(¯`•._.•♥♥ROSE GARDEN♥♥•._.•´¯) |
| | BÜYÜCÜLER KRALI | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:10 am | |
| Büyücüler Kralı / F: 20 -304- Genç kız öfkeyle ona döndü. "Hepsini iyileştireceğim. Tanrıça adına yemin ederim buna. Orada kumların altında daha pek çok yem çuvalı ve su torbası olsa gerek. Burada daha günlerce kalmamız mümkün, ama yola çıkacağımız zaman bu cesur hayvanlar bizi gideceğimiz yere götüreceklerdir." Nefer çatlamış ve kabuk bağlamış dudaklarının arasından ona güldü. "Senin ne kadar hırslı olduğunu bilmez miyim." Mintaka, "Öyleyse beni daha fazla kışkırtma, yoksa bunu sana fazlasıyla kanıtlarım," diye sevgilisini uyardı. Hamsinin geçişinden beri ilk kez gülümsü-yordu. "Haydi şimdi git, öbürlerine yardım et. Suyumuz ne kadar çok olursa o kadar iyi olur," dedi. Nefer bunun üzerine genç kızı bıraktı ve Taita'nın hâlâ asasıyla su bulmaya çalıştığı kumlara indi. Hiksosların geriye kalan arabaları ilk buldukları kadar az kumla örtülü değillerdi. Birçokları ise yeni kum tepelerinin altında sonsuza kadar gömülü kalacaklardı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 248 Arama devam ettikçe kayalık tepeden gitgide uzaklaştılar. Kumların altında daha pek çok ceset ve leş gibi kokan şiş karınlar buldular. Çok geçmeden Mintaka'nın usta bir seyis gibi atlara baktığı yerden orada olanları duyamayacak kadar uzaklaşmış bulunuyorlardı. Bütün seslerin kesilmesi Trok'u uyandırdı, hareket etmeye çalışınca da acıdan homurdandı. Kum, vücudunun üstünde boğucu bir yüktü. Kaburgalarını eziyor, akciğerlerini nefessiz bırakıyordu. Bununla beraber fırtınayı atlatmaları için İştar tarafından bilerek ya da rastlantı sonucu onlar için seçtiği yerin iyi bir yer olduğunu biliyordu. Başka bir yerde sonsuza dek kumların içine gömülürlerdi. Burada toprağın yüzeyine yakın bir yerde kalmayı başarmıştı. Uçuşan kum katmanlarının üstünde biriktiği ve ağırlığın dayanılmaz bir dereceyi bulduğu son günlerde de kendini kurtarmayı başarmış, üstünde ancak onu ham-s/n'in aşındırıcı kuvvetinden koruyacak kadar kum bırakmıştı. Şimdi de derinlerden yüzeye çıkan bir dalgıç gibi ışığa ve havaya ulaşmaya çalışıyordu. Kumun içinde yüzerken yaralı omzu onun için dayanılmaz bir işkenceydi. Hâlâ kat kat bezlere sarılı başı havaya çıkana kadar mücadele etti. Başının üstündeki sargılardan sıyrılarak göz kamaştırıcı ışıkta etrafına bakındı. Rüzgâr dinmişti, ama hava, içinde asılı kalmış toz zerrecikleri yüzünden ışıldıyordu. Trok omzundaki sancı biraz hafifleyinceye kadar bir süre öylece kalarak dinlendi. Bundan sonra vücudunun alt yarısını örten kum katmanını kenara iterek, "İş- -306- tar! Neredesin?" diye bağırmaya çalıştı, ama sesi bir karganın cıyaklamasından farksız çıkıyordu. Başını ağır ağır çevirince, Medialı'nın yakınında arkasını kaya duvarına vererek oturduğunu gördü. Günler önce ölüp topraktan çıkarılmış bir cesede benziyordu. Derken İştar, gören tek gözünü açtı. "Su?" Trok'un sesi anlaşılır gibi değildi, ama Medialı hayır gibilerden başını salladı. Trok, "Demek aynı mezarda ölmek için fırtınayı atlattık," demeye çalıştıysa da, yaralı boğazıyla ağzından hiçbir ses çıkmadı. Trok bir süre daha yattığı yerde kaldı. Bitkinlikle tevekkülün etkisi sonucunda kalan yaşama içgüdüsünü yitirdiğini hissediyordu. Gözlerini kapatması ve bir daha uyanmamak üzere uykuya dalması ne kadar kolay olurdu. Bu düşünce onu birden canlandırdı ve kumun göz yuvarlaklarını tahriş etmesine aldırış etmeksizin gözlerini zorla açtı. "Su," dedi. "Bana su bul." Yarı kendine destek yaparak ayağa kalktı, sallanarak ve yaralı kolunu göğsüne yapıştırarak öylece durdu. Kör gözü bir sürüngeninkini ya da bir ölününkini andıran İştar onu seyrediyordu. Trok bir sarhoş gibi sallanarak ve iki adımda bir yara çarparak kayanın etrafını döndü ve çölü tepeden görebileceği bir yere geldi. Kum tepeleri saf ve lekesizdi, güzel bir genç kızınkiler gibi şehvet uyandıran kıvrımları vardı. Ortalıkta adamlardan veya araçlardan hiçbir iz görülmüyordu. Bütün Mı-sır'dakılerin en üstünleri olan tümenleri, arkalarında hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolmuşlardı. Trok dudaklarını yalamaya çalıştıysa Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 249 da, ağzında tükürük kalmamıştı. Bacaklarının altında bükülüverdiğini hissetti; yere yığıldığı takdirde bir daha kalkamayacağını biliyordu. Taştan duvarı destek gibi kullanarak ileriye doğru sendeledi. Nereye gittiğini bilmiyordu, kafasının içinde de bir yerlere gitmekten başka düşünce yoktu. Derken insan sesleri duydu ve halüsinasyon gördüğünü düşündü. Ortalığa yine sessizlik çökmüştü. Birkaç adım daha ilerledi ve durup dinledi. Sesleri yine duydu. Bu kez daha yakında ve daha nettiler. Umulmadık bir kuvvetin vücuduna aktığını hissetti, ama seslenmeye kalkıştığında kurumuş boğazından hiçbir ses çıkmadı. Yine sessizlik başgöstermişti. Sesler kesilmişti. Yine ilerlemeye girişti, ama sonra aniden durdu. Yanılmıyordu, bir kadın sesi duymuştu. Tatlı ve berrak bir ses. Mintaka. Bu ad şiş dudaklarının üstünde şekillendi. Derken başka bir ses duydu. Bu seferki bir erkek sesiydi. Trok söylenen sözleri duyamıyordu, konu- -307- şanı da tanıyamamıştı, ama Mintaka'yla beraber olduğuna göre kaçaklardan biri olmalıydı. Düşmandı yani. Trok başını eğip kendi kendisine baktı. Kayış kemeri gitmişti, onunla birlikte silahları da. Silahsızdı. Arkasında da sadece tuniği vardı, bunun dokumasına ise o kadar çok kum karışmıştı ki bir zamanlar günahlarının kefaretini ödemek için insanların giydikleri kıldan gömlek gibi cildini tahriş ediyordu. Etrafında bir silah aradı, bir sopa ya da bir taş, ama hiçbir şey yoktu. Kum, taşları da örtmüştü. Trok kararsız şekilde dururken o sesler yine duyuldu. Mintaka'yla adam kayaların arasındaki dar ve derin bir dere yatağının içindeydiler. Trok hâlâ kararsız şekilde dururken kumların ayaklarının altında tuz billurları gibi çatırdadığını işitti. Her kimse o kişi dere yatağında Trok'un durduğu yere doğru geliyordu. Trok taştan duvara yapıştığı sırada, bir adam onun yirmi adım uzağında koyağın içinden çıktı. Yabancı şimdi kararlı adımlarla kum tepelerine doğru yürüyordu. Hiç de yabancı gelmiyordu Trok'a, ama hâlâ onu tanıyamamıştı. Derken adam dönerek koyağa doğru, "Kendini gereksiz yere yorma, Mintaka. Dayanılmaz işkenceler atlattın," diye seslendi. Sonra yürümeye devam etti. Trok onun arkasından bakakalmıştı. O öldü, diye düşündü. O olamaz. Naja'dan gelen mesaj açıktı... Delikanlının çöle doğru uzaklaşmasını seyrederken bir cinin ya da başka bir kötü ruhun genç Firavun Nefer Seti'nin kılığına girmiş olması olasılığının üzerinde durdu. Sonra kumun bulanıklaştırdığı gözleri delikanlının başka üç kişiyle buluştuğunu gördü. Bunlardan biri Büyücü 'yd ü. Başkası olamazdı, Trok şimdi Büyücü'nün, Nefer Seti'nin mucizevi şekilde dirilmesinden sorumlu olduğunu düşünüyordu. Ama şu anda bunun daha fazla üzerinde durmaya ne vakti vardı, ne de arzusu. Aklında yalnız bir tek şey ,ıi vardı, bu da suydu. Elinden geldiği kadar sessizce Mintaka'nın sesini duyduğu koyağa sokuldu ve yarın köşesinden o tarafa baktı. Önce kızı tanıyamadı; bir köylü kadar toz toprak içindeydi. Saçlarıyla lime lime tuniği kumdan kaskatı kesilmişti, gözlen de çukura kaçmış ve kan çanağına dönmüştü. Küçük bir at sürüsünün başında yere diz çökmüş, hayvanlara bir kovadan su içiriyordu. Trok'un düşünebildiği tek şey suydu. Suyun kokusunu alabiliyor, bütün vücudu su, diye feryat ediyordu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 250 Mintaka'ya doğru sendeledi. Kızın ona arkası dönüktü, yumuşak kumlar ise Trok'un ayak seslerini örtüyordu. Erkek kolunu kavrayıncaya kadar onun varlığının farkında olmadı. Sonra döndü, Trok'u gör- dü ve feryadı bastı. Trok kovayı Mintaka'nın ellerinden kaptı ve kızı yere devirdi. Kolu işe yaramadığı için Mintaka'yı sırtına abanarak yere mıhladı ve o konumda kovadan su içmeye başladı. Koca koca yudumlar yutuyor, gurulduyor ve geğiriyor, sonra tekrar içiyordu. Mintaka onun altında kıvranıyor ve, "Nefer! Taita! Bana yardım edin!" diye bağırıyordu. Trok tekrar geğirdi, susturmak için kızın yüzünü kumun içine itti ve kovadaki son damlaları da içti. Kızın üstüne avının üstündeki bir aslan gibi çökmüştü ve etrafına bakıyordu. Koyağın duvarının dibindeki su torbasını ve bunun yanına istiflenmiş harbelerle kılıçları gördü. Hemen ayağa kalktı ve o tarafa doğru sendeledi. Mintaka da anında ayağa fırlamaya çalıştıysa da, erkek onu tekrar yere savurdu. "Sakın ha kaltak," diye böğürerek kızın kum içindeki gür saçlarından koca bir tutamı avuçladı. Su torbasına ulaşana kadar onu arkası sıra sürükledi. Bu noktada Mintaka'yı bırakmak zorunda kaldı. Sandaletli koca ayaklarından birini yine kızın sırtına dayadı, su torbasına uzandı ve tahta tıpayı çıkarırken onu dizlerinin arasında tuttu. Torbanın ağzını dudaklarının arasına sıkıştırdı ve hafif acı, ılık suyu boğazına akıttı. Yüzünün kuma yapışmış olmasına rağmen Mintaka, suya duyduğu özlemin Trok'ta başka her türlü duyguyu bastırdığının farkındaydı. Susuzluğunu giderip dikkatini onun üzerine çevirmesinden önce harekete geçmeliydi. Trok'un tahammül edebileceğinden de fazla onurunun kırıldığını ve Mintaka'yı tekrar elinden kaçırmaktansa onu öldüreceğini biliyordu. Kayanın dibine istiflenmiş silah kümesine doğru umutsuzluk içinde uzandı. Parmakları bir harbenin sapını kavradı. Trok hâlâ başını arkaya atmış durumda su içiyordu, ama kızın hareketini hissetti ve Mintaka kısa, fakat ölümcül silahı tam karnına ve kasığına saplayacağı sırada su torbasını indirdi. Bununla birlikte yüzükoyun bir konumdan yöneltildiği için darbe kuvvetten yoksundu. Trok silahın parlak bronz ışıltısını fark etti ve küçük bir çığlık atarak yolunun üstünden kaçmak için geriye sıçradı. "Seni hilekâr küçük sürtük!" diye bağırarak su torbasını elinden attı ve kıza doğru bir hamle yaptı. Fakat erkeğin ağırlığından kurtulur kurtulmaz Mintaka ayağa fırladı. Trok'un yanından geçerek koyaktan açık çöl arazisine kaçmaya çalıştıysa da, erkek onun yolunu kesti ve uzun koluyla onu yakalamaya hazırlandı. Bu arada kızın tuniğinin etek ucunu yakalamıştı, ama Mintaka yana sıçradı. Keten kumaş yırtılıp Trok'un -308- - 309- avucunda kaldı. Mintaka erkeğin pençesinden kurtulduysa da Trok onu hâlâ koyağın içinde kıstırmış durumdaydı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 251 Trok hantal hareketlerle üzerine gelince Mintaka yarın kıyısına koştu ve bir kedi kadar hızlı ve çevik olarak tırmanmaya başladı. Trok onu yakalamak için bir hamle yapamadan onun erişemeyeceği kadar yükseğe çıkmış bulunuyordu. Mintaka hızla tırmanıyor, Trok ona yetişe-meyeceğini biliyordu. Bunun üzerine Mintaka'nın elinden düşürdüğü harbeyi kaparak ona doğru savurdu, fakat sol elini kullandığından atışı güçsüz kaldı. Mintaka eğildiğinden harbe başının yukarsından geçti ve yüzünün önünde kaya duvarına çarptı. Genç kız artık korkunun etkisiyle daha da hızlı tırmanıyordu. Trok öbür silahların istiflendiği yere sendeledi ve bir harbe daha kaptı. Fakat bu atışı da isabetsiz oldu. Adam öfkeyle çaresizlikten homurdanarak üçüncü bir harbe kaptı. Ancak Mintaka tam o anda yardaki raf gibi bir çıkıntıya ulaşmış ve Trok'un görüş açısından çıkmıştı. Kayaya yapışarak orada büzüldü kaldı. Trok'un aşağıda ona atıp tuttuğunu ve küfürler ettiğini duyuyordu. Adamın ağzından dökülen çirkin sözler bu sıkıntılı durumuna rağmen midesini buiandırıyordu. Derken başka bir harbe vınlayarak geçti ve Mintaka'nın hemen yukarsın-daki kaya yüzüne çarptı. Kayaya saplanamayarak çıkıntının üstüne düştü, genç kız da onu koyak tabanına düşmeden yakaladı. Sonra çıkıntının kenarından aşağı baktı, ama bir yandan da kendini hemen arkaya atmaya hazırdı. Trok kararsız şekilde ona bakıyordu. Yaralı kolu yanına sarkmıştı. Mintaka'nın kafası görününce, yüzü hiddetten şekilsizleşti ve yarasının verdiği acıya rağmen yara tırmanmak ister gibi ileri atıldı. Genç kız ona hemen harbenin ucunu gösterdi. "Evet, yukarı çık," diye tısladı. "Çık da şu kargıyı karnına saplayayım şişko domuz!" Trok durdu. Tek kolla tırmanmak ve kendini savunmak zorunda kalacaktı. Öte yandan, kızın tehdidinin gerçek olduğunun da farkındaydı. O duraklayınca Mintaka yine bağırmaya başladı. "Nefer! Taita! Hılto! Bana yardım edin!" Mintaka'nın sesi yardan yansıdı ve koyak boyunca çın çın çınladı. Trok koca bir silahlı düşman kafilesinin fırtına gibi üzerine gelmesini bekliyormuş-casına endişeyle etrafına bakındı. Sonra birdenbire bir karara vardı. Su torbasını alıp omzuna attı. "Benden sonsuza dek kaçabileceğini sanma. Bir gün vücudunu doya doya tadacağım, sonra da seni oyuncak olarak askerlerime vereceğim," diye yukarı bağırdı. Sonra kısrağa binmeye çalıştı, ama hayvan he- nüz onun ağırlığını taşıyacak kadar kuvvetlenmemişti, Trok'un altında yere çöktü. Trok zar zor ayağa kalktı ve koyak boyunca uzaklaştı. Mintaka adamın geri çekilmesinin bir hile olmasından korkmuştu. Bu yüzden yarın üstündeki tüneğinden aşağı inmeye cesaret edemiyordu. "Nefer! Bana yardım et!" diye cıyak cıyak bağırdı. Nefer elinde bir kılıç, hemen arkasında Hilto ve merakla koşup geldiği sırada genç kız hâlâ bağırıyordu. Nefer yardan kollarının arasına kayan sevgilisine, "Ne oldu?" diye sordu. "Trok!" Nefer'in kollarında kendini güvende hisseden genç kız mutluluktan ağlıyordu. "Trok yaşıyor. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 252 Buradaydı." Olanları geveleyerek anlattı, ama o daha anlatmasını bitiremeden Nefer ötekilere hemen silahlanmalarını ve Trok'un arkasından gitmeye hazırlanmalarını emrediyordu. Taita onlara katılmak üzere geri dönmüştü. Üç erkek yaralı bir aslanın izini sürer gibi kumda Trok'un ayak izlerini izlerken o Mintaka'nın yanında kaldı. Yarın dibi boyunca ilerleyerek Trok'un /lams/n'in hiddetinden korunduğu çatlağa vardılar. Nefer karışmış kumları inceledi ve işaretleri yorumladı. "İki kişiy-mişler," dedi. "Bizim gibi onlar da fıı'ına sırasında kumların altında kalmışlar. Kumları kazıyarak dışarı çıkmışlar. Bir tanesi burada beklemiş." Delikanlı kayaya yapışmış olan bir yün ipliğini çekip alarak ışığa tuttu. "Siyah." Mısırh'ların ender olarak kullandıkları bir renkti siyah. "Mutlaka Medialı'dır." Hilto onayladı, "iştar fırtınadan sağ olarak kurtulmalarını sağlayacak güce sahiptir. Trok'u bu sayede kurtardığı muhakkak. Tıpkı Taita'nın bizi kurtardığı gibi." "Burası." Nefer kalkıp işareti gösterdi. "Trok su torbasını taşıyarak Medi-alı'yı bulmaya geldi. Sonra bu taraftan gittiler." Ayak izlerini çölde kısa bir süre izlediler. "Batıya Avaris'le Nil'e doğru gitmişler. Oraya ulaşabilirler mi acaba?" "Ben onlara yetişirsem asla ulaşamazlar." Nefer böyle diyerek harbeyi avucunda tartıyordu. "Majesteleri," Hilto saygılı, fakat kararlıydı. "Su torbası onlarda, üstelik çoktan yola çıkmışlar. Şimdiye kadar bizden hayli uzaklaşmışlardır. Yanımızda su olmadan onları asla izleyemeyiz." -311 - -310- Nefer durakladı. Hilto'nun sözlerindeki mantığı kavramakla beraber, Trok' un kaçmasına göz yummak fena halde gücüne gidiyordu. Mintaka'nın ona söylediklerinden anlaşıldığına göre, Trok yaralıydı ve pek tehlikeli bir hasım sayılmazdı. Hem de Nefer'in hâlâ güçsüz olmasına rağmen. Sonunda dönüp en yakındaki kum tepesinin doruğuna tırmandı. Elini siper ederek rüzgârın süpürdüğü temiz kumların üstündeki izleri gözleriyle takip etti. Neden sonra yarım fersahtan uzakta minik iki siluetin hiç durmadan batıya doğru ilerlediğini gördü. Isının yol açtığı hava titreşimlerinin arasında kaybolana kadar onları öfkeyle bakışıyla izledi. "Başka bir fırsat daha bulacağım," diye fısıldadı. "Peşini bırakmayacağım. Horus'un yüz adı üzerine yemin ediyorum buna." Gömülü arabalardan on altı tane daha buldular ve yeryüzüne çıkardılar. Bu su ve yiyecek bolluğunda atlar da, insanlar da çabuk toparlandılar. Ayrıca, Trok'un askerlerine ait daha pek çok ceset bulmuşlardı. Bu sayede üst baş edinip giyinebildiler. Nefer bir çift sandaleti yaralı ayağı tamamıyla iyileşmiş olan Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 253 Mintaka'nın ayaklarına uydurdu. Onuncu günde yola çıkmaya artık hazırdılar. Kalan dört at, arabaları gevşek kumların üstünde çekmek için yeterince kuvvet bulamadığından Nefer onları yük beygiri olarak kullanmaya ve sırtlarına taşıyabilecekleri kadar su yüklemeye karar verdi. Gece bastırınca atları çekerek kum tepelerini aşmaya giriştiler. Kısrak, yüküne ek olarak Mintaka'yı taşıyamayacağından Nefer hayvanın omuzlarına deri bir kayış geçirdi ve Mintaka'nın yumuşak kumlarda sürüklenmek için buna asılmasında ısrar etti. Hamsin araziyi o kadar değiştirmişti ki Taita yıldızlara bakarak yollarını bulmak zorunda kaldı. İkinci gün şafak sökmeden eski kervan yoluna vardılar. Hamsin tarafından yer yer silinmişti, ama pek fazla ilerlemelerine gerek kalmadan ışık kuvvetlendi ve ilerdeki kavşağı gösteren kurgana benzer taş kümesini gördüler. Fırtına sona erdikten sonra bir başkasının onlardan önce oradan geçtiğini keşfettiler. İki çift ayak izi yol boyunca batıya, Nil Vadisi'ne ve Avaris'e doğru gidiyordu. İzlerden biri büyüktü, öbürü ise çok daha küçük. Taita'yla Nefer onları dikkatle incelediler. "Bu Trok. Başka hiç kimsenin bir Nil kayığıyla aynı uzunlukta, böylesine iri ayakları olamaz. Mintaka haklıymış. Sağ yanından ya- ralı. Yürürken sağ yanını kayırıyor." Taita işareti inceledi. "Ancak öbür adamın kimliğinden emin değilim. Kimliğine işaret eden bir ipucu bıraktı mı görelim." İzleri taş kümesine kadar izlediler. "Ah! İşte!" Birisi kurganın yanında kumun üstünde taşlarla karmaşık bir şekil oluşturmuştu. "Artık şüphe yok. O adam Medialıİştar." Taita öfkeyle taşları dağıttı. "Bu iğrenç tanrısı Yamyam Marduk'a yönelik bir niyaz." ihtiyar adam taşların küçüklerinden birini Trok'la İştar'ın izledikleri yola fırlattı. "Yanında bir bebek olmuş olsa İştar onu seve seve kurban ederdi. Marduk insan kanına susamıştır hep." Nefer burada kurganın başında güç bir karar vermek durumundaydı. "Doğuya doğru o uzun yolculuğu eğer yapacaksak, levazım ve altına ihtiyacımız olacak. Asurlu'nun sarayına züğürt sürgünler olarak gitmesek iyi olur." Taita onayladı. "Mısır'da Firavunlarının hâlâ yaşadığına emin olsalar bizi tüm olanaklarıyla destekleyecek birçok güçlü şahsiyet vardır." Nefer, "Hilto'yla Meren Teb'e dönmek zorundalar," dedi. "Ben kendim giderdim, ama bütün dünya Mintaka'yla beni arayacaktır." Delikanlı parmaklarının birindeki yüzüğü çıkararak Hilto'ya verdi. "Kendini bu simgeyle tanıtırsın. Onu dostlarımıza göster. Adamlar, altın, arabalar ve atlarla dönmelisin. Kral Sargon'un yanına vardığımız zaman görkemli bir görüntü vermeliyiz ki Mısır'da hâlâ bizi destekleyenler olduğuna inansın." "Emriniz yerine getirilecektir, majesteleri." "Bilginin bizim için aynı derecede yaşamsal önemi var. Haber toplaman gerekir. Sahte firavunların tüm girişimleri hakkında bilgilendirilmeliyiz. Hilto başını eğdi. "Gece olurken yola çıkacağım, Firavun." O upuzun sıcak günü gömülü arabaların birinden elde ettikleri bir tentenin gölgesinde planlarını tartışarak | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:10 am | |
| O upuzun sıcak günü gömülü arabaların birinden elde ettikleri bir tentenin gölgesinde planlarını tartışarak Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 254 geçirdiler. Güneş ufka doğru alçalıp ısısını kaybetmeye başlayınca birbirlerinden ayrıldılar. Hilto'yla Meren batıya Teb'e doğru yola çıkarken, Taita, Nefer ve Mintaka da doğuya yöneldiler. Nefer'in Hilto'ya son sözleri, "Sizi Gallala kalıntılarında bekleyeceğiz," oldu. Bundan sonra yiğit askerle Meren'in alacakaranlıkta gözden kaybolmasını seyrettiler. Taita, Mintaka ve Nefer kervanların izledikleri yoldan Gallala'ya doğru yola çıktılar. On iki gün sonra su torbalarında sadece birkaç damla su kaldığı sırada terk edilmiş kalıntılara vardılar. _ 0-10 _ O l O -312- Haftalar aylar oldu, onlar ise hâlâ Gallala'da bekliyorlardı. Taita'nın kenti çevreleyen tepelerde günler geçirdiği oluyordu. Vadileri ve koyakları arşınladığı zamanlar Nefer'le Mıntaka bazen onu uzaktan görüyorlardı. Sık sık sopasını yere vuruyor, kayaları dürtüyordu. Başka zamanlar kent duvarlarının dışındaki hemen hemen kurumuş kuyuların başında duruyor, bunların içine uzun uzun bakışını dikiyordu. Nefer ağzını aradığı zaman kaçamak yoluna sapıyordu. Tek söylediği, "Bir ordunun suya ihtiyacı vardır," oluyordu. Nefer dudak büktü. "Değil bir ordu, bize bile yetecek kadar su yok." Taıta başıyla doğruladı, ayağa kalktı ve sopasıyla kayalara vura vura tepelerin arasında uzaklaştı. Mintaka onlar için kalıntıların arasında bir barınak düzenledi, Nefer de paçavralarla üzerlerine bir çadır dikti. Mintaka bir hükümdar kızı bir Hiksos prensesi olarak hiçbir zaman yemek pişirmek veya bir odayı süpürmek zorunda kalmamıştı, bu nedenle de ilk çabaları felaket oldu. Kömürleşmiş bir lokmayı yutmaya çalışırken Taita, "Trok'un ordusunu yok etmek istersek, bunun en garantili yolu seni aşçı olarak onlara yollamak olurdu," dedi. "Eğer sen o kadar yetenekliysen büyük aşçılık hüneriyle bizi onurlandıra-bilirsin." Taita, "Zaten iki seçenek var: ya bu ya da açlıktan ölmek," diyerek ocağın başında genç kızın yerini aldı. Nefer eski avcı rolüne dönmüştü, çöldeki ilk gününün akşamı da tombul bir genç ceylan ve sadece biraz cılk nefis dört toy kuşu yumurtasıyla arkadaşlarının yanına döndü. Mintaka, Taita'nın yaptığı omletten payına düşen parçayışöyle bir kokladıktan sonra elinin tersiyle kendisinden uzaklaştırdı. "Yemeklerimden yakınan kişi bu mu?" dedikten sonra Nefer'e baktı. "Sen de onun kadar suçlusun. Getirdiklerinin yenilebilir durumda olacağından emin olmak için gelecek sefere ben de seninle ava gideceğim." Tepeleri yaran sığ vadilerin birinde yan yana yatıyor ve bir yandan otla-yarak onlara yaklaşan bir ceylan sürüsünü gözetliyorlardı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 255 Mintaka, "Peri kadar zarifler," diye fısıldadı. "Ne kadar da güzel." Nefer, "Eğer vicdanın sızlayacaksa ben vururum," dedi. "Hayır." Mintaka başını salladı. "Yapmayacağım demedim ki." Kararlı gözüküyordu, delikanlı da kararını sorgulamayacak kadar iyi tanıyordu onu. Sürünün erkeği hayvanların başına geçmişti. Zarif sırtı tarçın rengiydi, karnı ise ufuktaki fırtına bulutlarından birinin gümüşi beyaz tonundaydı. Boy- nuzları lir biçiminde ve sanki cilalıydı. Sivri kulaklarını dikmişti. Uzun bir boynun üstündeki başını çevirdi ve küçük sürüsüne baktı. Dişilerden biri, gerdiği iki ayağının üstünde burnu hemen hemen toynaklarına dokunur biçimde zıplamaya başladı. Bu uyarı hareketiydi. Nefer gülümsedi. "Küçük yaratık sadece gösteriş yapıyor." Erkek ceylan bu çocuksu numaralardan bıkarak iki gencin pusuda bekledikleri yere yaklaşmaya koyuldu. Taşlık arazide ölçülü bir zarafetle ilerliyor, iki, üç adımda bir durarak bir tehlike olasılığına karşı endişeyle etrafına bakmıyordu. Nefer, "Bizi daha görmedi, ama yakında görecek," diye fısıldadı. "Taita yanımızda değil ki onu aldatsın." Mintaka, "Zaten menzil dışında," diye fısıldayarak karşılık verdi. "Aramızda yalnızca elli adım var. Onu vuracaksan hemen vur, yoksa göz açıp kapayana kadar gidecek." Mintaka erkek geyik bir daha başını çevirinceye kadar bekledi. Sonra dizlerinin üstünde ağır ağır doğrularak yayı gerdi. Gömülü arabaların birinden kurtardıkları kısa ve kavisli silahlardan biriydi. Genç kızın saldığı ok soluk çöl göğüne doğru hafif bir kavis çevirerek yükseldi. Ceylan, Mintaka'nın kalkarkenki hafif hareketini o iri kara gözleriyle anında seçmişti. Başını hızla çevirdi ve hemen kaçmaya hazır durumda genç kıza baktı. Yayın vınlayarak salınması üzerine ok daha havadayken ileriye zıpladı. Toynaklarının toprağa değdiği yerlerden küçük toz püfürtüleri kaldırarak öteye kaydı. Ok, hayvanın birkaç saniye önce durduğu yerde takırdayarak kayaya çarptı. Mintaka ayağa fırladı ve kaçan ceylanı gözleriyle gülerek izledi. İsabet kaydetmemesine hiç de üzülmüş gözükmüyordu. "Şu koşusuna bak. Tıpkı uçan bir kırlangıç gibi," dedi. Taita, Nefer'e gerçek avcının avını sevdiğini ve ona saygı duyduğunu öğretmişti. Delikanlı da şimdi avladığı hayvanlara duyduğu anlayışla karışık acıma dolayısıyla Mintaka'ya daha da fazla hayranlık duyuyordu. Genç kız hâlâ gülerek ona döndü. "Üzgünüm sevgilim. Bu gece aç olarak yatağına gireceksin." "Ateşin başında Taita olduğu sürece aç kalmayız. O, yalnız havayla bile bir şölen hazırlayabilir." Mintaka'nın yere düşen okunu kapmak için yarıştılar. Genç kız bir baş ilerde olduğundan oka önce ulaştı. Onu almak için yere eğilmesi üzerine lime lime kısa etekliği yukarı kaydı. Baldırları esmerleşmiş ve pürüzsüz, kabaetleri kusursuz yuvarlaklar görünümünde, cildi güneşin ulaşmadığı yerlerinde soluk ve lekesiz, değerli bir Doğu ipeği gibi parlaktı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 256 -315- -314 ı Mintaka doğruldu ve anında dönerek delikanlının gözlerindeki ifadeyi yakaladı. Bakire olmasına ve cinsellik oyunlarında deneyimsiz bulunmasına rağmen, dişilik içgüdüleri enikonu gelişmişti. Bu masumca hareketinin erkekte ne denli bir şehvet uyandırdığını görebiliyordu, bunu bilmek onu da heyecanlandırdı. Sevgilisinin onu ne denli istediğini görmek, onun da sevgilisini aynı acı veren tutkuyla istemesine yol açtı. Kasıklarının Nefer'e olan aşkının etkisiyle tutuştuğunu, öğle güneşinin sıcağında kalmış bir bal peteği gibi taşıp eridiğini hissetti. Çekingen bir tavırla erkeğe doğru sendeledi, fakat Nefer onu yine neredeyse pençesine alacak şehvet duygusundan dolayı utanç duydu. Genç kıza ettiği yemini anımsadı: "Yeminime karşı gelip şerefini lekelemektense ölmeyi yeğlerim," demişti, bunu anımsaması üzerine kendini çekilmeye zorladı. Ellerinin titrediğinin farkına varıyordu, önüne bakarak konuştuğunda sesi boğuk çıktı. "Nerede başka bir sürü olduğunu biliyorum, ama onları ortalık kararmadan bulmak istiyorsak acele etmeliyiz." Genç kıza bakmadan uzaklaşmaya girişmesi üzerine Mintaka kendini terk edilmiş hissetti. Nefer'in kollarının bedenini sarmasını ve sert genç vücudunun onunkine yapışmasını dünyada her şeyden fazla istemişti. Genç kız hemen kendini toparladı ve onun peşinden gitti. Bir yandan da benliğini saran garip duygulardan kurtulmaya çalışıyordu, ama bu duygular o kadar kolay bilinçaltına sürülebilecek türden değildi. Nefer'e yetişti ve birkaç adım arkasından yürümeye koyuldu. Delikanlının sırtını inceliyordu. Gür siyah buklelerinin omuzlarının üstünde nasıl zıpladığını seyrediyordu. Omuzlarının ilk tanıştıkları zamandan beri ne kadar genişlediğini görerek hayranlık duydu. Sonra bakışı daha aşağı kayınca, delikanlının kabaetlennin önlüğe benzer kısa giysisinin ince kumaşının altında hareket edişini seyrederken yanakları alev alev yanmaya başladı. Kendi şehvet duyguları ona tatlı bir utanç duyuruyordu. Dağları yaran uzun vadinin ucuna ulaşmaları çok kısa sürdü. Nefer dönüp sevgilisine baktı ve onu vücudunu incelerken yakalamasına ramak kaldı. Mintaka tam zamanında bakışını onun gözlerine çevirdi. "Buradaki yarın dibinde yüzlerce eski mezar var. Onları ilk kez babam beni buraya getirdiği zaman görmüştüm. Şeyden önce..." Tamose'la geçirdiği son günün anısı yüreğini sızlatınca arkasını getirmedi. Mintaka onu acı anılarından uzaklaştırmak için, "Kimlerin mezarıymışlar?" diye sordu. -316- "Taita bin yıllık olduklarını söylüyor. Gize'deki büyük piramitleri yaptıran Keops'la Kefren'in zamanından G | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:11 am | |
