Sizin için bir eğlence düzenledim. Beni izleyin!" Trok adamlarını arkasına alarak merdivenlere doğru sendeledi. Hepsi galerinin yukarsındaki duvarın üstüne dizilmişler, aşağıdaki kurban odasına bakıyorlardı. Başlarının yukarsındaki çifte bacalardan duman süzülüyordu, onlar da kızmış metal duvarlardan yansıyan ısıda terlemeye başlamışlardı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 365 Trok, başrahibin sofuluk taslayan tekdüze sesini taklit ederek, "Bu kenti bize bir savaş ganimeti | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:31 am | |
| Trok, başrahibin sofuluk taslayan tekdüze sesini taklit ederek, "Bu kenti bize bir savaş ganimeti olarak veren büyük tanrı Marduk'a kurban vermek için bugün burada toplandık," dedi. Konukların hepsi onu sevinçle alkışladılar. "Tanrıya bir kralla sülalesinden daha uygun bir kurban verilebilir mi?" Konuklar yine alkışa başladılar. Trok'un verdiği işaret üzerine İştar, yüz kölenin mekanizmayı harekete geçirmek için bocurgatların başında durdukları aşağıdaki odaya koşa koşa indi. Başrahibin işareti üzerine Marduk'a bir övgü okumaya başladı. Rahip kızgın duvarlı açık odanın yukarsındaki kürsüsünün başına geçti, ilahiler okuyan kölelerin oluşturduğu fonun önünde her iki kolunu kaldırdı ve düdük gibi sesiyle bir dua okumaya koyuldu. İşareti üzerine ocak odasının durağan duvarında küçük bir kapı açıldı ve başka bir rahip bir insan kafilesini önü sıra içeri sürdü. Köleler sade beyaz tunikler giymişlerdi ve boyunlarının etrafındaki ipten başka süsleri yoktu. Her iki cinsiyetten ve her yaştandılar. Bazıları, annelerinin kollarının arasında taşınan bebeklerdi; başkaları yeni yürümeye başlayan çocuklardı; daha başkaları erişkinliğin eşiğindeydiler. Fakat hepsinin uzun boylusu bir kral ve savaşçı endamlı, ak saçlı zayıf bir adamdı. Trok onu alaya aldı. "Selam sana göklerle iki nehrin arasındaki kutsal toprakların güçlü yöneticisi Sargon. Şimdi senin için kendinin yapmaya cesaret edemediğin şeyi yapacağım. Seni elçi olarak yok edici tanrın Marduk'un sevgi dolu kollarının arasına yolluyorum. Ben merhametli bir adam olduğum için karılarının, küçük oğullarınla kızlarının yasını tutmalarını istemiyorum. Bu yüzden sana arkadaşlık etmeleri için onları da seninle yolluyorum." Trok kah- -445- kanaların dinmesini bekledikten sonra devam etti. "Onunla karşı karşıya geldiğin zaman Marduk'a şu mesajı ver. Tanrısal kardeşi Trok'un onu selamladığını ve lütfunu istediğini söyle." Sargon oğullarını etrafına topladı ve Trok'a bakmaya veya sözlerine bir karşılık vermeye tenezzül etmedi. Trok, başrahibe baktı. "Şimdi şu senin makinenin nasıl çalıştığını bize göster." Başrahip yine bir ilahi söylemeye başladı, ama bu seferki farklı bir duaydı; sert ve ilkeldi. Arkasındaki odada köleler de ilahiye katılıyorlardı. Hep birlikte aynı anda ileriye doğru bir adım attılar ve taş karolara çarpan çıplak ayakları gökgürültüsü gibi bir ses çıkardı. Bocurgat ağır ağır dönmeye saşladı. Önce görünürde bir şey olmadı, İştar da, "Yanan duvarlara bak, bütün savaşçı kralların en büyüğü güçlü Trok," diye fısıldadı. "Bak, nasıl birbirlerine yaklaşmaya başladılar, yavaş yavaş, çok yavaş. Ama sonunda birleşiyorlar, kurbanlar da lambanın alevine kapılmış bir kelebek gibi kızarıyor ve kararıyorlar." Trok öne eğildi. Yüzü tatlı bir heyecanla terden parlıyordu. İştar kâseden başını kaldırarak, "Marduk hoşnut kaldı," dedi. "Ona ocakta sunduğun kurbanlar çok hoşuna gitti." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 366 Trok başıyla onayladı. "Kardeşim Marduk'a hoşnut olmasına sevindiğimi söyle." Trok tapınağın özel iç odasında Yok Edici Marduk'un önündeki taşların üstüne serilmiş leopar postu yığınının üstünde diz çökmüştü. Tanrının altından tasviri güleç yüzlü, güzel bir delikanlıyı temsil ediyordu, Heykel üç veya dört insan boyundaydı. Tanrıyı bir ölümlüden ayıran biricik özellik kıvırcık kafasının iki yanındaki minik keçi boynuzları ve ayak yerine çatallı toynaklarıydı. Bu tasviri ilk gördüğünde Trok, iştar'ı yalancı çıkarırcasına, "Bana Marduk'un korkunç bir tanrı olduğunu, tanrılar topluluğundaki başka tanrılardan daha zalim ve şiddetli olduğunu, hatta Seueth'den bile daha kana susamış olduğunu söylemiştin. Oysa bu güzel bir genç," demişti. Ama İştar, "Sakın aldanmayın, kutsal Firavun," diye karşılık vermişti. "Bu, Marduk'un insanlara gösterdiği yüzüdür. Gerçek görünümü o kadar iğrenç ve korkunçtur ki ona bakan bir insan anında kör olur ve ağzından salyalar akan bir deliye dönüşür." -446- Bu sözlerle aklı başına gelen Trok tasvirin önünde diz çöktü ve rahipler yeni doğmuş iki bebeği getirip tanrıya sundukları zaman sesini çıkarmadan bekledi. İştar bundan sonra bebeklerin boğazını o kadar ustalıkla kesti ki altlarında tuttuğu altından kehanet kâsesine kanlarını akıttıkları sırada kurbanlardan gık bile çıkmadı. Kanı boşalan küçük vücutlar kutsal odanın altındaki ocağa inen mermer süte atıldıktan sonra İştar altın kâseyi mihrabın önüne koydu ve günlük mangallarını tutuşturdu. Arkasından ilahi okuyarak ve bir şeyler mırıldanarak alevlerin içine avuç avuç otlar attı, çok geçmeden de kubbeli oda mavi duman halkalarıyla, hava da solunulamaz parfümlerle doldu. Trok bir süre sonra net olarak düşünemez hale geldi, görüşü de bozulduğundan gölgelerin dans ettiğini görmeye, kulaklarına ta uzaklardan alaylı kahkaha sesleri gelmeye başladı. Bunun üzerine gözlerini kapadı ve parmaklarını göz kapaklarına bastırdı. Onları tekrar açtığında tanrının yüzündeki tatlı gülümseyişin, derisinin üstünde zehirli böcekler sürünürmüş gibi tüylerini diken diken eden müstehcen ve korku verici bir bakışa yerini bıraktığını gördü. Başka yere bakmaya çalıştı, ama bunu başaramadığını fark etti. Kanla dolu kâsenin yüzündeki işaretleri anlamlandıran İştar, "Büyük tanrı Marduk hoşnut," diye tekrarladı. "Sorularınızı lütfedip yanıtlayacak." "Marduk'a onu emsalim olarak saygılarımı sunduğumu söyle. Ocağına bin kurban daha yollayacağım." "Marduk sizi duyuyor." İştar kâseyi eline alıp içine baktı. Uzun bir suskunluktan sonra kucağında kâseyle öne ve arkaya sallanmaya başladı. Sonunda başını kaldırdı. "Bak bize Marduk, Babil'in büyük tanrısı! Konuş bizimle, korkunç varlık, yakarıyoruz sana!" Altın heykele kollarını açtı, tanrı da bir çocuğun tatlı ve peltekçe sesiyle konuştu. "Seni selamlıyorum, Trok kardeş," dedi garip bir sesle. "Çöllerde kanatlarını açan ve pençelerini sivrilten yavru şahin hakkında bilgi istiyorsun." Trok bedensiz sese olduğu kadar sözlerinin doğruluğuna da şaşırmıştı. Gerçekten de Nefer Seti'ye saldırıp onu yok etme planlarıyla ilgili olarak tanrıdan bilgi istemeyi düşünmüştü. Yanıt vermeye çalıştıysa da, boğazı tıkanmış ve eski bir mumyanın sargıları gibi kurumuştu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 367 Çocuksu, tatlı ses devam etti: "Sadık hizmetkârım Medialıİştar'dan yerinde öğütler almışsın. Onu dinlediğin iyi olmuş. Öyle yapmayıp düşündüğün gi- -447- bi Gallala'nın üzerine yürümüş olsaydın, alaylarını mahveden ve kumlara gömen hams/n'den daha büyük bir felaketle karşılaşırdın." Trok acı acı düşündü: İştar'ın onu Nefer Seti'ye saldırmak ve kaçan kadını Mintaka'yı ele geçirmek için doğu çölüne başka bir ordu göndermekten nasıl vazgeçirdiğini anımsıyordu. Casusları uzun zaman önce ona o çiftin Galla-la'daki yerini bildirmişti. Trok sefer için başka arabalarla askerlerden oluşan bir kuvvet toparlamıştı. Tahtının üzerindeki bu tehditten kurtulmadığı, erişkin olmasından önce çocuk Firavun'u ezmediği takdirde, isyanlarla ayaklanmaların çok geçmeden bütün ülkesine yayılacağını biliyordu. Bu olduğu zaman ise kurmakta olduğu hanedanlık yok olacaktı. Nefer Seti tehdit ve tehlikesini ortadan kaldırmaktan da çok onu küçük düşüren ve meydan okuyan biricik kadını ele geçirmeye can atıyordu. Ona duyduğu nefretin yanında içindeki tüm öteki duygular zayıf kalıyordu. İştar onun harekete geçmesini engellemişti. Kötü sonuç kehanetleri, felaket ve ölüm uyarılarıyla onu, kuvvetlerini Naja'nınkilerle birleştirip efsanevi Ba-bil kentine yapılacak sefere katılmaya razı etmişti. Sefer şu ana kadar zaferle sonuçlandığı ve ganimetlerle katliam bütün tahminleri aştığı halde Trok her nedense kendini tatmin olmuş hissetmiyordu. Altından tanrıyla olduğu kadar kendi kendisiyle konuştu: "Nefer Seti'yi ele geçirmem lazım. Ben onu öldürüp tekrar dinlememesi için cesedini alevlerin içine atana kadar çifte taç başıma sağlam oturamayacak. Daha şimdiden Mısır'daki bütün binalarla anıtlardan onun adıyla babasının adını sildirdim, ama onu ve onunla ilgili anıları sonsuza dek yok etmem şart." Öfkesiyle nefreti arasında yerinden fırlayıp İştar'la tanrısına, "Kötü kehanetlerin ve uğursuz uyarılarınla daha önce de beni kaderimden yoksun ettin," diye bağırdı. "Şimdi seninle ibadet eden biri değil, emsalin olarak, seninle eşit biri olarak konuşuyorum. Nefer Seti'nin bedeniyle ruhunu bana teslim etmeni istiyorum. Senden ve şuradaki dalkavuğundan başka bir red kabul etmem." Trok öfkesi arasında İştar'a bir tekme savurdu. Medialı tekmenin geldiğini görerek kendini yana attı. Trok'un maden destekli sandaletinin bu arada kehanet kâsesine takılmasıyla bebeklerin kanı da taşların üstüne ve mihrabın önüne saçıldı. Bu yaptığı Trok'u bile dehşet içinde bırakmıştı. Tasvirin önünde taş kesilmiş gibi duruyor, tanrının göstereceği tepkiyi bekliyordu. İştar, "Bağışlanamaz saygısızlık!" diye feryat etti. "Girişimin işte şimdi kaçınılmaz bir başarısızlığa mahkûm oldu, Trok Uruk." Büyücü bundan sonra -448 - kan gölcüğünün içinde secdeye yattı. Duyduğu dehşetten başını kaldırıp puta bakamıyordu bile. Tapınak odasına korkunç bir sessizlik egemen olmuştu. Üstünde durdukları taş zeminin altında kurbanların yakıldığı ocağın alevlerinin hafif homurtusu bu sessizliği daha dc> belirginleştiriyordu. | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:31 am | |
