(¯`•._.•♥♥ROSE GARDEN♥♥•._.•´¯) |
| | BÜYÜCÜLER KRALI | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:38 am | |
| den kayboluyordu. Burada Hiksosların gizlenip bir baskın yapmalarını sağlayacak herhangi bir yer yoktu. Ortalıkta bazı küçük kayalarla güneşte kurumak üzere olan bazı dikenli çalılar dışında hiçbir şey görülmüyordu. Derken Taita her ne olduysa gece olduğunu anımsadı. Ama onu rahatsız eden bir şey vardı. Güçlü bir kötücül kuvvet tarafından gözetleniyormuş gibi belirli belirsiz kötü bir his vardı içinde. Bu duygu o kadar kuvvetlendi ki güneşte kıpırdamadan durarak gözlerini kapadı. Etrafındaki havadan her türlü etkiyi sünger gibi emmek için aklının ve ruhunun kapılarını açtı. Hemen o an bu duygu daha da kuvvetlendi: burada çok korkunç şeyler vardı, fakat kötülüğün odağı fazla ilersinde olmayan bir yerdeydi, ihtiyar adam gözlerini açıp yavaşça o yana yürüdü. Sıcaktan yanmış kayayla dikenden başka görülecek bir şey yoktu, ama Taita şimdi sıcak havada kötülüğün kokusunu bile alabiliyordu. Leş yiyen vahşi bir hayvanın nefesi gibi hafif ve keskin kokulu bir şeydi bu. Taita durdu ve bir av köpeği gibi kokladı. Hava şimdi tozlu ve kuru, fakat temizdi. Bu da uçucu kokunun doğa yasalarının dışında bir şey olduğunu kanıtlıyordu. Taita bu noktada işlenmiş bir günahın hafif yankısını yakalar gibi oluyordu, ama bunun yerini kesin olarak belirlemeye çalıştığında kayboldu. Adam ileriye doğru bir adım attı, sonra bir adım daha, aynı anda iç bulandırıcı koku ona doğru esti. Bir adım daha | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:39 am | |
| derken kokuya büyük bir üzüntü duygusu eklendi. Ölçülemeyecek kadar değerli, yerine konulamayacak bir şeyi kaybetmiş gibiydi. Taşlık patikada bir adım daha atmaya kendini zorladı, aynı anda bir şey akciğerlerindeki tüm havayı boşaltacak kadar şiddetle ona çarptı. Taita duyduğu dayanılmaz acının etkisiyle haykırdı ve göğsünü kavrayarak dizüstü düştü. Soluk alamıyordu. Bu, acının en üst kademesi, ölüm açışıydı, ihtiyar adam da halkalarıyla vücuduna sarılan bir yılanmış gibi onunla boğuşuyordu. Kendini tekrar patikadan aşağı yuvarladı, sancı da aynı anda kayboldu. Gil onun bağırdığını duymuştu. Koşarak patikayı tırmandı. Taita'yı yakalayıp ayağa kaldırdı. "Ne var? Size ne oldu, lordum?" Taita onu itti. "Git! Bırak beni! Burada tehlikedesin. Bu insanlar değil, tanrılar ve iblislerle ilgili bir şey. Git! Yamacın aşağısında bekle beni." Gil durakladı. Ama sonra o parlak gözlerdeki bakışı fark etmesiyle bir hayalet görmüş gibi irkildi. Taita, "Git!" dedi. Bu, Gil'in bir daha hiç duymak istemeyeceği bir sesti ve kaçtı. - 104- Askerin gitmesinden uzun bir süre sonra Taita ona karşı cephe almış kuvvetlerle başa çıkabilmek için vücuduyla aklını kontrolü altına almaya çalıştı. Kemerindeki keseye el atarak içinden Lostris'in tılsımını çıkardı. Onu sağ elinde tutarak yine ileriye doğru bir adım attı. Patikadaki aynı yere gelince sancı onu daha da vahşice vurdu. Bir ok sanki göğsüne saplanmıştı. Arkaya doğru sendelerken bağırmamak için kendini güç tutuyordu, sancı da daha önceki gibi yine kayboldu. İhtiyar adam soluyarak taşlık yere baktı. Önce engebeli patikanın herhangi başka bir yerindekinden farklı gözükmüyordu. Derken, toprağın üstünde bir gölge belirdi. Taita bir yandan bakarken gölge değişti ve koyu kırmızı renkte pırıl pırıl bir birikintiye dönüştü. Adam ağır ağır dizüstü düştü. "Bir hükümdarın ve bir tanrının kalbinin kanı bu," diye fısıldadı. "Firavun Tamose tam bu noktada öldü." Taita kendini toparlayıp sakin, fakat titremeyen bir sesle Horus'a yakarışını yöneltti. Bu o kadar güçlü bir duaydı ki, ancak yedinci derecenin bir uzmanı onu ağzına almaya cesaret edebilirdi. Duayı yedinci tekrarında gözle görülmeyen, ancak etrafındaki çöl havasını kıpırdatan kanatların hışırtısı kulağına geldi. Taita, "Tanrı burada," diye fısıldadı ve dua etmeye başladı. Firavun'u ve dostu için dua ediyor, Horus'a onu acısından kurtarmasını, duyduğu işkenceye son vermesi için yalvarıyordu. Tann'ya, "Bu korkunç yerden kurtulmasına izin ver," diye yakardı. "Burada tıkılıp kalmak ruhu için dayanılmaz bir işkence olmalı." Bir yandan dua ederken kötülükleri savmak için gerekli işaretleri yapıyordu. Kan birikintisi toprak tarafından emilirmiş gibi gözlerinin önünde küçülmeye başladı. Son damla da kaybolurken Taita uykulu bir çocuğun çığlığı gibi şekilsiz ve yumuşak bir ses duydu ve onu ezen kayıp ve üzüntü hissinin ruhunu terk ettiğini hissetti. Ayağa kalkınca da büyük bir ferahlık duydu. Kan birikintisini gördüğü yere bastı. Çarıklı ayakları oradayken bile hiçbir acı duymadı ve yüreğindeki huzura hiçbir gölge düşmedi. "Huzur içinde git, dostum ve kralım ve sonsuza dek yaşa." Yüksek sesle bu yakarışta bulunurken uzun Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 82 ömür ve mutluluk işaretini yaptı. Dönüp geldiği yoldan tekrar aşağı inmeye hazırlanıyordu ki bir şey onu olduğu yerde durdurdu. Başını kaldırıp yine havayı kokladı. O kötü kokudan hâlâ hafif bir iz vardı etrafında. İsteksiz bir tavırla yine yokuşu tırmanmaya başladı. Firavun'un öldüğü yeri geçti ve ilerlemeye devam etti. Kötülüğün kokusu - 105- attığı her adımla daha da kuvvetleniyor, içine öğürtüler veriyordu. Bunun doğal düzenin ötesinde bir şey olduğunu bir kez daha hissetti. Devam etti, yirmi adım daha atmasının arkasından da koku kaybolmaya yüz tuttu. Bunun üzerine kokunun en şiddetli olduğu noktayı saptayana dek bir ileri, bir geri gitti. Patikadan ayrılınca da kokunun onu hemen hemen bo-ğacakmış gibi kuvvetlendiğinin farkına vardı. Patikanın hemen yanındaki dikenli bir ağacın kıvrımlı dallarının altında duruyordu. Başını kaldırınca dalların garip bir şekli olduğunu fark etti. Sanki insan eliyle bükülerek göğün mavi fonunun önünde belirgin bir haç oluşturmuşlardı. Aşağı bakınca, bu kez bir atın başı büyüklüğünde ve biçiminde bir kaya dikkatini çekti. Kısa bir zaman önce kaldırılmış, sonra tekrar eski yerine oturtulmuştu. Taita kayayı içinde oturduğu girintiden çıkarınca, dikenli ağacın köklerinin arasındaki bir oyuğu örttüğünü gördü. Oyuğun içine bakınca burada bir şey olduğu dikkatini çekti. Buraya elini sokarken tedirgindi -oyuk bir yılan ya da bir akrep için ideal barınaktı çünkü. Oyuğun içinden olağanüstü güzellikte oyulmuş ve işlenmiş bir cisim çıkardı. Bunun bir okluk olduğunun neden sonra farkına vardı. Kimlere ait olduğuna dair şüphesi yoktu. Okluğun üstündeki desen bir Hiksos arması stilin-deydi, deri kapın üstüne işlenmiş resim ise Hiksos savaşçılarının taptıkları timsah biçimindeki savaş tanrısı Seueth'di. Taita okluğun kapağını kaldırınca içinde yeşil ve kırmızı renkte beş ok bulunduğunu gördü. Saplardan birini çekince kalbi duracak gibi oldu. Yanılmış olması olanaksızdı. Naja'nın Konsey'in huzuruna getirdiği kana bulanmış kırık oku dikkatle incelemişti. Bu ok, Firavun'u öldürenin tıpatıp eşiydi. Oku ışığa tuttu ve sapa işlenmiş armaya dikkatle baktı, Çenelerinin arasında T hiyeroglifini tutan bir leoparın stilize edilmiş başıydı. Ölümcül okta da aynı işareti görmüştü. Tıpatıp aynıydı. Taita verebileceği tüm bilgileri özümsemek ister gibi oku ellerinin arasında evirip çeviriyordu. Oku burnuna götürüp kokladı. Sadece tahta, boya ve tüy kokuyordu. Onu bu gizleme yerine getiren iğrenç koku kaybolmuştu. Firavun'un katili niçin okluğunu saklasındı ki? Çarpışmadan sonra bu arazi Hiksosların elinde kalmıştı. Silahlarını geri almak için dünya kadar vakitleri olmuştu. Bu çok güzel ve değerli bir cisim. Mecbur kalmadıkça hiçbir savaşçı onu terk etmez, diye düşündü Taita. Bir saat daha yamacı aradıysa da, ilgisini çekecek başka bir şey bulamadığı gibi, kokuşmuşluk ve fenalık anlamına gelen o doğaüstü kokuyu da bir daha alamadı. Arabaların vadideki kumların üstünde bekledikleri yere inerken okluğu eteğinin altına saklamıştı bile. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 83 Gece bastırıncaya kadar vadide gizlenerek beklediler. Daha sonra gıcırdamalarını önlemek için tekerlek poyralarını koyun yağıyla yağlayarak, atların toynaklarını deri patiklerle örterek, bütün silahlarla donanımı da ses çıkarmamaları için sarıp sarmalayarak Gil'in rehberliğinde Hiksos bölgesinin içlerine girdiler. Mızrak eri yöreyi iyi tanıyordu, Taita da herhangi bir yorumda bulunmamakla beraber, adamın kim bilir efendisiyle kaç kez buralarda yolculuk ettiğini ve düşmanla daha kaç randevuları olmuş olduğunu merak etmekten kendiri alamadı. Şimdi Nil'in alüvyon ovasındaydılar. Karanlıkta tanıyamadıkları silahlı asker kafileleri geçerken defalarca yoldan ayrılmak zorunda kaldılar. Vakit gece yarısını geçerken unutulmuş bir tanrının alçak bir kil tepesinin yamacında oyulmuş, terk edilmiş durumdaki tapınağına geldiler. Mağara bütün bölüğü araçl~rı, atları ve adamlarıyla birlikte barındıracak kadar büyüktü. Daha önce de bu amaçla kullanıldığı hemen belli oldu. Harap durumdaki mihrabın arkasında lambalar ve bir yağ amforası gizliydi, ayrı bir bölmede de at yemi balyaları istiflenmişti. Atların eyerlerini çıkarıp hayvanları doyurduktan, kendileri de kendi yemeklerini yedikten sonra askerler saman döşeklerine uzandılar ve horlamaya başlamakta gecikmediler. Gil bu arada süvari üniformasını çıkarıp yerine göze batmayacak bir köylü kıyafeti giymişti. Taita'ya, "Ata binemem. Fazlasıyla dikkat çeker," dedi. "Bubasti'deki karargâha varmam yarım gün alır. Beni yarın akşamdan önce beklemeyin." Mağaradan çıkıp gecenin karanlığında gözden kayboldu. Taita, Gil'in götürmekte olduğu mesaja Lord Naja'nın müttefiklerinin verecekleri yanıtı beklemeye hazırlanırken, dürüst Gil göründüğü kadar saf bir asker değil, diye düşündü. Ortalık aydınlanır aydınlanmaz yeraltı tapınağının hava deliğinin açıldığı tepeye bir nöbetçi dikti. Vakit öğleye yaklaşırken hava bacasından kulağına gelen hafif bir ıslık bir tehlikeyi haber verdi, Taita da nöbetçinin yanına tırmandı. Ağır yüklerin altında ezilen eşeklerden oluşan bir kervan tapınağın ağzına doğru yol alıyordu; Taita tapınağı bir tür kervansaray olarak kullananların bu tüccarlar ol- - 107 - 106 - düğünü tahmin etti. O bölmeye yem balyalarını bırakanlar da mutlaka onlardı. İhtiyar adam yaklaşan kervandakiler tarafından görülmemeye dikkat ederek doruktan aşağı indi. Şiryandan Şer Dağı'nın Asur Kitabı'ndan üç dize okurken patikanın orta yerine beyaz kuvarz taşlarını belli bir motif oluşturacak şekilde dizdi. Sonra çekilerek kervanın gelişini beklemeye koyuldu. Öndeki eşek kafilenin kalan kısmından yaklaşık on, on beş metre ilerdeydi. Hayvanın tapınağı ve içindeki yemleri bildiği, sürücüsünün teşviki olmadan adımlarını hızlandırmasından belli oldu. Fakat patikada beyaz kuvarz taşı kümesinin başına gelince, hayvancık öylesine ürktü ki üstündeki yük kayarak karnının altında asılı kaldı. Aynı anda çifteler atarak koşmaya ve tapınaktan ovaya doğru uzaklaşmaya başladı. Boğuk anırmaları kafiledeki öbür hayvanları da etkilemişti, çok geçmeden onlar da çifteler atmaya, yulara karşı koymaya, sürücülerine saldırmaya ve bir arı sürüsünün saldırısına uğramış gibi dört dönmeye başlamışlardı. | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:39 am | |
| Sürücülerin, kaçan hayvanları yakalayıp öbürlerinin yanına getirmesi, dehşet içindeki zavallıları sakinleştirmesi ve tekrar tapınağa doğru yola düzül-meleri öğleden sonra saatlerinin yarıdan fazlasını yuttu. Zengin kıyafetli tıknaz baş sürücü bu kez öne geçti ve uzun bir dizginin ucundaki inatçı eşeği arkası sıra sürüklemeye başladı. Patikanın orta yerinde taşları görünce durdu. Kafile arkasında birikmişti; öbür sürücüler de yanına geldiler. Yolun ortasında ellerini, kollarını sallayarak ayaküstü bir toplantı yaptılar. Yükselen sesleri Taita'nın yamaçta zeytin ağaçlarının arasında gizlendiği yere kadar ulaşıyordu. Baş sürücü sonunda öbürlerinden ayrılarak yalnız başına yürüdü. Adımları önceleri hızlı ve güvenliydi. Ama çok geçmeden yavaşladı ve çekingenleş-ti, sonunda da durarak kuvarz taşlarının oluşturduğu deseni uzaktan inceledi. Az sonra taşların bulunduğu yöne doğru tükürdü ve taşların hakareti iade etmelerinden korkmuş gibi geri sıçradı. Son olarak kem göz işaretini yaptı, döndü ve bir yandan yaklaşmamaları için el, kol hareketleriyle onları uyararak arkadaşlarına katılmakta acele etti. Öbürleri ısrar etmediler. Bütün kervan az sonra geldiği yolda gerileme halindeydi. Taita da yamacı inerek içerdikleri etkilerin dağılması için taşları dağıttı, böylece, beklediği öbür ziyaretçilere yolu açtı. Silahlı yirmi kişi kısa yaz alacakaranlığında hayvanlarını hızla sürerek geldiler. Ödünç aldığı bir ata binmiş olan Gil kafilenin başındaydı. Dağılan taşların yanından fırtına gibi geçtiler ve tapınağın ağzına ulaşarak silah takırtıları - 108- arasında atlarından indiler. Liderleri uzun boylu ve geniş omuzlu bir adamdı. Çatık kaşları, etli ve kancalı bir burnu vardı. Ağır kara bıyıkları göğsüne kadar iniyordu, sakal kıllarının arasına da renkli kurdeleler örülmüştü. Yabancı bir şiveyle, "Sen o Büyücü'sün, değil mi?" dedi. Taita Hiksos dilini onlar kadar iyi konuştuğunu belli etmeyi uygun bulmayarak mütevazı bir tavır takındı ve Mısır diliyle yanıt verdi. "Adım Taita ve Büyük Tanrı Horus'un hizmetkârıyım. Sizi onun adına kutsarım. Etkin bir adam olduğunuzu görüyorum, ama adınızı bilmiyorum." "Adım Trok. Leopar Klanfnın Büyük Reisi ve Kral Apepi'nin ordusunun kuzey kanadının komutanıyım. Bana bir simge getirmiş olmalısın, Büyücü." Taita sağ avucunu açtı ve Hiksos'a mavi sırlı porselen kırığını gösterdi. Bu, Tanrı Seueth'in minik bir heykelinin üst yarısıydı. Trok bunu dikkatle inceledi, sonra kemerindeki keseden başka bir porselen parçası çıkararak iki kırığı birleştirdi. Kırık kenarların birbirlerine tıpatıp uyduğunu görünce hoşnut bir tavırla, "Gel benimle, Büyücü," diye homurdandı. Trok yanında Taita'yla gecenin karanlığında yürüdü. Konuşmadan tepeye tırmandılar ve yıldızların ışığında karşı karşıya yere çömeldiler. Trok kılıcının kınını dizlerinin arasına sıkıştırmıştı, eli de ağır palasının üstündeydi. Taita bunun güvensizlikten çok alışkanlıktan ileri geldiğini düşündü. Ama öyle de olsa savaşçıların komutanı yabana atılacak bir adam değildi. Trok, "Bana güneyden haber getiriyorsun," dedi. Soru sormuyor, bildiği bir gerçeğin doğrulanmasını beklermiş gibi konuşuyordu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 85 "Firavun Tamose'un ölümünü duydunuz, değil mi lordum?" "Tebli düzmecenin ölümünü Abnub kentini zapt ettiğimiz zaman aldığımız tutsaklardan duyduk." Trok, Mısır Firavun'unun otoritesini söz ya da imayla kabul etmemeye özen gösteriyordu. Hiksoslara göre her iki krallıktaki tek hükümdar Apepi'ydi. "Yukarı Mısır tahtı üstünde hak iddia eden bir çocuğun varlığını da duyduk." Taita, "Firavun Nefer Seti henüz on dört yaşında," dedi. Nefer'den söz ederken Firavun unvanını vurgulamaya dikkat ediyordu. "Birkaç yıldan önce erişkinliğe ulaşmayacak. Lord Naja o vakte kadar Naipliğini üstlendi." Trok ani bir ilgi belirtisiyle öne uzandı. Taita içinden kıs kıs güldü. Yukarı Krallıktaki durumlar hakkında bu kadar bir bilgileri olmadığı takdirde, Hiksos-ların haber alma örgütleri pek zavallı olsa gerekti. Sonra hükümdarın ölümünden kısa bir süre önce Firavun Tamose'la birlikte Teb'de Hiksos casuslarıyla muhbirlerine karşı açtıkları savaşı anımsadı. Elliden fazlasını meydana çıkar- - 109- mışlar ve tutuklanışlardı işkenceyle sorguya çekildikten sonra hepsi idam cezasına çarpılmıştı Taıta düşmana bilgi akışını kesmiş olmalarından dolayı içinde derin bir hoşnutluk duydu "Demek ki bize güneydeki Naıp'ten aldığın yetkiyle geliyorsun Bize Na-ja'dan ne gibi bir mesaj getırıyorsun?" diye sorarken Trok'un tavrındakı garip zafer sevinci Taıta'nın dikkatinden kaçmadı Taıta kaçamak bir yanıt vermeyi seçti 'Lord Naja önerisini doğrudan Apepı'ye götürmemi istedi ' Trok'a gerekli olandan daha fazla bilgi vermek ıs temıyordu Komutan buna alındı "Naja kuzenımdır," dedi soğuk bir tavırla, "Yolladığı mesajın her kelimesini bilmemi ister" Taıta duygularına öylesine hâkimdi ki Trok'unkı bağışlanamaz bir boşboğazlık olduğu halde, en küçük bir şaşkınlık belirtisi göstermedi Naıp'ın kokenıyle ilgili kuşkuları böylece doğrulanmış olu yordu Olculu bir sesle, "O kadarını biliyorum, lordum Ne çare ki Apepı'ye gönderilen mesaj o kadar önemli ki " diyecek oldu Komutan onun sözünü kesti "Beni kuçumsuyorsun, Buyucu Naıp'ın yüzde yüz güvenme sahibim " Trok'un sesi kabalaşmıştı "Apepı'ye bir ateşkes önermeye ve onunla kalıcı bir barış pazarlığı yapmaya geldiğinizi biliyorum " "Size daha fazlasını söyleyemem, lordum" Bu Trok bir savaşçı olabilir ama bir entrikacı olmadığı kesin, diye düşünüyordu Ama, "Ben mesajımı yalnız Çoban Başkan'a iletebilirim," derken tavrında ve sesinde hiçbir değişiklik olmadı Hıksos hükümdarına Yukarı Mısır'da bu unvan yakıştırılıyordu "Beni ona götürebilir mısınız7" 'Nasıl istersen, Buyucu Bir yararı olmasa da istersen çeneni kapalı tut' Trok öfkeyle ayağa kalktı "Kral Apepı Bubastı'de," dedi "Derhal oraya gideceğiz" Göstermelik bir sessizlikle yeraltı tapınağına döndüler Taıta orada Gıl'le muhafızların çavuşunu yanına çağırdı "Görevinizi iyi başardınız," dedi onlara "Ama şimdi geldiğiniz kadar gizlice Teb'e dönmelisiniz" Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 86 Gıl, 'Sız de bizimle geliyor musunuz?" diye endişeyle sordu Belli ki kendini ihtiyar adamdan sorumlu hissediyordu "Hayır" Taıta başını salladı "Ben burada kalıyorum Naıp'e rapor vermeye gidince Apepı'yle buluşmak için yolda olduğumu söyle" Atlar yağ lambalarının olgun ışığında arabalara koşuldular, yolcular da kısa bir sure sonra yola çıkmaya hazır oldular Gıl arabadan Taıta'nın den heybesini getirdi ve ihtiyar adama verdi Sonra onu saygıyla selamladı "Sizinle - 110 yolculuk etmek benim için büyük bir onurdu, lordum Ben çocukken babam serüvenleriniz hakkında öyküler anlatırdı Asyut'ta sızın alayınızda bulunmuştu Sol kanadın komutanıydı" Taıta sordu "Adı neydi?" "Lasro, lordum" "Evet" Taıta başının hareketiyle doğruladı "Onu çok iyi hatırlıyorum Savaşta sol gözünü kaybetmişti" Gıl ihtiyar adama huşu ve hayranlıkla baktı "O olay kırk yıl önceydi, ama sız hatırlıyorsunuz" Taıta, "Otuz yedi yıl önceydi," diye düzeltti "Yolun açık olsun, genç Gıl Dun gece yıldız falına baktım Uzun bir hayatın olacak ve onurlu payelere yükseleceksin " Gurur ve hoşnutluktan söyleyecek söz bulamayan mızrak en dizginlere sarıldı ve gecenin içinde uzaklaştı Lord Trok'un adamları da bu arada hayvanlarına binmişlerdi ve yola çıkmaya hazırdılar Gıl'ın tapınağa dönerken bindiği atı Taıta'ya vermişlerdi Taıta heybelerini hayvanın üstüne fırlattı ve kendi de bir atlayışta oturdu Hıksoslar, bacaklarını birbirinden ayırarak ata binmekte Mısırlılar gibi bir sakınca görmüyorlardı, mağaranın ağzından gürültüyle çıkarak batıya, yanı araba kafilesinin izlediği yolun aksı yönüne döndüler Taıta ağır silahlı Hıksos kafilesinin ortasında atını sürüyordu Trok önden gidiyordu Taıta'yı yanında atını sürmeye davet etmemişti ihtiyar adama Na-ja'nın mesajını doğrudan ona vermeyi reddetmesinden ben soğuk ve mesafeli davranıyordu Düşünülecek pek çok şeyi olduğundan Taıta görmezlikten gelinmesine memnundu Özellikle Naja'nın karışık kanı dolayısıyla önünde çok ilginç olasılıklar belirmişti Gece boyunca at sürerek batıya, düşmanın Bubastı'dekı en önemli üssüne doğru yol aldılar Vaktin gece olmasına rağmen yolda giderek fazlalaşan bir hareket vardı Hepsi askeri malzeme yüklü boy boy arabalar onlarla aynı yönde ilerliyordu Aynı sayıda boş arabalar ise yüklerini boşaltmış olarak Ava-rıs'le Memphıs'e doğru dönüş yapıyorlardı Nehre yaklaştıkları sırada Taıta, Bubastı çevresinde mevzılenmış Hıksos birliklerinin ateşlerini gördü Nehir kıyısında kilometreler boyunca ıkı yöne uzanan bir titrek ışıklar tarlası, karanlıkta görülmeyen dev bir insan ve hayvan topluluğuydu bu - 111 - Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 87 Kamp kurmuş bir ordunun kokusu dünya yüzünde başka hiçbir şeye benzemez. Onlar yaklaştıkça bu koku dayanılmaz bir hal aldı. Aslında birçok kokuların karışımıydı: süvari birliklerinin kokusunun, gübreyle gübre ateşlerinin kokusunun, deriyle küflenmiş tahılların kokusunun, yıkanmamış erkeklerle cerahatlenmiş yaralarının, gömülmemiş çöplerin, hela çukurlarının amonya-ğıyla hayvan tersinin, pişen yiyeceklerle ekşiyen biraların karışımı. Geniz yakan gömülmemiş cesetlerin kokusu da cabası. Taita bu boğucu koku harmanının altında bir başka koku yakaladı. Bunu tanır gibi olmuştu, ama hastalardan biri atının önünde sendeleyip onu dizginleri hızla çekmek zorunda bıraktığında solgun yüzdeki pembe lekeleri görmesi üzerine emin oldu. Apepi'nin Abnub'daki zaferinin niçin arkasını getirmediğini, arabalarını niçin güneye, Mısır ordusunun darmadağın ve çaresiz durumda olduğu Teb'e yollamadığını şimdi anlıyordu. Taita atını Trok'unkinin yanına sürdü ve yavaşça sordu. "Lordum, veba kuvvetlerinizi ilk ne zaman yere vurdu?" Trok atının dizginlerini o kadar hızlı çekti ki hayvanı altında zıplamaya ve fır fır dönmeye başladı. "Bunu sana kim söyledi, Büyücü?" diye sordu. "Bu lanet olası hastalık senin büyülerinden biri mi yoksa? Yoksa bu salgını sen mi başımıza musallat ettin?" Savaşçı böyle söyledikten sonra karşı tarafın yalanlamasını beklemeden atını öfkeyle mahmuzladı. Taita onu oldukça geriden izlediyse de, etrafında olan bitenlerin bir tek ayrıntısını bile gözden kaçırmıyordu. Bir yandan da ışık kuvvetleniyordu. Zayıf ve puslu bir güneş, araziyi battaniye gibi örten ve şafak göğünü gözden silen kalın sis ve odun ateşi bulutunun arkasından kendini doğru dürüst gösteremiyordu bile. Bu ışık manzaraya doğaüstü bir görünüm veriyordu; cehennemden bir sahne gibiydi. İnsanlarla hayvanlar bu ışıkta karanlık ve şeytansı siluetlere dönüşüyordu. Kısa zaman önceki taşkının çamuru da atlarının toynaklarının altında siyah ve yapışkandı. Böylece cenaze taşıyan arabaların ilkinin yanından geçtiler. Taita'nın etrafındaki adamlar da arabanın üstünde yığılışişmiş ölü kümesinden yayılan kokuya ve pis havaya karşı giysilerinin ucuyla ağızlarını ve burunlarını örttüler. Trok bir an önce arabanın yanından geçmek için atını mahmuzladı, ama aynışekilde yüklü daha pek çok araba yolu tıkamıştı. Daha ilerde arabaların tüyler ürpertici yüklerini yakılmak üzere boşalttıkları alanlardan birinin yanından geçtiler. Odun bu ülkede kıt bulunan bir malzemeydi, alevler de ceset yığınlarını yakıp yok etmeye yeterli değildi. Çürüyen etlerden yağlar sızdıkça alevler titreşiyorlar ve o havayı soluyanların ağızlarıyla boğazlarına yapışan yağlı kara duman bulutları salıveriyorlardı. - 112- Taita acaba kaç kişi vebaya kurban oldu, kaç kişi de ordumuzla çarpışırken öldü, diye merak etti. Veba herhangi bir orduyla uyum halinde yan yana yürüyen korkunç bir hortlaktı. Apepi yıllardan beri burada Bubasti'de farelerle, akbabalarla ve leş yiyen marabu leylekleriyle kaynaşan kamplardaydı. Adamları da kendi pislikleriyle koyun koyuna yaşıyorlar, vücutları pireler ve bitlerle kaynıyor, bozuk gıdalar yiyorlar ve mezarlarla dışkı yığınlarının sıvılarının aktığı sulama kanallarındaki suları içiyorlardı. Bunlar vebanın gelişip yayılması için ideal koşullardı. Bubasti'ye yaklaşıldıkça benzer kamplar çoğaldı, çadırlar, kulübeler ve mezbeleler garnizon kentini çevreleyen duvarlarla hendeklerin dibine yığılmıştı sanki. Veba kurbanları içinde nispeten şanslı olanlar G | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:40 am | |
| sıcak sabah güneşine karşı fazla bir koruma sağlamayan didik didik palmiye yapraklarından damların altında yatıyorlardı. Başkaları ise tarlaların ayaklar altında çiğnenmiş çamurlarının arasında susuzluğa ve hava koşullarına terk edilmiş durumdaydılar. Ölülerle can çekişenler iç içeydiler, çarpışmada yaralananlar ise sulu dizanteriden perişan haldeki hastalarla yan yana yatıyorlardı. Taita tüm şifacı içgüdülerine rağmen onları kurtarmak için bir şey yapmayacaktı. Kendi kalabalıkları onları mahkûm ediyordu, bir tek adam ise bu kadar çok insana yardım etmek için ne yapabilirdi? Dahası, onlar Mısır'ın düşmanıydılar, Taita ise vebanın tanrıların onlara uygun gördüğü bir ceza olduğunu düşünüyordu. Bir tek Hiksos'u tedavi etmesi, Teb üzerine yürüyecek ve sevgili kentini alevlere ve yağmaya kurban edecek fazladan bir düşman demekti. Kaleye girdiler ve buranın duvarları arasındaki koşulların daha parlak olmadığını gördüler. Veba kurbanları hastalığın onları yere vurduğu köşelerde yığılıp kalmışlar, farelerle sokak köpekleri cesetleri, hatta hâlâ hayatta olmakla beraber kendilerini koruyamayacak durumda olanların vücutlarını kemiriyorlardı. - 113- Apepi'nin karargâhı Bubasti'deki en önemli binaydı. Kentin ortasında çamur tuğlalarıyla hasırdan inşa edilmiş dağınık bir saraydı. Seyisler kentin kapılarında atlarını aldılar, bir tanesi de Taita'nın heybelerini taşıdı. Lord Trok, Ta-ita'yı sayısız avlularla pancurları örtülü karanlık salonlardan geçirdi. Buralarda kentten ve çevredeki kamplardan yayılan veba kokusunu örtmek için tunçtan mangallarda günlük ve sandal ağacı yakılıyor, ne çare ki bunlar eriyip aktıkça çıkan alevler sıcak havayı solunulamaz hale getiriyordu. Ana karargâhta bile veba kurbanlarının iniltileri odalarda tüyler ürpertici yankılar uyandırıyor, karanlık köşelerde büzülüp kalmış zavallılar göze çarpıyordu. Büyücüler Kralı / F: 8 Nöbetçiler binanın en derin bölümündeki tunçtan bir kapının dışında onları durdurdular, ama Trok'un ırı cüssesini tanır tanımaz kenara çekilip geçmelerine izm verdiler Bu bolum Apepı'nın özel dairesiydi Duvarlarda olağanüstü güzellikte halılar asılıydı, mobleler ise çoğu Mısır'ın saraylarıyla tapınaklarından yağmalanmış değerli tahtalardan ya da fildişi sedeften yapılmıştı Trok, Taıta'yı küçük, fakat lüks döşenmiş bir sofaya sokup orada bıraktı Kadın köleler ona bir şerbet testisi, bir tabak dolusu olgun hurmayla nar getirdiler Taıta şerbeti yudumladı ama meyvelerin yalnızca tadına baktı Oldu bitti fazla yiyip içmekten sakınırdı Bu oldukça uzun bir bekleyiş oldu Yüksekteki tek pencereden içeri giren güneş ışığı karşı duvarda yer değiştirerek zamanın ne kadar geçtiğini gösterdi Taıta halılardan birinin üstüne uzandı ve heybelerini yastık yerine kullandı Uyukluyor, ama hiç derin uykuya dalmıyor, en küçük bir gurultu anında uyanmasına yol açıyordu Arada uzaklardan kadın ağlayışları, sonra da kalın duvarların arkasında bir yerde yeni bir olumun feryatlarla karşılanışı kulağına geliyordu Sonunda dışardakı koridorda ağır ayak seslen duyuldu ve kapı aralığını örten perde kenara çekildi Irı yapılı bin girişte duruyordu Üzerinde sadece kalın bir altın zincirin kemer niyetine tuttuğu koyu kırmızı Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 89 ketenden bir eteklik vardı Göğsü bir ayının postu kadar sert, kırlaşmış ve kıvırcık kıllarla kaplıydı Ayaklarında ağır sandaletler vardı, baldırları da sert deriden zırhlarla örtülüydü Ama üstünde ne bir kılıç ne de başka bir silah vardı Kollarıyla bacakları bir tapınağın kolonları kadar kalın gözüküyordu ve savaşlardan kalma yara izleriyle kaplıydı Bunlardan bazıları beyaz ve ipek gibi çoktan kapanmış yaralardı, daha yeni olan başkaları ise mor renkli ve cerahatlenmiş gibiydi Sakalıyla gür saçları da kırlaşmıştı, ama başkalarınınkı gibi örülmüş ve kurdelelerle süslenmiş değildi Saçları yağlanmamış ve taranmamış olduğundan karmakarışık durumdaydı Koyu renkli gözlerinde çılgın bir bakış vardı, ırı kemerli burnun altındaki kalın dudakları da sahibi ıstırap çekiyormuş gibi gerilmişti "Sen Taıta'sın," dedi "Hekim Taıta" Sesi güçlüydü, ama Mısır dilini yabancışıvesıyle konuşmuyordu Ne de olsa Avarıs'de doğmuştu ve Mısır kültürüyle yaşam biçimini büyük ölçüde benimsemişti Taıta onu iyi tanıyordu Apepı istilacıydı, kanlı barbardı, ülkesiyle Fıra-vun'unun can düşmanıydı "Evet, Taıta'yım," derken yüzünün ifadesiz, sesinin de sakın kalması için yaşlı adamın tüm nefis kontrolünü seferber etmesi gerekti - 114- Apepı, "Hünerlerini duydum," dedi "Şimdi onlara ihtiyacım var Benimle gel" Taıta heybelerini omzuna attı ve hükümdarın arkasından kemerli geçitte yürümeye başladı Lord Trok orada silahlı bir kafileyle onları bekliyordu Taıta, Hıksos kralının arkasından sarayın derinlerine doğru yürürken onun etrafını çevirdiler Onlar ilerlerken ağlama seslen giderek kuvvetleniyordu Derken Apepı başka bir kapı aralığını örten kalın perdelen çekti ve Taıta'yı kolundan yakalayarak içen itti Avarıs'tekı Isıs Tapınağı'ndan getirilmiş kalabalık bir rahip grubu odaya hâkim konumundaydı Onları balıkçıl tüylerinden yapılmış başlıklarından tanıyınca Taıta dudaklarını büktü Rahipler bir köşedeki mangalın başında ilahiler söylüyor ve sıstrum'larını sallıyorlardı Mangalın içme sokulmuş maşalar kızıl kor görünümü almıştı Taıta tam ıkı kuşaktır bu şarlatanlarla mesleki bir savaş halindeydi Odanın ortasındaki yatağın etrafında bu şıracılardan başka yirmi kışı daha toplaşmıştı Bunlar saray erkânı, subaylar, yazıcılar ve başka memurlardı ve hepsi de bir cenaze torenındeymış gibi ciddi görünüyorlardı Kadınların çoğu yere diz çökmüşler, uluyorlar ve dövünüyorlardı içlerinden yalnızca bir tanesi yatakta yatan genç çocuğa yardım etmek için bir şeyler yapmaya çalışıyordu Hastadan daha yaşlı gözükmüyordu, herhalde on uç, on dört yaşların-daydı Hastanın yüzünü, gözünü bakır bir kâsenin içindeki ılıtılmış, parfümlü suyla sılıyordu Taıta onun zeki ve kararlı bir yüzü olan, çarpıcı bir kız olduğunu ilk bakışta gördü Hastaya gösterdiği ilgi içten, yüzünün ifadesi sevgi dolu, ellen de hızlı ve becerikliydi Yaşlı adam bu kez dikkatini hasta çocuğa çevirdi Onun da çıplak vücudu biçimliydi, ama hastalıktan erimişti Ter içinde olan derisinde vebanın karakteristik lekelen göze çarpıyordu Göğsünde ise Isıs rahiplerinin kanatarak ve dağlayarak açtıkları iltihaplı yaralar dikkati çekiyordu Taıta çocuğun hastalığın son evrelerinde olduğunu fark etti Gür siyah saçları terden sırılsıklamdı ve gözlerinin üstüne dökülmüştü Mor çukurlarına kaçmış gözleri ise ateşten parlıyor, ama belli ki görmüyordu Apepı yatağın başına giderek hasta çocuğa çaresizlik içinde baktı "Bu en küçük oğlum Khyan'dır," dedi "Sen onu kurtaramazsan veba onu bizden alacak, Buyucu" Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 90 Khyan inledi ve yanına yuvarlanarak dizlerini ıstırap içinde yaralı göğsünün üst | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:40 am | |