| "Taita bin yıllık olduklarını söylüyor. Gize'deki büyük piramitleri yaptıran Keops'la Kefren'in zamanından Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 257 kalma." "O halde Büyücü'nün kendisi kadar eskiler." Genç kız gülümsedi, Nefer de ona güldü. Mintaka, "Hiç onları inceledin mi?" diye sordu. Delikanlı hayır gibilerinden başını salladı. "Buraya gelişimizden beri bunu yapmayı sık sık düşündüğüm oldu, ama bir fırsatını bulamadım." Mintaka, "Öyleyse bunu şimdi yapalım," dedi. Ama Nefer tereddüt etti. "Bunun için iplerimizle fenerlerimizin olması gerekir." Ama Mintaka yarı inmeye başlamıştı bile, delikanlı da onu izlemek zorunda kaldı. Yarın dibine inince, mezarların çoğunun ulaşamayacakları bir yerde olduğunu gördüler. Yarın dikey yüzüne uyulmuşlardı, altları da son derece tehlikeli bir uçurumdu. Nefer bir süre sonra erişebilecekleri bir delik fark etti. Yarın yüzünün çöktüğü bir bölümü tırmanarak raf gibi dar bir çıkıntıya ulaştılar. Nefer önde, Mintaka arkada dikkatle ilerlediler. Delikanlı kara deliğe vardı ve içini görmek için eğildi. "Tabii ki ölülerin ruhlarının korumasındadır," dedi. Şaka yollu konuşmuştu, ama Mintaka onun huzursuz olduğunu sezmiş ve bundan etkilenmişti. "Tabii!" diye o da şaka yollu yanıt verdi, ama delikanlının arkasından kötülükleri savma işaretini yaptı. Nefer, "İçersi çok karanlık," dedi. 'Yarın buraya bir yağ lambasıyla dönmeliyiz." Mintaka delikanlının omzunun üzerinden ileriye baktı. Kısa bir geçit hafif yükselerek kaya kitlesinin içine giriyordu. Aradan geçen yüzyıllara rağmen kaya duvarlarının üstünde oyularak yapılmış resimler net olarak görülebiliyordu. "Bak." Mintaka resimlerden birine dokundu. "Bu bir zürafa, bu da bir adam." "Evet." Nefer sırıttı. "Hem de çok sevecen bir adam. Bunun hiç kuşkusu yok." Genç kız kızmış gibi yaptı, ama gülümsemekten kendini alamadı. Eski sanatkâr, erkek figürüne havaya dikilmiş dev bir erkeklik organı yapmıştı. Genç kız geçitte daha da ilerledi. "Burada da yazılar var. Acaba ne diyorlar?" Nefer, "Bunu kimse öğrenemeyecek," diyerek Mintaka'nın önüne geçti. "O eski yazı çok uzun zamanlardan ben unutuldu. Artık geri dönmeliyiz." -317- r Mağaranın tabanı rüzgârın buraya üfürdüğü ince bir kum tabakasıyla kaplıydı. Kısa bir yoldan sonra geçidin zifiri karanlığa gömüldüğünü gördüler. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 258 Mintaka inat etti. "Azıcık daha ileri gidebiliriz." "Bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum." Ama Mintaka onu iterek öne geçti. "Ben önden gideyim." "Bekle!" Nefer kızı tutmaya çalıştıysa da Mintaka gülerek ileri atıldı. Nefer kızın oluşturduğu örnek ve kendi isteksizliği nedeniyle utanıp elini kamasının kabzasına götürerek onu izledi. Attıkları her adımda karanlık daha da yoğunlaşıyordu, öyle ki Mintaka bile durarak endişeyle ileriye baktı. Nefer eğilerek kumlu zeminden bir taş parçası alarak kızın omzunun üzerinden geçidin karanlık köşelerine fırlattı. Taş kaya duvarlarına çarptı. Mintaka bu takırtıyı izleyen sessizlik içinde, "Bir şey yokmuş," dedi, ama bir adım daha atmasına kalmadan ilerdeki karanlığın içinde bir şey kımıldadı. Dar mekânın daha da yoğunlaştırdığı bir hışırtı kulaklarına geldi. İki genç donakalarak gözlerini karanlığa diktiler. Tiz bir çığlık duyuldu ve anında bir koro tarafından tekrarlandı. Hışırtı, bir çağlayan uğultusuna dönüşmüştü. Cıyaklayan ve kanat çırpan bir kara bulut karanlığın içinden üzerlerine geldi. Yüzlerce kanat şaşkın yüzlerine çarpıyordu şimdi. Mintaka bir çığlık atarak hızla döndü ve Nefer'e koşarak kollarını delikanlının boynuna doladı. Nefer kızı kollarının arasına alarak kumların üstüne çekti. "Yarasalar," dedi. "Sadece yarasalar." Mintaka, "Biliyorum!" diye soludu. "Sana zarar vermezler." "Biliyorum." Kızın sesi sakinleşmişti şimdi, ama kollarını erkeğin boynundan çekmedi. Nefer yüzünü sevgilisinin gür saçlarının içine gömdü. Mintaka'nın saçlarının taze kesilmiş çimenler gibi zengin parfümlü, temiz bir kokusu vardı. Mintaka duyduğu zevkten hafif bir inilti salıvererek yüzünü erkeğin boynuna gömdü ve ona yapışmış durumda yavaşça hareket etmeye başladı. Nefer onu hafifçe itmeye yeltendi. "Mintaka, bunun tekrar olmayacağına sana söz vermiştim." "Seni o sözden kurtarıyorum." Kızın sesi hemen hemen duyulamayacak kadar yumuşaktı. Yüzünü kaldırarak erkeğinkine yaklaştırdı. Nefesi sıcak ve tatlı kokuluydu. Dudakları da yumuşak ve dolgundu, kız ağlayacakmış gibi titriyordu. "Karın olmayı hayatta istemiş olduğum her şeyden daha fazla istiyorum," diye mırıldandı. Nefer eğilerek kızın ağzını dudaklarının arasına aldı. O kadar nemli ve sıcaktı ki sanki erkeğin ağzını yakıyordu. Kendini o ağzın içinde kaybetti. Mintaka da erkeğinin kollarından başka hiçbir yere ait olamayacağını hissediyordu. Nefer bir yandan onu öpmeye devam ederek, sırtının açılarını, köşelerini ve kıvrımlarını parmak uçlarıyla keşfetmeye çalıştı. Sıkı kaslarının arasında akan bir inci dizisine benzettiği omurgasının çizgisini parmaklarıyla izledi. Bir elini kızın kalçasına dayadı ve belinin kıvrımıyla değerli bir seramik vazonun şekli arasında bir kıyaslama yaptı. Mintaka'nın arkasına uzanarak iki kabaetini avuçlarının arasına alınca da simetrilerine ve Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 259 esnek sıkılıklarına şaştı. Mintaka erkeğinkiyle birleştirmek için kalçalarını öne itti, delikanlı da bunun üzerine onu kendisine daha sıkı yapıştırdı. Kasık çevresinin şiştiğini ve sertleştiğini hissediyordu. Bunu kızdan gizlemek için arkaya yaylandı. Fakat Mintaka bunu önlemek ister gibi küçük bir itiraz iniltisi kopardı. Erkeğe sürtü-nüyor, onun heyecanının ve onun kendisini ne kadar arzuladığının bu kanıtının keyfini çıkarıyordu. Trok'un mavi damarlı iğrenç organını üstüne sürtmesini hayal meyal hatırlıyordu, ama bu iğrenç olayın burada olanlarla hiçbir ilgisi yoktu. Olayı güçlük çekmeden aklından sildi. Nefer'in parmaklarının kabaetlerinin arasındaki yarıkta dolaştığını duydu ve bu duygu üzerinde yoğunlaştı. Sadece nasıl olup da sertleşen meme uçlarıyla gizli derinliklerinde bunun yansımasını duyabildiğine şaşıyordu. "Dokun bana." Erkeğin ağzının içine konuşuyordu. "Evet! Dokun bana. Tut beni. Okşa beni. Sev beni." Duyguları öylesine harman olmuştu ki vücudunun her lifini, kafasıyla vücudunun her parçasını sarıyor görünüyordu. Nefer sonunda onu öpmeyi bıraktı. Mintaka da erkeğin, dudaklarını çıplak omzuna hafif hafif sürttüğünü hissetti. Onun neyi gereksindiğini içgüdüsel olarak hissederek tuniğinin önünü açtı ve memelerinden birini ortaya çıkardı. Şişmiş ucu acıyan memesi avucu-na ağır geliyordu. Genç kız öbür elini erkeğin ensesindeki gür ve kıvırcık saçların arasına daldırdı ve memesinin ucunu onun ağzına verdi. O, aç bir bebek gibi memesini emerken kız bir şeyin karnının derinlerinde şiddetle kasıldığını ve gevşediğini hissetti ve bunun kendi rahmi olduğunu şaşkınlıkla fark etti. Erkeğin ağzındaki memesini yavaşça değiştirdi. Duyduğu his kaybolacak yerde anında daha kuvvetlendi. Erkeğin parmaklarının eteğinin önünü kaldırıp peştemalını kurcaladığını hissederek sevindi. Erkeğe kolaylık olsun diye bacaklarını araladı, sonra kal- -319- çasındaki düğümü açmasına serbest eliyle yardım etti. Peştemal kayıp yere düştü, mezarın havası da çıplak kabaetleriyle karnını soğuk soğuk okşadı. Erkeğin, edep yerini örten kürk gibi sıkı bukleleri titreyen parmaklarıyla okşadığını hissediyordu. Canı yanmış gibi bağırdı ve belki bilinçsiz olarak erkeğin eteklerini kenara iterek onu aramak üzere elini uzattı. Erkeğin organının genişliğine şaşırarak onu baş ve işaret parmaklarıyla sardı. O, avucunda canlı bir yaratık gibi hareket halindeydi, öyle ki ona bakmak istedi. Bunun üzerine aralarını görebilmek için erkeği salıvermeden hafifçe arkaya itti. "O kadar güzelsin ki," diye soludu." O kadar kusursuz ve güçlüsün ki." Sonra erkeği tekrar öptü ve ağzını onunkinden ayırmadan arkaya devrildi ve onu da karnının üstüne çekti. Onu buyur etmek ister gibi bacaklarını açmıştı. Sevgilisinin deneyimsizliğini seziyor, bu sezgisi ona karşı duygularını daha da güçlendiriyordu. Tüm deneyimsizliğine karşın erkeğe rehberlik ediyordu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 260 Kalçalarının açısını değiştirince erkek onun içine kaydı, onu yararcası-na doldurdu, acıyla karışık zevkten bir zafer çığlığı koparttı. Nefer kızın üstüne kaçak bir atmış gibi binmiş, onu sürüyor, Mintaka da erkeğin kalçalarının her hareketine koşut bir hareketle karşılık veriyor, onunla hızlandıkça hızlanıyordu. Sonunda sınıra vardıklarını hissetti. Ama inanılır gibi değil, o sınırı da aştılar. Dünyayla zincirlerini kopardılar, ayrı varlıkları sanki birbirine kaynadı ve tek bir varlık oldular, sesleri de tek bir sevinç çığlığı halinde birleşti. Uzun bir zaman sonra o uzaklardaki yüksekliklerden birlikte dönerek birbirlerinin kollarının arasında yattılar. Hâlâ birbirlerine kenetlenmiş durumdaydılar ve terleriyle nefesleri serinliyor, birbirine karışıyordu. Mintaka en sonunda, "Bu hiç bitmesin istiyorum," diye fısıldadı. "Sonsuza dek seninle böyle yatmak istiyorum." Uzun bir zaman sonra erkek tembel tembel doğruldu ve geçidin ağzına baktı. Şaşkın nalde, "Ortalık kararıyor," dedi. "Gün ne kadar da çabuk geçmiş." Mintaka dizlerinin üstüne oturarak eteklerini düzeltirken erkek bunun ucundaki taze lekelere dokundu. Huşu içinde", "Kızlık kanın," diye fısıldadı. Mintaka, "Sana armağanım," diye yanıt verdi. "Yalnız sana duyduğum aşkımın kanıtı." Nefer uzanıp kızın eteğinden küçük parmağının tırnağı kadar kanlı bir parçayı yırttı. Mintaka, "Ne yapıyorsun?" diye sordu. "Bunu bu olağanüstü günün anısı olarak sonsuza dek saklayacağım." Nefer boynunda taşıdığı madalyonu açtı ve kumaş parçacığını bunun içinde bulunan kızın siyah saç tutamının yanına sıkıştırdı. Mintaka onun madalyonu kapamasını seyrederken, "Beni gerçekten seviyor musun, Nefer?" diye sordu. "Damarlarımda akan kanın her damlasıyla seviyorum. Ölümsüz hayattan da çok seviyorum." Eski binada düzenleyip içinde oturulabilir hale getirdikleri odaya girdiklerinde Taita ateşin başında bir çömleğin içindekileri karıştırmakla meşguldü. Günün son ışığıyla çerçevelenmiş olarak kapıda duran Mintaka'ya başını kaldırıp baktı. Genç kızın kuyunun azıcık suyuyla yıkamaya çalıştığı etekliği hâlâ ıslaktı ve baldırlarına yapışıyordu. Çekine çekine, "Bu kadar geç kaldığımız için üzgünüm, Taita," dedi. "Ceylanı çölde takip ettik." Geç kaldıkları için daha önce hiç özür dilememişti, Taita ikisine de baktı. Nefer yüzünde rüyada gibi yumuşak bir ifadeyle kızın etrafında dolaşıp duruyordu. Aşkları o kadar güçlüydü ki etraflarında sanki ışıldayan bir hale oluşturuyordu. Taita havada bunun bir kır çiçeğinin parfümünü andıran kokusunu alabiliyordu. Demek kaçınılmaz olan en sonunda oldu, diye düşündü. Şaşılacak olan olmasının bu kadar gecikmesiydi. ihtiyar adam düşündüklerini belli etmeyerek homurdanmakla yetindi. "O ceylanlara yetişmediğiniz ortada. Fazla mı hızlı koşuyorlardı, yoksa sizin mi dikkatiniz dağıldı?" Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 261 Taita yine tenceresinin başına döndü. "Neyse ki aranızda işe yarayan biri var. Birkaç yabani güvercini tuzağa düşürebildim. Bu sayede aç karnına yatmamıza gerek kalmayacak." Bundan sonraki günler iki genç için rüya gibi geçti. Taita'nın yanında birbirlerine bakmamaya çalışıyorlar, ancak ihtiyar adamın onlara bakmadığını zannettikleri zamanlarda birbirlerine dokunarak tedbirli ve kurnaz davrandıklarını düşünüyorlardı. Mintaka dairelerinin oturma odasına bitişik çıplak hücrede kendine küçük bir yer yapmıştı. Nefer her gece Taita'nın hafif hafif horlamaya başlamasına kadar bekliyor, sonra sessizce kalkarak kızın bu küçük odadaki döşeğinin yolunu tutuyordu. Her sabah da Mintaka onu şafak sökmeden çok önce kaldı- -320- -321 - Büyücüler Kralı / F: 21 rıyor ve odadaki kendi döşeğine yolluyordu. Bu arada Taita'nın hâlâ uyumakta olduğunu düşünüyorlardı. Üçüncü sabah Taita birdenbire, "Bu odalarda fareler ya da başka garip yaratıklar da barınıyor olmalı. Onların küçük küçük koşuşmaları ve fısıldamaları nedeniyle uyuyamıyorum," dedi. İki genç fena halde bozulmuş olarak bakı-şırlarken o devam etti. "Ben kendime kalacak daha sakin bir yer buldum." ihtiyar adam böylece döşeğiyle ufak tefek eşyasını meydanlığın karşı tarafındaki küçük bir kalıntıya taşıdı. Akşamları birlikte yemek yemelerinden sonra buraya çekiliyordu. İki sevgili gündüz saatlerinde çöle giderek vakitlerini konuşarak, sevişerek ve gelecekle ilgili bin bir plan yaparak geçiriyorlardı. Ne zaman ve nasıl evleneceklerini, Mintaka'nın kaç oğul ve kaç kız doğuracağını kararlaştırıyorlar, oğullarıyla kızlarına isimler seçiyorlardı. Birbirlerine öylesine dalmışlardı ki bu ıssız çöl arazilerinin ötesindeki dünyayı unutmuş gibiydiler. Ta ki eski mezarları daha iyi keşfedebilmek için bir ip kangalı ve iki yağ lambasıyla bir sabah şafaktan önce kent kalıntısını terk edene kadar. Dolambaçlı bir yol izleyerek yarın tepesine vardılar ve soluklanıp mavi tepelerin yukarsında gün doğumunun olağanüstü güzellikteki manzarasını seyretmek için orada oturdular. Mintaka birdenbire, "Bak!" diye bağırarak kollarını batıya uzattı ve Mısır'a giden eski ticaret kervanlarının yolunu işaret etti. Nefer ayağa fırladı ve vadiden onlara doğru gelen garip kervana bakakaldılar. Beş harap araç önden gidiyor, dağınık durumdaki bir kafile de arkalarından geliyordu. Mintaka, "En az yüz kişi olmalılar," diye atıldı. "Kim olabilirler dersin?" Nefer, "Bilmiyorum," diye düşünceli bir yüzle itiraf etti. "Ama ben gidip onları gözlerken senin koşup Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 262 yaklaştıklarını Taita'ya haber vermeni istiyorum." Mintaka tartışmadı, hemen Gallala'ya doğru yola çıktı. Tepelerin arka yamacından aşağı koşuyor, bir yaban keçisinin çevikliğiyle bir kayadan ötekine zıplıyordu. Nefer iple lambaları gizledikten sonra yayını tekrar gerdi ve oklu-ğundaki okları gözden geçirdi. Bundan sonra tepelerin doruğunda ufuk çizgisinden uzak kalarak ilerledi ve ağır ağır ilerleyen kervanı tepeden izleyebileceği bir noktaya geldi. Acıklı bir manzaraydı bu. Kafile daha yakına gelince Nefer ilk iki aracın, sıska ve bitkin atlar tarafından çekilen harap savaş arabaları olduğunu gördü. Bu arabalar iki kişiyi taşıyacak şekilde yapılmışlardı. Ama her birinde dört, beş kişi vardı. Arkadan ilk iki arabadan daha iyi durumda olmayan bir düzine yük arabası ve adi araba geliyordu. Nefer bu arabalara derme çatma sedyelerin üstünde yatan bir sürü hasta ve yaralının yüklenmiş olduğunu gördü. Arabaların arkasında yürüyerek ilerleyen upuzun bir kafile geliyordu. Kimi koltuk değneklerine abanarak zıplıyor ya da sopalardan destek alıyordu. Öbürleri de başka hasta ve yaralıların yattığı sedyeleri taşıyorlardı. Nefer öndeki arabada bulunan adamların yüzlerini seçebilmek için gözlerini zorlarken, "Horus biliyor ya, bir savaş meydanından kaçmışa benziyorlar," diye homurdandı. Birdenbire onu gözden gizleyen kayanın arkasından kalkarak, "Meren!" diye heyecanla bağırdı. İlk arabada dizginleri tutan uzun boylu adamı sonunda tanımıştı. Meren dizginleri çekerek atları durdurdu ve doğan güneş yönüne bakmak için elini gözlerine siper etti. Sonra, ufuk çizgisinde Nefer'i görmesi üzerine o da bağırıp elini kolunu sallamaya başladı. Nefer kayarak ve ayakları taşlara takılarak koşa koşa yamacı indi ve Meren'le kucaklaştılar. İkisi de gülüyor ve bir ağızdan konuşuyorlardı. "Nerelerdeydin?" "Mintaka'yla Taita nerede?" Derken Hilto da Meren'in yanına koşup onu bir hükümdara yaraşır biçimde selamladı. Yaralı ve bitkin düşmüş adamlar arkasında birikmişti. Yüzleri sa-rarıp solmuş ve zayıflamış, kan ve cerahat kirli sargılarından dışarı sızmış ve kuruyarak kabuklaşmıştı. Ayağa kalkacak güçleri olmayan arabalardaki ve sedyelerdeki adamlar bile doğrularak Nefer'e huşu içinde bakıyorlardı. Nefer bunların savaşçılar olduğunu bir bakışta gördü. Ama savaşta yenik düşmüş ve moralleri çökmüş savaşçılardı. Hilto, Nefer'i selamladıktan sonra tekrar onlara döndü, "Aynen size vaat ettiğim gibi," diye bağırdı. "Gerçek Firavun'unuz Nefer Seti karşınızda! Firavun ölmedi! Firavun yaşıyor!" Adamlar suskun ve kayıtsız, hasta ve yılgındılar. Kararsız halde Nefer'e bakıyorlardı. Hilto, "Majesteleri," diye Nefer'e fısıldadı. "Lütfen şu kayanın üstüne çıkın ki sizi daha iyi görsünler." Nefer denileni yaptı ve onlara merakla baktı. Adamlar da suskun halde ona bakıyorlardı. Çoğu hükümdarlarını daha önce hiç görmemişlerdi. Nefer'i törenlerdeki resmi geçitlerde görmüş olan tek tuk birkaç kişi bile onu sadece uzaktan görmüşlerdi. O sıralarda tepeden tırnağa görkemli giysilere ve ziynetlere bürünmüş, yüzü makyajdan beyaz bir maske görünümünde ve beyaz Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 263 -322- -323- mandalar tarafından çekilen saltanat arabasında kazık gibi oturan kukla gibi bir yaratıktı. O mesafeli ve doğa yasalarına ters düşen silueti, yüzü güneşten esmerleşmiş bu canlı ve enerjik ve de erkeksi delikanlıyla bağdaştıramıyorlar-dı. Sadece ününden tanıdıkları çocuk Firavun olamazdı bu. Onlar hâlâ anlayamayarak bakarken ve şüpheli bir tavırla bakışırlarken başka biri ansızın ortaya çıktı. Tıpkı bir cin gibi kayanın üstünde Nefer'in yanında belirmişti. Adamlar bu kişinin ününü bildikleri gibi, onu üstelik daha önce de görmüşlerdi. "Büyücü Taita bu!" diye huşuyla soludular. Taita arabalardaki hastalarla yaralılar tarafından dahi duyulabilen berrak bir sesle, "Ne acılar çektiğinizi biliyorum," dedi. "Katillerle gaspçılara karşı koymanın size nelere mal olduğunu da biliyorum. Bir bildiğim de gerçek hükümdarınızın yaşayıp yaşamadığını görmek için buralara gelmiş olmanız." Kalabalıktan onay mırıltıları yükseldi. Nefer onların kimler olduğunu birdenbire anladı. Naja'yla Trok'a karşı ayaklananların bir kısmıydılar. Hilto'nun onla ı nereden bulduğu belli değildi, ama | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:11 am | |
| Naja'yla Trok'a karşı ayaklananların bir kısmıydılar. Hilto'nun onla ı nereden bulduğu belli değildi, ama bu perişan kalıntılar bir zamanlar cesur birer asker, seçme araba sürücüleri ve savaşçılardı. Taita, Nefer'e yavaşça, "Bu bir başlangıç," dedi. "Hilto, gelecekteki ordularının çekirdeğini getirdi sana. Konuş onlarla." Delikanlı karşılarında dimdik ve gururlu bir tavırla duruyordu. Onları kısa bir süre daha seyrettikten sonra ötekilerden daha yaşlı görünen ve saçlarında ilk ak teller belirmiş olan bir tanesini seçti. Adamın bakışı keskindi, yüzünde de zekice bir ifade vardı. Üstündeki paçavralara ve açlıktan kavrulmuş vücuduna rağmen, tavrında bir komutanın otoritesi seziliyordu. Nefer, "Kimsin sen asker? Rütben ve birliğin hangisi?" diye sordu. Adam başını kaldırdı ve sıska omuzlarını doğrulttu. "Adım Şabako. Kızıl Yol'un On Bin Ustası'nın En İyisi'yim. Mut Alayı'nın orta kanadının komutanıyım." Nefer, aslandan farksız bir adam, diye düşündü. Ama sadece, "Seni selamlıyorum Şabako," dedi. Eteğinin ucunu kaldırdı ve adama baldırındaki saltanat dövmesini gösterdi. "Ben Nefer Seti'yinn. Yukarı ve Aşağı Mısır'ın gerçek Firavun'u." Korkuluktan farksız insan sıralarının arasında bir mırıltı yayıldı. Saltanat dövmesini tanımışlardı. Tek bir vücut halinde yere kapandılar. "Bak-her," Kutsal Firavun, Tanrıların Sevgilisi!" "Senin sadık tebalarınız, Firavun. Bizim için tanrılara niyaz et." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 264 Mintaka daTaita'yla birlikte gelmişti. Şimdi o da kayanın altında duruyordu. Nefer uzanıp onun elini tuttu ve kayanın üstüne yanına çekti. "Size Apepi Hanedanı'ndan Prenses Mintaka'yı tanıtırım. O benim kraliçem ve sizin de hükümdar eşiniz olacak." Askerler Mintaka'yı da yasalarla selamladılar. Nefer, "Sizlere Hilto ve Şabako kumanda edecek," diye devam etti. "Şimdilik üssümüz Gallala olacak. Ta ki zaferi kazanmış olarak Teb'e ve Avaris'e dönmemize kadar." Adamların hepsi ayağa kalktılar. Ağır yaralılar bile sedyelerinden inmeye çalıştılar. Hepsi birden Firavunlarını alkışladılar. Sesleri çölün büyük sessizliği içinde her ne kadar kayboluyor idiyse de, bu ses Nefer'in içini gururla doldurdu ve kararlılığını daha da perçinledi. Öndeki arabaya tırmandı, dizginleri Me-ren'in elinden aldı ve dökülen küçük ordusunu harabe halindeki başkentine götürdü. Askerler kalıntıların arasında karargâhlarım kurduktan sonra Nefer, Şaba-ko'yla Hilto'yu ve aralarındaki öbür subayları karşısına çağırttı. O ilk gece geç saatlere kadar ve bundan sonraki gecelerde onlarla oturarak ayaklanmayı, çarpışmaları ve sonunda iki Firavun'un birleşik orduları tarafından yenik düşürülmelerinin öyküsünü onlardan dinledi. Trok'la Naja'nın ellerine düşen asilerden aldıkları korkunç intikamı da anlattılar. Nefer'in emri üzerine yeni Mısır ordusunun savaş düzenini, alaylarının adlarını ve sayılarını, Naja'yla Trok'un emrindeki askerlerin, arabaların ve atların toplam sayısını da ayrıntılarıyla bildirdiler. Kaçakların arasında üç ordu yazıcısı vardı, Nefer onları görevlendirerek bütün bu ayrıntıları, düşman garnizonlarının ve istihkâmlarının dökümlerini de kil tabletlere yazdırdı. Bu arada Taita, Mintaka'nın da yardımıyla bütün yaralılarla hastaların ba-rındırılacağı bir revir düzenledi. Hilto beraberinde bir düzine kadar kadın da getirmişti. Bunlar kaçakların karıları ya da sadece orduyu izleyen fahişelerdi. Taita onları da hastabakıcı veya ahçı olarak görevlendirdi. Taita günün aydınlık saatlerinde çalışarak kırık kemikleri yerine oturttu, altın kaşıklar aracılığıyla etlerin içinden dikenli okları çıkardı, kılıç kesiklerini dikti, hatta bir keresinde sert tahtadan bir savaş sopası yiyerek çökmüş bir kafatasını onardı. Ortalığın kararması üzerine artık hastalara bakamayacak olunca Taita, tabaklanmış kuzu derileri üstüne çizilmiş haritaların başına geçerek yağ lamba- -324- -325- larının ışığında planlar yapan Nefer'le komutanlarına katıldı. Nefer her ne kadar ismen başkomutanlarıysa da gerçekte savaş sanatının bir öğrencisiydi. | Bu deneyimli eski askerler ise eğitmenleriydi ve onlardan öğrendiklerinin ise ölçüsüz değeri vardı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 265 Nefer bu savaş toplantılarını genellikle ancak gece yarısından sonra erteleyebiliyor, sonra kuzu postundan döşekte onu sabırla bekleyen Mintaka'yla gizlice buluşmaya gidiyordu. Ondan sonra sevişiyorlar ve fısıldaşarak konuşuyorlardı. O günün uğraşlarının etkisiyle ikisi de yorgunluktan bitkin olmalarına rağmen, birbirlerinin kollarının arasında uykuya daldıkları zaman çoğu kez sessiz çölün üzerinde şafak sökerdi. Gallala'da toplam yüzden az asker ve elli at vardı, fakat aradan çok geçmeden kentin acı su kuyularının bu kadar az insana bile yetmeyeceği ortaya çıkmakta gecikmedi. Her gece kuyuları boşaltıyorlar, her gece de dolmaları daha uzun sürüyordu. Suyun kalitesi de bozulmaya yüz tutmuştu: her gün biraz daha acılaşıyor ve tatsızlaşıyordu, öyle ki sonunda kısrağın sütüyle karıştı-rılmadıkça içilebilir olmaktan çıktı. Suyu tayınla dağıtmak zorundaydılar. Atlar huzursuzdu, kısrakların da sütü kesilmişti. Yeraltı suyunun sızıntısı ise giderek azalıyordu. Nefer sonunda kumandanlarını acele bir toplantıya çağırdı. Bir saatlik çok ciddi bir konuşmanın sonunda Hilto durumu karamsar bir yüzle şöyle özetledi: "Horus bir mucize gerçekleştirmezse kuyular tamamen kuruyacak, o zaman da kenti terk etmek zorunda kalacağız. Nereye gidebiliriz ki?" Bu sözler üzerine oradakilerin hepsi Nefer'e baktılar, o da mucizeyi ondan beklermiş gibi Taita'ya döndü. "Su kuruyunca nereye gidiyoruz, Büyücü?" Taita gözlerini açtı. Uzun tartışma sırasında hiç sesini çıkarmadan oturmuş, oradakiler de uyukladığını sanmışlardı. "Yarın ortalık ışır ışımaz yürüyebilen ve eli kazma tutan herkesin kent kapılarının önünde toplanmasını istiyorum," dedi. Nefer, "Ne diye?" diye sorunca Taita gizemli bir gülümseyişle karşılık verdi. Taita şafak serinliğinde ortaya çıktığı sırada elli altı kişi eski kapıların önünde bekliyorlardı. İhtiyar bütün simgeleriyle alametlerini: Lostris'in Tılsımı'yla Bay'ın armağanını, öbür gerdanlıklarını, bileziklerini ve muskalarını takıp takıştırmıştı. Yılan başı oymasıyla süslü asası elindeydi. Nefer de yanındaydı ve şaşkın- f| lığını ciddi bir yüz ifadesiyle maskelemeye çalışıyordu. Taita bakışını toplaşmış askerlerin üzerinde gezdirdi. Emrine uyarak hepsi kazı aletlerini; tahtadan bahçı- -326- van belleri, kürekler ve metal uçlu sopalar getirmişlerdi, ihtiyar adam hoşnut bir tavırla başını eğdi, | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:12 am | |
| -326- van belleri, kürekler ve metal uçlu sopalar getirmişlerdi, ihtiyar adam hoşnut bir tavırla başını eğdi, sonra basamakları inerek vadiye doğru yürümeye başladı. Nefer'in işareti üzerine adamlar araçlarını alarak ihtiyar adamın arkasından yürüdüler. Doğal olarak bir askeri yürüyüş düzenine girmişlerdi. Bununla birlikte, uzun bir yol gitmelerine gerek kalmadı; Taita tepelerin eteğinde durmuş ve bakışını yamaçlara dikmişti. Nefer burasının, son birkaç aydır Taita'nın çokça vakit geçirdiği bölge olduğunu anımsadı. Mintaka'yla o ihtiyar adamı defalarca orada otururken, mavi kafalı bir kertenkele gibi yarı kapalı gözlerle güneşte uyuklarken veya sopa-sıyla kayaları karıştırırken ya da üstlerine vururken görmüşlerdi. Nefer tepelerin bu bölümünün kaya oluşumunu ilk kez olarak inceledi ve farklı olduklarını gördü. Kaya ufalanır cinstendi, şistin içinde de gri kireçtaşı damarları oluşmuştu. Çıplak ve kavruk tepelerin yüzünden çapraz olarak geçen çeşitli renklerde katmanlarla çevrelenmiş derin bir fay vardı burada. Derken delikanlı başka bir şey daha fark etti. Birisi yakın zaman önce taşlardan bazılarının üstüne kuyu suyu karıştırılmış Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 266 kireçtaşı tozuyla beyaz renkte anlaşılması zor hiyeroglifler resmetmişti. Toprağın üstünde ayrıca belli bir düzene göre yerleştirilmiş taş kümeleri de vardı. Taita, Nefer'e, "Adamların beş takıma bölünmeleri lazım," dedi. Nefer de gerekli emirleri verdi. Hepsi hazır olunca, Taita ilk ekibe, "Şuradaki yamaçta bir tünel açmakla işe başlayın," diye emretti. Yatay kuyunun ağzını işaretleyen hiyeroglifleri gösterdi. Orada kazmaya başlamalarını istiyordu. Adamlar şaşkın ve kararsız halde bakıştılar, fakat Taita bir şey demeden onlara ters ters bakınca Şabako kumandayı eline aldı. "Büyücü'yü duydunuz," dedi. "Hemen şimdi işe girişin!" Taita'nın seçtiği hat üstünde toprak örtüsünün altındaki kayanın çatlak olmasına rağmen zorlu bir çalışma oldu bu. Her topağı kaldırmak, sonra da arkasındaki gevşek toprağı kazmak zorundaydılar. Etraflarında toz bulutları yükseldi ve çok geçmeden üstlerini başlarını örttü. Sopa ve kılıç kullanmaktan ellerinin sertleşmiş olmasına rağmen, avuçları su toplamakta, yarılmakta ve kanamakta gecikmedi. Adamlar yaralarını keten parçalarıyla sardılar ve şikâyet etmeden çalışmaya devam ettiler. Güneş gökyüzünde yükseldikçe sıcak da arttıkça arttı, sonunda da Şabako ilk ekibi dinlenmeye yolladı ve ikincisini görev başına çağırdı. Öğleyin sıcak en üst dereceye varınca bir saat dinlendiler. Taita sığ mağaraya girerek kaya yüzünü dikkatle inceledi. Tekrar güneşe çıkınca herhangi -327- bir yorumda bulunmadı, Şabako da çalışmaların devam etmesini emretti. Karanlık ne yaptıklarını görmelerine olanak vermeyene dek didinmeyi sürdürdüler. Şabako o zaman onları azat ederek tepenin altında mütevazı yemeklerini yemeye yolladı. Darı stokları hemen hemen kuyulardaki su kadar hızlı eksili-yordu. Serinlikten yararlanmak için şafak sökmeden önce tekrar çalışmaya başladılar. Gece olduğunda geçit kaya duvarının içinde sadece on metre ilerlemişti. O noktada mavi renkte billursu bir kaya katmanına çattılar. Bronz uçlu sopalar bu kayanın üstünde iz bile bırakmayınca adamlar homurdanmaya başladılar. Yaşlı bir asker berelenmiş ve su toplamış avuçlarına bakarak, "Biz savaşçı mıyız yoksa madenci mi?" diye söylendi. Dikkatsizce kullanılmış bir sopanın bacağında açtığı derin yarayı inceleyen bir başkası, "Neyi kazıyoruz biz? Yoksa mezarlarımızı mı?" diye sordu. "Sağlam bir kayanın içinde nasıl yol açabiliriz ki?" Bir asker kan çanağına dönmüş gözlerine akan tozla karışık teri bir yandan silerken böyle söyleniyordu. Taita adamı aşağıda çoktandır kurumuş suyun anısına anıt gibi yükselen bir ölmüş akasya ağacı korusuna yolladı. Kuru dalları kopararak kucak kucak kazı yerine taşıdılar. Taita'nın direktifleri uyarınca odunları delinmez kayanın üstünde istiflediler ve ateşe verdiler. Arada besledikleri ateşin gece boyunca yanmasını sağladılar, ertesi sabah da kaya sıcaktan adeta ışıldarken suyu azalan kuyulardan doldurdukları torbalar dolusu suyla ateşi söndürdüler. Kaya, tıslayan buhar bulutları arasında çatladı ve patladı. Sivri bir kaya parçası adamın birine çarptı ve bir gözünü kör etti. Taita gözün kalıntılarını ayıkladı ve göz kapaklarını dikti. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 267 "Tanrılar özellikle böyle bir kaza için bize iki göz vermişler. Tek gözle de iki gözle olduğu kadar iyi görebilirsin," diye hastasını avuttu. Parçalanmış kayanın soğumasını beklediler, sonra da ondan koca koca parçalar kopardılar. Fakat kaya bunların arkasında hâlâ sapasağlam ve delin-mezdi. Bunun üzerine üstüne tekrar dallar istiflediler ve tehlikeli işlemi tekrarladılar. Günler süren yıpratıcı çalışmalar karşılığında sadece bir, iki metre ka-zanabilmişlerdi. Nefer'in bile cesareti kırılmıştı. O gece karanlıkta koyun koyuna yatarlarken bunu Mintaka'ya açık açık söyledi. Genç kız sevgilisinin başını kollarının arasında tutarak, "Bizim anlayamadığımız pek çok şey var canım," diye fısıldadı. "Bize niçin bu deliği açtırdığını bile anlayamıyorum, sorduğum zaman da bana yaşlı bir kaplumbağa gibi donuk donuk bakarak çıldırtıyor. Adamlar bıkıp usandılar ve ben de öyle." Mintaka kıkırdadı. "Yaşlı kaplumbağa ha! Dikkat et de bunu duymasın. Bir de bakarsın, seni bir kara kurbağasına döndürür, bu ise benim hiç hoşuma gitmez." Yorgun ve canı sıkkın adamlar ertesi sabah erkenden vadiden yukarıya tırmandılar ve Büyücü'nün gelişini beklemek üzere tünelin ağzında toplaştılar. Taita gümüş renkli saçlarına vuran güneşin ilk ışıklarıyla yamacı tırmandı. Bir omzunda bir top keten bezi taşıyordu. Neferle öbür subaylar onu karşılamak için ayağa kalktılar, fakat ihtiyar adam onların selamlarını görmezlikten gelerek Şabako'ya ketenleri tünelin ağzına perde gibi asmasını buyurdu. Perde asılınca tünele yalnız başına girdi, dışarda toplanmış adamların arasına da bir sessizlik çöktü. Bundan sonra uzun bir bekleme başladı ya da onlara öyle geldi. Çünkü bir saatten kısa bir süre sonra keten perde çekilip Taita mağaranın ağzında durduğunda güneş ufkun yukarsında sadece bir avuç kadar yükselmişti. Rastlantı sonucunda ya da Büyücü öyle ayarladığı için güneş ışığı dosdoğru tünelin içine akıyordu. Adamlar heyecanla yaklaştılar. Şimdi mavi kayanın üstüne büyük tanrı Horus'un yaralı gözünün betimlenmiş olduğunu görüyorlardı. Altın Horus'a niyaz ilahisini söylemeye başlarken Taita'nın yüzünde huşu dolu bir ifade vardı. Bekleşenler dizüstü düştüler ve koro halinde ona katıldılar. Altın Horus, güçlü boğa! Gücünün yoktur üstüne! Düşmanlarının efendisi! Doğuşun kutsal! Evrenin yaralı gözü! Çabalarımıza yardımcı ol. Taita son dizeden sonra döndü, bütün gözler üstünde olduğu halde tekrar tünele girdi ve bunun sonundaki gri mavi renkli kaya duvarının önünde durdu. Kayanın içine minik feldspat1'* kristalleri gömülüydü ve güneş ışınları üstlerine çarptıkça elmas gibi parlıyorlardı. Feldspat: Potasyumlu, sodyumlu ve kalsiyumlu olmak üzere üçe ayrılan en önemli silikatlı mineral grubu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 268 -328- - 329- Taita, "Kydaş!" diye bağırdı ve sopasıyla duvara vurdu. Bu, güç sözlerinden biri olduğu için giri | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:12 am | |