| kan gölcüğünün içinde secdeye yattı. Duyduğu dehşetten başını kaldırıp puta bakamıyordu bile. Tapınak odasına korkunç bir sessizlik egemen olmuştu. Üstünde durdukları taş zeminin altında kurbanların yakıldığı ocağın alevlerinin hafif homurtusu bu sessizliği daha dc> belirginleştiriyordu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 368 Derken yumuşak, fakat hiçbir şüpheye yer bırakmayan bir ses duyuldu. Uyuyan bir çocuğun solukları gibi bir şeydi, ama giderek sertleşiyor ve kuvvetleniyordu. Şimdi vahşi bir hayvanın, sonra da bütün tapınakta yankılar uyandıran bir canavarın solukları oldu bu. En sonunda da hiddetlenmiş bir tanrının, bütün gökyüzünün fırtınalarının, okyanusun dalgalarının kükremesine dönüştü. Ses o kadar korkunçtu ki Medialıİştar bile bir çocuk gibi hafif hafif inlemeye başladı. 'Tanrı başarmanıza artık kesinlikle izin vermez. Taita'yla korunuğuna karşı yürüyüşe geçmeniz artık çok tehlikeli olur. Yani Büyücü ölene kadar," diye fısıldadı. Tam o sırada korkunç bir ses konuştu. O kadar sert, o kadar dünyanın dışından gelmiş gibiydi ki Trok'un sinirleri gerildi ve adam titremekten kendini alamadı. "Dinle beni! Tanrılar topluluğunun bir üyesi olduğunu iddia eden ölümcül Trok Uruk!" Sanki gök gürledi ve gürlemeler kutsal odanın karanlık köşelerinde yankılandı. "Bir tanrı olmadığını biliyorsun. Dinle beni, saygısız ölümcül! Eğer bana ve kâhinim Medialıİştar'a meydan okuyarak Gallala üzerine yürürsen seni de, ordunu da yok ederim. Tıpkı öbür ordunu çölün kumlarına gömdüğüm gibi. Bu kez öfkemden kurtulamayacaksın." Günlük maltızlarından yükselen zehirli dumanlardan sarhoş gibi olduğu ve tapınağı dolduran Marduk'un öfkesinden ürktüğü halde, Trok, İştar'ın itirazlarında bir sahtelik, Marduk'un öfkesinin şiddetinde de pek inandırıcı olmayan bir şeyler sezecek kadar kurnazdı. Tanrı'nın doğaüstü gösterilerinin sarstığı cesaretini toparlayıp onu neyin duraklattığını teşhis etmeye çalıştı. Hayvansı solukların ve gökgürültüsünü andıran sesin altın heykelin karnından çıktığını keşfetmişti. Dikkatle bakınca tanrının göbek deliğinin karanlık bir yarık olduğunu fark etti. Heykele doğru bir adım atması üzerine İştar panik halinde başını kaldırdı ve, "Sakın ha, Firavun! Tanrı hiddetli! Ona yaklaşayım deme!" diye tısladı. Trok duymazlıktan gelerek tanrı heykelinin göbeğine bakarak bir adım daha attı. Yarığın derinlerinde hafif bir ışıltı, gölgemsi bir hareket gördü. Sa- -449- Büyücüler'Kralı/F:29 l vaşlarda birçok kez kaderin ondan yana olduğu anı sezmişti, şimdi de aynışeyi hissediyordu. Kendini toparlayıp tanrının soluklarının korkunç sesini bastırarak bağırdı. "Sana meydan okuyorum, Yok Edici Marduk! Eğer elinden gelirse beni yere vur! Becerebileceksen tapınağının ateşlerini üzerime boşalt!" Tanrının göbek deliğindeki ışıltı yine gözükünce ve soluklar duraklayınca, Trok'un şüpheleri gerçek oldu. Kılıcını çekti, yassı yüzüyle İştar'ı devirip yolunun üstünden uzaklaştırdı. Sonra koşarak altından tasvirin arkasına atıldı. Burasını alelacele inceledi, metale kılıcının ucuyla vurdu. Heykel davul kadar boş izlenimini uyandırıyordu, daha dikkatli bakınca etrafındaki metale hemen hemen kusursuz uyan oynak bir pano keşfetti. Trok, "Bir 'kapak ha!" diye homurdandı. "Marduk'un karnında, ağzından içeri girenlerden daha fazla bir Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 369 şeyler olduğu anlaşılıyor." Dönüp heykelin karnındaki yarıktan içeri bakışını dikti. Bir insan gözü ona bakıyordu. Gözbebeği şaşkınlıkla irileşti, Trok da, "Çık dışarı, büyük canavarın pisliği!" diye kükredı. Heykele omzunu dayayarak var gücüyle itti. Heykel taş kaidesinin üstünde sarsılınca Trok tekrar itti. Tasvir ağır ağır taş zeminin üstüne devrildi. Heykelin altında ezilmesine ramak kalan İştar haykırarak kendini yana attı. Tanrının kafası düşüşten sonra yana çarpılmıştı, korkunç çatırtıyı izleyen sessizlikten sonra da heykelin içinde ürkmüş fareler tarafından çıkarılan gürültüye benzer tırmalamayı andıran sesler duyuldu. Pano hızla açıldı ve küçük bir vücut dışarı süründü. Trok onu gür buklelerinden yakaladı. Küçük kız o bal gibi tatlı sesiyle, "Merhamet, büyük Kral Trok," diye yalvardı. "Sizi aldatmaya çalışan ben değildim. Başkalarının emrini yerine getirıyordum." O kadar güzel bir çocuktu ki Trok bir an öfkesinin hafiflediğini hissetti. Ama sonra, kızı ayak bileklerinden yakaladı ve tek eliyle baş aşağı sallandırdı. Küçük kız ağlıyor, kralın pençesinde kıvranıyordu. Trok, "Bunu sana kim emretti?" diye sordu. Kız ağlıyordu. "Medialıİştar." " Trok kızı başının yukarsında iki kere sallayarak hız ve güç kazandı, sonra zavallıyı tapınağın sütununa çarptı. Küçük kızın çığlıkları anında kesildi. Trok küçük vücudu buruşuk bir kütle halinde mihrabın üstüne fırlattı. Sonra altın puta dönerek kılıcı kapağın aralığından içeri soktu ve tanrının karnının içinde evirip çevirmeye başladı. Derken yeni bir cıyaklama oldu ve şekilsiz bir yaratık aralıktan kendini dışarı attı. Trok önce bunun dev bir kurba- -450- ğa olduğunu sandı ve kendini panik halinde arkaya savurdu. Ama sonra bunun, az önce öldürdüğü kızdan da daha küçük yapılı kambur bir cüce olduğunu gördü. Cüce küçük yapısıyla tam bir çelişki halindeki boğa gibi bir sesle kükredı. Trok'un hayatında gördüğü en çirkin yaratıktı. Şaşı bakan gözleri bile farklı boyutlardaydı. Kulaklarıyla burun deliklerinden ve yüzünden sarkan dev benlerden kara kıl kümeleri fışkırıyordu. "Seni aldatmaya kalkıştığım için beni bağışla, Mısır'ın kralı olan güçlü tanrı!" Trok kılıcıyla ona doğru bir hamle yaptı, ama yaratık kendini arkaya attı ve o garip sesiyle korku çığlıkları atarak kutsal odada sağa, sola koşmaya başladı. Trok onun maskaralıklarına gülmekten kendini alamadı. Cüce bu arada odanın arkasındaki perdelerin arkasına daldı ve gizli bir kapıdan geçerek gözden kayboldu. Trok onun kaçmasına göz yumdu ve dikkatini iştar'a çevirdi. Odadan kaçmaya çalışan büyücünün reçineyle sertleştirilmiş bir saç tutamını tam zamanında yakaladı. Onu boylu boyunca taş zeminin üstüne fırlattı ve kaburgalarına, karnına ve sırtına tekmeler atmaya başladı. "Bana yalan söyledin ha!" Trok gülmüyordu artık, yüzü öfkeden mor olmuştu. "Bile bile kandırdın beni. Beni amacımdan saptırdın." Vahşice savrulan tekmelerden kaçmak için yerlerde yuvarlanan İştar, "Yalvarırım, efendimiz, ne yaptıysam sizin iyiliğiniz için yaptım," diye feryat etti. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 370 Trok, "Tamose'un tohumunun Gallala'da kontrolsüz gelişmesine ve ülkemde isyan ve kargaşaya yol açmasına benim iyiliğim için mi göz yumdun?" diye kükredi. "Beni buna inanacak kadar deli ve budala mı sanıyorsun?" Trok'un ayağı kaburgalarına toslayıp onu sırtüstü devirirken İştar, "Ama doğru," diye geveledi. "Fırtınaya emredip köpeğiymiş gibi dilediklerini yaptıran bir Büyücü'ye nasıl karşı koyabilirdik?" "Sen Taita'dan korkuyorsun." Trok durup soluk aldı. "Büyücü'den korkuyorsun ha" diye inanamayarak sordu. "O bizi görüyor. Benim büyülerimi aleyhimize çevirebiliyor! Ona karşı gelemem. Sizi sadece ondan kurtarmaya çalıştım, büyük Firavun." Trok, "Sen yalnız kendi mavi dövmeli postunu kurtarmaya çalıştın," diye hırladı ve İştar'ın iki büklüm vücuduna yine tekmeler yağdırmak için davrandı. "Sana yalvarıyorum tanrıların en kuvvetlisi." İştar iki koluyla başını korumaya çalışıyordu. "Bana ödülümü ver de gideyim. Taita gücümü yok etti. Bir daha karşısına çıkamam. Size başka bir y | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:32 am | |
| -450- ğa olduğunu sandı ve kendini panik halinde arkaya savurdu. Ama sonra bunun, az önce öldürdüğü kızdan da daha küçük yapılı kambur bir cüce olduğunu gördü. Cüce küçük yapısıyla tam bir çelişki halindeki boğa gibi bir sesle kükredı. Trok'un hayatında gördüğü en çirkin yaratıktı. Şaşı bakan gözleri bile farklı boyutlardaydı. Kulaklarıyla burun deliklerinden ve yüzünden sarkan dev benlerden kara kıl kümeleri fışkırıyordu. "Seni aldatmaya kalkıştığım için beni bağışla, Mısır'ın kralı olan güçlü tanrı!" Trok kılıcıyla ona doğru bir hamle yaptı, ama yaratık kendini arkaya attı ve o garip sesiyle korku çığlıkları atarak kutsal odada sağa, sola koşmaya başladı. Trok onun maskaralıklarına gülmekten kendini alamadı. Cüce bu arada odanın arkasındaki perdelerin arkasına daldı ve gizli bir kapıdan geçerek gözden kayboldu. Trok onun kaçmasına göz yumdu ve dikkatini iştar'a çevirdi. Odadan kaçmaya çalışan büyücünün reçineyle sertleştirilmiş bir saç tutamını tam zamanında yakaladı. Onu boylu boyunca taş zeminin üstüne fırlattı ve kaburgalarına, karnına ve sırtına tekmeler atmaya başladı. "Bana yalan söyledin ha!" Trok gülmüyordu artık, yüzü öfkeden mor olmuştu. "Bile bile kandırdın beni. Beni amacımdan saptırdın." Vahşice savrulan tekmelerden kaçmak için yerlerde yuvarlanan İştar, "Yalvarırım, efendimiz, ne yaptıysam sizin iyiliğiniz için yaptım," diye feryat etti. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 370 Trok, "Tamose'un tohumunun Gallala'da kontrolsüz gelişmesine ve ülkemde isyan ve kargaşaya yol açmasına benim iyiliğim için mi göz yumdun?" diye kükredi. "Beni buna inanacak kadar deli ve budala mı sanıyorsun?" Trok'un ayağı kaburgalarına toslayıp onu sırtüstü devirirken İştar, "Ama doğru," diye geveledi. "Fırtınaya emredip köpeğiymiş gibi dilediklerini yaptıran bir Büyücü'ye nasıl karşı koyabilirdik?" "Sen Taita'dan korkuyorsun." Trok durup soluk aldı. "Büyücü'den korkuyorsun ha" diye inanamayarak sordu. "O bizi görüyor. Benim büyülerimi aleyhimize çevirebiliyor! Ona karşı gelemem. Sizi sadece ondan kurtarmaya çalıştım, büyük Firavun." Trok, "Sen yalnız kendi mavi dövmeli postunu kurtarmaya çalıştın," diye hırladı ve İştar'ın iki büklüm vücuduna yine tekmeler yağdırmak için davrandı. "Sana yalvarıyorum tanrıların en kuvvetlisi." İştar iki koluyla başını korumaya çalışıyordu. "Bana ödülümü ver de gideyim. Taita gücümü yok etti. Bir daha karşısına çıkamam. Size başka bir yararım dokunamaz." -451 - T 1 Trok tekme atmaya hazırlanmış bir bacağı havada olduğu halde durdu. "Ödülün mü?" diye şaşkınlıkla sordu. "İhanetini herhalde üç lakh altınla ödüllendireceğimi düşünmüyorsundur." İştar dizlerinin üstünde doğruldu ve Trok'un ayağını öpmeye çalıştı. "Size Babil'i verdim efendimiz. Bana vaat ettiğiniz ödülü esirgeyemezsiniz." Trok öfkeyle güldü. "Senden her ne istersem esirgerim. Hayatını bile. Eğer bir gün fazla yaşamak istersen beni Gallala'ya götürür ve Büyücü'yle bir sihir savaşımında şansını denersin." - Nefer Seti'nin Kızıl Yol'u başarıyla geçtiğini ve hükümdarlığını kanıtladığını görünüşe göre bütün Mısır duymuştu. Gallala'ya her gün ülkenin dört bir yanından ziyaretçiler geliyordu. Bazıları, Trok'la Naja'nın, yokluklarında Mısır'ı korumaları için arkalarında bıraktıkları alayların albaylarıyla yüzbaşılarıydı. Başkaları Nil boyundaki büyük kentlerin -Avaris'le Memphis, Teb ve Asuvan-büyüklerinin elçileri ve bu kentlerdeki tapınakların yüksek rütbeli rahipleriydi. Naja'yla Trok'un zulmünden ve aşırılıklarından bıktıkları ve despotların o kadar uzaktaki Babil'de bulunmalarından cesaret buldukları için hepsi Nefer Seti'ye bağlılık yemini etmeye gelmişlerdi. Elçiler ona, "Mısır halkı sizi buyur etmeye hazır," dediler. Yüzbaşılar da, "Kutsal topraklara ayak bastığınız ve yüzünüzü görüp söylentilerin doğru olduğunu Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 371 anladıkları zaman alaylarımız hemen sizin safınıza geçecekler," diye garanti verdiler. Nefer'le Taita onları sıkı sıkı sorguya çekerek alaylarının dökümlerini ve hazırlık durumlarını bilmek istediler. Trok'la Naja'nın Mezopotamya serüvenleri için alaylarının kaymağını seçip götürdükleri ve arkada yalnız yedekleri bıraktıkları çok geçmeden ortaya çıktı. Yedekler ise çok genç ve deneyimsiz olanlardan ya da askerlik hayatlarının sonuna yaklaşan ve emeklilik zamanlarıyla nehir kıyısındaki arazilerinde güneşte oturup torunlarıyla oynayacakları günleri iple çeken yorgun ve formdan düşmüş kişilerden oluşuyordu. "Savaş arabalarıyla atlardan ne haber?" Nefer Seti yaşamsal soruyu sormuştu. Yüzbaşılar kırlaşmış kafalarını salladılar. Ciddi görünüyorlardı. "Trok'la Naja bütün alayları soyup soğana çevirdiler. Araçların neredeyse tamamı onlarla batı yoluna gittiler. Doğu sınırlarında devriye gezerek çölün Bedevi akıncılarının cesaretini kıracak kadar bile araba bırakmadılar." -452- "Memphis'teki, Avaris'teki ve Teb'deki atölyelerden ne haber?" diye sordu Nefer. "Her biri bir ayda en az elli araba çıkarabilir." "Atlar o arabaları çekecek kadar eğitilir eğitilmez Babil'de iki Firavun'un ordusuna katılmaya yollanıyorlar." Taita bu bilgiyi de sindirdi. "Sahte firavunlar arkalarında oluşturduğumuz tehdidin bilincindeler. Mısır'da bıraktıkları alayların onlara karşı ayaklanması ve gerçek Firavun Nefer Seti'ye bağlanmaları halinde etkili bir kuvvet olmalarını sağlayacak atlılardan ve arabalardan yoksun olmalarını garantilemek istiyorlar." Nefer subaylara, "Birliklerinizin başına dönmelisiniz," diye emretti. "Galla-la'da zaten fazla kalabalığız; yiyecek ve su stoklarımızı zorluyoruz. Daha fazla araçla atın Mısır'dan ayrılmasına izin vermeyin. Adamlarınızı idmanlı tutun ve içlerinde en iyilerini imal edilen yeni arabalarla donatın. Size despotlara karşı liderlik etmek için yakında, hem de çok yakında yanınıza geleceğim." Subaylar Firavun'un adını överek ve tekrar tekrar bağlılık yeminleri ederek oradan ayrıldılar. Taita, Nefer'e öğütler verdi. "Onlara ettiğin vaati vaktinden önce yerine getiremezsin. Ancak kumandan altında güçlü, iyi eğitilmiş ve iyi donanmış bir kuvvetle Mısır'a geri dönebilirsin. Buraya gelen yüzbaşılar iyi ve sadık kişiler, onlara güvenebileceğini biliyorum. Bununla birlikte, sahte firavunlar geri döndükleri zaman başlarına geleceklerden korktukları ya da onların ülkeyi yönetmeye kutsal hakları olduğuna inandıkları için Trok'la Naja'ya bağlı kalanlar da var. Ayrıca, kararsız olup sende herhangi bir zaaf fark ettikleri takdirde aleyhine dönecek olanları da unutma." "Öyleyse yapacak çok işimiz var." Nefer her zamanki yaşlı hocasının öğüdünü dinlemişti. "Thane'de ele geçirdiğimiz atların sonuncularını evcilleştirmemiz ve kumların altından çıkardığımız arabaların onarımını tamamlamamız gerekiyor. Dahası Trok'la Naja'nın kıdemli askerlerine karşı koyabilmek için adamlarımızın eğitimlerini tamamlamaları lazım. Bütün bunları başardıktan sonra Mısır'a döneceğiz." Gallala'daki küçük ordu böylece sahte firavunların gücüne karşı koyabilecek bir kuvvet olabilmek yolunda çabalarını artırdı. Nefer hepsinden daha sıkı çalıştığı için, genç komutanları onlar için bir ilham kaynağıydı, ilk bölüklerle gün doğmadan yola çıkıyor ve Kızıl Yol'un öbür savaşçılarıyla ona öğütler veren Taita'yı yanına alıp alaylarını yavaş yavaş uyumlu bir bütün haline getiriyordu. Akşam vakti yorgun ve toz içinde kente döndüğü vakit atölyelere gidiGenerated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 372 -453- yor, orada silah ve araba ustalarını, gönüllerini alarak ve onlarla tartışarak daha sıkı çalışmaya zorluyordu. Karnını doyurduktan sonra da Taita'yla oturup savaş planlarını ve kuvvetlerinin konumunu gözden geçiriyordu. Genellikle ancak gece yarısından sonra sendeleyerek yatak odasına girebiliyordu. Min-taka o zaman uyanarak hiç yakınmadan yatağından kalkıyor, zırhını ve sandaletlerini çıkarmasına yardım ediyor, ayaklarını yıkıyor ve ağrıyan kaslarını güzel kokulu yağlarla ovuyordu. Sonra uyumasına yardımcı olması için bir kâse şarapla balı ısıtıyordu. Kâse çok zaman içindekiler içilip bitirilmeden Nefer'in ellerinden düşüyor ve delikanlının başı yastığının üstüne çöküyordu. Genç kız bunun üzerine eteğini üzerinden sıyırıyor, sevgilisinin başını göğsüne yaslıyor ve Nefer şafağın ilk ışığıyla uyanıncaya kadar öylece tutuyordu. Meren Kızıl Yol'da aldığı yaraların etkisiyle her gün biraz daha bitkin düşüyordu. Taita kırık kaburgalarını bağlamış, onlar çabuk iyileşmişlerdi. Yırtık kulağı da diktiğinden kulak şimdi sadece biraz çarpıktı; Merykara ise yanağın-daki yarım ay biçimli yara izinin onu daha ilginç ve olgun gösterdiğini düşünüyordu. Ancak, kılıcın koltukaltına saplandığı yer Taita'yı bile kaygılandırıyordu. Onu yokladığı zaman derinliğinin çizdiği açıdan silahın Meren'in akciğerine saplandığını anlıyordu. İki kere kapandığı zannedilmiş, fakat yara tekrar açılmış; pis kokulu cerahat ve sıvı sızdırmıştı. Bazan aklı başında olunca Meren yardımsız olarak oturabiliyor ve yemek yiyebiliyordu. Ama pis sıvılar yine fışkı-rınca tekrar yarı baygın hale düşüyor ve ateşi fırlıyordu. Merykara başucunda oturarak pansumanlarını değiştiriyor ve yaraya Ta-ita'nın onun için hazırladığı merhemden sürüyordu. Meren'in daha iyi olduğu zamanlarda ise ona şarkılar söylüyor, kentin ve ordunun haberlerini aktarıyordu. Onunla bao da oynuyor; eğlenmesi için ona maniler ve bilmeceler uyduruyordu. Yara yine kötüye gidince onu bebek gibi doyuruyor ve yıkıyor, sakin-leşinceye kadar ter içindeki başını okşuyordu. Gece delikanlının ayak ucunda uyuyor, Meren kımıldadığı ya da ateşin pençesinde sayıkladığı zamanlar da hemen uyanıyordu. Delikanlının vücudunu kendi çocuğuymuş gibi yakından tanımıştı. Meren'in dişlerini akasya ağacının ince yeşil dallarıyla ovuyor, kendi küçük beyaz dişleriyle uçlarını çiğneyerek sert bir fırça haline getiriyordu. Delikanlının saçlarıyla da ilgileniyordu. Onu tekrar örülebilecek uzunluğa gelinceye kadar fır-çalamıştı. Tırnaklarını kesip temizliyordu; kılıç kabzasının ve araba dizginleri- nin nasırlaştırdığı parmaklarının biçimini tanımış ve sevmişti. Hiçbir tiksinti duymadan kulaklarındaki pisliği ve burun deliklerindeki kurumuş sümüğü de temizliyordu. Koltukaltlarında kalın kümeler halinde uzayan, göğsünde kıvrılan ve karnının altında yuvalanan yumuşak kara tüylere kendi fildişi tarağını kullanıyordu. Her sabah delikanlının vücudunun her bölümünü, kaslarının her kıvrımını ve tümseğini yıkıyor, ateşin etkisiyle etleri eridikçe ve kemikleri gözükmeye başlayınca kederleniyordu. Önceleri delikanlının erkeklik organını yıkarken bakmamaya çalışmıştı, ama sonra bunun gereksiz bir utanç olduğunu düşündü. Sonra erkeğinin organlarını avuçlarının içinde tutarak onlara yakından baktı. Bu seyir ona sevgi ve acıma duyguları esinledi. O kadar yumuşak ve ılık, derileri o kadar yumuşak ve kusursuzdu ki. Sonra deriyi Mintaka'nın ona gösterdiği biçimde geri çektiğinde pembe uç zakkum | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:33 am | |
| Önceleri delikanlının erkeklik organını yıkarken bakmamaya çalışmıştı, ama sonra bunun gereksiz bir utanç olduğunu düşündü. Sonra erkeğinin organlarını avuçlarının içinde tutarak onlara yakından baktı. Bu seyir ona sevgi ve acıma duyguları esinledi. O kadar yumuşak ve ılık, derileri o kadar yumuşak ve kusursuzdu ki. Sonra deriyi Mintaka'nın ona gösterdiği biçimde geri çektiğinde pembe uç zakkum çiçeğinin petal yaprağı gibi fırlayınca duyguları değişti. Organ avucunda sertleşti ve şişti, sonunda da çevresi baş ve işaret parmaklarının arasında tutulamayacak kadar genişledi. Böyle olunca genç kız garip Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 373 bir hissin etkisiyle soluk soluğa kaldı ve kendi anatomisinin olmayacak yerlerinde sıcaklık duydu. Bir gece uyandığında pencereden içeri süzülen ay ışığı odanın taş zemininde bir gümüş külçesi gibi duruyordu. Genç kız bir an Teb'dekı nehir kıyısı sarayındaki kendi yatak odasında olduğunu zannetti, ama sonra Meren'in sıkıntılı soluklarını ve gördüğü karabasanın yol açtığı abuk sabuk çığlıkları duyunca gerçek suratına çarpıldı. Çıplak halde Meren'in yatağının ayak ucundaki döşeğinden fırladı ve hastanın yanına koştu. Lambayı yakınca delikanlının gözlerinin açık olduğunu, fakat bir şey görmediğini, yüzünün şekilsizleştiğini ve kül rengini aldığını gördü. Dudaklarının üstünde beyaz bir köpük vardı, akan terlerinden de vücudu parlıyordu. Buruşmuş keten çarşafların üstünde kendini öylesine şiddetle yerden yere atıyordu ki Merykara onun kendisini daha fazla yaralayacağından korktu. Bunun, Ta-ita'nın beklemesi gerektiğini söylediği kriz olduğunu anlamıştı. "Taita!" diye haykırdı. "Çabuk gel, sana ihtiyacımız var." Taita'nın hücresi avlunun karşı tarafındaydı. Merykara'nın seslendiğini duyabilmek için adamcağız daima kapısı açık uyurdu. Merykara tekrar, "Taita!" diye bağırırken onu zapt etmek için Meren'in göğsüne yaslanmıştı. Sonra Büyücü'nün Nefer ve bir araba bölüğüyle