| Khyan inledi ve yanına yuvarlanarak dizlerini ıstırap içinde yaralı göğsünün üstüne büktü Sulu dışkı ve taze kandan oluşan bir karışım büzülmüş ka- - 115- baetlerinin arasından patlamayı andıran bir sesle kirli çarşafların üstüne püskürdü. Ona bakan kız, çocuğun arkasını hemen elindeki bezle temizledi, sonra da herhangi bir tiksinti belirtisi göstermeden çarşafların üstündeki pisliği sildi. Şifacılar köşede ilahilerini sürdürüyorlardı. Başrahip ise mangaldaki kömür ateşinin içinden kızgın bir maşa alarak yatağa yaklaştı. Taita hemen araya girerek uzun asasıyla rahibin yolunu tıkadı. "Çık buradan!" dedi yavaşça. "Sen ve kasapların yeterince zarar verdiniz." Adam itiraz etti. "Vücudunun ateşini yakıp temizlemeliyim." Taita, "Dışarı!" diye tekrar etti. Sonra odayı dolduran ötekilere döndü. "Hepiniz odayı boşaltın." "Seni iyi tanıyorum, Taita. Sen bir kâfirsin, iblislerle kötü ruhların da yakınısın." Rahip direniyor, ateş gibi bronz maşayla Taita'yı tehdit ediyordu. "Senin sihirlerinden, büyülerinden korkmam ben," diye tısladı. "Burada hiçbir yetkin yok. Prens bana emanet." Taita bir adım geri çekildi ve asasını rahibin ayaklarının dibine fırlattı. Tahtadan asa kıvrılmaya, tıslamaya ve taşların üstünden ona doğru sürünmeye başlayınca rahip bir çığlık atarak kendini arkaya savurdu. Asa birden adam boyu kadar yükseğe dikildi, boncuk gibi kara gözleri ışıldarken çatallı dili de sırıtan ince dudaklarının arasından fırladı. Anında insanlar toplu halde kapıya doğru atıldılar. Saray dalkavuklarıyla rahipler, askerlerle hizmetkârlar önden dışarı çıkabilmek için panik halinde birbirlerini tırmalıyorlar, önlerindekileri yumrukluyorlardı. Başrahip de bir an önce kaçmak telaşı arasında mangalı devirdi, sonra dağılan kömürlerin üstüne bastıkça bağırarak dans etmeye başladı. Birkaç saniye sonra odada yerinden kımıldamamış olan Apepi'den ve hasta yatağının başındaki kızdan başka kimse kalmamıştı. Taita eğilip kıvranan yılanı kuyruğundan yakaladı. Yılan anında yeniden değişime uğrayarak Taita'nın parmaklarının arasında dümdüz ve katı tahta haline döndü. İhtiyar adam asayı yatağın yanındaki kıza doğru tuttu. "Sen kimsin?" diye sordu. "Adım Mintaka. Bu da benim kardeşim." Kız elini onu korur gibi çocuğun terden ıslanmış saçlarına dayadı ve meydan okurcasına başını kaldırdı. "En korkunç marifetlerini bile yapsan kardeşimi yalnız bırakmayacağım, Büyücü," dedi. Dudakları titriyordu, kara gözlen de korkudan iri iri açılmıştı. Belli ki Taita'nın ününden ve ihtiyar adamın ona uzattığı yılan asadan ürkmüştü. "Senden korkmuyorum," dedi, sonra yatağın öbür yanına döndü. - 116- Taita, "Güzel," dedi. "O zaman işime yarayabilirsin. Bu çocuk en son ne zaman su içti?" Kızın kendini toparlaması birkaç saniye sürdü. "Sabahtan beri ağzına bir yudum su koymadı," dedi Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 91 sonunda. "O şarlatanlar yavrucağızın hastalık kadar susuzluktan da ölmekte olduğunu göremiyorlar mı? Terleye terleye vücudundaki hemen hemen bütün suyu boşaltmış," diye homurdanan Taita yatağın yanındaki bakır testiyi alarak içindekileri kokladı. "Bu su rahiplerin zehriyle vebanın havasından pislenmiş," dedi ve testiyi duvara fırlattı. "Mutfağa git ve başka bir testi bul. Ama temiz olmasına dikkat et. Sonra onu nehirdeki suyla değil, kuyu suyuyla doldur. Çabuk ol, kızım." Kız koşup odadan çıkarken Taita heybesini açtı. Mintaka kaşla göz arasında temiz su dolu bir testiyle döndü. Taita otlarla bir iksir hazırladı ve bunu mangalda ısıttı. iksir kaynayınca, "Bunu ona içirmeme yardım et," diye kıza emretti. Kardeşinin başını nasıl tutacağını, suyu ağzına akıttıkça çocuğun boğazını nasıl okşayacağını da kıza gösterdi. Khyan çok geçmeden rahat rahat su içebilir hale geldi. Hükümdar, "Sana yardım etmek için ne yapabilirim?" diye sordu. "Lordum, burada sizin yapabileceğiniz bir şey yok. Siz şifa vermekten çok yok etmeyi başarırsınız." Taita hastasının üzerinden başını kaldırmadan kralı bu sözlerle savdı. Uzun bir sessizlik oldu, arkasından da odayı terk eden Apepi'nin tunç çivili sandaletlerinin takırtısının uzaklaştığı duyuldu. Mintaka çok geçmeden Büyücü'den korkmaktan vazgeçti, yardımcı olarak da istekli ve becerikliydi. Taita'nın isteklerini önceden tahmin edebiliyordu sanki. Taita heybesinden çıkardığı başka bir ilacı mangaldaki ateşte ısıtırken, o, kardeşini ilaç içmeye zorluyordu. Bu yeni ilacı da tek bir damlasını dökmeden hastaya içirmeyi başardılar. Mintaka, Taita'nın, çocuğun göğsündeki yanıklara bir merhem sürmesine yardım etti. Bundan sonra Khyan'ı keten çarşaflarla sarıp sarmaladılar ve yanan vücudunu serinletmek için çarşafları kuyu suyuyla ıslattılar. Mintaka bir ara kısa bir süre dinlenmek için yanına oturunca, Taita kızın elini alıp avucunu yukarı çevirdi. Bileğinin iç yüzündeki kırmızı kabarcıkları in-celediyse de, Mintaka elini onun avucundan çekmeye çalıştı. Utancından kı-zararak, "Bunlar pire ısırıkları," dedi. "Burası pire kaynıyor." - 117 - Taita, "Pire ısırınca çok geçmeden veba da gelir," dedi. "Şu entarini çıkar." Mintaka tereddüt etmeden ayağa kalktı ve entarisini üzerinden yere kaydırdı. Çıplak vücudu çok ince ve ergin olmakla beraber, aynı zamanda atletik ve güçlüydü. Göğüsleri henüz pek tazeydi, meme başları da olgun ahududulara benziyordu. Uzun ve biçimli bacaklarının arasına yumuşacık tüylerden bir üçgen yuvalanmıştı. Solgun karnından bir pire zıpladı. Taita onu havada yakaladı ve tırnaklarının arasında ezdi. Böcek, kızın göbeğinin etrafında bir pembe lekeler zinciri bırakmıştı. İhtiyar adam, "Arkanı dön," diye emretti, kız da onun sözünü dinledi. İğrenç böceklerin bir diğeri sırtından sert ve yuvarlak kabaetlerinin arasındaki yarığa doğru koştu. Taita böceğin parlak kara kabuğunu parmaklarının arasında ezdi. Patlayan pirenin yerinde minik bir kan damlacığı kalmıştı. Taita, Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 92 "Seni şu şirin hayvancıklardan kurtarmadığımız takdirde bir sonraki hasta sen olacaksın," dedi ve kızı mutfaklardan bir leğen su getirmeye yolladı. Mangalda pirekapan bitkisinin kurutulmuş mor çiçeklerini kaynattı ve kızı bu suyla tepeden tırnağa yıkadı. Islak deriden atlayarak bu keskin kokulu duştan kurtulmaya çalışan dört veya beş pireyi daha katletti. Çıplak vücudu kuruyan Mintaka daha sonra Taita'nın yanına oturdu ve elbiselerini inceleyip dikişleriyle katlarının arasından son pirelerle yumurtalarını ayıklarken içten bir tavırla sohbet etti. iyi arkadaş olma yolundaydılar. Daha gece olmadan Khyan'ın bağırsakları bir kez daha boşaldı, ama dışkısında artık kan yoktu. Taita dışkıyı koklayınca veba salgısının hafiflediğini saptadı. Otlardan daha yoğun bir solüsyon hazırladı ve ikisi Khyan'ı bir testi dolusu su daha içmeye zorladılar. Sabah olurken ateşi düşen çocuk daha rahat dinleniyordu. En sonunda idrar da çıkardı ve sıvının koyu sarı renkte ve ekşi kokulu olmasına rağmen, Taita bunu çok yararlı olarak niteledi. Bir saat sonra tekrar idrar yaptı ve bu kez idrarı daha açık renkteydi ve o kadar pis kokulu da değildi. Mintaka kardeşinin yanağını okşayarak, "Bakın lordum," dedi. "Kırmızı lekeler soluyor, derisi de ele daha serin geliyor." Taita ona, "Sende bir cennet hurisinin şifa veren dokunuşu var," dedi. "Ama su testisini unutma. Baksana, boşalmış." 118- Mintara hemen mutfaklara koştu ve göz açıp kapayana kadar testiyi doldurmuş olarak döndü. Bunu ihtiyar adama uzatırken bir Hiksos ninnisi söylüyordu, Taita da kızın sesinin tatlılığına ve berraklığına hayran oldu. "Otların arasında rüzgârın sesini dinle, küçük sevgilim, Uyu, uyu, uyu. Nehrin sesini duy, küçük sevgilim, Düşler gör, düşler gör." Taita kızın yüzünü iyice inceledi. Hiksoslarınki gibi biraz fazla genişti, elmacık kemikleri de fazla çıkıktı. Ağzı geniş, dudakları dolgun, burnu kemerliydi. Yüzünün çizgileri kusursuz olmamakla beraber, birbirleriyle çok güzel bir uyum sağlıyorlardı, boynu da uzun ve zarifti. Kavisli kara kaşların altındaki badem gözleri olağanüstü güzeldi. Ayrıca yüzünden zekâ fışkırıyordu. Onunkisi farklı bir güzellik, ama güzellik olduğu kesin, diye düşündü Taita. "Bak!" Kız şarkıyı keserek güldü. "Uyandı." Khyan'ın gözleri açıktı ve ablasına bakıyordu. "Bize geri döndün, küçük canavar." Mintaka güldüğü zaman lambanın ışığında dişleri köşeli ve bembeyaz gözüküyordu. "Senin için çok endişelendik. Bunu bir daha asla yapmamalısın." Sevinç gözyaşlarını göstermemek için çocuğu kucakladı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 93 Taita yataktaki iki çocuğun ötesine bakınca kapının aralığında Apepi'nin iri cüssesini gördü. Taita onun ne kadar zamandır orada olduğunu bilemiyordu, ama şimdi yaşlı adama gülümsemeden başını salladı ve çekildi. Khyan o akşam ablasından biraz yardım görerek yatağının içinde otura-bildi ve dudaklarının önünde tuttuğu kâseden biraz çorba içebildi. İki gün sonra vücudundaki lekeler kaybolmuştu. Apepi günde üç veya dört kere odayı ziyaret etti. Khyan henüz ayağa kalkamayacak kadar halsizdi, ama babasını görür görmez bir saygı nişanesi olarak elini kalbine ve dudaklarına götürüyordu. | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:41 am | |
| Beşinci günde sendeleyerek yataktan kalktı ve hükümdarın ayaklarına kapanmaya çalıştı, fakat Apepi onu durdurup tekrar yastıklarının üstüne yatırdı. Çocuğa karşı duyguları belli olmakla beraber, Apepi'nin söyleyecek fazla bir şeyi yoktu ve hemen odadan çıkmaya hazırlandı. Fakat kapı aralığında durup Taita'ya baktı ve başının sert bir hareketiyle onu izlemesini emretti. & - 119- Sarayın en yüksek kulesinin tepesinde yalnızdılar. Bu yüksekliğe varmak için iki yüz basamak tırmanmışlardı. Oradan nehrin on mil yukarsında olan zapt edilmiş Abnub Kalesi görülüyordu. Teb oradan itibaren yüz milden daha yakındaydı. Apepi nöbetçilere aşağı inmelerini, gözetlenmemeleri ve konuştuklarının duyulmaması için bu yüksek yerde yalnız bırakılmalarını emretmişti. Hükümdar gri renkli büyük nehrin üzerinden güneye bakıyordu. Eksiksiz savaş kıya-fetindeydi. Bacaklarında deri sargılar, göğsünde zırh vardı. Kılıç kemerine altından rozetler kakılmıştı. Sakalı da tören kıyafetiyle uyumlu olması için kırmızı kurdelelerle örülmüştü. Gümüş renkli gür buklelerinin üstüne akbaba ve kobra tacını oturtmuştu. Bu gaspçı ve soyguncunun kendini bütün Mısır'ın Fira-vun'u sayması ve kutsal alametleri takması, Taita'yı öfkesinden deli ediyordu. Ama yüzündeki ifade sakindi. Bunun yerine Apepi'nin düşüncelerini yakalamak için zihnini adamın dimağına odaklaştırmıştı. Bu düşünceler öylesine karmaşık, öylesine derin ve dolambaçlıydı ki, Taita bunları net olarak seçemedi, ama Apepi'nin bu kadar korkunç bir düşman olmasını sağlayan kuvveti hissedebiliyordu. Apepi sonunda uzun sessizliği bozdu. "Senin hakkında söylenenlerin en azından bir kısmı doğru, Büyücü. Çok yetenekli bir hekimsin." Taita susuyordu. Apepi sordu. "Oğlumu iyi ettiğin gibi ordumdaki veba olaylarını yok etmek için bir tılsım geliştirebilir misin? Sana bunun için on güçlü atın taşıyabileceği kadar çok altın veririm." Taita acı acı güldü. "Lordum, böylesi bir tılsım geliştirmek yeteneğim olsaydı, adamlarınızı tedavi etmek zahmetine katlanmadan sizin vaat ettiğiniz altının yüz katını gökten yağdırabilirdim." Apepi başını çevirip gülümsedi, ama neşeli ve dost bir gülümseyiş değildi bu. "Kaç yaşındasın, Büyücü? Trok iki yüz yaşından fazla olduğunu söylüyor. Doğru mu bu?" Taita bu soruyu duyduğunu belli eden hiçbir hareket yapmadı, ama Apepi devam etti: "Ücretin nedir, Büyücü? Altın istemiyorsan sana ne verebilirim?" Kral sorusuna yanıt beklemeden kulenin kuzey Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 94 korkuluğuna yürüdü ve yumruklarını kalçalarına dayayıp durdu. Ordusunun kamplarına ve bunun ötesinde cesetlerin yakıldığı alanlara bakıyordu. Ateşler hâlâ yanıyordu, dumanı da nehrin yeşil sularının yukarsından ötedeki çöle doğru sürükleniyordu. Taita, "Siz bir zafer kazandınız lordum," dedi yavaşça. "Ama ölülerinizin oluşturduğu yığınlara baksanız iyi edersiniz. Veba tükenene, adamlarınız da - 120- tekrar savaşmaya hazır olana kadar Firavun kuvvetlerini takviye etmiş ve toparlamış olacak." Apepi üstündeki sinekleri kovan bir aslan gibi silkindi. "Israrın beni kızdırıyor, Büyücü." "Hayır, lordum, sizi kızdıran ben değilim, gerçek ve mantık." "Nefer Seti daha bir çocuk. Onu bir kere yendim, tekrar yenerim." "Sizin için yaşamsal önemi olan, onun ordusunda veba olaylarının olmayışı. Firavun'un Asuan'da beş alayı, Asyut'ta da iki alayının daha bulunduğunu casuslarınız herhalde size bildirmişlerdir. Şimdiden nehirdeler ve kuzeye doğru geliyorlar. Yeni ay doğmadan burada olacaklar." Apepi bir şeyler homurdandıysa da bir yanıt vermedi. Taita acımasızca devam etti. "Altmış yıldır süregelen savaş iki krallığı da tüketti. Babanız Sali-tis'in size bıraktığı altmış yıllık kanlı savaşı mı oğullarınıza miras olarak bırakacaksınız?" Apepi kaşlarını çatarak hızla döndü. "Beni fazla zorlama ihtiyar. Babama, Kutsal Tanrı Salitis'e de hakaret etme." Hoşnutsuzluğunu vurgulayan bir aradan sonra Apepi tekrar söz aldı. "Yukarı Krallığın bu sözüm ona Naip'iyle, bu Naja'yla nasıl bir görüşme ayarlayacaksın?" "Hatlarınızdan güvenle geçmemi sağlar ve bana yolculuk etmem için hızlı bir gemi verirseniz, üç günde Teb'de olabilirim. Akıntıyla dönüşüm daha da hızlı olacaktır." "Güvenli geçişini sağlamak için Trok'u seninle göndereceğim. Onunla Abnub'un ilersinde Perra'nın batı kıyısındaki Hathor Tapınağı'nda buluşacağımı Naja'ya söyle. Orasını biliyor musun?" "Hem de çok iyi biliyorum, lordum." Apepi, "Orada konuşabiliriz," dedi. "Ama benden fazla bir ödün beklememesini Naja'ya söyle. Zaferi ben kazandım, o ise yenik düştü. Artık gidebilirsin." Ama Taita kımıldamadı. Apepi. "Artık gidebilirsin, Büyücü," sözleriyle onu ikinci kez savmaya yeltendi. Taita direndi. "Kızınız Mintaka Firavun Nefer Seti'yle aşağı yukarı yaşıt. Onu da beraberinizde Perra'ya götürmeyi düşünebilirsiniz." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 95 "Ne amaçla?" Apepi, Taita'ya kuşkuyla baktı. "Sizin hanedanınızla Tamose'unki arasındaki bir evlilik iki krallığa kalıcı bir barış getirebilir." - 121 - Apepı, gulumsedığını gizlemek için sakalındakı kurdeleleri okşar gibi yaptı "Seueth biliyor ya, entrikacılığının sağlık iksirleri hazırlamaktaki ustalığından geri kalır tarafı yok, Buyucu Haydi, öfkemin tahammül sınırını zorlamadan git artık" Hathor Tapınağı yüzlerce yıl önce Firavun Sehertavvy'nın saltanatı yıllarında nehrin yukarsındakı kayalık yamaçta oyularak meydana getirilmiş, fakat sonraki butun firavunların yaptırdığı eklemelerle büyütülmüştü Buranın rahibeleri krallıklar arasındaki uzun iç savaşlar sırasında ayakta kalabilmeyi başarmış, hatta zor zamanlarda daha da zengınleşebılmış güçlü ve etkin bir rahibeler birliğiydi Tapınağın avlusunda tanrıçanın dev ıkı heykelinin arasında arkalarında sarı giysileriyle toplanmışlardı Heykellerden bin Hathor u altın boynuzlu benekli bir inek olarak betimliyordu, ikincisi ise tanrıçanın insan görüntüsü olan başında boynuzlardan orulu tacı ve altından güneş dışkını taşıyan uzun boylu ve güzel kadındı Firavun Nefer Setı'nın kafilesi doğu kanadından, Kral Apepı'nın erkânı ise batıdaki sıra sütunların arasından geçerek avluya dolarken, rahibeler ilahiler okuyor ve sıstrum'u tıngırdatıyorlardı Görüşmeye gelırkenkı düzen öylesine bir tartışma konusu olmuştu ki, pazarlıklar neredeyse daha başlamadan kesilecekti ilk gelen güçlü konumda olma prestijine sahip olacakken ikinci gelen barış için yakaran taraf düzeyine düşecekti Tarafların ıkısı de avantajı karşı tarafa kaptırmak istememişti Aynı zamanda geiış çözümünü öneren Taıta olmuştu Ikı tarafın takıp takıştıracağı süslerle alametler gibi kritik bir konuya da ustalıkla çözüm getirmişti Ikı hükümdar da çifte tacı takmaktan kaçınacaktı Apepı başında Aşağı Mısır'ın kırmızı renkli deşret tacını taşıyacak, Nefer Seti de Yukarı Mısır'ın beyaz hecet tacıyla yetinecekti Ikı hükümdarın erkânı geniş avluyu tıklım tıklım doldurmuştu Ikı taraf gu-lumsemeyen, katı yüzlerle birbirinin karşısına dikilmişti Aralarında sadece birkaç adımlık bir uzaklık vardı, ama altmış yıllık bir savaşın yarattığı acı duygularla nefret aralarında koca bir duvar örmüştü sanki Düşmanca sessizlik koç boynuzunun coşkulu seslen ve tunçtan gongla-rın gumburtusuyle bozuldu Bu, hükümdarlarla yakın çevrelerinin tapınağın karşıt kanatlarından çıkmaları için verilmiş sinyaldi Lord Naja'yla Firavun Nefer Seti ciddi bir tavırla yürüyüp yüksek arkalıklı tahtlarda yerlerini alırken ıkı prenses Heseret ve Merykara, onları uysal bir ta- - 122 - vırla izleyerek nişanlısı oldukları Naja'nın tahtının dibine yerleştiler Kızların ikisine de o kadar ağır bir makyaj yapılmıştı ki, yüzleri, gölgesinde oturdukları Hathor kadar ifadesizdi Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlP | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:41 am | |
| Hıksos kral ailesi de aynı zamanda tapınağın karşıt kanadından çıktı Eksiksiz savaş donanımının içinde son derece etkileyici ve vahşi bir görünümü olan Apepı önde yürüyordu Avlunun karşı yanındaki çocuk Fıravun'a ters ters baktı Oğullarının sekizi kralı izliyordu, yalnızca en küçükleri olan Khyan geçirdiği hastalıktan sonra nehrin yukarsına yapılan yolculuğa katılacak kadar lyı-leşmemıştı Prensler de babaları gibi silahlı ve zırhlıydılar, aynı meydan okuyan tavırla yürüyor ve pozlar takınıyorlardı Taıta, Nefer m tahtının yanından onları gözlediği yerden müthiş bir kana susamış kabadayı takımı, diye duşundu Apepı bir suru kızından yalnız bir tanesini yanında getirmişti Bir dikenli kaktüs yığını içindeki bir çöl gülüne benzeyen kızla erkek kardeşlerinin arasındaki çelişki Mıntaka'nın güzelliğini daha da belırgınleştırıyordu Karşı kalabalığın içinde Taıta'nın zayıf ve uzun yapısıyla gümüş rengindeki saçlarını seçince yüzü o kadar parlak bir gülümseyişle ışıldadı ki güneşin, avlunun üstüne gerilmiş tenteleri bir an aştığını sanabilirdiniz Mısırlıların hiçbiri onu daha önce görmemişti sıralarının arasında hafif hışırtılarla mırıltılar duyuldu Böyle bir kızla karşılaşmayı beklememişlerdi Butun Hıksos kadınlarının erkekleri gibi kalın yapılı ve ıkı kat daha çirkin olduğu zannedılırdı Firavun Nefer Seti hafifçe öne eğildi ve olayın ciddiyetine rağmen şişe biçimindeki beyaz tacın altında kulak memesini çekiştirdi Taıta'nın onu vazgeçirmeye çalıştığı bir alışkanlıktı bu, Nefer ancak bir şeyle fazla ilgilendiği ya da aklı başka yerde olduğu zaman yapardı bunu Taıta ıkı ayı aşkın zamandan ben Nefer ı görmemişti -Apepı nın Bubastı'dekı karargâhından dönüşünden beri Naja onları birbirlerinden uzak tutmuştu- ancak ihtiyar adam çocukla öylesine uyum içindeydi ve onu o kadar iyi tanıyordu k: aklından geçenleri hâlâ kolaylıkla okuyabiliyordu Şimdi de Nefer'ın, okunun menzili içinde bir ceylan görmüş, henüz terbiye edilmemiş bir ata bınecekmış veya bir atmacayı bir balıkçılın üzerine yollamış olup onun kurbanın üstüne inişini seyredermiş gibi coşkulu bir heyecanın pençesinde olduğunu hissediyordu Taıta onun karşı çınsın bir üyesine böyle tepki verdiğini daha önce hiç görmemişti Çocuk, kız kardeşleri dahil karşı çınsın tümüne azametli bir küçümsemeyle bakmıştı hep Bununla birlikte, Nefer'ın erişkinlik döneminin çalkantılı sularına kapılmasının üzerinden bir yıldan az zaman geçmişti, bu sure- - 123- nin en büyük kısmını da Cebel Nagara'nın ıssızlığında Taita'yla baş başa geçirmişti. Orada ise şimdi Mintaka'nın yaptığı gibi dikkatini uzun süre alıkoyacak hiçbir şey yoktu. Taita bu kadar kısa bir süre içinde başardıklarından hoşnuttu. Nefer eğer Hiksos kızına şiddetli bir antipati duymuş olsa planları güçleşir ve içinde bulundukları tehlike artardı. İkisi evlendikleri takdirde, Nefer, Apepi'nin damadı olacak, dolayısıyla onun korumasına girecekti. Böylesine güçlü ve tehlikeli birini kızdırmaktan Naja'nın bile çekinmesi gerekirdi. Mintaka böylece Nefer'i bilmeyerek de olsa Naip'in hırsından ve tehlikeli manevralarından kurtarabilirdi. Taita'nın bu birleşmeyi teşvik etmekteki amacı buydu. Kardeşine baktıkları kısa süre içinde Mintaka'yla Taita'nın arasında sağlam bir dostluk gelişmişti. Şimdi Taita da belirli belirsiz başını eğerek kızın gülümseyişine karşılık verdi. Derken Mintaka'nın bakışı ihtiyar adamın ötesine kaydı. Karşısında duran soylu Mısırlı kadınlara ilgiyle baktı. Haklarında çok şey duymuştu, ama onları ilk kez görüyordu. Bakışı Heseret'in üzerinde durdu. Bir dişinin içgüdüsüyle kendisi kadar çekici birini ve olası bir rakibi tanımıştı. He-seret de aynı tepkiyi gösterdi; azametli olduğu kadar düşmanca bir bakışla birbirlerini kısaca süzdüler. Hemen arkasından Mintaka'nın gözleri Lord Naja'nın etkileyici endamının üstünde durdu ve ona büyülenmiş gibi bakmaya başladı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 97 Adam Mintaka'nın babasıyla kardeşlerinden o kadar farklı, o kadar görkemli biriydi ki. Üstündeki altınlar ve değerli taşlar ışıl ısıldı, keten giysileri de temizlikleriyle göz kamaştırıyordu. Süründüğü parfümlerin bir kır çiçeği tarlasını çağrıştıran kokusu, aralarındaki mesafeye rağmen Mintaka'nın burnuna doldu. Yüzü bir makyaj maskesiydi, derisi pırıl pırıldı, gözleri de rastıkla belirginleştirilmişti. Öyleyken genç kız, bu adamınkinin bir yılanın veya zehirli bir böceğin ölümcül güzelliği olduğunu düşünmekten kendini alamadı. Ürpere-rek dikkatini Naip'in yanındaki tahtta oturan kişinin üzerine çevirdi. Firavun Nefer Seti ona öylesine yoğun bir dikkatle bakıyordu ki soluğu kesildi. Gözleri o kadar yeşildi ki... Mintaka'nın ilk gözüne çarpan bu oldu. Bakışını delikanlıdan kaçırmak istiyor, ama başaramıyordu. Birden yanakları kızarmaya başladı. Firavun Nefer Seti beyaz tacın altında ve çenesindeki yapay sivri sakalla o kadar kibar, 'hatta tanrısal gözüküyordu ki kızcağız heyecandan donakal-mıştı. Firavun birden ona, suç ortağıymışlar gibi sıcak bir gülümseyiş yöneltti. Yüzü o an o kadar genç ve çekici oldu ki Mintaka'nın soluklan hızlandı, yanak- - 124- larındaki kızartı ise daha da koyulaştı. Büyük bir çaba harcayarak gözlerini Nefer'den uzaklaştırdı ve Tanrıça Hathor'un inek heykelini büyük bir dikkatle incelemeye koyuldu. Kendi üzerinde kontrol kurması biraz zaman aldı, bu süre içinde Yukarı Mısır'ın Naip'i Lord Naja konuşmaya başlamıştı. Ölçülü bir ses tonuyla Ape-pi'yi selamladı, diplomatik bir dille ondan Hiksos kralı olarak söz ediyor, Mısır toprakları üzerindeki iddialarından sözü açmaktan kasıtlı olarak kaçınıyordu. Mintaka, Naip'in dudaklarının hareketini izliyordu, ama Nefer'in onun üzerindeki bakışının farkındaydı ve delikanlıya bakmamaya özen gösteriyordu. Lord Naja'nın sesi gürültülü ve sıkıcıydı, Mintaka da daha fazla dayanamadı. Bakışını hemen kaçırmak kararıyla Nefer'e yan gözle baktı, ama delikanlının bakışı hâlâ onun üstüne mıhlanmıştı. Gözlerinde sessiz bir kahkahanın ışıltısı vardı, Mintaka da büyülendi. Aslında pısırık bir kız değildi, ama bu kez gülümseyişi çekingendi ve yanaklarının yeniden kızarmaya başladığını hissetti. Gözlerini öne eğdi ve bakışını kucağındaki ellerine dikti. Parmaklarını büküp durduğunun farkına varmasıyla buna son verdi. Artık ellerini hareket ettirmiyordu, ama sükûnetini bozduğu için Nefer'e kızgındı. 'O sadece Mısırlı bir züppe. Kardeşlerimin herhangi biri ondan daha erkek ve iki kat daha yakışıklı. Bana öyle küstahça bakarak beni aptal yerine koymak istiyor. Bir daha ona bakmayacağım. Onu tamamen görmezlikten geleceğim,' diye karar verdi, ama kararını sadece Lord Na-ja'nın konuşmasına son verip babasının ona yanıt vermek üzere ayağa kalkmasına kadar sürdürebildi. Gür siyah kirpiklerinin altından Nefer'e kısa bir bakış daha fırlattı. Delikanlı Apepi'ye bakıyordu, ama kızın bakışını yüzünde hissedince gözlerini anında ona çevirdi. Mintaka yüzüne ciddi ve haşin bir anlam vermeye çalıştıysa da, Nefer'in gülümsemesi üzerine dudaklarını sevimli bir hareketle kıpırdattı. Kardeşlerimden bazıları kadar yakışıklı o, diye düşündü, hemen arkasından delikanlıya bir kez daha baktı. Ya da herhangi biri kadar yakışıklı diye karar verdi. Bakışını yine kucağına dikti ve kısa bir süre düşündü. Sonra emin olmak için Nefer'e bir kez daha baktı. Belki de içlerinden herhangi birinden, hatta Ruga'dan bile daha yakışıklı, diye karar verdi. Ancak daha o an en büyük ağabeyine ihanet etmıç gibi hissederek kararını değiştirdi: Ama farklı bir yakışıklılığı var. Kurdelelerle süslü sakalı ve kara kaslarıyla tam bir savaşçı olan Ruga'ya yan gözle baktı. Ruga gerçekten gösterişli bir adam, diye düşündü. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 98 - 125- ı Karşı sıradaki Taıta, Mıntaka'ya bakmıyor görünüyor, ama Neferle Mınta-ka'nın gizlice bakışmalarının tek bir ayrıntısını dahi dikkatinden kaçırmıyordu Hatta daha fazlasını bile görüyordu Naja'nın kuzeni Lord Trok, Apepı'nın tahtının arkasında ve Mıntaka'ya ona hemen hemen dokunacakmış kadar yakın duruyordu Kollarını göğsünün üstünde çaprazlamıştı Bileklerinde som altından kabartmalı kalın bilezikler vardı Bir omzuna ağır bir yay, öbürüne ise altın varak kaplı bir okluk asmıştı Boynunda cesaret ve övgü simgesi olan altın zincirler göze çarpıyordu Hıksoslar Mısırlıların inançlarıyla âdetleri gibi Mısır'ın asken onur simge ve nişanlarını da kabullenmişlerdi Mıntaka'yla Nefer bir kez daha kısaca bakıştılar Trok bu bakışmayı somurtkan ve karanlık bakışıyla izlemişti Taıta adamın duyduğu öfkeyle kıskançlığı hissedebiliyordu Sahra'nın korkunç kum fırtınası hamsın'ın sıcak ve boğucu bulutu sanki çöl ufkunda patlamak için beklemedeydi Bunu öngöremedim ben, diye düşünen Taıta merak ediyordu Trok'un Mıntaka'ya duyduğu ilgi romantik mı yoksa politik amaçlı mı' Adam onu sadece arzuluyor mu yoksa iktidara ulaşmak için bir basamak olarak mı görüyor9 Hangisi olursa olsun tehlikeli bir ilgiydi bu ve hesaba katılması gereken bir başka etkendi Taıta Hıksos sıralarına son bir bakış fırlattı Apepı'yle oğulları tepesinde tanrıçanın ikiz inek kafaları bulunan yüksek granit kolonların bekçılığındekı kapılardan geçerek gözden kayboldular Mıntaka son bir kez arkasına baktıktan sonra babasıyla ağabeylerini izledi Lord Trok da onu yakından izledi ve omzunun üzerinden Firavun Nefer Setı'ye son bir bakış fırlattı Sonra o da kolonların arasından geçti Bunu yaptığı sırada okluğundakı oklar hafifçe takırdadı-lar, renkli tüyleri de Taıta'nın dikkatini çekti Bu tören okluğu, okların dökülmesi için bir tıkacı olan günlük deri savaş okluğundan farklıydı Altın varakla kaplı olmasının dışında ucu açık olduğundan okların tüylü uçları omzunun ötesine uzanıyordu Bu tüyler kırmızı ve yeşil renkliydi Kotu bir anı Taıta'nın belleğini karıştırdı Trok kapıdan geçerken Taıta hâlâ onun arkasından bakıyordu Taıta barış görüşmeleri boyunca onun için ayrılmış olan tapınağın ek binasındaki taş hücreye yollandı Avlu sıcak olduğu için biraz şerbet içti, sonra da kalın taş duvarda açılmış pencerenin başına gitti Pencerenin pervazında ve altındaki taraçada parlak renkli bir dokumacı kuşu ve baştankara kalabalığı hopluyor ve cıvıldıyordu Onları ezilmiş darı ta-nelerıyle besledi kuşlar da omuzlarına konarak yemlen avuçlarından yerken ihtiyar adam sabahki olayları duşundu ve açılış töreni sırasında edindiği ayrı ayrı her izlenimi bir araya getirmeye başladı - 126- Trok'u düşündükçe Mıntaka'yla Nefer arasında olanlara duyduğu hoşnutluğu unutuyordu Trok'un Hıksos prensesine duyduğu ilgiyi duşundu ve genç çift için tasarladığı planları gerçekleştirmeye çalıştığı zaman çıkacak güçlüklen ölçmeye çalıştı Sinsi bir gölgenin pencerenin dışındaki terasta süründüğünü görmesi bu düşüncelerini boldu Bu, tapınağın sıska, yaralı ve yer yer tüyleri dökülmüş uyuz kedilerinden biriydi Pencerenin dışındaki taşların üstüne dökülmüş darı tanelerini toplayan kuşlara pusu kurmuştu Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 99 Taıta gözlerini kısarak düşüncelerini kedinin üstünde yoğunlaştırdı Yaşlı kedi durup şüpheyle etrafına bakındı Birdenbire sırtını kamburlaştırdı ve önündeki taşların üstünde boş bir noktaya bakarken butun tüyleri diken diken oldu Birden tiz bir çığlık atarak terasın obur ucundaki bir palmiye ağacına koştu Yüksek gövdeye uçarcasına tırmandı ve ağacın tepesindeki yapraklara ulaşarak oraya asıldı kaldı Taıta kuşlara bir avuç yem daha atarak yine düşüncelerine daldı Trok üzün at yolculukları sırasında bile okluğunun ağzını kapalı tutmuş, bunun içindeki oklardan birini Fıravun'un öldürüldüğü yerde bulduğuyla kıyaslamak ise Taıta'nın aklına gelmemişti Hıksos subaylarının ne kadarının kırmızı ve yeşil tüyleri olduğunu bilemiyordu, herhalde pek çoğunun vardı, ama her birinin eşsiz bir mührünün olacağı kuşkusuzdu Trok'la Firavun Tamo-se'un olumu arasında bağlantı kurmanın, dolayısıyla kuzeni Naja'yı suçlamanın bir tek yolu vardı Bu ancak oklardan birini incelemekle mümkün olabilirdi Trok'un kuşkusunu uyandırmadan bu iş nasıl yapılabilirdi acaba7 Düşünceleri bir kez daha bolundu Hücresinin kapısının dışındaki koridorda sesler vardı Seslerin bin genç ve pürüzsüzdü, Taıta onu hemen tanıdı Obur sesler kabaydı, yalvarıyor ve itiraz ediyordu ' Lord Asmor kesin emir verdi " "Ben Firavun değil mıyım9 Bana itaat etmekle yükümlü değil mısınız' Ben Buyucu'yu ziyaret etmek istiyorum, sız ise beni engellemeye cüret ediyorsunuz " Nefer'ın sesi güçlü ve otoriterdi Ergenlik çağının tereddütlü tonu kaybolmuştu ve bir erkeğin sesiyle konuşuyordu Taıta genç şahın kanatlarını açıyor ve pençelerini gösteriyor, diye duşundu ve hükümdarını karşılamak için pencereden uzaklaşarak ellerindeki darı tozunu sildi Nefer, "Beni çok hayal kırıklığına uğrattın, Taıta," dedi 'Beni şaşırttınız" Taıta onun önünde eğildi "Sızı ne şekilde gücendirdim acaba'" - 127- "Benden kaçıyorsun. Seni ne zaman çağırtsam gizli bir görevle Hiksosla-ra gittiğini ya da çöle döndüğünü ya da bunun gibi bir masal anlatıyorlar." Nefer yine ihtiyar adamla bir arada bulunmaktan duyduğu sevinci kaşlarını çatarak gizlemeye çalıştı. Devam etti. "Sonra hiçbir yere gitmemiş gibi birden ortaya çıkıyorsun, ama beni hâlâ görmezlikten geliyorsun. Tören sırasında benim bulunduğum yöne bakmadın bile. Nerelerdeydin?" "Majesteleri, ortalıkta kulağı delikler var." Taita böyle derken ense köklerindeki nöbetçileri işaret etti. Nefer hemen öfkeyle onlara döndü. "Gitmenizi kaçtır emrediyorum. Hemen şimdi kaybolmazsınız, ikinizi de boğdururum." Nöbetçiler üzgün şekilde çekildiler, ama fazla uzaklaşmadılar. Perdenin öbür yanındaki koridorda beklerken mırıldanarak konuştuklarını ve silahlarının takırtısını Taita duyabiliyordu. İhtiyar adam başıyla pencereyi işaret ederek, "İskelede küçük bir kayığım var," diye fısıldadı. "Majesteleri balığa çıkmak isterler mi acaba?" Taita delikanlının yanıtını beklemeden eteklerini topladı ve pencere pervazına zıpladı. Omzunun üzerinden arkaya baktı. Kızgınlığını unutmuş olan Nefer sırıtarak Taita'nın peşinden koştu. Taita dışardaki terasa atladı, Nefer de çevik bir hareketle onu izledi. Dersten kaçan öğrenciler gibi terası aştılar ve palmiyelerin arasından nehre koştular. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 100 İskelede bekleyen nöbetçilere genç Firavun'u engelleme emri verilmemişti. Taita ve Nefer kayığa binerlerken, saygıyla kenara çekilerek, selam durdular. Onlar da küreklere asılıp sahilden uzaklaştılar. Taita kayığı kıyıda nazlı nazlı sallanan papirüs kamışlarının arasındaki gizli dar geçitlerden birine soktu. Ve birkaç dakika içinde yabancı gözlerden uzaklaşıp baş başa kaldılar. Nefer hemen buyurgan havasından sıyrıldı. "Nerelerdeydin, Taita? Seni çok özledim." "Sana her şeyi anlatacağım," diye Taita güvence verdi. "Fakat neler olduğunu önce sen anlat." Papirüslerle çevrili lagunda sakin bir iskele buldular ve Nefer son görüşmelerinden bu yana olanları anlatmaya başladı. Naja'nın emri üzerine adeta altın bir kafese kapatılmıştı. Eski arkadaşlarıyla görüşemediği gibi en yakın dostu Meren hatta kız kardeşleriyle bile görüşemiyordu. Ancak saray kütüphanesindeki yazıtları incelemesine izin verilmişti. Eski savaşçı, Hilto'nun gözetiminde de silah ve savaş arabası kullanma talimleri yapıyordu. "Naja, beni tek başıma şahin ya da balık avlamaya bile yollamıyor. Peşimde Asmor olmadan hiçbir yere adım atamıyorum," diye acı acı yakındı. - 128- Tapınağın avlusunda onu görene kadar karşılama törenine Taita'nın katılacağından habersizmiş. Onun Cebel Nagara'da olduğunu sanıyormuş. Naja, Asmor ve diğerlerinin Apepi, Trok ve Hiksoslu savaş komutanlarıyla birlikte barış toplantısında bulunmalarından yararlanarak nöbetçilerini atlatmış ve kapatıldığı daireden kaçarak Taita'yla buluşmaya gelmişti. "Hayat sensiz o kadar tekdüze ki, Taita. Can sıkıntısından ölmek üzereyim. Naja yine birlikte olmamıza izin vermeli. Ona da bir büyü yapmalısın." "Bunu düşünebiliriz." Taita konuyu ustalıkla atlatmasını bildi. "Ama şimdi çok az vaktimiz var. Tapınakta olmadığımızı öğrenince Naja bütün orduyu bizi aramaya gönderecektir. Onun için sana kendi haberlerimi vermeliyim." Son görüşmelerinden beri başına gelenleri Nefer'e kısaca anlattı. Naja'yla Trok arasındaki akrabalığı açıkladı ve Firavun Tamose'un ölüm yerini nasıl ziyaret ettiğini ve orada ne bulduğunu da anlattı. Nefer hiç sözünü kesmeden onu dinledi, ama Taita babasının ölümünden söz ederken gözleri yaşlarla doldu. Başını çevirip öksürdü ve gözlerini elinin tersiyle sildi. Taita, "Şimdi nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu anlayabilirsin," dedi. "Naja'nın Firavun'un öldürülmesiyle yakın bir ilişkisi olduğuna eminim, ama bunu kanıtlamaya ne kadar yaklaşırsak tehlike de o oranda artacak." Nefer, "Bir gün babamın intikamını alacağım," diye ahdetti. Sesi soğuk ve katıydı. Taita, "Ben de bu işte sana yardımcı olacağım," diye vaat etti. "Ama şimdi seni Naja'nın kötülüklerinden korumamız gerekiyor." "Bunu nasıl yapabilmeyi planlıyorsun, Taita? Daha önce tasarladığımız gibi Mısır'dan kaçabilir miyiz?" Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:42 am | |
| Taita hayır gibilerden başını salladı. "Bu seçeneği tabii ki hesaba kattım, ama Naja bizi burada hapsetmiş sayılır. Tekrar sınıra doğru kaçmaya çalışırsak bin savaş arabasını arkamıza katar." "Öyleyse ne yapabiliriz? Sen de tehlikedesin." "Hayır, değilim. Benim yardımım olmadan başarılı olamayacağına Naja'yı inandırdım." Taita Beş Tapınağı'ndaki uyduruk kehanet törenini ve ölümsüz hayatın sırrını Taita'nın onunla paylaşabileceğine Naja'yı nasıl inandırdığını anlattı. Büyücü'nün kurnazlığı karşısında Nefer sırıttı. "Peki, planladığın nedir?" diye sordu. "Kaçmak ya da dünyayı Naja'nın kötücül varlığından kurtarmak için doğru zamanı beklemeliyiz. O vakte kadar seni elimden geldiğince koruyacağım." - 129- Büyücüler Kralı / F: 9 "Bunu nasıl yapacaksın'" "Naja bu barış görüşmelerini ayarlamam için beni Apepı'ye yolladı ' "Evet, Avarıs'e gittiğini biliyorum Seni görmek istediğim zaman bana öyle söylediler" "Avarıs'e değil, Apepı'nın Bubastı'dekı savaş karargâhına gittim Apepı Naja'yla buluşmaya bir kere razı olduktan sonra antlaşmayı seninle Apepı'nın kızı arasında bir evlilikle pekiştirmesi gerektiğine onu inandırdım Sen Hıksos kralının korumasına girince Naja'nın bıçağı korelecektır Antlaşmayı bozarak ülkeyi tekrar bir iç savaşa sürüklemeye cesaret edemez" 'Yanı Apepı kızını bana eş olarak mı verecek?" Nefer ihtiyar adama şaşkınlıkla baktı "Yanı bu sabah törende gördüğüm kırmızı elbiseliyi mı verecek9" Taıta bunu doğruladı "Evet Adı da Mıntaka" Nefer, "Adını biliyorum," diye atıldı "Ona Avcı takımyıldızları kuşağındaki minik yıldızın adını vermişler" Taıta başını eğdi "Evet, o Mıntaka adındaki ırı burunlu ve komik ağızlı kız" "O çirkin değil1" Nefer öylesine öfkeyle ayağa fırladı ki az daha kayığı devirecek ve lagünün çamurlarının arasına düşmelerine neden olacaktı "O çok güzel " diyecek olduysa da Taıta'nın yüzündeki ifadeyi görünce geriledi "De mek istiyorum ki göze oldukça hoş görünüyor" Gülümsedi "Sen de beni hep gafil avlarsın Ama onun güzel olduğunu itiraf etmek zorundasın, Taıta" "Irı burunlarla komik ağızlardan hoşlanıyorsan öyle " Nefer suyun yüzeyinde sürüklenen olu bir balığı alıp yaşlı adamın üstüne fırlattı Taıta hemen başını eğdi Nefer bu kendisi için o kadar da önemli değilmiş izlenimini bırakmaya çalışarak, "Onunla ne zaman Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 102 konuşabilirim?' diye sordu "Mısır dilini konuşuyor, değil mı7" Taıta omuzlarını sılktı "Senin kadar iyi konuşuyor" "Öyleyse onunla ne zaman buluşabilirim? Bunu benim için ayarlayabilirsin " Taıta bu isteği önceden tahmin etmişti "Prensesle maiyetini buradaki bataklıkta bir ava, onun arkasından da bir pikniğe davet edebilirsin " Nefer karar verdi "Öyleyse bugün öğleden sonra Asmor'u onu davet etmeye yollarım " Ama Taıta olmaz der gibi başını salladı "Önce Naja'ya gider, Naip de tehlikeyi hemen anlar Buna asla izin vermez bir kere tehlikeyi sezince de bir araya gelmenizi önlemek için her şeyi yapar" "Öyleyse ne yapabiliriz?" Nefer bayağı telaşlanmış görünüyordu Taıta, "Kıza ben gideceğim," diye vaat etti Aynı anda etraflarındaki papirüs bataklığının çeşitli yönlerinden hafif bağırışlar ve kürek seslen kulağa gel- di Taıta, "Asmor senin ortalıkta olmadığını fark etmiş ve köpeklerini seni bulmaya yollamış," dedi "Bu da elinden kurtulmanın ne kadar zor olacağını gösteriyor Şimdi dikkatle dinle, çünkü bizi tekrar ayırmalarından önce çok az vaktimiz var " ihtiyar adamla çocuk çabuk çabuk konuştular, acil durumlarda birbirlerine nasıl mesaj ulaştıracaklarına ve başka planlan uygulamaya koyacaklarına karar verdiler Bir yandan da bağırışlar ve kürek şapırtıları yaklaşıyordu Bir, ıkı dakikaya kalmadan silahlı adamlarla dolu hafif bir savaş gemisi yirmi küreğin itiş gücüyle papirüs perdesini yardı Kumanda güvertesinden bir bağırış yükseldi "Firavun burada' Doğru kayığın üstüne gidiyoruz1" Hıksoslar nehrin papirüs bataklığına bitişik alüvyon ovasında bir çalışma sahası kurmuşlardı Taıta tapınaktan gelirken Apepı'nın muhafızlarından ıkı kıta sabah güneşinin ısıttığı bulutsuz bir göğün altında silahlı tatbikat yapıyorlardı Tam teçhızatlı ıkı yüz asker bataklıkta bayrak yarışı yapıyorlar, onlar bellerine kadar çıkan çamurda mücadele ederken araba kafileleri ovada karmaşık manevralar gerçekleştiriyorlardı Dörtlü kolonlar tek bir dizi oluşturuyorlar, sonra yelpaze gibi açılarak yan yana ilerliyorlardı Yarışan tekerleklerin arkasından toz bulutları kalkıyor, mızrakların uçları güneş ışığı huzmeleri püskürtüyor, parlak renkli flamalar rüzgârda dans ediyordu Taıta elli okçudan oluşan sıranın birkaç yüz metre uzağında, her bir okçunun beş hızlı oku fırlatmasını seyretmek ıçm durdu Sonra korkuluk biçimindeki hedeflere doğru koştular, oklarını tekrar aldılar ve ıkı yüz metre ilerde bir sonraki hedef tahtasına nişan aldılar Eğitmenin kırbacı açık alanı aşmakta ağır davranan veya oku hedefi bulmayan herhangi bir adamın sırtına çarpıyordu Deri kayışların üstündeki tunç çiviler, keten tuniklere çarptıkları yerlerde parlak kan lekeler bırakıyordu Taıta kimse tarafından durdurulmadan ilerledi O geçerken savaş bağırış-larıyla olağan hamle yapma ve karşılama hareketlerini çalışan mızrakçı çiftler gösterilerine ara verip sustular Onu saygılı bir bakışla izlediler Ürküten bir unu vardı ihtiyar adamın Ancak o geçtikten sonra tekrar birbirlerine giriştiler Çayırın uzak ucunda bataklığın yanındaki yeşil çimenlerin üstünde tek bir araba işaretler ve hedeflerle Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 103 çizilmiş bir parkurda hızla yol alıyordu Keşif kollarının kullandığı tekerlekleri parmaklı ve kasası örülmüş bambudan olan arabalardan biriydi Çok hızlı olmalarının yanında ıkı kışı tarafından kaldırılıp bir engelin üzerinden aşırılabılecek kadar hafif bir araçtı | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:44 am | |
| Araba Kral Apepi'nin özel ahırından nefis bir çift doru kısrak tarafından çekilmekteydi. Parkurun sonundaki işaretlerin etrafını çevirirken ve arkalarındaki hafif arabayı zıplatarak dörtnala geri dönerken toynakları çim topaklarını havaya sıçratıyordu. Sürücü, dizginleri bileklerine sarmış olan ve öne eğilen Lord Trok'du. Sakalı rüzgârda dalgalanıyor, atları vahşi bağrışlarla zorlarken bıyıkları ve saka-lındaki renkli kurdeleler omuzlarından arkaya savruluyordu. Taita adamın ustalığını kabul etmek durumundaydı; o kadar hızlı giderken bile atlar üzerinde hakimiyet sağlıyor, işaretlerin arasında düz bir hat izliyor ve yanında duran okçunun geçerlerken hedeflere isabet şansını artırıyordu. Taita asasına abanarak arabanın son süratle yaklaşmasını seyrediyordu. O dik ve ince vücudu, görkemli duruşu başkasınınkiyle karıştırmanın olanağı yoktu. Mintaka, dizlerini açıkta bırakan koyu kırmızı renkte pilili bir etek giymişti. Sandaletlerinin çapraz bağcıkları biçimli baldırlarını sarıyordu. Sol bileğinde deri bir kolluk taşıyordu, sert bir deri zırh da ufak ve yuvarlak göğüslerini sarmıştı. Hızla geçerlerken oklarını fırlattığı sırada deri, nazik meme başlarını yayın geri tepişinden koruyacaktı. Mintaka, Taita'yı tanıdı, ona seslendi ve yayını başının yukarsında salladı. Siyah saçları ince bir filenin içinde hapsolmuştu ve arabanın her sarsılışında omuzlarının üstünde hopluyordu. Makyaj yapmamıştı, ama rüzgârdan ve harcadığı çabadan dolayı yanakları kızarmış ve gözleri parlamıştı. Taita, Hese-ret'in mızrak eri olarak bir savaş arabasına bindiğini düşünemiyordu, ama Hik-sosların kadınlara karşı tutumları farklıydı. "Hathor seni kutsasın, Büyücü!" Trok arabayı Taita'nın yanında durdururken kız gülüyordu. Adam, Mintaka'nın korkunç Hiksos tanrıları yerine nazik tanrıçayı kendine hami olarak saptadığını biliyo-du. "Horus senin yüzüne gülsün, Prenses Mintaka." Taita da genç kızın duasına karşılık vermişti. Babasını kral olaraK kabul etmezken kıza prenseslik unvanını yakıştırması ona duyduğu sevginin nişanesiydi. Mintaka toz bulutunun içinde arabadan atladı ve ihtiyar adamı kucaklamaya koştu. Kollarını Taita'nın boynuna dolayınca zırhının katı kenarı ihtiyar adamın kaburgalarını ezdi. Mir.iaka onun irkildiğini hissedince geri çekildi. "Başa tam beş isabet kaydettin," diye böbürlendi. "Savaşçılık hünerlerin sadece güzelliğinin yanında gölgede kalıyor." Taita gülümsüyordu. - 132 - Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 104 Mintaka, "Bana inanmıyorsun," diye ona meydan okudu. "Sırf bir kız olduğum için bir yayı çekemeyeceğimi düşünüyorsun." İhtiyar adamın itirazını beklemeden arabaya geri koştu ve sahanlığın üstüne zıpladı. "Sür, Lord Trok," diye emretti. "Bir tur daha yapalım. Son süratle." Trok dizginlere sarıldı ve arabayı hızla döndürdü. "Ha! Ha!" diye bağırdı ve parkur üstünde hızla uzaklaştılar. Her hedef kısa bir sırığın tepesine okçunun gözü hizasına oturtulmuştu. Her biri tahtadan bir insan kafası biçiminde yontulmuştu. Uluslarının hangisi olduğu da şüphe götürmezdi. Her kukla başı, miğferi ve kıtasının işaretiyle bir Mısır savaşçısının karikatürüydü, boyalı yüzler de insan yiyen devlerinki kadar iğrençti. Sanatkârın bizim hakkımızdaki kanısı belli, diye düşündü Taita. Mintaka arabanın siperindeki kutudan bir ok çekti, onu yay kirişine yerleştirdi ve yayı gerdirdi. Nişan alırken parlak sarı renkli tüyler büzülmüş dudaklarına onları öpecekmiş gibi değiyordu. Trok arabayı ilk hedefe yaklaştırıp okçuya yardımcı olmaya çalıştı, fakat arazi bozuktu. Kız, engebeleri aşarken dizlerini bükmesine rağmen, arabanın hareketiyle o da sallandı. Hedefin yanından hızla geçerlerken Mintaka oku saldı. Taita onun için soluğunu tuttuğunu fark etti. Ama kaygılanması yersiz olmuştu. Kız hafif yayı gerçek bir ustalıkla kullanıyordu. Ok kuklanın sol gözüne saplandı ve sarı tüyü güneşte ışıldarken orada titreşip kaldı. "Bak-her!" Taita alkışladı. Araba hızla uzaklaşırken Mintaka neşeyle gülüyordu, iki isabet daha kaydetti. Bir ok hedefin alnına, bir diğeri ise ağzına saplandı. Değil bacak kadar bir kız, kıdemli bir araba sürücüsü için dahi çok başarılı atışlardı. Trok arabayı en uzaktaki işaretin etrafında dönüş yaptırdı ve geri geldiler. Atların kulakları arkaya yatmıştı, yeleleri de uçuşuyordu. Mintaka bir atış daha yaptı, oku da kuklanın fazla iri burnunun ucunu buldu. Taita, "Hey yüce Horus!" dedi. "Bu kız bir cin gibi atış yapıyor!" Sonuncu hedef pek çabuk karşılarına çıktı, yanakları kızaran ve beyaz dişleri ışıldayan Mintaka da kendini zarif bir şekilde dengeliyordu. Birden salıverdiği ok fırlayarak hedefin bir karış dışından geçti. Kızın kanı beynine fırladı. "Trok, seni beceriksiz herif! Tam ben oku saldığım sırada bir deliğin içine gireceğin tuttu." Mintaka daha durmamış olan arabadan atladı ve Trok'a bağırmayı sürdürdü. "Beni Büyücü'nün karşısında küçük düşürmek için kasten yaptın bunu!" - 133 - "Majesteleri, beceriksizliğim beni de kahretti." Güçlü Trok kızın öfkesinin karşısında küçük bir oğlan çocuğu gibi ezilip büzülmekteydi. Taita adamın Mintaka için aynen tahmin ettiği gibi yanıp tutuştuğunu Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 105 görüyordu. "Seni bağışlamıyorum. Sana bir daha arabamı sürmek ayrıcalığını tanımayacağım. Bir daha asla." Taita onun böylesi bir enerjiyle öfkesini dile getirdiğini daha önce görmemişti. Bu yanı ve az önceki nefis nişancılık gösterisi ihtiyar adamın daha da fazla gözüne girmesine sebep oldu. Herhangi bir erkek, hatta Tamose Hane-danı'ndan bir Firavun için dahi uygun bir eş olduğuna karar verdi, ama Minta-ka'nın öfkesine bu kez kendisinin hedef olması korkusuyla herhangi bir neşe belirtisi göstermemeye dikkat etti. Ama boşuna tasalanmıştı. Ona döndüğünde kızın yüzünde yine güller açmıştı. Taita, "Beş atıştan dördünün isabetli olması Kızıl Yolun bir savaşçısı için bile yeterli bir başarı, majesteleri," dedi. "Ayrıca, arabanızın tekerleği gerçekten pis bir deliğe girmişti." "Susamış olmalısın. Taita. Ben gerçekten susadım." Kız ihtiyar adamı elinden tuttuğu gibi hizmetçilerinin nehrin kıyısında yünlü bir halı serdikleri ve üstüne tabaklar dolusu tatlılar ve şerbet testileri dizdikleri yere götürdü. Mintaka halının üstünde konuğunun yanına yerleşerek, "Sana sormak istediğim o kadar çok şey var ki, Taita," dedi. "Bubasti'den ayrıldığından beri görmedim seni." "Kardeşiniz Khyan nasıl?" Taita soruyu daha sorulmadan atlatmıştı. Mintaka güldü. "Her zamanki Khyan oldu. Hatta eskisinden bile daha yaramaz. Babam, tamamen iyileşince burada bize katılmasını emretti. Barış antlaşması imzalanırken bütün ailesinin yanında olmasını istiyor." Bir süre daha dereden tepeden konuştular, fakat Mintaka dalgındı. Taita onun dilinin ucundakini söylemesini bekliyordu. Fakat genç kız biraz ötelerinde süt dökmüş bir kedi gibi bekleyen Trok'a birdenbire dönerek ihtiyar adamışaşırttı. Soğuk bir tavırla, "Bizi artık yalnız bırakabilirsiniz, lordum," dedi. "Yarın sabah yine arabayla çıkacak mıyız, prenses?" Trok yalvarma rad-delerindeydi. "Yarın herhalde başka işlerim olacaktır." "Ya ertesi gün?" Adamın bıyığı bile acınacak şekilde aşağı sarkmıştı. Mintaka onun sorusunu duymamış gibi davranarak, "Gitmeden önce bana yayımla okluğumu getir," diye emretti. Trok kızın istediklerini uşak gibi yerine getirerek eline yakın bir yere bıraktı. - 134 - "Güle güle lordum." Mintaka adamı bu sözlerle savdıktan sonra yine Ta-ita'ya döndü. Trok orada bir, iki dakika daha oyalandıktan sonra ağır adımlarla arabasının yanına gitti. Adam arabasıyla uzaklaşırken Taita, "Trok ne kadar zamandır size âşık?" diye mırıldandı. Mintaka şaşırmış göründü, sonra neşeyle güldü. "Trok mu bana âşık? Saçma bu! Adam Gize'deki Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 106 piramitler kadar yaşlı herhalde, otuz yaşında vardır! Hem üç karısı var. Kaçta tane cariyesi olduğunu ise Hathor bilir!" Taita olağanüstü güzel bezeli okluktaki oklardan birini çıkararak dikkatle inceledi. Tüyler mavi ve sarı renkliydi, ihtiyar adam okun sapına oyulmuş minik mühre yavaşça dokundu. "Avcının kuşağındaki üç yıldız, içlerinde en parlağı da Mintaka," diye mırıldandı. Genç kız, "Mavi ve sarı favori renklerimdir," dedi. "Bütün oklarım Grippa tarafından yapılır. O Avaris'deki en ünlü okçudur. Yaptığı okların her biri kusursuz bir düzlüktedir ve doğru hedefin üstüne uçacak biçimde dengelenmiştir. Grippa'nın süsleri ve mühürleri de sanat eserleridir. Yıldızımı nasıl oyduğuna ve boyadığına baksana." Taita oku parmaklarının arasında evirip çevirdi ve beğeniyle inceledikten sonra okluğa geri koydu. "Trok'un oklarındaki mühür nedir?" diye birdenbire sordu. Mintaka canı sıkılmış gibi bir hareket yaptı. "Bilmiyorum. Olsa olsa bir yaban domuzu ya da bir öküzdür. Hem bugün için de, önümüzdeki günler için de Trok'tan bıktım." Genç kız böyle diyerek Taita'nın kâsesine şerbet doldurdu. "Balı ne kadar sevdiğini bilirim," dedi. Belli ki konuyu değiştirmek istiyordu, Taita da ne söyleyeceğini merakla bekledi. Mintaka, "Şimdi seninle konuşmak istediğim bazı hassas konular var," diye çekine çekine itiraf etti. Oturdukları yerdeki bir kır çiçeğini kopardı ve bir çelenk yapacakmış gibi onu kıvırmaya başladı. Hâlâ ihtiyar adama bakmıyordu, ama az önceki kızarıklığını kaybetmiş olan yanakları yine pembeleşmeye başladı. "Firavun Nefer Seti on dördüncü yaş gününü beş ay Önce kutladı. Yani sizden hemen hemen bir yaş büyük. Doğduğu Keçi Burcu sizin Kedi Bur-cu'nuzla çok uyumlu." Taita yine lafı ağzından almıştı, Mintaka ona şaşkınlıkla baktı. "Sana ne soracağımı nereden bildin?" dedi. Sonra birden ellerini çırptı. "Tabii ki bileceksin. Sen Büyücü'sün." - 135- Taita, "Firavun'dan söz açılmışken majestelerinize ondan bir mesaj getirmeye geldim," dedi. Genç kızın tüm dikkati anında ihtiyar adamın üzerinde yoğunlaştı. "Bir mesaj mı? Onun benim varlığımdan haberi var mı ki?" "Hem de fazlasıyla haberi var." Taita şerbetinden bir yudum aldı. "Buna biraz bal koymak gerekiyor." Kâseye biraz bal katarak karıştırdı. Kız, "Benimle alay etme, Büyücü," diye birdenbire Taita'ya çattı. "Bana hemen mesajımı ver." "Firavun sizinle maiyetinizi yarın sabah şafak vaktinde bataklıklarda bir ördek avına, arkasından da Küçük Kumru Adası'nda kahvaltıya davet ediyor." Şafak sökerken gökyüzü demirci ocağının kömürlerinin arasından yeni çıkmış bir kılıcın ışıldayan rengindeydi. Papirüsün tepesi göğün altında kara bir efriz oluşturuyordu. Güneşin doğmasından hemen Generated by ABC Amber LIT Conv | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:44 am | |
| önceki bu saatte ne onları kıpırdatacak bir soluk, ne de sessizliği delecek bir ses vardı. İki avcı kayığı küçük bir lagünün iki karşı ucuna demirliydiler. Engin suyu çevreleyen kamışların oluşturduğu duvara yaslanmışlardı. Aralarındaki uzaklık on beş metre ya var ya yoktu. Firavun'un hizmetkârları yüksek papirüs saplarını kıvırarak avcıların tepesinde bir tente oluşturmuşlardı. Lagünün yüzeyi sakin ve pürüzsüzdü; cilalanmış tunçtan bir ayna gibi göğü yansıtıyordu. Ortalık, Nefer'in, öbür kayıktaki Mintaka'nın zarif siluetini seçmesine yetecek kadar aydınlıktı. Yayını kucağına dayamış olan genç kız Tanrıça Hathor'un küçük bir heykeli kadar hareketsiz oturuyordu. Aklına gelebilecek başka herhangi bir kız, en başta da kendi kız kardeşleri Heseret ve Merykara, tünek üstündeki kanaryalar gibi hoplar ve iki kat daha fazla gürültü ederlerdi. Sabahki kısa karşılaşmalarının her saniyesini, tadını çıkara çıkara aklından geçirdi Nefer. O sırada ortalık karanlıktı, dünyanın yukarsında asılı yıldızlı tavanın görkemini solduracak en küçük şafak parıltısı yoktu. Her yıldız da o kadar parlak ve tombul görünüyordu ki, uzanıp her birini bir ağaçtaki olgun incirler gibi toplayabilecekmiş gibi geliyordu Nefer'e. Mintaka tapınak yönünden gelmişti. Geçtiği yol meşale taşıyan köleler ve hemen arkasından gelen hizmetçileri tarafından aydınlatılmıştı. Nehirden gelen soğuğa karşı başına yünlü bir kukuleta geçirmişti ve Nefer'in dikkatle bakmasına rağmen yüzü karanlıkta kalmıştı. - 136- "Firavun bin yıl yaşasın." Bunlar, kızın ağzından duyduğu ilk sözlerdi Nefer'in. Sesi herhangi bir sazın müziğinden daha tatlıydı. Hayalet parmaklar sanki ensesini okşuyordu. Sesine kavuşması birkaç saniyesini aldı. "Hathor sonsuzluğa dek sevsin seni." Vereceği selamın türü konusunda Taita'ya başvurmuş, ihtiyar adam da ta ki kusursuz şekilde tekrar edene kadar söyleyeceklerini ona prova ettirmişti. Kız kukuletanın altından gülümserken Nefer onun bembeyaz dişlerinin ışıltısını gördüğünü sandı. Ve Taita'nın önermediği başka bir şey eklemek cesaretini buldu. Ani bir ilhamla, yıldızların aydınlattığı göğü işaret etti. "Bak! İşte senin yıldızın." Kız başını kaldırıp avcı takımyıldızına baktı. Nefer böylece yıldızın ışığında kızın yüzünü patikadan gelişinden beri ilk kez görmüş oldu. Bir anda soluğu kesilmişti. Mintaka'nın yüzünde ciddi bir ifade vardı, ama Nefer hayatında hiç bu kadar büyüleyici bir şey görmediğini düşündü. "Tanrılar onu sırf senin için oraya koydular." Övgü kayarcasına ağzından döküldü. Kızın yüzü anında aydınlandı ve daha da güzelleşti. "Firavun kibar olduğu kadar canayakın da." Genç kız hafif alaylı bir reverans yaptı. Sonra bekleyen kayığa bindi. Babasının avcıları kürek çekerek onu bataklığa götürürlerken arkasına bakmadı. Nefer kızdan duyduğu sözleri şimdi bir duaymış gibi tekrarlıyordu: "Firavun kibar olduğu kadar canayakın da." Bataklıkta bir balıkçıl öttü. Bu bir sinyalmiş gibi hava birdenbire kanatların şaklamasıyla doldu. Nefer niçin su üstünde olduklarını neredeyse unutmuştu, bu, aklının bir karış havada olduğunu gösteriyordu, çünkü avlanmak onun en büyük tutkusuydu. Gözlerini suyun karşı tarafındaki kayıkta bulunan zarif siluetten güçlükle ayırarak av sopalarına uzandı. Mintaka'nın daha ağır silahları kullanamayacak güçte olduğunu zannettiği için sopaları kullanmaya karar vermişti. Bu Nefer'e belirgin bir avantaj sağlayacaktı. Ustalıkla atıldığı zaman döne döne yol alan sopa kesinlikle daha gösterişliydi. Ayrıca, ağırlığı dolayısıyla, su kuşunun gür tüyleri tarafından yolundan Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 108 saptırılabilecek olan küt burunlu oktan daha büyük bir isabet şansı vardı. Nefer avcılıktaki hüneriyle Mintaka'yı etkilemeye kararlıydı. İlk ördek sürüsü doğmakta olan güneşin içinden çıktı. Kuşlar alçaktan uçuyorlardı. Pırıl pırıl, siyah ve beyazlardı ve her birinin gagasının üstünde belirgin özellikleri olan bir yumru vardı. Öndeki kuş ürkerek uzaklaştı ve öbür kuşları da menzil dışına çıkardı. Aynı anda hem cinslerine ihanet eden ördekler ayartıcı çağrılarını duyurmaya başladılar. Bunlar, ele geçirilerek evcilleştiril- - 137- mis olan kuşlardı. Avcılar çamurlu dipteki bir kayaya bağlı olan bir ipi ayaklarına geçirerek uçmalarını engelliyorlardı. Yaban ördekleri geniş bir daire çizerek geri döndüler ve açık suda hainlerin yanına inmeye başladılar. Kanatlarını çırpmadan hızla yükseklik kaybederken Nefer'in kayığının yukarsından geçiyorlardı. Firavun tam zamanını hesapladı ve fırlatılmaya hazır sopasıyla ayağa kalktı. Öndeki kuşu bekledi ve anında sopayı döndüre döndüre yukarı yolladı. Ördek sopanın geldiğini görünce yolundan kaçmaya çalıştı. Bir an bunu başaracakmış gibi göründü, ama sonra bir çarpma sesi duyuldu ve tüyler uçuştu. Ördek kırık kanadını arkası sıra sürükleyerek kurşun gibi suya düşüyordu şimdi. Gürültülü bir şapırtıyla suya çarptı, ama kendini anında toparladı ve dibe daldı. Nefer, "Çabuk! Onu izleyin!" diye bağırdı. Dört çıplak erkek köle kayığın yanında suyun içindeydiler. Yalnız başlan gözüküyordu. Kayığın kenarına uyuşmuş parmaklarıyla tutunmuşlardı. Dişleri daha şimdiden soğuktan takırdamaya başlamıştı. İkisi düşen kuşu yakalamak için daldılar, ama Nefer bunun bir işe yaramayacağını biliyordu. Kırık kanadından başka yara almamış olan ördek, değme yüzücülerden daha hızlı dalacak ve daha hızlı