| Taita, "Kydaş!" diye bağırdı ve sopasıyla duvara vurdu. Bu, güç sözlerinden biri olduğu için girişteki adamlar arkaya çekildiler. "Mensaar!" Duydukları dehşetten adamların soluğu kesilmişti. Taita bir kere daha sopayı çarptı. "Ncube!" Taita üçüncü ve sonuncu kez sopayı çarptı, sonra geri çekildi Hiçbir şey olmayınca Nefer tam bir hayal kırıklığı duydu. Taita kıpırdamadan duruyordu, güneş de gökte ağır ağır yükselerek gölgesini kaya duvarının ''Jstüne yaydı. Nefer birden içinde bir heyecan kıpırtısı duydu, etrafındaki adamlar da kıpırdadılar ve fısıldaşmaya başladılar. Kaya duvarının ortasında, göz betiminin hemen altında koyu renkli bir yaşlık lekesi belirmişti. Bu yavaş yavaş genişledi ve içinden güneş ışığında minik bir elmas gibi ışıldayan bir tek su damlası sızdı. Sonra duvardan ağır ağır süzülmeye başlayarak yerdeki tozların içinde top oldu. Taita döndü ve tünelden çıktı. Arkasında kuru bir dalın kırılması gibi sert bir çatırtı oldu ve ince bir çatlak kayayı boydan boya yardı. Yere su damlamaya başladı ve bu hız kazanarak bir yağmur pıtırtısı halini aldı. Bir çömleğin kırılması gibi sert bir çatırtı daha oldu ve duvarın içinden bir kaya kitlesi düştü. Bıraktığı aralıktan tembel bir sarı çamur damlamaya başladı. Sonra bütün kaya yüzü derin bir uğultuyla çöktü ve bir çamur seli, arkasından da billur kadar parlak bir su boşandı. Tüneli diz boyu kaplayarak dışarı akmaya, kayaların üstünden zıplayarak yamaçtan aşağı dökülmeye koyuldu. Tozlu sıralardan şaşkınlık, övgü ve inanmazlık bağırışları yükseldi. Meren birdenbire ileri fırladı ve selin içine paldır küldür daldı. Su püskürterek ve yaş saçları yüzüne yapışmış olduğu halde yüzeye çıktı. Suyu iki eliyle avuçlayarak kana kana içti. "Tatlıymış!" diye bağırdı. "Bal gibi bir tadı var." Adamlar üstlerindekileri başlarındakileri atarak çıplak olarak nehre atladılar, birbirlerine su atıyor, avuç avuç çamur savuruyor, kahkahalarla gülüyorlardı. Nefer daha fazla dayanamadı. Vakarı unutarak Meren'in üstüne atladı ve güreşerek onu suyun dibine çekti. Taita nehrin kıyısında durmuş, kargaşaya yüzünde sevecen bir ifadeyle j bakıyordu. Sonra Mintaka'ya döndü. "Aklından bile geçirme," dedi. Kız anlamamış gibi davrandı. "Neyi aklımdan bile geçirmeyecekmişim?" "Bir Mısır prensesinin kaba saba ve çıplak bir asker güruhuyla oynaması tek kelimeyle rezalet olur." Mintaka'yı elinden tuttu ve yamaçtan aşağılara gö- türdü. Genç kız suyun içinde eğlenenlere özlemle bakarak, "Nasıl yaptın buGenerated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 269 nu, Taita?" diye sordu. "Ne yaptın da bu nehri akıttın? Ne biçim sihir bu?" "Sağduyuyla gözlemin sihri. Su yüzyıllardan ben oradaydı, sadece kaya- ları kazıp onu ortaya çıkarmamızı bekliyordu." "Peki, o dualara ve güçlü sözlere ne demeli? Bunların hiç mi etkisi olmadı?" "İnsanlar bazen cesaretlendirilmeye ihtiyaç duyarlar." Taita gülümseyerek burnunun yanına dokundu. "Biraz sihir morali bozuk olanlar için en etkin kuv- vet iksiridir." Bundan sonraki aylarda adamların hepsi, akarsuyu yamaçtan aşağı indirip eski kuyuların içine akıtacak bir kanalın kazılmasıyla meşguldüler. Bunlar koloni için birer sarnıç oldular. Ağızlarına kadar dolmalarından sonra Taita vadinin aşağı bölümünde şimdi bir taş çölü durumunda olan eski tarlaları inceledi. Bununla birlikte, eski sulama kanallarının hatları hâlâ görülebiliyordu. Yörenin eski yerlileri tarafından özenle hesaplanarak açılmışlardı. Çevrelerini temizleyip taşan suları içlerine akıtmak fazla bir çaDa gerektirmedi. Çölün toprağı bereketliydi, bereketi sel'erle birlikte akıp gitmemişti. Sürekli güneş ışığıyla bol suyun mucizevi bir etkisi oldu. Askerler Mısır'dan kaçırdıkları darı tohumlarını buraya ektiler. Bütün Mısırlılar doğalarıyla gelenekleri bakımından çiftçi ve bahçıvandılar, bu topraklarla ürünler için yeteneklerini bol bol kullandılar. Aradan birkaç ay geçmeden ilk dhurra ürünlerini aldılar. Sonra hayvanlarının otlaması için otlak çimleri ektiler, bunlar ise gereksinimlerinin çok fazlasını sağladı. Kadınlar hayvan yeminin kesilmesi, kurutulması ve istiflenmesi işine katıldılar. Bir yıl kadar bir süre içinde bir süvari ordusuna yetecek kadar saman sahibi olmuşlardı, oysa o kadar çok atları henüz yoktu. Kente hemen her gün kaçaklar geliyordu. Sahte firavunların zulmünden kurtulmak için çölü aşmayı göze almışlardı. Tek tek ya da küçük kafileler halinde yorgunluk ve susuzlukla açlıktan ölmek üzere geliyorlardı. Tepelere yerleştirilmiş nöbetçiler onları çeviriyor ve Hılto'ya yolluyordu. Hilto da onlara Firavun Nefer Seti'ye bağlılık yemini ettirdikten sonra yiyecek veriyor ve yetenekleri doğrultusunda eğitim alaylarına yolluyor ya da tarlalarda çalışmak veya eski kentin harap binalarını onarmakla görevlendiriyordu. Kendilerine katılanlar yalnız bu kimsesizler değildi. Sahte firavunların ordusundan kaçanların oluşturduğu bir kafile, ellerinde harbeleri olduğu halde gösterişli bir yürüyüş düzeniyle çıkageldi. Kent duvarları görünür görünmez bu kaçaklar Firavun -330- - 331 - Nefer Seti'yi göklere çıkarmaya girişmişlerdi. Derken Ankh Alayı'nın üstün askerleri tarafından sürülen ve Timus adındaki bir albayın kumandasındaki yirmi savaş arabasından oluşan bir bölük gelerek Firavun Nefer Seti'nin tebalığına soyundu. Timus çok da önemli bir haber getirmişti: Naja'yla Trok, Babil ve Asur Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 270 Kralı Sargon'a karşı ortak bir saldırıya geçmeye en sonunda hazırdı. iki Firavun son birkaç ay süresince üç bin arabadan ibaret sefer kuvvetlerini Avaris'te toplamaktaydılar. Şimdi de Mısır'ı Doğu'daki ülkelerle birleştiren Büyük Acı Göl'ün kuzeyindeki kara köprüsünü aşmak için hazırlıklarını hemen hemen tamamlamışlardı. Sınır boyundaki Babil ileri karakollarını içeriye sürmek için önce bir müfreze yollamışlar, yol bir kere açıldıktan sonra da yük arabalarıyla on binlerce su küpü yola çıkarmışlar ve bunları kuru topraklarda stratejik konumdaki noktalara yerleştirmişlerdi. Daha ilerdeki bölgeler zaten sulak ve bereketliydi. Kara köprüsünü dolunayda geçmeyi, böylece ayın aydınlığından ve gecelerin serinliğinden yararlanarak İsmailiye'yi arkalarında bırakmayı ve Hatimi-ye Geçidi'ni aşarak Beerşeba'ya varmayı, bu arada yol üstündeki vasal valilerin kuvvetlerini de kendilerine katmayı planlıyorlardı. Nefer'le Taita, Gallala'nın savunmalarını sahte firavunların olası bir saldırısına karşı takviye etmişlerdi. Eski kentteki varlıklarının şimdiye kadar iki krallıkta herkesçe duyulmuş olacağını biliyorlardı. Naja'yla Trok'un Mezopotamya macerasına atılmadan önce kendilerine karşı harekete geçeceğini düşünmüşler, dolayısıyla bu ertelemeye şaşırmışlardı. Nefer sevinmişti. "Sınırlarına o kadar yakın bir konumdaki varlığımızın oluşturduğu tehdidi ciddiye almadılar. Zayıf olduğumuz şu sırada bize saldır-salardı kaçmaktan başka seçeneğimiz olmazdı." Taita doğruladı. "Belki de bu olasılığı hesaba kattılar. Belki de Mezopotamya'yı fethedip doğudan umabileceğimiz bir desteği baltalamayı amaçlıyorlar. Ama bence hesapları yanlış, zira en az bir yıl süresince kuvvetlenmek için bize fırsat tanımış olacaklar." Nefer düşünceliydi. "Bunun bir aldatmaca olmadığına emin olabilir miyiz? Doğu seferleri sakın bir hile olmasın? Belki de bizi uyuttuktan sonra gerçek saldırılarının hedefi biz olacağız." "Bu olasılık da var tabii. Trok boğanın teki, ama özellikle Naja kurnaz ve hilekâr. Böyle bir blöfü deneyebilir." Nefer sonunda kararını verdi. "O keşif kuvvetlerini gözlem altında tutmalıyız. Ben de bir keşif kafilesini İsmailiye'den geçen yolu gözlemek ve oradan geçtiklerine emin olmak için kuzeye götüreceğim." - 332 - Taita, "Ben de seninle geleceğim," diye bildirdi. Nefer, "Hayır, Büyücü," dedi. "Sen burada daha çok işe yararsın. Savunmalarımızı tetikte tutmak ve Naja üç bin savaş arabasıyla üzerimize geldiği takdirde halkın anında kaçmaya hazır olması için burada sana ihtiyaç var. Ayrıca, senden başka bir hizmet de isteyeceğim..." Delikanlı durakladı. "Minta-ka'yla ilgilenmelisin. Buradaki kadınların arkadaşlığından sıkılıp delice bir işe kalkışmasından korkarım." Taita gülümsedi. "Prensesin düşünmeden hareket etmesi her zaman için bir olasılık. Ama ilk görevimin sen olduğunu çok iyi biliyorum. Onun için de seninle geleceğim." Nefer'in uzun uzadıya tartışmasına rağmen, Taita kararından dönmedi. Sonuçta da ihtiyar adamın her zamanki gibi yanında olacağını bilmek Nefer'in içini gizliden gizliye rahat ettirdi. Yeni yeni kafilelerin davalarına katılmasıyla bile yalnızca savaşa hazır otuz iki arabaları, bunları çekmek Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 271 için de yüzden az atları olmuştu. Arabaların yarısını Gallala'nın savunması için Şabako'ya bıraktılar. Sonra Hilto'yla Meren'i yanlarına alarak on altı savaş arabasının eşliğinde Büyük Acı Göl'ün doğu kıyısını izlemek ve İsmailiye'nin kuzeyindeki anayolu kesmek üzere yola çıktılar. Geceler karanlık, fakat serin olduğu için çabuk ilerlediler ve bilinmeyen topraklardaki yolculuklarını ay ikinci çeyreğine girmeden tamamladılar. Gallala'dan ayrılmalarının on beşinci günü şafağında İsmailiye'nin doğusundaki tepelerde yukardan kenti gözleyebilecekleri bir noktada gizlenmişlerdi. Anayol gözetleme noktalarının altından geçtiğinden iki Firavun'un ordusunun buradan geçmesi lazımdı, ismailiye Mısır'ın sınır kalesi ve seferin doğal başlangıç noktasıydı. Nefer, "Haber almamızın yeterince iyi olduğu anlaşılıyor," diye Taita'ya seslendi. Delikanlı tepenin ön yamacındaki yüksek sedir ağaçlarından birine tırmanmıştı. Oradan fersahlarca araziyi kesintisiz olarak görebiliyordu. "Kent faaliyet içinde," diye devam etti. "Kalenin duvarlarının dışında at sürüleri ve bir çadır kenti var." Nefer elini gözlerine siper etti. "Delta yönünden toz bulutları yaklaşıyor. Sanki Mısır'ın bütün yük ve savaş arabaları yürüyüş halinde." Nefer o sabahın devamı süresince gördüklerini Büyücü'ye nakletmeyi sürdürdü. Ama sonra sıcak artınca kentle yolun çevresindeki faaliyet tavsadı ve herkes öğle saatlerinin uyuşukluğunu yaşamaya başladı. Nefer de o zaman ağaçtan indi ve müfrezesindekiler gibi gölgeli bir yer bulmaya ve sıcak saatleri atlatmaya gitti. -333- Akşama doğru hava serinleyince toparlanıp atlara yem ve su vermeye giriştiler. Nefer bundan sonra yine gözetleme yerine tırmandı. Tam zamanında geldikleri belli oldu. Doğuya giden yol güçlü bir ordunun yaşam gücünü taşıyan bir atardamara dönüşmüştü. Elli araba gücünde müfrezeler İsmailiye'nin kapılarından çıkıyor, her biri askerlerin eşyasıyla atların samanını taşıyan yük arabaları tarafından izleniyordu. Bu kafile yoldan gizlenme yerlerine doğru akmaya başladı. Sancak Nefer'in yüksek dallarında barındığı sedir ağacının o kadar yakınından geçti ki delikanlı aşağıdaki kafilede tanıdık yüzler görmeye başladı. Ordu sonu olmayan bir nehir gibi akıyor, tunçtan silahların yansımalarıyla ışıldıyor, tozlar ise yoğun bir bulut gibi yükselerek güneşi bile kararmak tehlikesinde bırakıyordu. Öncü kol dört taburdan oluşuyor, sonra araya bir boşluk giriyordu. Bu, herhalde tozların biraz çökmesine olanak vermek ve arkadan gelen hükümdarların kafilesinin fazla rahatsız olmasını önlemek içindi. Arkadan yan yana ilerleyen iki savaş arabası geliyordu. Altın varakla kaplı her iki araç da çok büyük ve ağırdı, öyle ki ancak altı atla çekilebiliyorlardı. Sürücüleri tanıması üzerine nefretin acı tadı Nefer'in ağzına kadar yükseldi. En yakın arabanın dizginleri Trok'un elindeydi. Geniş omuzlarını ve kurdelelerle süslü çalı gibi gür sakalını görüp de onu başkasıyla karıştırmak söz konusu olamazdı. Başında beyaz devekuşu tüylerinden bir tepeyle süslü arı kovanı biçiminde altından bir miğfer taşıyordu. Omzunda her bir kanadı başparmağı kadar kalın çifte kalkanı asılıydı. Bu kalkan o kadar ağırdı ki, tıpkı sağ elinin dibindeki büyük savaş yayı Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 272 gibi ordusunda yalnız onun bunu kullanabildiği söyleniyordu. Öbür büyük arabanın sürücüsü Firavun Naja Kiafan'dı. Adaşı kobra gibi daha ince ve daha zarif bir yapısı vardı. Toz bulutlarının arasından süzülen kızıl güneş ışığında ışıldayan değerli taşlarla bezeli altından bir göğüslük taşıyordu. Başındaki Mısır'ın mavi savaş tacıydı. Yanında ise firuze ve lapis taşı kakmalı gümüş ve elektrum'dan bir kının içinde Nefer'in babasının ölüsünün üstünden çaldığı efsanevi mavi kılıç dikkati çekiyordu. Ve işin tuhaf yanı, Trok'un cüssesinden yoksun olmasına rağmen, ikisinin içinde Naja daha tehlikeli görüneniydi. Altından arabalar geçtiler ve kendi toz bulutlarının içinde gözden kayboldular. Fakat savaş alayları altından geçip gittikten sonra Nefer sedir ağacının en kalın dalının üstünde uzandığı yerde kaldı. Güneş ufkun altına kaymıştı. Ama sonu gelmeyen kafilenin bundan sonraki bölümünün seçilmesine yetecek kadar ışık vardı. Nefer birden dikkat kesilerek doğruldu. Daha önce geçen yüzlerce savaş ve yük arabasının delik deşik ettiği yol-' da öküz takımları tarafından çekilen iki tahtırevan sallana sallana geliyordu. Tahtırevanlar o kadar büyük, ipek perdeleri de altın yıldızlar ve güllerle bezeli olduğu için, Nefer bunlardaki yolcuların saltanat hareminin kadınları olacağını biliyordu. Nefer, Trok'un, kanlarıyla cariyelerini beraberinde sefere çıkaracağını tahmin edemiyordu. Trok'un, zapt edilen düşman kentlerde ele geçen tutsakları zevklerine alet ettiğini, erkek ve kız çocuklarından eşit şekilde yararlandığını duymuştu. Bu durumda Trok'a ait olmadıklarına göre, Naja'nın kadınları olmaları gerekirdi. Nefer, Naja'nın Heseret'ten bıkıp başka kadınlar olup olmadığını merak etti. Derken ikinci tahtırevanın perdesi hızla açıldı ve tozlu yola atlayan bir kız öküzlerin yanında zıplayarak yürümeye başladı. Nefer'in onu son görüşünden beri belirgin derecede değişmesine rağmen, delikanlı bu güzel yaratığın küçük kız kardeşi Merykara olduğunu hemen anladı. Merykara'nın artık çocukluğundaki yan buklesi yoktu, saçları omuz hizasında kesilmişti ve alnında dümdüz gür bir kâkül oluşturuyordu. Nefer komik küçük maymununun artık bir çocuk olmadığını görmesi üzerine kalbinin sızladığını hissetti. Sonra, Naja'nın Merykara'yı zifaf yatağına almasına artık hiçbir engel kalmadığını anladı. Naja'nın çok şehvetli bir erkek olduğunu duymuştu, onun, küçük kız kardeşine tecavüz etmesinin düşüncesi delikanlının ağzında kokmuş balık gibi bir tat bırakmıştı. Merykara'yla konuşmak, mutlu olup olmadığını öğrenmek, yazgısını kolaylaştırmak için yapabileceği bir şey olup olmadığını sormak için dayanılmaz bir arzu duydu. Sonra, onu kurtarıp Gallala'ya götürmek aklına geldi. Bu gibi düşüncelerin tehlikeli olduğunu, arkadaşlarının da onu bir intihardan farksız olan bu tür hayallerden vazgeçirmeye çalışacaklarını biliyordu. Tahtırevanların arkasında sahte firavunların savaş sandıklarını taşıyan yük arabalarını gördü. İşte burada öbürlerinin anlayacakları bir neden vardı. Bunlar donuk bir koyu maviye boyanmış süssüz arabalardı. Ama sağlam bir yapıları vardı ve kasaları ağır yüklerini rahatça taşıyacak biçimde takviye edilmişti. Metal çerçeveli tekerlekler yolun yüzeyini derinlemesine kesiyordu. Kasanın arkasındaki kapılar zincirlenmiş ve kilitlenmişti, yanlarında da silahlı adamlar yürüyordu. | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:17 am | |
| Hiçbir ordunun onsuz olamayacağı hazinelerin standart nakil biçimiydi bu. Nefer arabalarda çubuk, halka ve boncuk biçiminde dökülmüş altın cevheri bulunduğunu biliyordu. Bunlarla askerlere ücretleri ödenecek, ikinci derecedeki krallarla satrapların bağlılığı satın alınacak, Babil'le Asur'un müttefikleri yok edilecek ve düşman saflarındaki casuslarla muhbirlere rüşvet dağıtılacaktı. Nefer sedir ağacının gövdesinden yere kaydı. Taita orada sakin sakin uyukluyordu, ama Nefer onun koluna dokunamadan gözlerini açtı. Nefer onun kulağına, "Sahte firavunların savaş sandıkları," diye fısıldadı. "İçindekiler bir ordunun ücretini ödemeye veya bir taht satın almaya yeter." Nefer'le Büyücü bundan sonraki gecelerde ay ışığının aydınlattığı gölgelerin arasından kafileyi izlediler. Hazineyi taşıyan yük arabalarına paralel olarak ilerliyorlar, bu arada muhafızların rutinini ve davranışlarını gözlüyorlardı. f Bütün ordunun saldırısına uğramadan yük arabalarını zapt edip o kadar altını kaçırmanın olanaksız olacağını ilk gününden anlamışlardı. Nefer içini çekti. "Bu öküzlerin hızına bakılırsa Naja'nın savaş arabalarına daha bir fersah gitmeden yakalanırız." Taita, "Biraz daha kurnaz olmamız gerek," dedi. "Sandıklara olsa olsa bir yerde konakladıkları gündüz saatlerinde el atabiliriz." "Ya muhafızlar?" Taita, "Ha evet," dedi. "Muhafızlar bizim için küçük bir sorun oluşturacaklar." Her gün güneş gökte yükseldiği, sıcak da boğucu olduğu zaman bütün ordu konaklıyordu. Firavun'un eşlerini taşıyan tahtırevanlarla hazine arabaları genellikle ordunun ana bölümünün kısa bir mesafe uzağındaki ayrı bir kampta konaklardı. Koşumları çıkarılan hayvanlara yem ve su verilirken, nöbetçiler yerleştirilirken ve Firavun eşlerinin çadırları kurulurken önce büyük bir telaş ve koşuşma oluyordu. Sonra ateşler yakılıyor, öğle yemeği pişiriliyor ve bol bira eşliğinde yeniliyordu. Heseret, Merykara ve hizmetçileri bundan sonra çadırlarına çekiliyorlardı. Nöbette olmayan askerler bütün gece süren yolculuğun yorgunluğunu atmak için derme çatma barınaklarda dinlenmeye çalışıyorlardı. insanlarla hayvanlar derin bir sessizliğe gömülüyor, bütün kamp uyuyordu. Nefer'le Taita kafilelerinin kalan kısmını vadideki sık bir çalılıkta bıraktıktan sonra kampa doğru süründüler. Nöbetçilerin yüz adım kadar yakınına sokulabil- diler, görülmeden orada bir saat kadar uzanıp fısıldaşabildiler ve nöbetçiler tarafından fark edilmeden savaş sandıklarına ulaşmak için bir yol aradılar. Nefer, "Onlarışaşırtıp gafil avlamamızın bir çaresi yok mudur?" diye sordu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 274 Taita, "Bunun için kampın içinden yardıma ihtiyacımız var," dedi. Nefer hızla başını kaldırdı. "Merykara mı?" Taita onayladı. "Evet, Merykara." "Ona nasıl bir mesaj ulaştırabiliriz?" Nefer düşünceli görünüyordu. Fakat Taita gülümsedi, gerdanlığındaki Lostris tılsımına dokundu ve gözlerini kapadı. Nefer bir süre onun uyuduğunu sandı. İhtiyar adam onu hiddetlendirmeyi ne kadar iyi biliyordu. Sonunda yaşına yenik düşüyor, diye sinirlenerek aklından geçirdi. Tam ihtiyar adamı sarsarak uyandıracağı sırada kampta bazı sesler duyarak başını kaldırdı. Merykara çadırından çıkmıştı. Yüzü kızarmış olduğuna ve yastığının izlerini taşıdığına göre az önce uyuduğu belliydi. Gerindi ve esnedi. Pilileri dizlerinin altına kadar inen mavi keten bir eteklik giymişti. Belden yukarsı çıplaktı. Nefer küçük kız kardeşinin göğüslerinin ne kadar geliştiğini görerek şaşırdı; armut biçimindeydiler, meme başları da pembe ve dikti. Merykara çadırının ağzındaki nöbetçiyle tartışıyordu, sesi giderek yükseldiğinden Nefer tüm söylediklerini duyabiliyordu. "Uyuyamıyorum, biraz dolaşacağım." Nöbetçi onu durdurmaya çalıştıysa da genç kız saçlarını omuzlarının üstünde dans ettiren bir hareketle başını salladı. "Hayır. Yanımda gelmeni istemiyorum. Yalnız olmak istiyorum." Nöbetçi ısrar edince Merykara ona çıkıştı. "Çekil karşımdan, küstah adam, yoksa seni kocama şikâyet ederim." Adamcağız çaresiz boyun eğdi ve kılıcını elinden bıraktı. Yine de genç kızın arkasından, "Lütfen, majesteleri, çok uzun kalmayın, fazla uzağa da gitmeyin. Firavun gittiğinizi duyarsa, bu şu sefil hayatıma mal olur." Merykara onu duymazlıktan gelerek atların iplerinin altından geçti ve kampı çevreleyen çitteki kapıdan çıktı. Nöbetçiler tarafından gözetlenmediğine emin olmak için yalnız bir kere arkasına baktı. Sonra, randevulaşmalar gibi dosdoğru Nefer'le Taita'nın çöl çalılarının arasında yattıkları yere yürüdü. Nefer, kızın yeşil gözlerinde yalnız kendisinin duyabildiği bir müzik dinler gibi huşu dolu bir anlam olduğunu gördü. Genç kız ona dokunabileceği kadar yaklaşınca delikanlı, "Merykara, sakın korkma. Nefer'im," dedi yavaşça. -336- -337- Büyücüler Kralı / F: 22 Merykara birdenbire uyandırılan bir uyurgezer gibi silkindi ve ona baktı. Sonra yüzü sınırsız bir sevinçle aydınlandı ve kardeşine sarılmak için ileri fırladı. Nefer, "Bekle!" diye emretti. "Bizi nöbetçilere ele verme." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 275 Merykara ona itaat edip hemen durunca, delikanlı kız kardeşiyle gurur duydu. Zaten oldu bitti zeki bir çocuk olmuştu. Etrafına bakındı ve titreyen bir sesle şunları söyledi: "Uyuyordum, ama birdenbire uyandım ve çöle çıkmam gerektiğini hissettim. Sanki kafamın içindeki bir ses bana sesleniyordu." Taita'ya baktı. "Yoksa bu senin sesin miydi, Büyücü?" Hemen arkasından bakışı tekrar Nefer'e kaydı. "Sevgili ağabeyim, seni ne kadar özlediğimi bilemezsin. Önce senin öldüğünü sandım ve cenaze töreninde saçlarımı küllere bulayarak yasını tuttum. Bak, senin için kanımı akıtmak için kollarımda açtığım kesiklerin izlerini gör." "Ama yaşıyorum, Merykara. İnan bana, bir hayaletle karşı karşıya değilsin." "Biliyorum, Nefer. Mintaka'yı Avaris'ten alıp nasıl çöle kaçırdığını bütün dünya biliyor. Bir gün beni de almaya geleceğini biliyordum." Genç kız döktüğü sevinç gözyaşları arasında ağabeyine gülümsedi. "Geleceğini biliyordum." Nefer, "Evet, seni de beraberimizde götüreceğiz," dedi. "Ama önce bize yardım etmek için yapman gereken bir iş var." Genç kız hemen atıldı. "Seninle Taita için her şeyi yaparım." Taita hızlı hızlı konuşarak ona ne yapması gerektiğini söyledi, sonra söylediklerini tekrar ettirdi. Merykara bunu kusursuz biçimde yaptı. Taita, "Sen zeki bir kızsın küçüğüm," dedi. "Senin yapmanı istediğimiz iş aynen bu." Genç kıza küçük bir paket uzattı. "O toz burada. Unutma, her kâsenin içine bundan yalnız tırnağını örtecek kadar bir miktar koyacaksın. Merykara, "Bana önce zeki diyorsun, sonra da aptalmışım gibi davranıyorsun," diye söylendi. "Bağışlayın beni majesteleri." Taita sözde pişmanlığını anlatan bir hareket yaptı. "Bana majesteleri de deme. O pis yılanla evli olmaktan nefret ediyorum. Şimdi bana ne yapacağını da bildiğime göre daha da fazla nefret ediyorum." "Kolay kolay hoşnut edilebilecek bir kız değilsin, Merykara. Haydi, nöbetçiler seni aramaya gelmeden önce artık kampa dön." Merykara birdenbire eğildi ve Nefer'i dudaklarından öptü. "Öyleyse yarın görüşürüz, sevgili ağabeyim." -338- Güçlü Mısır ordusu ertesi gün öğleyin kum çölüyle kuru arazilerin son bulduğu yüksek platoda kamp kurmuştu. Ertesi gün geçitten geçerek daha serin topraklara gireceklerdi. Orada bir günlük bir yolculukla bir vahadan ötekine geçilebiliyor, ormanlar, tarlalar ve bağlar birbirini izliyor ve dağlardaki akarsular bütün yıl gürül gürül akıyordu. Firavun eşlerinin refakatçileri o gün için kamp kurmaya giriştiklerinde genç Kraliçe Merykara, çadırının ablası Kraliçe Heseret'inkinin uzağında kurulmasını istedi, bu yapıldıktan sonra da ordunun savaş sandıklarının bulunduğu arabaların ana kampın iki yüz adım ötesindeki dar bir vadiye götürülmesinde ısrar etti. Muhafızların komutanının vadi tabanının yumuşak ve kumluk olduğunu ve ağır taşıtların tekerleklerinin derine batacağını belirtmesinin hiçbir yararı olmadı. Merykara, "Tamamen kuma batsalar bile umurumda değil," diye söylendi. "O çirkin arabalara Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 276 bakmaktan ve öküzlerin böğürmesini dinlemekten bıktım." Kumandan, en genç karısının bu mantıksız emrini onaylaması için bir an Firavun Naja Kiafan'a başvurmayı düşündü. Ama sonra kafilenin çölde hemen dört fersahlık bir alana yayıldığını göz önüne getirdi. Kafilenin en başındaki Fi-ravun'a ulaşmak için bir saatlik zorlu bir at yolculuğu yapmak gerekirdi, dönüş yolculuğu da aynı derecede zorlu olurdu. O gün hava önceki günlerden sıcaktı, üstelik komutanın, Merykara'nın köle kızlarından bir maymundan da çok numara bilen büyüleyici bir küçük Nübyeli kızla randevusu vardı. Arabaları vadi tabanına naklettirdi ve içinin rahat etmesi için başlarındaki nöbetçileri iki katına çıkardı. Böylece dediğini yaptırtan Merykara bir kez daha herkesin sevdiği sevimli kız oldu. Adamlarının önünde muhafızların komutanına, "Seni terslediğim için üzgünüm Moram. Bu korkunç sıcak ne yazık ki hepimizi kötü etkiliyor," dedikten sonra ekledi: "Kendimi bağışlatmak için Mişa'ya sana özel stokumdaki biraların en kalitelisinden beş çömlek dolusu getirmesini söyleyeceğim. Ama birayı adamlarınla paylaşmayı unutma sakın, çünkü onlara da fazla iş çıkardım ve başlarına dert oldum." Mağrur bir duruşu ve dillere destan kabaetleri olan heykel gibi Nübyeli hizmetçi, biraları Moram'ın çadırına getirdi, adamlar da paylarını almak için sıraya girdiler. Az sonra köpüklü içkiyi yuvarlarken tanrıların Kraliçe Merykara'yı kutsamasını diliyor ve sağlığına içiyorlardı. Bira o kadar nefisti ki Moram, Merykara'ya verdiği söze rağmen payına düşenden fazlasını içti. Çadırda yalnız kaldıkları anda da Mişa'ya saldırdı. Kız -339- ayaklamakla ve numaradan direnmekle beraber, sonunda erkeğin eteklerini kaldırıp olağanüstü kabaetlerini meydana çıkarmasına izin verdi. Madenden yeni çıkarılmış antrasit gibi parlak bir siyah renkte olan kocaman yuvarlaklar Moram'ın avuçlarından taşıyorlardı. Dayanılmaz bir şehvetin pençesine düşen adam kızın üzerine bindi, ama henüz işini bitiremeden ağır ağır kaydı ve daha yere çarpmadan uykunun koynuna yuvarlandı. Mişa ona şaşkın halde bakakalmıştı. Kısa, fakat faal hayatında daha önce hiç böyle bir şey başına gelmemişti. Moram uzaktaki gök-gürültüsünü andıran bir horultu salıverince Mişa ayağa fırladı, eteğini aşağı çekti, uyuyan adama sağlam bir tekme indirdikten sonra da çadırdan fırlayarak hanımının yanına koştu. Saltanat çadırının ağzındaki nöbetçi de ölü gibi uyuyordu. Mişa kendi vahşi diliyle, "Bütün erkekler domuzdur," diye homurdanarak uzun ve biçimli sağ bacağını kaldırdı ve bu adama da sağlam bir tekme yapıştırdı. Nefer adamlarından küçük bir kafileyi kuru nehir yatağına indirdi. Nehir tabanının kenarlarına yakın yürüyorlar, yumuşak kum ayak seslerini boğuyordu. Dört hazine arabası yan yana dizilmişler, haydutlar veya eşkıya tarafından alelacele kaçırılamamaları için tekerlekleri zincirlerle birbirine bağlanmıştı. Silahlı sekiz asker nöbetçi olarak arabaların etrafına dikilmişti, ama şimdi hepsi mumyalanmayı bekleyen cesetler gibi kumların üstüne serilmişlerdi. Ta-ita sırayla hepsinin boyunlarındaki nabzı yokladı, sonra baygın adamların gözlerini kontrol etmek için göz kapaklarını kaldırdı. Sonunda kanaat getirerek Nefer'e Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 277 başıyla işaret etti ve ilk arabanın arka kapısına yürüdü. Torbasından tunçtan uzun bir çomak çıkardı ve kocaman kilit üzerinde çalışmaya koyuldu. Sonunda asma kilit açılınca Taita ağır metal kapıyı açtı. Dört küçük sandık arabanın tabanındaki halkalara bağlıydılar. Hazine sandıklarının kapakları Firavun Naja Kiafan'ın armasını taşıyan birer kil tabletle güvene alınmışlardı. Taita kamasıyla mühürlerin hakkından geldi ve arabanın kapıları tekrar açıldığında sandıkların kurcalandığının anlaşılmaması için parçaları torbasının içine attı. Kamanın ucuyla ilk sandığın kapağını tespit eden sürgüleri de gevşetti ve sandığın kapağını kaldırdı. Sandığın içi küçük deri keselerle doluydu. -340- Taita bir tanesini avucunda tarttı ve gülümsedi. Kesenin ağzını açınca içinde altının ışıltısını gördü. İhtiyar adam bu şekilde çalışırken, Nefer'le Meren de arabanın altındaki yumuşak kumda sığ bir çukur kazmışlardı. Taita deri keseyi Nefer'e geçirdi, delikanlı da onu çukurun dibine yerleştirdi. Taita ilk sandıktaki keselerden en ağır olan elli tanesini seçmişti. Sonra sandığın kapağını yine sürgüledi. Beraberinde getirdiği yaş kilin bir parçasını kullanarak sandığın kapağını tekrar kapayıp mühürledi. Teb'den ayrılırken Naja'nın ona hediye ettiği armalı yakut yüzükle kil mührün üstüne saltanat armasını bastı. Sonra dört sandıktan ikincisine geçti. Meren, "Yeterince almıyoruz," diye homurdandı. "Hazinenin yarıdan fazlasını Naja'yla Trok'a bırakıyoruz." Sonuncu sandığın kilidini açmakta olan Taita da, "Açgözlülük felaketimize neden olabilir," diye homurdanarak karşılık verdi. "Bu şekilde maaş kâtibi sandıkları açıp keseleri sayana kadar altınların eksildiğini fark etmezler, o vakte kadar da aylar geçer." Dört arabadaki her sandıktan elli deri kese alarak vadi tabanının gevşek kumlarına gömdüler. Dikkatten özveride bulunmadan ellerinden geldiği kadar hızlı çalışmalarına rağmen, sonuncu sandığı tekrar mühürleyip sonuncu arabanın arka kapılarını kilitledikleri sırada güneş batı göğünde enikonu alçalmış-tı. Uyuyan nöbetçilerden biri o sırada kıpırdadı ve bir şey mırıldanarak doğrulmaya yeltendi. Taita adamın yanına giderek yumuşak elini alnına dayadı. Nöbetçi içini çekerek tekrar yere uzandı. Taita onun ağzını aralayarak dilinin altına bir tutam beyaz toz serpince adam sakin uykusuna devam etti. ihtiyar adam, "Acele etmeliyiz. Canlanmaya başladılar," dedi. Sonuncu arabanın altındaki çukurun dibine dizili kese sıralarının üstüne bol kum yaydılar, sonra pürüzsüz kumun göze batmaması için yüzeyi karıştırdılar ve ayak izleriyle beneklediler. Nefer, "Ne kadar altın aldık dersin?" diye sordu. Taita, "Onları tartmadan kesin konuşmak mümkün değil, ama öyle sanıyorum ki üç lakh'ımız var," dedi. Nefer bir yandan çalışırken, "Bu kadarı da bir ordu toplamaya ve donatmaya yeter," diye mırıldandı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 278 Hiçbir şeyi gözden kaçınmadıklarına emin olmak için arabalarla etraflarındaki bölgeyi son bir kere dikkatle denetlediler. Sonra, nöbetçileri hâlâ ilacın etkisiyle uyur bırakarak vadide uzaklaştılar. Platonun altındaki bayırı tırmana- -341 rak Hilto'yu arabalarla bıraktıkları yere döndüler. Bu gözlem noktasından yağmaladıkları altını gömdük | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:17 am | |
| -341 rak Hilto'yu arabalarla bıraktıkları yere döndüler. Bu gözlem noktasından yağmaladıkları altını gömdükleri yeri göz altında tuttular. Fakat vadide herhangi bir bağırış veya olağandışı faaliyet dikkatlerini çekmedi. Nöbetçiler belki de uyandıkları vakit duydukları suçluluk duygusundan görevlerini ihmal ettiklerine dair üstlerine herhangi bir rapor vermemişlerdi. Ortalık kararmaya yüz tutarken sahte firavunların ordusu gece yürüyüşüne geçti. Öküzlerin de o zaman dört arabayı kumlu nehir yatağından kurtar-masıyla saltanat tahtırevanlarının arkasından zahmetle ilerlemeye koyuldular. Büyük Mısır ordusu beş gün ve gece süresince o noktadan sel gibi aktı. Araba bölükleri, nişancı, okçu ve mızrakçı alayları vardı. Bunların arkasından uzun köle sıraları geliyordu. Köleler tahkimatları bina etmek ve kuşatılmış kentlerin surlarını yıkmak gibi ağır işlerde kullanılacaklardı. Sonra sırada zanaatkarlar, araba yapımcılarıyla duvarcılar, zırh ve silah onarımcılarıyla ok yapımcıları, onların arkasında da orduyu izleyen eşler, sevgililer ve fahişelerle onlara ait köleler, hizmetkârlar ve bebekler vardı. Hemen arkalarından, yağmalarla zenginleştikleri zaman askerlere satacakları, akla gelebilecek her türlü mal ve lüks eşyayla dolu arabalarıyla tüccarlar geliyordu. Öyleyken tepelerdeki gözlemciler, bütün bu kalabalık içinden hiç kimsenin altının gömülü olduğu kuru vadiye girdiğini görmediler ve her gün müfrezeler ve alaylar yakınlarda kamp kurdularsa da hiç kimse hela ya da kamp yeri olarak kullanmak üzere vadiye yaklaşmadı. O muazzam ordunun sonuncu aracı da paldır küldür geçip kayalık Hati-miye Geçidı'ne tırmandıktan, arkada kalan askerlerin sonuncusu da topallayarak geçtikten sonra Nefer'le Taita hazine arabalarındaki altının eksildiğinin ordunun maaş kâtipleri tarafından keşfedilmedığine, nehir yatağındaki gizleme yerinin de rastlantı sonucu ortaya çıkmadığına kanaat getirdiler. Doğuya giden yol en sonunda terk edilince gece içinde tepelerden indiler, ama gerekirse anında kaçabilmek için arabaları vadinin üst tarafında bırakmışlar, atları da koşumlarından ayırmamışlardı. Nefer'le Meren kumluk nehir yatağına indiler. Hazine arabaları ve öküzler tarafından bırakılan izler ay ışığında hâlâ görülebiliyordu. Tahta kazmayı birkaç kere salladıktan sonra Meren sevinçle ıslık çaldı ve ilk altın kesesini ortaya çıkardı. Çukurun içinden keseleri çıkardıkça bunları sayıyor, bir tanesini bile atlamadıklarından emin olmak istiyorlardı. Sonra ağırlıklarının altında sendeleyerek keseleri vadinin kıyı- -342- sından yukarı çıkardılar ve bekleyen arabaların yanına istiflediler. Altın dolu sekiz yüz deri kese gerçekten etkileyici bir küme oluşturuyordu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 279 Nefer, "Bu kadarı çok fazla! Hepsini taşımayı başaramay_ -ağız," diye söylendi. Ama Taita başını salladı. "Bu kötü dünyanın doğal yasalardan biri de şu: altın hiçbir zaman çok fazla olamaz." Hafif savaş arabaları yük araçları olarak dizayn edilmemişlerdi, ama onlar dingiller sarkana ve karoseri gıcırdayana kadar arabalara keseleri yüklediler. Oysa altınların yarısını dahi daha yükleyememişlerdi. Atları dinlendirerek, onları yularından çekerek tepeleme yüklü arabaları tepelere götürdüler, sonra ikinci yük için geri döndüler. Bütün altını taşımak fazladan iki yolculuk daha yapılmasını gerektirdi. Hazineyi beş eşit parçaya böldüler ve dördünü birbirine uzakça yerlere gömdüler. Gizleme yerlerini kamufle etmeye ve hiçbir iz bırakmamaya büyük özen gösterdiler. Böylece, altının bir bölümü keşfedildiği takdirde. Hepsini kaybetmeyeceklerdi. Beşinci bölümü arabaların on üçüne yüklediler, Nefer de onları Hilto'nun komutasında Gallala'ya geri yolladı. Hilto bir kere kente vardıktan sonra kalan altınları da taşımak için ağır arabalardan oluşan bir konvoy yollayacaktı. Nefer kalan üç arabayı alıkoydu. Bunlar kendisi, Taita ve Meren tarafından sürüleceklerdi. İki kafile vedalaştılar: Hilto yüklü arabalarını güneye götürürken Nefer daha küçük grubunu doğuya götürüyor, iki Firavun'un ordusunu gölge gibi izliyordu. izledikleri ordunun kamp yapıp dinleneceğini bilen Nefer gündüz saatlerinde yolculuk ediyordu. Aydınlıkta yolculuk ettikleri takdirde tatsız sürprizlerle karşılaşmaları olasılığı azalıyordu. Geçitten geçerek platoya çıktılar ve büyük kısmının daha önce oradan geçen binlerce hayvan ve insan tarafından pisletilmesine rağmen orada bol su da buldular. Atlar iyi dinlenmişlerdi; kafile hafif yüklü arabalarda hızlı yolculuk ediyordu. Sönmüş ateşlerin, yıkık derme çatma kulübelerin, çerçöp yığınlarının ve dağınık pisliğin işaretlediği terk edilmiş yüzlerce kamp yerinin yanından geçtiler. Yürüyüş halindeki bir ordunun bazı kayıplara uğraması doğal olduğundan aceleyle kazılmış mezarlar davardı. Bunların bazıları çakallarla sırtlanlar tarafından açılmış, cesetler dışarı çekilmiş ve kısmen yenilmişti. -343 Nefer arabasından inerek büyük bir olasılıkla