çölde gizemli bir sefere çıktığını ve daha günlerce dönmeyeceklerini anımsadı. Bir -454 455 - İ ara Mintaka'yı çağırmayı düşündü, ne çare ki arkadaşının odası eski sarayın öbür uçundaydı, Merykara ise Meren'i yalnız bırakmaya cesaret edemiyordu. Kendi başının çaresine bakmak zorundaydı. Meren'in hayatının ellerinde olduğunu anımsaması üzerine duyduğu paniğin zayıfladığını hissetti. Paniğin yerini serinkanlı bir kararlılık almıştı. Delikanlının yanına uzandı ve ona sarılarak cesaret ve güven verici sözler fısıldamaya başladı. Biraz sonra Meren sa-kinleşince onu bir dakika yalnız bırakabildi. Genç kız duvarın dibindeki sandığın başına gitti ve içinden Taita'nın onun için bıraktığı küçük şişeyi çıkardı, bunun içindeki sıvıyışarapla karıştırdı ve Taita'nın gösterdiği gibi maltızın üstünde ısıttı. Kâse dudaklarına dayanınca Meren önce istemediyse de genç kız onu içmeye mecbur etti. Kâse boşalınca bu kez su ısıttı ve delikanlının yüzündeki terleri, dudaklarındaki pisliği sildi. Delikanlının vücudunu da yıkayacaktı ki Meren ani bir nöbetin pençesinde sarsılmaya ve inlemeye başladı. Merykara yine korkuya kapıldı. Delikanlının üstüne atılarak var gücüyle ona sarıldı. "Sakın ölme sevgilim," diye ona yalvardı, sonra daha güçlü bir sesle, "Ölmene izin vermeyeceğim. Yardım et bana, Hathor. Onu öbür dünyadan kendi ellerimle çekip çıkaracağım," dedi. Bir savaş içinde olduğunu biliyor, delikanlıyla birlikte savaşıyor, bütün gücünü seferber ediyor ve onunkine katıyordu. Meren'in kollarının arasında gevşediğini, ter içindeki vücudunun de soğumaya başladığını hissedince, "Hayır, Meren, geri dön! Geri dön bana! Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 374 Bensiz gidemezsin," diye haykırdı. Ağzını delıkanlınınkine dayayarak kendi hayatını onun içine üflemeye çalıştı. Meren birden patlar gibi bir ses çıkararak akciğerlerindeki bütün hayatı boşalttı, Merykara da her şeyin bittiğini sandı. Kemikli göğsünü her iki koluyla sararak onu kucakladı. Merykara baskıyı hafifletince delikanlı gürültülü bir soluk daha aldı, sonra bir tane daha. Kalbinin çırpınışı Merykara'nın bedenine yansıyan güçlü ve düzgün bir tempoya yerini verdi. Genç kız, "Geri döndün," diye fısıldadı. "Bana geri döndün." Meren'in vücudu hâlâ soğuktu. Delikanlı titreyince genç kız her iki koluyla onun göğsünü sardı, sonra bacaklarını da kalçalarına dolayarak onu kendi vücuduyla ısıttı. Meren'in soluklan yavaş yavaş derinleşti ve düzgün bir ritm kazandı, Merykara da sımsıcak kanının tekrar damarlarına aktığını hissetti Sevdiği erkeğin yanında yatıyor, onu kurtardığını ve delikanlının bundan böyle yalnız ona ait olduğunu bildiği için de derin bir tatmin hissi duyuyordu. Şafak sökerken yeni bir mucize gerçekleşti. Merykara erkeğinin vücudunun uyanmaya başladığını hissetti, bir ara avucunda tuttuğu yumuşak ve küçük şey de yeniden şişti, kocaman ve kemik kadar sert olarak kızın iki yana açılmış bacaklarının arasını bastırmaya başladı. Merykara onun yüzüne bakınca delikanlının kendinde olduğunu gördü. Karanlık gözleri çukura kaçmıştı, ama içlerinde öylesine bir sevgi ve şefkat hissi vardı ki kalbi göğsünün içinde dolu dolu olan genç kız da kendi duygularının yoğunluğundan tıkandığını hissetti. Erkek , "Evet mi?" diye sordu. Merykara, "Evet," diye yanıtladı. "Bunu dünyada her şeyden fazla istiyorum." Genç kız bacaklarını açtı, uzanıp ona rehberlik etti. Meren'e duyduğu gereksinimden için için yanıyordu. Çok geçmeden delikanlıyla birlikte daha önce hiç gitmediği bir yere doğru kanat çırpıyordu. İçinin sıcak bir sıvıyla dolduğunu hissedince bağırdı. Sevgilinin ateşini, sancısını ve ıstıraplarını kendi vücuduna çekiyordu sanki. Sonra içinin derin bir huzurla dolduğunu hissetti. Meren şimdi onun yanına yığılmış, tatlı tatlı uyuyordu. Merykara erkeğin yanında sakin sakin yatıyor, onu rahatsız etmemeye dikkat ediyor, soluklarının sesiyle kavrulmuş, zayıf vücudunun sıcaklığının tadını çıkarıyor, yaşadığı aşkın içinde kalan sızısının keyfini yaşıyordu. Onun uyanmakta olduğunu hissedince hoş geldin der gibi yavaşça dudaklarından öptü. Meren gözlerini açarak kızın gözlerinin içine önce şaşkınlıkla, sonra geçen gece olan olayların belleğinin yüzeyine çıkması üzerine sevinçle baktı. "Karım olmanı istiyorum," dedi. Merykara, "Zaten karınım," diye yanıt verdi. "Ve öleceğim güne kadar da karın olarak kalacağım." Nefer araba dizisi boyunca arkaya baktı. Dört tanesi yan yana olmak üzere dörtnala yol alıyorlardı. Takım komutanları işaretini bekliyordu. Nefer ileriye bakınca ovada düşman asker hattını gördü. Isı tarafından şekilsizleştiril-diklerinden su olmayan yerde su içinde yüzer görünen kıvır kıvır bir yılana benziyorlardı. Nefer doğru merkezlerine yöneldi. Döv, Taita'nın bakımı sayesinde tamamen iyileşmişti, şimdi de hızla koşuyor, Krus'un geniş adımlarıyla uyum sağlıyordu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 375 456- 457- Böylece yarışırlarken düşman oluşumunun değiştiğini gördü; asker hattı dev bir kirpi gibi kendi etrafında dönerek bir top, iki sıra derinliğinde kusursuz bir daire oluşturdu. Dış sıranın mızrakları savrulacak gibi doğrultulmuştu, ikinci sıra ise mızraklarını aralıklardan ileri uzatmıştı. Bu durumda tunç mızrak başlarından oluşan parlak bir duvar oluşturuyorlardı. Nefer dosdoğru çift mızrak sırasının ortasına koştu, sonra da aralarındaki mesafe yüz adım kalınca, "Horus'un Kanatlan" için eliyle sinyal verdi. Araba oluşumu güneşteki bir çiçek gibi açıldı. Araba sıraları dönüşümlü olarak sağa ve sola kayarak Horus'un kanatlarını yaydılar. Böylece çömelmiş piyade askerlerinin kirpiye benzer oluşumunu kuşatmış oluyorlardı. Arabalar, tekerlek göbeğinin etrafındaki tekerlek çemberi gibi piyade oluşumunun etrafında döndüler; kısa ve kıvrık süvari yaylarından fırlayan oklar kirpinin üzerine karanlık bir bulut gibi boşandı. Nefer saldırıya son verip geri çekilmek komutunu verdi. Arabalar hiç aksatmadan yine dörtlü sıralar oluşturdular ve uzaklaştılar. Yeni bir işaretin verilmesi üzerine yine ortalarından bölündüler ve sürücülerinin kayışları bileklerine sarılı ve harbeleri fırlatılmaya hazır olduğu halde yarış temposuyla geri döndüler. Piyade dairesinin etrafında dönen Nefer sağ yumruğunu kaldırarak onları selamladı ve, "Güzel başardınız! Bu çok daha iyiydi," diye bağırdı. Piyadeler bu övgüyü mızraklarını kaldırarak karşıladılar ve onlar da, "Nefer Seti ve Horus!" diye bağırdılar. Nefer atları yavaşlattı ve onları döndürerek bölüğünü piyade sıralarının önünde durdurdu. Taita savunmanın içinden çıkıp onu selamladı. "Yaralanan var mı?" diye sordu Nefer. Kirpinin içine fırlattıkları talim okları, uçlarının deriyle takviye edilmiş olmasına rağmen, yine de bir gözü çıkarabilir veya başka bir zarar verebilirlerdi. Taita omuzlarını silkti. "Sadece birkaç bere var," dedi. Nefer, "Çok başarılı oldular," dedi, sonra piyadelere kumanüa eden yüzbaşıya seslendi. "Çocuklar sıradan çıksınlar. Onlarla konuşmak istiyorum. Sonra karınlarını doyurabilirler. Daha sonra yalancıktan geri çekilmeyi yine uygulayacağız." Orada doğal bir platform oluşturan bir kaya vardı, Nefer bunun üstüne tırmanırken piyadeler ve savaş arabası sürücüleri altında toplaştılar. Taita kayanın dibine çömeldi ve onu seyredip dinlemeye koyuldu. Nefer ona babası Firavun Tamose'un aynı yaşlardaki halini anımsatıyordu. Babasının rahat hali onda da vardı ve adamlarının en iyi anladıkları konuşma diliyle Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 376 -458- sade ve etkili biçimde konuşuyordu. Bu gibi zamanlarda onlardan biri oluyor, adamlarının ona duydukları sevgi ve saygı da sırıtmalarından, ağzından çrkan tek bir kelimeyi kaçırmamak için yanına daha fazla sokulmalarından, şakalarına gülmelerinden, sitemlerine utançla, övgülerine ise sevinçle tepki vermelerinden belli oluyordu. Nefer sabahki eğitimi ele alarak hak ettikleri ölçüde gururlarını okşayan sözler söyledi, buna karşın performanslarında dikkatini çeken eksikleri de acımasızca eleştirdi. "Trok'la Naja'ya hayatlarının sürprizini yaşatmaya aşağı yukarı hazır olduğunuzu düşünüyorum," diye konuşmasını bitirdi. "Şimdi yiyecek bir şeyler bulun. Günlük çalışmalarımızı bitirmedik, aslında henüz başladık." Adamlar gülerek dağılmaya başladılar. Nefer kayanın üstünden aşağı atladı, ama Taita aynı zamanda ayağa fırlayarak sakin, fakat acele acele, "Dur, Nefer! Sakın kıpırdama!" dedi. Delikanlı durduğu yerde taş kesildi. Kobranın herhalde kaya kümesinin içinde ini vardı, ancak gürültüyle ayak ve toynak seslerinden rahatsız olmuştu. Nefer tam kayadan aşağı atladığı sırada bir yarıktan dışarı sürünmüş, delikanlının da onun üstüne inmesine ramak kalmıştı. Yılan Nefer'in arkasında hemen hemen beli hizasına kadar dikildi. Başının altındaki deri iki yana açılmıştı, tüy gibi siyah dili sırıtan ince dudaklarının arasında titriyordu. Gözleri cilalanmış on/'/rs'ten'"1 boncuklara benziyor, kara merkezlerinde ışıklar çakıyordu ve bu gözler, erişebileceği bir yakınlıktaki Nefer'in uzun çıplak bacaklarına odaklanmıştı. Askerlerden yakında olanlar Taita'nın uyarısını duyarak arkalarına baktılar. Nefer'in etrafında belki beş yüz kişi topluydu, ama hiçbiri kımıldamaya cesaret edemiyordu. Firavunlarının karşı karşıya bulunduğu ölümcül tehlikeye dehşet içinde bakakalmışlardı. Kobra ağzını açtı, saldırının hazırlığıydı bu, kemiksi dişleri ağzının soluk çatısında dikildiler. İğne gibi uçlarında zehir damlacıkları parlıyordu. Taita, Lostris'in Tılsımı'nı uzun zincirinin ucunda rakkas gibi salladı. Tılsım güneşte ışıldıyordu. Taita onu kobranın havaya dikilmiş başının önünde salladı. Dikkati dağılan yılan pırıl pırıl tılsıma bakmak için bakışını Nefer'den ayırdı. Asası Taita'nın öbür elindeydi, yavaşça yılana yaklaştı. "Ona vurduğum zaman yana " Oniks: Balgam taşı. - 459- sıçra," diye fısıldadı, Nefer de yavaşça başını eğdi. Taita yavaş yavaş öbür yana ilerledi, altın tılsımın büyülediği kobra da onunla birlikte döndü. Taita, "Şimdi!" dedi ve asasıyla kobrayı dürttü. Nefer aynı anda yana atlarken, kobra asaya saldırdı. Taita da yana sıçradığından kobra hedefi vuramadı ve bir süre toprağın