yüzecekti. Nefer kuş elden gitti diye hayıflandı. Ancak ikinci sopayı fırlatmasına vakit kalmadan ördek sürüsü lagünün öbür yanındaki Mintaka'nın kayığına doğru bir kavis çevirdi. Dimdik yukarı çıkacak olan bağırtlakların aksine bunlar alçaktan uçuyorlardı. Ancak çok hızlı yol alıyorlar, sivri uçlu kanatları ıslığa benzer sesler çıkararak havayı yarıyordu. Nefer öbür kayıktaki avcıyı hiç hesaba katmamıştı. En usta okçular dışındakilerin bu yükseklikteki ve bu hızdaki hedeflere isabet ettirmesi çok zordu. Arka arkaya iki ok vınlayarak ördek sürüsünün içine daldı. Çifte isabetin çıkardığı ses lagünün öbür ucunda net olarak duyuldu. İki kuş taş gibi düşmekteydiler. Başları öne sarkmış, kanatları gevşemişti. Darbe anında öldükleri besbelliydi. Suya çarptılar ve hareketsiz halde sürüklenmeye başladılar. Yüzücüler onları kolaylıkla yakaladılar ve leşleri dişlerinin arasında tutarak Mintaka'nın kayığına geri yüzdüler. "Şanslı iki ok." Nefer aklından geçeni seslendirmekten geri kalmamıştı. Kayığın puruvasında oturan Taita gülümsemeden ekledi. "Ve şanssız iki ördek." Gök şimdi kuşlarla dolmuştu. Güneşin ilk ışıkları sulara vururken kara bulutlar şeklinde havaya yükseliyorlardı. Sürüler o kadar yoğundu ki, uzaktan - 138- Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 109 bakılınca kamış tarlaları tutuşmuş ve yukarıya kara dumanlar püskürtüyormuş gibi geliyordu insana. Nefer yirmi hafif teknenin ve bir o kadar daha küçük kayığın Hathor Tapı-nağı'nın dört, beş kilometre uzağındaki açık sularda gezmesini ve suya inen bütün kuşları kovalamasını emretmişti. Kanatlı kalabalıklar hiç seyrelmediler. Bir düzine kadar ördek ve kaz türü dışında, irili ufaklı çeşitli balıkçıllar, kaşıkçı balıkçıllar ve daha birçokları havada uçuyordu. Ta yükseklerde olduğu gibi, papirüslerin dalgalanan tepelerinde de koyu renkli sürüler halinde süzülüyorlar ya da iyice alçalıp hızla kanat çırparak V biçiminde uçuyorlardı. Bu arada cıyaklıyorlar, boru gibi sesler çıkarıyorlar, vakvaklıyorlar, ötüyorlar ve feryat ediyorlardı. Mintaka'nın köle kızları hanımlarını daha fazla çaba göstermesi için teşvik ettikçe kuşlara ait karmakarışık seslere tatlı gülüşler ve kız cıyaklamaları karışmaktaydı. Mintaka'nın hafif yayı bu iş için biçilmiş kaftandı. Sahibini aşırı bir kuvvet sarf etmeye zorlamayacak şekilde hizaya getirilebiliyor, gerilebiliyor ve çekile-biliyordu. Genç kız geleneksel küt burunlu oklar yerine ünlü usta Grippa tarafından özellikle onun için yapılmış sivri metal uçlar kullanıyordu. İğne gibi uçlar gür tüy örtüsünü yararak dosdoğru kemiğe kadar saplanıyordu. Mintaka bu konuda bir şey denilmemesine rağmen Nefer'in avı bir tür yarışmaya dönüştürmeye niyetlendiğini anlamıştı ve rekabet içgüdülerinin en az delikanlı-nınkiler kadar güçlü olduğunu kanıtlıyordu. Nefer ilk başarısızlığı ve Mintaka'nın yaydaki ustalığı yüzünden fena halde sarsılmıştı. Kendi işi üzerinde yoğunlaşacak yerde öbür kayıkta olan bitenlerle ilgilenmekten dikkati dağılıyordu. O yöne her bakışında ölü kuşlar gökten yağıyormuş gibi geliyordu delikanlıya. Bu ise onu büsbütün heyecanlandırıyordu. Yargı sezisini kaybetmesi sonucunda sopaları fazla erken ya da fazla geç fırlatmaya başlamıştı. Bu eksiğini kapatabilmek için sopayı fırlatırken bütün vücudunu kullanacağına vuruşlarda kolunu zorlamaya girişti. Sonuçta sağ kolu çabuk yoruldu, o da içgüdüsel olarak atış yapan kolunun kavisini kısalttı ve dirseğini bükerek bileğini burkmasına ramak kaldı. Genellikle on atışının altısında hedefi vurabiliyordu, ama şimdi atışlarının yarısından fazlası boşa gidiyordu. Sıkıntısı daha da arttı. Yere indirdiği kuşların yarısı sadece sersemlemiş ya da sakatlanmış oluyor ve dalarak köle oğlanların elinden kurtuluyorlar, sık papirüs yataklarının altına yüzerek kök ve sap ör- - 139- gülerinin altında gizleniyorlardı. Kayığının tabanında ölü kuşlar çok ağır birikiyordu. Buna karşın, öbür kayıktaki mutlu çığlıklar aralıksız devam etmekteydi. Nefer çaresizlikten kavisli sopalarını atarak ağır savaş yayına sarıldı, ama artık çok geçti. Sopalarla uğraşırken sağ kolu fena halde yorulmuştu. Yayı güçlükle çekiyor, bu yüzden okları hızlı kuşların arkasına, ağır uçuşlu olanların da önüne rastlıyordu. Taita onun, kendi kazdığı kuyuya düşmesini izliyordu. Burnunun biraz sürtmesi onun için zararlı olmaz, diye düşündü. Birkaç kelimelik bir öneriyle Nefer'in hatalarını düzeltebilirdi: Taita hemen hemen elli yıl önce yalnız araba sürücülüğü ve taktikleri hakkında değil, okçuluk hakkında da standart metinleri kaleme almıştı. Bu kez delikanlıya sempati duymuyordu. Nefer'in yine kuşunu vuramaması, Mintaka'nın ise aksine başının yukarsından geçen aynı sürüden iki kuşu birden aşağı indirmesi karşısında içinden kıs kıs güldü. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 110 Ama biraz sonra Mintaka'nın kölelerinden biri lagünün öbür yanından yüzüp gelerek Nefer'in kayığının bordasına tutununca hükümdarına acıyacaktı. "Majeste Prenses Mintaka yüce Firavun'un yasemin kokan günlerin ve bülbülün sesiyle dolu yıldızlı gecelerin keyfini çıkarabilmesini diliyor. Ancak teknesi avlarının ağırlığı nedeniyle batmak üzere, karnı acıkan prenses de kendisine saatler önce vaat edildiğini söylediği kahvaltısını edebilmeyi diliyor." Nefer bu küstahlık karşısında kaşlarını çatınca Taita zamansız bir espri diye düşündü. "Ben merhametli bir adam olduğum için tapındığın maymunların ya da köpeklerin tanrısına şükretmelisin köle. Aksi halde kendim çirkin kelleni uçurur ve küstahlığına karşılık olarak hanımına yollardım." Taita'nın araya girme zamanı gelmişti. "Firavun bu düşüncesizlikten dolayı özür diler, ama kendini spora öylesine kaptırmıştı ki, zamanın geçtiğini fark etmemiş. Hemen kahvaltıya gideceğimizi lütfen hanımınıza söyleyin." Nefer ihtiyar adama dik dik baktıysa da, yayını elinden bıraktı ve Taita'nın kararına karşı çıkmadı. İki küçük tekne adaya yan yana yaklaştıklarından her birinin taban tahtalarının üstündeki ördek yığınları kolayca kıyaslanabildi. Her bir teknenin mürettebatı ağzını açmadıysa da, sabahki av partisinin sonuçlarının herkes farkındaydı. Mintaka, Nefer'e seslendi. "Majesteleri, gerçekten eğlenceli geçen bu sabah için size teşekkür etmem gerekir. En son ne zaman bu kadar eğlendiğimi hatırlayamıyorum." Kızın sesi oynaktı, melek gibi gülümsüyordu. - 140- "Çok nazik ve de anlayışlısınız." Nefer gülümsemiyordu, eliyle boş ver der gibi bir hareket yaptı. "Bence işin içinde mızıkçılık vardı." Nefer böyle diyerek kıza arkasını yarım döndü ve kamışlarla sudan oluşan ufka somurtarak baktı. Mintaka iğneli sözü hiç de umursamışa benzemiyordu. Köle kızlarına dönerek, "Gelin Firavun'a 'Maymunla Eşek'in birkaç dizesini dinletelim," dedi. Hizmetçilerinden biri ona sazını uzattı, Mintaka da aptal çocuk şarkısını çalgı eşliğinde mırıldanmaya başladı. Hizmetçiler de hayvan taklitleri ve kontrolsüz bir neşe içeren koroya katıldılar. Nefer'in dudakları gülecekmiş gibi kımıldadı, ama takındığı buz gibi vakardan cayamazdı. Taita onun eğlenceye katılmaya can attığını görebiliyordu, ne çare ki bir kez daha kendi kazdığı kuyuya düşmüştü. Taita ilk aşk ne kadar katıksız bir mutluluk diye düşünerek hafifçe dudak büktü. Maymunun eşeğe söylediklerini kendine göre değiştirdi, bu ise önceki şarkıdan çok daha eğlenceliydi. Kızlar kahkahayı bastılar ve neşe içinde ellerini çırpmaya koyuldular. Nefer kendini büsbütün dışlanmış hissetti ve daha da fazla somurttu. Hâlâ şarkı söyleyerek adanın iskelesine geldiler. Sahilde dik bir yamaç vardı, kıyıdaki çamur siyah ve cıvık cıvıktı. Kayıkçılar diz boyu çamurun içine atladılar; onlar ilk kayığı sıkı tutarken köleler prensesle hizmetçilerini aradaki boşluktan kıyının yukarsındaki sağlam toprağa geçirdiler. Onlar sağ salim kıyıya çıktıktan sonra Firavun'un kayığı da yanaştı, köleler de Nefer'i sağlam toprakta Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 111 Mintaka'nın yanına geçirmeye hazırlandılar. Ama delikanlı otoriter bir tavırla kendisini bırakmalarını buyurdu. Bir tek sabaha yetecek ve artacak kadar onuru kırılmıştı, bir çift ıslak ve yarı çıplak köleden destek alarak kendini daha fazla küçük düşürmeye niyeti yoktu. Kıç yatırmasının üstünde mükemmelen denge bulmasını herkes hayranlıkla seyreti. Delikanlı o kadar görkemli gözüküyordu ki. Mintaka duygularını belli etmemeye çalışıyor, fakat içinden onun hayatında gördüğü en güzel yaratık olduğunu düşünüyordu. İnce ve çevik vücudu yavaş yavaş çocukluktan çıkıp bir erkeğin katı çizgilerini almaya başlıyordu. Yüzündeki azametli ve haşin ifade bile kızı büyülüyordu. Abartılı bir romantizmle, kahramanlarla büyük firavunların hamurundan o, diye düşündü. Keşke onu bu kadar kızdırmasaydım. Çok hainceydi, Ama Hat-hor şahidimdir, bugün sona ermeden onu tekrar güldüreceğim. Nefer kayıkla bayırı ayıran aralığı akasya ağacından atlayan bir leoparın çevikliğiyle aştı. Mintaka'nın durduğu noktanın iki adım ötesine zarif bir iniş yaptı. Herkesin gözünün üstünde olduğunu görerek orada öylece durdu. 141 - Derken bayır çöküverdi Üstünde durduğu gevrek kuru kıl ayaklarının al tında kırılıvermıştı Çocuk bir an için kollarını açarak denge bulmaya çalıştı, ama hemen arkasından bataklığın içme sırtüstü yuvarlandı Herkes ona dehşet içinde bakakalmıştı Koca Mısır'ın Fıravunu'nu yüzün de şaşkın bir ifadeyle beline kadar yükselen yapışkan Nıl çamurunun içinde oturur görmek olacak iş değildi Uzunca bir zaman kimse ne kımıldadı ne de konuştu Derken Mıntaka kahkahayı bastı Bunu isteyerek yapmamıştı, ama bir kere kontrolü elinden kaçırınca kendini tutamadı iç açıcı olduğu kadar bulaşıcı olan bu gülüşe hizmetçilerinin hiçbiri karşı koyamadı Şen cıyaklamaları ve kıkırdamalarına avcılarla kayıkçılar bile katılmaktan kendilerini alamadılar Taıta dahi kendini tuta mayarak kıkırdıyordu Nefer bir an ağlayacak gibi göründü ama sonra ne zamandır zapt ettiği öfkesine yenik duştu Elinin altındaki koyu kara çamurdan bir avuç dolusu alarak gülen prensese savurdu Küçük düşürülmek koluna kuvvet vermiş ve nişancılığını geliştirmişti, buna karşın Mıntaka gülmekten o kadar korumasız durumda kalmıştı ki, ne başını eğebildi ne de kaçabildi ve çamur yüzünün ortasına çarptı Birden gülmesi kesildi ve akışkan kara bir maskenin içindeki ırı gözlerle delikanlıya bakakaldı Gülme sırası'Nefer'deydışimdi Hâlâ bataklık çamurunda oturduğu yerde başını arkaya attı ve uğradığı tüm hayal ve onur kırıklığını çıngıraklı bir kah kahayla açığa vurdu Firavun güldüğü zaman butun dünya onunla güler Köleler, kayıkçılar ve avcılar neşeyle ulumaya koyuldular Mıntaka uğradığışoktan ağır ağır sıyrılıyordu Sonra birden hiçbir uyarıda bulunmadan bayırın tepesinde durduğu yerden saldırıya geçti Kendini butun ağırlığıyla Nefer'ın üstüne attı Delikanlı o kadar gafil avlanmıştı ki daha soluk alamadan başının üstündeki Mıntaka'yla suyun içine battı Nefer suyun altında çırpınıyordu Çamurlu dibe tutunup kendini yukarı itmeye çalıştı, ama kızın ağırlığı onu suyun altına mıhlıyordu Her ıkı kolunu delikanlının boynuna dolamıştı Nefer onu üstünden atmaya çalıştı, ama Mıntaka vücuduna bulaşmış olan çamur tabakası yüzünden bir yılan balığı kadar kaygandı Nefer muazzam bir gayret sarfıyle ancak başını sudan çıkarıp derin bir soluk alacak kadar bir sure için kızı | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:45 am | |
| üzerinden attı, ama Mıntaka hemen sonra onu yine batırdı Nefer her nasılsa kızın üstüne çıkmayı başardı, ama onu tutabilmek insanüstü bir çaba gerektiriyordu Mıntaka kıvranıyor ve şaşılacak bir kuvvetle tekmeler atıyordu Tuniği yukarı sıyrılıp beline sarılmıştı, bacakları da - 142- çıplak ve pürüzsüzdü Bir bacağını erkeğınkıne sarmıştı Şimdi yüz yüzeydiler, Nefer de kaygan çamurun arasından onun vücudunun sıcaklığını hissedebiliyordu Leş gibi olmuş yüzlerinin arasında sadece birkaç santimlik bir uzaklık vardı Nefer kızın çamur tabakasının arkasından ona sırıttığını fark ederek şaşırdı O da sırıttı, derken ıkısı birden gülmeye başladılar Ama ıkısı de yenilgiyi kabul etmiyordu ve mücadeleyi sürdürüyorlardı Erkeğin göğsü çıplaktı, kızın gömleği de o kadar ince ve ıslaktı ki neredeyse yokmuş gibiydi Çıplak bacaklarını hâlâ Nefer'ınkılere dolamıştı Delikanlı kendini kurtarmak için bir eliyle o inatçı kavrayıştan kurtulmaya çalıştı Sağ eli istemeyerek büyük bir enerjiyle kıvranan sert ve yuvarlak kabaete değdi Nefer butun vücuduna yayılan garip ve zevk veren bir his duydu ve kıza boyun eğdirme çabalarından vazgeçti Onu tutuyor olmaktan oldukça memnundu, bu yeni ve tuhaf duygunun tadını çıkarırken kızın ona karşı koymak için çırpınıp durmasına izm verdi Önemli bir şeyi keşfetmesi üzerine kız birden gütmeyi bıraktı Bedenlerinin alt yarısının arasında daha birkaç saniye önce orada var olmayan bir çıkıntı belirmişti O kadar lastığımsı ve iriydi ki, onu daha önce fark etmemesine şaşıyordu Çıkıntıyı test etmek için kalçalarını ilen uzattı, ama bunu her yapışında çıkıntı daha da sertleşti ve ırıleştı Bu, tüm deneyimlerinin ötesinde bir şeydi ve yeni bir şey keşfetmenin heyecanıyla aynı hareketi tekrarladı Kız, onu üstünden atmak için erkeğin şiddetli çabalarına son verdiğini, sol kolunun da bedeninin üst yarısına dolanmış olduğunu ancak fark etmişti Erkeğin sağ eli kabaetını kavramıştı, kız yumruyu incelemek için tekrar kalçalarını ilen itince, erkek de onun bu hareketini taklit ederek onu karşıladı, sağ eliyle onu daha da yakınına çekti Çıkıntı kendine özgü hayatı olan küçük bir hayvanmış gibi kızı durtmeyı sürdürüyordu Mıntaka daha önce böyle bir duygu olabileceğini tahmin bile etmemişti O gizemli yaratık birden o ana kadar tahmin edemediği bir önem kazandı Butun benliği son derece zevkli, hayal gibi bir sıcaklıkla dolmuştu Bilinçsiz olarak onu tutmak, bir kedi ya da köpek yavrusuymuş gibi onu yakalamak için elini uzattı Sonra, midesine bir yumruk yemiş gibi ırkıldı Köle kızların ona o şey ve erkeklerin onunla ne yaptıkları hakkında anlattıklarını anımsamıştı Bunu kaç kez ona ayrıntılarıyla tarif etmişlerdi Mıntaka o güne kadar o betimlemeleri uy- - 143 - durma olarak nitelemişti, zira kendisinden küçük erkek kardeşlerinin bedenlerinin orasında taşıdıkları sallantılı çıkıntıya benzer şeyleri yoktu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 113 Nümidyalı köle kız Saak'ın ona anlattığını özellikle iyi hatırlıyordu: "Öfkeli olduğu zaman o tek gözlü tanrıyı gördüğün zaman artık Hathor'a dua ederek vaktini kaybetmeyeceksin." Mintaka kendini Nefer'in kollarının arasından arkaya attı ve çamurda oturduğu yerden ona şaşkınlıkla baktı. Nefer de oturur duruma geçti ve onun bakışına yüzünde hülyalı bir ifadeyle karşılık verdi. İkisi de zorlu bir yarıştan çıkmış gibi soluk soluğaydılar. Seyircilerin, olmaması gereken bir şeyin olduğunu hissetmeleri üzerine bayırın tepesinden yansıyan bağırışlar ve gürültülü kahkahalar yavaş yavaş kesilmeye yüz tutmuştu. Sessizlik çok geçmeden huzur bozucu bir hal aldı. Taita her zamanki ustalığıyla vaziyeti kurtardı: "Majesteleri, yüzmenizi daha da uzatırsanız buradan geçecek bir timsaha güzel bir sabah kahvaltısı olabilirsiniz." Nefer ayağa fırladı ve çamurları püskürte püskürte Mintaka'nın oturduğu yere yürüdü. Onu en kırılgan Huri camından yapılmış gibi nazik bir hareketle ayağa kaldırdı. Hizmetçiler, üstünden çamur ve Nil suları akan, saçları da çamurlu bir çile gibi yüzüne ve omuzlarına dökülen prensesi kamışlarla gözlerden korunmuş temiz bir su birikintisi bulmak üzere götürdüler. Mintaka biraz sonra ortaya çıktığı zaman çamurla kilin son izlerinden arınmış bulunuyordu. Hizmetçiler yanlarında temiz giysiler de getirdiklerinden genç kız, ipek ve inci işlemeli temiz peştemalının içinde göz kamaştırıyordu. Kollarında altın bilezikler taşıyordu, boynunda da renkli camla turkuvazlardan yapılmış bir gerdanlık göze çarpıyordu. Saçları hâlâ nemli olmakla beraber, taranmış ve özenle örülmüştü. Nefer onu koşarak karşıladı ve dev bir ağacın altına götürdü. Bunun geniş dallarının gölgesinde zengin bir kahvaltışöleni onları bekliyordu. Genç çift önce içine kapanık ve çekingen davrandı, ama doğal neşelen çok geçmeden kendini gösterdi ve etraflarındakilerin eğlencesiyle gevezeliklerine katıldılar. Yine de ağızlarından çıkan her kelimenin hedefi birbirleriydi. Mintaka bulmacaları seviyordu ve delikanlıya meydan okudu. Anahtar kelimeleri Hiksos dilinden seçerek Nefer'in işini zorlaştırmaya çalışıyordu. "Bir tek gözüm ve sivri bir burnum var. Kurbanıma saplanıyorum, Ama kan akıtmıyorum. Ben neyim?" "Bu kolay!" Nefer şen bir kahkaha attı. "Bir dikiş iğnesisin." Mintaka pes eder gibi ellerini kaldırdı. - 144 - Köle kızlar, "Firavun haklı," diye bağırdılar. "Bir ceza istemeye hakkı var." Nefer, "Bir şarkı isterim!" diye talep etti. "Ama maymunlusu olmasın. Bugünlük o maymundan bıktık." Mintaka, "Sana 'Nil'in Şarkısı'nı söyleyeceğim," diye atıldı. Bunu bitirmesi üzerine Nefer bir tane daha istedi. "Ama bana yardım etmeniz koşuluyla majesteleri." Nefer'in güçlü bir tenor sesi vardı, ama yanlış bir ses çıkardığında Mintaka onun açığını kapatıyor, Nefer'in gerçekte olduğundan daha iyi şarkı söylüyor görünmesine yardım ediyordu. Nefer tabii ki bao tahtasıyla taşlarını da beraberinde getirmişti. Taita ona bu oyunu sevmesini öğretmiş, delikanlı da kısa zamanda oyunun ustası olmuştu. Şarkı söylemekten bıkınca Mintaka'yı oyun oynamaları için kandırdı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 114 Nefer tahtayı yere koyup taşları dizerken kız, "Sabırlı olmak zorundasın. Ben oyunun acemisiyim," diye onu uyardı. Bao bir Mısır oyunuydu, Nefer de bu kez Mintaka'yı mat edeceğine güveniyordu. Kıza, "Üzülme. Ben sana öğretirim," dedi. Taita gülümsedi. Küçük kardeşine baktıkları sırada Mintaka'yla o Bubas-ti'deki sarayda birkaç saatlerini bao oynayarak geçirmişlerdi. On sekiz hareketten sonra Mintaka'nın kırmızı taşları batı kalesine hâkim olmuştu ve Nefer'in ortasını tehdit ediyordu. Genç kız, "Doğru oynadım mı?" diye tatlı tatlı sordu. Nehir kıyısından gelen bağırışlar Nefer'i daha fazla zor düşmekten kurtardı. Delikanlı başını kaldırınca Naip'in sancağını taşıyan bir geminin boğazdan hızla onlara doğru geldiğini gördü. "Ne kadar yazık. Tam oyun heyecanlanmaya başlarken," diyerek taşları alelacele toplamaya girişti. Mintaka, "Saklanamaz mıyız?" diye sordu, ama Nefer olmaz der gibi başını salladı. "Bizi gördüler bile." Sabahtan beri bu ziyareti bekliyordu. Naip er veya geç onun yaptığı kaçamağı haber alacak ve sorumluluğu altındaki kaçağın peşine Asmor'u takacaktı. Gemi oturdukları kıyıya yöneldi ve Asmor yere atladı. Piknikçilere doğru hızlı adımlarla yürüyerek, "Naip ortadan kaybolmanıza fena halde sinirlendi," dedi. "Hemen devlet işlerinin sizi beklediği tapınağa dönmenizi istiyor." "Ben de nezaketsizliğinize fena halde sinirlendim Lord Asmor." Nefer kırılan onurunu bir dereceye kadar onarmaya çalışıyordu. "Ben bu şekilde hitap görecek bir seyis ya da ev hizmetkârı değilim. Ayrıca Prenses Mintaka'ya da - 145- Büyücüler Kralı / F: 10 saygısız davrandınız." Ama öyle ya da böyle delikanlının, sınıfından kaçan serkeş bir öğrenci muamelesi gördüğünün şüphesi yoktu. Nefer buna rağmen durumu kurtarmaya çalışarak Mintaka'yı kendi kayığında kendisiyle birlikte | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:45 am | |
| yolculuk etmeye davet etti. Kızın hizmetçileri ise ikinci kayıkta onları izleyeceklerdi. Bu iki gencin baş başa konuşmaları için ilk fırsat olacağı için Taita teknenin puruvasında oturmayı seçti. Genç kızdan ne bekleyeceğini bilmeyen Nefer, Mintaka'nın, politik nezaket formüllerini bir kenara bırakıp karşıt taraflar arasındaki barış konferansının başarı ya da başarısızlık olasılıklarını tartışmaya koyulması üzerine pek şaşırdı. Mintaka politik sezişleri ve isabetli görüşleriyle onu etkilemekte gecikmedi. Genç kız, "Biz kadınların bu dünyayı yönetmesine izin verilseydi, bu aptal savaş olmazdı," diye durumu özetledi. Ama Nefer bu görüşü tartışmasız kabul edemezdi. Tapınağa kadarki yol boyunca çekişmeyi sürdürdüler. Yolculuk Nefer'in hoşuna gitmeyecek kadar kısa sürdü, rıhtıma çıkarlarken kızın elini tutarak, "Seni tekrar görmek isterim," dedi. Mintaka da elini çekmeden, "Ben de isterim," diye karşılık verdi. Nefer, "Yakında," diye ısrar etti. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 115 "Yeterince kısa bir zaman sonra." Mintaka gülümseyerek elini yavaşça Nefer'in avucundan çekti. Tapınağa doğru yürürken kızın arkasından bakan Nefer içinde garip bir burukluk hissediyordu. "Lordum, Amon Ra'nın kehaneti sırasında hazır bulunmuştunuz. Tanrıların bana yüklediği ağır görevi biliyorsunuz. Onların isteklerine karşı koyamam, dolayısıyla da sizin çıkarlarınızı gözetmekle yükümlüyüm. Çocuğa eninde sonunda zararsız bir kaçamak olan bu işte yardımcı olmamın iyi bir nedeni vardı." Ama Naja o kadar kolay yatışmak niyetinde değildi. Nefer'in Asmor'u atlatmayı başarıp sabahı bataklıklarda Hiksos prensesiyle geçirmesini hâlâ içine sindiremiyordu. "Sen Nefer'e yardım edince ben buna nasıl inanabilirim? O deliliği sen teşvik ettin." "Naip lordum, genç Firavun'un güvenini kaybetmememin planlarımız için ne kadar yaşamsal önemi olduğunu anlamalısınız. Sizin emirlerinize ve otoritenize karşı koyar görünürsem, çocuk hâlâ onun adamı olduğuma inanacaktır. Amon Ra'nın bana yüklediği görevi yerine getirmem o zaman o nispette kolaylaşacaktır." - 146- Taita, Naip'in suçlamalarını bir diplomatın becerisiyle atlatmayı bildi, öyle ki adam sonunda artık atıp tutmuyor, sadece acı acı yakınıyordu. "Bir daha böyle bir şey olmamalı, Büyücü. Bana bağlılığından tabii ki şüphelenmiyorum. Tanrıların emirlerine karşı gelmen şüphesiz delilik olurdu. Bununla birlikte, bir daha dairesinden çıktığı zaman Nefer daima Asmor'la adamlarından bir grubun eşliğinde olmalıdır. Ortadan kaybolması olasılığını göze alamam." "Lordum, Çoban Reis'le pazarlıklarınız nasıl gidiyor? Başarılı bir sonuç elde etmeniz için benim bir yardımım dokunabilir mi?" Taita büyük bir ustalıkla konuyu değiştirmiş, Naja'yı arkası sıra sürüklemişti. "Apepi rahatsız. Bu sabah o kadar şiddetli bir öksürük krizi geçirdi ki kan tükürdü ve konferans salonundan ayrılmak zorunda kaldı. Kendisi görüşmelere katılamamakla beraber, başka bir kimsenin onun adına konuşmasına yanaşmıyor. Genellikle yüzde yüz güvendiği Trok'un bile. Büyük ayının toplantılara ne zaman dönebileceğini tanrılar bilir. Bu yüzden günler, hatta haftalar ziyan edebiliriz." Taita, "Apepi'nin rahatsızlığı nedir?" diye sordu. "Bilmiyorum." Aklına bir şeyin gelmesiyle Naja ansızın atıldı. "Bunu niçin daha önce düşünemedim? Sende bunca yetenek varken hastalığını her neyse tedavi etmelisin? Hemen onun yanına git, Büyücü ve elinden geleni yap." Kralın dairesine yaklaşırken Taita avlunun öbür yanından Apepi'yi duyabiliyordu. Sesi tuzağa yakalanmış kara yeleli bir aslanı andırıyordu, Taita odaya girince ise kükremeler daha da şiddetlendi. İhtiyar adam odanın eşiğini aşarken korku içinde kaçışan Osiris'in üç rahibi tarafından az daha devriliyordu. Ağır bir bronz kâse bu arada kapı eşiğine yuvarlandı. Odanın ortasında kürklerin ve karmakarışık yatak çarşaflarının ortasında çırılçıplak oturan Hiksos kralı tarafından fırlatılmıştı. Taita'yı görünce, "Nerelerdeydin, Büyücü?" diye gürledi. "Şafak sökmeden Trok'u seni bulmaya yolladım. Beni o şeytan rahiplerle pis kokulu ilaçlarından ve kızgın maşalarından kurtarmak için ikindi vaktine kadar niçin bekledin?" Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 116 Taita, "Trok'u görmedim, ama rahatsız olduğunuzu Lord Naja'dan duyar duymaz koşup geldim," diye açıkladı. "Rahatsız mı? Ben rahatsız değilim, Büyücü. Ölmek üzereyim." "Sizi kurtarmak için ne yapabileceğimizi görelim." Apepi kıllı karnının üstüne dönünce Taita adamın sırtındaki mor renkli çirkin şişi gördü. Kralın iki yumruğu kadar iriydi. Taita buna parmağının ucuyla - 147- hafifçe dokununca Apepi yine anırdı ve ter döktü. "Yavaş, Taita, Mısır'ın rahiplerinin topu kadar kötüsün." İhtiyar adam geri çekildi. "Bu nasıl başladı? Belirtileri neler oldu?" "Her şey göğsümde şiddetli bir ağrıyla başladı." Apepi göğsüne dokundu. "Sonra öksürmeye başladım, ağrı da daha şiddetlendi. İçerde bir şeyin kımıldadığını hissettim, derken ağrı sanki sırtıma kaydı ve bu yumru ortaya çıktı." Kral yumruya dokunmak için elini omzunun üzerinden sırtına götürdü ve yine acı acı inledi. Taita daha fazla ileri gitmeden Apepi'ye Kızıl Şepen'in, uyku çiçeğinin bir şurubunu içirdi. Bir yavru fili dahi yere yıkacak kadar kuvvetli bir içkiydi bu, ama gözlerinin şaşılaşmasına, sesinin de peltekleşmesine rağmen Apepi'nin hâlâ aklı başındaydı. Taita şişi yine elledi, kral da homurdandı, ama başkaca itirazda bulunmadı. Taita sonunda, "Etinizin derinlerinde yabancı bir cisim var," dedi. "Buna hiç şaşmam, Büyücü. Çoğu Mısırlı olan kötü adamlar, süt ninemin memesini emdiğim son günden beri içime yabancı cisimler tıkıştırdılar." Taita yüksek sesle düşünüyordu. "Bunun bir okun ucu ya da bir bıçağın parçası olduğunu düşünebilirim, ama bir giriş yarası yok." "Gözlerini kullan, adam. Her tarafım yara dolu." Kralın kıllı bedeni gerçekten de eski savaş yarası izleriyle leke leke ve yol yoldu. Taita onu uyardı. "Kesmek zorunda kalacağım." Apepi, "Ne yapacaksan yap, Büyücü, ama zırıltıyı kes," diye hırladı. Taita kutusundan tunçtan bir neşter çıkardı, Apepi de kalın deri kemerini yerden aldı ve bunu uzunlamasına ikiye katladı. Bunu dişlerinin arasına sıkıştırarak bıçağın sırtını yarmasını bekledi. "Buraya gelin!" Taita kapıdaki muhafızlara seslendi. "Gelin ve kralı tutun." "Defolun sersemler!" Apepi yaşlı adamın emrini geçersiz kıldı. "Kıpırdamamam için kimsenin beni Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 117 tutmasına ihtiyacım yok benim." Taita hasta adamın tepesine dikildi, yapacağı kesiğin açısıyla derinliğini hesapladı. Sonra hızla bir tek derin kesik açtı. Apepi sıktığı dişlerinin arasından boğuk bir kükreme salıverdi, ama kıpırdamadı. Yaranın içinden fıskiye gibi koyu renkli kan ve koyu sarı cerahat püskürürken Taita geri çekildi. İç bulandırıcı bir koku bütün odayı kaplamıştı. Taita neşteri elinden bıraktı ve işaret parmağını yaranın içine daldırdı. Parmağının etrafından kan köpürüyordu, ama o yaranın dibinde sert ve katı bir şey hissetti. Bunun üzerine elinin altında duran fildişi forsepsi alarak ta ki ucu katı bir cisme dokununcaya kadar yarayı karıştırdı. Apepi bağırmayı bırakmıştı, ama sırt kaslarının bilinçsiz titremesi dışında kıpırdamadan yatıyordu. Domuzların sesini andıran gürültülü burun çekişlerle soluk almaktaydı. Taita üçüncü denemesinde cismi forsepsin çeneleriyle yakalayabildi ve onu bulunduğu yerden şokene kadar çekti. Sonunda cismin yüzeye doğru çıktığını hissetti. Son birkaç santimi beraberinde cerahat ve doku döküntülerini sürükleyerek aşan cismi Taita pencereden gelen ışığa tuttu. "Bir okun ucu," diye bildirdi. "Hem uzun zamandan beri bulunduğu yerdeymiş. Yıllar önce etrafını çürütmeyişine şaşıyorum." Apepi kemeri ağzından tükürdü ve titrek bir sesle kıkırdayarak doğruldu. "Seueth'in kıllı hayaları şahidimdir ki o adi cismi tanıdım. Serseri adamlarınızdan biri onu on yıl önce Abnub'da bedenime saplamıştı. O tarihlerde cerrahlarım, kalbime çok yakın olduğu için ona erişemeyeceklerini söylediler, sonuçta da onu yerinde bıraktılar. O zamandan beri onu hazine gibi saklamışım." Kral üçgen biçimindeki taşı Taita'nın kanlı parmaklarının arasından aldı ve ona gururla baktı. "Kendimi ilk bebesini doğurmuş bir anne gibi hissediyorum. Onu altın bir zincirin ucunda bir tılsım gibi taşıyacağım. İstersen, onu okuyup üfleyebilirsin. Bu da başka okların bana isabet etmesini önleyebilir. Ne dersin, Büyücü?" "Üstün derecede etkin olacağına eminim, lordum." Taita ağzını kâsedeki sıcak şarap ve balla doldurdu, yaradaki cerahatla kanı çekmek için içi oyuk bir pirinç tüpten yararlandı, sonra da şarap bal karışımını yaranın derinine püskürttü. Apepi, "Güzelim şaraba yazık," dedi ve kâseyi iki eliyle tutarak içindekileri son katresine kadar içti. Sonra kâseyi duvara fırlattı ve geğirdi. "Şimdi de yardımlarına ödül olarak sana eğlenceli bir öyküm var, Büyücü," dedi. "Bu, Bu-basti'de kalenin tepesinde yaptığımız son konuşmayla yakından ilgili." "Majestelerinizin her kelimesini büyük bir dikkatle dinliyorum." Taita kralın üzerine eğildi ve açık yarayı keten şeritlerle sarmaya girişti. Bunu yaparken yaraların sarılmasıyla ilgili sihirli sözleri mırıldanıyordu: "Seni sarıyorum, Seth'in adamı, Kızıl ağzını tıkıyorum, büyük kötülük simgesi* - 149- Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 118 - 148- Apepi sert bir sesle onun sözünü kesti. "Trok, Mintaka için başlık parası olarak bir lakh altın vermeyi | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:46 am | |