ordu fahişelerinden biri olan genç bir kadının cesedinin başında durdu. "Ona ihtiyacımız olacak," dedi. Sırtlanların başladıkları işi akbabalar hemen hemen tamamladıklarından kadının nasıl öldüğünü tahmin etmenin bir yolu yoktu. Kadının gözleriyle dudakları yok olmuştu, kafatası da kandan kararmış dişlerinin arasından onlara sırıtıyordu. Meren, "Tanrılar bize acısın," diye bağırdı. "Aklını mı kaçırdın sen? Bu leş felaket derecede kokuyor." "Onu sarmama yardım edin." Nefer arkadaşının itirazlarını duymamış gibi davrandı. Ordunun arkasında bıraktıklarını toplayarak bir nevi çöpçülük yapan Bedeviler tarafından bile istenmeyecek kadar pis ve yırtık birkaç metrelik bir keten dokuma bulmuştu. Ölü kadını kaldırarak buna dikkatle sardılar. Sonra, itirazlarını dinlemeyerek cesedin içinde bulunduğu bohçayı Meren'in arabasının arkasına bağladılar. Şafak vaktinden beri bir toz bulutunun altında yolculuk etmelerine rağmen, ordunun artçılarına yetiştiklerinde sabah yarılanmıştı. Keşif kolları gündüz saatlerini geçirmek için kamp yapıyor, yemek ateşlerinin dumanı ilerdeki yolda yüzlerce ayrı kampın konumunu işaretliyordu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 280 Nefer arkadaşlarını yoldan ayırdı. Yük arabalarına toslamamak için daire çizdiler ve yoldan görülmemeye özen gösterdiler. İlerdeki araziyi keşfetmeye çalışarak ihtiyatla ilerliyorlardı. Çok geçmeden hazine arabaları konvoyuna ve bir zeytin ağacı korusunda mola vermiş hanedan kadınlarının yüksek tahtırevanlarına yetiştiler. Nefer onların yakınına süründüğü sırada öğle vakti geceli epeyi olmuştu. Delikanlı bir demirhindi ağacına tırmandı. Kampı çevreleyen zareba dikenli çalısının yukarsından olan bitenleri izleyebilecekti. Kraliçe Merykara'nın çadırı Heseret'inkinin biraz uzağındaydı, ama iki kız kardeş şimdi bir keten tentenin altında güneşten korunarak oturmuşlar, hizmetçilerinin yemek ateşlerinden getirdikleri zengin yemeklerden çimleniyorlardı. Nefer konuşmalarını duyacak kadar yakında değildi. Tam karşısına düşen Heseret gevezelik ediyor ve neşeyle gülüyordu. Nefer'in anımsadığından da daha güzeldi. Bu uygunsuz koşullarda bile onu Memphis'deki Hathor heykeline benzetmeyi amaçlayan özenli bir makyajla dolaşıyordu. Görkemli ziynetler takıp takıştırmıştı, gür siyah saçları da yeni yağlanmış ve kıvrılmıştı. Dillere destan kabaetleri olan uzun boylu siyahi köle kız Mişa altın kâsesini doldurmak için üzerine eğilmişti. Kırmızışarabın birkaç damlası Heseret'in elbisesinin üzerine döküldü. Genç kadın yerinden fırladı ve gümüşle devekuşu tüylerinden yapılmış ağır yelpazesini kızın kafasına çarptı. Mişa dizüstü düştü ve -344- başını iki eliyle korumaya çalıştı, fakat parmaklarının arasından kanlar fışkırdı. Merykara ablasını zapt etmeye çalıştıysa da Heseret sapı kırılana kadar yelpazesini kızın başına indirmeyi sürdürdü, kırıkları Merykara'ya fırlattıktan sonra da omzunun üzerinden tehditler ve küfürler savura savura hızlı adımlarla uzaklaştı. Merykara köle kızı ayağa kaldırdı ve onu kendi çadırına götürdü. Nefer demirhindi ağacının üst dallarında gizlendiği yerden sabırla bekliyordu. Bir süre sonra Mişa başı sarılı olarak çadırdan çıktı. Hâlâ ağlayarak ağaçların arasında gözden kayboldu. Merykara çadırının ağzında belirene kadar Nefer yerinden kımıldamadı. Son defa konuştuklarında tetikte olması ve kendisinin ona gelmesini beklemesi için kız kardeşini uyarmıştı. Merykara şimdi dikkatle etrafına bakındı, çadırın kapısındaki nöbetçiyle konuştu ve görünürde amaçsız olarak kampın kıyısında dolaşmaya başladı. Belli ki Nefer'in direktiflerini ciddiye almıştı ve kurtarıcılarını görebilmek umuduyla çevreyi araştırıyordu. Kampta yalnız o hareket halindeydi: ötekilerin çoğu siperli bir yerde güneşten ve sıcaktan korunuyor, nöbetçiler bile onunla ilgilenmiyorlardı. Nefer kesesinden küçük bir gümüş ayna çıkardı, güneşin yansımasını yakaladı ve Merykara'nın yüzüne bir ışık düşürdü. Genç kız hemen durdu, elini gözlerine siper etti ve delikanlının bulunduğu yöne baktı. Nefer aynayla üç kez daha ışık yansıttı. Kararlaştırdıkları sinyaldi bu. Bu kadar uzaktan bile Merykara'nın gülümseyişinin, güzel yüzünün üstünde dans eden ışık yansıması kadar parlak olduğunu görebiliyordu. Merykara sallanan ve zıplayan tahtırevanda yastıkların ve kaz tüyleriyle doldurulmuş bir şiltenin üstünde yatıyordu. Mişa uyuyan bir yavru köpek gibi ayaklarının dibine kıvrılmıştı. Fakat Merykara uyanık ve tetikteydi. Tahtırevanın perdeleri serin gece havasının içeri dolması için açık olduğundan yürüyüş halindeki ordunun gürültülerini: nalların takırtısını, yük arabalarının gıcırtılarını ve çatırtılarını, yük öküzlerinin böğürmelerini, araba sürücülerinin bağırışlarını ve tahtırevanının yanında yürüyen nöbetçilerin ayak seslerini duyabiliyordu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 281 Birdenbire ilerde bir karışıklık oldu. Kırbaçlar vınlıyor ve saklıyor, tekerlekler kayaların üstünde takırdıyor, akan su sesleri ve hayvanlarla araçların etrafa su püskürttükleri duyuluyordu. Derken ablasının hırçın sesi Merykara'nın kulağına çalındı. "Hey! Ne oluyor orada?" -345- r "Bir derenin sığlığından geçmekteyiz, majesteleri. Tahtırevanın devrilme-mesi için inmenizi rica ediyoruz. Kutsal kişiliğin güvenliği en büyük tasamız." Merykara, Heseret'in bu rahatsızlıktan dolayı yakındığını duydu ve karışıklıktan yararlanarak Mişa'ya son direktiflerini fısıldadı. Sonra tahtırevandan indiler. Ellerinde fenerler olan köleler onları suyun kıyısına geçirmek için bekliyorlardı. Daha önce kıyıya çıkmış olan Heseret de orada bekliyordu. Merykara'ya, "Beni uykumdan uyandırdılar," dedi. "Kervanın başındaki o budalayı kocam Yukarı Mısır Firavunu'na şikâyet edeceğim." Merykara, "Adamın sırtının derisi soyulana kadar kırbaçlanmasının herhalde senin sağlığına yararı olur," dedi alayla. Heseret başını hızla öteki yana çevirdi. O sırada bir bülbül bulundukları konuma göre nehrin daha yukarlarına rastlayan bir yerde öttü. Merykara'nın gözleri parladı. Çocukluklarında Nefer ona o tatlışakımayı taklit etmeyi öğretmeye çalışmış, fakat Merykara bunu bir türlü başaramamıştı. Kuş üç kere öttü, ama bunu fark eden yalnız Merykara oldu. Adamlar hantal tahtırevanları ve ağır hazine arabalarını güvenilemez dere yatağından kazasız belasız karşıya geçirmeye dikkatlerini vermişlerdi. İleri-lerindeki binlerce araba sığlığa girişi delik deşik etmişler, nehrin tabanını karıştırarak balçık tarlasına çevirmişlerdi. Geçiş tamamlanana ve sonuncu hazine arabası öküzlere yapılan bağırışlarla kırbaçların şaklamaları arasında karşı kıyıya çıkarılana kadar vakit gece yarısını geçmişti. Derken kervanın başı Fira.un eşleri için tahtırevanları getirtti. Genç kadınların oturmalarına yardım edildi ve köle ekipleri tarafından taşınmalarına girişildi. Ancak karşı kıyıya vardıklarında yine dert ve karışıklık başgösterdi: hazine arabalarından biri bir tekerlek kaybetmişti ve yolu tıkıyordu. Şimdi buna ek olarak Heseret'i tahtırevanıyla taşımış olan köleler, kraliçenin ayaklarının ıslanmasına ve sandaletlerinin berbat olmasına yol açmışlardı. Heseret zavallıların hemen oracıkta cezalandırılmalarında ısrar edince kırbaçların şaklaması ve suçluların feryatları gürültüyü daha da artırdı. Merykara bu patırtı arasında bülbülün tekrar öttüğünü duydu. Ses bu kere daha yakından geliyordu, ak | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:18 am | |
| Merykara bu patırtı arasında bülbülün tekrar öttüğünü duydu. Ses bu kere daha yakından geliyordu, akar suyun aynı yakasından. Merykara, Mişa'yı, "Sakın beni hayal kırıklığına uğratma," diye uyardı. Kız, "Hayatım sana ait hanımım," dedi, Merykara da onu öptü. "Bunu defalarla kanıtladın zaten. Yardımlarını hiçbir zaman unutmayacağım." Merykara kölesine arkasını döndü ve karanlığın içinde uzaklaşmaya girişti. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 282 Bu arada yalnız Heseret'in dikkatini çekmişti. "Nereye gidiyorsun, Merykara?" "Kötü perileri boğmaya." Merykara çocukluklarında sık sık tekrar ettikleri bir deyişi kullanmıştı. Heseret omuzlarını silkerek tekrar tahtırevanına bindi ve perdelerini çekti. Merykara yoldan görülemeyeceği bir yere gelir gelmez durdu ve kuş ötüşünün kendi beceriksiz taklidini duyurdu. Hemen hemen aynı anda güçlü bir el kolunu kavradı ve ağabeyi, "Aman vazgeç, yavrum, yoksa burasıyla Beer-şeba arasındaki bütün bülbülleri korkutacaksın," diye fısıldadı. Genç kız hızla dönerek kollarını Nefer'in boynuna doladı ve ona bütün gücüyle sarıldı. Heyecandan konuşamamıştı. Delikanlı yavaşça kardeşinin boynuna sarılmış kollarını çözdü ve onu elinden tutarak karanlık su kıyısında yürüttü. Nefer hızlı yürüyor ve hiçbir yere ayağı takılmadığına veya duraklamadığına göre bir leoparın gece gözlerine sahip görünüyordu. Yollarının üstünde bir delik ya da başka bir engel olduğu zaman kardeşini fısıldayarak uyarması dışında konuşmuyordu. Merykara ise onu körü körüne izliyordu. Hemen bütün gecenin yarısı kadar uzun görünen bir süreden sonra Nefer, kız kardeşinin dinlenebilmesi için durdu. "Mişa ne yapacağını biliyor mu?" diye sordu. "Tahtırevanın perdelerini kapalı tutacak ve bir soran olursa uyuduğumu ve rahatsız edilmek istemediğimi söyleyecek. Gittiğimden kimsenin haberi olmayacak." Nefer, "Yarın mola verilene kadar," diye düzeltti. "Kaçabilmek için ancak o kadar vaktimiz var. Devam etmeye hazır mısın? Tekrar derenin öbür yakasına geçmeliyiz." Nefer böyle diyerek onu kucakladığı gibi karşıya taşıdı. Merykara, ağabeyinin ne kadar kuvvetlendiğini görerek şaşırmıştı. Onun kollarının arasında bir bebekten farksızdı. Nefer onu karşı kıyıda yere bıraktı ve yola devam ettiler. Bir süre sonra genç kız onun kolunu çekti. "Bu iğrenç koku da ne?" Öğürdü. Nefer, "Sensin," dedi. "Yani senin yerini alacak olan." O daha konuşmasını bitirmeden ilerilerindeki yolda yıldızların aydınlığında iki karaltı ortaya çıktı. Merykara korkudan taş kesildi. Nefer, "Onlar sadece Taita'yla Meren," diye onun içini rahatlattı. Meryka-ra'yı yapraklı dalların onları gözden gizleyeceği bir ağaçlığın içine götürdüler, Meren de elindeki fenerin pancurunu açtı. Merykara yerde yatan dehşetli cis- -347- -346- Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 283 mi ölgün sarı ışıkta görünce yine bağırmamak için kendini güç tuttu. Bir cesetti, bu ve o kadar korkunç hırpalanmıştı ki insan ve kadın olduğunu söylemek bile zordu. Nefer, "Haydi çabuk!" dedi. "Bana bütün ziynetlerini ve giysilerini ver." Merykara hemen çırılçıplak soyundu ve her şeyi Nefer'e uzattı. Taita ona içinde yedek giysiler, bir tunik, etek ve sandaletler bulunan bir bohça uzattı. Nefer cesedin yanına diz çöktü ve gerdanlık dizilerini ölü kızın boynuna, yüzüklerle bilezikleri de iskeletten farksız parmaklarıyla bileklerine geçirdi. Merykara'nın etekliğiyle peştemalını kaskatı bacaklara geçiremediğinden onları paralayıp lime lime etti ve toprağa sürttü, sonra da parmağına kamasının ucunu batırarak kumaşın üstüne taze kan akıttı. Yakınlarda bir yerden acıkmış bir sırtlan sürüsünün aksırığa benzer korosu kulağa geliyordu. Merykara ürperdi. "Cesedin kokusunu aldılar." "Sadece yırtıcı hayvanlar tarafından yenildiğine Naja'yı inandıracak kadar kanıt bırakacaklar." Nefer ayağa kalktı. "Artık gitmeliyiz." Arabalar suyun yukarlarına doğru biraz uzakta bekliyordu. Nefer ölü kızın cesedine yakın yerde izlerinin kalmasını istememişti. Kız kardeşini arabanın sahanlığında yanına çekerken doğu yönüne baktı. "Sabah yıldızı," dedi yavaşça. "Bir saate kalmadan ortalık aydınlanacak. Kalan karanlıktan elimizden geldiğince yararlanmalıyız." Arkalarında tıpkı bir gül ve mimoza çiçeği demeti gibi şafak sökünce plato yamacının yarı yerine ulaşmışlardı, çöl de altlarında uzayıp gidiyordu. Bu o kadar görkemli bir manzaraydı ki atların dizginlerini çektiler ve altın renkli kum okyanusuna huşu içinde bakakaldılar. Meren dışındakiler. O, tapındığı tanrıçanın tapınağına ulaşmak için dünyanın öbür ucundan gelen bir hacı gibi öndeki arabada ağabeyinin yanında duran Merykara'ya bakıyordu. Uzun gece yolculuğu süresince karanlıkta genç kızı görememişti, ama şimdi güneşin ilk ışıkları üstüne vururken ondan gözlerini ayıramıyordu. Onu hayatının en büyük kısmında en iyi arkadaşının arsız ve afacan küçük kız kardeşi olarak tanımıştı, ama şimdi onu iki yıldan beri ilk kez görüyordu. Zaman mucizevi bir değişiklik yaratmıştı. Merykara'nın şimdi yaptığı her hareket, her jesti, başının her hareketi zarafetin ta kendisiydi. Yüzünün her çizgisi, ince vücudunun her kıvrımı nefisti. Teni krema ve sedef, gözleri değme zümrütten daha yeşil ve parlak, sesi ve gülüşü hayatında duyduğu her müzikten daha büyüleyiciydi. Taita delikanlının yüzündeki ifadeyi yakaladı ve için için güldü. Hayat, en korkunç durumlarda bile kendini yenilemeyi biliyor diye düşündü, fakat yük- sek sesle sadece, "Majesteleri burada oyalanmamamız gerekir. Atlar fena halde suya ihtiyaç duyuyorlar," dedi. Tepelerin eteğinde yoldan ayrılarak güneye Büyük Acı Göl'e doğru ilerlemeye koyuldular. Dönüş yolculukları için sakladıkları ilk su amforalarının bulunduğu yere varıncaya kadar yol almayı sürdürdüler. Orada Hilto'nun onlardan önce buradan geçtiğini fark ettiler. Bıraktığı izlerden arabalarının ağır altın yüklerinin etkisiyle ağır ilerlediğini ve Hilto'nun fazla uzakta olmadığını kestirdiler. Onun bütün suyu tüketmediğini, dört amforayı dokunmadan bıraktığını görünce rahatladılar. Bu kadarı Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 284 Zinalla'daki bundan sonraki vahaya ulaşmalarına kadar atları yürütmeye yeterdi. Merykara, Nefer ve Taita'yla gevezelik ederken neşeli ve canlı gözükmesine karşın, Meren'i tanıyormuş gibi davranmamış, hatta fark edilmeyeceğine emin olduğu zamanlar dışında onun bulunduğu yöne bile bakmamıştı. Meren de birkaç zaman önce genç kıza tepeden bakmasına karşın, şimdi ona doğrudan yaklaşamayacak kadar etkilenmişti. Çünkü sahte bir firavunla evli olsa dahi o şimdi bir kraliçe ve delikanlının gözünde bir tanrıçaydı. Merykara çiçek açmış bir akasya ağacının altında dinlenirken Meren mola vermelerinden beri belki yüzüncü defadır genç kızın görüş hattına girdi. Genç kız bu kez ona bakıp başını eğdi. Meren ona bir tebanın göstermesi gereken saygıyı gösterdi. "Selam ederim majesteleri. Güvende olduğunuzu görmek beni çok mutlu ediyor. Sizin hesabınıza büyük kaygı duymuştum." Merykara onu inceleyen ve hesaplayan tek bir uzun bakışla süzerek uzayan boyunu, omuzlarının güçlü yapısını not etti. Saçlarının da ne kadar gür olduğunu ve uzadığını görüyor, o gün kaçıncı defadır soluğunun kesildiğini hissediyordu. Sert bir sesle, "Meren Cambyses," dedi. "Son karşılaşmamızda en sevgili uçurtmamı kırmıştın. Sana nasıl bir daha güvenebilirim?" "Hayatım pahasına güvenebilirsiniz majesteleri." Karınları doyan atlar dinlendikten sonra tekrar harekete geçme zamanı gelince Merykara laf arasında ağabeyine, "Atların bütün gece beni taşıdılar. Bence onları biraz rahatlatmanın zamanı geldi," dedi. "Bunu nasıl yapacaksın?" Nefer şaşkın görünüyordu. Merykara, "Başka bir arabada yolculuk edeceğim," dedi ve onu bekleyen Meren'in yanına yürüdü. Ertesi gün Zinalla Vahası'na vardılar ve Hilto'nun bölüğünün oraya gelmiş olduğunu gördüler. Nefer adamlarla altınların yükünü on beş arabanın arasında eşit olarak paylaştırdı, bundan sonra da daha rahat bir tempoyla Gallala'ya doğru yollarına devam ettiler. | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:18 am | |
| Mintaka Hathor Tapınağı'nın damındaydı. O, kadınlardan bazıları ve ihtiyar adamlar, tanrıçanın huzurunda ibadet edebilmek için orasını tekrar barınılabilir bir hale sokmaya çalışıyorlardı. Bina bin yıllık olabilirdi, bunu kestirmenin bir yolu yoktu, ama duvar resimleri çok iyi korunmuştu ve sadece biraz elden geçirilmeleri gerekiyordu. Dam başka hikâyeydi. Fakat yerel iklim o kadar yumuşak ve kararlıydı ki açılmış büyük deliklerin fazla bir önemi yoktu. Sadece aşağıda ibadet edenleri ölüm tehlikesiyle yüz yüze bırakan çürümüş kirişleri kaldırmak gerekliydi. Mintaka öbür kadınlar gibi eski ve sade giysilerle dolaşıyordu ve onlar gibi güneşten yanmıştı. Buradaki yaşam Avaris zena-na'sındaki kapalı yaşantıdan o kadar farklıydı ki, Mintaka da yeni özgürlüğünün ve sıradan arkadaşlarının dostluğuyla beraberliğinin Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 285 tadını çıkarıyordu. Genç kız doğruldu ve ağrıyan sırtını gerdi. Yüksek duvarın tepesinde çok kolay dengesini buluyordu. Sonra elini gözlerine siper etti, yeşil tarlaların ve Taita'nın kaynağının sularıyla dolmuş sulama kanallarının ötesine baktı. Zengin çayırlarda sığır sürüleri ve tombul kuyruklu koyunlar otlamaktaydı, ama at azdı. Gallala'daki herkes gibi Mintaka da onların yokluğunu fazlasıyla hissediyordu. Sonra, Nefer'in kentten ayrılmasından beri geçen uzun ve yalnız günlerde her saat yaptığı gibi kentin etrafında toplu yeşil tarlalarla soğuk bir çelişki oluşturan çıplak tepelerin arasındaki vadinin ucuna bakışını dikti. Nefer o yönden gelecekti. Son zamanlarda çok sık hayal kırıklığına uğradığı için Mintaka mavi uzakları fazla umutlanmadan gözlüyordu. Birdenbire güneşe karşı gözlerini kıstı. Kalbinin atışları da hızlanmıştı. Orada bir şey vardı. Göğün uçsuz bucaksızlığına karşı minik, rüzgârda uçan bir tüy kadar hafif ve somutluktan uzak bir şey. Belki de sıcak çöl havasından doğan fırtınaların havalandırdığı bir toz kümesiydi. Genç kız bakışını ufuktan uzaklaştırarak kalın kara kaşlarında biriken teri sildi ve gözlerini dinlendirdi. Tekrar baktığında toz bulutu daha da yaklaşmıştı, genç kız da tekrar umutlanmayı denedi. Tam o sırada bir boru bir kez uzun uzun öttü. Tepelerin doruğundaki nöbetçiler de bir şey görmüşlerdi. Minta-ka'nın etrafındakiler çalışmayı bırakmışlar ve vadinin ucuna gözlerini dikmişlerdi. Aşağıki sokaklardan çocukların heyecanlı bağırışları kulağa geliyordu, seyisler ahırlara, araba sürücüleri pazar yerinin ötesinde duran arabalarına koştular. Mutlu bir itiş kakış baş göstermişti. Mintaka kendini daha fazla tutamadı. Tapınağın dış duvarını kaplayan iskeleden bir meyve bahçesinde hırsızlık yaparken yakalanan küçük bir may- - 350 mun çevikliğiyle indi. Şabako arabasını forum'un'*' ortasından, Tanus'un savaş anıtının yanından geçiriyor ve kapılara yöneliyordu. "Şabako!" Mintaka onun önüne geçmek için koştu. Adam hayvanları durdurunca genç kız arabanın sahanlığına zıplayarak adamın arkasına geçti. Son süratle kapılardan geçerek delik deşik yolda ilerlemeye koyuldular. İlerde toz bulutu giderek yaklaşıyordu. "Bu onlar mı, Şabako? Onlar olduğunu söyle." Şabako rüzgârın uğultusunu bastıran bir sesle, "Onlar olduğunu sanıyorum, majesteleri," dedi. "Öyleyse arabayı niçin o kadar ağır sürüyorsun?" Yükseltinin üzerinden tek bir araç geliyordu. Mintaka arabanın önündeki korkuluğa tutunarak arabanın sürücüsünü görmeye çalıştı, ne çare ki henüz çok uzaktaydı. "Baksana hanımım! Arabada mavi flama dalgalanıyor." Şabako arabanın yukarsındaki uzun bambu sırığının ucundaki boyalı kumaş parçasını işaret ediyordu. "Nefer bu! Tanrıçaya şükürler olsun, bu o!" Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 286 Genç kız başındaki örtüyü hızla çekerek sallamaya başladı. Nefer de atlarını kırbaçladı ve üzerlerine gelmeye başladı. "Bırak ineyim!" Mintaka emrini daha bir vurgulamak için Şabako'nun omzuna vurdu, adam da atları yavaşlattı. Genç kız hareket halindeki araçtan atladı ve zarif bir dengeyle yere indi. Sonra kollarını iki yana açtı ve yaklaşan arabayı karşılamaya koştu. Arkadan gelen Taita, Nefer'in heyecandan genç kızı çiğnemesinden korktu. Ama delikanlı son anda yana saptı, araba hız kaybedince de sahanlığın yanından sarkarak kıza uzandı. Mintaka büyük bir güven duygusuyla kendini sevgilisinin kollarının arasına attı. Tereddüt etse ya da sakınsa dörtnala koşan atların ayaklarının ya da metal çemberli tekerleklerin altında kalarak ezilirdi, ama Nefer onu yakalayıp yükseğe kaldırdı. Kız da sevgilisinin kollarının arasında gülüyordu. Nefer meclisini eski kent meydanında toplanmaya davet etti ve adamlara eksiksiz bir rapor verdi. Altınların hazine sandıklarından alınmasını bütün ay- 1-1 Forum: Eski Roma'da pazar yeri veya meydan. -351 - rıntılarıyla anlattı, adamlar da heyecanla onu dinlediler. Sonra onlara Meryka-ra'yı tanıttı ve kızı Trok'la Naja'nın burnunun dibinden nasıl kaçırdıklarını anlattı. Oradakilerin hepsi "Bak-her!" diye bağırdılar ve yerlerinden fırlayıp delikanlıyı alkışladılar. Ardından Nefer yazıcıları çağırttı, onlar da altın çubuklarını konsey üyelerinin gözleri önünde tarttılar. Toplam yarım lakh'ın üstündeydi. Nefer, "Lordlarım, bu kazandığımız altınların sadece beşte biri," diye devam etti. "Hilto yük arabalarıyla gidip kalan altınları buraya getirecek. Yarın yola çıkacak, ama onunla beraber gidecek adamlara ihtiyacı var." Gallala'daki bütün güçlü kuvvetli erkekler gönüllü olmaya hazırdılar, ama Şabako'yla en deneyimli savaşçılar bu işe uygun görülmedi. Bunun üzerine kararı protesto ettiler, Şabako da, "Yoksa Firavun burada Gallala'da oturup ihtiyar kadınlar gibi ocak başında uyuklamamızı mı istiyor?" diye sordu. Nefer gülümsedi ve, "Sizin için daha çetin görevler düşündüm. Ama şimdi güneş battı ve bize bir zafer şöleni hazırlandı. Kısa bir süre sonra savaş konseyinde buluşacağız. Buna söz veriyorum," diyerek toplantıyı dağıttı. Adamlar homurdanarak gittilerse de, taze mayalanmış ilk bira çömlekleri gelince neşelerini buldular. Nefer iki öküzle bir düzine yağlı koyunun kesilmesini emretmişti, kadınlar da onun gelişinden beri bütün dakikalarını bir kutlama şöleni hazırlamakla geçirmişlerdi. Kentteki bütün erkek ve kadınlar şölene davetliydiler, tepelerdeki istihkâmlarda ve nöbetçi kulelerinde görevli olanlara bile şölenden payları yollandı. Tıpkı kuyunun kazılışı gibi, altının elde edilmesi de topluluğu birbirine kenetleyen çok önemli bir başarıydı. Taita olay şerefine destansı bir eser okudu ve IDU, bütün çabaları gibi anında büyük başarı kazandı. Eserini okuması sona erince ihtiyar adamın yerine oturmasına izin verdiler ve ta ki altmış dizeyi ona tekrar ettirene kadar kâselerini sofraya vurdular. O vakte kadar onlar da bütün destanı ezberlemişler, çalgıcılar da hazırlıksız olarak müziğini bestelemişlerdi. Destanın üçüncü ve son okunuşuna bütün topluluk neşe içinde katıldı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 287 Derken Nefer böyle bir dürtü duyan herkesi kalkıp konuşmaya davet etti. Bazı konuşmalar abuk sabuk olmakla beraber iyi karşılandı, başka konuşmalar da öylesine neşeli ya da öylesine dokunaklıydı ki kadınların çoğunun ve birçok erkeğin gözleri yaşardı. Bu duygusal ortamda Merykara ağabeyiyle konuşmak için Mintaka'nın üzerinden Nefer'e doğru uzandı. Etraflarındaki uğultu o kadar fazlaydı ki genç kız söyleyeceklerini duyurmak için sesini yükseltmek zorunda kaldı. "Güçlü ve kutsal ağabey!" diye ona takıldı. Ne de olsa o da biralardan tatmıştı. "Senden büyük bir lütuf istemek durumundayım.". "Artık küçük olmayan küçük kardeş, istediğin neyse söyle, eğer olanaklarım içindeyse istediğin senin olacaktır." "Pekâlâ olanakların içinde." Genç kız konuşmasını keserek masanın ucundaki Meren'e baktı, onun aç bakışıyla karşılaşınca yüzü hoş bir pembe renge boyandı. "Çocukken fikrim alınmadan ve iradem dışında evlendirildiğimi biliyorsun," dedi. "Bu evlilik gerçekleşmiş değil. Naja'dan boşandığımı ilan etmeni istiyorum ki kendi seçtiğim bir kocaya gidebileyim. Bana verebileceğin en değerli armağan budur." "Bu mümkün mü?" Nefer hemen içkinin etkisinden kurtularak Taita'ya baktı. "Tanrıların önünde bir karıkocanın boşanmasını sağlayabilir miyim?" Taita'nın yanıt vermesine vakit kalmadan Merykara atıldı. "Sen Firavun'sun. Trok'un Mintaka'yı boşaması gibi, sen de Naja'dan boşanmamı sağlayabilirsin." Nefer o kadar yüksek sesle, "Trok, Mintaka'yı boşadı mı?" diye sordu ki onu duyabilen herkes birden sustu. Merykara, "Bilmiyor muydun?" diye sordu. "Bu haberi o kadar patavatsızca verdiğim için üzgünüm. Bu kadar önemli bir olayın burada bile duyulmuş olacağını düşünmüştüm." Nefer, Mintaka'nın elini avucuna aldı. Öylesine etkilenmişti ki konuşamadı ve başını sallamakla yetindi. Merykara şen bir tavırla devam etti. "Ah evet! Firavun Trok kendi özel kutsal gününde ve kendi yeni tapınağında bir koç kurban etti; tam üç kere, 'Onu boşadım,' diye ilan etti." Merykara ellerini çırptı. "Ve korkunç olay gerçekleşti." Nefer, Mintaka'yı biraz daha yakınına çekti ve Taita'ya baktı. İhtiyar adam yasaları Mısır'daki herhangi bir tapınak yazıcısından daha iyi biliyordu. Şimdi Nefer'in sessizce sorulmuş sorusunu başını eğerek yanıtladı. Merykara gevezeliğini sürdürüyordu. "Tabii ki boşanmadan sonra bir koç daha kurban etti, ihanet ve bir tanrının onurunu lekeleme hezeyanından dolayı onu ölüm cezasına çarptırdı." Nefer başını çevirerek Mintaka'nın gözlerine uzun uzun baktı. Meryka-ra'nın açıklamalarından çıkan sonucu ölçerek o da sevgilisine baktı. Nefer'in yüzüne ağır ağır garip bir ifade yerleşti. Ölüme mahkûm bir adamın cezasının ertelendiğini duyması gibi bir şeydi bu. Delikanlı sonunda, "Özgürsün, biricik aşkım," dedi. "Senin özgürlüğün ise beni de özgürlüğüme kavuşturdu." Ertesi sabah şafak sökmeden herkes kuvvetli biranın e | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:19 am | |
| Ertesi sabah şafak sökmeden herkes kuvvetli biranın etkilerini uyuyarak atlatmaya çalışırken Nefer, Taita'yı eski binaların birindeki özel dairesinde gör- Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 288 352- -353- Büyücüler Kralı / F: 23 r meye gitti. İhtiyar adam, bir yağ lambasının titrek sarı ışığında okumakta olduğu papirüs tomarından başını kaldırdı. Nefer, "Önemli bir konuyla mı meşgulsün?" diye garip bir çekingenlikle sordu. Taita, "Olduğumu görüyorsun," dedi, ama boyun eğerek papirüsü rulo yapmaya koyuldu. Nefer odanın içinde bir süre amaçsız şekilde bir aşağı, bir yukarı yürüdü. Arada bir durup ihtiyar adamın Gallala'ya gelişlerinden beri topladığı bazı cisimleri inceliyordu: Bunların arasında renkli kuşların özel işlem görmüş derileri, küçük memelilerle sürüngenlerin iskeletleri, garip biçimli kuru odunlarla bitkiler ve bankların üstünde istiflenmiş kâseler, şişeler veya torbalar içinde başka şekilsiz maddeler vardı. Taita delikanlının ziyaretinin nedenini söylemesini sabırla bekledi. Hoş, bunun ne olduğunu biliyordu ya. Nefer, Nuh tufanı öncesi bir kabukluya ait fosili alarak lambanın ışığına tuttu. Başını kaldırmadan, "Mintaka artık Trok'la evli değil," dedi. "İki kulağım küp gibi sağır olsa bile bunu ben de duydum." Nefer fosili bırakarak kucağındaki bebek Horus'a meme veren Isis'in bakırdan bir küçük heykelini eline aldı. Taita heykelciği kent duvarlarının altında topraktan çıkarmıştı. Kalın bir yeşil pas katmanıyla kaplıydı. Delikanlı laf arasında soruyormuş gibi, "Bir kralın Kefren'in heykelleri altında yapılan evliliği ne gibi kurallara tabidir?" dedi. Taita düşünceli bir tavırla burnunu ve işaret parmağının ucuyla çıkardığı pisliği şöyle bir inceledi. Sonra, "Karısının başka herhangi bir kadın gibi evlenmekte özgür olması gerekir," dedi. "Bakire ya da dul olması bir şey fark ettirmez." "Veya kocası tarafından boşanmış olmasının bile." "Kocası tarafından veya günün Firavun'unun buyruğuyla boşanmış olmasının bile." Taita başını salladı. "Öte yandan hükümdarın tanrılaşmasından veya evlenmesinden önce hükümranlığını kanıtlamış olması gerekir." "Evet, hükümranlığını kanıtlaması için Firavun'un ergenliğe ulaşması gerekir, ki ben daha ulaşmadım. Ve tanrı kuşunu yakalaması gerekir, ki ben bunu denedim, ama başaramadım ya da Kızıl Yol'un ustası olması gerekir." Nefer sözlerine kısa bir ara verdikten sonra devam etti. "Ki olamadım. Ama henüz." Bu son kelimeyi üzerine basa basa söylemişti. Taita gözlerini kırpıştırdı, ama bir şey söylemedi. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 289 Nefer tanrıça heykelciğini yerine bıraktıktan sonra kararlı bir tavırla Ta-ita'ya baktı. "Kızıl Yol'u denemek istiyorum." -354- Taita bir şey demeden onu süzdü. "Henüz gelişmeni tamamlamadın. Kuvvetin de henüz yeterli değil." 'Yeterince geliştim, ayrıca yeterince kuvvetliyim." "O at yolculuğunu seninle kim yapacak?" Nefer kararını vermişti. "Meren," dedi. "Sana daha büyük yardımı dokunabilecek daha güçlü ve daha deneyimli kişiler var. Tamose Hanedanı'ndan bir Firavun'un saç örgüsünü elde etmeyi isteyecekler çoktur." Ama Nefer diretti. "Ben Meren'e söz verdim." Taita heyecanları arasında cehaletlerinden ayakları birbirine dolaşacak iki yavru köpek, diye düşündüyse de sadece, "Gallala'da hiç terbiye edilmemiş at, en azından amacın için yararlı olabilecek olanı yok," demekle yetindi. "O atları nerede bulabileceğimi biliyorum. Naja'yla Trok Mısır'ın kalan bütün sürülerini korumasız bıraktılar." Taita, Nefer'in bu iddiasının yanlış olduğunu belirtmeye gerek görmedi. Sahte firavunlar Mezopotamya serüvenine götürdüklerinden daha fazla askeri Mısır'a bekçi olarak bırakmışlardı. Ama Taita Nefer'in, aklına taktığışeye ters düşen hiçbir fikri dinlemeye niyetinin olmadığını biliyordu. "Denemen başarısız olursa saçlarından daha fazlasını kaybedersin. O kadar saygınlık kaybedersin ki taht üzerindeki iddian bile başarısızlıkla sonuçlanabilir." Nefer, "Başarısız olmayacağım," dedi yavaşça. Taita da bu yanıtı vereceğini tahmin etmişti. "Kızıl Yol'u ne zaman denemeyi düşünüyorsun?" diye sordu. "Önce atlarıma sahip olmam gerekir." Kaynağı ortaya çıkarıp Gallala'yı kalıcı bir üs olarak kullanmaları mümkün olur olmaz Taita'nın önerilerine uyan Nefer kent için bir arıtma tesisi kurmuştu. İnsan atıkları, sığır ve atların dışkıları arabalarla toplanıp gübre olarak tarlalara yayılıyorlar, atıkların fazlası da vadinin sonundaki belli yerlere yığılıyordu. Oraları çok geçmeden bir karga ve çaylak, akbaba ve dışkı yiyen çıplak kafalı iğrenç marabu leyleklerinin yuvası oldu. Habeş maymunları tepelerden indi, yüzlerce çakalla vahşi köpek de çöp yığınlarının arasında kendilerine yiyecek arar oldular. -355- Nefer'in emri üzerine çöplüğe her akşam tuzaklar konuldu, yakalanan hayvanlar da ertesi sabah kafeslerin içinde alınıp götürüldüler. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 290 Şabako'yla en güvenilir adamları bu arada gözcü ve casus olarak Nil Va-disi'nin kasabalarıyla köylerine gönderilmişlerdi. Adamlar meyhanelerde içiyor ve yolda karşılaştıkları adamları sorguya çekiyorlardı. Her istihkâm ve garnizonda da keşiflerde bulunuyorlar, oralara giren, oralardan ayrılan ve manevra yapan birlikleri sayıyorlardı. Haftalar sonra döndüklerinde getirdikleri bilgiler ayrıntılı ve gerçekti. Sahte firavunların, arkalarındaki herhangi bir tehdide karşı piyadelerinin, mızrakçılarının, nişancılarının ve okçularının en az yarısını bıraktıklarını bildirmişlerdi. Bütün sınır istihkâmları çok iyi bir koruma altındaydı, garnizonlar da tetikte ve dikkatli görünüyordu. Şabako uzun raporunun sonuna geldiğinde Nefer, "Arabalı birliklerden ne haber?" diye sordu. "Trok arabalarının çoğunu kendisiyle Mezopotamya'ya götürmüş. Bununla birlikte, bütün ordu atölyeleri harıl harıl yeni arabalar imal ediyorlar. Nefer sordu. "Atlardan ne haber?" "Her iki krallıkta da el atabildikleri bütün atlara el koymuşlar. Hatta bulabildiklerini satın almaları için Libya'ya adam bile göndermişler. Thane'yle Ma-naşi'deki depoların dolu olduğu anlaşılıyor. Ne var ki bu hayvanların çoğu genç ve eğitimsiz görünüyor. Savaşa alışık hayvanların hepsi ordunun ana bölümüyle doğuya götürülmüş." Nefer, "Thane," diye kararını verdi. "Çölün kıyısına Manaşi'den daha yakın." Nefer, Mintaka'yı Avaris'ten kurtarmaya giderlerken Taıta'nın Naja'dan kopardığı belgeyle Hilto'nun eski savaş arkadaşı Sokko'dan taze at ve araba aldıkları yerin Thane olduğunu anımsamıştı. O günü düşünerek garnizonla çevresindeki arazinin planını anımsamaya çalıştı, ama bunların üzerinden o kadar uzun zaman geçmişti ki. "Thane hakkında bana bütün bildiklerini anlat. Sokko hâlâ oranın kumandanı mı?" "Garnizonun çavuşlarından biriyle yerel genelevde bira içtik. Büyük başarı göstermesi üzerine Sokko'nun Trok tarafından On Binin En İyili'ğine terfi ettirildiğini söyledi." Nefer'le Taita on gün sonra zengin yeşil otların arasında oturuyor ve etraflarında otlayan keçi sürüsüyle ilgileniyor görünüyorlardı. Thane çevresindeki arazi iyi sulanmış olduğu ve zengin otlaklar içerdiği halde, aynı zamanda yassı, ağaçsız ve özelliksizdi. Kampı tepeden görmelerini sağlayacak tepeler yoktu. En yakın yükselti bir fersah doğuda, çölün kıyısındaydı. İki dostun üzerinde Bedevilerin tozlu ve pejmürde siyah entarileri vardı. Bu sayede aynen bir çift yabani tavşan veya karga gibi arazinin içinde kaybo-luyorlardı. Arada bir ayağa kalkıp keçilerini garnizonun biraz daha yakınına sürüyorlar, sonra Bedevi çobanlarının alışılagelmiş duruşunu taklit ederek yine çömeliyorlardı. Bulundukları yere hiç de uzak olmayan bir yerde atlar silahlı ve üniformalı çobanların bekçiliğinde otluyordu. Nefer, "Yanılmıyorsam orada iki bine yakın hayvan var," diye tahmin yürüttü. Taita hayır der gibi başını salladı. "Belki o kadar değil. Daha çok bin beş yüze yakın, ama o kadarı bile bizim başa çıkabileceğimizden fazla." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 291 Uzun ve durgun öğleden sonra saatleri süresince beklediler. Biraz ilerde kazıklarla çevrilmiş alanlarda biniciler genç hayvanları boyun eğdirip eyerlemeye çalışıyorlardı. Bağırarak verdikleri emirler ve kırbaçların şaklama sesleri Nefer'le Taita'nın oturdukları yere kadar yansıyordu. Akşam olunca at sürüleri kırlardan ve kazıklı alanlardan istihkâmın arkasındaki konaklama yerlerine gö-türülüyorlardı. İki dost onların gece için bağlanmalarını ve samanların üstüne yatırılmalarını uzaktan seyrettiler. Güneş batarken Taita'yla Nefer keçilerini toparladılar ve ağır ağır çöl yönüne sürdüler. Ortalık karardığı sırada dört arabadan oluşan bir müfreze toz bulutları kaldırarak Avaris yönünden geldi. Öndeki arabada On Binin En İyi-sı'nin gümüş göğüs zırhını takmış iriyarı bir adam dizginleri tutuyordu. Daha yakına gelince Taita'yla Nefer onu tanıdılar. Nefer, "Lanet olsun," diye mırıldandı. "Hilto'nun eski askerlik arkadaşı Sok-ko'ymuş. Bizi tanır mı dersin?" Başlarını eğdiler, boynu bükük bir tavırla omuzlarını yuvarladılar ve ayaklarını sürüyerek keçileri izlediler. Sokko yoldan ayrılarak arabayı doğru üzerlerine sürdü. "Pis serseriler!" diye bağırdı. "O leş gibi ve hastalıklı hayvanlarınızı çayırlarımdan ve atlarımdan uzak tutmanız için sizi kaç kere uyaracağım?" Eğilip kırbacını Nefer'in omuzlarının arasına indirdi. Nefer'in hiddetten kanı beynine fırladı. Ama Sokko'yu arabasından dışarı sürüklemeye kalkışmadan Taita'nın yaptığı bir hareket onu olduğu yere mıhladı. Taita'nın hareketi Sokko'yu etkilemiş olmalıydı ki, ses tonu yumuşadı. "Sizin gibileri bir daha buralarda yakalarsam, hayalarınızı doğrayıp arkanızdaki deliğe tıkarım." Bu sözlerden sonra arabayı tekrar yola çıkardı ve istihkâm yönünde uzaklaştı. -356- -357- Altı gece sonra yeni ayın karanlığında büyük bir kuvvetle Thane'e döndüler. Gallala'da ata binebilen herkes, siyaha boyalı entarileri ve isle karartılmış yüzleriyle kırk atlıydılar. Her biri, arkasında, atının kalçalarının üstüne atılmış büyük bir torba taşıyordu. Torbanın içindeki her neyse kıvranıyor, boğuk havlamalar ve iniltiler salıveriyordu. Çünkü her torbanın içinde iki veya üç canlı çakal vardı. Bacaklarıyla ağızları keten liflerinden iplerle bağlanmıştı. Atların ayaklarına deri çizmeler giydirildiğinden Nefer onları tek bir sıra halinde istihkâmın batı yanından geçirirken hiç ses çıkarmadılar. Nefer nöbetçileri alarm durumuna geçirmemek için at sıralarının uzağından geçmeye dikkat etmişti. Her biri kendisinden neler beklendiğini biliyordu. Bu manevrayı defalarca tekrarlamışlardı, Thane'yle nehir arasında yarım ay biçimindeki oluşumlarını hiç bozmuyorlardı. Alçak sesle verilmiş bir emrin sıranın bir ucundan ötekine iletilmesine yetecek kadar birbirlerine yakındılar. Nefer ortadaydı, Meren sol kanatta, Şabako da sağdaydı. Nefer hazır olduklarına inanınca bülbülün ötüşünü üç kere tekrarladı, hemen sonra adamlar taşıdıkları kilden ateş çömleklerinin kapaklarını açıp kavı tutuşturunca karanlık içinde oluşan bir dizi kırmızı ışıltı Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:19 am | |
| gördü. Nefer de aynışeyi yaptı. Sonra atının kıçındaki torbalardan birinin ağzını açtı ve elini içen uzattı. Şişman bir çakalı yelesinden tutarak torbadan çıkardı. Hayvan Nefer'in parmaklarının arasında çırpınıyordu. Havada ancak hayvanların kokusunu maskeleyecek kadar güçlü bir katran kokusu vardı. Kürkleri siyah renkli yapışkan bir sıvıya bulanmıştı. Taita bu yapışkan maddeyi doğa içinde sızdığı yerden toplamış, onun çok derinlerden geldiğini söylemişti. Çok kolay tutuşup parlayan bir maddeydi, ama ihtiyar adamın onu karıştırdığı billursu sarı madde bu özelliğini daha da artırıyordu. Ele geçirilen bütün çakallar bu maddeye bulanmışlardı. Nefer, çakalın dört patisini bağlayan sicimi kamasıyla kesti. Hayvan özgürlüğün kokusunu alınca Nefer'in pençesinde daha kuvvetli debelenmeye ve tekmeler atmaya koyuldu. Delikanlı, hayvanın fırçayı andıran kuyruğunu ateş çömleğine daldırdı. Kuyruk anında cızırdayıp yanmaya başladı. Çakal kaçmak için gösterdiği çabaları hızlandırmıştı. Nefer onu salıvermeden önce kamanın ucunu hayvanın dudaklarının arasına kaydırdı ve ağzıyla burnunu zapt eden ilmiği kesti. Çakal çenelerini açtı ve dehşet verici bir çığlık attı. Nefer onu yere atınca küçük yaratık arkasına bir ateş ve kıvılcım seli saçarak, uluması ve haykırmasıyla Nefer'in bile tüylerini diken diken ederek ok gibi kaçmaya başladı. -358- Delikanlı torbanın içinden ikinci bir çakal çıkardı. Alev topları karanlığın pençesindeki kırlarda sanki uçuyor, dayanılmaz bir ıstırabı dile getiren ulumaları geceye dehşet saçıyordu. Durumları içler acısı yaratıkların bazıları nehir vadisine koştularsa da çoğu içgüdüsel olarak çöldeki yuvalarının yolunu tuttular. Thane garnizonu yollarının doğrudan üzerindeydi. Sürü halinde atların tutuldukları alana doğru akıyorlardı. Nefer bir yandan cıyaklayan sonuncu çakalı salıverirken atını koşturmaya başladı. Yanan hayvanların arkasından yarışıyor, adamları da iki yanında onunla birlikte yol alıyorlardı. Hepsi avazları çıktığı kadar bağırıyor, korkunç şamatayı bir kat daha artırıyorlardı. Çakallardan bazıları alev alev yanan kuyruklarıyla atların saman döşeklerini ve yemlerini de tutuşturdular. Manzarayı aydınlatan tüyler ürpertici titrek ışıklar karanlık binicileri olduklarından da korkunç gösteriyordu. Nefer ilersindeki nöbetçilerin silahlarını attıklarını ve yanan hayvanlar kadar gürültülü haykırışlarla kaçtıklarını gördü. "Cinler!" diye uluyorlardı. "Kurtarın bizi! Seth'in karanlık ordusunun baskınına uğradık!" "Cehennem zebanileri geliyor! Kaçın! Kaçın!" Bağlı olan atlar şaha kalkıyor ve ileri atılmaya çalışıyorlardı. Bir kazık topraktan çekilip çıkarılınca ya da uzun iplerden biri basıncın etkisiyle kopunca yirmi at bir anda serbest kalıyor ve bağırarak kampa dalan atlıların önünde dörtnala kaçıyorlardı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 293 Nefer atının üzerinden eğildi ve silahını koşan nöbetçilerden birine sapladı. Kılıç adamın kürek kemiklerinin arasına dalmış, ölü yere yığılırken yaranın içinden sıyrılarak açıkta kalmıştı. Nefer bundan sonra, dehşet içindeki bir düzine atın serbest kalmak için gösterdikleri ortak çabaya karşı koyan bir ipe yöneldi. Kamasının bir tek vuruşuyla ipi doğradı ve çığlık atarak atları paniğin pençesindeki sürüye katılmaya yolladı. Arkasından, yönünü şaşırmış başka bir at grubunu toparladı ve iplerden kurtararak kırlara sürdü. Şabako'yla adamları da onunla birlikte at sürüyor, bağırarak ve kırbaçlarınışaklatarak yabani atları önleri sıra koşturuyorlardı. Arkalarında yanan garnizonun alevleri tarafından aydınlatılan tek vücut halini almış bir insan ve hayvan seli görünü-mündeydiler. Atlılar tepelere doğru dörtnala yol alırlarken çakalların sonuncuları da yanarak ölüyor, tüten kararmış leşleri otların arasında yığılıp kalıyordu. Şabako gecenin içinden sıyrıldı ve Nefer'in yanında atını sürmeye başladı. "Seth biliyor ya, çok eğlenceliydi bu!" diye bağırdı. Sonra dönüp arkasına -359- baktı. "Henüz takip eden yok! Çok yazık! Birkaç kılıç darbesi daha eğlenceli bir akşamın kusursuz sonu olurdu." Nefer güldü. "Sana ilersi için daha pek çok eğlence vaat ediyorum. Ama şimdilik başlarını alıp gitmeden önce sürüyü toparlamalı ve gideceğimiz yöne sürmeliyiz." Atlarını zorlayarak kaçan sürünün ortasında yol alıyorlardı, çok geçmeden ön sıraya geçtiler, önlerini keserek atları yavaşlattılar, sonra da çöle ve Gallala'ya doğru sürmeye başladılar. Şafak sökerken koca sürü Nefer'le Şabako'nun yönetiminde kayalık bir geçitte düzenli bir ritmle ilerliyordu. Meren'le adamları da bir yandan arkada kalanları toparlıyordu. Nefer güneşin ilk ışıklarına gözleri kamaşarak baktıktan sonra Şabako'ya seslendi. "Onları bu yönde sürmeye devam et. Ben geriye dönüp Sokko'yla adamlarının peşimizde olup olmadıklarına bakacağım." Nefer atını geldikleri yoldan geriye sürerken harbe ve kılıçla birbirinden usta olan Meren'le üç adamına rastladı. Onlara işaret verince adamlar atlarını koşturup yanına geldiler. "Eğer peşimizdelerse fikirlerini değiştirmeye çalışmalıyız." Nefer onları az önce geldikleri yol üzerinden biraz geriye götürdü. Kayalık geçidin daraldığı bir yerde üç askeri atları tutmakla görevlendirdikten sonra, Meren'le birlikte taşlık yamacı tırmandılar. Doruğa ulaştıklarında güneş ufkun üzerine yükselmişti. Ama gecenin serinliğini henüz gidermediği gibi, tozla sıcağın havada yol açtığı titreşimler henüz oluşmamıştı. Arazi çöl şafağının kendine özgü hafif parıltısını sergiliyordu Kayalarla kum tepelerinin, yarlarla budaklı ağaçların uzaktaki tüm ayrıntıları soluk kesici bir güzellikle bu tabloya işlenmişti. "İşte orada!" dedi Nefer. Meren'in gözleri keskindi, ama onunkiler bu bakımdan daha da üstündü. "On atlı!" Meren, onları daha önce keşfedemeyişinden dolayı duyduğu üzüntüyü gizlemeye çalıştı. Nefer, "On bir atlı," diye düzeltince tartışmadı. Bunun yerine neşeyle gülerek, "Beş kişiye eşit bir av," dedi. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 294 "Onlarışurada avlayacağız." Nefer boğazı işaret etti. "Şu daralan yerinde. Avaris'e haber uçurmalarını istemediğimize göre, hiçbiri hayatta kalmamalı." Meren güldü. "Bana göre çok uygun." Kayaların arasında beklediler. Atlarının başında duruyorlardı. Hayvanların kişneyerek veya horuldayarak tuzağı vakitsiz açığa vurmamaları için ellerini hayvanların burun deliklerine dayamışlardı. Nefer boğazın orta yerine daha önce çakalların taşındığı çuvallardan birini bırakmıştı. Çuvalın içine artık artan sıcakta ihtiyaç duymayacakları pelerinleri tıkmıştı. Boğazın aşağılarında nalların taşlara çarpma sesini ve yerinden düşürülen bir taşın takırtısını duyunca başlarını kaldırdılar. Nefer açıklığın öbür yanında Meren'le adamlardan birinin gizlenmiş olduğu yere baktı. Parmakları açılmış sol elini kaldırdı. Bu sessiz ve dikkatli olmak zorunluluğunun işaretiydi. Elle verilen işaretlerin, savaş gürültüleri arasında duyulamaması olası olan veya gizliliğin büyük önem taşıdığı durumlarda sözle verilmiş komutlara yeğlenmesi gerektiğini babasından öğrenmişti. Delikanlışimdi kumların sessizliği içinde büyüyen başka küçük sesler de yakalıyordu: donanımların gıcırtısı ve oklukların içindeki okların takırtısı gibi. Nefer onunla askerlerinden ikisini gözden gizleyen büyük kayanın arkasından ileriye baktı. Bir at kuyruğu kümesi başının siluetini maskeliyordu. Boğazın ağzında bir atlı belirdi ve yolunun üstünde duran deri torbayı görünce durdu, ihtiyatla etrafına bakındı. Kafilesinin kalan kısmı da arkasında birikmişti. Nefer timsah derisinden miğferin altında Sokko'yu tanıdı. Kırbacın sırtında açtığı kanlı yara fena kaşınıyordu. Göze göz, dişe diş zamanı, diye düşündü. Sokko acele etmiyordu. Eski bir asker olarak kuşkucu ve dikkatliydi. Ama çok geçmeden atını ileri sürdü, ötekiler de onu izlediler. Sıkı bir grup olarak durdular ve torbaya bakmaya başladılar. Sokko, "Arkamı koruyun!" diye bir emir savurduktan sonra atından indi. Torbanın üzerine eğilmesi üzerine Nefer kaldırdığı sol elinin vurma hareketiyle komutu verdi. Harbe kayışları her birinin sağ elinin etrafına sarılmıştı, menzil açıktı. Tek kişi gibi atışlarını yaptılar. Hilto'yla Şabako onları iyi eğittiği için, iki kişi kesinlikle aynı hedefi seçmemişti. Beş kargı hiddetli arılar gibi vızıldayarak geçtiler ve hiçbir zırhın onları yollarından saptıramayacağı yerleri vurdular. Üçü hedefin boğazına, ikisi de ensesine saplanmıştı. Beş asker atlarının sırtından şaşkına dönen hayvanların ayaklarının arasına yuvarlandılar. Nefer'le adamları ellerinde kılıçlarıyla, "Horus ve Seti!" savaş çığlıkları atarak pusu kurdukları yerden dörtnala fırladılar. O ilk baskından hayatta kalanlar içgüdüsel olarak yeni saldırıyı karşılamaya hazırlandılar. Fakat onlar daha kılıçlarını kınlarından çekmeye fırsat bulamadan saldırganlar var güçleriyle üzerlerine çullandılar. Sokko'nun atlarından ikisi daha dengelerini kaybederek binicilerini yere savurdular. Nefer hâlâ -360- -361 - Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 295 atının üstünde olan kendisine en yakın biniciyi seçerek boğazına indirdiği bir kılıç darbesiyle onu öldürdü. Bu kez Sokko kılıcını çekerek Nefer'in karnını hedef aldı. Fakat delikanlı yana kaydı, şaha kalkan atı da iki ayağını Sokko'ya savurdu. Bunlardan biri tam isabet kaydetti. Adam kumların içine kapaklandı. Fakat Nefer'in onun işini bitirmesine vakit kalmadan düşmanlardan başka biri havaya kalkmış kılıcıyla üzerine saldırdı. Nefer eğilerek darbeyi atlattı. Bir süre bir yandan bağırarak göğüs göğüse savaştılar. Sokko'yla adamları ilk şoku henüz atlatmışlardı ki zamanlamayı iyi yapan Meren yanındaki askerle birlikte kavganın içine fırtına gibi daldı. Düşmanlardan birinin tam kalbine girerek bir zafer çığlığı attı. Arkasından silahını çekerek tekrar sapladı; bu kez düşmanı boğazından vurmuştu. Kurbanı hâlâ titreyen gövdesinden yarı yarıya ayrılmış kafasıyla yere kaydı. Sokko miğferiyle kılıcını kaybetmişti, silahı bulmak için çaresizlik içinde dizlerinin üstünde sürünüyordu. Adamlarının içinde yalnız o hasımlarına karşı koyabilecek durumdaydı. Nefer atının üstünden eğildi ve adamın timsah derisinden göğüs kalkanının kürek kemiklerinin arasında bağlandığı aralığa nişan aldı. Ama son anda darbeyi indirmeyi içi el vermedi. Bunun yerine vuruş yönünü değiştirerek orak biçimli palanın yüzünü Sokko'nun kır saçlı kellesinin arkasına çarptı. Adam kumların içine yüzükoyun devrildi. Nefer durumun Meren tarafından kontrol altına alındığına emin olmak için etrafına bakındı. Sonra, Sokko tam homurdanarak başını salladığı ve oturmaya çalıştığı anda atından aşağı kaydı. Delikanlı topuğunu hasmının göğsüne dayayarak onu yine yere itti, sonra kılıcının ucunu gırtlağına dayadı. "Teslim ol, Sokko, yoksa ölümün haberini annene ve baban olabilecek pis kokulu yüz keçi çobanına yollarım." Sokko'nun yüzündeki şaşkın ifade meydan okuyuşa dönüştü. "Hele bir kılıcıma uzanabileyim, itin piç kurusu. O zaman işediğin zaman bacağını nasıl kaldıracağını sana öğretirim." Hakarete yeni hakaretler ekleyecekken bakışlarındaki kavgacı anlam bir anda silindi. Bir şeyler kekelemeye çalışıyor, ama ağzından ses çıkmıyordu. Nefer'in baldırındaki saltanat dövmesine bakakalmıştı. "Majesteleri," diye soludu. "Bağışla beni! Vur! O kaba ve aptalca sözlerime karşılık şu değersiz hayatımı al. Hâlâ yaşadığına dair bazı söylentiler duymuştum, ama cenaze töreninde ağlamıştım ve böyle bir mucizeye inanamı-yordum." Nefer rahatlamış olarak gülümsedi. Aslında Sokko'yu öldürmek istememişti o, sevimli bir ihtiyar serseriydi, Hilto ise onun bütün Mısır ordularındaki -362- en mükemmel at sürücülerinden biri olduğunu söylemişti. Hilto bunu söylediyse doğruydu. "Firavun olarak bana bağlılık yemini eder misin?" diye gayet ciddi sordu. "Seve seve. Bütün dünya bütün tanrıların sevgilisi ve Mısır'ın ışığı Nefer Seti olarak senden korkuyor. Ruhum da ölüm anıma kadar sana olan görevimi haykıracak." "Öyleyse seni Bin Arabanın Efendiliği'ne atıyorum. Çok güzel laf yaptığına göre, Taita da Mısır'ın resmi şairi unvanını sana kaptırmasa iyi eder." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 296 Sokko, "Bırak da ayağını öpeyim, Firavun," diye yalvardı. Nefer, "Bunun yerine bana elini ver," diyerek adamın kemik gibi sertleşmiş elini yakalayarak onu ayağa kaldırdı. Yerde yatan ölülere bakarak, "Yalnız adamlarına yazık oldu," dedi. "Senin bağlılık duygularını paylaşmış olsalardı, ölmeleri gerekmezdi." Sokko, "Bir tanrının eliyle hayatlarını kaybettiler," diye belirtti. "Bundan büyük onur olamaz. Ayrıca Büyücü Taita hâlâ inleyen ve kıvranan bir, ikisini kurtarabilir." Üç gün sonra peşlerinde dört yüz atla birlikte Gallala'ya girdiklerinde Sokko da yeni Firavun'unun sağında gururla atını sürüyor, başındaki sargıların üstüne oturttuğu miğferiyle göz kamaştırıyordu. Sokko yalnız On Binlerin En İyisi rütbesiyle sahte firavunların ordusunun kumandanı olmakla kalmayıp aynı zamanda Kızıl Yol'un uzmanıydı. Düşmanın bütün savaş ve nakliye arabalarının tam sayısını ve nerelere yerleştirildiklerini Nefer'e bildirdi. Deltadaki depolarda bulunan atlarla öküzlerin sayılarının kafadan bir dökümünü ve silahhanelerdeki silahların son sayımının sonuçlarını da çıkarabildi. 'Trok'la Naja işe yarayan savaş arabalarının hemen hemen tamamını doğudaki sefere götürdüler. Yukarı ve Aşağı Mısır'da kalanlar elli tane bile değil. Avans, Teb ve Asuvan'daki askeri atölyeler gece ve gündüz çalışıyorlar, ama tamamladıkları her araba hemen Beerşeba'yla Mezopotamya'ya postalanıyor." "Firavun'un Thane'e yaptığı cüretkâr baskın sayesinde atlarımız artık bize yeter. Çoğunun genç ve eğitilmemiş olmasına rağmen. Ama araba olmadan savaşamayız." Hilto kötümserdi. Devam etti. "Var olmayanı ele geçiremeyiz. Ayrıca, krallık hazinesinin bütün altını bile bir tek bölük satın alamaz." -363- Firavun'la adamları atları ele geçirmek için Gallala'dan uzaklaştıkları sırada Hilto kalan altınları doğuya giden yolda gizlendikleri yerlerden çıkararak getirmişti. Eski Gallala kentinin altındaki sarnıçlarda üç lakh'ı aşkın altın vardı "Trok kısa zaman sonra başarılarımızı öğrenir," dedi. "O zaman gerçek bir tehlikeye dönüştüğümüzü anlayacaktır. Babil'i zapt ettikten sonra ordunun bir bölümünü burada bize saldırmak için geri yollayacaktır. Yalnız yüz araba yol-lasa bile bu durumumuzda onlara karşı koyamayız." Herkes söyleyeceğini söyledikten sonra Nefer ayağa kalkıp konsey üyelerine hitap etti. Uzun konuşmadı. "Sokko, sen atları benim için eğit," dedi. "Taita'yla ben arabaları bulacağız." Sokko'nun yüzü gülmüyordu. "Bunun için küçük bir mucize ister; majesteleri." "O kadar cimri olma, Bin Arabanın Efendisi. Unvanını küçük bir mucizeyle nasıl kanıtlarsın? Büyük bir mucizeyi gerçekleştireceğimize güvenelim." Tatta büyük siyah kaya çıkıntısının üstünde duruyordu. Kum tepeleri etrafında göz alabildiğince uzayıp gidiyordu. Kayanın dibinde duran yüz kişi onu şaşkın ve meraklı gözlerle izliyordu. Büyücü'nün ünü içinde bulundukları çöl kadar sınırsızdı. Adamların hepsi kendi arzularıyla Gallala'ya gelmiş savaşçılardı. Sahte firavunları terk ederek Nefer Seti'ye bağlılık yemini etmişlerdi. Ancak burada silahsız ve arabasız kaldıkları ve Trok'un veya Naja'nın ya da her ikisinin de terk edilişlerinin intikamını almak için yürüyüşe geçtiklerine dair her gün taze haberler aldıkları için bu bağlılık biraz sallantıdaydı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 297 Firavun Nefer Seti kayanın doruğunda Büyücü'nün yanında duruyordu. Yoğun bir tartışmanın pençesinde oldukları görülüyordu. Arada biri ya da öteki batıya doğru el, kol işaretleri yapıyordu, oysa o yönde kumdan ve yalnız kumdan başka görülecek bir şey yoktu. Adamlar gündüz sıcağında sabırla beklediler. Hepsi Taita'ya huşu derecesinde bir inanç duydukları için hiçbiri hayal kırıklığı ya da güvensizlik belirtisi göstermiyordu. Kum tepelerinin arasındaki çukurlarda gölgelerin rengi mora dönüşürken, o uyumsuz çift, genç hükümdarla ihtiyar Büyücü kaya çıkıntısından aşağı indiler ve kum tepelerinin arasında ilerlediler. Büyücü belirli bir amacı olmadan tepelerden birinin yüzünde bir aşağı, bir yukarı dolaşıyordu. Arada bir duruyor ve uzun sopasıyla gizemli hareketler yapıyor, sonra arkasında Firavun'la subaylar yoluna devam ediyordu. Sonunda ortalık kararırken Büyücü sopasını yumuşak kumlara sapladı ve Firavun Nefer Seti'ye yavaşça bir şeyler söyledi. Hemen arkasından subayların bağırarak verdikleri emirler herkesi harekete geçirdi. Yirmi asker kendilerine verilen kazma araç gereçleriyle koştular. Hilto'yla Meren'in yönetiminde ve hükümdarlarıyla Büyücü'nün ürkütücü bakışları altında kazmaya başladılar. Çukur omuz boyu derinleşince gevşek kumlar dışarı küreklenmeleri kadar hızlı olarak tekrar çukura dolmaya başladığından ilerleme kaydetmek için çabalarını katlamak zorunda kaldılar. Kazanların başları yavaş yavaş çevrelerindeki toprağın hizasının aşağısına indi, derken çukurun dibinden ansızın heyecanlı bir bağırış yükseldi. Nefer ilerleyip çukurun kıyısında durdu. "Burada bir şey var kutsal majesteleri." Adamların biri çukurun dibine diz çökmüştü. Yukarıya çevrili yüzünde terler yüzüyle vücudunu örten kumlara karışmıştı. "Göreyim." Nefer çukurun içine atladı ve adamı kenara itti. Hâlâ kıllarla örtülü, fakat sedir tahtası kadar sert bir deri parçası ortaya çıkmıştı. Nefer başını kaldırıp Taita'ya seslendi. "Bir atın leşi bu!" Taita, "Rengi ne?" diye sordu. "Siyah mı?" "Nasıl bildin?" Nefer aslında şaşırmamıştı. Taita delikanlının sorusuna başka bir soruyla yanıt verdi. "Yularına Firavun Trok Uruk'un arması işlenmiş mi?" Nefer, "Çukuru genişletip leşi meydana çıkarın!" diye ter içindeki adamlara emretti. "Yalnız artık yavaş olun. Bir zarar vermeyin." Adamlar dikkatli çalıştılar ve kumları atmak için ellerini kullandılar. Çok geçmeden siyah bir atın bütün kafası ortaya çıktı. Taita'nın tahmin ettiği gibi, alnındaki altın bir diskin üstünde Trok'un armasını taşıyordu. Adamlar çalışmaya devam ederek çok geçmeden leşin tamamını dünya yüzüne çıkarmaya giriştiler. Hayvan sıcak ve kuru kumun içinde hiç bozulmadan kalmıştı. Teb'deki mumyacılar çölün başardığına yetişmekte bayağı zorlanırlardı. Atın yanında takımın ikinci atı olan başka bir aygır yatıyordu. Nefer, bu görkemli hayvanları en son hamsin'\n toz bulutları arasında Trok'un arabasını koştururken gördüğünü anımsadı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 298 O vakte kadar artık gece olmuş, işçiler de yağ lambalarını yakıp çukurun kıyısına oturtmuşlardı. Gece süresince çalışmaya devam ettiler. Ölü atlar koşum kayışlarından ayrılıp yukarı alındılar. Kurumuş olan leşler o kadar hafifti ki dört kişi onları kolaylıkla taşıyabiliyordu. | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:20 am | |
| Arkasından koşum takımını çıkardılar. O da çok iyi korunmuştu. Nefer seyislerini hemen iş başına geçirdi. Deriyi yağlamaya, altın ve tunç bölümlerini de cilalamaya giriştiler. Sıra şimdi arabanın kendine gelmişti. Sahanlık etrafını saran kumlardan sıyrılınca işçilerin arasında şaşkınlık bağırışları yükseldi. Tamamen altın varak kaplıydı ve lambaların ışığında gözlerini acıtan ışık huzmeleri saçıyordu. Kargılarla oklar hâlâ kokpitin ıkı yanındaki ve sürücünün elinin hemen altındaki kapların içindeydi. Her silah başlı başına bir sanat eseriydi, kargıların sapları haddeden geçirilip kuvvetlendirilmişti, silahların başları da bir cerrahın neşteri kadar keskindi. Oklar Avaris'li Grippa tarafından yapılmıştı. Sapları kusursuz bir düzlükteydi, tüyleri kırmızıya, sarıya ve yeşile boyanmış, sapa saltanat arması oyulmuştu. Trok'un büyük savaş yayı da yerindeydi, yalnız kirişinin yenilenmesi gerekiyordu. Nefer yayı gererek onun savaşta kullanılacak kuvvete sahip olup olmadığını merak etti. Bütün araba kumların içinden çıkarıldıktan sonra şasinin altından ipler geçirdiler ve onu çukurun içinden çektiler. Altın varak dövülerek o kadar inceltilmişti ki aracın toplam ağırlığını iki fae/'den1'1 fazla artırmıyordu, bunu karşılamak için ise şasi Mısır'ın sınırlarının en güneyindeki karanlık yağmur ormanlarından elde edilmiş koyu renkli sert ağaç tahtalarından oyulmuştu. Bu tahtalar en ince tunçtan daha esnek, fakat hafif ve sağlamdılar. Gücünden kaybetmeyerek ağırlıktan kazanmak için inceltebiliyorlardı. Artık sabah olmuştu, güneş da ufkun yukarsına tırmanıyordu. Nefer'le Taita güneşte ışıldayan arabanın etrafını dolaştılar. O kadar ince ve zarif yapılıydı ki şimdiden hareket halinde görünüyordu. Tek oku iki gururlu atın dokunuşunu bir sevgili gibi özlüyordu sanki. Nefer altın işçiliğini okşadı. Güzel bir kadının teni gibi pürüzsüzdü ve ele sıcak geliyordu. "Sanki canlı bir varlık," diye soludu. "Herhalde daha önce bundan mükemmel bir savaş silahı yapılmamıştır." "Elli yıl önce Lord Tanus için bir savaş arabası yapmıştım." Taita burnunu çekti ve başını salladı. "Asıl onu görmeliydin. Ama Habeşistan'da lordumun mezarında." Nefer bıyık altından güldü... ihtiyar adam hiçbir konuda ikinci olmayı içine sindiremiyordu. Ciddi bir tavırla, "Şu halde bu ikinci derecedeki arabayla " Tael: Yaklaşık kırk gramlık bir ağırlık ölçüsü. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 299 yetinmek zorundayım," dedi. Ve ekledi, "Donanımımı tamamlamak için sadece Naja'nın babamdan çaldığı mavi kılıcına ihtiyacım var." Taita bundan sonraki haftalarda ve aylarda başka gömülü araçlarla donanımlarının yerlerini saptadı. İşçi ekipleri onları kumların içinden çıkararak kaya çıkıntısının altında çatısı palmiye yapraklarıyla örülü bir atölye kurmuş olan araba ustalarına gönderiyordu. Burada elli usta ve yüze yakın silah yapımcısı gündüz saatleri boyunca çalıştılar ve öğle sıcağında bile çabalarına ara vermediler. Silahçılar kılıçları, kargıları ve mızrakları cilaladılar ve bilediler. Araba oklarını doğrulttular ve okların başını sağlamlaştırdılar. Çarpılmış olan okları ağır ateşlerin üstünde düzelttiler. Araba yapımcıları, kumdan çıkarılan her aracı parçalarına ayırdılar, her kısmı incelediler, şasiyle panelleri boyadılar ve cilaladılar, aksamaması için tekerlekleri dengelediler ve yağladılar. Sonra montajını tamamladıkları arabaları, düzeltilmiş silahlarla yüklü olarak Hilto, Şa-bako ve Sokko'nun eğittikleri orduyu donatmak üzere Gallala'ya yolladılar. Araçların birçoğu kızgın sarı kumların o kadar derinine gömülmüşlerdi ki sonsuza dek ya da bir sonraki büyük fırtına onları tekrar yeryüzüne çıkarana kadar kaybolmuş sayılırlardı. Ama Nefer'in adamları yüz beş arabayı kurtarabildiler. Bu da beş bölüğün donatılmasına yeterdi. Nefer saltanat arabasıyla Gallala'nın kapılarından içeri girerken Meren de arabanın sahanlığında yanındaydı. Mintaka'yla Merykara Hathor Tapınağı'nın kapı alınlığının yukarsında duruyor ve onlar geçerken üstlerine zakkum çiçekleri serpiyorlardı. "Ne kadar yakışıklı, değil mi?" Merykara'nın sesi duyduğu huşudan bo-ğuklaşmıştı. "Ne kadar uzun boylu ve yakışıklı." Mintaka onayladı. "Ne kadar uzun boylu, yakışıklı ve güçlü. Bir gün Mısır tarihinin gelmiş geçmiş en büyük Firavun'u olacak." Merykara, "Ben Nefer'den söz etmiyordum," dedi. O vakte kadar kentle Mısır'ın arasında kaçakçıların rağbet ettiği ve giderek daha faal olan bir ticaret yolu oluşmuştu. Doğudaki denizin kıyısındaki Şafağa Limanı'ndan buraya sürekli olarak kervanlar geliyordu. Trok'la Naja'nın hazinesinin ele geçirilmesinden beri Gallala altın zengini bir kent olmuştu. Tacirler tıpkı sırtlanlar gibi sarı metalin kokusunu alıyorlar ve dünyanın dört bir yanından gelmiş mallarını buraya getiriyorlardı. O günlerde kentin pazarlarında satın alınamayacak hiçbir mal veya lüks eşya yoktu. Mintaka böylece, ara- -367 -366 - Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 300 ba sürücülerinin dönecekleri günün şerefine hazırladığışölen için Busiris'deki Osiris Tapınağı'nın bağlarından bir araba dolusu kırmızışarap temin edebildi. . Kasaplar onun emri üzerine bütün on sığırı ve yüzlerce tavuk ve kazışişlere geçirip kızarttılar. Yeni arabalar kıyıdan taze balıklar ve sepetler içinde ıstakozlar getirdiler. Kaynar suyla dolu kazanların içinde cıyakladıkları sırada uzun bıyıklı kabukluların birçoğu hâlâ hayattaydı. Avcılar çevredeki çölü taradılar, ceylanlar, oriks keçileri ve devekuşunun eti ve yumurtalarıyla döndüler. Şölen, başarılarının ve sahte firavunlarla ilgili küçük zaferlerinin neşeli bir kutlamasıydı. Nefer konukları buyur etmek ve kumların altından beş araba bölüğünün kurtarıldığını bildirmek için ayağa kalkana kadar şarap nehir gibi akmıştı. "Trok'un zulmünden kurtarabildiğimiz atlar ve bugün elimizde olan silahlar ve arabalarla Trok'la Naja'ya karşı kendimizi savunabilecek durumdayız. Sizin de bildiğiniz gibi, her geçen gün mavi sancağa yeni gönüllüler getiriyor. Yakında olay sadece kendimizi savunmaktan çıkarak, bizden çalınanları geri almaya ve o iki canavarın işledikleri korkunç cinayetlerin intikamını almaya dönüşecek. Gerçek ve soylu kralların kanı ellerine bulaştı. Onlar, yanımdaki soylu hanımefendinin babası olan Kral Apepi'nin katilidirler. Kendi babam Firavun Tamose'u da onlar öldürdü." Konuklar susmuşlardı, şaşırmış görünüyorlar, olanları anlamak ister gibi birbirlerine bakıyorlardı. Derken Hilto ayağa kalktı. Nefer ona ne söyleyeceğini öğretmiş, soruyu adeta dudaklarına yerleştirmişti. "Kutsal majesteleri, cehaletimi bağışlayın, ne de olsa basit bir adamım, ama anlayamadım. Kral Apepi'nin, gemisinin Balasfura'da demirliyken ateş alması üzerine kaza sonucunda öldüğünü bütün dünya biliyor. Oysa sen şimdi ölümünden dolayı sahte firavunları suçluyorsun. Nasıl olur bu?" "Aramızda o trajik gecenin gerçek olaylarına tanık olan biri var." Nefer uzanıp Mintaka'yı ayağa kaldırdı. Oradakilerin hepsi onu alkışladılar. Güzelliği ve zarif ruhu nedeniyle onu sevmişlerdi. Nefer elini kaldırınca hepsi sustular ve genç kız babasıyla kardeşlerinin öldürülmelerinin öyküsünü anlatırken onu tüm dikkatleriyle dinlediler. Mintaka basit kelimeler kullandı ve onlarla arka-daşmışlar gibi konuştu, öyleyken duyduğu dehşeti ve kederini onlarla paylaşabildi. Anlatacaklarını bitirdiğinde konuklar yemek zamanındaki bir kafes dolusu aç aslan gibi homurdanıyorlardı. O sırada Şabako ayağa kalktı ve hazırlanmış olan sorusunu sordu: "İyi ama, sen de kendi baban Kral Tamose'un ölümünden söz ediyordun, Kutsal Firavun. O nasıl öldürüldü... ve kimin tarafından?" "Bu sorunun yanıtını almak için, ne kadar gizli ve korkunç olursa olsun, hiçbir sırrın gizli kalamadığı Büyücü Lord Taita'ya başvurmak zorundayım." Taita kalabalığa döndü ve tüm dikkatlerini toplayan fısıltı halindeki bir sesle konuştu. Ağzından çıkan her kelime topluluğun en dışındakilerin bile kulaklarına ulaştı, o kelimelerin yumuşaklığı ise betimledikleri dehşet verici koşullarla o kadar etkin biçimde çelişiyordu ki erkekler sarsıldılar, kadınlar da ağladılar. Anlatısının sonunda Taita sapındaki kırmızı, yeşil ve sarı tüyleriyle kırık oku yükseğe kaldırdı. "Firavun Tamose'u öldüren budur. Trok'un armasını taşıyan, fakat Firavun'un kardeş gibi sevdiği ve güvendiği Naja tarafından atılan bu ok." Oradakiler isyanlarını ve adalet özlemlerini Gallala'nın yukarsındaki göğe haykırdılar. Taita oku Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.ht | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:20 am | |