üstünde upuzun uzandı kaldı. Taita Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 377 o zaman yılanın saldırısından da daha hızlı davranarak asanın kıvrık ucuyla yılanı başının arkasından yere mıhladı. Anında ferahlayan seyircilerin tuttukları soluklarını salıverdikleri duyuldu. Kobra asanın ucunun etrafında kıvranıyor ve pullu bir top olacak şekilde kıvrılıyordu. Taita uzandı ve yılanı kafasının arkasından kavrayana dek elini kıpırdayan halkaların arasında dolaştırdı. Sonra onu kaldırıp adamlara gösterdi. Hepsi korkuyla dehşetten soluksuz kaldılar. Yılan Taita'nın uzun ve zayıf koluna dolanırken içgüdüsel olarak gerilediler, ihtiyar adamın yılanı öldüreceğini düşünmüşlerdi, ama Taita kıvranan yılanı tutarak aralarından geçti ve çöle çıktı. Sonra yılanı uzağına fırlattı. Kobra yere çarpınca halkalarını çözdü ve kayalık toprağın üstünde sürünerek uzaklaşmaya başladı. Taita büyülenmiş gibi onu seyrediyordu. Birdenbire gökte tiz bir çığlık duyuldu. Herkes kobranın ele geçirilmesine öylesine dalmıştı ki tepelerindeki maviliğin içinde uçan şahini kimse fark etmemişti. Kuş şimdi yere yönelmiş ve kobraya doğru inişe geçmişti. Yılan son anda tehlikenin bilincine vararak tekrar derisini şişirerek dikildi. Ama şahin uçuş halindeyken pençelerini sürüngenin kafasının iki, üç santim arkasında şişmiş deri başlığın içine sapladı ve ağır ağır kanat çırparak pençelerinin ucunda kıvranıp duran kobrayla birlikte uzaklaştı. Taita yılanı götüren kuşa bakakalmıştı. Şahin uzakta küçüldü, sonunda da ufku saran gri-mavi pusun içinde gözden silindi. İhtiyar adam durduğu yerden o yöne uzun uzun baktı. Dönüp Nefer'in bulunduğu yere yürürken yüzünde ciddi bir ifade vardı. Gün boyunca sessiz kaldı. Akşam olunca arabada Nefer'in yanında Gal-lala'ya dönerken suskunluğu sürüyordu. Nefer, "Bu bir tür kehanetti," diyerek ona baktı. Taita'nın yüzünden yanıl-madığını anladı. Nefer yavaşça devam etti. "Adamların söylediklerini dinledim. Hepsi şaşkın haldeler. Hiç böylesini görmemişlerdi. Kobra kral şahinin doğal avı değildir." "Evet," dedi Taita. "Bir kehanetti, aynı zamanda da tanrının bir uyarısı ve vaati." "Ne demek bu?" Nefer bakışını Taita'nın yüzünden ayırmıyordu. "Kobra seni tehdit etti. Bu büyük bir tehlike demek. Kral kuş pençelerinin arasında yılanla doğu yönünde uçtu, bu da büyük tehlike doğuda demek. Ama sonunda şahin savaşı kazandı. İkisi de doğu yönüne bakıyorlardı. Nefer sonunda kararını verdi. "Yarın şafak sökerk | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:33 am | |
| İkisi de doğu yönüne bakıyorlardı. Nefer sonunda kararını verdi. "Yarın şafak sökerken bir keşif kolunu yola çıkaracağız." Nefer'le Taita şafaktan önceki serin karanlıkta dağın tepesinde bekliyorlardı. Keşif kolunun kalan kısmı arka yamaçta konuşlanmıştı. Toplam yirmi kişiydiler. İzlerini belli etmemek için arabaları Gallala'da bırakmışlar, at üstünde yola çıkmışlardı. Tekerlekler toynaklardan daha fazla toz havalandırırdı, üstelik toynaklar tekerleklerin yolculuk edemeyeceği kıyı boyundaki yüksek ve sarp yerlere ulaşmayı mümkün kılıyordu. Hilto'yla Şabako öbür keşif kollarını güneydeki arazileri kollamaya götürmüştü. Birlikte hareket ederek Gallala'nın bütün doğusunu tarayabilirlerdi. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 378 Nefer kafilesini Cebel Ataka'dan Kızıldeniz'in batı kıyılarına indirmiş, yol üstündeki bütün limanlara ve balıkçı köylerine bakmışlardı. Bir, iki ticaret ker-vanıyla Bedevi göçebe kafileleri dışında hiçbir şey bulamamışlar, kehanetin uyardığı tehlikenin hiçbir izine rastlayamamışlardı. Şimdi ise Şafağa Lima-nı'nın yukarsında kamp kurmuşlardı. Taita'yla Nefer karanlıkta uyanmışlar ve gözcülük etmek için tepenin doruğuna tırmanmışlardı. Dostça bir sessizlik içinde oturuyorlardı. Sonunda konuşan Nefer oldu. "Sakın bu aldatıcı bir kehanet olmasın?" Taita homurdanarak yere tükürdü. "Pençelerinin arasında bir yılan olan bir şahin mi? Bu doğal bir olay değil. Bir kehanet olduğu şüphesizdi, ama aldatıcı olabilir. Medialıİştar ve başkaları bu tür tuzaklar hazırlayabilirler. Bu mümkün." "Ama öyle olduğunu düşünmüyorsun, değil mi?" Nefer ısrar etti. "Kehanetin sahte olduğunu düşünsen bizleri o kadar zorlamazdın." "Neredeyse şafak sökecek." Taita soruyu duymazlıktan gelerek sabah yıldızının ufuk çizgisine yakın bir yerde fener gibi asılı gözüktüğü karanlık doğu göğüne baktı. Derken gök olgunlaşan bir meyve gibi yumuşadı ve hurmayla olgun bir narın rengini aldı. -461 - -460- fr Uzaktaki kıyıda yükselen dağlar göklerin aydınlanan fonunun önünde ihtiyar bir timsahın dişleri gibi siyah, keskin ve düzensiz gözüküyorlardı. Taita birden ayağa kalktı ve asasına dayandı. Bu soluk renkli ihtiyar gözlerin keskin görüşüne Nefer'in şaşmadığı gün geçmiyordu. Taita'nın bir şey gördüğünü biliyordu. Nefer de onun yanında ayağa kalktı. "Ne var, Yaşlı Babam?" Taita elini onun koluna dayadı. Sadece, "Kehanet aldatıcı değilmiş," dedi. "Tehlike burada." Denizin rengi bir güvercinin karnının gri rengine dönüşüyordu, ama ışık kuvvetlendikçe yüzeyinin beyaz lekelerle beneklendiği görülüyordu. Nefer, "Rüzgâr denizi kırbaçlamış ve sanki beyaz atlarla doldurmuş," dedi. "Hayır." Taita başını salladı. "Bunlar dalga değil, yelkenler. Yelken açmış bir filo." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 379 Güneş, üst kenarını uzaktaki dağların doruklarının yukarsına itti ve minik beyaz üçgenlerin üstünde ışıldadı. Bir dhow filosu, tüneklerine dönen kalabalık bir balıkçıl sürüsü gibi Şafağa Limanı'na doğru kayıyordu. Nefer, "Bu Trok'la Naja'nın ordusuysa niçin deniz yoluyla gelsinler?" diye yavaşça sordu. "Mezopotamya'dan buraya en kısa ve kestirme yol olduğu için. Tekneyle yolculuk atlarla askerleri çöl yolunun zorluklarından koruyacaktır. Yılanla şahinin uyarısı olmamış olsaydı, bu yönden tehlike beklemeyecektik." Taita ekledi. "Kurnazca bir girişim bu. Görünüşe bakılırsa, geçişi yapmak için Kızılde-niz'deki bütün ticaret gemileriyle balıkçı teknelerine el koymuşlar." İhtiyarla delikanlı dağdan aşağıdaki boğazda bulunan kampa alelacele indiler. Askerler uyanık ve tetikteydiler. Nefer nöbetçileri çağırıp onlara gerekli emirleri verdi. İkisi atlarına atlayıp büyük bir hızla Gallala'ya at sürecekler ve kentin emanet edildiği Sokko'ya Nefer'in emirlerini götüreceklerdi. Genç lider, adamların en büyük kısmını ikili gruplara ayırarak güneye, Hilto'yla Şaba-ko'nun rehberliğindeki keşif kafilelerini bulmaya ve onları geri getirmeye yolladı. Beş askeri ise yanında alıkoydu. Nefer'le Taita görevlendirilen adamların atlarının üstünde uzaklaşmalarını seyrettikten sonra kendileri de atlarına bindiler ve arkalarında Nefer'in seçtiği beş askerle tepelerin arasından Safaga'ya indiler. Sabahın ortalarında limanın yukarsındaki yükseltiye varmışlardı. Taita onları limanla çevresini gören terk edilmiş bir gözetleme kulesine götürdü. Atları askerlere emanet ederek kulenin en üstteki platformuna çıkan sallantılı merdiveni tırmandılar. -462- "ilk gemiler koya giriyorlar." Nefer onları işaret etti. Ağır yük taşıdıkları belli oluyordu, ama kıçtan esen rüzgâr sayesinde hızla yaklaşıyorlar, pruva yönündeki dalgalar güneşte tuz gibi bembeyaz kıvrımlar oluşturuyor, büyük latin yelkenleri patlarcasına geriliyordu. Gemiler kumsalın hemen açığında ağır demirlerini suya saldılar. Nefer'le Taita kulenin tepesinden adamlar ve atlarla dolup taşan üstü açık güverteleri çok iyi görebiliyorlardı. Dhovvlar demir atar atmaz adamlar teknelerin yanlarındaki tahta küpeşteleri kaldırdılar. Atları atlamaya zorlarken hafif bağırışları harap gözetleme kulesinden duyuluyordu. Atlar suya çarptıkça dağ gibi köpükler sıçratıyorlardı. Adamlar daha sonra bellerindeki peştemallara varıncaya kadar bütün üstlerin-dekileri çıkardılar ve hayvanların arkasından atladılar. Atları yelelerinden kavrayıp onların yanında kumsala yüzdüler. Atların karaya çıktıkça silkinerek üstlerinden attıkları su, güneş ışığında gökkuşağına dönüşen ince bir sis halinde yere dökülüyordu. Kumsal bir saate kalmadan adamlar ve atlarla doldu, küçük limanın kerpiç evlerinin çevresine de gözcüler dikilmişti. Nefer, "Keşke burada bir savaş arabası bölüğümüz olsaydı," diye yakındı. "Şimdi onları vurmanın tam zamanı. Kuvvetlerinin ancak yarısı kıyıda ve arabaları da parçalara ayrılmış durumda olduğuna göre, onları yok etmemiz işten değildi." Taita tamamen arzuya dayalı bu spekülasyona hiçbir karşılık vermedi. Koy şimdi ağzına kadar gemiyle dolmuştu. Arabaları ve yükleri taşıyan tekneler kıyıya daha yakın demirlemişlerdi, cezir zamanı gelince suyun altlarından çekilmesiyle karaya oturdular ve yan yattılar. Etraflarındaki su sadece diz boyuydu. Kumsaldaki adamlar suyun içinde gemilere yürüyüp yükleri Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 380 indirmeye koyuldular. Arabaların parçalarını da taşıyor, kumsalda montajlarını yapıyorlardı. Sonuncu dhow koya girdiği sırada batıdaki dağların yukarsında güneş batıyordu. Bu hepsinin büyüğüydü, kalın direğinin tepesinde de hırlayan leopar kafalı bayrakla Trok Uruk hanedanının rengârenk sancağı dalgalanıyordu. "işte orada." Nefer geminin pruvasındakı silueti işaret etti. Onu başkasıyla karıştırmak olanaksızdı. "Trok'un yanındaki de İştar, köpekle efendisi." Taita'nın soluk gözlerinde Nefer'in daha önce onda ender gördüğü vahşi bir ışıltı vardı. Garip çiftin suyun içinde yürüyerek karaya çıkmasını seyrettiler. -463- T Kumsalı kat eden taş bir set vardı. Trok buraya çıktı. Durduğu | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:34 am | |