| Apepi sert bir sesle onun sözünü kesti. "Trok, Mintaka için başlık parası olarak bir lakh altın vermeyi önerdi." Taita'nın elleri hareketsiz kaldı. Elinde Apepi'nin fıçı gibi göğsüne yarım sarılmış sargılarla öylece duruyordu. "Siz ona ne yanıt verdiniz, majesteleri?" Adamcağız o kadar üzülmüştü ki krallar için kullanılan hitap ağzından ka-çıvermişti. Bu, öngörmediği tehlikeli bir gelişmeydi. "Ona başlık parasının beş lakh olduğunu söyledim." Apepi kıs kıs gülüyordu. "Köpek güzel kızım için öylesine tutuşuyordu ki penisi gözlerinin arasına kadar yükselip önünü görmesini engelliyordu. Ama yıllar içinde benden bütün çaldıklarına rağmen, asla beş lakh toparlayamaz." Apepi yine geğirdi. "Endişe etme, Büyücü, Mintaka, Trok gibi birine feda edilemeyecek kadar değerlidir. Özellikle de küçük Fira-vun'unuzu ülkeme bağlamak için onu kullanabileceğime göre." Hiksos kralı kalın kaslı kolunu kaldırdı ve onun altından sargılı sırtına bakmaya çalıştı. Bunu yaparken kafasını kanadının altına sokmuş ihtiyar bir horoza benzemişti. "Beni zamanı gelmeden mumyaya benzettin," diye güldü. "Ama iyi iş yaptın. Git, parfümünü bir kez daha koklamaya hazır olduğumu ve bir saat sonra onunla toplantı odasında buluşacağımı Naip'ine söyle." Naja, Taita'nın başarısına ve Apepi'nin mesajına sevinmişti. Taita'dan şüphe etmiyordu artık. "O Apepi moruğunu dize getirmek üzereyim," diye şeytanca bir sevinç duydu. "Bana tahmin ettiğinden de fazla ödünler verecek Görüşmeleri yarıda bırakıp yatağına sığındığı için bu yüzden çok kızdım." Adam kendi kendisinden o kadar hoşnuttu ki oturamadı. Yerinden fırlayıp taş zeminli odada bir aşağı, bir yukarı yürümeye başladı. "O nasıl, Büyücü? Aklını karıştıracak bir şeyler içirdin mi ona?" Taita, "Gırtlağından aşağı döktüğüm doz bir boğayı bile sersemletir," diye adamın içini rahat ettirdi. Naja makyaj malzemesi sandığının başına gitti ve yeşil renkli bir cam şişeden avucuna parfüm serperek bununla ensesini ovuşturdu. "Bu fırsattan sonuna kadar yararlanacağım," dedi. Kapıya yürümeye başladı, ama sonra durup omzunun üzerinden arkaya baktı. "Benimle gel," diye emretti. "Apepi'yle işim bitmeden önce yeteneklerini kullanmamız gerekebilir." Apepi'yi antlaşmaya bağlamak Naja'nın hayal ettiği kadar kolay bir iş olmayacaktı. Adam yarasından ve aldığı ilaçlardan hiç etkilenmişe benzemiyor, tapınağın duvarının üstündeki nöbetçinin gece yarısı olduğunu bildirmesinden sonra bile hâlâ bağırıp çağırıyor ve yumruğunu masanın üstüne vuruyordu. - 150- Naja'nın önerdiği hiçbir uzlaşma şartı onun için yeterli değildi, sonunda Taita bile onun uyuşmazlığından yorgun düşmüştü. Naja görüşmeleri erteledi, avludaki horozlar öterken de sendeleyerek yatağının yolunu tuttu. Ertesi gün öğleyin tekrar buluştuklarında Apepi mantığın sesini dinlemeye bir gün önceki kadar bile hevesli değildi, pazarlıklar ise daha da fırtınalı geçti. Taita hükümdarı sakinleştirmek için tüm yeteneğini kullandı, ama Apepi kolay kolay yola geleceğe benzemiyordu. Böylece, yazıcılar ancak görüşmelerin Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 119 beşinci gününden sonra antlaşmanın maddelerini kil levhalarına hem hi-eratikn yazıyla, hem de hiyerogliflerle Hiksos ve Mısır dillerinde yazmaya başlayabildiler. Gecenin geç saatlerine kadar çalıştılar. Naja o ana kadar Firavun Nefer Seti'yi bu özel toplantılardan uzak tutmuş, onu önemsiz görevlerle meşgul etmişti. Öğretmenleriyle ders, silahlarla idman, hepsi ödünlerle bağışların peşinde olan elçilerle, tüccar ve rahip delegasyonla-rıyla toplantılar yaptırıyordu. Nefer sonunda isyan edince Naja onu Apepi'nin küçük oğullarıyla birlikte atmacayla kuş avlamaya yolladı. Bu gezintiler o kadar da dostça bir hava içinde yapılmıyordu. Hatta ilk gün avlanan hayvanlar yüzünden gençlerin arasında kavga çıktı ve dövüşmelerine ramak kaldı. İkinci gün, Taita'nın önerisi üzerine Prenses Mintaka taraflar arasında barış elçiliği yapmak için ava katıldı. Ona saygıları olduğundan ağabeyleri başka zaman olsa silahlarını çekip Mısırlıları darmadağın edebilecekken bu defa onun arabuluculuğuna başvurdular. Aynışekilde av arabasında Mintaka yanında olunca Nefer'in savaşçı içgüdüleri yatışıyordu. Mintaka'nın kaba saba kardeşlerinin tehdit dolu böbürlenişlerini görmezlikten geliyor, genç kızın şakalarının, bilgisinin ve tabii ki bedensel yakınlığının tadını çıkarıyordu. Bozuk arazide ceylan sürülerini kovalarken hoplayıp zıplıyor, arabanın daracık alanında birbirlerinin üstüne düşüyorlardı. Mintaka o zaman delikanlıyı kavrıyor, tehlike geçtikten sonra bile onu sıkı sıkı tutmayı sürdürüyordu. Nefer ilk avdan sonra tapınağa dönünce Taita'yı yanına çağırtmıştı. Ona avı anlatmayı bahane etmişti, oysa dalgın ve ilgisizdi. Taita onu sevgili şahininin performansı konusunda sorgulayınca dahi fazla bir heyecan göstermemişti. Yalnız birdenbire hülyalı bir tavırla, "Kızların bu kadar yumuşak ve sıcakkanlı olmaları seni de şaşırtmıyor mu, Taita?" diye sormuştu. Altıncı günün sabahında yazıcılar çalışmalarını tamamlamışlardı, antlaşmanın kaydedildiği elli kil levha da onaylanmaya hazırdı. Naja bu işlem yapılır- Hieratik: Eski Mısırlılar tarafından kullanılan ve hiyerogliflerden türeyen bir yazı türü. - 151 - ken hazır bulunması için Firavun'u çağırttı. Apepi'nin bütün çocukları, hatta Mintaka bile, törene katılacaktı. Saray teşrifatçısı gür sesiyle antlaşma metnini okurken tapınağın avlusu bir kez daha hükümdar ailelerinden ve soylulardan oluşan gösterişli bir kalabalıkla dolmuştu. Nefer bu kez duyduklarına tüm dikkatini verdi. Mintaka'yla beraber geçirdikleri günlerde antlaşmayı tartışmışlardı, şimdi de okunanlarda bir yanlış keşfettikleri ya da bir şeyin atlandığını fark ettikleri zaman anlamlışekilde bakışıyorlardı. Ancak, yanlışlar çok azdı, Nefer de uzun belgenin birçok bölümünde Taita'nın etkisini sezer gibi oldu. Sonunda mühürleri basmanın zamanı geldi. Nefer koç boynuzlarının uğultularının eşliğinde mührünü yaş kile bastırdı, Apepi de aynışeyi yaptı. Hiksos kralının kutsal mührü benimseyerek firavunluk ayrıcalığını gasbetmesı Nefer'i sinirlendirmişti. Naja ağır makyajının altında anlaşılmaz bir yüz ifadesiyle bu sahneyi seyrederken iki krallığın hükümdarları birbirlerini kucakladılar. Apepi, Nefer'in ince bedenini ayı pençelerine benzeyen elleriyle vücuduna bastırırken orada hazır bulunanlar "Bak-her! Bak-her!" bağrışlarıyla onları alkışladılar. Adamlar silahlarını zırhlarına çarpıyor ya da kılıçlarının ve mızraklarının başını yerdeki taşların üstüne vuruyorlardı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 120 Nefer, Apepi'nin ağır vücut kokusu yüzünden az daha bayılıyordu. Hik-sosların benimsemedikleri Mısır âdetlerinden biri de bedensel temizlik kavramıydı. Nefer kendisi bile Apepi'nin kokusunu tiksindirici bulduktan sonra, kral ona sevgisini gösterdiği zaman Naja'nın nasıl bir şok yaşayacağını düşünerek avundu. Yavaşça hükümdarın kollarının arasından sıyrıldıysa da, Apepi babacan bir tavırla sırıtarak kıllı patilerinden birini delikanlının omzuna dayadı. Sonra avludaki kalabalığa döndü. "Bir kere daha birleşen bu güçlü ülkenin insanları, size görev ve vatan aşkımı sunuyorum. Bunun nişanesi olarak kızım Prenses Mintaka'yı bu Mısır ülkesinin yönetimini benimle paylaşan Firavun Nefer Seti'ye eş olarak veriyorum. Yukarı ve Aşağı Krallıkların çifte tacına benimle ortak olan Firavun Nefer Seti oğlum, onun oğulları da torunlarım olacak!" Herkes bu şaşırtıcı bildiriyi kavramaya çalışırken avluda birkaç saniye çıt çıkmadı. Ama sonra onaylama bağırışlarına silahların takırtısının ve zırhlı sandaletlerin tepinişinin de karışmasıyla gürültü kulakları sağır edici boyutlara ulaştı. Firavun Nefer Seti'nin yüzünde her ne kadar bir ölümlü gibi görünmese de aptalca olarak nitelenebilecek bir sırıtış dikkati çekiyordu. Bakışlarını avlunun öbür yanındaki Mintaka'ya dikmişti. Kız donakalmıştı. Bağırmasını ya da - 152- cıyaklamasını önlemek ister gibi bir elini ağzına bastırmıştı; babasına bakarken de gözleri iri iri açılmıştı. Koyu bir kızartı yavaş yavaş yüzünü kaplarken Nefer'le utana utana göz göze geldi. İki genç kalabalık avluda kendilerinden başka kimse yokmuş gibi birbirlerine bakakalmışlardı. Taita, Firavun'un tahtının dibinden bu sahneyi gözlüyordu. Apepi'nin bildirisinin zamanlamasının dâhiyane olduğunun farkındaydı. Naja'nın, Trok'un ya da bir başkasının bu evliliğe engel olmasının bir yolu yoktu artık. Taita, Naja'nın tahtının yakınındaydı. Naip'in fena halde bozulduğu ve kendi durumunun sallantıda olduğunun bilincine vardığı yüzünü kaplayan makyaja rağmen belli oluyordu. Nefer prensesle evlendiği takdirde Naja'nın ona asla erişemeyeceği bir konumda olacaktı. Naip, çifte tacın elinden kaçmakta olduğunu hissediyordu. Taita'nın bakışının üzerinde olduğunu hissetmiş olacaktı ki onun bulunduğu yöne baktı. İhtiyar adam bir an için adamın ruhunun içine baktı ve Naip'in adını aldığı kobralarla dolu, suyu çekilmiş bir kuyunun içine bakmış gibi oldu. Ama Naja daha sonra vahşi bakışlı sarı gözlerini eğdi, soğuk soğuk gülümsedi ve başının hareketiyle onayını bildirdi. Ancak Taita adamın beyninin hızla çalıştığının farkındaydı. Bununla birlikte bu düşünceler o kadar hızlı ve karmaşıktı ki yaşlı Büyücü bile onları takip edemiyordu. Taita başını çevirdi ve karşı taraftaki Hiksos saflarında Lord Trok'un iri yarı bedenini aradı. Naip'ten farklı olarak Trok duygularını maskelemek için hiçbir çaba göstermiyordu. Öfkeden kudurduğu belliydi. Sakalının kılları bile dikilmiş, yüzü mor bir renk almıştı. Hakaret eden ya da itirazını bildiren sözler haykıracakmış gibi ağzını açtı ve eli kılıcının kabzasına gitti. Kavrayışının basıncından parmak boğumları bembeyaz kesilmişti. Taita bir an için onun kılıcını çekeceğini ve avlunun karşı tarafındaki Nefer'in üzerine koşacağını düşündü. Müthiş bir çaba harcayarak kontrolünü kaybetmemeyi başardı. Sakalını eliyle sıvazlıyarak düzeltti ve etrafındakiler! iterek avluyu terk etti. Etraftaki hareket ve karışıklıktan kimse gidişini fark etmemişti. Yalnızca Apepi alaycı bir gülümsemeyle bakarak onu izledi. Trok, Hathor'un yüksek granit sütunlarının arasında gözden kaybolurken Apepi elini Nefer'in omzunun üzerinden çekti ve Naja'nın tahtına doğru yürüdü. Naip'i yastıklarının üzerinden kolayca kaldırdı ve Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 121 Firavun'a yaptığından daha hararetle kucakladı. Dudaklarını Naja'nın kulağına yapıştırarak, "Daha fazla Mısır hilesi ve oyunu istemem, mis kokulu çiçek, yoksa onları kıçının kolumun gittiği kadar derinine tıkarım," diye yavaşça fısıldadı. - 153- Naja'yı tekrar yastıklarının üstüne attı, sonra kendisi için hazırlanmış tahta yerleşti. Bembeyaz kesilen Naja, parfüme batırılmış keten bir bezi kendini to-parlayıncaya kadar burnuna yapıştırdı. Dalga dalga alkışlar bütün avluya yayılıyordu. Gürültü hafiflemeye yüz tutarken Apepi halkı yeni bir çabada bulunmaya teşvik için dev patilerini tahtının kollarına çarptı, böylece alkışlar tekrar başladı. Apepi müthiş eğleniyordu, halkı da bitkin düşene kadar alkış tutmaya ve bağırıp çağırmaya zorladı. Aşağı Mısır'ın Deşret tacını başında taşıyan hükümdar avluda hâkim konumdaydı. Kafasındaki yüksek Hedjet tacının sağladığı otoriteye rağmen Nefer onun yanında bir çocuktan farksızdı. Son bir alkış selinden sonra Naja en sonunda ayağa kalkarak iki kolunu ileri uzattı. Avluya en sonunda sessizlik çökmüştü. "Kutsal bakire öne çıksın!" Tapınağın başrahibesi yardımcılarını izleyerek mihrabın yanındaki oymalı bölmenin arkasından çıktı ve çifte tahta doğru ilerledi. Önünde yürüyen iki rahibe çifte krallığın pşent taçlarını taşıyorlardı. Tapınak korosu tanrıçaya övgü ilahileri okurken saygıdeğer yaşlı kadın ortak hükümdarların başlarındaki tek taçları alarak yerlerine çifte taçları oturttu. Bu, Mısır'ın tekrar birleşmesi anlamına geliyordu. Yaşlı rahibe bundan sonra iki Fira-vun'la yeni ülkeyi titrek sesiyle kutsadı ve tekrar tapınağın içerlerine çekildi. Bunu kısa bir kararsızlık anı izledi. Mısır'ın uzun tarihinde ilk kez bir birleşme töreni kutlandığından izlenmesi gereken belirli bir sıra yoktu. Naja büyük bir ustalıkla fırsatı yakaladı. Bir kez daha ayağa kalkarak Apepi'nin önüne geçti. "Bu uğurlu ve neşeli günde yalnız iki krallığın birleşmesini değil, aynı zamanda Firavun Nefer Seti'yle güzel Prenses Mintaka'nın nişanlanmalarının sevincini yaşıyoruz. Dolayısıyla, her iki krallıkta da biline ki Firavun rüştüne erdiği gün ya da taç üzerindeki iddiasını perçinleyecek koşullardan birini yerine getirdiği ve ülkesini onu koruyacak ve yönlendirecek bir Naip'i gereksinmeden yönetebildiği zaman düğünü bu tapınakta kutlanacaktır." Apepi kaşlarını çattı, Nefer de üzüntüsünü ele veren bir hareket yaptı, ama artık çok geçti. Haber meclis üyelerinin tamamı toplantı halindeyken bildirilmişti. Naja üstelik Naip olarak her iki taçlı başın ona verdiği yetkiyle konuşuyordu. Bu durumda Nefer kendi tanrı kuşunu yakalamadığı veya Kızıl Yolu aşmayı başaramadığı takdirde Naja evliliği yıllarca geciktirmeyi başaracaktı. Taita bu dâhiyane bir manevraydı diye acı acı düşündü, aynı zamanda bunun arkasındaki politik zekâya hayranlık duymaktan kendini alamıyordu. - 154- Naja hızlı düşünmesi ve tam zamanında müdahalesi sayesinde başına gelebilecek musibetleri önlemeyi bilmişti. Karşıtları kendini toparlayamadan daha da ileri gitti: "Mutlu bir haberim daha var. Firavun Apepi'yle Firavun Nefer Seti'yi prenseslerimiz Heseret'le Merykara'yla düğünümü kutlamaya davet ediyorum. Bu mutlu tören on gün sonra Yükselen Isis bayramının birinci gününde Teb kentindeki Isis Tapınağı'nda yapılacaktır." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 122 Demek on gün sonra Lord Naja Tamose Hanedanı'nın bir üyesi ve tahtın Firavun Nefer Seti'den hemen sonraki vârisi olacak, diye acı acı düşündü Taita. Bir Umm Masara tepelerindeki krallık şahininin yuvasında gördüğümüz kobranın kim olduğundan artık hiçbir şüphemiz kalmadı. Hathor Antlaşmasfnın koşulları uyarınca Apepi'nin krallığı Avaris'te, Nefer Seti'ninki ise Teb'de kalacaktı. Birleşik krallık adına her biri eski krallığını yönetecekti. Her yıl iki kez, Nil taşkınından önce ve sonra iki kral Memphis'te ortak bir toplantı düzenleyecekler, iki krallıkla ilgili bütün meseleler burada ele alınacak, yeni yasalar hazırlanacak ve davalar görülecekti. Bununla birlikte, her biri kendi başkentine gitmek üzere iki Firavun'un ayrılmasından önce Apepi'yle kafilesi Nefer Seti'nin filosuyla Teb'e gitmek üzere nehrin yukarı boylarına yolculuk edecekti. Teb'de ise Lord Naja'nın çifte düğününde hazır bulunacaklardı. Her iki kafilenin tapınağın altındaki rıhtımdan eşzamanlı olarak gemilere binmesi, sabahın büyük kısmını kaplayan düzensiz ve karmakarışık bir olay oldu. Taita gemici ve rıhtım işçisi, köle ve önemli yolcu kalabalığına karıştı. Kumsalda mavnalara yüklenmek üzere bekleyen dağ gibi yük ve alet edevata o bile şaşmıştı. Teb'le Avaris'in askeri birlikleri uzun ve engebeli yolu tekrar kat etmektense arabalarını parçalarına ayırmışlardı ve onları atlarla birlikte mavnalara yüklüyorlardı. Bu da nehir kıyısındaki karışıklığa fazlasıyla katkıda bulunuyordu. Taita bu kez nasılsa insanların ilgi odağı değildi; herkesi meşgul edecek kadar çok iş vardı. Arada bir adamın biri elindeki işten başını kaldırıp onu tanıyor ve kutsanmasını istiyor ya da bir kadın tedavi etmesi için ona hasta çocuğunu getiriyordu. Taita buna rağmen kumsalda yavaş yavaş ilerleyip Lord Trok'un alayının arabalarını ve araç gerecini arıyordu. Sonunda onları yeşil ve kırmızı flamalarından tanıdı, biraz daha yaklaşınca adamlarının arasında duran Trok'u fark etti. Taita daha yakına gelince adamın bir donanım ve silah yığını- - 155 - nın başında durup mızrak erine çattığını gördü: "Beyinsiz maymun, eşyamı nasıl topladın? Bak, en sevdiğim yayım ortalıkta duruyor. Sersemin biri mutlaka atlarını üstünden geçirecektir." Trok'un bir gün önceki öfkesinde hiçbir azalma olmamıştı, rıhtımda gümbür gümbür yürüyor, yolunun üstünde duran herhangi bir şanssız kişiye araba kırbacıyla vuruyordu. Taita onun durup çavuşlarının bir diğeriyle konuştuğunu, sonra da tapınağa çıkan patikaya saptığını gördü. O gözden kaybolur kaybolmaz Taita mızrak erine yaklaştı. Askerin arkasında bir peştemaldan başka bir şey yoktu. Adam Trok'un eşya sandıklarından birinin üzerine eğilip sonra bununla bekleyen mavnaya doğru sendelerken Taita onun çıplak sırtında uyuzun tipik dairesel lekesini gördü. Mızrak eri sandığı mavnanın güvertesindeki bir gemiciye uzattıktan sonra geri döndü. İlk kez Taita'nın orada durduğunu fark etti ve yumruğuyla göğsüne dokundu. Taita, "Gel buraya asker," diye ona seslendi. "Ne zamandan beri sırtında o kaşıntı var?" Asker içgüdüsel olarak bir kolunu kürek kemiklerinin arasına uzattı ve bir noktayı kanatıncaya kadar kaşıdı. "Lanet olasışey Abnub'u zapt etmemizden beri bana musallat," dedi. "Öyle sanıyorum ki o pis Mısırlı fahişelerden birinin bana armağanı ve..." Adam birden bozularak arkasını getirmedi. Taita onun, kentin işgali sırasında tecavüz ettiği bir kadından bahsettiğini anlamıştı. "Beni bağışlayın, Büyücü, artık müttefik ve vatandaşız." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 123 "Ben de onun için derdine çare bulacağım, asker. Tapınağa git, mutfaklardan bir kâse iç yağı iste ve bana getir. Onunla sana bir merhem hazırlayacağım." Taita, Trok'un eşyasının üstüne oturdu, mızrak eri de kumsalda hızlı adımlarla uzaklaştı. Eşyaların arasında üç savaş yayı vardı. Trok suçlamalarında naksızlık etmişti; yayların her biri gevşetilmiş ve deri mahfazasının içine özenle yerleştirilmişti. Taita'nın oturduğu yer bir tahta kasa yığınıydı. Bu bir rastlantı değildi; en üstıeki kasanın üstünde Grippa'nın, yüksek rütbeli bütün Hiksos subaylarının oklarını imal eden Avaris'li okçunun mührünü görmüştü. Taita, Grippa'nın çalışmalarını Mintaka'yla konuştuğunu anımsadı. Eteğinin altındaki kının içinden küçük kamayı çekti, kasanın kapağını yerinde tutan ipi kesti ve kapağı kaldırdı. Bir kuru saman katmanı okları koruyordu. Bunun altına çapraz olarak yer-'eştirilmişlerdi: taştan yapılmış uçlarla göz alıcı kırmızı ve yeşil tüyler yan gelmişti. Taita oklardan birini aldı ve parmaklarının arasında evirip çevirdi. Bunun sapına oyulmuş mühür hemen dikkatini çekti: leoparın stilize edilmiş kafasıyla hırlayan çenelerinin arasında tuttuğu hiyeratik T harfi. Ok, Fira- - 156- vun'un öldürüldüğü yerde bulduğu okluktakilerin tıpatıp eşiydi. İhanet ve hainlik örgüsünün son ilmeğiydi bu. Naja'yla Trok, kapsamını yeni yeni tahmin etmeye başladığı kanlı düzenin parçasıydılar. Taita suç aleti olan oku eteğinin katlarının altına gizledi ve kasanın kapağını kapadı. Becerikli parmaklarıyla ipi de tekrar bağladı ve mızrak erinin dönmesini bekledi. Yaşlı asker yardımlarından dolayı Taita'ya tekrar tekrar teşekkür etti, sonra başka bir iyilik de istedi: "Bir arkadaşım Mısır çiçeğine yakalandı, Büyücü. Buna karşı ne yapabilir?" Hiksosların frengiye Mısır çiçeği demeleri, Mısırlıların da aynışeyi Hiksoslara yakıştırmaları Taita'yı daima eğlendirirdi. Her nedense hiç kimse hastalığa kendi tutulmuyor, ama hasta olan bir arkadaşları bulunuyordu. Lord Naja'nın Tamose Hanedanı 'ndan iki prensesle evlenmesi dolayısıyla düzenl | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:47 am | |
| Lord Naja'nın Tamose Hanedanı 'ndan iki prensesle evlenmesi dolayısıyla düzenlenen törenle sonraki şölen o vakte kadar kayıtlara geçirilenlerin en müsrifiydi. Taita, ikisi de Ra'nın kutsal oğulları olan Firavun Tamose'la babası Firavun Mamose'unkileri bile görkem açısından geride bıraktığını düşündü. Lord Naja Teb'in sıradan insanlarına beş yüz baş öküz, devlet ambarlarından iki mavna dolusu darı ve beş bin büyük testi en iyi cins bira armağan etmişti. Şölen bir hafta sürdü, ama Teb'in en obur kişileri bile bu kadar çok yiyeceği bu kadar kısa zamanda tüketemezdi. Darıdan kalanlar ve bozulmaması için tütsülenen etler kenti bundan sonraki aylarda rahat rahat besleyecekti. Ama bira için durum farklıydı tabii; hepsini daha ilk hafta içinde içip bitirdiler. Nikâh Isis Tapınağı'nda iki Firavun'un, altı yüz rahibin ve dört bin davetlinin önünde kıyıldı. Tapınağa girerken her konuğa hatıra eşyası olarak oymalı bir mücevher armağan edildi; bu mücevherler fildişinden, mercandan, ametistten ya da başka bir değerli taştan yapılmıştı ve her birinin üzerinde konuğun adı Naip'le gelinlerin adlarının arasına işlenmişti. İki gelin saltanat arabalarından birinin içinde damatla buluşmaya geldiler. Bu araba kambur sırtlı ve beyaz renkli kutsal öküzler tarafından çekiliyor ve Nübyeli çıplak arabacılar tarafından sürülüyordu. Yola palmiye yaprakları ve çiçekler serilmişti. Bir araba saltanat arabasının önünde yol alarak iki yana dizilmiş mutlu kalabalığa gümüş ve bakır yüzükler fırlatıyordu. Halk neşesini büyük ölçüde Lord Naja'nın bol bol dağıttırdığı biralara borçluydu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 124 Kızlara örümcek ağı kadar ince ketenden bembeyaz giysiler giydirilmişti. Küçük Merykara ufacık bedenini kaplayan altınlarla değerli taşların altında kı- - 157- pırdayamayacak durumdaydı. Döktüğü gözyaşları rastık ve antimuan makyajında yollar açmıştı. Heseret onu avutmak için kardeşinin elini sıkı sıkı tuttu. Tapınağa vardıklarında saltanat arabasından inerken iki Firavun tarafından karşılandılar. Nefer tapınağın içine soktuğu Merykara'ya, "Ağlama, kedicik," dedi. "Kimse canını yakmayacak. Yatma zamanın gelince çocuk dairende olacaksın." Nefer kız kardeşlerinin evliliğini protesto etmek için bunların küçüğünü tapınağa getirme görevini atlatmak istemiş, ama Taita onu mantığa davet etmişti. "Buna engel olmak elimizde değil, oysa ne kadar çalıştığımızı biliyorsun. Naja kararını vermiş bir kere. Kısa hayatının bu en korkulu olayı sırasında onu avutmak için küçük kardeşinin yanında olmaman gereksiz bir zulüm olur." Bunun üzerine Nefer istemeye istemeye boyun eğmişti. Hemen arkalarında Apepi, Heseret'e eşlik ediyordu. Genç kız, kar gibi beyaz entarisi ve pırıl pırıl ziynetleriyle bir cennet hurisi kadar güzeldi. Tanrıların ona uygun gördükleri kaderle aylar öncesinden uzlaşmış, ilk zamanlardaki korkusu ve dehşeti yavaş yavaş meraka ve sinsice bir beklentiye yerini bırakmıştı. Lord Naja olağanüstü yakışıklı bir erkekti, Heseret'in dadıları, hizmetçileri ve oyun arkadaşları da onu uzun uzun konuşmuşlar, göze görünen ayrıntılarına dikkati çekmişler, gizli özellikleri hakkında ise kıkırtılar arasında ağızlarının suyu akarak tahminler yürütmüşlerdi. Belki de bu konuşmaların bir sonucu olarak Heseret son zamanlarda garip düşler görmeye başlamıştı. Bunların birinde nehrin kıyısındaki yemyeşil bir bahçede çıplak olarak koşuyor ve Naip tarafından kovalanıyordu. Omzunun üzerinden ona bakınca da adamın sadece beline kadar bir insan olduğunu görüyordu. Oradan aşağısı tıpkı Nefer'in sevgili aygırı Tepegöz gibi bir attı. Aygır kısraklarla beraberken Heseret onun sık sık Naip'in şimdiki ilginç durumunda olduğunu görmüş, bu manzara ise onu garip şekilde heyecanlandırmıştı. Bununla birlikte, Naip tam ona yetiştiği ve onu yakalamak için ziynetler içindeki elini uzattığında düş aniden sona eriyor, genç kız da kendini yatağının üstünde dimdik otururken buluyordu. Ne yaptığının bilincinde olmayarak elini uzatıp kendine dokundu. Parmakları bacaklarının arasından ıslak ve kaygan olarak çıktı. Bu Heseret'i öylesine sarsmıştı ki tekrar gözüne uyku girmemiş, o kadar istediği halde düşü bıraktığı yerinden görmeye devam edememişti. Bu büyüleyici deneyimin sonucunu görmeyi çok istiyordu. Ertesi sabah ' çok huzursuz ve sinirliydi, öfkesini de etrafındakilerden çıkardı. O günden itibaren Meren'e duyduğu küçük kız ilgisi sönmeye yüz tuttu. Bugünlerde onu zaten çok seyrek görüyordu; dedesinin Lord Naja tarafından öldürülmesinden beri delikanlı servetini kaybetmiş, ailesi de gözden düşmüştü. Heseret onun meteliksiz bir çocuk, ayrıcalıkları ve parlak beklentileri olmayan sıradan bir asker olduğunu anlamaya başlamıştı. Buna karşın Lord Naja'nın toplumsal alandaki mevkii kendisininkiyle aynı düzeydeydi, serveti ise kat kat fazlaydı. Apepi şimdi onu tavanı direklerin üstüne oturtulmuş galeriden tapınağın mihrabına doğru götürürken uslu ve saf görünmeye dikkat ediyordu. Lord Naja orada gelinin kafilesini bekliyordu ve genç adam birbirinden zengin kostümler ve görkemli üniformalar içindeki saray erkânı ve subaylarla çevrili olmasına rağmen, Heseret'in gözleri yalnız onu görüyordu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 125 Genç adam başında tanrı Osiris'i taklit eder gibi devekuşu tüylerinden bir başlık taşıyor ve iki yanında duran Asmor ile Lord Trok'un bile tepesinden bakıyordu. Heseret nişanlısının yanına yaklaşırken parfümünün farkına vardı, indüs Nehri'nin ötesindeki ülkelerin çiçeklerinden yapılmış bir harmandı, ayrıca ender olarak deniz kıyısında bulunan ve okyanusun derinlerinin tanrılarının bir armağanı olan amberi de içeriyordu. Bu koku kızı heyecanlandırdı ve Naja'nın ona uzattığı eli çekinmeden alarak erkeğin büyüleyici sarı gözlerinin içine baktı. Naja öbür elini Merykara'ya uzatınca küçük kız gürültülü hıçkırıklara boğuldu ve onu avutana dek Nefer'in canı çıktı. Merykara bu sahneyi izleyen uzun tören boyunca da aralıklı olarak için için ağladı. Lord Naja törenin sonunu işaretlemek için Nil suyuyla dolu kavanozları kırınca kalabalıktan şaşkınlık sesleri yükseldi; kıyısında tapınağın yer aldığı büyük nehrin suları göz kamaştırıcı bir mavi renge dönüşmüştü. Naja nehrin ilk dirseğinde bir dizi mavnanın bir kıyıdan ötekine kadar demir atmasını buyurmuş, tapınaktan verilen bir sinyal üzerine de mavnadakiler kavanozlar dolusu mavi boyayı nehrin sularına boşaltmışlardı. Mavi, Tamose Hanedanı'nın rengi olduğundan uyandırılan etki soluk kesiciydi. Naja hanedanla arasındaki bağı böylece dünyaya ilan ediyordu. Tapınağın batıdaki kanadının damından bu sahneyi seyreden Taita, nehrin renk değiştirdiğini görmüş ve kötü bir önseziyle titremişti. Ona bir an Mı-sır'ın parlak göğünde güneş kararıyor, mavi sular ise kan rengini alıyor gibi gelmişti. Ama yukarı bakınca gökte bulut olmadığını ya da güneşin ışınlarını yolunu kesecek bir kuş sürüsünün geçmediğini görmüştü. Aşağıya baktığında ise nehrin suları yine gök mavişiydi. "Naja şimdi Firavun kanından sayılır, Nefer ise bu korumadan bile yoksun edilmiş durumda. Tek koruması benim, ben ise bir tek kişiyim ve ihtiya- - | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:47 am | |