| Oradakiler isyanlarını ve adalet özlemlerini Gallala'nın yukarsındaki göğe haykırdılar. Taita oku Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 301 öküzlerden birinin kızarmakta olduğu en yakındaki ateşe fırlattı. Çok yakından incelenmeye gelmezdi. Firavun'u öldüren değil, gömülü arabadan aldıklarından biriydi çünkü, ihtiyar adam bundan sonra oturdu ve uyumaya hazırlanır gibi gözlerini kapadı. Nefer konukların öfkelerini bir süre daha açığa vurmalarına izin verdi, adamlar biraz sakinleşince de daha fazla şarabın getirilmesini işaret etti. Yapması gereken bir bildiri daha vardı. Havanın biraz daha yumuşamasını bekledikten sonra ayağa kalktı. Herkes sustu ve Busiris'in nefis şarabının verdiği olumlu hava içinde neler söyleneceğini bekledi. O gece o kadar mucize yaşamışlardı ki şimdi daha neler olacağını merak ediyorlardı. "Bir hükümdar, ordularını atalarımızın bu kutsal ülkesinin düşmanlarına karşı harekete geçirmesinden önce bir hükümdar olmalıdır, gerçek ve sahici bir hükümdar. Sizi sahte firavunlara karşı savaşa götürmeyi amaçlıyorum, ama henüz Firavun'luk düzeyine yükselmiş değilim. Ergenliğe erişeceğim yıla kadar beklediğim takdirde bu olacak, ama o güne daha çok vakit var, ben ise o kadar beklemek niyetinde değilim. Zaten düşmanlarım da bana öyle bir fırsat tanımazlar." Delikanlı sözlerine ara verdi, konuklar da Nefer'e huşu içinde baktılar. O kadar genç, o kadar uzun boylu ve dikti ki. Aynen ondan önce babasının olduğu gibi. Şimdi yemin edecekmiş gibi sağ elini kaldırdı. "Ulusumun ve tanrıların karşısında söz veriyorum: kralınız olduğumu kanıtlamak için Kızıl Yolu aşmayı başaracağım." Topluluktan bazıları iç çekerek başlarını salladılar, başkaları ayağa fırlayıp, "Hayır Firavun, öldürüldüğünü görmek istemeyiz," diye bağırdılar, daha başkaları Büyücüler Kralı / F: 24 -369- -368- ise, "Bak-her!" diye karşılık verdiler, "Eğer başaramazsa cesur bir adam olarak başaramayacak." O gece Mintaka ona, "Niçin önce bana söylemedin?" diye ağlayarak sordu. "Beni durdurmaya çalışacağını biliyordum." "İyi ama bunu niçin yapman gereksin?" "Tanrılarım ve görevim bunu gerektiriyor." "Sonuçta ölecek olsan bile mi?" "Sonuçta ölecek olsam bile." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 302 Genç kız sevgilisinin yeşil gözlerine uzun uzun baktı ve ne kadar kararlı olduğunu gördü. Sonra onu öperek, "Senin gibi bir erkeğin karısı olacağım için gurur duyuyorum," dedi. Horus'un rahipleri arasındaki astrologlar Büyücü'nün de yardımıyla takvimlere danıştılar ve Kızıl Yol sınavı için tanrının yeni ayının ilk gününü uygun buldular. Taita, Nefer'in bu durumda hazırlanmak için az vakti olacağını belirtti. Bu yüzden bütün öbür görevlerinden çekilerek devlet işlerinin yönetimini dahi Taita'yla konseye bıraktı, kendisi ise ondan beklenecek ilk işe tüm dikkatini verdi. Bir aday sınanmak için önce onu Kızıl Yol'a götürecek kendi at çiftini yenmek ve eğitmek zorundaydı. Nefer bu iş için Thane'de ele geçirdikleri sürünün içinden bir çift at seçecek, sonra da onları bir savaş arabasına koşulmak üzere eğitecekti. Takımının seçimi için Sokko'dan yardım almak isterdi; o, yalnız ünlü bir binici olmakla kalmayıp ele geçen hayvanların hepsini teker teker tanıyordu. Ne çare ki Sok-ko Gallala'daki beş Kızıl Yol savaşçısından ve Nefer'i sınayacak olanlardan biriydi. Bu durumda Nefer'e hazırlıklarında yardımcı olamazdı. Nefer'in yardım isteyebileceği bir kişi daha vardı: Taita'nın binicilik ve araba taktikleri konularındaki deneyimi Sokko'nunkini bile geride bırakıyordu. Ne var ki Taita bir Kızıl Yol savaşçısı değildi. Bedensel kusurları bu savaşçıların birliğine katılmasına engel olmuştu; buna ek olarak dinsel tereddütleri vardı. Horus'a ve tanrılar birliğinin öbür tanrılarına asla yüz çevirerek adı yalnızca uzmanları tarafından bilinen savaşların Kızıl Tanrısı'na bağlanamazdı. İki dost ilk günü dağ eteklerinde eğitimsiz atların otladıkları yeşil çayırlarda geçirdiler. Oturup altlarındaki hayvanları seyrettiler ve dikkatlerini çekenlerini tartıştılar. Nefer güzel bir beyaz atı işaret etti, ama Taita hayır gibilerden başını salladı. "Arabaya koşulmuş beyazlar göze güzel gözükür, ama ben on- lara hep kuşkuyla bakmışımdır. Dayanıklılıktan ve yüreklilikten yoksun olduklarına tanık oldum. Siyah ya da doru atlara bakalım, sadece çiftin renk uyumlu olması gerek." Nefer alnında beyaz bir işaret olan bir kısrağı seçecek oldu, ama Taita yine başını salladı. "Bedeviler beyaz bir işaretin şeytanın ya da bir cinin dokunuşu olduğunu söylerler. Seçtiğimiz hayvanlarda herhangi bir beyaz iz istemiyorum." "Bedevilerin dediklerine inanır mısın?" Taita omuzlarını silkti. "Bu tür bir işaret ya da beyaz bir ayak simetrilerini bozar. Seninle takımının geçerken bir Firavun havasında olması lazım." Taita'yla Nefer gece bastırıncaya kadar dağın eteğinde kaldılar. Ertesi sabah ortalık patika görülebilecek kadar aydınlanır aydınlanmaz Meren'le ve üç seyisle aynı yere döndüler. Atları sınıflandırmaya ve kusurlu gördüklerini komşu bir çayıra sürmeye başladılar. Vakit öğleyi bulduğu sırada sürüyü yirmi üç hayvana düşürmüş bulunuyorlardı. Bunların hepsi düzgün bacaklı ve kuvvetliydiler, bir yerlerinde yara izi ya da başkaca bir kusur yoktu, yürüyüşlerinde de bir engel göze çarpmıyordu. Bu atların hiçbirinde bir tek bile beyaz kıl yoktu. Hayvanlar sakin sakin otlarken adamlar otların üstüne oturup onları seyretmeye koyuldular. Nefer, "Şu siyah tayı beğendim," dedi. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 303 "O hayvanın bir ayağı sakat. Muhakkak ki sol ön toynağı çatlak." Nefer itiraz etti. "iyi ama topallamıyor." "Sol kulağına dikkat et. Her adım atışta onu titretiyor. Meren'e onu dışarı sürmesini söyle." Nefer biraz sonra siyah bir kısrağın üstünde durdu. "Güzel bir kafası var. Gözleri de parlak," dedi. "Fazla sinirli ve gergin. Gözlerinde sinirli bir bakış var. Savaşın şamataları arasında cesaretini kaybedecektir. Meren onu da çıkarabilir." "Peki, uzun kuyruk ve yeleli siyah taya ne diyorsun?" "Kuyruk, arkasının yarım parmak daha kısa olduğunu gözden gizliyor." Akşam yaklaşırken çayırda yalnız altı at kalmıştı. Bir sessizlik yemini etmiş gibi belli bir taydan söz etmekten kaçınmışlardı. Seçimlerinin o olacağı o kadar belliydi ki. Olağanüstü bir hayvandı. Ne fazla boylu, ne fazla ağırdı. Vücudunun oranları kusursuzdu. Bacaklarıyla sırtının güçlü olduğu gözden kaçmıyordu. Boynu uzun, kafası soyluydu. Onu bir süre daha gözlediler. -370- -371 - T Büyücü en sonunda konuştu. "Onda hiçbir kusur bulamıyorum. Gözlerinde kalbindeki ateşten kaynaklanan bir ışıltı var." Nefer kararını vermişti. "Ona Krus adını takacağım. Bedevilerin dilinde ateş demek." "Evet, ad önemli. Çirkin bir adı olan iyi bir ata hiç rastlamadım. Öyleyse Krus takımın sağındaki at olsun. Şimdi de sol için bir ata ihtiyacı var." Nefer, "Başka bir aygır," diye başladıysa da Taita onu durdurdu. "Hayır, takımın solu için bir kısrak lazım. Krus'u kontrol altında tutacak ve çarpışmanın en sıcak anlarında sakinleştirecek bir dişinin etkisi. Yol sertleşin-ce beraberinde sürükleyeceği cesur bir yürek." | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:21 am | |
| Nefer, "Seçtin, değil mi?" dedi. "Sen de öyle." Taita başını salladı. "O kısrağın hangisi olacağını ikimiz de biliyoruz." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 304 Bakışları yine Krus'la sürünün kalan kısmının biraz uzağında ana sulama kanalının yanında sakin sakin otlayan kısrağın üzerinde durdu. Hayvan ondan söz ettiklerini anlamış gibi başını kaldırdı ve gür kirpiklerin arkasındaki iri parlak gözleriyle onlara baktı. Nefer, "Ne kadar güzel hayvan," diye mırıldandı. "Onu boynuna ip geçirmeden almak isterim." Taita susuyordu. Bir dakika daha geçtikten sonra Nefer içinden gelerek, "Deneyeceğim," diye davrandı. Ayağa kalkıp Meren'e seslendi. "Ötekileri çayırdan çıkar. Yalnız doru kısrak kalsın." Nefer'le kısrak yalnız kaldıklarında delikanlı çitin dibinden ayrıldı ve öylesine ata doğru yürüdü. Doğrudan hayvana yaklaşmıyor, önünde çaprazlama ilerliyordu. Kısrağın ilk heyecan belirtisini yakalayınca otların arasına çömeldi ve bekledi. Kısrak yine otlamaya başlamıştı, ama bir yandan da gözünün r| ucuyla Nefer'i inceliyordu. Nefer maymun şarkısını yavaşça söylemeye başlayınca, kısrak başını kaldırdı ve yine delikanlıya baktı. Nefer bunun üzerine bir darı çöreği çıkardı ve yerinden kalkmadan bunu kısrağa uzattı. Hayvan burun deliklerini şöyle bir açtı ve gürültülü şekilde burnunu çekti. "Gel, güzelim." Kısrak Nefer'e doğru kararsız bir adım attı, sonra durup başını arkaya attı. Nefer bir şarkı tonuyla, "Sevgilim," diye mırıldandı. "Benim güzel sevgilim." Kısrak adım adım yaklaştı, sonra boynunu uzatabildiği kadar uzatarak çöreği gürültüyle kokladı. Sonra, kendi cesaretinden ürkerek hızla geri çekildi ve kırın etrafında dörtnala çepeçevre koştu. Meren, "Rüzgâr gibi koşuyor," diye seslendi. -372- "Dov." Nefer, Bedevilerin kuzey rüzgârı, kış mevsiminin yumuşak ve serin rüzgârı için kullandıkları kelimeyi tekrarlardı. "Adı Döv olacak." Nefer'e dişilere has kaprisliliğini gösterdikten sonra Döv flörtçü bir tavırla çemberi tamamladı ve delikanlıya öbür yandan yaklaştı. Bu kez armağanı seve seve kabul etti ve bir yandan salyasını akıtarak güzelce çiğnedi. Sonra, çöreğin kırıntılarını arar gibi kadife burnunu delikanlının avucunda dolaştırdı, hiçbir şey bulamayınca bu kez Nefer'in torbasına uzandı ve onu o kadar ısrarla dürttü ki delikanlıya dengesini kaybettirerek arkaya yuvarladı. Nefer hemen doğruldu ve başka bir çöreği ortaya çıkardı. Kısrak bunu yerken öbür eliyle onun ensesine dokundu. Döv üstünde sinekler dolaşırmış gibi maun rengindeki postunu titretti, ama geri çekilmedi. Kulağının içinde bir kene vardı, Nefer bunu koparıp tırnaklarının arasında ezdi, sonra kanlı zerreyi koklaması için kısrağa uzattı. Döv pis kokuyu alınca tiksintiyle titredi ve gözlerini yuvarladı, ama Nefer'in öbür kulağını da incelemesine ve okşamasına izin verdi. Delikanlı küçük çayırdan çıkacağı zaman onu köpek gibi çite kadar izledi. Sonra, başını parmaklığın ötesine uzatarak Nefer'in arkasından hafif hafif kişnedi. "Kıskançlıktan çatlayacağım." Mintaka olan bitenleri tapınağın damından seyretmişti. "Kız şimdiden seni benim kadar seviyor." Nefer ertesi sabah çayıra yalnız başına geldi. Taıta'yla Meren tapınağın damından onu izliyorlardı. Her ne olacaksa bu Nefer'le Dov'un arasındaydı. Başkasının işe karışmaması gerekiyordu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 305 Parmaklığın başına gelirken Nefer ıslık çaldı, Döv da başını arkaya attı ve onu karşılamak için dörtnala yaklaştı. Delikanlının yanına gelir gelmez burnunu Nefer'in torbasının içine soktu. Nefer kısrağı, "Tam bir kadınsın," diye şakadan azarladı. "Sadece sana getirdiğim armağanlarla ilgileniyorsun." Döv çöreği yerken onu sevip okşadı, sonunda da bir kolunu hayvanın boynuna doladı. Böylece çite kadar gidip geldiler, Döv da omzunu Nefer'e dayadı. Delikanlı ona bir çörek daha yedirdi, at çöreğin tadını çıkarırken de onun sol yanına geçti ve bir yandan onu okşarken ne kadar güzel olduğunu söyleyip durdu. Sonra bir tek çevik hareketle zıplayıp hayvanın sırtına oturdu. Döv birden irkildi, fakat Nefer onun şaha kalkmasını beklerken kısrak bacaklarını açmış vaziyette titreyerek durdu. Sonra başını çevirip binicisine o kadar komik bir şaşkınlıkla baktı ki Nefer gülmekten kendini alamadı. "Korkma, tatlım," dedi. "Sen bunun için doğdun." -373- Döv ön ayağını yere vurdu ve homurdandı. Nefer, "Haydi bakalım," dedi. "Beni üstünden atmaya çalışmayacak mısın? Şu işi hemen çözümleyelim." Döv başını uzatıp Nefer'in parmağını kokla-dı. Vakarına karşı işlenen bu saygısızlığa inanamıyormuş gibi bir hali vardı. Titreyip ön ayağını yine yere vurdu, ama dimdik durmaya devam etti. Nefer, "Haydi gel, biraz eşkin gidelim," dedi. Topuklarıyla hayvanın böğrüne dokundu. Döv şaşkınlıktan zıpladıysa da öne doğru yürüdü. Çiti sakin sakin takip ettiler. Derken Nefer ona yine dokundu. Hayvan tırıs gitmeye başladı, sonra hafif bir koşu tutturdu. Meren tapınağın damında çığlıklar atıyor, ellerini çırpıyordu, tarlalarda çalışan erkeklerle kadınlar doğrularak onlara merakla baktılar. "Şimdi biraz hızlanalım." Nefer atın ensesine hafif bir şaplak indirdi ve kalçalarının bir itme hareketiyle onu koşmaya zorladı. Döv şöyle bir uzandı ve uçarcasına ileri atıldı. Zarif ayakları toprağa hemen hemen değmiyor gibiydi. Adını aldığı tatlı rüzgârın ta kendisiydi sanki. O kadar hızlı koşuyordu ki Nefer'in rüzgârdan yanan gözlerinden şakaklarına doğru yaşlar süzülmeye başladı ve saçlarının gür lülelerini ıslattı. Çayırda dört dönüyorlar, tapınağın damında Mintaka ellerini çırpıyor ve şaşkınlığından çığlıklar atıyordu. Genç kızın yanında duran Taita, "İdeal bir çift," diye gülümsedi. "Kızıl Yol'da onlara yetişilmesi zor olacak." Firavun'la kısrağının arasında ilk bakışta doğan aşk bütün kentte duyulmuştu. Şimdi de Nefer'in Krus'un boynuna ipi geçireceği söylentisi Gallala'da ağızdan ağıza dolaşıyordu. Hepsi binici olduklarından aygırın kısraktan çok farklı bir hikâye olacağının bilincindeydiler. Şimdi de Nefer'in yapacağı ilk denemenin beklentisi içindeydiler. O sabah kimse tarlalara gitmedi, araç atölyeleriyle yapılardaki çalışmalar da tatil edildi. Denemeyi seyretmeleri için alayların talimine de bir günlük ara verildi. Horus kaynağının altındaki çayırı gören kent duvarlarıyla binaların damlarındaki en iyi yerleri kapmak için insanlar ya-nş halindeydi. Nefer'le Meren duvarların üstünde mevzilenmiş kalabalık içindeki şakacıların alaycı alkışları ve açık saçık önerileri arasında kentin kapılarından çıktılar. Krus sürünün tam ortasındaydı. Hepsinden bir karış yüksek Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 306 olan boyu ve soylu kafasıyla öbür atların arasından sıyrılıyordu. Bütün atlar kalabalığın ruh hali- -374- ni hissetmişlerdi ve iki erkek kapıda durup ip kangallarını çitin üzerinden attıkları sırada ürkek ve sinirliydiler. Nefer, "Önce ona bir çörek vermeyi deneyeceğim," deyince Meren güldü. "Onun gözünün içine baksana. Bana sorarsan çörekten önce seni yer." "Ben yine de deneyeceğim. Burada bekle." Nefer kapıdan geçti ve Dov'a yaptığı gibi ağır ağır ilerledi. Bu ilgi Krus'un hiç hoşuna gitmedi. Uzun boynunu kıvırdı ve gözlerini yuvarladı. Nefer durdu ve onun yine otlamaya başlamasını bekledi. Torbasından bir çörek çıkardı ve aygıra doğru uzattı. Fakat aygıra doğru bir, iki adım atması üzerine Krus başını arkaya attı ve birden harekete geçerek çitin öbür ucuna doğru dörtnala uzaklaştı. Nefer üzgün bir tavırla kıkırdadı. "Armağanlarımı kabul edeceğe benzemiyor. İşimi kolaylaştırmayacak." Meren, "Şunun koşusuna baksana," diye seslendi. "Kutsal Horus, Döv eğer kuzey rüzgârıysa bu hamsin'm ta kendisi." Krus şimdi öbür atlarla koşuyor, onlara liderlik yapıyordu. Nefer'le Meren çayıra girerek sürüyü ağır sırıklarla oluşturulmuş çitin köşesine sürdüler. Adamlar yaklaşırken atlar orada sinirli şekilde toplaştılar. Derken yanlış yöne döndüler ve Nefer yollarını kesemeden çayırın baş tarafına doğru gerisin geriye koşmaya giriştiler. Krus iki kez daha onları tuzağa düşmekten kurtardı, ama Nefer sonra Meren'i çayırın uzak ucunda aygırın yolunu kesmeye yolladı. Krus işte o zaman ilk hatasını yaptı. Fırtına gibi Nefer'e doğru koşmaya başladı. Nefer omzunda taşıdığı ip kangalının ucundaki ilmeği kurtararak aygırın kendisiyle çitin tahta tirizlerinin arasındaki dar açıklıktan geçmesini bekledi. Zamanını iyi ayarlayarak ilmeği fırlattı ve başının yukarsında fırıl fırıl döndürdü, Krus boynunu ileri uzatarak aralıktan geçerken de ilmeği savurdu. İlmek atın başının üzerinden büyük bir isabetle geçerek omuzlarının önüne kadar indi. Krus kaçmaya çalışırken ip kangalları Nefer'in omzundan boşalmaya başladı. Delikanlı bacaklarını açarak ve ipin ucu yarım düzine defa bileğine sarılı olduğu halde dengesini korudu. Öbür ucunda koşan aygır bulunan ip gerilerek Nefer'in ayaklarını yerden kesti. Delikanlı yüzüstü yere kapaklanmıştı. ipin gerginliğini hisseden aygır paniğe kapılıp yerinden fırladı. Nefer hayvanın arkasından kızak gibi sürükleniyor, ipin ucunda zıplıyor ve yuvarlanıyordu. -375- Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 307 Damlardaki ve duvarlardaki kalabalık arasından sinirli gülüşler ve yasalar koptu. Mintaka bağırmasını önlemek için parmaklarını ağzına tıktı, Merykara ise gözlerini eliyle kapadı ve başını öte yana çevirdi. "Bakamıyorum," diye yakındı. Aygır çayırın sonunda çite ulaştı ve ona paralel olarak koşmaya girişti. İp bir ara gevşeyince Nefer ayağa kalkmaya fırsat buldu. Karnıyla bacakları sıyrılmış, yeşil ot lekeleriyle kaplanmıştı, fakat ip bileğine sıkı sıkı sarılıydı. Birden gerilmesi üzerine Nefer öne savruldu, ama her nasılsa ayaklarının üstünde kalmayı başardı. Hızdan yararlanarak Krus'un arkasından geniş adımlar atmaya, bir yandan da ipin ucunda sürüklenmeye başladı. Çayırın bir kez etrafını döndükten sonra Krus, ipin gerginliğine boyun eğerek yavaşladı, Nefer de ayakkabılarının tunç takviyeli tabanlarıyla toprağı kazıyarak başarısını perçinledi. Sonra yavaşlamaları üzerine ipin ucuna asılarak aygırı gafil avladı. Çekimin yön değiştirmesi üzerine Krus sendeledi, kendini toparladığı anda da Nefer aksi yöne hamle yaptı. Delikanlı iki kez daha kendini yerde buldu, ama her defasında kalkmayı başararak aygırın üstündeki baskısını artırdı. Meren bu arada çitteki kapıyı açmış ve sürünün kalan kısmını bitişik çayıra sürmüş, sonra da | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:21 am | |
| Meren bu arada çitteki kapıyı açmış ve sürünün kalan kısmını bitişik çayıra sürmüş, sonra da kapıyı kapayınca delikanlıyla hayvanı boş çayırda boy ölçüşmeye terk etmişti. Nefer tutunmak için ayakkabısıyla yeri kazdı, sonra aygırın başını çite çevirerek hayvanı ipin ucunda gerilemek ya da çite toslamak arasında bir seçim yapmak durumunda bıraktı. Delikanlı bundan sonra ipi toplayıp gererek ileri atıldı. Krus daha ne olduğunu anlayamadan Nefer ipi çitin kalın köşe kazığına üç kere dolayıp aygırı hareketsizleştirmişti. Krus şaha kalkıp ayaklarını yere indirdi ve yalnız beyazları gözükene kadar gözlerini yuvarladı. Nefer, "Artık elimdesin," diye soludu ve ipi çeke çeke ona giderek yaklaştı. Krus arka ayaklarının üstüne kalktı ve tiz tiz kişneyerek ipe ön ayaklarıyla vurmaya çalıştı. Nefer, "Yavaş dostum. Yoksa ikimizi de öldürmek mi istiyorsun?" diye onu uyardı. Krus yine şaha kalktı ve Nefer'i de havalandırdı. Delikanlı sert bir şekilde yere indi ve Krus'la karşı karşıya kaldılar. Aygır titriyor, sırlıyla omuzları terliyordu. Nefer de ondan daha iyi durumda değildi, bedeninin önü kan sızdıran sıyrıklar ve ot yanıklarıyla doluydu. Delikanlı ter döküyordu, yüzü ise aygırı zapt etmek için gösterdiği çabadan şekilsizleşmişti. İkisi de kısa bir süre dinlendiler, arkasından Nefer ipe tutunarak yine adım adım Krus'a doğru sürünmeye başladı. Atın kafasına ulaştı ve bir kolunu onun boynuna doladı. Krus yine şaha kalktı ve Nefer'i yükseğe kaldırdı, ama delikanlı sıkı tutundu. Krus tekrar tekrar kaçmaya çalıştıysa da, Nefer'in pençesinden kurtulamadı. Aygır titreyerek duruyordu, o daha kendini toparlayamadan Nefer ipin bir ilmeğini arka ayağına geçirmiş ve sıkıca çekmişti. Krus tekrar kaçmaya yeltendiğinde burnu neredeyse sağ yanına değiyor, hayvan sadece çok dar bir daire çizebiliyordu. Nefer kayıp Krus'u boğmaması için ipteki düğümleri sağlamlaştırdı, sonra geriye sendeledi. O kadar bitkindi ki ayakta durmakta zorlanıyordu. Krus yine koşmaya çalıştıysa da başka bir sıkı daire üzerinde kendi burnunu kovalamaktan başka bir şey yapamadı. Sağa doğru döndü döndü, giderek daha Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 308 yavaşladı, sonunda da burnu kıçına dönük olarak şaşkın ve çaresiz halde durdu. Nefer onu orada bıraktı ve berelenmiş vücudunu kapıya sürükledi. Ertesi sabah Nefer kapılardan çıkıp çayıra yöneldiği sırada damlarla duvarların tepesi yine erkek ve kadınlarla tıklım tıklım doluydu. Topallamamaya çalışıyordu. Taita'nın hazırladığı ve Mintaka'nın sürdüğü merhemlere rağmen yaraları gece içinde katılaşmıştı. Krus hâlâ Nefer'in onu bir akşam önce bıraktığı konumda, burnu kuyruğuna dönük duruyordu. Nefer kapıdan çayıra geçerken yumuşak bir sesle şarkı söylemeye başladı. Krus kıpırdamamakla beraber, kulaklarını arkaya yatırdı ve hain bir sırıtışla dişlerini gösterdi. Nefer atın etrafında dolaşmayı, ona şarkı söylemeyi ve fısıldamayı sürdürdü, Krus da kıpırdayarak uzaklaşmaya çalıştı, ama o tekdüze çemberin içinde tutsaktı. Nefer hayvanın başındaki ipi aldı ve bir tek hareketle çözülebilmesi için ona çekidüzen verdi. Sonra hayvanın göremeyeceği biçimde yavaşça solundan dolaştı. Bir yandan aygırla konuşarak sırtını okşamayı sürdürdü. Hemen arkasından bir tek çevik hareketle Krus'un sırtına bacaklarını ayırarak oturdu. Aygırın bütün vücudu kasıldı, dehşetle ve isyanla kaskatı kesildi. Koşmaya çalıştı, ama başı aşağı itilmişti. Bunun üzerine yine bir daire çizdi. Şaha kalkmaya yeltendiyse de bu kez gerilen ip boynunu hızla aşağı çekti. Hayvan kulakları arkaya yatmış durumda yine ayağa kalktı. -377 - -376- Nefer bunun üzerine eğreti düğümleri, önce hayvanın arka bacağını hapsedenini, sonra da boynun etrafındaki ilmeği çözdü. Bir an hiçbir şey olmadı. Ama Krus sonra özgür olduğunu anladı. Uçmak üzere havaya atılan bir martı gibi dört ayak üstünde havaya kalkıyor ve burnu ön toynaklarına değiyormuş gibi görünüyordu. Tekrar aşağı indi ve kuyruğunun etrafında döner gibi yine havaya kalktı. Nefer sülük gibi hayvanın sırtına yapışmıştı. Krus her iki arka ayağını dikerek sanki göğü tekmeliyordu. Vahşi birkaç zıplayışla çayırın bir yanından öbür yanına geçti. Krus bu kez arka ayaklarının üstünde kalktı. Kalktı ve kendini savurarak duvarlardaki izleyicilere kadar ulaşan bir çatırtıyla kendi omurgasının üstüne indi. Belli ki bu hareketiyle binicisini kendi bedeniyle toprağın arasında ezmek istemişti. Sevgilisinin kemiklerinin çatırdadığını duyacağına inanan Mintaka acı bir çığlık attı. Fakat Nefer kendini yana atmış ve kedi gibi yere inmiş, Krus sırtüstü yatıp bacaklarıyla havayı döverken onun yanına çömelmişti. Taita herhangi bir heyecan belirtisi göstermeden, "Ancak zeki bir savaş atı bir adamı öldürmek için bu hareketi yapar," diye belirtti. Bozulan Krus ön ayaklarına basarak ayağa kalktı, ama dört ayak üstüne gelmesine vakit kalmadan Nefer Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 309 onun sırtına oturmuştu bile. Aygır, binicisinin altında titriyor ve başını sallıyordu. Derken çılgın gibi koşmaya başladı. Mesafeleri yutuyor, dosdoğru çitin üstüne gidiyordu. Nefer onun boynunun üstüne uzanmıştı. "Evet!" diye bağırdı. "İstediğin kadar hızlı koş!" Krus durdurulmadan yüksek çite koştu, Nefer de onun atlamasına yardımcı olmak için hayvanın sırtında ağırlığını ayarladı. Güçlü bir dalganın üstündeymiş gibi birlikte yükseldiler ve çitin üst çubuğunu aşarak dengeli bir şekilde öbür yanda yere indiler. Nefer neşeyle güldü ve atı kalçalarının itişiyle ileri sürdü. "Haydi dostum! En büyük hızını görelim!" Krus çıplak tepelerin alt yamaçlarına bir yaban keçisi gibi tırmandı ve ufuk çizgisinin ötesinde gözden kaybolarak çölün yolunu tuttu. Kent duvarlarındaki alkışlar ve bağırışlar şimdi çok uzaklarda kalmış, derin bir sessizlik egemen olmuştu. Mintaka sessizliğin içinde, "Arkalarından birini yollamalıyız," diye atıldı. "Ne-fer'i yere atabilir. O ıssız yerlerde kaburgaları kırılmış olarak yatıyor olabilir." -378- Taita olmaz der gibi başını salladı. "Bundan sonrası o ikisinin arasında. Kimsenin araya girmemesi gerekir." Güneş öğle saatini devirip yavaş yavaş ufka doğu inmeye başlarken halk duvar üstleriyle damlarda beklemeyi sürdürdü. Kimse yerinden kıpırdayarak insanla hayvan arasındaki bu kuvvet sınavının sonucunu kaçırmak istemiyordu. Mintaka, "Birbirlerini öldürdüler," diye kaygıyla söylendi. "O at bir canavar. Ahdim olsun, Nefer'e bir kötülük yaptıysa onu yok edeceğim." Aradan bir saat daha geçti. Balın damlaması kadar ağır ağır. Derken duvarın üstünde bir hareket oldu. Adamlar ayağa fırlayıp tepelerin doruğuna baktılar, mırıltılar da gitgide yükselerek bir bağırış ve gülüş korosuna dönüştü. Ufuk çizgisinin üstünde perişan bir çift belirmişti. Aygırın başı önüne düşmüştü, postu da terden kararmış, terinin kurumuş tuzundan üstüne kireç dökülmüş gibi olmuştu. Ne kadar bitkin olduğu duraklayarak attığı her adımdan belli oluyordu. Nefer'in de atın sırtında ne kadar yorgun olduğu ortadaydı. Krus yamacı inerken Firavun'un vücudunun ne kadar hırpalandığını hepsi görebildiler. Krus tepelerin eteğine ulaştı. Tekrar çitin üzerinden atlayamayacak kadar haraptı, o yüzden uysal bir tavırla tozlu yoldan kentin kapılarına yaklaştı. Mintaka. "Bak-her! Aferin majesteleri!" diye bağırdı, bu çağrı ağızdan ağı-za yayılarak Osiris kaynağının yukarsındaki tepelerden yansıdı. "Bak-her! Bak-her!" Nefer atın üstünde doğruldu ve bir zafer selamı niteliğinde yumruğunu havaya kaldırdı. Alkışlar yasalar Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 310 daha da arttı. Delikanlı duvarların altında Krus'a dönüşler yaptırarak, önce bir yana, sonra öbür yana döndürerek ustalığını gösterdi. Sonra atın iki kürek kemiğinin arasına elini dayayarak onu durdurdu ve geri sürdürdü. Komutları hemen hemen belirsizdi: dizlerinin hafif bir baskısı, Krus'un dirseğinin arkasına parmağıyla dokunması veya ağırlığındaki hafif bir değişiklik gibi, Ama at her defasında itaat ediyordu. Taita, Mintaka'ya, "Korkarım atı kuzulaştırdı," dedi. "Ama Krus tatlı muameleden çok sert komutlara yanıt veren ender yaratıklardandır. Nefer ona üstünlüğünü kabul ettirmek zorundaydı, yine de Horus tanığımdır, bu işin bu kadar çabuk ve eksiksiz yapıldığını daha önce hiç görmedim." Nefer kent kapılarından içeri girdi, Mintaka'ya eliyle selam verdi. Uzun caddeden süvarilerin hatlarına yöneldi. Krus'u bağladıktan sonra su içmesi için ona deri kovayı uzattı. Aygır susuzluğunu giderdikten sonra hayvanın üs- -379- BİBK tündeki tozları ve terini sıcak suyla yıkadı, arkasından kumların içinde yuvarlanması için onu | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:22 am | |