| Kumsalı kat eden taş bir set vardı. Trok buraya çıktı. Durduğu yerden ordusunun kalan kısmının gemilerden inmesini rahatça seyredebiliyordu. Nefer, "Öbür gemilerin birinde Naja'nın sancağını görüyor musun?" diye sordu. Taita hayır der gibi başını salladı. "Seferin başında yalnız Trok var. Naja'yı Babil'le Mezopotamya'yı elinde tutması için arkada bırakmış olmalı. Özel bir işini halletmeye geldiği anlaşılıyor." Nefer, "Bunu da nereden biliyorsun?" diye sordu. "Etrafında bir hale var. Koyu kırmızı renkli bir bulut gibi bir şey. Onu buradan bile sezebiliyorum. İçindeki bütün nefret bir tek kişinin üzerinde odaklaşmış. Onu buraya getiren intikam ateşini kimseyle, hatta Naja'yla bile paylaşmak istemiyor." Nefer sordu. "O nefretin hedefi ben miyim?" "Hayır, sen değilsin." "Öyleyse kim?" "Her şeyden önce Mintaka için geliyor." Güneş batınca Nefer'le Taita beş askeri Trok'un kuvvetlerini izlemekle görevlendirdiler, kendileri ise gece içinde Gallala'ya doğru son sürat at sürdüler. Trok Safaga'da karaya çıkmasının ertesi sabahı bir dizi eşeği Şafağa yolunda süren iki Bedevı'yi tutsak etti. Hiçbir şeyden habersiz olan adamlar çölden çıkıp doğru gözcülerin avucuna düştüler. Trok'un ünü çöllere bile yayılmıştı, Bedeviler de kimin eline düştüklerini öğrenir öğrenmez yaranmak için ellerinden geleni yaptılar. Trok'a eski kentin dirilişi hakkında kışkırtıcı raporlar verdiler. Tepelerdeki mağaradan Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 381 fışkıran tatlı suyu ve Gallala'yı çevreleyen yemyeşil otlakları anlattılar. Nefer Seti'nin kumandasındaki savaş arabalarının sayısı hakkında da bir tahmin yürütmeleri üzerine Trok kuvvetlerinin düşma-nınkinin beş katı olduğunu anladı. Hepsinden önemlisi, Trok'un Bedevilerden Safaga'yla eski kent arasındaki yolun ayrıntılarını öğrenmesi oldu. Trok o vakte kadar Gallala'ya yapılacak yürüyüş hakkında hep ikinci elden bilgi almıştı ve şimdi yanlış bilgilendirilmiş olduğu anlaşılıyordu. Ona hızlı yolculuk edilmesi halinde bile arada üç, dört günlük bir yol olduğunu söylemişlerdi, Trok da kıyıdan itibaren yanında kendi suyunu ve hayvanlar için saman ve yem taşıyacak arabaları götürmeyi planlamıştı. Bu ise uzun ve yorucu bir süreç olacaktı. Yeni bilgiler her şeyi değiştiriyordu. Bedeviler, Gallala'ya sıkı at sürerek bir gün ve bir gecede ulaşabileceğini garantilemişlerdi. -464- Trok risklerle tehlikeleri hesapladıktan sonra, Gallala'yı çölden geçerek yapılacak bir sürpriz baskınla ele geçirmeye karar verdi. Tabii ki bu, uzun yürüyüşten yorgun düşmüş atlarla ve boşalmış su torbalarıyla doğrudan savaşa girmeleri anlamına gelecekti. Bununla birlikte, sayılar ve sürpriz onlardan yana olunca Bedevilerin tarif ettiği kaynağı ve otlakları ele geçirebilirlerdi. Bu ödüller onların olunca zafer de garantilenmiş olacaktı. Bütün bölüklerinin karaya çıkarılması ve arabaların parçalarının birleştirilmesi iki gününü daha aldı. İkinci akşam Gallala'ya doğru yola çıkmaya hazırdı. Deri torbalarını suyla dolduran öncü taburlar batan güneşin ısısı kaybolur kaybolmaz yola çıktılar. Her arabanın arkasına bağlı iki yedek at takımı vardı. Gece içinde atların dinlenmesi için mola vermeyecekler, ancak atlar yorulur yorulmaz onları yedek takımların biriyle değiştireceklerdi. Yorgun atlar ise azat edilecekler ve arkadan gelecek sürülere katılacaklardı. Öncü kolun başındaki Trok öldürücü bir tempo sürdürüyor, kâh yamaçları yürüyerek aşıyor, kâh atları kırbaçlayarak yokuş aşağı sürüyor ya da ovada koşturuyordu. Su torbaları boşaldıktan sonra artık geriye dönüş yoktu. Ertesi gün sabah saatlerinin ortasında sıcak çok şiddetlenmiş, yedek atların çoğunu harcamışlardı. Bedevi rehberler Trok'a Gallala'nın uzak olmadığını tekrarlayadursunlar bir yükseltiye her tırmanışlarında karşılarına ilerdeki serapta ışıldayan aynı ürkütücü kaya ve kavrulmuş toprak manzarası çıkıyordu. Bedevi rehberler akşama doğru onları terk ettiler. Isının oluşturduğu serabın içinde birer cin gibi eriyip kaybolmuşlardı. Ve Trok'un arkalarından iki araba yollamasına rağmen bir daha gözükmediler. Medialıİştar çokbilmiş bir tavırla, "Sizi uyarmıştım," dedi. "Öğüdümü dinlemeliydiniz. O tanrısız yaratıklar herhalde Büyücü Taita'nın hizmetindeydiler. Şurası muhakkak ki yolu gözden gizledi ve bizi yanlış yere yolladı. Bu hayali Gallala'nın buraya ne kadar uzak olduğunu ya da gerçekte var olup olmadığını bilmiyoruz." Kendisine sorulmadan bu şekilde fikir yürüttüğünden dolayı Trok onu dövmeli yüzüne bir kırbaç darbesi indirerek cezalandırdı. Ama bu bile kralı pençesine alan yeisi ve umutsuzluk duygusunu gideremedi. Atları bir kez daha kırbaçladı ve karşılarına çıkan bundan sonraki uzun ve taşlık yokuşa sürdü. Önlerinde bunun gibi daha ne kadar yokuş ve bayır olduğunu merak ediyordu. Tahammüllerinin sonuna gelmişlerdi ve gece süresince yola devam edebileceklerinden kuşkuluydu. -465- Büyücüler Kralı / F: 30 Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 382 Nasıl yapabildilerse yine de ilerlemeyi sürdürdüler, daha doğrusu Trok'un kuvvetlerinin büyük bir kısmı sürdürdü. Elli veya altmış araba son atlarını da yitirmişler, Trok da onları yol boyunca dağınık şekilde terk etmişti. İkinci günün sabahı güneş gecenin soğuğundan sonra bir öpücük kadar sıcak doğdu, ama aldatıcı bir öpücüktü bu. Çok geçmeden kan çanağına dönmüş gözlerine batmaya ve onları kamaştırmaya başladı. Trok hiçbir yere gitmeyen bu yolda ilk kez ölmesi olasılığını düşünmeye başlamıştı. Son atlarına, "Bir tepe daha," diye seslendi ve onları kırbaçlayarak hızlandırmaya çalıştı. Ama önlerindeki yokuşun dik olmamasına rağmen, başları önlerine sarkan hayvanlar sendeliyorlardı, terleri de çoktandır böğürlerinde kuru-yarak geride bembeyaz tuzunu bırakmıştı. Doruğa az bir yol kala Trok dönerek ordusunun dağınık kafilesine baktı. Arabalarının yarısını kaybettiğini anlamak için saymasına gerek yoktu. Atlarını yitirmiş yüzlerce asker, kafilenin arkasında sendeleyerek ilerliyordu, ama Trok daha bakarken ikisi, üçü yere yığıldılar ve ölü gibi patikanın yanında serili kaldılar. Gökte akbabalar onları izliyor, yüzlerce kara leke tepelerinde daireler çiziyordu. Trok bazılarının onlara hazırlanan şölene konmak için yere inmeye giriştiklerini gördü. İştar'a, "Bir tek yol var," dedi. "İleriye giden yol." Kırbacını atlarının sırtında şaklattı, hayvanlar da güçlükle yola devam ettiler. Tepenin doruğuna çıktıklarında Trok şaşkınlık içinde bakakaldı. Altındaki vadide manzara daha önce hayalinde canlandırdığı hiçbir yere benzemiyordu. Eski kentin kalıntıları karşısında yükseliyordu. Silueti hayal gibi ve ölümsüz gözüküyordu. Kendisine söylendiği gibi kent yemyeşil tarlalarla ve pırıl pırıl bir su kanalları ağıyla çevriliydi. Atları suyun kokusunu almışlar, yenilenen kuvvetleriyle dizginleri zorluyorlardı. Trok bu çaresiz acelesi sırasında bile taktik durumu değerlendirmeye vakit ayırdı. Kentin hiçbir savunması olmadığını ilk bakışta gördü. Kapıları ardına kadar açık duruyor, paniğe kapılmış halk buradan dışarı akıyordu. Çocuklarını ve kişisel eşyalarını tıktıkları zavallı bohçalarını taşıyarak Gallala'nın batısındaki dar, fakat dik yanlı vadiye tırmanıyorlardı. Birkaç piyade askeri kaçakların arasına karıştılarsa da böylelerinin bir moral çöküntüsünün etkisinde oldukları belliydi. Görünürde atlı asker veya savaş arabası yoktu. Gallala halkı bir kurt kafilesinin önündeki bir koyun sürüsünden farksızdı, şu farkla ki kurtlar susuzluktan kurumuşlar ve zayıf düşmüşlerdi. Trok, "Seueth onları avucumuza düşürdü," diye zafer sevinciyle bağırdı. "Bugün güneş batmadan kullanabileceğinizden fazla kadınınız ve altınınız olacak." -466- Bağırış Firavun'un arkasından yamacı tırmanmış olan adamlar tarafından yinelendi ve ilk sulama kanalına bitkin atlarının onları götürebileceği kadar hızlı inmeye koyuldular. Kanal boyunca yayıldılar, hayvanlar da karınları gebele-rinki gibi şişene kadar kutsal sıvıdan içti. Adamlar kendilerini kıyıya yüzükoyun attılar, başlarını suyun altına daldırdılar ya da miğferlerini doldurup suyu başlarından aşağıya ya da boğazlarına boşalttılar. Vadinin öbür yanından bu olanları seyrederlerken Nefer, "Sulama kanallarına zehir atmama izin vermeliydin," diye yakındı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 383 "Bunu yapamayacağını biliyorsun." Taita gümüş telli kafasını salladı. "Bu, tanrıların asla bağışlamayacağı bir suç olurdu. Bu kıraç ülkede yalnız Seth veya Seueth böylesine bir kötülüğü yapmayı göze alabilir." "Böyle bir günde seve seve Seth'in rolünü üstlenebilirdim." Nefer donuk donuk gülümsedi, ancak sırf Büyücü'yü kışkırtmak için böyle konuşmuştu. "İki serserin iyi iş gördüler." Taita'nın yanına çömelmiş olan iki süklüm püklüm Be-devi'ye baktı. "Ücretlerini ver de gitsinler." Taita, "Onlar altına değer vermezler," diye açıkladı. "Cebel Nagara'da yaşadığım sırada bana çocuklarını getirmişler, ben de Sarı Çiçek hastalıklarını iyi etmiştim." Çömelmiş adamların tepesine bir kutsal işaret yaptı ve kendi lehçe-leriyle onlara birkaç söz söyledi. Trok'u yanlış yola saptırmak için hayatlarını riske attıkları için teşekkür etmiş ve ilerde de onlara korumasını vaat etmişti. Bedeviler ihtiyar adamın ayaklarını öptüler ve kayaların arasında gözden kayboldular. Taita'yla Nefer bu kez aşağıdaki mücadeleye bütün dikkatlerini verdiler. Trok'un adamlarıyla atları karınlarışişene kadar su içmişlerdi ve şimdi yola çıkmaya hazırlanıyorlardı. Gelirken o kadar çok sayıda araba kaybetmiş olmasına rağmen, Trok'un kuvvetleri Nefer'inkinden hâlâ üç kat fazlaydı. Nefer, "Onunla açık arazide karşılaşmayı göze alamayız," diye fikir yürüttü. Aşağılarında vadide kaçışan mültecilere bakışını dikmişti. Kentte oldu bitti az kadın vardı -Nefer yiyecek rezervlerini savaşçılara saklamak için kadın sayısını bilinçli olarak düşük tutmuştu- ve onlar, Mintaka'yla Merykara da dahil, bütün çocuklar ve hastalarla yaralılar iki gün önce Gallala'dan uzaklaştırılmıştı. Meren bütün hazineyi, sahte firavunlardan gasp ettikleri altınları, taşıyan yük arabalarından biriyle gitmişti. Nefer hepsini Cebel Nagara'ya yollamıştı. Trok -467- T onları dünyada orada bulamazdı, minik su kaynağı ise savaşın sonucu belli oluncaya kadar onlara yeterdi. Gallala şimdiki durumda değeri olabilecek her şeyden, arabadan, silahtan ve zırh parçasından arınmıştı. Nefer mültecilere hoşnut bir bakış fırlattı. Kadın ve sivil olmayıp kılık değiştirmiş piyade askerleri olduklarını anlamak bu kadar yakından bile zordu. Bu yiğitlerin birçokları uzun eteklerine ayaklarının takılmasıyla sendeliyorlardı. Kollarında taşıdıkları bohçalar ise kundaktaki bebekler değil, şallara sarılı yayları ve oklarıydı. Uzun mızrakları, ana kuvvetlerin saklı bulunduğu vadinin yukarsında kayaların arasında gizliydi. Trok'un bütün arabalarının atlarıyla sürücüleri kana kana su içmişlerdi, şimdi de otlaklardan sıkı ve düzenli oluşumlar halinde geliyorlardı. Dalga dalga savaş arabaları... Su hepsini mucizevi şekilde canlandırmıştı, önlerinde de yağma ve soygun umudu vardı. Nefer, "Horus yardım etse de Trok'u kandırıp takibe devam etmesini ve vadiye girmesini sağlayabilsek," diye fısıldadı. "Zokayı yutmayıp bunun yerine savunmasız kenti zapt edecek olursa, bizi susuz, hayvanlarımızı da otlaksız bırakabilir. O zaman biz de açık arazide savaşmak zorunda kalırız, ki orada tüm Generated by ABC Amber LIT Converter, http://w | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:34 am | |