| rım. Gücüm kobrayı yavru şahinden uzaklaştırmaya yetecek mi? Bana kuvvet ver, kutsal Horus. Bunca yıldan beri benim zırhım ve mızrağım sendin. Beni şimdi terk etme, güçlü tanrı." Lord Naja'yla iki yeni eşi granit aslan sıralarının bekçiliğindeki kutsal yoldan saray kapılarına doğru büyük bir görkem sergileyerek yol aldılar. Orada arabadan inerek kafile halinde bahçelerden geçtiler ve büyük şölen salonuna girdiler. Konukların çoğu onlardan önce gelmiş ve Osiris Tapınağı bağlarının ürünü olan şarapları tatmışlardı. Düğün sahipleri içeri girdiklerinde gürültü kulakları sağır edici bir düzeye ulaştı. Naja genç eşlerini ellerinden tutarak ilerledi. Üçlü vakarla kalabalığın içinden geçti ve şölen salonunun ortasına yığılmış olan böylesi önemli bir olaya uygun armağanları gözden geçirdi. Apepi altın varak kaplı bir araba göndermişti. Bu araba o kadar parlaktı ki loş salonda bile ona doğrudan bakmak zordu. Babil Kralı Sargon yüz köle göndermişti, bunların her biri ziynetler, değerli taşlar veya altından eşyayla dolu sandal ağacından birer kasa taşıyordu. Naip'in önünde diz çökerek armağanları sundular. Naja her birine kabul anlamına gelecek biçimde dokundu. Firavun Nefer Seti de Lord Naja'nın önerisi üzerine yeni Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 126 eniştesine nehir kıyısındaki beş büyük malikâneyi devretmişti. Yazıcılar bütün bu hazinelerin üç lakh som altından daha fazla değeri olduğunu hesaplamışlardı. Naip artık hemen hemen Firavun'u kadar zengindi. Yeni evli üçlü düğün sofrasının başında yerini aldıktan sonra sarayın ah-çıları onlarla konuklarının önüne bin köle tarafından servisi yapılan kırk farklı yemek getirdiler. Sofrada fil hortumu, yaban öküzü dili, Nübye dağ keçilerinin biftekleri, yaban domuzu, ceylan, Nübye ibeks keçisi, monitör kertenkelesi ve piton yılanı, timsah ve su aygırı, sığır ve koyun etleri vardı. Her lokmasından sarı yağlar akan sakallı yayın balığından beyaz etli sırtar balığı ve tatlı su levreğine kadar her türlü Nil balığının servisi yapıldı. Kuzey denizlerinden ton balığı, köpekbalığı, hani balığı, kerevides ve pavurya gelmişti. Sessiz kuğular, üç çeşit kaz, çeşitli ördek türleri, toy kuşları, tarlakuşlan, bıldırcın ve keklikler kızartılmışlar, fırınlanmışlar veya ızgara edilmişler, şarap veya yaban balının içine yatırılmışlar, otlar ve Doğu'nun baharatlarıyla doldurulmuşlardı. Ateşlerin kokulu dumanıyla pişen yemeklerin kokuları, hepsi şenliği yakından görmeye çalışan saray kapılarındaki dilencilerle sıradan halka, nehrin karşı kıyısına dizilenlere veya nehrin ortasındaki mavnalara dolanlara kadar ulaşıyordu. - 160- Konukları eğlendirmek için müzisyenlerle hokkabazlar, cambazlarla hayvan terbiyecileri vardı. Gürültüden çıldıran dev bir boz ayı zincirini kırarak kaçtı. Başında Lord Trok'un bulunduğu Hiksos soylularından bir grup sarhoş na-ralarıyla onu bahçelerde kovaladılar ve korkudan büzülen hayvanı nehir kıyısında katlettiler. Kral Apepi Asurlu kadın cambazlardan ikisinin çevikliğiyle atletik hareketlerinden çok heyecanlanmıştı. Sonuçta her birini bir kolunun altına sıkıştırarak özel dairesine taşıdı. Döndükten sonra Taita'ya açıldı: "İçlerinden biri, uzun lü-leli ve güzel olanı, meğer bir erkek çocukmuş. Bacaklarının arasındakini görünce o kadar şaşırdım ki onu az daha elimden kaçıracaktım." Kral gürültülü bir kahkaha kopardı. "Allahtan ki kaçınmamışım, meğer ikisinin içinde daha körpesi ve iştah açıcısıymış." Gece bastırırken konukların çoğu sarhoştular veya fazla yemekten öylesine tıkanmışlardı ki Lord Naja'yla gelinler dairelerine çekildiklerinde pek azı ayakta durabiliyordu. Naja orada dadıları çağırarak Merykara'yı kendi dairesine götürmelerini buyurdu. "Ona nazik davranın," diye uyardı. "Zavallı çocuk ayakta uyuyor." Bundan sonra Heseret'i elinden tutarak nehre bakan kendi görkemli dairesine götürdü. Nil'in karanlık suları yıldızların yansımalarıyla benek benekti. Odaya girilir girilmez Heseret'in hizmetçileri gelinliğini ve ziynetlerini çıkarmak için kızı bambu paravanın arkasına götürdüler. Zifaf yatağı rengi açılarak bembeyaz olmuş bir koyun postuyla örtülüydü. Lord Naja bunu dikkatle gözden geçirdi, kusursuz olduğuna kanaat getirdikten sonra da terasa çıktı ve serin nehir havasını uzun uzun içine çekti. Bir kölenin getirdiği baharatlışarabı tadını çıkararak yudumladı. Akşamın başından beri ilk kez alkollü bir içki tadıyordu. Naja hayatta kalmanın en yaşamsal sırlarından birinin düşmanlarının karşısında aklının başında olması olduğunu biliyordu. Bütün konukların kendilerini kaybedecek kadar içmelerine tanık olmuştu. O kadar güvendiği Trok bile hayvansı doğasına yenik düşmüştü -Naja onu en son gördüğünde Libyalı güzel bir köle kızın ağzına tuttuğu bir kâsenin içine kusuyordu, işi bitince Trok ağzını kızın eteğine silmiş, sonra zavallıyı otların üstüne iterek arkadan üstüne binmişti. Bu çirkin manzara titiz Naja'yı tik-sindirmişti. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 127 iki köle içinde lotus petalleri yüzen sıcak su dolu bir kazanla içeri girince Naja da odaya döndü. Şarap kâsesini elinden bırakarak yıkanmak için gitti. Kölelerden biri saçlarını kurutup örerken, bir diğeri ona temiz bir beyaz entari - 161 - Büyücüler Kralı / F: 11 getirdi. Naja köleleri savarak zifaf yatağına döndü. Buraya yatarak uzun ve biçimli bacaklarını uzattı ve tıraşlı kafasını altın kakmalı fildişinden baş dayanağına yatırdı. Odanın uzak ucundan kulağına giysi hışırtıları ve kadın fısıltıları geliyordu. Naja Heseret'in kıkırdamasını tanıdı ve bu ses onu tahrik etti. Bir dirseğinin üstüne abanarak bambu paravana baktı. Bambu örgüsündeki aralıklar ancak soluk ve pürüzsüz bir ciltten çıldırtıcı parçaların görülmesine olanak veriyordu. Güç ve politik emeller bu evliliğin ana nedenleri olabilirdi, ama tek neden onlar değildi. Naja mesleği açısından bir savaşçı, mizaç itibariyle de bir macera adamı olabilirdi, ama aynı zamanda şehvetli ve tensel bir doğası vardı. He-seret'i yıllardır gizliden gizliye gözlüyordu. Kadınlığa doğru yolculuğunun her evresinde kıza duyduğu ilgi artmıştı. Bebeklikten hantal küçük kızlığa doğru Heseret'i izlemiş, sonra meme başlarının dikildiği ve bebeklik yağının eriyerek zarif vücudunu ortaya çıkardığı o çıldırtıcı dönem gelip çatmıştı. Kızın kokusu da değişmişti; Heseret şimdi yakınına geldikçe Naja onu büyüleyen kadınlığın hafif misk kokusunu fark ediyordu. Şahiniyle ava çıktığı bir gün Naja, Heseret'le iki kız arkadaşına rastlamıştı. Kızlar çelenk örmek üzere lotus çiçekleri toplamakla meşguldüler. Heseret nehrin yukarsındaki bayırda duran Naja'ya başını kaldırıp bakmıştı; ıslak etekleri bacaklarına yapıştığından incecik ketenin altında teni ışıldıyordu. Heseret o sırada saçlarını yanaklarının üstünden arkaya itmişti, ancak bu masumane jest son derece erotikti. Yüzündeki anlam ciddi ve masum olmakla beraber, çekik gözleri, tabiatında erkeği heyecanlandıran sinsi ve tensel bir eğilimi ele vermişti. Bu keşif bir, iki saniye sürmüştü, hemen arkasından kız arkadaşlarına seslenmiş, suları sıçratarak kıyıya çıkmışlar ve kırda koşarak saraya doğru uzaklaşmışlardı. Naja parlayan uzun ve ıslak bacaklarına, keten etekliğin altında titreyen ve şekil değiştiren yuvarlak poposuna bakarken birden soluklarının hızlandığını hissetmişti. Bu anı vücudunda bir kıpırtı başlattı. Kızın paravanın arkasından çıkması için sabırsızlanıyor, aynı zamanda, aksilik bu ya, beklentinin sonuna kadar tadını çıkarabilmek için o anı ertelemek istiyordu. En sonunda o da oldu. Hizmetçilerin ikisi Heseret'i paravanın arkasından çıkardılar, sonra usulca çekilerek kızı odanın ortasında yalnız başına bıraktılar. Heseret'i boynundan ayak bileklerine kadar örten geceliği Doğu ülkelerinden gelen ender ve değerli bir ipekli kumaştandı. Krem renginde ve o ka- dar inceydi ki kızın etrafında nehri kaplayan sis gibi yüzer görünüyor, sahibinin aldığı her solukla kalkıp iniyordu. Arkasındaki üç ayaklı bir sehpada bir yağ lambası vardı, yumuşak sarı ışık da ipeklinin içinden geçerek kalçalarıyla omuzlarının kıvrımlarını belirginleştiriyor, cilalı fildişi gibi ışıldamasını sağlıyordu. Çıplak ayaklarıyla elleri kınayla boyanmıştı. Yüzünün makyajı yıkanıp çıkarıldığından pürüzsüz cildinin altındaki taze kan yanaklarını hafifçe boyamıştı. Ağlamak üzereymiş gibi dudakları titriyordu. Küçük bir kızın çekingenliğiyle başını eğdi ve kirpiklerinin altından Naja'ya baktı. Gözlerinin rengi yeşildi. Naja | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:48 am | |
| onların derinlerinde daha önce de merakını uyandıran çapkınca parıltıyı fark ederek heyecanlandı. "Arkanı dön," dedi yavaşça, ama boğazı yeşil bir Japon incirinin suyunu emmiş gibi kupkuruydu. Heseret ona itaat etti, ama rüya gibi ağır bir hareketle. Kalçalarını yuvarlıyor, karnı ipeklinin altında yumuşak bir ışıkla parıldıyordu. Deve kuşu yumurtası gibi yuvarlak ve parlak olan kaba etleri dalgalanıyor, saçlarının ışıltılı lüleleri göz kamaştırıyordu. "Çok güzelsin." Erkeğin sesi boğuklaşmıştı. Dudaklarının köşeleri belirli belirsiz bir gülümseyişle kıvrıldı, kız da yavru bir kedıninki kadar pembe bir dilin ucuyla dudaklarını ıslattı, "Naip lordumun beni güzel bulmasına sevindim," dedi. Naja yataktan kalkıp ona yaklaştı. Kızın elini tuttu. Heseret'in eli avucun-da sıcak ve yumuşaktı. Naja kızı yatağa götürdü, Heseret de hiç duraksamadan onu izledi. Beyaz koyun postunun üstüne diz çöktü ve başını eğdi. Öne dökülen saçları yüzünü örtmüştü. Erkek tepesinde durdu ve öne eğilip dudaklarını kızın yüzüne dokundurdu. Heseret bedensel uyarının ilk evresindeki sağlıklı bir genç kadının belirli belirsiz parfümünü salıveriyordu. Naja onun saçlarını okşadı, kız da saçlarının koyu renkli perdesinin arasından ona baktı. Arkadan Naja kızın saçlarını araladı ve çenesini avucunda hapsetti. Sonra, kızın yüzünü yavaş yavaş kaldırdı. Heseret, "Gözlerin Ikona'nınkilere benziyor," diye mırıldandı, ikona Na-ja'nın evcilleştirilmiş leoparıydı; hayvan Heseret'i oldu bitti korkutmuş, aynı zamanda da büyülemişti. Naja da o büyük kedi gibi kaypak ve de kurnaz olduğu, gözleri de leoparınkiler qıbi san ve acımasız olduğu için Heseret şimdi aynı duyguları duyuyordu. O gözlerdeki gaddarlığı ve pervasızlığı bir kadının içgüdüsüyle seziyor, bu da onda daha önce hiç bilmediği duygular uyandırıyordu. "Sen de güzelsin," diye fısıldadı, ki bu da doğruydu. O an Naja'nın hayatında gördüğü en güzel yaratık olduğunu düşünüyordu. - 162- - 163 Erkek onu öptü, dudaklarının dokunuşu ise kızışaşırttı. Bu ağızda daha önce hiç yemediği bir meyvenin lezzeti vardı, bunun tadını çıkarabilmek için çok doğal bir hareketle kendi ağzını açtı. Erkeğin dili bir yılan kadar oynak ve hızlıydı, ama bu, kızı isyan ettirmedi. Gözlerini kapayarak erkeğin diline kendi diliyle dokundu. Naja bundan sonra ellerinden birini kızın ensesine dayadı ve ağzını onunkinin üstüne daha kuvvetlice bastırdı. Heseret bu öpücüğe öylesine dalmıştı ki erkek bir göğsünü avuçlayınca hazırlıksız yakalandı. Gözleri aniden açıldı ve soluksuz kaldı. Kendini geri çekmeye yeltendiyse de, erkek onu bırakmadı ve korkularını dindiren yumuşak, fakat hünerli hareketlerle okşamaya başladı. Meme başıyla oynayınca, garip bir duygu kızın vücuduna aktı ve kollarından parmak uçlarına kadar yayıldı. Naja elini çekince içinde garip bir hayal kırıklığı hissetti. Erkek onu koyun postunun üstünde ayağa kaldırınca kızın göğüsleri erkeğin yüzü hizasına geldi. Naja tek bir hareketle kızın üstünden ipekli geceliği sıyırıp yere attı. Sonra, katılaşan meme başını ağzının içine çekip emince, Heseret bir çığlık attı. Erkeğin ellerinden biri aynı anda kızın bacaklarının arasını bularak oradaki kuş yuvasına benzer yumuşak tüy kümesini avuçladı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 129 Heseret'in erkeğin ona yaptıklarına karşı koymaya hiç niyeti yoktu. Aksine kendini onun ellerine teslim etti. Köle kızlardan duydukları sonucunda erkeğin canını yakmasından korkmuştu, ama Naja'nın elleri hızlı ve güçlü olmakla birlikte, nazik dokunuşluydu. Heseret'in vücudunu kızın kendisinden daha iyi biliyor görünüyordu ve bununla öylesine bir hünerle oynadı ki kız kendini giderek daha hızlı olarak yüzeyin altına çekilmiş hissetti ve bu yeni duygular denizine batıp boğulmaya kendini terk etti. Genç kız son bir kez yüzeye çıkıp gözlerini açınca erkeğin entarisinin de üstünde olmadığını ve çıplak olarak tepesine dikildiğini gördü. Heseret düşünü anımsadı: o düşte Naja'nın önünde aygır Tepegöz'ünki gibi bir şey vardı. Şimdi hafif bir ürpertiyle erkeğin önüne baktı, ama hiç de düşündeki gibi değildi; erkeğin cinsel organı pürüzsüz ve pembemsi, ama aynı zamanda kemik kadar sert, şekil bakımından bir tapınak sütunu kadar temiz ve kusursuzdu. Kızın korkulan aynı anda uçup gitti ve bir kere daha kendini erkeğin elleriyle ağzına terk etti. Sadece bir anlık şiddetli bir acı oldu, ama bu çok sonraydı, ayrıca sadece bir anlıktı ve aynı hızla yerini kızın alışık olmadığı, fakat olağanüstü zevkli bir doluluk hissine bıraktı. Neden sonra erkeğin tepesinde haykırdığını duydu. Bu ses kızın vücudunda da bir şey tetikledi ve neredeyse dayanılamayacak - 164- bir zevki kendine özgü bir acıya dönüştürdü, o da erkeğini ona sarılan kollarının tüm gücüyle sıkarak onunla birlikte haykırdı. O çok kısa ve sihirli gecede erkek onu aynı zevk çılgınlığının pençesinde iki kez daha bağırttı. Şafak odayı pembe ve gümüş renkleriyle doldurduğu sırada da Heseret kocasının kollarının arasında kıpırdamadan yatıyordu. Hayat enerjisi vücudundan çekilmiş, kemikleri nehrin kili gibi yumuşamış gibi bir his duyuyordu, ayrıca karnının derinlerinde ona zevk veren yumuşak bir acı vardı. Naja onun kollarının arasından sıyrılınca, genç kadın, "Gitme! Ah! Sakın gitme, lordum. Benim güzel lordum!" diye itiraz etmeye ancak kuvvet buldu. Erkek, "Uzun sürmeyecek," diye fısıldadı ve koyun postunu yavaşça karısının altından çekti. Heseret kar gibi kürkün üstündeki lekeleri, bir gülün taç yaprakları kadar parlak kanı gördü. Kızlığı bozulurken duyduğu kısa süreli acının ürünüydü bu. Naja koyun postunu terasa taşıdı, Heseret de kapı aralığından onun postu terasın korkuluğuna asısını seyretti. Aşağıda bu bekâret simgesinin sergilenmesini bekleyen kalabalıktan alkışlar ve yaşa sesleri hayal meyal kulağa geliyordu. Heseret köylü kalabalığının onayını umursamıyordu bile, yeni kocasının çıplak sırtını seyrederken göğsünün ve rahminin ona duyduğu aşkla kaba Jığını hissetti. Naja onun yanına dönünce kollarını ona uzattı. "Muhteşemsin," diye fısıldadı ve erkeğinin kollarının arasında uykuya daldı Çok sonra gözlerini açınca bütün benliğinin daha önce hiç bilmediği bir hafiflik ve neşeyle dolu olduğunu hissetti. Bu mutluluğunun kaynağını önce anlayamadı, ama sonra erkeğin sert kaslı sıcak vücudunun kollarının arasında kımıldadığını fark etti. Heseret gözlerini açtığı sırada erkeği onu garip sarı gözleriyle seyretmekteydi. Tatlı tatlı gülümsedi. "Ne kadar olağanüstü bir kraliçe olurdun," dedi yavaşça. Bu sözleri içtendi. Gece sırasında Heseret'te daha ünce varlıklarından şüphelenmediği birçok nitelikler keşfetmişti. Bu yeni eşte arzuları ve içgüdüleri Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 130 onunkilerle kusursuz bir uyum içindeki birini bulduğunu hissediyordu. "Sen de bu Mısır ülkesine ne muhteşem bir Firavun olurdun." Heseret kocasına gülümsedi ve şehvet dolu bir hareketle gerindi. Sonra yavaşça güldü ve erkeğinin yanağına dokundu. "Ama bu hiçbir zaman olamaz." Birdenbire gülümseme yüzünden silindi. Ciddi bir tavırla sordu. "Yoksa olabilir mi?" Naja, "Yolumuzun üstünde bir tek engel var," diye yanıt verdi. Başka bir şey söylemesine gerek yoktu; karısının gözlerinde sinsi ve açgözlü bir anla- - 165 - İ mm belirdiğini görmüştü. Heseret bu konuda da onunla tam bir uyum halindeydi. "Sen kamasın, ben ise kının olacağım. Benden her ne istersen, seni hayal kırıklığına uğratmayacağım, güzel efendim." Erkek bir parmağını, genç kadının öpücüklerinden şişmiş ve tahriş olmuş dudaklarına dayadı. "Aramızda kelimelerin gereksiz olduğunu görüyorum. Kalplerimiz tam bir uyum halinde atıyor," dedi. Kral Apepi'yle maiyeti düğünden sonra bir aya yakın bir zaman Teb'de kaldı. Firavun Nefer Seti'yle Naip'inin konuklarıydılar ve krallar gibi ağırlandılar. Taita da bu gecikmeyi teşvik ediyordu. Apepi'yle kızı Teb'deyken Naja'nın Nefer'e karşı harekete geçmeyeceğine emindi. Soylu konuklar vakitlerini şahinle veya şahinsiz avlanarak, nehrin iki yanında Mısır'ın bütün tanrılarına adanmış tapınakları ziyaret ederek veya kuzey ve güney krallıklarının birlikleri arasındaki turnuvaları seyrederek geçirdiler. Araba yarışları, okçuluk yarışmaları ve koşular vardı. Yüzme yarışları bile yapıldı. Seçkin şampiyonlar Horus'un altından heykelini kazanmak için Nil'in bir kıyısından ötekine yüzdüler. Çölde yanşan arabalardan ceylanları ve oriks keçilerini avladılar ya da büyük toy kuşlarını hızlışahinler kullanarak yere indirdiler. Sarayın kafeslerinde krallığa ait şahin kalmamıştı, hepsi Nefer'in babasının cenaze töreni sırasında serbest bırakılmışlardı. Konuklar nehir kıyılarında atmacaların yardımıyla balıkçıl ve ördek avladılar, sığlıklarda da dev yayın balıklarını mızrakla dize getirdiler. Savaş gemilerinden dev su aygırı bile avladılar. Nefer bu avlarda adı Horus'un Gözü olan kendi gemisinin dümenindeydi. Prenses Mintaka da yanındaydı, koca hayvanlar sırtları mızraklarla diken diken olmuş durumda yüzeye vurdukları ve kanlarıyla nehrin sularını pembeye boyadıkları zaman heyecandan cıyak cıyak bağırıyordu. O günlerde Mintaka sık sık Nefer'le birlikte oluyordu. Delikanlının arabasında avlara katılıyor, tozu dumana katarak koşan bir oriksin yanında yol alırlarken mızrağı o Nefer'in eline veriyordu. Balıkçıl peşinde kamış yataklarını aradıkları zaman da kendi şahinini kolunun üstünde taşıyordu. Çöldeki av pikniklerinde nişanlısının yanında oturuyor ve ona küçük çerezler hazırlıyordu. En tatlı üzümleri onun için seçiyor, onları uzun parmaklarıyla soyuyor, sonra da delikanlının ağzına atıyordu. Sarayda her akşam şölenler oluyor, bu şölenlerde Mintaka, Firavun'un solunda oturuyordu. Erkeğinin kılıç kullandığı kolu engellememesi için geleneğe göre kadının yeri burasıydı. Mintaka iğneleyici esprileriyle Nefer'i güldürüyordu. Ayrıca müthiş bir taklitçiydi; aptal aptal sırıtarak, gözlerini yuvarlayarak ve kendini Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 131 önemser bir tonla, "Mısır Naibi kocam," deyişiyle Heseret'in müthiş bir taklidini yapıyordu. Tüm çabalarına karşın hiçbir zaman tamamen yalnız olamıyorlardı. Na-ja'yla Apepi yalnız kalmamalarının çaresine bakıyordu. Nefer, Taita'nın yardımını isteyince ihtiyar Büyücü bile onlara gizli bir buluşma ayarlayamadı. Taita'nın bu işi yapmak için fazla çaba sarfetmediğini, masum kalmalarına öbürleri gibi onun da önem verdiğini Nefer fark edememişti. Taita uzun zamanlar önce Tanus'la canı gibi sevdiği Lostris'in buluşmalarını sağlamıştı, bunun sonuçları ise uzun yıllar sonra bile hâlâ hissedilmekteydi. Nefer'le Mintaka bao oynadıkları zaman köle kızlardan oluşan bir seyirci kitleleri oluyor, saray dal-kavuklarıyla her yerde Lord Asmor da yakınlarda bir yerde bulunuyordu. Nefer artık dersini aldığından Mintaka'nın baodaki yeteneğini asla küçümsemi-yordu. Genç kızla karşısındaki Taita'ymış gibi dikkatli oynuyordu. Kuvvetli yanlarını öğrenmeyi, tek tuk zaaflarını tanımayı başardı; genç kız, kalesine karşı aşırı korumacı davranıyordu, Nefer bu çeyrek alanı yeterince zorlayacak olursa bazen yanlarda bir açık veriyordu. Delikanlı iki kez bu zaafı sömürerek kızın savunmasını yıkabildi, ama üçüncü kez Mintaka'nın bu taktiği öngörerek bir tuzak hazırladığını çok geç keşfetti. Nefer batı kalesinde açık bırakınca kız askerini bu aralığa soktu, delikanlı teslim olunca da o kadar tatlı tatlı güldü ki, Nefer neredeyse bağışlayacaktı onu. Mücadeleleri giderek daha iddialı olmaya başladı, sonunda da o kadar büyük boyutlara ulaştı ki Taita bile onları izleyerek saatler geçiriyor, arada başının hareketiyle veya zayıf gülümseyişiyle onaylıyordu. Aşkları o kadar belirgindi ki etraflarındaki herkese ışık saçıyor, birlikte gittikleri her yerde gülümseyişler ve gülüşler onlarla gidiyordu. Nefer'in arabası, siyah saçları rüzgârda sancak gibi uçuşan Mintaka mızrak eri olarak basamağının üstünde olduğu halde Teb sokaklarından fırtına gibi geçerken ev hanımları evlerinden dışarı fırlıyor, erkekler de çalışmalarına ara vererek onlara selam ve iyilik duaları yağdırıyorlardı, Naja bile sevecen bir tavırla onlara gülüm-süyordu, ama halkın dikkatinin artık kendi düğünü ve eşlerinin üzerinde olmayışına fena halde içerlediğinin kimse farkında değildi. - 166- - 167- Av partilerinde, kırlardaki pikniklerde ve saraydaki şölenlerde tek somurtkan katılımcı Lord Trok | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:48 am | |
| Av partilerinde, kırlardaki pikniklerde ve saraydaki şölenlerde tek somurtkan katılımcı Lord Trok'du. Birlikte geçirdikleri zamanlar da o kadar çabuk geçiyordu ki. Nefer bao tahtasının başında ona, "Etrafımızda daima o kadar çok insan var ki," diye fısıldadı. "Seninle birkaç dakikacık yalnız kalabilmek için neler feda etmezdim. Oysa babanla Avaris'e dönmene sadece üç gün kaldı. Birbirimizi tekrar görmemize kadar aylar, hatta belki yıllar geçebilir. Benim ise sana söylemek istediğim o kadar çok şey var ki, ama bütün bu gözler ve kulaklar oklar gibi üstümüze dikiliyken olmaz." Genç kız doğru der gibi başını eğdi, ama sonra birden uzanıp delikanlının dalgınlığı arasında gözden kaçırdığı bir taşı oynattı. Nefer bunu neredeyse önemsemiyordu, ama sonra batı kalesinin iki koldan saldırıya hedef edildiğini fark etti. Buna ne kadar bozulduğu belliydi. Üç hareket sonra Mintaka onun savunmasını yıkmış bulunuyordu. Nefer bir süre daha dayandı, ama kuvvetleri darmadağın edilmiş, sonuç kaçınılmaz olmuştu. "Aklım başka yerdeyken beni gafil avladın," diye yakındı. "Tam bir kadından beklenecek bir hareket." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 132 "Majesteleri, bir kadın olmak dışında bir iddiam yok." Mintaka, kemerinde taşıdığı taşlı kama kadar keskin bir alayla kullanmıştı delikanlının sıfatını. Sonra Nefer'e doğru uzanıp, "Seninle yalnız kalacak olsam bekâretime saygı göstereceğine söz veriyor musun?" diye fısıldadı. "Yaşadığım kadar asla sana utanç duyuracak bir şey yapmayacağıma Büyük Tanrı Horus'un yaralı gözü adına yemin ediyorum." Delikanlı çok ciddiydi. Mintaka ona gülümsedi. "Erkek kardeşlerim bunu duyduklarına sevinmeyecekler. Boğazını kesmek için bir bahane arıyorlar zaten." Genç kız harikulade kara gözlerini devirerek ona baktı. "Ya da, bu olmazsa, başka bir yerini kesmek de onları hoşnut edebilir." Aradıkları fırsat ertesi gün ayaklarına geldi. Dabba köyünün yukarsındaki tepelerden inen bir avcı, bir aslanın doğudaki ıssız topraklardan gelerek gece sığırların ağılını yağmaladığını haber verdi. Çitin üzerinden atlayarak dehşet içindeki hayvanların sekizini öldürmüştü. Şafak sökerken bir köylü kafilesi meşalelerini sallayarak, borular öttürerek, davul çalarak ve cıyak cıyak bağırarak canavarı kaçırmıştı. Naja, "Bu is ne zaman oldu?" diye sordu. "Üç gece önce majesteleri." Adam tahtın önünde yere kapanmıştı. "İmkân bulur bulmaz nehirden yukarı geldim, ama akıntı kuvvetli, rüzgâr da kararsızdı." - 168- "Canavara ne oldu?" Kral Apepi de lafa karıştı. "Tepelere geri döndü. Ama en iyi Nübyeli iz sürücülerimden ikisini onu izlemeye yolladım." "Onu gören var mı? Büyüklüğü ne kadardı? Erkek mi, dişi mi?" "Köylüler onun iri bir erkek olduğunu söylüyorlar. Çok gür bir siyah yelesi varmış." Nil'in iki yanındaki topraklarda son altmış yıldır bir aslanın görüldüğü hemen hemen hiç duyulmamıştı. Hükümdarların av hayvanıydılar. Çiftçilerin hayvanlarına verdikleri zarar yüzünden olduğu kadar hükümdarların av partilerinin en çok aranılan ganimeti oldukları için peş peşe gelen firavunlar tarafından acımasızca avlanmışlardı. Yıllardır Hiksos savaşlarıyla uğraşan her iki krallığın firavunları çok ender aslan avına çıkmışlardı. Üstelik, savaş alanlarında kalan ölüler aslan sürüleri için kolay bir yiyecek kaynağı olmuştu. Son yirmi yılın içinde sayıları kat kat artmıştı, cesaretleri de öyle. Apepi, "Arabaları hemen mavnalara yükleteceğim," diye kararını verdi. "Nehrin bu durumunda yarın sabah erkenden Dabba'da olabiliriz." Kral sırıtarak yumruğunu kılıç tutan elinin nasırlı avucuna çarptı. "Seueth biliyor ya, o yaşlı kara yelelinin karşıma çıkmasını istiyorum. Mısırlıları öldürmekten vazgeçtiğimden beri gerçek spora susadım." Naja bu espriye kaşlarını çattı. "Majesteleri öbürsü gün sabahtan Avaris'e hareket etmeniz bekleniyor." "Haklısın, Naip. Bununla birlikte, eşyamızın en büyük kısmı teknelere yüklendi, filo da harekete hazır. Dahası, Dabba dönüş yolumun üstünde. Bir, iki gün feda edip ava katılabilirim." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 133 Naja durakladı, ilgilenmesi gereken çeşitli devlet işlerini ihmal edecek kadar av meraklısı değildi. Teb'deki kaba ve gürültücü varlığı can sıkmaya başlamış olan Apepi'nin gidişini dört gözle bekliyordu. Ayrıca, ancak Apepi Teb'den ayrıldıktan sonra yürürlüğe konabilecek başka planlan vardı. Öyle de olsa, Hiksos hükümdarının Yukarı Krallıkta yalnız başına ava çıkmasına izin veremezdi. Bu hem kabalık olur, hem de Apepi'nin Güney Krallığı'nda oranın tek hâkimiymiş gibi davranması politik açıdan uygun olmazdı. "Majesteleri," Nefer, Naja'nın uygun bir red yanıtı düşünmesine fırsat vermeden atıldı. "Ava büyük bir zevkle katılacağız." Daha önce arabasıyla bir aslanı kovalamamış ve aslanın saldırısına karşı koyarak cesaretini ölçmek fırsatını bulamamış olduğundan bu işe olağanüstü bir spor gözüyle bakıyordu. Fa- - 169- kat yüz kere daha önemli olan, bu sayede Mintaka'nın gidişini erteleyebilecek olmasıydı. Bu mutlu olay, kısa bir süre baş başa kalmak gibi şu ana kadar ele geçiremedikleri fırsatı da sağlayabilirdi onlara. Nefer, Naja'nın onu engellemesine vakit bırakmadan hâlâ taşların üstüne kapanmış duran avcıya döndü. "İyi ettin, dostum," dedi. "Başmabeyinci zahmetine karşılık sana altın bir yüzük verecek. Filomuzdaki en hızlı tekneyle hemen Dabba'ya dön ve gelişimiz için gerekli hazırlıkları yap. Tam donanımla o canavarın peşine düşeceğiz." Nefer'in tek esef ettiği şey, Taita'nın ilk aslan avında ona önerilerde ve öğütlerde bulunmak için yanında olmayacak olmasıydı. İhtiyar adam ıssız topraklarda zaman zaman tekrarlanan gizemli yolculuklarından birine çıkmıştı, ne zaman döneceğini ise kimse bilmiyordu. Avcı kafilesi ertesi günün erken saatlerinde Dabba köyünün aşağısında nehrin kıyısına çıktı. Bundan sonra atlarla yirmi arabanın tümü de mavnalarla küçük savaş gemilerinden indirildiler. Bu işler yapılırken mızrakçılar kılıçlarını bilediler, yayları gerdiler ve okların dengesiyle düzlüğünü sınadılar. Atlara su verilirken ve beslenip tımar edilirlerken avcılar da köylülerin hazırladıkları kahvaltıyla tıka basa karınlarını doyurdular. Herkesin neşesi yerindeydi. Apepi, bilgi vermek için tepelerden dönen iz sürücüyü çağırttı. Adam, "Bu çok büyük bir aslan. Nehrin doğusunda gördüklerimin en büyüğü," diyerek hepsinin heyecanını daha da körükledi. Nefer, "Onu gerçekten gördün mü?" diye sordu. "Ya da sadece bıraktığı izlerden mi anlam çıkarıyorsun?" "Onu açık seçik gördüm, ama tabii ki uzaktan. Boyu bir at kadar uzun gözüküyor ve bir hükümdarın haşmetiyle yürüyor. Yelesi rüzgârdaki bir darı sapı demeti gibi dalgalanıyor." Naja iz sürücüyü alaya aldı. "Adam bir şair gibi konuşuyor. Güzel sözleri boş ver de doğruları anlat bize." Avcı pişmanlığını göstermek için yumruğuyla göğsüne dokundu, sonra daha mütevazı bir dille rapor vermeye devam etti. "Dün buraya iki fersah uzaktaki ağaçlık bir vadideydi, ama gece olurken av bulmak için oradan ayrıldı. Son defa karnını doyuralı dört gün olduğu için yiyecek ve av peşinde. Geceleyin bir ara bir oriksi yere devirmeye çalıştı, ama hayvan ona çifte atıp kaçmayı başardı." Nefer, Naja'dan daha nazik bir sesle, "Bugün onu nerede bulmayı umuyorsun?" diye sordu. "Ava çıktıysa aç olmasının dışında susamış da olacaktır. Nerede su içebilir?" Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 134 - 170- Avcı hükümdarlık konumu kadar, avcılık konusundaki bilgisi için de ona saygıyla baktı. "Oriksi avlamaya çalıştıktan sonra taşlık araziye girdi, orada ise onu izlememiz mümkün olmadı." Apepi sinirli bir hareket yaptı. Avcı bunun üzerine acele devam etti. "Ama bu sabah küçük bir vahada susuzluğunu gidermiştir sanırım. Bedeviler dışında hiç kimse tarafından bilinmeyen gizli bir küçük yerdir." Nefer, "Oraya ne kadar zamanda ulaşabiliriz?" diye sorunca adam, güneşin üç saatte kat edeceği yolu işaret eder gibi koluyla bir kavis çizdi. Nefer gülümsedi. "Öyleyse kaybedecek zamanımız yok." Arabaların başındaki grup başkanına, "İşiniz daha ne kadar sürer?" diye bağırdı. "Her şey hazır, majesteleri." Nefer, "Öyleyse hazır borusunu çalın," diye emretti. Anında koç boynuzları öttürülürken avcılar bekleyen arabalara dağıldılar. Mintaka, Nefer'in yanında yürüyordu. Bu gayriresmi koşullar altında krallık vakarı unutulmuş, iki genç sadece heyecanlı bir geziye çıkmış bir erkek ve kız çocuğu olmuşlardı. Lord Trok keyiflerini kaçırdı. Kendi arabasına atlayıp dizginleri ellerine alırken Kral Apepi'ye seslendi: "Majesteleri, prensesin deneyimsiz bir erkek çocukla yola çıkması akıllıca olmaz. Ceylan avına çıkmıyoruz." Nefer taş kesildi ve Trok'a öfkeyle baktı. Mintaka küçük elini delikanlının çıplak kolunun üstüne dayadı." Sakın onu kışkırtma. Son derece öfkeli, korkunç bir savaşçıdır. Onu öfkelendirdiğin takdirde mevkiin dahi seni koruyamaz." Nefer kızın elini kolunun üstünden attı. "Onurum böylesine bir hakareti kaldıramaz." "Lütfen, sevgilim, boş ver." Genç kız ilk kez böyle bir sevgi sözcüğü kullanıyordu. Nefer'in üstündeki etkisini tahmin ettiği için bile bile öyle yapmıştı. Delikanlının çabuk alevlenen duygularını, seven bir kadın olarak şimdiden yaşının ve deneyiminin çok ötesindeki bir beceriyle idare ediyordu. Nefer anında Trok'u ve onuruna yapılan saldırıyı unuttu. "Bana ne dedin?" diye boğuk bir sesle sordu. "Sağır değilsin, hayatım." İkinci sevgi sözcüğünü duyunca delikanlı gözlerini kırpıştırdı. "Beni hem de çok iyi duydun." Genç kız onun gözlerinin içine bakarak gülümsedi. Apepi sessizliğin içinde, "Sakın merak etme, Trok," diye gürledi. "Fira-vun'la ilgilenmesi için kızımı yolluyorum. Güvenlikte olacaktır." Hiksos Kralı kişner gibi bir gülüş salıverdi ve dizginlere sarıldı. Atları ileri atılırken kral bir - 171 - IİE kez daha bağırdı. "Sabahın yarısını burada ziyan | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:48 am | |