| tündeki tozları ve terini sıcak suyla yıkadı, arkasından kumların içinde yuvarlanması için onu ahırdan çıkardı. Orada hayvanın yem torbasını ezilmiş ve balla tatlandırılmış darıyla doldurdu, Krus iştahla yerken Nefer de onu fırçalayarak ne kadar cesur olduğunu, Kızıl Yol'u birlikte aşacaklarını söyledi, Krus da onu dinlerken kulaklarını bir öne, bir arkaya oynattı. Güneş batarken Nefer ahırın tabanına samanları yaydı. Krus bunu kokla-dı, bir parçasını kemirdikten sonra yan yattı. Nefer de samanların üstüne onun yanına uzandı ve başını Krus'un boynuna dayadı. O gece birlikte uyudular, Mintaka da o gece yalnız yattı. Ertesi gün Nefer, Krus'u Dov'la tanıştırdı. Atlar ihtiyatlı bir tavırla birbirlerinin etrafında döndüler, birbirlerinin ağzını kokladılar ve yine daire çizdiler. Krus burnunu Dov'un kuyruğunun altına sokunca kısrak hakaret görmüş gibi her iki arka ayağıyla aygırı tekmeledi, sonra Krus peşinde olduğu halde cilveli bir tavırla koşarak uzaklaştı. Nefer günün kalan kısmında birlikte otlamalarına izin verdi, ertesi sabah ise onlara arabayı gösterdi. Bu görkemli saltanat arabası değil, daha eski ve kullanılmış bir araçtı. Delikanlı onlara, birçok atın böğürlerinin dokunuşuyla cilalanmış olan araba okunu koklattı. Atlar bu sıradan cisme duydukları ilgiyi kaybedince Meren, Krus'u alıp götürürken Dov'un bundan sonraki aşamaya ayak uydurmasına sıra geldi. Nefer kısrağı bir yandan sevip okşarken koşum takımını dikkatle omuzlarının üstüne koydu ve kayışları bağladı. Döv mutsuz şekilde kıpırdadıysa da efendisinin bu alışılagelmedik yükleri üstüne koymasına katlandı. Nefer hayvanın sırtına atladı ve ona çayırda iki tur attırdı. Geri döndüklerinde Meren oku hazırlamış bulunuyordu. Ancak bir ucunda halka bulunmakla beraber, arabaya bağlı değildi. Nefer koşum Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 311 takımını buna iliştirince Döv yanında asılı ağırlığı hissederek sinirli bir tavırla gözlerini yuvarladı. Başını çevirip oku inceledi, merakını böylece tatmin etmesinden sonra Nefer onu ileriye doğru yürüttü. Okun onu izlemesi üzerine Döv homurdandı ve huysuzlandı, fakat Nefer onu sakinleştirdi. Çayırı birkaç kere turlamalarından sonra artık yana kaymıyordu. Şimdi en önemli adıma sıra gelmişti. Nefer, Hilto'nun sakin yaşlı kısrağını ödünç alarak sağdaki koşumlara bağlamıştı. Hayvan sakın sakin duruyordu. Nefer, Dov'u sola bağladı. Yaşlı kısrağın sakin duruşu Dov'a güven vermişti, huysuzlanmadı. Nefer hayvanların yem torbalarını taktı ve birer porsiyon darı ezmesiyle onları besledi. Döv şimdi rahatlamış ve hoşnut görünüyordu. Arkasında arabanın ağırlığını hissedince tekmeler atıp kendine zarar vermemesi için delikanlı kısrağın arka bacaklarını keten sargılarıyla destekledi. Ama boş yere tasalanmıştı. Dov'u tutup ileriye doğru yürüttü, Döv da yaşlı kısrağın yanında rahat rahat ilerledi. Nefer omzuna dokununca genç kısrak ağırlıktan payına düşeni kıdemli bir at gibi üstlendi. Nefer koşmaya başlayınca Döv da yanında hızlı hızlı yürüdü. Derken delikanlı sahanlığa zıpladı ve dizginleri eline aldı. Kısrak çiftine her biri bir öncekinden daha sert dönüşler yaptırdı, Döv ise daha önce dizgin gibi bir şey bilmediği halde sağdaki ortağını tereddütsüz taklit etti. O ilk günün sonunda komutları anlıyor ve yaşlı kısrağın ona yol göstermesini bekleyecek yerde o komutlara hemen yanıt veriyordu Nefer beş gün daha iki kısrağı birlikte koşturdu, Döv da çabuk öğrendi. Şimdi Krus'a da aynı programı uygulamaya sıra gelmişti. Okun çekimini hisseder etmez paniğe kapılmaya son vermesi üç gün sürdü. Nefer neredeyse Krus'dan vazgeçiyordu, ama Taita onu azimle devam ettirdi. "Ona şimdi sabrını bahşedersen ilerde seni bin kere ödüllendirecektir," diye önerdi. "Bu at hem zeki, hem de yürekli. Onun yerine koyacak başka bir atı asla bulamazsın." Krus çok geçmeden arkasından kayan ve her hareketini takip eden sırığa alıştı. Nefer de en sonunda onu Dov'un yanında arabaya koşmayı başardı. Döv başını çevirdi ve huysuz bir çocuğu olan bir anne gibi aygırın ensesine burnunu sürttü. Krus sakinleşti ve darısını yedi. Nefer onları ileriye sürünce yana dönüp tabanları yağlamaya çalışınca delikanlı onun böğrüne esaslı bir şaplak indirdi. Bunun üzerine doğrulup Dov'la hizaya girdiyse de yine mızıkçılık peşindeydi. İkinci şaplağı da yedikten sonra aklı başına geldi ve payına düşeni yapmaya başladı. Bu duygu hoşuna gitmiş olmalı ki çok geçmeden arabayı istekli olarak çekiyordu. Şimdi de tek güçlük onu durdurmaktı. Araba geçerken Meren çayırın kapısını açtı ve arabanın sahanlığına atladı. Kervanların yoluna saptılar ve kızıl toz bulutları kaldırarak tepelerin yolunu tuttular. Bundan sonraki aylarda da her gün aynı yola saptılar. Her akşam Galla-la'ya döndükleri vakit atlar tıpkı iki kafalı ve sekiz bacaklı tek bir hayvan gibi daha hızlı ve daha düzgün olarak koşuyorlardı. Sahanlıktaki güneşten abanoz rengini almış iki genç savaşçı da daha sert ve sağlamdılar. Mintaka dul olmanın nasıl bir his olduğunu anlamaya başlıyordu. -381 - -380- Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 312 Gallala şehrinin surları içinde yalnızca beş tane Kızıl Yol savaşçısı vardı Hilto, Şabako, Sokko, Timus ve Toran. Birçokları da denemişler, fakat sonuçta saç örgülerini kaybetmişlerdi. Hilto'yla Şabako Kızıl Yol'un üçüncü ve en üst derecedeki uzmanlarıydılar ve isimsiz tanrıya, Sümer savaş tanrısına, Göklerin Boğası'na tapıyorlardı. Yalnızca uzmanlar gerçek adını biliyorlardı, başka herkesten Kızıl Tanrı adının arkasında gizleniyordu. Ona adanmış hiçbir tapınak ya da başkaca kutsal yer yoktu. Ona bağlı olanlardan ikisi ya da daha fazlası, insanların savaşta öldükleri bir yerde adını andıkları zaman geliyordu, işte Gallala da böyle bir yerdi, Lord Tanus Mısır'ın düşmanlarını burada yenmiş ve kesilmiş kafalarını kent meydanına yığmıştı. Gizli katakomplar merkez meydanının altındaki kireçtaşını delik deşik etmişler, orasını isimsiz olan için en uygun bir tapınak yapmışlardı. Gece yansı kentin kalan kısmı yukarda uyurken Hilto birinci sınıf bir beyaz öküzü katakombların ağzı olan dar tünelden geçirmiş ve ana dehlizin karanlık köşelerinde yapılmış taş mihrabın üstünde kurban etmişti. Kan titrek meşale ışığında fışkırmış ve taş zeminin üstünde gölcükler oluşturmuştu. Ardından beş savaşçı kılıç arını kana batırmışlar, gizli tanrı tarafından kutsanmak için dua etmişler ve akıl ca seçim yapmak için yardımını niyaz etmişlerdi. Bunun arkasından Firavun Me(er SUı'yle arkadaşının tabi tutulacakları sınav üzerinde düşünmüşlerdi. Hilto, "Firavun'a hiçbir ayrıcalık tanınmamalı. Başka herhangi bir aday gibi acımasızca sınanmalı," r'edi. Şabako da aynı fikirdeydi. "Başka türlüsü güçlü savaşçıyı gücendirmek olur." Bu seçme topluluk içinde dahi tanrının gerçek adını kullanmaktan sakınıyordu. "Öylesi Nefer Seti'den önce Kızıl Yolu aşan savaşçıların onurunu lekeler," dedi. Toplantı gece uzun süre devam etti. Pelerinlerine sarınmış olan iki aday katakomblara inen tünelin ağzında bekliyorlardı. Az konuşuyorlardı, altlarındaki karanlık mahzende bulunan beş savaşçının, hayatlarının yönünü tayin edeceğinin bilincinde olduklarından konuşmak içlerinden gelmiyordu. Şabako onları konseyin huzuruna çağırmaya geldiği sırada doğan günün aydınlığı, sabah yıldızının topluiğne başı kadar küçük ışığını doğu ufkundan henüz silme-mişti. Taş kaplı tünelde savaşçıyı izlediler. Şabako'nun elinde tuttuğu meşalenin ışığı, beş yüz yıldan uzun bir zaman önce ölen erkek ve kadınların boyalı -382- mumya sandukalarının dizili bulunduğu nişleri aydınlatıyordu. Hava kuru ve serindi. Toprak ve mantar, çürüyen bir şeyler ve eskilik kokuyordu. Ayak sesleri tüyler ürpertici yankılar yapıyordu, havada hafif fısıltılar vardı, belki ölülerin sesleri ya da yarasa kanatlarının hışırtısıydı bu. Derken taze kan kokusu burunlarına doldu. Kurban edilmiş öküzün yanından geçerlerken kanların içine girip çıkan ayaklarışapır şupur sesler çıkarıyordu. Savaşçıların onları bekledikleri yankılı mağaranın duvarlarında meşaleler yanıyordu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 313 Hilto, "Gizemlere yaklaşanlar kim?" diye sesini duyurdu, ama yüzü pelerininin katlarının içinde gizliydi. "Ben Nefer Seti'yim." "Ben de Meren Cambyses'im." "Kızıl Yol'u denemek istiyor musunuz?" "istiyoruz." "İkiniz de bedence ve kafaca tam erkekler misiniz?" "Öyleyiz." "Adıl bir çarpışmada ilk adamınızı öldürdünüz mü?" "Öldürdük." "Sana kefil olan bir savaşçı var mı, Nefer Seti?" Şabako onun yerine konuştu. "Onun kefili benim." "Sana da kefil olan bir savaşçı var mı, Meren Cambyses?" Sokko, "Kefili benim," diye yanıt verdi. Sorular tamamlandıktan sonra Nefer'le Meren tarikatın ilk mertebesine kabul edildiler. "Öküzün kanı ve gücünün ateşi adına tanrı tarafından aday olarak kabul edildiniz. İkinci ve üçüncü mertebedeki kutsal savaşçılarla toplantı halinde oturmaya, Kızıl Tanrı'ya ibadet etmeye, hatta gizli adını öğrenmeye henüz yetkili değilsiniz. Sadece tanrının önünüzde açtığı yolda kendinizi denemeye hakkınız var. Bunun ölüm anlamına gelebileceğini bilseniz bile, sınanmayı kabul ediyor musunuz?" "Kabul ediyoruz." Kutsal savaşçıların her biri bundan sonra sırayla söz alarak sınavları ve adayların bağlı kalmak zorunda oldukları kuralları açıkladılar. Beş aşama kargı, güreş, yay, araba ve kılıç olarak belirlendi. İki aday morallerinin bozulmaya başladığını hissediyorlardı. Sonunda Hilto yeniden konuştu. "Tanrının neleri takdir ettiğini duydunuz. Bu yolda kendinizi denemeye kararlı mısınız?" -383- "Kararlıyız." Delikanlıların sesi doğal olamayacak derecede yüksek çıkmıştı ve nelerle karşılaşacaklarını artık bildikleri için yapay bir meydan okumayla titriyordu. Hilto, "Öyleyse bu noktadan sonra artık geriye dönüş yok," dedi. Taita onlara, "Savaş arabası ana egzersizdir," dedi. "Bunun bir yarış olduğunu unutma. Başka on araba Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 314 seni kovalayacak. Burada hız her şey. Takımına en iyisini yaptırmayı öğrenmelisin." İnsafsızca çalıştılar. Osiris'in yeni ayı ufukta bronz renkli ince bir dilim olduğu sırada Dov'la Krus, Nefer'le Meren'in onlara öğretebileceklerinin hepsini öğrenmiş bulunuyorlardı. Tek bir at gibi koşuyorlardı, arkalarındaki arabanın dengesinin bilincindeydiler, en keskin virajları dönmede ağırlıklarını ve güçlerini kullanıyorlar, dörtnala giderken aniden durmayı öğreniyorlar, en belirsiz komutlara bile hemen yanıt veriyorlardı. Mintaka talim yapmalarını seyretmek için Merykara'yı kendi arabasıyla çöle getirmişti. Öğleyin at çiftine su ve yiyecek vermek için mola verdiklerinde Mintaka aniden seslendi. "Kusursuz! Herhalde onlara öğretebileceğin başka bir şey kalmadı. Onların öğrenebileceği başka bir şey de kalmadı." Nefer su ibriğini dudaklarına götürerek susuzluğunu giderdikten sonra elinin tersiyle ağzını sildi ve siyah renkli kayalık tepelerin doruğuna baktı. "Orada sizinle aynı fikirde olmayan biri var." Kızlar ellerini gözlerine siper ederek Nefer'in işaret ettiği yöne baktılar. Birden kayanın üstüne tünemiş silueti gördüler. O kadar hareketsiz görünüyordu ki kayanın bir parçası olsa bu kadar olurdu. "Taita. Ne zamandan beri seyrediyordu?" "Bazen zamanların en başından beri seyrediyormuş gibime geliyor." Mintaka sordu. "Sana gösterebileceği daha başka bir şey var mı? Eğer varsa niçin şimdiye kadar söylemedi?" Nefer, "Benim ona sormamı bekliyor," dedi. Mintaka, "Hemen yanına git," diye emretti. "Sen gitmezsen ben gideceğim." Nefer tepeye tırmandı ve Taita'nın yanına oturdu. Bir süre susmalarından sonra Nefer konuştu. "Sana yine ihtiyacım var, Yaşlı Babam." Taita hemen yanıt vermedi. Sadece gökte yükselen güneş tarafından yuvasının dışında yakalanmış bir baykuş gibi gözlerini kırpıştırdı. Hiçbir zaman bir oğlu olmayacaktı ve kimse o vakte kadar ona baba dememişti. - 384 - "Bana yardım edebilirsin. Daha başka ne yapabilirim?" Uzun bir aradan sonra Taita yumuşak bir sesle konuştu. "Krus senin kargıyı ne zaman fırlatacağını veya oku atacağını seziyor. O sırada ön ayaklarını yükseğe kaldırıp kuvvetle yere indiriyor. Döv da aynışeyi hissediyor ve irkiliyor." Nefer bir an düşündü. "Haklısın! Oku attığım an adımlarındaki kopukluğu ben de hissettim." "Bu, hedefini bir parmak kadar şaşırtabilir sana." | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:22 am | |
| "Peki, buna karşı ne yapabilirim?" "Onlara beşinci yürüyüşü öğretmelisin." "Yürüyüş sadece dört tane. Yürümek, tırıs gidiş, eşkin gidiş ve dörtnala gitmek." "Bir tane daha var. Ben ona kaymak diyorum, ama öğretilmesi gerek. Bazı atlar hiçbir zaman öğrenmezler." "Bunu onlara öğretmeme yardım et." Atları koşum takımlarından ayırdılar, Nefer de Dov'un üstüne atladı. Kısrağı kısa bir eşkin gidişten sonra Taita'nın bulunduğu yere getirdi. İhtiyar adam Dov'un sağ ön ayak toynağını kaldırttı ve hayvanın topuğunun etrafına bir deri şerit bağladı. Suyun cilaladığı kusursuz derecede yuvarlak bir taş deriye sarılı olarak şeride bağlıydı. Döv başını eğdi ve taşı merakla kokladı. Taita, "Ona bir tur daha yaptır," dedi. Nefer ayaklarını kısrağının omuzlarının arkasına dürtünce Döv harekete geçti. Taş ön ayağının üstünde sallanıyordu, hayvan da attığı her adımla içgüdüsel olarak bu engelden kurtulmaya çalıştı. Bu, bütün hareketini değiştirdi. Sırtı artık yukarı kalkarak Nefer'in kabaetlerine çarpmıyordu, o sallantılı hareket, o hamle yoktu. Delikanlı, "Altımda nehir gibi kayıyor!" diye sevinçle bağırdı. "Tıpkı Nil gibi!" İki güne kalmadan Nefer taşı çıkarabildi, Döv buna rağmen onun komutu üzerine eşkin gidişten veya dörtnala koşudan kayma hareketine geçebiliyordu. Parola "Nil" di. Taşı ona ilk getirdiklerinde Krus karşısındaki bir kobraymış gibi davrandı. Şaha kalkarak havayı tırmaladı. Taşı Nefer'in elinde görünce gözlerini yuvarladı ve bütün vücudu titredi. O ve Nefer üç gün boyunca bir irade savaşına giriştiler. Ama sonra dördüncü günde aygır birdenbire sağ toynağını ileri fırlattı ve kayıp gitti. Ertesi gün komutu alınca Döv kadar beceriyle kayıyordu. -385- Büyücüler Kralı / F: 25
Onuncu günde harbe kayışı bileğinin etrafında olan Nefer'le atları hedef sıralarına dörtnala yaklaştıkları sırada Taita tepedeki gözetleme yerindeydi. Krus üç ayaklı sehpaların üstündeki boyalı tahtalara kulaklarını dikerek bakıyordu, ama onun hırçın bir harekete kalkışmasına vakit kalmadan Nefer, "Nıl!" diye bağırdı. Dov'la Krus eşzamanlı olarak yürüyüş biçimlerini değiştirdiler, araba da denge buldu ve yelken açmış bir savaş kadırgası gibi ileri kaydı. Nefer'ın ilk harbesi de hedefin kırmızı renkli merkez halkasının içine saplandı. | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:22 am | |
| Taita, Nefer'in oku yayın kirişine yerleştirmesini, yayı germesini ve nişan1 almasını seyrediyordu. Delikanlı iki yüz adım ilerlerindeki hedef sırasının arka-1 sındaki çomağa iliştirilmiş sarı flamayı seyrediyordu. Flama kıpırdadı, sakladı, i bir an kabardı, sonra sıcak esinti kesilince yine tembel tembel aşağı sarktı.1! Neferin saldığı ok tembel tembel yükseldi, en yüksek noktasına erişti, sonra] esinti yine Taita'nın yanağına çarparken inişe geçti. Ok da esintiyi hissetti ve uçuşu sırasında belirli şekilde yön değiştirdi, j Hedefe doğru indi ve kırmızı hedef merkezinin rüzgâr altı yönünün üç el açığı- j na saplandı. Nefer, "Seth'in laneti o güvenilmez rüzgârın üstüne!" diye küfürü bastı. Taita, "Hafif ok esintiyi daha iyi hisseder," dedi ve yedek yaylarla oklukların bulunduğu küçük arabaya yürüdü. Oradan deri bir kılıf içindeki uzun bir bohçayla döndü. Taita'nın kılıftan Trok'un büyük savaş yayını çıkardığını gören Nefer, "Hayır! Bu benim gücümün ötesinde," diye atıldı. Taita, "Onu en son ne zaman denedin?" diye sordu. Nefer, "Onu topraktan çıkardığımız gün," diye karşılık verdi. "Bunun senin de bilmen gerekir. Sen de oradaydın " Taita, "O altı ay önceydi," diyerek Nefer'ın çıplak göğsüyle kollarına baktı. J Delikanlının kasları yontulmuş sedir tahtası kadar sertleşmişti. İhtiyar adam yayı ona uzattı. Nefer isteksiz bir tavırla yayı aldı ve ellerinin arasında şöyle bir çevirdi. Kabzanın yakın zamanda ince elektrum telle takviye edildiğini gördü. Kiriş de yeniydi, elden geçirilerek tunç gibi sertleştirilmişti. Red yanıtı Nefer'in dudaklarına kadar yükseldi, ama Taita'nın gözü üzerinde olduğu için seslendirilemedi. Yayı kaldırdı ve bir okunun olmamasına rağmen onu kaldırıp çekmeye çalıştı. Yay on beş, yirmi santim kadar geri geldi, ama hemen arkasından kolları kilitlendi ve kaslarının göğsünün üstünde yassılmasına ve sertleşmesine rağmen daha fazla kıpırdamadı. Nefer basıncı yavaşça salıverdi, yayın kabzası da normal haline döndü. "Geri ver onu." Taita silahı almak için uzandı. "Sende onu kullanacak ne güç var, ne de kararlılık." Nefer yayı ihtiyarın ellerinin arasından hızla çekip aldı. Dudakları gerilmişti, gözleri de ateş saçıyordu. "Her şeyi bildiğini sanıyorsun, ihtiyar, ama bilmiyorsun işte." Nefer arabanın içine uzandı ve derisine Trok'un arması işli okluğun içindeki uzun ve ağır oklardan birini kaptı. Yay gibi o da gömülü arabanın içinden çıkarılmıştı. Delikanlı nişan çizgisine yürüdü ve vaziyet aldı. Oku yayın kirişine yerleştirdi. Derin derin soluması üzerine göğsü kabardı. Çenesini kasarak yayı germeye girişti. Yay önce çok ağır olarak geri geldi ve orta çizgiye ulaştı. Nefer homurdanıyor, soluğu boğazından tıslayarak boşalıyor, kasları patlarcasına geriliyordu, böylece sonuna kadar gerilen yayı bir sevgili gibi öptü. Aynı hareketin devamında yayı saldı, ağır ok da vınlayarak fırladı, en yüksek noktasına kadar yükseldi, sonra hedefler sırasının yukarsından geçerek alçaldı ve yoluna devam etti. Derken okun taş ucu Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 317 uzaktaki biı kayaya kıvılcımlar çaktırarak çarptı ve çarpışmanın şiddetiyle ikiye bölündü. Nefer oka şaşkınlık içinde bakakalmıştı, Taita, "Belki de haklısın," diye mırıldandı. Nefer yayı elinden bıraktı ve ihtiyar adama sarıldı. "Sen her şeyi yeterince biliyorsun, Yaşlı Babam," dedi. "Hepimize yetecek kadar biliyorsun." Taita, Nefer'le Meren'i çöle götürdü. Acımasız olduğu kadar güzel bölgede üç gün yolculuk ettiler. Taita iki gence kayanın içindeki bir yarıktan siyah sıvının yüzeye sızdığı gizli vadiyi gösterdi. Thane'ye yaptıkları gece baskınında çakalların kürkünü tutuşturmak için kullandıkları katransı, yoğun sıvıydı bu. Beraberlerinde getirdikleri kil çömlekleri bu sıvıyla doldurdular ve Galla-la'ya döndüler. Taita kara sıvıyı rafine etti ve parmakların arasında ince bir ipek gibi kayganlaşana kadar hafif bir ateşte kaynattı. "Tekerlek poyralarını inceltilmiş domuz yağından ya da başka bir maddeden daha akıcı ve uzun süreli olarak yağlayacak. Bu sana bine karşı elli adımlık bir avantaj sağlayacaktır. Bu ise başarıyla başarısızlık, hatta hayatla ölüm arasındaki farktır belki." -387- -386- Nefer Kızıl Yol'da saltanat arabasını koşturmaya niyetleniyordu, ama Ta-ita, "Gerçekten altından bir sandukada mı yarışmak istiyorsun?" diye sordu. "Altın varak sadece iki tael ağırlığında. Sen kendin tartmıştın." "Kızıl Yol'da bu iki tael iki yüzden farksız olacaktır." Taita kumların içinden çıkardıkları yüz beş arabanın her birini inceledi, içinden on tanesini seçti ve parçalarına ayırdı. Şasiyi tarttı ve aracın ek yerlerinin kuvvetini sınadı. Tekerlekleri poyralarının etrafında döndürdü ve rotasyonlarında-ki en küçük yalpalamayı gözleriyle ölçtü. Sonunda kesin seçimini yaptı. Seçilmiş araçtaki poyra montajını değiştirdi, öyle ki tekerlekler bir tek çekiç darbesiyle çıkarılabilecek bir tek tunçtan çiviyle tutturulacaktı. Arabanın montajını yaparken ön korkuluğuyla yan panellerini attı, böylece arabayı gereksiz tüm ağırlıklardan arındırdı. Biniciler somunlarla panellerin yokluğunda en arızalı zeminlerden geçerken kendi dengelerine ve taban levhasına tutturulmuş bir tek ip ilmeğine güvenmek zorunda olacaklardı. Taita sonunda tekerlek poyralarını çöl kaynağından elde edilmiş siyah yağla cilaladı. Taita'nın kontrolü altında koşum takımını santim santim incelediler. Min-taka, Merykara ve hizmetçiler de gece geç saatlere kadar oturarak ek yerleriyle kenarlara çift dikiş attılar. Sonra taşıyacakları silahları seçtiler. Kargılarla okları en küçük bir kusurlarını yakalamak için avuç aralarında yuvarladılar, Taita'nın dizaynını yaptığı özel bir denge tahtasına astılar ve kusursuz olana kadar başlarıyla saplarına birer kurşun boncuk eklediler. Hedeflere saplanmaları ve tutunmaları için de uçları sivrilttiler. Sandaletlerinin köselelerini yenilediler ve bronz kelepçelerini çivi gibi sivrilttiler. Ön kollarını Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 318 kirişlerden ve harbe kayışlarından korumak için yeni deri kolluklar diktiler. Bronz bıçaklar genelde savaş sırasında kırıldığı için adam başına üçer kılıç seçtiler. Kesici yerlerini bilediler ve onlarla kollarının kıllarını tıraş edecekmiş gibi toz halindeki sünger taşıyla cilaladılar. Bellerine sarılı birer kemer gibi taşınmak üzere yedek kirişler tütsülediler ve büktüler. Dov'la Krus'un çekecekleri yükü azaltmak için yolda deri miğferlerle deri yelekler dışında zırh takmayacaklardı. Hazırlıklarından başkalarının haberinin olmaması için atölyenin kapalı kapılarının arkasında çalışıyorlardı Fakat en önemlisi, bol bol talim ve egzersiz yaptılar, kuvvetlerini ve enerjilerini artırdılar, ayrıca atlarının onlara güvenini perçinlediler. Fakat ateş Dov'la Krus için en büyük sınav olacaktı. Odun demetlen ve kuru saman yığınları istifleyerek çölde kendi ateşlerini yaktılar. Atlara alevleri gösterdiler ve dumanı koklattılar, sonra da gözlerini bağladılar. Krus önce kor- -388- kudan direndi ve kişnediyse de sonunda sırtındaki adama güvenerek gözleri kapalı olarak koşmaya çalıştı, hatta çatırdayan alevlerin yelesini alazlatacak kadar yakınından geçti. Mintaka'yla Merykara bekleme günlerinde yenilenmiş Hathor Tapına-ğı'nda uzun saatler geçirerek erkekleri için kurbanlar kestirdiler ve tanrıçanın koruması ve yardımı için dualar ettiler. Horus dolunayından otuz beş gün önce Gallala'ya garip bir kervan geldi. Kıyıdan Şafağa Limanı'ndan gelmişti. Kervan Aartla adında tek gözlü ve tek kollu bir devin rehberliğindeydi. Kızıl Yol'un beş savaşçısı daha kent duvarlarının beş fersah uzağındayken onu karşılamaya çıktılar. Adam otuz yıl önce Kızıl Yol'u geçmiş üçüncü dereceden bir savaşçı olduğu için onu onurlandırarak Gallala'ya götürdüler. Yirmi yıl önce Firavun Tamose'un Libya seferi sırasında bir ok Aartla'nın gözünü çıkarmıştı, ondan beş yıl sonra da bir Nübyeli, baltasının bir tek vuruşuyla kolunu dirseğinin altından doğrayıvermişti. Aartla şimdi zengin bir adamdı. Özel hünerleri olan erkeklerle kadınlardan oluşan gezgin bir kumpanyaya sahipti. Grubundakilerden biri dünyanın en kuvvetli kadını olarak nam salmıştı. İki atı, her biri bir eliyle olmak üzere havaya kaldırabiliyor, tunçtan bir çomağın ucunu ısırıp koparabiliyor, sonra da çomağı vajinasının kavrayışıyla bükebiliyordu. Kadınlarından bir diğeri dünyanın en güzel kadını olarak ünlüydü, oysa yüzünü gören pek az kişi vardı. O kadar kuzeydeki bir ülkeden geliyordu ki yılın bazı mevsimlerinde oradaki nehirler güya beyaz taşa dönüşüyor ve akmaz oluyorlardı. Yerleri süpüren altın renginde saçları ve farklı renklerde, biri altın renginde, öteki ise mavi gözleri olduğu söyleniyordu. Kadının güzelliklerinin kalan kısmına bakılması için Aartla korkunç bir para istiyordu ve ancak çok zengin bir adam kadının bütün güzelliklerinden yararlanabiliyordu. Aartla'nın ayrıca ateş yiyen, başından ayaklarına kadar bütün vücudunu canlı akreplerle kaplayan ve koca bir piton yılanını boynuna dolayan zenci bir köle kızı vardı. Gösterisinin sonunda yılanı vücudunun gizli deliğine girmesi için ayarlıyor, piton tüm uzunluğuyla rahminin içinde kayboluyordu. Bu harikalarla Aartla'nın sirkinin esas atraksiyonlarına seyircilerin iştahını kabartmak amaçlanıyordu. Esas atraksiyonlar şampiyonlardı: istekli olan herkesle boy ölçüşmeye hazır olan savaşçılar, güreşçiler ve kılıç ustaları. Aartla, -389- Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 319 şampiyonlarından herhangi birini yenebilecek kimseye içinde yüz tael som altın bulunan bir kese öneriyordu. Bu karşılaşmalar üzerine tutulan bahisler dillere destandı ve Aartla'nın hesapsız servetinin kaynağıydı. Kendisi artık savaşmıyorsa da, kalben hâlâ bir savaşçı ve Kızıl Tann'nın bir müridiydi. Tamose Hanedanı'ndan bir Firavun'un Kızıl Yol'u geçmeye kararlı olduğuna dair bir söylenti kulağına gelince ona meydan okumaları için dünyanın dört bir yanından şampiyonlarını getirtmişti. Oyunu o kadar seviyordu ki bu hizmetine karşılık herhangi bir bedel de istemedi. Kardeş savaşçıları Aartla'yla ekibini barındırmak için kentin eski saraylarından birini hazırlamışlardı. Gelişinin gecesinde onun için büyük bir karşılama şöleni düzenlediler. Buna sadece Nefer'le Meren davet edilmemişlerdi. Nefer, Mintaka'ya, "Zaten kabul edemezdik," diye açıkladı. "O tarikatın üyesi değiliz. Ayrıca, bize karşı gelecek adamlarla oturmak geleneklere ve göreneklere karşı çıkmak olurdu." Şampiyonlar karşılama şöleninin ertesi gününde Aartla'nın denetimi altında sonu gelmeyen idman ve egzersizlere giriştiler. Eski sarayın avlusunda çalışıyorlar, buraya hiçbir yabancı alınmıyordu. Aartla başka kumarbazların, bu ayrıcalık için avuç dolusu altın ödemeden şampiyonların formunu ve stilini değerlendirmesine izin vermeyecek kadar kurnazdı. Ancak Taita bir yabancı değildi. Aartla kolunu kaybettiği zaman Taita ke siği temizlemiş ve dikmiş, böylece savaşçının yarasına musallat olan ve haya tını tehdit eden gazlı kangrenin önüne geçmişti. Aartla ihtiyar adamı çalışma ların yapılacağı avluya buyur etti ve sağlam gözünün yanındaki bir yastık kü mesinin üstüne oturttu. Dünyanın en güzel kadını Taita'ya altından bir kâseyle bal aromalışerbet ikram etti ve o farklı renkli gözleriyle peçesinin arkasından ona gülümsedi. ] Aartla, Taita'ya gelmiş olduğu Mezopotamya'daki Mısır seferi hakkında ' bilgi verdi. Anlaşıldığı üzere orduları yenilerek darmadağın edilen Kral Sargon, başkenti Babii'in duvarlarının arkasına sığınmıştı. Sonuç hiçbir şüpheye yer bırakmıyordu. Sahte firavunların orduları yakında Mısır'a dönerek Gallala'daki küçük ordunun monarşileri için oluşturduğu tehditle başa çıkabileceklerdi. Bunları söylerken Aartla'nın yüzündeki anlam çok şey anlatıyordu: eski bir dosta yapılan zamanlı bir uyarıydı. Yastıkların üstünde oturup birçok farklışeylerden; politikadan, güç kavgalarıyla savaştan, tıptan, sihirle tanrılardan konuşuyorlar, Taita tartışmalarına dikkatini veriyor görünüyor, güneşin altında didinen ve terleyen atletlere sözüm ona bakmıyordu bile. Ama bulanık yaşlı gözleri bir tek atışı ya da kılıç darbesini dahi kaçırmıyordu. Şampiyonlar öldürücü hünerleri için yaşıyorlardı. Onlar da Kızıl Tann'nın müridiydiler ve çabalan da bir Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 320 tür ibadetti. Taita o akşam Nefer'le Meren'in onu bekledikleri hücresine döndüğü zaman endişeliydi | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:23 am | |
| tür ibadetti. Taita o akşam Nefer'le Meren'in onu bekledikleri hücresine döndüğü zaman endişeliydi. "Rakiplerinizin egzersizlerini seyrettim," dedi. "Bu nedenle de sizleri uyarıyorum: daha çok çalışmamız gerekiyor, önümüzde ise sadece birkaç gün kaldı." Nefer, "Bize anlat, Yaşlı Babam," dedi. "Önce güreşçi Polios var..." Taita her şampiyonun karakteriyle gücünü, savaş stilini ve en güçlü olduğu özellikleri sıraladı. Sonra onlarda gözünden kaçmayan zayıf yanları da işaret ederek bunlardan nasıl yararlanılabileceğini belirtti. Tarikatın beş savaşçısı Aartla'nın denetiminde aşılacak yolu düzenlemeye giriştiler. Günlerini el değmemiş arazilerde geçiriyorlar, Gallala'nın merkez forum'unda başlayıp tepelere ve kırık topraklara çıkan, üç fersah sonra da uzun vadi boyunca ilerleyerek Taita'nın kaynağının yanından geçen ve tekrar kent kapılarını aşarak forum'da son bulan geniş dairesel yolu inceliyorlardı, izleyecekleri rotayı bir kere saptadıktan sonra yol boyunca erigelleri dikmek için işçi kafilelerini yolladılar. Yarışmalardan on gün önce Hilto'yla Şabako kent halkana bildiriyi okudular. Rotayı ve sınavın kurallarını ayrıntılı olarak anlattılar. Sonra, adayların karşısına çıkacak şampiyonların adlarını verdiler. "Güreş sınavında Firavun Nefer Seti, Urlu Polios'la boy ölçüşecek." Polios ünlü bir dövüşçü olduğu için kalabalığın içinden bir ahh sesi yükseldi. Poli-os'un bir adı da Bel Kıran'dı. Kısa bir süre önce Şam'da bir adamı öldürmüştü, bu ise ringdeki on yedinci kurbanıydı. "Meren Cambyses Nübyeli Sıgassa'yla boy ölçüşecek." Halk bu adamı da önceki kadar iyi tanıyordu. Ona da Timsah diyorlardı. Garip bir hastalık adamın derisini büyük sürüngenlerinki gibi sert ve yumru yumru yapmış, rengini ise karartmıştı. "Kılıç sınavında Firavun Nefer Seti'nin rakibi Taurine'li Khama olacak." -390- - 391 - T "Meren Cambyses Indüs'lü Drossa'yla boy ölçüşecek." Mintaka'yla Merykara o gece tanrıçaya beyaz bir kuzu kurban ettiler ve sevdikleri erkekleri korumasını yalvarırken bol bol ağladılar. Kızıl Yol'un koşulmasından önceki yedi gün boyunca beş savaşçı avcıları seçmek üzere sınavlar düzenlediler. Bu onura talip olanlar az değildi. Bir kralın saç örgüsünü koparan herhangi bir kişi ölmezliğe kavuşmayı ümit edebilirdi. Hilto o kişinin becerisini anmak için yeğlediği tanrı veya tanrıçanın tapınağında Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 321 en az iki, iki buçuk metre boyunda oymalı bir taş anıt dikileceğini vaat etti. Ayrıca, anayurda dönüşte güzel bir malikâne satın almasına yeterli bin ta-el'lik altın verilecekti ona. Yenmeyi başardığı adayın bütün silahları ve donanımı da şüphesiz ganimet olarak onun olacaktı. Beş savaşçı bir çıkarma süreci yoluyla son seçimlerini yaptılar ve bunu forum'un ortasındaki taş platformdan ilan ettiler. "Ellerindeki adamlardan en iyi ve en deneyimli on tanesini seçtiler ve onlara arabalarla atlardan istediklerini seçme hakkını tanıdılar. Sizler için hem arkadan, hem önden büyük bir tehlike söz konusu." Taita genç çifti bu sözlerle uyardıktan sonra listeyi bir kez daha gözden geçirdi. " Şu adamı, Daimios'u ele al. Savaş arabaları müfrezelerinin kaptanı. At takımlarından en üstün performansı elde etmeyi biliyor." Nefer, "Her şey başlangıca bağlı," dedi. "Bu da yalnız Kızıl Tanrı'nın vereceği karara bağlı." Mintaka sınavdan önceki yedi gece boyunca Nefer'i yatağına almadı. Krus' un uzun yelesini birlikte örerlerken, "Aşkım kararını zayıflatır ve kuvvetini tüketir. Ama ben seni, senin beni özlemenden yüz kat fazla özleyeceğim," dedi. Horus dolunayından bir gün önce Taita hepsinin dinlenmelerini emretti. Dov'la Krus kaynağın altındaki çayırda birlikte sakin sakin otluyorlardı. Merykara incirlerle portakallar ve darı çörekleriyle bir sepet hazırladı, Meren'le birlikte kaynağın başında oturup yeşil çimlerin üstündeki atları seyretmeye koyuldular. Basit yemekle karınlarını doyurmalarından sonra Merykara delikanlının arkasına geçti ve sırtının yarı yerine kadar inen gür saçlarını kalın bir örgüye dönüştürdü. "Saçların o kadar gür ve parlak ki," diye mırıldandı ve yüzünü sevgilisinin saçlarının içine gömdü. "O kadar güzel kokuyor ki. Örgünü kimsenin almasına izin verme, onu mutlaka bana getir." "Getirirsem beni nasıl ödüllendireceksin?" Delikanlı başını çevirerek kıza gülümsedi. "Sana aklından hayalinden bile geçirmediğin bir ödül vereceğim." Merykara bunu söylerken al al olmuştu. Meren, "Bunu düşlerimde görmüştüm," diye mırıldandı. "Hayatımın her gecesinde bunu düşlüyorum." Taita sabahleyin Nefer'i uyandırmaya geldi. Onu, bir koluyla yüzünü örtmüş durumda uyurken buldu. Nefer, Taita'nın dokunuşuyla uyandı, doğruldu, gerindi ve esnedi. Mintaka'nın eseri olan uzun saç örgüsü sırtından aşağılara sarkıyordu. Taita'ya bakarken bakışları sertleşti. Başlayan günün neler hazırladığını birden anımsamıştı. Nefer bir kâse ekşi süt içip bir avuç dolusu incir yerken Taita pencereye yürüyüp kuyuların yukarsında diktikleri genç palmiye korusuna bakışını çevirdi. Ağaçların üst dallarının sallandığını ve esintiye yenik düşmüş gibi başlarını eğdiklerini görebiliyordu. Hepsi sakin bir gün olması için dua etmişlerdi, oysa esinti beraberinde başarısızlık tehdidini getiriyordu. Nefer şimdi esintiye karşı gelmek için büyük savaş yayına her zamankinden fazla güvenmek zorunda kalacaktı. Taita kuruntularından Nefer'e söz etmedi. Bunun yerine dönüp caddenin alt yanına gözlerini dikti. Güneş daha doğmamıştı, öyleyken Gallala halkının yarısı kent kapılarından dışarı akıyordu sanki. Nefer'e, "Parkur boyunca avantajlı konumlar yakalamaya ve yarışmanın mümkün olduğu kadar fazlasını görmeye çalışacaklar," dedi. "Katılımcılarla yargıçlardan başka hiç kimsenin ata binme izni yok. Diğerleri Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 322 avı yaya olarak izlemek zorunda. Bazıları, harbeyle güreşi seyrettikten sonra tepelerin arasından geçerek kılıç oyununu yakından izlemenin mümkün olduğunu söylüyorlar. Daha az hızlı olanlar Kartal Tepesi'nin doruğuna tırmanıp aşağılarındaki uçurumun aşılmasını seyredecekler, sonra sonu görmek için buraya geri koşacaklar." Kent bir yandan boşalırken yüzlerce meraklı da olayın başını seyretmeyi yeğleyerek forum'a dolmuşlardı. Başkaları meydanın yukarlanna tırmanmış ve duvarlarla balkonlara tünemişti. Saatin o kadar erken olmasına rağmen ortada heyecanlı bir bayram havası esiyordu. Duvarların üstüne çıkmış olanlardan bazıları yanlarında kahvaltılarını getirmişlerdi, kemikleri kemiriyorlar, yemek ar | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:23 am | |