| avantaj onda olur." Taita bir şey demedi. Altından Tılsımı dudaklarına bastırmıştı , gözlen de Nefer'in çok iyi bildiği şekilde yukarıya çevriliydi. Düşman artık iyice yaklaştığından Nefer, yürüyen araç kitlesinin arasında Trok'u seçebiliyordu. Arabasını kaçan mültecilerin doldurduğu vadinin ağzında konuşlandırmıştı. Trok öndeki sıranın ortasındaydı, iki yanında onar araba sıralanıyor, böylece vadiyi bir yandan ötekine kadar tarayacak bir cephe oluşturuyorlardı. Kalan savaş arabaları arkasında diziliydi. Etraflarındaki toz bulutu dağıldı ve aralarına korkunç bir sessizlik çöktü. Tek ses, ilerlerinde daracık vadinin koynundaki güruhun konuşmaları ve çıkardıkları gürültüydü. Nefer, "Gelsene, Trok Uruk," diye fısıldadı. "Saldırı emrini ver! Tarihe dörtnala yol alın!" Kuvvetlerin ön sırasında lider konumundaki arabada Medialıİştar, Trok'un iri cüsseli vücudunun yanına çömelmişti. O kadar telaşlıydı ki uzanıp Trok'un sa-kalındaki kurdeleleri çekiştirdi. "Büyücü'nün kokusu on günlük bir cesedininki gibi havaya bulaşmış." Büyücünün sesi tiz çıkıyor, dudağında tükürükler köpürüyor ve duygularının şiddetinden bulut gibi püskürüyordu." O, yukarda etobur bir canavar gibi seni bekliyor. Varlığını hissedebiliyorum. Yukarıya bak, kudretli Firavun!" -468- Trok göğe bakacak kadar şaşırmıştı. Akbabalar daha alçaktan uçuyordu şimdi. "Evet! Evet!" İştar kaydettiği küçük avantajdan yararlanmaya çalışıyordu. "Onlar Taita'nın tavuklarıdır. Onları senin etinle beslemesini bekliyorlar." Trok vadinin üst tarafında onu bekleyen ödüle baktı, fakat akbabaların gölgeleri yere vurduğundan durakladı. Vadinin dik tarafında kayaların arasında gizli olan Nefer onu inceliyordu. Şimdi o kadar yakındı ki delikanlı onun yüzündeki ifadeyi okuyabildiğini bile düşündü. "Haydi ileriye, Trok!" diye mırıldandı. "Hareket komutunu ver. Ordunu vadiye sok." Trok'un dizginleri tutan ellerinde kuşkunun varlığını sezebiliyordu, başını çevirip adamın yanındaki İştar'ın sıska siluetine baktı. Medialı'nın maviye boyalı yüzü efendisine çevrilmişti. Trok'a dokundu ve yalvarışlarının verdiği güçle onun zırhına asıldı. "Büyücü'nün sana kurduğu tuzak bu. Bana bir daha hiç güvenmeyeceksen bile hiç olmazsa şimdi güven. Havada ölümün kokusunu alıyorum ve ihanetin kokusunu. Taita'nın büyülerinin yarasa kanatları gibi yüzüme çarptığını hissedebiliyorum." Trok sakalını kaşıdı ve omzunun üzerinden tekerlek tekerleğe dizili araba sıralarına ve vereceği emrinin beklentisi içinde öne eğilen askerlerine baktı. 'Yan tarafa dön, güçlü Trok. Kenti ve su kaynağını ele geçir. Nefer Seti'yle Büyücü bu takdirde çölde geberirler. Bizim de aynı akıbete uğramamıza ramak kalmıştı. O seçimin sonucu kesin. Öbürü ise çılgınlıktan başka bir şey değil." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 385 Nefer yamaçtaki yerinden kılık değiştirmiş askerlerinin vadinin yukarsına doğru koşmalarını gözlerini kısarak seyrediyor ve beklediği anın geçmekte olduğunu hissediyordu. "Trok'u alıkoyan nedir? Saldırıya geçmeyecek mi?" diye bağırdı. "Eğer şimdi saldırmazsa..." "Vadinin baş tarafına baksana." Taita gözlerini açmamıştı. Nefer heyecanı arasında bile vadinin baş tarafına baktı ve paniğe kapıldı. Kılıcının kabzasının etrafında yumruk olmuş eli bembeyaz kesilmişti. "Olamaz!" diye homurdandı. Vadinin baş tarafının yakınında Trok'un arabalarının dizili olduğu yerden net olarak görülebilen yassı bir kaya vardı. Dört köşeli, sarı kaya yolun yanında insan eliyle yapılmış gibi bir anıt gibi yükseliyordu. Bunun tepesinde, kaçan mülteci selinin yukarsında tek bir siluet belirmişti. Uzun siyah saçları beline kadar inen genç ve ince yapılı bir kadındı bu. Eteği Apepi Hanedanı'nın ko- -469- yu kırmızı rengindeydi. Çıplak kaya ve kumun tekdüzeliğinin ortasında parlak bir leke olarak gözü alıyordu. Nefer, "Mintaka!" diye soludu. "Ona Meren ve Merykara'yla Cebel Naga-ra'ya gitmesini emretmiştim." "Sana asla itaatsizlik etmeyeceğini biliyoruz." Taita gözlerini açtı ve alayla gülümsedi. "Dolayısıyla seni yanlış anlamış olmalı." Nefer, "Bu senin marifetin," diye acı acı söylendi. "Onu Trok'a karşı yem olarak kullanıyorsun. Onu ölümcül bir tehlikeye attın." Taita, "Belki hamsin'l kontrol edebilirim," dedi. "Ama Mintaka Apepi'ye ben bile söz geçiremem. Her ne yaparsa kendi özgür iradesiyle yapar." Aşağılarında Trok dönmüş ve arabalarına harekete hazır olmalarını, mülteci güruhunun kaçmasına izin verilmesini ve iştar'ın ısrar ettiği gibi kaynakla Gallala kentinin zapt edilmesini emretmeye hazırlanmıştı. Fakat daha konuşmak fırsatını bulamadan İştar'ın yanında gerildiğini ve onun, "İşte bu da Taita' nın büyülerinden biri," diye fısıldadığını duydu. Trok hızla dönerek ağır ağır yükselen vadinin ucuna baktı. Ve yüksekteki sarı kaya platformunun üstünde duran koyu kırmızı elbiseli minik silueti gördü. Nefretinin ve öfkesinin odağını anında tanıdı. "Mintaka Apepi," diye hırladı. "Seni ele geçirmeye geldim, pis fahişe. Ölmek için yalvartacağım seni." "Bu sadece bir hayal, Firavun. Büyücü'nün seni aldatmasına fırsat verme." Trok, "Bu bir hayal değil," dedi. "Onu kanata kanata düzdüğüm zaman bunu kanıtlarım sana." iştar, "O senin gözlerini kör etmiş," diye uludu. "Etrafımızda ölüm var." Arabadan atlayıp kaçmaya çalıştıysa da Trok onu sertleştirilmiş lülelerinin birinden yakalayarak geri çekti. "Hayır, burada kalıyorsun, Medialı iştar. O kaltağı işini bitirmeleri için askerlerimin önüne atmadan önce sana da tattıracağım." Adam yumruğunu başının yukarsına atarak, "Haydi ileri! Marş!" diye bağırdı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 386 İki yandaki arabalar bir arada harekete geçtiler, arkadaki taburlar da Trok'un arkasından vadinin yolunu tuttular. Güneş kargıların başlarının üstünde ışıldıyor, toz da etraflarında duman gibi uçuşuyordu. Trok bir sonraki emrini verdiği sırada kaçan mültecilerin son ucu üç yüz adım ilerlerindeydi. "Dörtnala! Saldırın!" Atlar harekete geçtiler ve ordu gökgürültüsü gibi bir toynak ve tekerlek gümbürtüsü arasında dar vadide ileri fırladı. -470- "Trok tuzağa düştü," dedi Nefer yavaşça. "Ama ne pahasına? Eğer Minta-ka'yı ele geçirirse..." Delikanlı fırtınanın yolu üstünde duran uzun boylu ve kıvrak siluete çaresizlik içinde bakıyordu. Taita, "Şimdi uğrunda savaşacağın bir hedefin var," dedi yavaşça. Nefer, Mintaka hesabına duyduğu bütün sevgi ve endişenin yerini soğuk bir hiddete bıraktığını hissediyordu, ama bu, tüm duyularını keskinleştiren ve başka hiçbir şeye yer bırakmayan bir hiddetti. Araba kafilesi, üstünde durduğu yamacın altından geçerken onu gözden gizleyen kayanın arkasından çıktı. Trok'la askerlerinin tüm dikkati yarışan arabalarının ilersindeki çaresiz kurbanların üzerinde yoğunlaşmıştı. Yanlarında ansızın meydana çıkan uzun boylu silueti fark etmediler bile. Ama Nefer'in bütün adamları onu net olarak görebiliyorlardı. Kendileri vadinin her iki yamacındaki kayaların arkasında gizliydiler. Nefer kılıcını başının yukarsına kaldırdı, sonuncu savaş arabası hızla geçtikten sonra da onu sert bir hareketle aşağı indirdi. Yük arabaları dik yamacın yukarsında beklemedeydiler. Tekerleklerinin önündeki takozlar onları hareketsizleştiriyordu. Çevreleriyle tıpatıp aynı renkte kuru otlar onları gözden gizliyordu ve taşlarla öylesine yüklüydüler ki dingilleri sarkmıştı. Nefer'in verdiği işaret üzerine araba sürücüleri tahta takozları çektiler ve tekerlekleri zapt eden ipleri doğradılar. Vadinin her iki yanında arabalar harekete geçtiler, giderek hız kazandılar ve aşağıdaki toplu savaş arabalarının üzerine yuvarlandılar. iştar yanında haykırınca Trok, vadinin uzak ucundaki Mintaka'nın siluetinden bakışını | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:34 am | |
| iştar yanında haykırınca Trok, vadinin uzak ucundaki Mintaka'nın siluetinden bakışını ayırdı ve bölüklerinin üstüne boşanan koca koca arabaları gördü. "Geriye!" diye uludu. "Çabuk geriye!" Ama bir boğanınkini andıran sesi bile gümbürtülerin arasında eridi, gitti. Bir kere başlayan saldırı durdurulamazdı, vadinin çok dar tabanında ise manevra yapmak için alan yoktu. İlk yük arabaları saldırı kuvvetinin başına yuvarlanıp paramparça oldular. Tahtalar parçalanırken çıkan sesler, ezilen insanlarla atların feryatları, devrilen ve kalan yüklerini boşaltan arabaların çıkardığı gökgürültüsü duyuldu. Trok'un ilersindeki yol birdenbire hantal arabalardan biri tarafından tıkandı, atları dayana kaçarak yanında koşan arabaya bindirdiler. Harikulade saldırı bir anda parçalanmış ve devrilmiş bir araba ve sakatlanmış at mezbahasına dönüşmüştü. Arabalar vadinin her iki ucunu tıkamışlardı. Parçalanmamış ve devrilmemiş arabalar bile çırpınan bir kitlenin içinde hapsolmuştu. Arabanın bütün var oluş nedeni, kuvveti ve tehlikesi, koşmak ve dönmek, saldırmak ve hızla geri Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 387 -471 - çekilmek yeteneğiydi. Ama şimdi hareketsizleşmişler, taşlardan örülü duvarların arasına sıkışmışlardı, Nefer'in okçuları ise yukarlarındaki yamaçlardaydı, ilk ok yağmuru korumasız araba sürücülerinin büyük kısmını yok etti. Vadi birkaç dakikaya kalmadan bir mezbahaya dönüştü. Trok'un adamlarından bazıları kapana kısılmış araçlarından atlayarak ve yaya olarak vadinin yamaçlarına tırmanmaya koyuldular. Ne çare ki yorucu ilerleyiş sonucunda bitkin düşmüşlerdi, üstlerindeki ağır zırhlar da onları aşağı çekiyordu. Arazi