| kez daha bağırdı. "Sabahın yarısını burada ziyan ettik bile. Avcılar, haydi yola çıkalım!" Nefer arabasını Apepi'ninkinin arkasına geçirdi. Böyle yaparken Lord Trok'un atlarının burnunun Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 135 dibinden geçmişti. Öne kayarken Trok'a soğuk bir bakış fırlatarak, "Çok küstahsın. Ama bu iş burada bitmez. Seninle daha sonra görüşeceğiz, Lord Trok," dedi. Mintaka, "Korkarım ki o artık senin düşmanın, Nefer," diye mırıldandı. "Trok'un kötü bir ünü ve ondan da daha kötü bir karakteri vardır." Avcıların kafilesi, bodur, fakat güçlü bir midilliye eyersiz olarak binmiş olan Firavun'un başavcısının arkasından çıplak ve taşlık tepelere tırmanmaya koyuldu. Tırıs gidiyorlar, böylece atları koruyorlar, her dik yamacı tırmanışlarından sonra soluklanmalarına izin veriyorlardı. Aradan bir saat geçmeden Nübyeli iz sürücülerinden birini bir tepenin doruğunda onları beklerken buldular. Adam baş avcıya rapor vermeye koştu. Ciddi ciddi konuşmalarından sonra baş avcı öğrendiklerini hükümdarlara iletmeye girişti. "Nübyeliler tepeleri karış karış aramışlar, fakat canavarın izine rastlaya-mamışlar. Suyun başında olduğuna eminler, ama onu rahatsız etmek istemedikleri için bizim gelmemizi beklemişler." Apepi, "Bizi o suya götürün," diye emretti, böylece yollarına devam ettiler. Öğle olmadan dar bir vadiye indiler. Nehre uzak değillerdi, ama bulundukları yer insanı ürküten çorak bir çöle benziyordu. Başavcı Apepi'nin arabasının yanında atını sürüyordu. "Su bu vadinin başında. Canavar da oralarda bir yerde beklemede olmalı," dedi. Yaşlı savaşçı Apepi çok tabii olarak kumandayı eline aldı. Nefer de onun bunu yapma hakkını sorgulamadı. Apepi, "Üç gruba bölünüp vahayı kuşatacağız," dedi. "Canavar ortaya çıkarsa etrafını çevirmiş olacağız. Sayın Naip, siz sol kanadın başına geçin. Firavun Nefer Seti ortanın başında olacak. Ben sağ kanadı yöneteceğim." Kral ağır yayı başının yukarsına kaldırdı, "ilk kanı akıtan ödülü kazanacak." Hepsi usta araba sürücüleriydiler, yeni düzene hızla ve duraksamadan uyum sağladılar. Suyun etrafını çevirmek için yanlara yayıldılar. Nefer yayını omzuna dayamıştı, gerektiğinde her iki elinin anında serbest kalabilmesi ve oku fırlatabilmesi için dizginleri bileklerinden çözmüştü. Mintaka da yanıbaşındaydı. Uzun mızrağı Nefer'e anında verebilmek için elinde hazır tutuyordu. Son haftalarda bu silah değiş tokuşunu geliştirmişlerdi, delikanlı da tam onu gereksindiği anda mızrağın başını avucuna vermekte genç kıza güvenebileceğini biliyordu. Ağır adımlarla vadiye yaklaştılar ve çemberi yavaş yavaş daraltmaya giriştiler. Atlar binicilerinin gergin olduklarını hissetmişlerdi ya da belki aslanın kokusunu almışlardı. Başlarını kaldırıp gözlerini yuvarlıyor ve burun deliklerinden püskürtürcesine soluklarını salıveriyorlar, bu arada ayaklarını yükseğe kaldırarak sinirli adımlar atıyorlardı. Kafile göleti gözden gizleyen alçak çalılarla uzun otların yavaş yavaş etrafını çevirdi. Kuşatma tamamlanınca, Apepi elini başının yukarsına kaldırarak durmaları için işaret verdi. Kralın iz sürücüsü yere indi ve midillisini dizginlerinden çekerek ağır adımlarla ilerledi. Boz renkli seyrek bitki örtüsüne dikkatle yaklaşıyordu. "Aslan burada olmuş olsa. O kadar iri bir hayvanışimdiye kadar görürdük, değil mi?" Mintaka'nın sesi titriyordu, Nefer bu küçük korku belirtisi yüzünden onu daha da çok sevdi. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 136 "Bir aslan, toprağın bir parçası gibi gözükene kadar kendini yassıltabilir, sen de orada olduğundan kuşkulanmadan ona dokunacakmış kadar yaklaşabilirsin," dedi. İz sürücü adım adım ilerliyor, durup dinliyor ve yolu üstündeki her çalıyla ot kümesini araştırıyordu. Bir ara çalılığın kıyısında eğilip yerden bir avuç dolusu küçük taş aldı ve onları sistematik şekilde her olası gizlenme yerine atmaya başladı. Mintaka, "Adam ne yapıyor böyle?" diye fısıldadı. "Aslan saldırıya geçmeden önce kükrer. İz sürücü onu kışkırtıp kendini ele verdirtmeye çalışıyor." Sessizliği bozan sadece çakılların çıkardığı ses, atların horultusu ve toynaklarını huzursuz şekilde yere çarpmalarıydı. Avcıların her biri yayının kirişine bir ok yerleştirmişti ve her an oku atmaya hazır durumda bekliyordu. Birdenbire otların arasında bir viyaklama ve bir takırtı duyuldu. Bütün yaylar havaya dikildiler, mızrakçılar da silahlarını kaldırdılar. Ama çikolata renkli, çekiç başlı bir leylek kendini havaya savurup vadide nehir yönünde kanat çırpmaya başlayınca herkes rahat bir nefes aldı. İz sürücünün kendini toparlaması bir dakikasını aldı, sonra çalıların arasına adım adım girerek kaynağa varana dek ilerledi. Bulanık su yerden adeta damla damla çıkıyor ve kayalık zemindeki sığ bir havuzu dolduruyordu. Bu şekilde toplanan su iri bir hayvanın susuzluğunu gidermeye hiç de yeterli gö- - 173- - 172 - J rünmüyordu. Adam bir dizinin üstüne inerek havuzun kenarında aslandan izler aradı, ama sonra başını sallayarak ayağa kalktı. Çalıların arasında bu kez daha hızlı olarak geldiği yoldan geri döndü, midillisine bindi ve Apepi'nin arabasına yöneldi. Öbür avcılar söyleyeceklerini duymak için yaklaşmışlardı, ama baş iz sürücünün süngüsü düşmüştü. Apepi'ye, "Majesteleri, yanılmışım. Aslan buradan geçmemiş," dedi. "Şimdi ne olacak be adam?" Apepi hayal kırıklığını gizlemeye gerek görmüyordu. "Burası bakılacak en umut verici yerdi, ama başkaları da var. Aslan onu son gördüğümüz yerden ayrılıp vadinin öbür ucuna geçmiş olabilir ya da belki buraya yakın bir yerde gizleniyor ve su içmeye gitmek için karanlığı bekli-yordur. Daha ilerde gizlenebileceği yerler var." İz sürücü taşlık yamaçları işaret ediyordu. Apepi sordu. "Başka nerede olabilir?" "Bir sonraki vadide başka bir su kaynağı var, ama orada Bedevilerin kamplarının bulunduğunu biliyoruz. Bedeviler hayvanı ürkütmüş olabilir. Batı yönünde bu tepelerin eteklerinde yine küçük bir su sızıntısı var." Adam ufuktaki alçak bir mor tepe dizisini işaret etti. Adam, "Aslan bu yerlerin herhangi birinde olabilir, olmayabilir de," diye itiraf etti. "Ya da tornistan edip bol suyun bulunduğu ovanın kıyısına gitmiş olabilir. Susuzluk kadar belki de sığırlarla keçilerin kokusu onu oraya çekmiştir." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 137 Lord Naja, "Özetle aslanın nerede olabileceği hakkında en küçük bir fikrin yok," diye atıldı. "Belki de avdan vazgeçip gemilere dönmemiz doğru olur." Nefer, "Hayır!" diye onun sözünü kesti. "Daha başlamadık bile. Nasıl o kadar çabuk pes edebiliriz?" Apepi onayladı. "Çocuk haklı. Devam etmeliyiz, ama yapacağımız çok iş var." Kral bir an durduktan sonra bir karara varmış göründü. "Saygıdeğer Naip, siz kafilenizi Bedevi kampına götürün. Bedeviler eğer aslanı gördülerse size yol gösterirler. Ben tepelerin eteğindeki su sızıntısına gideceğim." Trok'a döndü. "Sen de üç arabayı vadinin aşağısına götür. İz sürücülerinin üçü seninle gelip iz ararlar." Apepi, Asmor'a da, "Sen de üç arabayla ovanın kıyısından Dabba'ya dön. Olur ya aslan son öldürdüğü yere dönmüştür." Sıra Nefer'e gelmişti. "Firavun, sen de aksi yöne, kuzeye Ahmim'e doğru gideceksin." Nefer en az umut verici alanın kendisine verildiğinin farkındaydı, ama bir şikâyeti yoktu. Bu plan, Mintaka'yla onun ilk kez gardiyanlarının doğrudan gözetiminin dışında olmasını sağlayacaktı. Naja, Asmor ve Trok farklı yönlere - 174- gönderiliyorlardı. Nefer birisinin buna dikkati çekmesini bekledi, ama herkes kendini ava öylesine kaptırmıştı ki hiç kimse bu planın anlamını kavrayamamıştı. Naja dışında. Naip, Nefer'e sert sert bakıyordu. Belki de Apepi'nin emirlerine karşı gelmenin akıl kârı olup olmadığını ölçmeye çalışıyordu, ama sonra bunun akıllıca olmayacağına karar vermiş ve çölün Nefer'e en az Asmor kadar etkin bir gardiyan olacağı sonucuna varmış göründü. Kaçabileceği bir yer yoktu, Minta-ka'yı alıp sonu belirsiz bir serüvene atıldığı takdirde de her iki krallığın orduları eşek arısı sürüleri gibi arkasına takılacaktı. Apepi bir buluşma noktası tayin edip son emirlerini verirken Naja bakışını çocuktan uzaklaştırdı. En sonunda borular atlara binilmesi ve ilerlenmesi işaretini verdi, beş asker kafilesi de vadiden çıktı. Engebesiz bir alana geldiklerinde ayrı ayrı bölüklere ayrıldılar ve farklı yönlere hareket ettiler. Bölüklerin sonuncuları çıplak tepelerin arasında gözden kaybolurken Mintaka, Nefer'e doğru uzanarak, "Hathor en sonunda bize acıdı," diye mırıldandı. "Bana kalırsa asıl Horus bize yardımını bahşetti." Nefer genç kıza sırıttı. "Ama böyle bir iyiliği her kimden gelirse gelsin kabul ederim." Nefer'in kafilesinde iki araba daha vardı. Bunlara, onunla Taita'yı Mı-sır'dan kaçmaya çalıştıkları sırada bulan Albay Hilto adlı yaşlı asker kumanda ediyordu. Nefer'in babasının hizmetinde de bulunmuştu ve Tamose Haneda-nı'na ölesiye sadıktı. Nefer ona kayıtsız şartsız güvenebileceğini biliyordu. Nefer kafilesini hızlandırdı. Kalan gün ışığından mümkün olduğunca yararlanmak istiyordu. Bir saatlik at yolculuğundan sonra ovanın tüm manzarası bütün genişliğiyle önlerinde açıldı. Delikanlı manzaranın tadını çıkarmak için atını bir, iki dakika durdurdu. Nehir, etrafını çeviren tarlalarla çiftliklerin zengin yeşilinin ortasına oturtulmuş bir zümrüte benziyordu. "Ne kadar güzel, değil mi Nefer?" Mintaka hülyalı bir tavırla konuşuyordu. "Bu ülkenin bize sahip olduğunu, bizim ona sahip olmadığımızı evlendikten sonra da hatırlamalıyız." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 138 Nefer genç kızın Avaris'te doğduğunu ve bu ülkenin üzerinde onun kadar hakkı olduğunu bazen unutuyordu. Onun da ülkeyi kendisi kadar sevdiğini ve ona karşı aynı görev hissini taşıdığını gördükçe | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:49 am | |
| kalbi gururla doluyordu. "Sen yanımda oldukça bunu hiçbir zaman unutmayacağım." Mintaka yüzünü delikanlıya uzattı. Dudakları hafifçe aralanmıştı. Nefer onun taze soluğunu hissettikçe bu dudakları ağzıyla örtmek için dayanılmaz bir arzu duydu. - 175- Ama sonra Hilto'yla öbür adamların bakışını üzerlerinde hissetti ve içlerinden birinin şeytanca gülümsediğini gözucuyla gördü. Kendini geri çekip Hilto'ya sakin bir bakışla baktı. Vereceği emrin avcı kafilesinin kalan kısmından ayrıldıklarından beri provasını yapıyordu. "Albay, aslan eğer yakınlardaysa aşağıdaki tepelerin yamaçlarında bir yerdedir." Nefer kolunun hareketiyle bölgeyi işaret etti. "Sol kanat ovanın kıyısında, sağ kanat ise tepelerin doruğunda olmalı. Biz araziyi kuzeye doğru tarayacağız." Geniş bir kol hareketi yaptı, ama Hilto kuşkulu göründü ve yanağındaki yara izini kaşıdı. "Bu geniş bir alan majesteleri. Vadi tabanına kadar hemen hemen yarım fersahlık bir yol var. Zaman zaman birbirimizi gözden kaybedeceğiz." Nefer harekât cephesini inceltmenin askeri içgüdülerine ters düştüğünün bilincindeydi. Askeri hızla yumuşatmaya girişti. "Ayrı düştüğümüz takdirde ile-rimizdeki üçüncü sırtta, oradaki ufak tepeciğin dibinde tekrar buluşuruz. O tepecik bizim için iyi bir yol gösterici olacak." Nefer böyle derken dört mil ilerdeki belirgin bir kaya yığınını işaret ediyordu. "Herhangi birimiz buluşma saatinde gecikecek olursa öbürleri kayıp arabayı aramaya gitmeden önce güneşin o açıya gelmesini bekleyecek." Delikanlı böylece adamların onunla Mintaka'yı aramaya başlamalarına kadar kendine bir, iki saat kazandırmış olacaktı. Ancak Hilto tereddüt ediyordu. "Majesteleri beni bağışlasınlar, ama Lord Naja bana kesin emir verdi..." Nefer sert bir sesle ve yüzünde soğuk bir ifadeyle onun sözünü kesti. "Yoksa Firavun'la tartışmaya cüret mi ediyorsun?" "Asla, majesteleri!" Suçlama Hilto'nun üzerinde şok etkisi yapmıştı. "Öyleyse görevini yap adam." Hilto hükümdarına selam verdi ve adamlarına hemen emirler yağdırarak arabasına koştu. Bölük yamaçtan aşağı inerken Mintaka, Nefer'i dürterek gülümsedi. "Öyleyse görevini yap adam!" Nefer'in azametli ses tonunu taklit ettikten sonra güldü. "Ne olur, benimle sakın o ses tonuyla konuşmayın veya bana öyle bakmayın, majesteleri, yoksa korkumdan ölürüm." Delikanlı, "Fazla zamanımız yok," diye karşılık verdi. "Bundan mümkün olduğunca yararlanmalı ve yalnız olacağımız bir yer bulmalıyız." Böyle diyerek arabayı bayır yukarı sürmeye başladı. Nehir vadisinden veya yamacın daha aşağılarındaki arabalardan oldukça uzaklaşmışlardı. İkisi de ileriye bakarken hevesli görünüyorlardı. "Şuraya baksana." Mintaka arazinin bir kıvrımı tarafından hemen hemen gözden gizlenen küçük bir dikenli ağaç koruluğunu işaret ediyordu. Nefer o yana dönünce, binlerce yıl içinde rüzgârla hava koşulları Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 139 ve ender fırtınalar ta- - 176- rafından yamacın böğründe oyulmuş dar bir koyak gördü. Ağaçların gürbüz olduklarına bakılırsa, orada yerin altında su olmalıydı. Gür yapraklar bu sıcak öğle vaktinde gölge ve yalnızlık sağlıyordu. Nefer arabayı gölgeye sürdü. O durur durmaz Mintaka arabadan yere atladı. "Koşumlarını gevşet de hayvanlar dinlensinler," diye önerdi. Nefer bir duraklama geçirdi, sonra hayır gibilerden başını salladı. Böylesi tüm öğrendiklerine ters düşüyordu. Arabanın ani bir alarm durumunda harekete hazır durumda olması gerekiyordu. Arabadan atlayarak kovaya su torba-sındaki sudan doldurdu ve atlara su içirmeye gitti. Mintaka ona yardıma geldi. Hiç konuşmadan yan yana çalışıyorlardı. O kadar özledikleri an en sonunda geldiği halde, ikisi de çekingendiler ve ağızlarını bıçak açmıyordu. Sonra aynı anda birbirlerine dönerek bir ağızdan konuştular. Nefer, "Sana şunu söylemek istiyordum," diye başladı. Mintaka da, "Bence de biz..." Susarak utana utana bakıştılar. Gölgede karşı karşıya duruyorlardı. Mintaka kızararak ayaklarının dibine bakıyor, Nefer de aygırının başını okşuyordu. "Ne diyecektin?" "Bir şey değildi. Yani önemli değil." Kız başını salladı, delikanlı da onun kızardığını gördü. Yanaklarının renklenmesini seyretmekten hoşlanıyordu. Mintaka hâlâ ona bakmıyordu, ama yumuşak ve hemen hemen duyulamaya-cak kadar hafif bir sesle o da sordu: "Ne söyleyecektin?" "Birkaç gün sonra gideceğini düşündükçe sağ kolum kesilmiş gibi bir his duyuyor, ölmek istiyorum." "Ah Nefer!" Kız delikanlıya baktı, gözleri ilk aşkın duygu karmaşası ve coşkusuyla irileşmiş, derin birer kuyuya benzemişti. "Seni seviyorum. Seni gerçekten çok seviyorum," diye geveledi. Aynı anda ikisi de birbirlerinin kollarına atıldılar, dişleri de birbirine tosla-dı. Nefer'in alt dudağı Mintaka'nın dişlerinin arasına sıkışınca kesikten bir damla kan sızdı, öpücükleri bu nedenle tuz tadını aldı. Kucaklaşmaları deneyimsiz ve denenmemiş, beceriksizce ve çılgıncaydı. İkisinde de kontrolden çıkan, vahşi duygular doğurdu. Birbirlerine sarılarak bu yeni duyguların gücüyle inliyorlardı. Mintaka'nın bedeninin kendi vücuduna yamyassı yapışmasına rağmen, Nefer onu daha da yakınına çekmeye, Mintaka da ayrı etlerini çömlek çamuru gibi birleştirmeye çalışıyordu. Uzanıp parmaklarını erkeğin tozlu, gür buklelerine dolayarak, "Ah! Ah!" dedi, ama sesi boğuk çıkıyordu. - 177 - Büyücüler Kralı / F: 12 Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 140 "Seni kaybetmek istemiyorum!" Nefer öpücüğü kesti. "Seni hiçbir zaman kaybetmek istemiyorum." Kız, "Ben de seni bırakmak istemiyorum... hiçbir zaman bırakmak istemiyorum!" diye soludu ve eskisinden de daha çılgınca öpüşmeye başladılar. Bu noktadan sonra zihinleriyle bedenlerinin daha önce keşfetmedikleri bir bölge-sindeydiler. Kendi kontrollerinin dışına çıkan ve adları aşk ve arzu olan kaçak atların çektiği bir arabada birlikte yol alıyorlardı. Hâlâ birbirlerine sarılmış durumda vadi tabanının yumuşak beyaz kumunun üstüne çöktüler ve sanki düşmanmışlar gibi birbirlerinin vücudunu tırmalamaya koyuldular. Gözleri çıldırmıştı ve bir şey görmüyordu, solukları kesik ve kopuk kopuktu. Kızın eteğinin keten kumaşı erkeğin ellerinde papirüs parşömeni gibi yırtıldı ve erkek açılan delikten elini içeri soktu. Mintaka ölüm acısı duyarmış gibi inledi, ama bacakları açıldı ve yumuşacık oldu. Bu yolun onları nereye götürdüğünden ikisi de habersizdi. Nefer'in bütün istediği kendi çıplak teninin onun yumuşaklığına dokunuşunu hissetmekti. Tüm hayatı bu gereksinimine bağlıydı sanki. Kendi peştemalını üzerinden koparıp attı ve vücutlarını birbirine yapıştırdılar, ikisi de kızın sıcak ve taze etinin erkeğin sertliğine dokunuşuna dalmışlardı. Sonra Nefer kıza yapışık olarak durduğu yerde bilinçsiz olarak ritmik şekilde hareket etmeye başladı. Kız da bir arabanın içinde engebeli araziden uçarcasına geçiyormuş gibi onun hareketlerini tekrarlamaya koyuldu. Derken Mintaka bir cismin kadınlığının kapılarını zorladığını hissetti. Onun dürtülerine kendi dürtüleriyle karşılık vermeye, onun engeli yırtmasına yardımcı olmaya, onu yumuşak, gizli yerlerine kabul etmeye hemen hemen dayanılması zor bir his duyuyordu. Ama sonra gerçek, fırtına hızıyla suratına çarpıldı. Çılgınca tekmeler atmaya, sırtını kamburlaştırmaya, bir avcı çitanın çeneleri arasındaki bir ceylan gibi yenilenen bir kuvvetle çırpınmaya başladı. Ağzını da erkeğinkinden kurtararak, "Hayır, Nefer!" diye bağırdı. "Bana söz vermiştin! Horus'un yaralı gözü adına söz vermiştin!" Nefer, kırbaç yemiş gibi arkaya sıçradı. Kıza korku içindeki irileşmiş gözleriyle bakıyordu. Uzak yerden hızlı hızlı koşarak gelmiş gibi sesi boğuk ve soluk soluğaydı. "Mintaka, sevgilim, biricik hayatım. Bana ne oldu bilemiyorum. Bir çılgınlıktı. Niyetim o değildi." Umutsuzluğunu anlatan bir hareket yaptı. "Yeminimi bozup seni lekelemektense ölmeyi yeğlerim." - 178- Mintaka da öylesine zor soluk alıyordu ki sevgilisine hemen yanıt veremedi. Bakışını delikanlının çıplak vücudundan kaçırdı. Nefer acıklı bir tavırla devam etti. "Yalvarırım, benden nefret etme. Ne yaptığımın farkında değildim." "Senden nefret etmiyorum, Nefer. Senden asla nefret edemem." Nefer'in üzüntüsü o kadar içtendi ki tekrar onun kollarının arasına atılmak ve onu avutmak geldi kızın içinden. Ama bunun ne kadar tehlikeli olacağını biliyordu. Arabanın tekerleğine abanarak ayağa kalktı. "Ben de en az senin kadar suçluyum. Bunun olmasına izin vermemeliydim," dedi. Bacakları titriyordu, yüzüne dökülen saçlarını iki eliyle arkaya atmaya çalıştı. Nefer de bir suçlu tavrıyla ayağa kalktı ve Mintaka'ya doğru bir adım attı, ama kızın geri çekildiğini fark edince durdu. "Etekliğini yırtmışım," dedi. "isteyerek yapmadım." Mintaka önüne bakınca hemen hemen delikanlı kadar çıplak olduğunu gördü. Etekliğinin yırtık kenarlarını Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 141 birleştirmeye çalışarak Nefer'den biraz daha uzaklaştı. "Giyinmelisin," diye fısıldadı ve elinde olmayarak yine delikanlıya baktı. Nefer o kadar güzeldi ki kız yine içinde arzunun şahlandığını hissetti. Bakışını ondan uzaklaştırmaya kendini zorladı. Nefer hızla eğildi, üstünden attığı peştemalı aldı ve beline sardı. Huzursuz bir sessizlik içinde karşı karşıya duruyorlardı. Mintaka bu korkunç anı ikisinin de unutması için çaresizlik içinde uygun kelimeler arıyordu. Sonunda kendi bedeni imdadına yetişti. Mesanesinde beklemeyecek bir doluluk hissediyordu. "Gitmem lazım!" diye geveledi. Nefer, "Hayır," diye yalvardı. "Kötü bir niyetim yoktu. Beni bağışla. Bir daha | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:49 am | |
| Bir daha olmayacak. Yanımda kal. Beni bırakma." Kız titrek titrek gülümsedi. "Hayır. Anlamıyorsun. Sadece kısa bir süre uzaklaşacağım." Etekliğinin kenarlarını bir arada tutan elleriyle yanlış anlaşılması olanaksız bir hareket yaptı. "Fazla gecikmem." Erkeğin ferahlaması oldukça dokunaklıydı. "Anlıyorum. Ben arabayı hazırlayacağım." Nefer atlara dikkatini verirken Mintaka onu bırakıp dikenli ağaç koruluğunun daha içerlerine girdi. Aslan, kızın ağaçların arasından yattığı yere yaklaşmasını seyrediyordu. Kulaklarını yassılttı ve vücudunu taşlık toprağa daha fazla yapıştırdı. Güçlü günlerini geride bırakmış ihtiyar bir hayvandı. Yelesinin karışık kara tüylerinin arasında kır teller vardı. Sırtının bir zamanlar mavimsi bir parıltısı - 179- r vardı, ama şimdi o da kırlaşmıştı. Dişleri aşınmış ve lekeliydi, uzun dişlerinin biri diş etine yakın bir yerinden kırılmıştı. Yetişkin bir boğayı hâlâ yere indirip dev patilerinden birinin bir tek darbesiyle öldürebilirdi ama artık, pençeleri aşındığı ve köreldiği için daha çevik avlara tutunması zordu. Bir gece önce bir oriks keçisini elinden kaçırmıştı, duyduğu açlık içinde donuk bir sancı gibiydi. İnsan denen yaratığı sarı gözleriyle gözlüyordu, üst dudağı sessiz bir hırlamayla kıvrıldı. Yavruyken annesi ona savaş alanlarında buldukları insan ölü-leriyle beslenmeyi öğretmişti. Çoğu etobur hayvanların insan etine duydukları tiksintiyi paylaşmıyordu. Yıllar içinde fırsatını buldukça insan öldürmüş ve etiyle kendine ziyafet çekmişti. Çalıların arasından ona doğru gelen bu yaratığı doğal bir av olarak görüyordu. Mintaka canavarın yattığı yerin elli adım berisinde durdu ve etrafına bakındı. Aslanın içgüdüsü bir avını izlerken avla göz göze gelmekten onu men ediyordu. O da başını eğdi, gözlerini de çizgi halini alacak derecede kıstı. Şimdi saldırıya geçme zamanı değildi, onun için kuyruğunu kısıp bekledi. Mintaka ağaçlardan birinin gövdesinin arkasına geçerek çömeldi ve ihtiyacını giderdi. Kızın idrarının keskin kokusunu alan aslanın burnu kırıştı. İlgisi artmıştı. Mintaka sonunda ayağa kalktı ve yırtık eteğini aşağı indirdi. Aslana arkasını dönerek Nefer'in beklediği yere doğru gitti. Aslan, kuyruğunu kırbaç gibi bir sağa, bir sola çarpıyordu. Saldırıya hazırlıktı bu. Hayvan başını kaldırdı, siyah püsküllü kuyruk böğürlerini kırbaçlıyordu. Mintaka kuyruğun ritmik hışırtısını ve vuruşlarını duyarak durdu ve şaşkınlıkla arkasına baktı. Anında Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 142 canavarın sarı bakışıyla göz göze gelerek bağırdı. Tiz çığlığı Nefer'in aklını başından aldı. Hızla döndü ve bir an içinde durumu kavradı; kızla karşısında yere çökmüş insan yiyen canavarı görmüştü. "Sakın koşma!" diye bağırdı. Kızın koşmasının aslanın kovalamak refleksini tetikleyeceğini biliyordu. "Geliyorum!" Delikanlı araba korkuluğundan yayıyla okluğunu kaptı ve Mintaka'ya doğru koşmaya başladı. Bir yandan koşarken yay kirişine bir ok yerleştirdi. Çaresizlik içinde, "Sakın koşma!" diye yineledi, ama aslan tam o sırada kükredi. Mintaka'nın kemiklerinde titreşimler yapan ve kızın ayaklarının altında yerleri titreten korkunç bir sesti bu. Mintaka bütün vücudunu tutsak eden korkuya karşı koyamadı. Hızla dönerek Nefer'e doğru körü körüne koşmaya başladı. Bir yandan da hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. -180- Aslanın yelesi anında başının etrafında karanlık bir çember gibi dikleşti ve hayvan saldırıya geçti. Ağaçların arasından fırlayan kara ve esmer bir ok gibi doğru Mintaka'nın üzerine geliyordu. Kız yere mıhlanmış gibi anında ona yetişti. Nefer birden durdu, her iki elini boş bırakmak için okluğu yere attı ve yayı gerdi. Oku dudaklarına çekti ve hayvanın zonklayan dev göğsüne nişan aldı. Aslan yandan geldiğinden sapma kritik derecedeydi, Mintaka da ateş hattının üstündeydi. Bu yetmiyormuş gibi, yaralanmanın Mintaka'yı kurtarmayacağını biliyordu. Oku hayvanın yaşamsal organlarının birine derinlemesine saplama-lıydı ki yere yıkılsın, Mintaka da bir kaçma şansı elde etsin. Ne çare ki kesin bir hesap yapmaya vakit yoktu, aslan kızcağızın üstüne binmek üzereydi. Her adımda homurtular salıveriyor, kocaman ayaklarının altından toprak parçaları ve çakıllar uçuşuyordu. Sarı gözler korkunçtu. Nefer büyük bir telaşla, "Yere kapan, Mintaka! Okumun yolu üstünden çekil!" diye bağırdı. Birlikte ava çıktıkları haftalarda tam bir uyum geliştirmişlerdi, Mintaka da ona kayıtsız şartsız güvenmeyi öğrenmişti. Nefer panik halinde bile kıza ulaşabiliyordu. Mintaka tereddüt etmedi. Bir an önce koşu halindeyken saldıran aslanın hemen hemen çenelerinin altında yamyassı yere yapıştı. Kız kendini yere attığı anda Nefer yayı salıverdi. Ok fırladı. Aralarındaki boşluğu fazla yüklü bir yırtıcı kuşun tembel uçuşuna benzer yavaşlıkta aşıyor-muş gibi geldi çocuğun korkudan irileşmiş gözlerine. Mintaka'nın yattığı yerin yukarsından geçti. Sonra düşmeye başladı. Böylesine cüsseli bir hayvana göre öylesine minik, ağır ve etkisiz görünüyordu ki. Sonra ses çıkarmadan hedefi buldu. Nefer incecik sapın bir çöp gibi kırılmasını ve homurdanan hayvan tarafından küçümsenerek bir yana fırlatılmasını bekliyordu. Tam aslanın ağzı kocaman açılıp harap ve lekeli dişleri ortaya çıktığı sırada, okun taştan oyulmuş başı hayvanın göğsünü örten gür kılların arasında gözden kayboldu. Herhangi bir çarpma sesi duyulmadıysa da okun sapı ucunun arkasından içeri kaydı ve saptan sadece beş parmak kadarıyla parlak renkli tüyleri ortada kaldı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 143 Nefer okun, hayvanın kalbine isabet ettiğini düşündü. Aslan muazzam bir katılmanın pençesinde yükseğe sıçradı, homurtuları da başının yukarsındaki dikenli dallardan bir kuru yaprak yağmuru düşüren sürekli bir kükreme dizisine dönüştü. Derken canavar ani bir dönüşle göğsüne saplı okun dışarı taşmış tüylü ucunu çeneleriyle parçaladı. Mintaka aslanın dokunduğu yeri paralayan pençelerinin hemen hemen altındaydı. - 181 - Nefer, "Ondan uzaklaş!" diye bağırdı. "Koş!" Delikanlı eğilip ayaklarının dibindeki okluktan ikinci bir ok yakaladı ve bunu bir yandan yay kirişine yerleştirirken ileri atıldı. Kız onun korumasına koşarak nişan almasını engellemeyecek kadar kendini toparlamıştı, en yakındaki ağacın gövdesinin arkasına saklandı. Bu hareket aslanın dikkatinin yine onun üzerine çevrilmesine yetmişti. Canavar şimdi açlık değil, acı ve öfke dürtüsüyle hareket ederek saldırıya geçti. Kancalı sarı pençeler Mintaka'nın arkasına büzüldüğü ağaçtan koca bir kabuk parçası kopardı. Nefer, "Gel! Buradayım! Bana gel!" diye deli gibi bağırarak aslanı ondan uzaklaştırmaya çalışıyordu. Hayvan koca yeleli kafasını ona çevirdi, Nefer de yayı çekerek çaresiz bir hareketle bundan sonraki oku da fırlattı. Kolları titriyordu, acele aldığı nişan isabetli olacağa benzemiyordu. Okun başı hayvanın karnına girdi. Aslan okun batışına Mintaka'yı bırakıp Nefer'e doğru hamle yaparak tepki gösterdi. Hayvanın ağır yaralı olmasına ve yavaşlamasına rağmen, Nefer'in bu taze hamleden kaçmasının yolu yoktu. Sonuncu okunu da atmıştı, okluk ise uzanamayacağı kadar uzakta taşların üstünde yatıyordu. Delikanlı eğilerek ke-merindeki kamayı çekti. Öfkeden kudurmuş canavara karşı çok zavallı bir silahtı bu. ince tunç bıçak hayvanın kalbine ulaşabilmek için yeterince uzun değildi, ama Firavun'un avcılarının benzer ölümcül durumlardan mucizevi kurtuluşları hakkında öyküler duymuştu. Aslan tam ölüm atlayışına geçerken Nefer arkaya devrildi. Canavarın ağırlığına ve hamlesine karşı koymayı aklından bile geçirmemişti. Aslanın ön ayaklarının arasındaydışimdi, hayvan da çenelerini sonuna kadar açtı ve o korkunç dişleriyle Nefer'in kafasını parçalamak için başını eğdi. Nefesi leş gibi kokuyor, kokmuş etle açık mezarların pisliğini hatırlatıyordu. Nefer safrasının ağzına kadar yükseldiğini hissetti. Tam zamanını hesapladı ve kamayı tutan sağ elini açık ağzın derinine sapladı. Aslan içgüdüsel olarak ısırdı. Nefer kamasını dimdik tutuyordu, aslan çenelerini kapayınca bıçağın tunçtan ucu damağına saplandı. Dişler bileğinin kemiklerini un ufak edemeden Nefer elini hızla çekti. Ama aslanın çeneleri, arasındaki kama tarafından açık tutuluyordu ve ısıramazdı. Ama aslan delikanlıyı bir yandan pençeleriyle paralamaktaydı. Nefer ağır vücudun altında kıvranıyordu, pençe darbelerinin bazılarından böylece kaça- - 182- Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 144 bildi, ama peştemalı üzerinden koparıldığından kemikleşmiş kancaların etine saplandığını hissediyordu. Daha fazla dayanamayacağının farkındaydı. Tepesindeki aslana bilinçsiz olarak, "Bırak beni pis hayvan! Çekil üstümden!" diye bağırdı. Aslan hâlâ kükrüyordu, şişlenmiş damağından fışkıran kanlar da pis nefesi ve sıcak tükürüğüyle karışarak kızıl bir bulut halinde Nefer'in yüzüne püs-kürüyordu. Nefer'in bağrışı Mintaka'yı harekete geçirdi. Ağacın arkasından başını uzatıp bakınca Nefer'in aslanın bedeninin altında kanlı bir külçe görünümünde yattığını gördü. Sevgilisinin ölesiye hırpalandığını fark eden kız kendi korkusunu unutmuştu. Nefer'in yayı vücudunun altına sıkışmıştı, o olmayınca içi okla dolu okluk Mintaka'nın işine yaramazdı. Genç kız ağacın arkasından fırlayıp arabaya doğru koştu. Arkasındaki bağırışlarla kükremeler onu daha da hızlandırıyordu, kalbinin göğsünün içinde patlama raddelerinde olduğunu hissedene kadar koştu. İlerde bekleyen atlar canavarın kokusuyla kükremesinden dehşete düşmüşlerdi. Şahlanıyorlar, başlarını arkaya atıyor, gemi azıya alıyorlardı. Nefer'in bir tekerlekteki fren sistemini kilitlemesi sayesinde sadece dar bir daire çevirebilmek durumunda olmasalar çoktan kaçarlardı. Mintaka havada uçuşan toynaklarının arasından atılarak arabanın basamağına zıpladı. Serbest kalmış dizginleri yakaladı ve hayvanlara, "İleri, Tepegöz! Dayan, Çekiç!" diye bağırdı. Nefer daha önceki gezilerinin birçoğunda arabayı Mintaka'nın sürmesine izin verdiği için atlar kızın sesini ve dizginler üzerindeki dokunuşunu tanıyorlardı. Mintaka atları kısa zamanda kontrol altına aldı, fakat Nefer'in çığlıklarını ve aslanın kükremelerini duyduğu için ona aradan yüzyıllar geçmiş gibi geliyordu. Atlara hâkim olur olmaz yana eğildi ve freni salıverdi. Güçlü bir sol dönüşle atları çevirdi ve onları doğruca aslanla kurbanına doğru sürdü. Çekiç direndi, ama Tepegöz itaat etti. Genç kız Nefer'in atlara karşı hiç kullanmadığı kamçıyışaklatarak Cekiç'in parlak böğrünün üstünde parmak kadar kalın bir iz bıraktı. "Ha!" diye haykırdı. "Yürü! Kahrolasın Çekiç!" Şaşalayan Çekiç ileri atıldı, böylece aslana doğru dörtnala yol aldılar. Bütün dikkati ön ayaklarının arasındaki haykıran ve kıvranan kurbanın üstünde olan aslan, doğru üzerine gelen arabaya başını kaldırıp bakmadı. Mintaka kırbacı elinden bıraktı ve bunun yerine mızrağı kaptı. Ava çıktıkları s | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:50 am | |