| yemek ar- -392 - -393- tıkları aşağıdakilerin üstüne dökülüyordu. Başkaları bahislerini Aartla'yla yazıcılarına sesleniyorlardı. Aartla ise Nefer'le Meren'in kanyonu aşacaklarını kabul etmekle berabdr, kılıç ustalarını aşacaklarının aleyhinde ikiye karşı bir, avcılar tarafından yakalanmadan yarışı bitireceklerinin aleyhinde ise dörde karşı bir gibi oranlarla para vaat ediyordu. Güneş duvarların yukarsına yükselirken avcıların on arabası forum'da sıralandılar. Gonglar vuruluyor, davullar çalıyor, sistrum çıngırdıyor, kadınlar cıyaklıyor ve çiçekler fırlatıyor, çocuklar da etraflarında dans ediyordu, ama başlangıç çizgisinin başına dizilirken araba sürücüleri sert ve tetikteydi. Şimdi herkes gergin bir bekleyiş içindeydi. Derken atlıların hatlarından giderek yaklaşan alkış sesleri gelmeye başladı. Çok geçmeden adayların gereksiz bölümlerinden arınmış arabası bir "Bak-her!" patlaması arasında fo-rum'un ağzındaki aşınmış kolonların arasından geçti. Dov'la Krus pcjstları güneşin ilk ışıklarının altında cilalı bir metal gibi ışıldayana kadar tımarı edilmişlerdi. Yeleleri örülmüş, perçemlerine renkli kurdeleler geçirilmiş, kuyrukları bükülüp bağlanmıştı. Nefer'le Mererç yalnızca deriden hafif zırhlar giymişlerdi, bedenleri de güreş için yağlanmıştı. Arabanın sahanlığından inerek elleri kılıçlarının kabzasının üstünde olduğu halde dizlerinin üstüne düştüler. Taita gelerek tepelerinde durdu. Horus'la Kızıl Tann'ya dua etti, kutsanmaları ve korunmaları için yalvardı. Sonunda kendi boynundan bir tılsımı çekip çıkararak Nefer'in eğik başının üzerinden geçirdi. , Cisim göğsüne sarkınca Nefer önüne baktı ve o cisimden vücuduna garip bir güç akımı olmuş gibi bir şokun etkisiyle titredi. Cisim, Lostris'in altından tılsımıydı, Taita dışında hiç kimsenin dokunmadığı büyükannesinin madalyonu. Derken tarikatın üçüncü mertebesinin kırmızı pelerinini kuş niş Hilto fo-rum'un ortasındaki taş platformun üstüne çıktı. Kuralları yüksek sesle okudu. Okuması sona erince ciddi bir sesle sordu: "Kızıl Yol tarikatının kurallarını anlıyor ve onlara bağlı kalmayı kabul ediyor musunuz?" Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 323 Nefer, "Kızıl Tanrı adına kabul ediyorum!" diye bildirdi. Hilto, "Saç örgülerini kim kesecek?" diye sorunca Mintaka'yla Merykara yere diz çökmüş savaşçıların arkasına geçtiler. Bir gece öncesini uykusuz geçirdiği için Mintaka'nın gözlerinin altında mor gölgeler dikkati çekiyordu. Kızların ikisi de solgun ve duydukları endişeden gergindiler. Nefer'le Meren başla- rını eğdiler. Kadınlar da örgüleri sevgi dolu bir hareketle kaldırarak doğradılar. Onları Hilto'ya uzattılar, savaşçı da örgüleri adayların arabasının iki yanındaki flama sırıklarının ucuna bağladı. Bunlar avcıların kapmak isteyecekleri, Nefer'le Meren'in ise hayatları pahasına korumak zorunda oldukları ganimetlerdi. Hilto, "Arabanıza binin!" diye emretti, Nefer'le Meren de sahanlığa tırmandılar. Nefer dizginleri ellerine aldı. Dov'la Krus boyunlarını kabarttılar, toynaklarını yere çarptılar ve bir tek tekerlek dönüşü kadar gerilediler. Hilto, "Kuşları getirin!" diye emretti. Terbiyeciler ortaya çıktılar. Her birinin koltuğunun altında bir dövüş horozu vardı. Her iki kuşun ibikleri kesildiğinden kafaları sürüngensi bir görünüm almıştı. Et veya deri çıkıntılarının kesilmesiyle düşman kuşa tutamaç bırakılmaması amaçlanıyordu. Güneş tüylerinin üstünde suya dökülmüş yağın ya-nardönerliğiyle ışıldıyordu. Kalabalık forum'a acı veren gergin bir sessizlik çöktü. Terbiyeciler kumla kaplı çukurda karşılıklı diz çöktüler ve kuşlarını önlerinde tuttular. Kuşların ayaklarına yapay mahmuzlar bağlı değildi; uzun metal çiviler ölümü hızlandırır ve garantilerdi, fakat doğal mahmuzları sivriltilmiş ve cilalanmıştı. ' Hilto, "Hayvanlarınızı birbirine saldırtın!" diye seslenince, terbiyeciler, kuşları, birbirlerine dokunmalarına izin vermeyecek şekilde birbirlerinin burnuna soktular, iki horozun gözleri kötü kötü parlıyordu, başlan şişmeye başladı. Başlarıyla boyunlarının çıplak derisi öfkeli bir koyu kırmızıya dönüştü. Kanatlarını çırpıyor, uçup birbirlerine saldırmak için terbiyecilerinin elinden kurtulmaya çalışıyorlardı. Hilto kınından çektiği kılıcıyla forum'un karşı tarafındaki Gallala'nın koruyucu tanrısı Bes'in tapınağının harap damını işaret etti.'Orada mavi bir flama sıcak esintide hafif hafif saklıyordu. "Adaylar kuşlar salıverildiği zaman harekete hazır duruma geçecekler. Kuşlardan biri öldürüldüğü zaman flama' indirilecek ve yarış işte o zaman başlayacak. Kuşların ne kadar zaman hayatta kalacaklarını ve yarışa kadarki ara sürenin uzunluğunu sonsuz zekâ ve sağgörü-süyle Kızıl Tanrı saptayacak. Şimdi hazır olun." Bütün gözler, hatta Nefer'le Meren'inkiler dahi birbirlerine meydan okuyan horozlara çevrildi. Hilto kılıcını kaldırdı. Kuşların tüyleri dikilmişti, çılgınca bir öfkeyle birbirlerini paralamaya hazırlanıyorlardı. Hilto, "Şimdi!" diye bağırınca terbiyeciler anında horqzları serbest bıraktılar. Kumun üstünde alacalı bulacalı kanatlarını çırparak uçarcasına koştular, pençeleri ve mahmuzlarıyla saldırıya geçtiler. | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:23 am | |
| Nefer, "Ha, Döv! Ha, Krus!" diye bağırınca atlar toynaklarının altından çakılları ve kumları savurarak ileri atıldılar. Kalabalığın içinden güçlü bir bağırış yükseldi, araba da forum'un etrafını bir kez döndükten sonra açık caddeye yöneldi. Araba kent kapılarından çıkıp tepelere giden patikaya sapınca halkın bağırışları giderek uzaklaşmaya başladı. Patika, çölden esen sabah rüzgârıyla dalgalanan keten bayraklarla iki yüzer adımlık aralıklarla işaretlenmişti. Meren Nefer'e, "Bayrakları sağında tut!" diye hatırlattı. Bayraklardan birini yanlış yandan geçtikleri takdirde hakemler aynı yolu doğru olarak baştan kat etmeleri için onları geriye yollardı. Atları kollayarak dikleşen yokuşu onlara yürüyüş adımlarıyla tırmandırırken Nefer bayrakları ve tozu gözleyerek rüzgârın kuvvetini ve yönünü hesaplıyordu. Esinti batıdan sert ve sıcak esiyor, arkalarındaki toz bulutunu dört bir yana dağıtıyordu. Bu olabilecek en kötü rüzgârdı. Atların kuvvetini tüketeceği gibi, harbe ve yay sınavına sıra gelince menzili şaşırtacaktı. Delikanlı bu düşünceyi arka plana iterek dikkatini önce tepelere tırmanış üzerinde yoğunlaştırdı. Yokuş sert şekilde yukarıya meyledince Nefer'ın komutu üzerine arabadan atladılar ve yükü hafifletmek için atların yanında koşmaya başladılar. Dov'la Krus o kadar hızlı tırmanıyorlardı ki iki genç onlara yetişmek için koşum takımlarına asılmak zorunda kaldılar. Doruğa vardıklarında Nefer onları durdurdu ve kendi kalbinin üç yüz atışı kadar bir süre dinlenmelerine olanak verdi. Geriye kent duvarlarına bakınca uğultuyu uzaklardaki bir dalganın bir mercan rifine çarpışına benzetti. Kalabalığın, kuşların her saldırısına eşlik eden horoz dövüşünün özgün sesiydi bu. Fakat Beş Tapınağı'nın dökülen damında bayrak hâlâ dalgalandığına göre dövüş hâlâ sürüyordu. Nefer kente arkasını döndü ve engebesiz ovanın öbür ucuna bakışını dikti. Harbe hattını görebiliyordu. İki yüzer adım aralıklarla dizilmiş beş tane hedef vardı. Onlara paralel uzanan dikenli çalılardan alçak bir çit arabaları elli adımlık bir menzilde tutacaktı. Nefer arabanın sahanlığına sıçrayarak, "Yürüyün!" diye bağırdı. Atlar da ileriye doğru yürüyüşe geçtiler. Delikanlı arkasına baktığında Beş kulesindeki mavi bayrak hâlâ dalgalanıyordu. Hedef çizgisine doğru hızlanırlarken Nefer kayışı bileğine sardı ve kendine çekidüzen verdi. Harbenin elinden kurtulup dıştaki sarı çemberi atlamasını ve dosdoğru içteki kırmızı daireye doğru uçuşunu hayalinde canlandırıyordu. Rüzgârın flamaları dalgalandırışını gördü. Şabako'nun hedef sırasının ortasındaki alçak bir yükseltide durduğunu görüyordu, içteki daireye bir isabet için kırmızı flamayı, başarısız bir atış için ise sarı - 396 - flamayı gösterecekti. Beş harbe taşıyorlardı ve sadece bir sarı flamaya göz yumulacaktı. İlk atışın Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 325 başarısız olması halinde geri dönüp harbeyi saplandığı yerden almak, sonra dört kırmızı başarana kadar koşmak zorundaydılar. Nefer dizginleri Meren'in eline verdi, arkadaşı da Nefer'e atış için en avantajlı konumu sağlamak için arabayı çite yaklaştırabileceği kadar yaklaştırdı. İlk hedef çok çabuk belirdi. Nefer de hemen hazırlandı. "Nil!" Nefer komutu verdi. Dov'la Krus anında yürüyüşlerini olağanüstü güzellikteki kayma hareketine dönüştürdüler. Araba altında denge buldu, Nefer de bacaklarıyla harekete uyum sağlayarak harbeyi fırlattı. Harbe elinden kurtulduğu andan itibaren içinde hiçbir kuşku kalmadı. Bileğindeki kayışın harbenin hızını artıracağını -ayrıca rüzgârı da hesaba katmıştı. Harbe rüzgârın içinden geçerek elli adımlık mesafeyi aştı ve dosdoğru kırmızı dairenin kalbine saplandı. Nefer, Şabako'nun, isabeti doğrulayan kırmızı flamayı salladığını gördü. Bunun üzerine kutunun içinden ikinci bir harbeyi kaptı ve kayışı bileğine sardı. Hemen hemen tanrısal bir güven duyuyordu. Bundan sonraki dört harbenin de ilki gibi tam olarak hedefi bulacağına emindi. İkinci hedefin yaklaştığını gördü ve atışını yaptı. Bayrağı gözlemesine bile hacet kalmadı, Meren yanında, "Bak-her, kardeşim!" diye bağırmıştı. Nefer hemen üçüncü atışa hazırlandı. Çok yakından uçar gibi geçiyorlardı, dikenli çit de sanki bir sisin içinde kaybolmuştu. Nefer doğrulup sağ kolunu atış için ileri fırlattı, ancak arabanın tekerleği tam o sırada çite dokundu, araba da şiddetli bir dönüş yaptı. Bir an için devrilmenin eşiğine geldi. Atlar birlikte ağırlıklarını vererek arabayı doğrult-tularsa da harbe yola çıkmıştı bile. Nefer büyük bir umutsuzluk içinde onun hedefin açığından geçtiğini gördü. Sarı flama yukarı kalktı. Meren, "Suç benim," diye dişlerini gıcırdattı. "Fazla yakından geçtim." Nefer, "Bu sefer çok dikkatli ol. İki kırmızıya daha ihtiyacımız var," diye onu sert bir sesle uyardı. Dördüncü hedef yaklaştı ama Nefer altında değişmiş olan hareketi fark etmedi. Krus yanlış ayağı öne atmış, çitle çarpışmak dengesini bozmuştu. Meren, "Ho, Krus!" diye seslenerek dizginlerin dokunuşuyla atı dengeye getirmeye çalıştı. Tam o sırada Döv ona doğru hafifçe eğildi, Krus da onun ritmini hissederek tam dördüncü hedefin hizasına gelirlerken adımlarını kısra-ğınkilere uydurdu. Nefer harbeyi fırlattı, Meren de yanında, "Kırmızı!" diye bağırdı. "Kusursuz bir isabet! Basardın!" -397- Nefer, "Daha değil," diyerek kutunun içinden sonuncu harbeyi kaptı. "Bir atış daha var." Sonuncu hedefe hızla yaklaştılar. Adamlar çekilmiş yaylar kadar gergindiler, bütün kasları sertleşmiş, sinirleri koparcasına gerilmişti. Krus bunu sezdi, Meren'in sağ elindeki dizginlerden hissetti. Hedefin yaklaştığını sağ gözüy- j le gördü, Nefer'in atışını yapacağı anı bildi ve içgüdüsel olarak eski kötü huyuna kapılarak adımını değiştirdi. Nefer tam atışını yaptığı sırada araba sarsıldı. Nefer buna rağmen isabet kaydedebilirdi, ama rüzgâr işini bozdu. Sıcak bir hava akımı üzerlerine boşandı; flama direklerinin üstündeki saç örgülerini hoplatacak kadar kuvvetli bir esintiydi, bu. Harbe biraz yana kaçmıştı, rüzgâr bu hatayı daha da şiddetlendirdi. Harbe sağa kaydı, kırmızı dairenin iki parmak kadar dışında kaldı ve dış halkaya vınlayarak saplandı. Şabako siyah flamayı başının yukarsına kaldırarak iki yana salladı, kumaş katları gürültüyle sakladılar. Başarısızlığın işaretiydi bu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 326 ilk turları geçersiz sayılıyordu. Harbeleri toplayıp yeniden denemek zorundaydılar. Nefer dudağını ısırarak dizginleri Meren'in ellerinden hızla çekti ve dikenli çitin ucundan sert bir dönüş yaptı. Başlangıç noktasına dönüyorlardı. Delikanlı atları tüm güçlerini harcamaya zorladı -artık onları kayırmanın sırası değildi. Nefer'in bildiği kadarıyla dövüş horozlarından biri şimdiye kadar ölmüştü, on araba da ava başlamıştı bile. Hedef sırası boyunca başlangıç noktasına doğru hızla geçtiler, o kadar yakından geçiyorlardı ki Meren arabayı tamamen durdurmadan harbeleri samanla doldurulmuş vücutlardan birer birer toplayabildi. Tam bir karavana yapan dördüncü harbe yerde yatıyordu, ama kayalık zemine saplanmanın kargının sapını kırıp ikiye böldüğünü Nefer uzaktan bile görebildi. Dört kırmızı bayrağı başarmak için sadece dört harbeleri kalmış demekti. Bir tek hata burada kalmalarını gerektirecek, seçme on savaşçıya karşı iki kişi karşı koymak zorunda kalacaklardı: sonuçta ya teslim olacak ya da ölesiye dövüşeceklerdi. Kutuda yalnız dört harbeyle sıranın başına vardılar, Nefer burada arabayı durdurup yere atladı. Krus'un başına koşarak atın alnını okşadı ve, "Komutlarımı aynen yerine getir, canım. Sakın umutlarımı bir daha boşa çıkarma," diye fısıldadı. Ta uzaklarda alkışlar koptu ve şen bağırışlar kulağa gelmeye başladı. Bu kez sesler hafifleyip kaybolmadılar. Meren, "Kuşlardan biri öldü!" diye bağırdı. "Av başladı demektir." Nefer bunun doğru olduğunu biliyordu. Horozlardan biri yenik düşmüştü, avcılar da artık onları kovalamakta serbesttiler. Nefer'le Meren başlangıçtaki avantajlarını kaybetmişlerdi. Avcıların arabalarının harbe sınavından geçmeleri gerekmeyecekti. Hedef sırasının yanından durmadan geçeceklerdi. Bu kez dört kırmızı bayrağı kaldırtmayı başarsalar bile, Nefer'le Meren'in ilersinde güreşçiler beklemedeydiler. Mintaka'yla Merykara yan yana durmuşlar, dövüş alanına bakıyorlardı. Kendilerine iskemle hazırlandığı halde, onlar oturamıyorlardı. Altlarındaki kanlı mücadelenin kapanış evrelerini seyrederken endişeden donup kalmışlardı. İki dövüş horozu özenle eşleştirilmişlerdi, ikisi de birçok destansı dövüşün kıdemlisiydiler, ikisi de cesaret ve dayanıklılıklarını kanıtlamışlardı. Uzun bacaklıydılar, ama baldırlarının hürmetli kasları vardı. Zalim kara mahmuzlarıy-la bir hasmın etini kemiğine kadar yarabilirlerdi. Yılankavi boyunları ve kancalı dev gagalarıyla uzanıp hasımlarının tüylerini ve etini yolabilirler, kanını akıtıp zayıf düşürdükten sonra ölüm tutuşuna geçer, hasmı yere mıhlayıp yaşamsal organlarını parçalarlardı. Daha yaşlı kuşun gün doğumu kadar parlak altın ve bakır renginde tüyleri vardı. Kuyruğu safir ışıklarıyla beneklenmiş gururlu bir çağlayandı. Öbür kuş siyahtı ama ışıl ışıl bir siyah, çıplak kafası da mora yakın bir kırmızıydı. Şimdi birbirlerinin etrafında daireler çiziyorlardı. Uzun süre kıyasıya dö-vüşmüşlerdi, kumların üstüne saçılan kopmuş tüyleri batı rüzgârının sıcak esintileriyle etrafa savruluyordu. İkisi de kan kaybettiklerinden ağır damlalar tüylerinin üstünde parlıyordu. Kuvvetleri de kanlarıyla birlikte akıp gidiyor, ikisi de biraz sendeliyordu. Bununla birlikte, gözleri dövüşün başındaki kadar parlak ve vahşi bakışlıydı. Mintaka'nın eline yapışmış olan Merykara, "Sevgili kutsal Hathor. İkisine de güç ver de hayatta kalabilsinler," diye yakardı. "Gün batımına kadar dövüşsünler." Kızcağız duasının ne kadar umutsuz Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 327 olduğunu bile bile devam etti. "Ve Meren'le Nefer'i kötülüklerden koru." Kara kuş birden adam boyu havaya fırladı, sonra güçlü bir kanat çırpışıy-la ve iki ayağını ileri uzatarak öne atıldı. Kızıl kuş da onu karşılamak için havaya sıçramıştı, ama aşağı yukarı tükendiğinden karşılığı ateşten yoksundu. Hamleye yanıt vermek üzere bacaklarını kaldırmakta ağır davrandı. İki horoz etrafa tüylerini püskürterek çarpıştılar, birlikte yerlerde yuvarlandılar, birbirlerinden ayrıldıklarında da kızıl horozun bir kanadı yerde sürünüyordu. Artık sona çok yaklaşmıştı. -399 -398- Merykara, "Ah Hathor, ölmesine izin verme!" diye hıçkırdı. Mintaka'nın kolunu yakaladı ve tırnaklar | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:24 am | |
| Merykara, "Ah Hathor, ölmesine izin verme!" diye hıçkırdı. Mintaka'nın kolunu yakaladı ve tırnaklarını öbür kızın etine saplayarak etinin üstünde parlak kırmızı yarım aylar bıraktı. Fakat Mintaka bunu hissetmedi bile. Kızıl kuşun zayıf halde sendelemesini, kalabalığın da vahşice ulumasını dehşet içinde seyrediyordu. Kara kuş kazandığının farkına varması üzerine canlandı. O uzun ve sert bacaklarının üstünde zıplayarak tekrar havalandı. Pırıl pırıl parlayan kanatlarını alabildiğince açmıştı. Birden taş gibi düşerek dengesini bulmasına vakit bırakmadan kızıl kuşa çarptı ve onu yere mıhladı. Kızıl kuşun kanatlan hafif hafif titriyordu. Siyah kuş gagasıyla hasmının gözüne nişan aldı, bu olmayınca hasmının sarkık yanağını yakaladı ve oraya yapışıp kaldı. Kızıl kuş ayağa kalkabilmişti, ama siyah ona kilitlenmişti. Kızıl kuş acı içinde sürükleniyor, bu arada hasmının ağırlığını da beraberinde götürüyordu. Kızlar uğultuların arasında seslerini duyurdular: "Bırak onu, Seth'in kara gölgesi. Bırak onu, yaşasın!" Kızıl horoz kara olanını dövüş alanının etrafında dolaştırdı, ama attığı her adım bir öncekinden daha halsizdi, sonunda da kızların durduğu yerin hemen altında parmaklığın dibinde yığıldı kaldı. Birisi, "Öldü!" diye bağırdı. "Dövüş sona erdi. Avcılar gitsinler." Mintaka, "Hayır! Daha yaşıyor!" diye haykırdı. Kara kuş hasmının başını salıverdi ve onun üstüne bindi. Kızıl kuş kuvvetinin ve cesaretinin son katresiyle ayağa kalkmaya kendini zorladı ve her iki kanadını da kumun içinde sürüyerek ve yanağındaki kesikten kanlar süzülerek ayaklarının üstünde sallandı. Kara kuş aralarındaki mesafeyi ölçer gibiydi. Birden havaya sıçradı ve bir an boyu kurbanının yukarsında havada duruyor göründü. Sonra hasmının üstüne düştü ve her iki mahmuzunu sonuna kadar iterek kalbiyle akciğerlerine sapladı. Kızıl horoz hasmının altında serili kaldı. Gagası sessiz bir ölüm çığlı-ğıyla sonuna kadar açılmıştı, kanatları da zangır zangır titriyordu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 328 Kara horoz leşin tepesinde duruyordu. Kafasını arkaya atarak boğuk bir zafer ötüşü salıverdi. Ses Mintaka'yı vücudunun en derin noktasına kadar titretti. "Tanrı konuştu! Dövüş bitti!" Hilto kan içindeki paralanmış leşi boynundan tutup kaldırdı; aynı anda Bes'in kulesindeki flama da indi. Hilto atlarının arkasında çömelip beklemekte olan sürücülere döndü. "Kızıl Yol'a gitmekte serbestsiniz!" diye bağırdı. "Arabalarınızı ölüme ya da zafere sürün!" Kamçılar sakladı, atlar başlarını arkaya attılar, yelelerini silktiler, on savaş arabası da kalabalığı tekerleklerinden kaçırtarak, kadınları bağırtarak, erkekler de alkış tutturarak forum'un etrafını bir kez döndü. Sonra arka arkaya kent kapılarından çıktılar ve flama dizisini izleyerek tepelere doğru kopup gittiler. 6? Atlan okşayıp sevmek ve onlara güven vermek Nefer'in birkaç saniyesini daha aldı. Her iki atın boynuna birer kolunu doladı ve onlara sevgisini fısıldadı. Sonra geri dönüp arabaya atladı. Atları önce yürüttü, sonra onları yavaşça eşkin gidişe zorladı. Ancak atlar tam bir uyum halinde koşmaya başladıkları vakit delikanlı, "Nil!" komutuyla ritmlerini değiştirdi. İkinci deneme için hedef sırasına doğru dörtnala yol alırlarken Nefer dizginleri Meren'e verdi. Ona başkaca bir uyarıda bulunmadı, Meren'in fiyaskoyla sonuçlanan ilk denemelerinden dolayı hâlâ acı çektiğini biliyordu. Nefer bir yandan kayışı bileğine dolarken yine ritmini bozacağının işaretini arar gibi Krus'un kulaklarına baktı, ama aygır kulaklarını dikmiş vaziyette aynı tempoyla koşmayı sürdürüyordu, ilk hedefin hizasına geldiklerinde de ritmini bozmadı, fırlatılan harbe de dosdoğru içteki kırmızı dairenin kalbine saplandı. Hemen arkasından sıra ikinci hedefe geldi. Nefer tüm dikkatini ve gücünü atışına verdi, harbenin ucu da iç halkaya derinlemesine saplandı. Nefer'in yanında Meren susuyor, atları tüm ruhu ve hüneriyle yönetiyordu. Üçüncü harbe hedefe doğru uçarken tıpkı bir güneş ışını gibi ışıldıyordu. Şabako da yeni bir isabet için kırmızı flamayı salladı. Sonuncu harbe Nefer'in elindeydi, kayış da bileğine sıkı sıkı sarılıydı. Otoriter, ama aynı zamanda güven verici bir tonla atlara, "Bir tane daha. Benim için bir tane daha," diye mırıldandı. Krus şöyle bir toparlanıp çenesini kısacak olduysa da ritmini bozmadı, Nefer de harbeyi fırlatırken kırmızının tam ortasına isabet ettireceğini bildi. Harbe daha havadayken atlara, "Na! Ha! Koşun!" diye bağırdı. Atlar da kayma hareketinden dörtnala koşuya geçtiler, öyle ki Nefer arkaya doğru savrulma-mak için bacaklarını açıp emniyet ipine yapışmak zorunda kaldı. Şabako kırmızı flamayı başının yukarsında dalgalandırdı. Sesi ta ilerden duyulabiliyordu. " Bak-her majesteleri! Başardınız!" Fakat Nefer kaybettikleri zamanı asla telafi edemeyeceklerini biliyordu, avcılar onlara dörtnala yetişmek üzereydiler. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 329 -401 - Büyücüler Kralı / F: 26 -400 - Flama sırası geniş bir çember çizdirdikten sonra onları dikey duvarlı derin bir kanyonun kenarından geçirerek ve bir dizi doğal düzlüğü tırmandırarak kuzeye götürdü. Burada çıplak toprağın yumuşak şeftali rengi, arazinin sert ve kıraç doğasını sanki yalanlıyordu. Üçüncü ve son düzlüğe çıkan basamak Gallala'dan tırmanan daha güçlü seyircilerden elli kadarı tarafından doldurulmuştu. Nefer'in arabası yaklaşırken onlarışen bağırışlarla karşıladılar ve geçmeleri için ikiye ayrıldılar. Düzlüğün tepesi yassı ve pürüzsüzdü. Bu açıklığın orta yerinde de güreşçiler bekliyordu. Her biri, beyaza boyalı taşlarla işaretlenmiş kendi dairesinin içinde duruyordu. Nefer alkış tutarak ve heyecanla gülerek koşan kalabalıkla birlikte onlara doğru ilerledi. Delikanlı, taş halkalara az kala arabayı durdurdu, beklemede olan iki seyis de hemen dizginleri almaya koştular. Nefer arabadan atlarken, "Birer kovadan fazla su içmesinler," diye onları uyardı. Atlara su içmesine izin verilen ilk mola yeriydi burası, ama Nefer hayvanların karnının şişmesini istemiyordu. Nefer'le Meren alelacele deri zırhlarını ve altlarındaki kısa eteklerini sıyırdılar ve güneşin altında anadan doğma çıplak kaldılar. İdmanla kusursuzluğa erişmiş diri genç vücutları görünce, kalabalıktan hayranlık mırıltıları yükseldi. Aşağı sınıftan düşük ahlak düzeyli bazı kadınlar da heyecanlarından uludular ve şehvetli hareketlerle oynamaya başladılar. Geçen her saniye şimdi avcıların arabalarını biraz daha yaklaştırıyordu. Nefer dans eden kadınlara bakmadı bile, Meren'le birlikte kendileri için seçilmiş güreşçinin beklediği halkaya doğru ilerlediler. Nefer beyaz taşlarla çizilmiş dairenin dışında durdu ve bunun ortasında duran Urlu Polios'a baktı. Adam öyle olağanüstü iri veya uzun boylu değildi, Nefer'den daha iri ve daha ağır sayılmazdı. Hakemler onları adilane eşleştirmişlerdi. Ancak Polios'un üstünde gereksiz yağın ya da etin katresi yoktu. Kendini dövüşe hazırladığı, vücudunun ter ve yağdan parlamasından, kaslarının da şişmiş ve kanla dolmuş olmasından belliydi. Adamın her yanına sert sıfatı yakıştırabilirdi. Omuzlarının eni beliyle kusursuz orantılı, karnı dümdüz, bacakları uzun ve esnekti. Kollarını göğsünün üstünde çaprazlamış olarak duruyor ve Nefer'e katı ve donuk bir bakışla bakıyordu. Nefer derin bir soluk aldı. Taita'nın uyarılarışimdi söyleniyormuş gibi ku-lağındaydı. "Sol dizi. Adamın tek zayıf noktası bu." | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:24 am | |
| Delikanlının bakışı güreşçinin söz konusu bacağına kaydı, ama Polios'un sol dizi de görünürde sağ dizi kadar güçlüydü. Bir zeytin ağacının gövdesi kadar sert ve yenilmez gözüküyordu. Nefer boğazındaki altından tılsıma dokundu ve taşlarla çevrili daireye adımını attı. Halk uluyor, cıyaklıyor ve bağırıyordu. Polios ellerini dizlerine dayadı, sırtını kamburlaştırdı ve bir yılanınkinden farksız donuk ve acımasız bakışını delikanlının üzerine dikti. Nefer ilk adımı kendisinin atması gerektiğini anlamıştı; Polios'un hiç acelesi yoktu çünkü. Görevi, avcıların arabaları yetişene kadar Nefer'i oyalamaktı. Nefer rakibinin etrafında bir kere döndü, Polios da onunla yüz yüze gelmek için ağır ağır döndü. "Evet," dedi Nefer kendi kendine. "İşte belli oldu: sol ayağının ucunu sürüyor." Ama bu o kadar küçük bir kusurdu ki Taita'nın uyarısı olmasa dünyada fark etmezdi. Taita ona, "Eski bir yaranın kalıntısıdır," demişti. "İşte!" Böyle diyerek tam yerini işaretlemek için başparmağını Nefer'in dizine bastırmıştı. İhtiyar adam bundan sonra devam etmişti. "Ama sen yine de onu sakın hafife alma. Adam bir katilden farksız, işte bu favori numarası ve bunda hemen hemen karşı gelinemez güçte." Taita bu hareketi de delikanlıya göstermişti. Nefer dairenin öbür yanına döndü ve Polios da onunla birlikte döndü. Nefer şimdi görebiliyordu: adamın dizkapağının altında doğal olmayan bir oyukluk vardı. Bir saniye daha fazla harcamayı göze alamazdı. Onun için arayı kapadı. İkisi de oyunun klasikleşmiş ilk aşamasına geçtiler. Kavrama hareketlerine giriştiler, silkmeyi denediler, tutuş pozisyonlarını değiştirdiler, ağırlık merkezlerini değiştirdiler, rakibin dengesini ölçmeye çalıştılar. Derken Polios öne atıldı ve Nefer'in gardının altına hamle yaptı. Delikanlı her ne kadar böyle bir manevra beklemişse de uzun bir kolun beline sarılmasını önleyemedi. Kendini birdenbire havalandırılmış buldu, ancak ayaklarının ucu yere değiyordu. Polios, delikanlı kollarının arasında olduğu halde fırıldak gibi döndü ve onu arkaya doğru döndürerek denge bulmasını önledi. Derken sağ dizinin üstüne düştü ve Nefer'i de kendisiyle birlikte düşürdü. Öbür ayağı sağlam şekilde yere basıyor, sol baldırı da yere paralel duruyordu. Nefer o bacağın üstüne düştü ve böbreklerinin hizasına darbeyi yedi. Bu toslamanın aslında omurgasını koparması gerekirdi, Nefer neyse ki vuruşu Meren'le defalarca denemişti. Gerilimi karşılaması için sırtını kamburlaştırdı, aynı zamanda da gücünü kesmek -403-
için her iki topuğunu da yere çarptı. Omurları son limiti | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:24 am | |
| için her iki topuğunu da yere çarptı. Omurları son limitine kadar gerildiği için buna rağmen omurgasının çatırdadığını hissetti. Polios üst gövdesinin toplam ağırlığıyla üstüne bindi, ama Nefer sırtının altına uzandı ve Polios'un dizini Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 331 sağ eliyle hapsetti. Taita deriden bir topu yüzeyinde derin bir iz bırakacak kadar kuvvetle sıktırarak sağ elinin başparmağını sertleştirmesi için Nefer'i saatlerce çalıştırmıştı. Taita bununla da yetinmemişti. Nefer'e bu egzersizleri sürdürtmüş, delikanlı sonunda baş ve işaret parmaklarının arasında bir deniz kabuklusunun kabuğunu çatırdatmayı başarmıştı. Taita bundan sonra ona hasmının dizka-pağının altındaki yaranın tam yerini ve orasını parçalamak için uygulayacağı basıncın yönünü göstermişti. Nefer o noktayı buldu ve başparmağını tibianın başıyla oynak dizkapağının arasındaki oyuğun içine bastırdı. Gösterdiği çabadan sağ kolunun her bir kasışişmiş, gözleri de sanki yuvalarından fırlamıştı. Sonra birdenbire başparmağının ucunun altında bir şeyin çöktüğünü hissetti ve son bir çaba daha gösterdi. Başparmağı daha da derine indi, zayıflayan kıkırdakla veter yırtılırken çatırdadı ve patladı, dizkapağı da Nefer'in pençesinde kalkarak yerinden çıktı. Polios haykırdı. Bu öylesine dayanılmaz bir ıstırabı dile getiriyordu ki ringin kenarını dolduran seyirci saflarındaki uğultuyu bastırdı. Güreşçi delikanlıyı salıverdi ve Nefer'i kendisinden uzaklaştırmaya çalıştı, fakat delikanlı yaralı dizkapağını bırakmayarak kendini yana attı. Bebek kadar çaresiz kalan Polios duyduğu acıdan hıçkırmaya başladı. Nefer adamın üstüne bindi ve suratını toprağın içine bastırdı. Sol bacağını Polios'un altına soktu, Polios da karşı koyamadı. Nefer parçalanmış bacağı, topuğu adamın kabaetine değene kadar kıvırdı ve bütün ağırlığıyla bastırdı. Polios bir insan tarafından çıkarıldığına inanılmayacak kadar korkunç bir çığlık kopardı. Nefer, "Teslim ol!" diye emretti, ama Polios duyduğu acıdan konuşamadığı gibi, sanki felce uğramıştı. Hakem koşarak Nefer'in omzuna dokundu ve karşılaşmayı kazandığını ilan etti. Nefer ayağa sıçradı ve Polios'u yerlerde kıvranır ve sayıklar halde bıraktı. Delikanlının zaferinin sürati karşısında şaşkına dönen seyirciler, iki yana çekilerek ona sessizce yol verdiler. Nefer kalabalık içinden birinin, "O bacağın üstünde asla bir daha yürüyemez," dediğini duydu, ama arkasına bakmayarak öbür ringe koştu ve bunun etrafını çeviren adamları iterek kendine yol açtı. -404- Meren'le Timsah Sigassa birbirlerine göğüs göğüse kilitlenmişlerdi. Ringde yerlerde yuvarlanıyor, kâh biri, kâh öteki üste çıkıyordu. Nefer, Meren'in yaralanmış olduğunu bir bakışta fark etti. Sigassa'nın hasta derisi kalın ve kemiksi, acılara karşı duyarsızdı, adam da bunu bir silah gibi kullanarak hasmına sürtünü-yor, Meren'in etlerini yırtıyor, göğsüyle kollarındaki sığ yırtıklardan kanın süzül-mesine yol açıyordu. Taita onları buna karşı uyarmıştı, ama Sigassa'nın iğrenç kucaklamalarından kurtulmak mümkün değildi, Meren de yenik duruma düşmek üzereydi. Nefer tam zamanında yetişmişti. Kızıl Yol'un kuralları kasten adayların aleyhine işliyordu. Bununla birlikte, bir adayın arkadaşının yardımına gelmesine izin veriliyordu. Ancak onun kendi rakibini yenmesinden sonra. Adaylara verilen tek tuk ödünlerden biriydi bu. Nefer de bundan olabildiğince yararlandı. Nefer ringe girer girmez eğildi ve yerden güvercin yumurtası büyüklüğünde beyaz bir çakıl aldı. Meren'in yardımına koşarken taşı avucunun orta yerine koydu, parmaklarını ve başparmağını onun üzerine kapadı ve taşı o kadar sıkı tuttu ki parmak boğumlan basınçtan beyazlaştı. Yumruğunu bir marangozun çekici kadar etkili bir çekice dönüştürmüştü. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 332 Halk bağırarak Timsah'ı uyardı, güreşçi de bir tek hızlı hareketle Meren'i salıverdi ve ayağa kalktı. Başını eğerek Nefer'e saldırdı. Adamın dazlak ve yumrulu kafasının öldürücü bir lobut olduğuna dair Taita onları uyarmıştı. Sigassa daha ilk hamlesiyle Meren'in iki kaburgasını çatlatmıştı, şimdi de aynışeyi Nefer'e yapmaya hazırlanıyordu. Nefer doğru zamanı iyi hesaplayarak onun yaklaşmasına izin verdi, yere sağlam bastı, sonra sağ yumruğunu, Sigassa'nın çenesinin Taita tarafından kendisine gösterilen yerine çarptı. Sigassa'nın hamlesinin hızıyla ağırlığı, darbenin arkasında Nefer'in omuzlarının toplam gücüyle karşılaştı. Pullu iri kafa arkaya savruldu ve Sigassa'nın bacakları vücudunun altında pelteleşti. Fakat hamlesi onu ileri götürmeyi sürdürdüğünden işaret taşlarının üstüne boylu boyunca serildi. Çıplak bir yumruğun silah olarak kullanıldığını kalabalık içinde hiç kimse o vakte kadar görmemişti. Sigassa tamamen hareketsiz olarak yattığından Nefer bile sonuca şaşırmıştı. Delikanlı bir saniyenin içinde kendini toparladı ve, "Sigassa ringi terk etti. Kaybetmiş sayılır!" diye hakeme bağırdı. Hakem de bağırarak bunu doğruladı. "Nefer Seti bu karşılaşmayı kazandı. Sigassa kaybeden taraf. Yoluna devam edebilirsin, Nefer Seti!" Nefer, Meren'e koştu ve onu ayağa kaldırdı. "Yaralandın mı?" -405- Meren, "Kaburgalarım!" diye soludu. "Hayvan herif boğadan farksız tosladı." 'Yola devam etmeliyiz." "Tabii." Meren toparlandı ve omuzlarını doğrulttu. Duyduğu acıdan yüzü külden farksızdı. "Önemi yok." Ama arabaya koşarken delikanlı göğsünün yanını tutuyordu. Attıkları etekleri alelacele üstlerine geçirdiler. "Bu fazla uzun sürdü. Vakit kaybediyoruz." Delikanlılar arabaya atlarken ikisi de tepelerin düzlük yamacının aşağısındaki ovada dizili harbe hedeflerine baktılar. Meren, "işte oradalar," diye homurdandı. Güneş ışığında hayal gibi gözüken toz bulutunu gördüler. Avcıların arabaları havada asılı tozların altında hâlâ koyu renkli beneklere benziyorlardı, ama delikanlıların gözlerinin önünde giderek büyümekteydiler. Söyleyecek bir şey yoktu. Avcılar güreşçiler tarafından sınanmayacaklar-dı. Taş çemberlerinin yanından dörtnala geçeceklerdi. Nefer'le Meren ellerindeki küçücük avantajı ne kadar kolay kaybedebileceklerinin bilincindeydiler. Bir tek yanlış adım ya da yanlış hesap yeterliydi. Nefer dizginleri kavrayarak atlara seslendi. Dov'la Krus sahipleri güreşirken dinlenmişlerdi. Birden tüm güçleriyle harekete geçtiler, ilerde parkuru işaretleyen sıra sıra bayraklar geniş bir kavisle tekrar güneye, yarışmacıların geldikleri yöne dönmeye başlıyordu. 'Yarı yolu aştık!" Meren neşeli gözükmeye çalışıyordu, ama çatlak kaburgalarının verdiği acı sesine yansıyordu. Aldığı her soluk başlı başına bir işkenceydi. Ovayı aştılar ve düzlüklerin bir dizi dev Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 333 basamakla uçurumun eteğine indiği noktaya geldiler. Aşağıya, sulanan topraklardaki kırsal alanlara ve çitlerle çevrili çayırlara baktılar. Onları çeviren arazilerin sarı ve boz renklerinin; Gallala'nın bu uzaklıktan insan elinden çıkmış değil de doğal gibi gözüken toprak rengindeki kulelerinin ve damlarının yanında şaşılacak bir yeşillikteydi buraları. Delikanlılar ileriye baktılar. Kanyon önlerinde bir ejderin boğazı gibi açılıyordu. Yanları tırmanılamayacak kadar dikti ve gölgeli mor derinlerin içinde kayboluyordu. Yarların doruğunu çeviren patikada küçük insan grupları vardı. Bunlar, harbe sınavını izlemiş olan ve kestirmeden okçuluk yarışmasını seyretmeye koşan seyircilerdi. Nefer avcılardan birkaç metre avans kazanmak amacıyla atları zorlayarak arabayı düzlüğün basamaklarına sürdü. Krus bu noktada harbe sınavındaki yanlışlarını büyük ölçüde düzeltmeye girişti; büyük gücüyle onları götürüyor ve yanındaki Dov'a cesaret veriyordu. Böylece k | |
| | | | BÜYÜCÜLER KRALI | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|