dik ve engebeliydi, onlar da çok ağır hareket ediyorlardı. Nefer'in adamları kayalarla alelacele dikilmiş taş kümelerinin arkasından onları uzun mızraklar ve bir kargı yağmuruyla karşıladılar. Çoğu daha savunucuların ilk sırasına erişemeden öldürüldüler. Trok panik halinde etrafına bakınarak içine düştüğü tuzaktan kurtulmanın yolunu aradı. Ne çare ki atlarından biri, yolunu kesen yük arabasından dökülmüş kayaların altında kalarak ölmüştü. Arkasında ise öylesine bir araç kalabalığı vardı ki dönmesi ya da gerilemesi olanaksızdı. Etrafında oklarla harbeler uçuşuyor, arabasının yanlarına çarpıyor, miğferiyle göğüs zırhından takırdaya-rak geri tepiyordu. İştar, Trok'un onu durdurmasına vakit bırakmadan karışıklıktan yararlanarak arabadan atladı ve tahrip olmuş araçlarla kişneyerek şaha kalkan atların arasında koşarak uzaklaştı. Trok ileriye bakınca gözlerine inanamadı. Mintaka hemen ilersindeki sarı renkli kaya kümesinin üstünde hâlâ kımıldamadan duruyordu. Onun kendisine güzel yüzünde inanılmaz bir tiksintiyle baktığını gören Trok'un hiddeti çılgınlığa dönüştü. Adam yanındaki askıdan savaş yayını kaptı ve okluktan bir ok çekti, ama sonra fikrini değiştirerek silahı elinden attı ve çırpınan atların kafalarının üstünden kıza bağırdı. "Hayır! Bir ok senin gibi kızışmış bir dişi köpek için çok kolay bir ölüm olur. Seni çıplak ellerimle yakalayacağım, avuçlarımın arasında soluksuz kalırken ecel çırpınışlarını hissedeceğim, pis küçük kaltak." Adam kılıcını çekip yere atladı. Şaha kalkan atlarının toynaklarının altından geçti ve devrilmiş yük arabasının üstünden tırmanıp atladı. Nefer'in adamlarının ikisi ona karşı koymak için kayaların arkasından fırladılar, ama Trok onları doğradı ve titreyen cesetlerine basarak geçti. Bakışı, ilersinde uzun boyuyla dimdik duran kırmızı elbiseli kızın üstünde, tıpkı alevin ipnotize ettiği kelebek gibi, odaklanmıştı. Nefer, Trok'un kapandan kurtulduğunu görmüştü. Kayanın birinin üstünden ötekine sıçrayarak yamacı indi. Bir yandan da, "Koş, Mintaka!" diye bağı- -472 - rıyordu. "Kaç ondan!" Ama genç kız ya onu duymuyor ya da dinlemek istemiyordu. Ama Trok onu duymuştu, durup başını kaldırdı. "Gel, gel, tatlı oğlan. Sana da, yosmana da yetecek kadar erkeğim ben." Nefer bir yandan koşarak elindeki harbeyi savurdu, ama Trok onu omzunda taşıdığı hafif kalkanın ortasıyla durdurdu, silah da kayadan kayaya çarparak Mintaka'nın ayaklarının dibine düştü. Ancak genç kız onu görmezlikten geldi. Harbe olayı bir an için Trok'un dikkatini dağıtmıştı, Nefer de düz araziye onun karşısına atladı. Trok Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 388 hemen gard durumuna geçti. Yüzü korkunç bir sırıtışla şekilsizleşmişti. Bronz kalkanın arkasına büzülerek kılıcı sağ eliyle salladı. "Gel, gel köpek yavrusu," diye hırladı. "Gel de çifte taç üzerindeki iddianı sınayalım." Nefer yokuş aşağı koşusunun hızından yararlanarak hiç duraklamasız düşmana saldırdı. Trok ilk darbeyi bronz çemberle karşılayıp etkisiz kıldı. Düşmanı kalkanının yukarsından bir kesme hareketiyle üzerine saldırınca delikanlı arkaya sıçradı. Sonra yine ileri atıldı ve kesmeye vuruşla karşılık verdi. Adamları Nefer'in yamaçtan aşağıya koştuğunu görmüşlerdi. Onun peşinden giderek kayaların korumasından çıktılar ve dalga dalga aşağıya atıldılar. Birkaç saniyeye kalmadan vadi boydan boya boğuşan, kesen ve saplayan adamlarla dolmuştu. Nefer, Trok'un kalçasına doğru bir kandırma hareketine girişerek hasmın zırhının eklem yerine nişan aldı. Trok kendini korumaya kalkınca da elinin tersiyle yaptığı bir hareketle kılıcı yüzüne savurdu. Yön değişikliği ve vuruşun hızı Trok'u şaşırtmıştı. Başını hızla geriye atmasına rağmen, Nefer'in kılıcının ucu yanağını yardı, fışkıran kanlar da adamın sakalına akmaya başladı. Yara Trok'u büsbütün çıldırttı, aslan gibi kükreyerek Nefer'in üzerine atıldı. Darbeleri her yönden o kadar hızla indiriyordu ki kılıcı etrafında pırıl pırıl bronzdan aşılamaz bir duvar oluşturmuştu sanki. Bu saldırı karşısında Nefer gerilemek zorunda kaldı ve Mintaka'nın üstünde durduğu taş platformunun sırtına dayandığını hissetti. Artık gerilemesi ya da bir manevrada bulunabilmesi için bir alan olmadığından Trok'un bir boğanınkınden farksız kuvvetine karşı koymaktan ve darbelerine darbelerle karşılık vermekten başka çaresi yoktu. Bu tür bir vuruşmada hiç yorulmak bilmeyen Trok'la boy ölçüşebilecek pek az adam vardı. Nefer darbelerinden bazılarının yolunu kestikçe Trok alayla gülüyordu. "Ben bütün gün devam edebilirim. Ya sen?" derken bir tek darbeyi bile kaçırmıyordu. Trok, Nefer'in, -473- pençesinden kurtulabileceği tek yolu tıkamak için yavaş yavaş sağa kaydıkça metalin metale çarptığ | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:35 am | |
| pençesinden kurtulabileceği tek yolu tıkamak için yavaş yavaş sağa kaydıkça metalin metale çarptığı duyuluyordu. Trok'un kuvveti korkunç bir doğal afetti sanki. Nefer bir fırtınaya yakalanmış gibi hissediyordu kendini. Okyanuslarda akıntıya kapılıp sürükleniyormuş-çasına çaresizdi. Yıllar yılı yaptığı savaş idmanları onu her ne kadar sertleştir-mişse de bu duruma hazırlanmamıştı. Trok'a yetişmeye çalıştıkça sağ kolunun yorulduğunu hissediyordu. Trok delikanlının yanına bir çentik attı, birkaç saniye sonra da deri göğüslüğünü yararak kaburgaları hizasında bir kesik açtı. Delikanlı, fırtınayı sağ salim atlatmak için tek şansının Trok'un kaba kuvvetine hızı ve çevikliğiyle karşı koymak olduğunu biliyordu. Ama kayanın dibine mıhlanmıştı bir kere. Oradan kurtulması lazımdı. Trok'un bundan sonraki vuruşunu havada yakaladı ve içine kayarak kaçabileceği bir aralık açacak kadar saptırdı. Ama atlarken sol böğrünü saldırıya açık bırakmıştı. Kendini toparlayan Trok'un kılıcı baldırını dövmeli armanın hemen yukarsını yardı. Delikanlının sandaletinin içine dolan kan her adım atışında gıcırtılar çıkarıyordu. Nefer'in son kuvveti de yavaş yavaş tükeniyordu. Trok delikanlının kılıcını kendi kılıcıyla kilitledi ve gardım giderek yükseğe kaldırmak zorunda bıraktı. Nefer kaçmaya kalkıştığı takdirde göğsünü öldürücü vuruş için açıkta bırakacaktı. Üstelik baldırındaki kesik onu zayıf düşürmüş ve daha da yavaşlatmıştı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 389 Trok'un yüzünde bir zafer gülümseyişi vardı. "Ha cesaret, delikanlı! Her şey bitmek üzere. Ondan sonra sonsuza dek dinlenebilirsin," diye Nefer'i alaya aldı. Nefer, Mintaka'nın bir şey bağırdığını hissetti, ama söylenenlerden bir anlam çıkaramadı, ayrıca, dikkatini gevşetmek doğru olmazdı. Trok delikanlının kılıcını yavaş yavaş yana iterek tepesine dikildi, böylece göğüs göğüse geldiler, sonra Trok birdenbire ağırlığını sola, Nefer'in yaralı bacağına doğru kaydırdı. Delikanlı karşı koymaya çalıştıysa da bacağı altında bükülüverdi. Trok ayağını Nefer'in topuğuna dolayarak delikanlıyı arkaya savurdu. Kılıcı Nefer'in zayıflamış ellerinden kurtuldu, delikanlı güneşin kavurduğu toprağın üstünde yatarken de Trok öldürücü darbe için kılıcı her iki eliyle başının yukarsına kaldırdı. Bu şekilde durduğu sırada birden yüzündeki ifade şaşkınlığa dönüştü. Darbeyi tamamlayamadan bir elini ensesine götürdü. Tekrar yüzünün önüne getirdiği eli kendi kanıyla ıslanmıştı. Bir şey söylemek için ağzını açtıysa da, bu kez ağzının köşelerinden kan sızmaya başladı ve adam bakışını Nefer'den Mintaka'ya çevirdi. Kız hâlâ kayanın üstünde duruyordu. Ne- fer gözlerine inanamadı. Trok'un boynunun arkasına harbenin saplanmış olduğunu görmüştü. Nefer'in yere yıkıldığını görünce Mintaka, ayaklarının dibinde duran harbeyi, Nefer'in karşılaşmanın başında savurduğu silahı kapmış ve onu Trok'un arkasına fırlatmıştı. Kargının ucu Trok'un bronz miğferinin kenarının hemen altına girmiş ve derine kaymış, omurgaya rastlamamakla beraber şahdamarını doğramıştı. Çirkin bir heykel gibi duran Trok'un ağzından oluk gibi kanlar boşanıyor-du. Bu durumdayken bile kılıcını elinden bırakarak yukarı uzandı. Mintaka'yı belinden yakaladı ve cıyak cıyak bağırtarak tüneğinden aşağı sürükledi. Bir şey söylemeye çalışıyor, ama ağzından boşanan kanlar sesini boğuyordu. Trok'un göğsünün üzerinde ezdiği Mintaka haykırıyordu. Nefer de zar zor ayağa kalktı. Trok'un kılıcını düştüğü yerden aldı ve adamın arkasına süründü. Mintaka'nın çığlıkları kılıç tutan kolunun kuvvetini yenilemişti. Kılıcı daha ilk vuruşuyla Trok'un korsesinin şeritlerinin arasından geçirerek sırtına sapladı. Trok kaskatı kesilerek Mintaka'yı salıverdi. Kız sürünerek uzaklaşınca Nefer kılıcı yaranın içinden çekerek bir kere daha sapladı. Ayaklarının üstünde sallanan Trok ona doğru döndü. Nefer'e doğru bir adım attı ve kana bulanmış zırhlı ellerini ona doğru uzattı. Nefer bu kez onu boynundan bıçakladı, Trok da dizlerinin üstüne düşerek iki eliyle kılıca sarıldı. Nefer kılıcı çekerken Trok'un parmaklarıyla avuçlarını kesti, bu arada kaslarla sinirleri kesmiş oldu. Trok yüzükoyun yere yuvarlandı, Nefer de kılıcı bağcıkların arasından geçirerek kalbine sapladı. Silahı yaranın içinde bıraktı ve kayanın korumasına çömel-miş olan Mintaka'ya döndü. Genç kız sevgilisine koştu ve var gücüyle ona sarıldı. Tehlike artık geçtiğine göre Mintaka'nın soğukkanlılığından eser kalmamıştı. Genç kız hıçkırıyordu şimdi. "Seni öldüreceğini sanmıştım sevgilim." Nefer, "Sen olmasaydın az daha öldürüyordu da," diye soludu. "Hayatımı sana borçluyum." "Ne kadar korkunçtu." Mintaka'nın sesi titriyordu. "Hiç ölmeyecek sandım." "Ne de olsa bir tanrıydı o." Nefer gülmeye çalıştıysa da gırtlağından çıkan ses gülüşe hiç de benzemiyordu. 'Tanrılar kolay kolay ölmezler." Delikanlı bir yandan da vadinin aşağısından gelen çarpışma gürültüsünün değiştiğinin farkına varıyordu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 390 Kolu genç kızın beline dolanmış olduğu halde dönüp baktı. Trok'un adamları Firavunlarının öldüğünü görmüşler ve tüm morallerini yitirmişlerdi. Silahlarını ellerinden atmışlar, "Yeter! Yeter! Teslim oluyoruz. Yaşasın gerçek hükümdar Firavun Nefer Seti," diye çağırıyorlardı. | |
| | | | BÜYÜCÜLER KRALI | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|