| Mintaka kırbacı elinden bıraktı ve bunun yerine mızrağı kaptı. Ava çıktıkları saatlerde bunu Nefer için taşımıştı, şimdi de mızrak eline hafif ve tanıdık - 183- geliyordu. Yarış temposundaki atları sol elindeki dizginlerle yönetirken yan korkuluktan sarkarak mızrağı yükseğe kaldırdı. Çömelmiş durumdaki aslanın başı eğikti, ensesi de ortaya çıkmıştı. Ensesinde omurgayla kafatasının birleşme noktası yelesinin çalı gibi gür siyah kıllarıyla örtülüydü, fakat Mintaka tam yerini tahmin etti ve korkusuyla Nefer'e olan sevgisinin verdiği güçle mızrağı sapladı. Mızraklı el altındaki arabanın uçuş hızından da güç almıştı. Mızrağın kaba deriyi yağ gibi delerek hayvanın ensesine sapına kadar saplanması genç kızı bile şaşırttı. Mızrağın ucu omurgaların eklemini bulup yoluna Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 145 devam ederek omuriliği kesince sadece elinde hafif bir tıklama hissetti. Araba aynı hızla yoluna devam edince mızrağın sapı elinden koparıldı. Ama aslan da gevşek ve hareketsiz bir külçe gibi Nefer'in üstüne yığılmıştı. Bir daha kımıldamadı. Anında ölmüştü. Mintaka'nın delirmiş atları durdurup onları çevirmesi ve Nefer'in dev leşin altında hareketsiz yattığı yere döndürmesine kadar belki iki yüz metre yol aldılar. Genç kız, arabadan atlamadan önce tekerlek frenini garantiye almak sağduyusunu gösterdi. Nefer'in ne kadar ağır yaralandığı belliydi. Üstüne bulaşmış kanlara bakılırsa ölmüş bile olabilirdi. Genç kız onun yanına dizüstü düştü. "Nefer, benimle konuş. Beni duyabiliyor musun?" Başını ona çeviren delikanlının bakışının normal olduğunu görünce Mintaka rahatladı. "Geldin!" diye soludu Nefer. "Bak-her Mintaka, bak-her!" "Bu pisliği üstünden alacağım." Hayvan leşinin korkunç ağırlığının delikanlının soluğunu kestiğini fark ediyordu. Birden davranıp hayvanın kafasına asıldı. Nefer akışkan bir kan maskesinin arkasından, "Kuyruk," diye zorlukla fısıldadı. "Onu kuyruğundan kavrayıp yuvarla." Genç kız vakit kaybetmeden itaat etti. Ucu fırçaya benzeyen uzun kuyruğu yakaladı ve var gücüyle çekti. Hayvanın kaba etleri kımıldadı, derken bütün leş yana devrildi ve Nefer serbest kaldı. Mintaka onun yanında yere diz çöktü ve oturma konumuna geçmesine yardım etti, fakat Nefer sarhoş gibi sendeledi ve destek arar gibi genç kıza uzandı. Mintaka, "Hathor bana yardımcı olsun," diye yalvardı. "Sen ağır yaralısın. Ne kadar çok kan var." - 184- Nefer, "Kanın hepsi benim değil," diye mırıldandıysa da, pençelerin bir atardamarını yardığı sağ kalçasından kan fıskiye gibi fışkırıyordu. Taita savaş yaralarının tedavisi konusunda ona ciddi bir eğitim verdiğinden başparmağını yaraya sokarak kan kesilinceye kadar bastırdı. "Su torbasını getir," dedi. Mintaka arabaya koşarak onu delikanlıya getirdi. Genç kız su torbasını tutarken Nefer kana kana içti, genç kız daha sonra sevgilisinin yüzündeki kanla pisliği yumuşak hareketlerle sildi ve yüzünün yaralı olmadığını görünce rahatladı. Bununla birlikte öbür yaralarını gözden geçirince şoka girmekten kendini alamadı. "Seyyar yatağım arabada." Delikanlının sesi zayıflıyordu. Mintaka bunu getirince Nefer ona dengi açmasını söyledi. Mintaka da bunun içindeki dikiş kutusunu çıkardı. Kutunun içinden bir iğneyle ipek ibrişim seçti. Nefer ona kan fışkırtan damarını nasıl bağlayacağını gösterdi. Bu iş genç kızın kolayına geldi, bunu yaparken ne duraksadı ne de yüzünü buruşturdu. Çevik parmaklarıyla açık atardamarın etrafına bir ilmik atıp sonra da delikanlının elindeki daha derin yırtıkları dikerken elleri bileklerine kadar kana bulanmıştı. Yine Nefer'in verdiği direktiflere uyarak paralanmış peştemalından yırtılan şeritleri kullanarak yaraları sardı. Bu kaba ve ilkel bir cerrahi yöntemdi, ama kanamayı büyük ölçüde kesmeye yetti. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 146 "Şimdilik yalnız bu kadarını yapabiliriz. Arabaya binmene yardım etmeli, sonra da kalanını yapması için bir cerraha ulaşmalıyız. Ah, Taita burada olsa ne olurdu." Genç kız, Tepegöz'ün başına koştu ve atları delikanlının yattığı yere çekti. Bir dirseğine abanmış olan Nefer, yanında yatan aslan leşine özlem dolu gözlerle bakıyordu. "İlk aslanım bu," diye fısıldadı. "Onu hemen yüzmezsek ganimet bozulacak. Kılları çok geçmeden dökülecek." Bu duygusal anda sevgilisi hesabına duyduğu endişenin etkisindeki genç kız öfkeye kapıldı. "Ancak bir erkeğe yaraşır böylesi bir deli saçmasını hayatımda ilk kez duyuyorum. Pis kokulu bir kürk parçası için hayatını tehlikeye mi atacaksın?" Genç kız onun ayağa kalkmasına yardım etmeye geldi. Hâlâ çok öfkeliydi. Nefer'in doğrulup kalkması için ikisinin toplam kuvvetlerini harcamaları gerekti. Nefer arabaya doğru tek ayak üstünde hoplarken bütün ağırlığıyla genç kıza abandı ve arabanın tabanının üstüne yığıldı. Mintaka seyyar yataktaki koyun postundan yararlanarak onu elinden geldiği kadar rahat ettirdi, sonra da arabaya binerek dizginleri ellerine aldı. - 185- r "Ne tarafa?" diye sordu. "Kafilenin kalan kısmı vadinin öbür ucunda olsa gerek ve bizim onlara yetişmemizi olanaksız kılacak kadar hızlı yol alıyorlardır. Ayrıca yanlış yöne gidiyorlar," dedi delikanlı. "Öbür avcılar çölün dörtbir yanına dağılmış durumdalar. Bütün gün onları arasak bile bulamayabiliriz." "Filonun demirli olduğu Dabba'ya dönmeliyiz. Gemilerde bir cerrah var." Genç kız yegâne işe yarar sonuca ulaşmıştı. Nefer başının hareketiyle onayladı. Mintaka atları yürüttü, böylece koruluktan çıkarak bir kez daha güney yönüne döndüler. Mintaka, "Dabba'ya kadar üç saatlik ya da daha uzun bir yolumuz var," dedi. Delikanlı, "Nehrin kavisini aştığımız takdirde yolumuzu en az dört fersah kısaltabiliriz," dedi. Mintaka durakladı ve delikanlının aşmasını istediği doğudaki ıssız çöle baktı. "Yolu şaşırabilirim," diye korkuyla mırıldandı. Nefer, Taita'dan çöl yolculuğu bahsinde aldığı eğitime güvenerek, "Sana rehberlik ederim," diye yanıtladı. "En büyük şansımız bu." Mintaka atları sola, Nefer'in işaret ettiği yöne döndürdü. Güçlü ve sağlıklı oldukları günlerde ikisi de engebeli bir arazide yol alırken arabanın hareketlerinden zevk almışlardı. Ama şimdi genç kız atları ağır ağır yürütürken bile tekerleklerin her deliğe düşüşü, her taşa veya tümseğe toslayışı arabanın şasisinden Nefer'in paralanmış vücuduna iletiliyordu. Delikanlı yüzünü ekşitiyor, terliyor, fakat duyduğu acıyı ve rahatsızlığını genç kızdan gizlemeye çalışıyordu. Saatler geçtikçe yaraları Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 147 daha da açıldı ve ağrıları dayanılmaz oldu. Oldukça sert bir toslamanın arkasından acı acı inledi ve kendini kaybetti. Mintaka hemen dizginleri çekerek atları durdurdu ve delikanlıyı ayıltmaya çalıştı. Keten petleri suya batırdı ve delikanlının dudaklarının arasına birkaç damla su akıttı. Sonra, ter içindeki solgun yüzünü ıslak bezle sildi. Fakat yaralarını tekrar sarmaya girişince kalçasındaki derin yaranın yine kanamaya başladığını gördü. Kanamayı durdurmaya çalıştıysa da onu sadece sızıntı düzeyine indirmeyi başardı. Gerçekte duymadığı bir güvenle, "iyileşeceksin, sevgilim," dedi ona. Delikanlıya yavaşça sarıldı, üstünde kanların kuruduğu tozlu kafasını öptü ve yine dizginlere sarıldı. Bir saat sonra suyun kalanını Nefer'le atlara verdi ve kendisi içmemeyi seçti. Sonra arabada yükseğe uzanabildiği kadar uzanarak sıcak havada titreyen, dans eden çakıl ve şist tepelerine baktı. Yolunu kaybettiğini fark etmişti. Güneşe bakarak açısını hesaplamaya çalışırken, yoksa çok fazla doğuya mı gittim, diye merak ediyordu. Ayaklarının dibinde Nefer kıpırdadı ve inledi, genç kız da cesur gözükmeye çalışarak ona bakarak gülümsedi. "Fazla bir yolumuz kalmadı, sevgilim. Bir sonraki tepeyi de aşınca nehri görmemiz gerekir." Genç kız denklen çıkardığı koyun postunu delikanlının başının altına sıkıştırdı, tekrar dizginlere sarıldı ve silkindi. Ne kadar bitkin olduğunun farkına varıyordu; vücudundaki bütün kaslar sancıyordu, gözleri de güneşin parıltısıyla tozdan tahriş olmuştu. Ama kendisiyle birlikte atları da devam etmeye zorladı. Atlar da çok geçmeden rahatsızlık belirtileri göstermeye başladılar. Terlemeleri sona ermiş, tuzlu terleri sırtlarında beyaz lekeler halinde kurumuştu. Mintaka onları biraz hızlandırmaya çalıştıysa da tepki vermediler, genç kız da arabadan inerek aygırı başından tuttu ve hayvanları çekmeye çalıştı. O da sonunda sendelemeye başlamıştı, ama bir süre sonra kumlu bir vadi tabanında bir arabanın tekerlek izlerini görerek biraz morali düzeldi. Şişmeye ve çatlamaya başlamış dudaklarının arasından, "Batıya gidiyorlar," diye fısıldadı. "Bizi dosdoğru nehre götürecekler." Bir süre tekerlek izlerinin yönünde yol aldıktan sonra karşısında kendi ayak izlerini görerek şaşkınlık içinde durdu. Birden daire çevirdiğini ve kendi izlerini takip etmekte olduğunu anladı. En sonunda umutsuzluk onu pençesine almıştı. Çaresiz ve yolunu kaybetmiş biri olarak dizlerinin üstüne düştü ve hâlâ kendinde olmayan Nefer'e, "Çok üzgünüm sevgilim. Sana karılık görevimi yerine getiremedim," diye fısıldadı. Dolaşmış saçları yaralının yüzünden arkaya itti. Sonra doğudaki doruğa bakarak gözlerini kırpıştırdı. Görüşünü netleştirmek için başını salladı, yanan gözlerini dinlendirmek için bakışını uzaklaştırdı, sonra tekrar o yöne baktı. Morali yine düzelmeye başlamıştı, ama gördüğünün hayal mi, gerçek mi olduğuna hâlâ emin olamıyordu. Tepelerindeki dağ sırasının doruğunda zayıf bir siluet uzun asasına abanarak duruyordu. Gümüş renkli saçları bulut gibi parlıyor, çölün sıcak meltemi eteklerini leylek bacaklarının etrafında şaklatıyordu, ihtiyar adam durmuş, onlara bakıyordu. Genç kız, "Ah Hathor ve bütün tanrıçalar, bu doğru olamaz," diye fısıldadı. Nefer de yanında gözlerini açmıştı. "Taita yakında bir yerde," diye mırıldandı. "Onu yakınımda hissediyorum." | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:51 am | |
| Evet. Taita burada." Genç kızın sesi hafif çıkıyordu. Duyduğu şoktan elini boğazına götürmüştü. "Ama bizi nerede bulacağını nasıl bildi?" "Bilir. Taita daima bilir." Nefer bu sözlerden sonra gözlerini kapadı ve yine kendini kaybetti. ihtiyar adam şimdi sert eğimli yamaçtan onlara doğru iniyordu. Mintaka kendini toparladı ve onu karşılamaya çıktı. Birden yorgunluğundan eser kalmamıştı. Sevinçten çıldıracak gibiydi. Elini, kolunu sallıyor, yaşlı adama sesleniyordu. Taita arabayı kayalık bayırdan nehre ve Dabba köyüne doğru sürdü. Atlar dokunuşuna itaat ederek arabanın tabanında yatan yaralı çocuğu sarsmayan bir tempo tutturdular. Taita, Nefer'in hangi ilaçlara ve sargılara ihtiyacı olacağını içgüdüsel olarak hissetmiş ve buna uygun olanları yanına almıştı. Yaralara tekrar pansuman yapıp onları sardıktan sonra atları yakınlardaki bir su sızıntısının başına götürmüş, acı su hayvanları tekrar canlandırmıştı. Minta-ka'yı bundan sonra arabanın basamağına çıkarmış ve atları hiç yanılmadan Dabba'yla nehir yönüne döndürmüştü. Yanındaki Mintaka, ona ihtiyaçları olduğunu ve onları nerede bulacağını nasıl bildiğini yalvarırcasına, adeta gözyaşlarıyla ihtiyar adama sormuştu. Taita yavaşça gülümsemiş ve atlara seslenmişti: "Yavaş Çekiç! Devam et Tepegöz!" Nefer arabanın tabanında ilaçlı bir uykunun koynundaydı, ama yaraları temizlenmiş, tedavi edilmiş ve keten sargılarla sarılmıştı. Sönmek üzere olan bir çalılık yangınına benzeyen öfkeli bir gün batımı Nil'in yukarsında solmaktaydı. Hâlâ nehirde demirli olan filonun gemileri solan ışıkta çocuk oyuncağına benziyorlardı. Apepi'yie Naja onları karşılamak için atla Dabba köyünden gelmişlerdi. Lord Naja çok telaşlıydı; Apepi ise böğürmeye benzeyen sesinin menziline girer girmez kızına çattı. "Nerelerdeydin, akılsız kız? Ordunun yarısı seni aramaya çıktı." Yaklaşıp da Nefer'in arabanın tabanında sargılar içinde ve baygın yattığını görünce Lord Naja'nın telaşı dindi. Taita, Firavun'un aldığı yaraların ciddiyetini ona açıklayınca ise hemen hemen ümitlenmiş göründü. Yarı baygın durumdaki Nefer sedyeyle nehir kıyısına indirildi ve bir gemici kafilesi tarafından yumuşak hareketlerle teknelerden birine taşındı. Taita, Naja'ya, "Firavun'un mümkün olduğu kadar hızlı Teb'e götürülmesini istiyo- rum," dedi. "Bir gece yolculuğu söz konusu olsa bile. Yaraların çürümesi tehlikesi büyük. Büyük kedilerden biri tarafından açılan yaralarda çoğu kez böyle oluyor. Dişleri ve pençeleri sanki öldürücü bir zehre bulanmış." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 149 Naja oradakilerin karşısında, "Gemiye hemen hareket emri verebilirsin," dediyse de, sonra Taita'nın koluna girerek onunla nehir kıyısında başkaları tarafından duyulmayacakları kadar uzaklaştı. "Tanrıların sana yükledikleri görevi unutmayasın, Büyücü. Bu olağanüstü koşullarda onların tanrısal müdahalelerini görüyorum. Firavun eğer aldığı yaralar sonucunda ölecek olursa, her iki krallıkta da kimse bunu anormal karşılamaz." Başka bir şey söylemeyerek o delici sarı gözleriyle Taita'nın yüzüne baktı. Taita, "Tanrıların iradesi her şeye baskın çıkacaktır," diye onayladıysa da, ne düşündüğü yüzünden anlaşılmıyordu. Naja bu yanıta duymak istediği anlamı verdi. "Öyleyse anlaştık, Taita. Sana güveniyorum. Güle güle git artık. Apepi'nin çaresine bakıldıktan sonra senin arkandan Teb'e geleceğim." Bu sonuncu cümle Taita'nın tuhafına gitmişti, ama üzerinde durmayacak kadar kafası meşguldü. Naja gizemli şekilde gü-lümsedikten sonra devam etti: "Kim bilir. Tekrar buluştuğumuz zaman birbirimize verilecek çok önemli haberlerimiz olabilir." Taita alelacele gemiye binip kıç bölümünde Nefer'in yatırıldığı küçük kamaraya girince Mintaka'nın sedyenin yanında dizleri üstünde olduğunu gördü. "Ne var, yavrum?" diye tatlı oir sesle sordu. "Sen bir dişi aslan kadar cesur davrandın. Tam bir savaşçı gibi savaş verdin. Şimdi nasıl umutsuzluğa kapılırsın?" "Babam beni sabahleyin Avaris'e götürecek, ama benim Nefer'in yanında olmam gerekir. Onun nişanlısıyım. Onun bana ihtiyacı var. Birbirimize ihtiyacımız var." Genç kız yüzünde acıklı bir ifadeyle ihtiyar adama baktı. Taita onun duygusal anlamda da, bedenen de tükenmiş olduğunu görebiliyordu. Mintaka birden Taita'nın elini yakaladı. "Ah, Büyücü! Babama gidip ondan Nefer'e bakabilmem için Teb'e dönmemi isteyemez misin? Babam seni dinleyecektir." Fakat Taita, Mintaka'nın sözlerini tekrarlayınca Apepi kahkahalarla gülmeye başladı. "Kuzumu Naja'nın ağılına koyacağım ha?" Kral'ın ne kadar eğlendiği belliydi. "Naja'ya bir akrebe güvendiğim kadar güvenirim. Ona öyle bir koz verdiğim takdirde kim bilir bana ne numaralar çevirir. Nefer denen o yumurcağa gelince kaşla göz arasında kızımın eteklerinin altına el atacaktır. Şimdiye kadar o yola sapmadıysa tabii." Apepi yine güldü. "Kızımın bekâreti- - 189- - 188 - nin pazarlık gücünü eksiltmek istemem. Hayır, Büyücü, Mintaka düğün gününe kadar Avaris'te benim korumam altında yaşayacak. Ve yapabileceğin hiçbir büyü bu konuda fikrimi değiştiremez." Mintaka üzgün bir tavırla Nefer'le vedalaşmaya gitti. Delikanlı kaybettiği kanların olduğu kadar ilaçların da etkisiyle yarı yarıya baygın haldeydi. Fakat Mintaka onu öpünce gözlerini açtı. Mintaka ona yavaş sesle aşkını tekrar ederken delikanlı kızın gözlerinin içine bakıyordu. Mintaka gitmek üzere kalk- !l madan Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 150 önce boynunda asılı olan altın madalyonu çıkardı. "Bunun içinde saçlarımdan bir perçem var," dedi. "Benim ruhumdur ve ben onu sana veriyorum." Madalyonu delikanlının avucuna koydu, Nefer de onu parmaklarının arasında hapsetti. Nefer'le Taita'yı taşıyan hızlı gemi akıntıyı göğüslerken Mintaka Nil'in kıyısında yalnız başına duruyordu. Her bir yanında yirmi kürekçi olan gemi nehrin yukarı boylarına, Teb'e doğru yol alıyordu. Mintaka, teknenin kıçında duran Taita'nın siluetine el sallamadı, sadece umutsuz gözlerle ona baktı. Ertesi sabah Hiksos saltanat teknesinde Apepi'yle Naip Lord Naja arasında son bir görüşme yapıldı. Apepi'nin oğullarından dokuzu oradaydılar, Mintaka da babasının yanında oturuyordu. Firavun Nefer Seti'nin gemisinin gittiği bir önceki günden beri Apepi kızını gözünün önünden ayırmamıştı. Aklına bir şey koyduğu takdirde, yargı yeteneğine ya da babaya itaat duygusuna güvenmeyecek kadar iyi tanıyordu inatçı kızını. Veda töreni Apepi'nin gemisinde iki tarafın güven ve barışa bağlılık vaatleri arasında yapıldı. Naja sırf bu hayırlı vesile için yarattığı Sonsuzluk Altını'nı Apepi'ye verirken, "Dilerim, barış bin yıl sürer!" dedi. Değerli ve yarı değerli taşlarla bezeli zincir omuzlarına geçirilirken Apepi de aynı ciddiyetle, "Ben de aynı şeyi bin kere dilerim, bin kere," diye tekrarladı. Naıp'le, Kral iki kardeş gibi birbirlerine sarıldıktan sonra Naja bir kayıkla kendi gemisine taşındı. İki filo, biri Teb'e gitmek, öbürü de akıntıyla Memphis ve Avaris e kadarkı yüzlerce fersahlık yolu kat etmek üzere birbirlerinin yanından geçip aksi yönlerde uzaklaşırken iki tarafın mürettebatları birbirlerini alkışlıyordu ve bu, gemiler gözden kaybolana kadar devam etti. Bir gemiden ötekine savrulan palmiye yapraklarından ve çiçeklerden örülmüş çelenkler geniş nehrin yüzeyini kaplamıştı. Fazla acelesi olmadığından Kral Apepi bu mehtapsız gecenin karanlığında yolculuk etmeyi gereksiz gördü, dolayısıyla filosu o akşam Balasfura'da, Nil'in yarı su aygırı iki eşeyli tanrısı Hapi'nin tapınağının karşısında demirledi. Kral'la ailesi karaya çıkarak tapınakta lekesiz beyaz bir öküz kurban ettiler. Başrahip böğüren hayvanın karnını deşti ve kral için geleceği okumak üzere hayvan daha yaşarken bağırsaklarını çıkarıp inceledi. Hayvanın bağırsaklarının pis kokulu beyaz kurtlarla dolu olduğunu ve bunların kıpır kıpır bir kütle halinde tapınağın taşlarının üstüne döküldüğünü görünce başrahip dehşet içinde kaldı. Din adamı üstüne pelerinini atarak ve saçma sapan bir şeyler uydurarak bu iğrenç manzarayı Kral'dan gizlemeye çalıştı. Fakat Apepi adamı kenara itip iğrenç manzaraya bakakaldı. Onun da fena halde sarsıldığı belli oluyordu. Trok'la komutasındaki subayların onun onuruna bir şölen ve eğlence düzenledikleri nehir kıyısına inerken son derece neşesiz görünüyordu. Tapınağın kutsal siyah horozları bile kurbanın bağırsaklarını gagalamaya yanaşmadılar. Rahipler dehşet verici kütleyi tapınağın ateşine attılar, fakat çok eski çağlardan beri yanan bu ateş bağırsakları yakıp kül edeceğine onlar tarafından söndürüldü. İşaretler bundan uğursuz olamazdı, ama başrahip bağırsakların gömülmesini ve ateşin tekrar yakılmasını emretti. Yardımcılarına, "Hayatımda bundan daha kötü bir kehanet görmedim," dedi. "Tanrı Hapi'den gelen benzeri bir mesaj ancak savaş veya Firavun'un ölümü gibi korkunç bir olay anlamına gelebilir. Firavun Nefer Seti'nin aldığı onca yaradan sonra iyileşmesi için bütün bu geceyi dua ederek geçirmeliyiz." Lord Trok Kral ailesini buyur etmek için nehrin kıyısında canlı kırmızı, sarı ve yeşil perdeli çadırlar kurdurmuştu. Kızgın küllerle dolu çukurlarda bütün öküzler kızarırken, nehrin sularında da en seçme şaraplarla dolu amforalar soğumaktaydı. Şölene katılanlar bu şarapları tüketip Apepi de daha fazlasının Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 151 getirilmesi için böğürürken köleler bu amforaların ağırlığı altında sendeleyerek bayırı tırmanıyorlardı. Kâselerle şarabı devirirken Kral'ın somurtkanlığı giderek kayboluyordu. Çok geçmeden, ordusunun kaba sözlü yürüyüş şarkılarını söylerken oğullarını ona katılmaya davet etti. Şarkılardan bazıları o kadar çirkindi ki Mintaka yorgunluğunu ve şiddetli baş ağrısını bahane etti ve köle kızlarıyla birlikte kıyının açığında demirli saltanat gemisine geçmek üzere ayağa kalktı. Genç kız en küçük kardeşi Khyan'ı da yanına almak istediyse de Apepi engel oldu. Nefis şarap, tapınaktaki kehanetin sebep olduğu kuşkulardan sıyrılmasına yardımcı olmuştu. "Oğlanı bırak, küçük cadı. Güzel müzikten keyif almayı öğrenmeli," - 191 - - 190- dedi. Çocuğu abartılı bir sevgi gösterisiyle bağrına bastı ve şarap kâsesini dudaklarına götürdü. "Bir yudum al. Şarap daha tatlışarkı söylemene yardımcı olur, yavru prens." Khyan babasını taparcasına seviyordu, herkesin önünde babasının ona karşı sergilediği arkadaşlık gösterisi onu gururla mutluluktan dört köşe etti. Babası en sonunda ona bir erkek ve bir savaşçıymış gibi davranıyordu. Öğürmesine rağmen kâseyi bitirmeyi başardı, Lord Trok'un başı çektiği şölendeki-ler de onu savaşta ilk düşmanını öldürmüş gibi alkışladılar. Mintaka tereddüt etti. Küçük kardeşine adeta bir anne sevgisi duyuyor, ama babasının da sağduyunun sesini dinleyemeyecek durumda olduğunu anlıyordu. Büyük bir vakar gösterisiyle hizmetçilerinin başında nehir kıyısına indi ve sarhoşların alaylı alkışları arasında gemiye bindiler. Mintaka şiltesine uzandı ve kıyıdaki eğlenenlerin seslerine kulak verdi. Uyumaya çalıştıysa da Nefer aklından çıkmıyordu. Bütün gün huzurunu kaçıran boşluk duygusuyla Nefer'in yaraları yüzünden duyduğu kaygılar onu yine pençesine alınca gözlerinden yaşların akmasına engel olamadı. Sonunda düşsüz, karanlık bir uykunun koynuna yuvarlandı ve neden sonra güçlükle uyanabildi. Şaraptan sadece birkaç yudum almıştı, ama hiç hali yoktu, ayrıca fena halde başı ağrıyordu. Onu neyin uyandırdığını merak etti. Sonra, teknenin öbür yanında kaba sesler duydu ve gemi binen bir yığın adamın ağırlığıyla sarsıldı. Sarhoş gülüşler ve sesler duyuldu, genç kızın başının yukarsındaki güvertede gürültülü ayak sesleri oldu. Mintaka'nın kulağına gelen konuşmalardan babasıyla kardeşlerinin gemiye taşındığı anlaşılıyordu. Ailesindeki erkeklerin küfelik oluşu olağandışı değildi, genç kız sadece küçük Khyan yüzünden endişeliydi. Sürünür gibi yataktan kalktı ve giyinmeye başladı. Ama kendini garip şekilde mecalsiz, kafasını da karışık hissediyordu. Güverteye tırmanırken sendeliyordu. ilk karşılaştığı kişi Lord Trok oldu. Babasını taşıyan adamlara talimatlar veriyordu. Kral'ın hareketsiz dev cüssesini ancak altı kişi kaldırabilmişti. Mintaka'nın ağabeylerinin durumu da daha parlak değildi. Genç kız onlara hem kızıyor, hem de onların yüzünden utanç duyuyordu. Derken Khyan'ı bir gemicinin kolları arasında gördü ve ona doğru koştu. Khyan'a da sonunda Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 152 yapacaklarını yaptılar, diye düşündü. Onu da ayyaşın biri yapana kadar rahat etmeyecekler. - 192- Gemiciye Khyan'ı aşağıya babasının kamarasına taşımasını emretti. Orada kardeşini soydu ve onu kendine getirmek için otlardan yapılmış bir su içirdi. Taita'nın onun için hazırladığı, her şeye deva olan bir iksirdi bu ve etkili olacağa benziyordu. Khyan sonunda bir şeyler mırıldanıp gözlerini açtı, ama hemen arkasından derin ve doğal bir uykunun koynuna yuvarlandı. Minkata, "Dilerim bu ona ders olur," dedi kendi kendine. Çocuğu rahat rahat uyumaya terk etmek dışında onun için yapabileceği bir şey yoktu. Ayrıca kendisi de uykuluydu, baş ağrısı ise dayanılır gibi değildi. Kendi kamarasına döndü, soyunmak zahmetine katlanmayarak olduğu gibi döşeğinin üstüne çöktü ve anında uykuya yenik düştü. Bir dahaki uyanışında kendini bir karabasanın içinde sandı. Feryatlar duyuyor ve genzini yakan yoğun dumanlardan tıkanacak gibi oluyordu. Daha tam kendine gelemeden apar topar yatağından alındığını, kürk battaniyelere sarıldığını ve güverteye taşındığını fark etti. Çırpınıyordu, ama sıkı sıkı kavranmış bir bebek kadar çaresizdi. Güverteye çıkınca karanlık gecenin alevler tarafından aydınlatıldığını gördü. Alevler geminin açık duran ön ambar kapağından yukarı fışkırıyor, turuncu renkte bir sel gibi direklere tırmanıyordu. Mintaka ahşap bir teknenin yandığını daha önce hiç görmemişti, alevlerin hızı ve vahşeti onu dehşet içinde bıraktı. Ama yangını uzun süre seyredemedi. Daha ne olduğunu fark edemeden hızla güvertenin öbür yanına taşındı ve beklemekte olan bir kayığa indirildi. Birden aklının başına gelmesiyle tekrar çırpınmaya ve bağırmaya başladı. "Babam! Kardeşim Khyan! Neredeler?" Kayık nehirde avara etmeye başlamıştı. Genç kız kendini kurtarmak için savaş veriyordu, ama onu hareketsizleştiren kollar amansızdı. Her nasılsa başını kıvırıp onu tutan adamın yüzünü görebildi. 'Trok!" Adamın küstahlığına, onu tutuş biçimine ve feryatlarını duymamış gibi davranmasına kızmıştı. "Bırak beni! Beni bırakmanı emrediyorum!" diye bağırdı. Trok yanıt vermedi. Bir yandan genç kızı tutarken yanan gemiyi sakin bir | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:51 am | |
| Trok yanıt vermedi. Bir yandan genç kızı tutarken yanan gemiyi sakin bir tavırla seyrediyordu. Mintaka, "Gerdi dön!" diye ona bağırdı. "Ailem! Git, onları getir!" Adamın gösterdiği tepki kürekçilere, "Küreklere davranın!" diye emretmek oldu. Kürekler kalkıp iniyor, kayık akıntıyla birlikte uzaklaşıyordu. Mürettebat geminin cayır cayır yanışını büyülenmiş gibi seyrediyordu. Güvertenin altında hapis kalanların tüyler ürpertici feryatları kulağa geliyordu. - 193- Büyücüler Kralı / F: 13 Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 153 KJÇ güvertesinin bir bolumu birden bir alev ve kıvılcım yığını halinde çoktu Palamarların yanıp yok olması üzerine gemi akıntıya kapılıp yavaşça döndü ve nehrin aşağı boylarına doğru sürüklenmeye başladı "Lütfen1" Mıntaka ses tonunu değiştirdi "Yalvarırım, Lord Trok, ailemi Onların yanmasına seyirci kalamazsın" Geminin gövdesinin içinden gelen feryatlar artık duyulmaz olmuş, yerlerini alevlerin gurultusu almıştı Mıntaka'nın yanaklarından yaşlar süzülüyor ve çenesine damlıyordu Ama genç kız hâlâ adamın pençesinde çaresiz durumdaydı Derken yanan güvertenin ana kapağı ansızın açıldıBir siluet meydana çıkınca kayıktaki mürettebat dehşet içinde soluğunu tuttu Lord Trok'un Mınta-ka'yı mengene gibi saran kolları neredeyse kızın kaburgalarını çatırdatacaktı "Olamazi" diye soludu Siluet dumanlarla alevlerin arasında cehennemden fırlamış bir zebaniye benziyordu Çıplak vücudu kıllarla kaplı, göbeği ise hemen hemen bacaklarının üstüne dökülen Apepı geminin küpeştesine doğru sendeledi Kollarının arasında en küçük oğlunu taşıyordu, ağzı ise hava yutmak ister gibi ardına kadar açıktı "Canavarı öldürmek amma da zormuş " Trok'un öfkesine korku da karışmaktaydı Mıntaka bile kendi perişanlığının arasında bu kelimelerin anlamını kavradı "Sendin, Trok1" diye fısıldadı "Bunu onlara sen yaptın" Trok suçlamayı duymamış gibi davrandı Apepı'nın vücudunu kaplayan kıllar bir anda alazlandı ve bir solukta yok oldu, adam çıplak kalmış, derisi kararmıştı Derken derisi kabarmaya ve koca koca parçalar halinde soyulmaya başladı Çalı gibi sakalıyla başının üstündeki saçlar zifte batırılmış bir meşale gibi alev aldı Artık ilerleyemiyor, sadece bacaklarını ıkı yana açmış olarak duruyor ve Khyan'ı başının yukarsında tutuyordu Oğlan da babası gibi kavrulmuştu, derisinin yanıp soyulduğu yerlerde eti kırmızı ve yaş gözüküyordu Apepı belki de alevlerden kurtulması için oğlunu nehre atmaya çalışıyordu, ama sonunda gücü tükendi Başı alevler içindeki dev bir heykel gibi duruyor, oğlunu Nıl m serin sularına fırlatmak için kalan son gücünü toplamaya çalışıyordu Mıntaka kımıldayamıyordu Manzaranın dehşeti onu susturmuştu Ona sonsuza kadar uzamış gibi gözüken dakikalardan sonra Apepı'nın ayaklarının altındaki güverte açılıverdı O ve oğlu açılan delikten içen düştüler ve bir alev, kıvılcım ve duman fıskiyesi içinde geminin gövdesinin içinde gözden kayboldular - 194- "işte oldu " Trok'un sesi sakın ve kayıtsızdı Mıntaka'yı o kadar anı salıverdi ki kızcağız kayığın sintinesinin içine yuvarlandı Trok dehşet içindeki mürettebatına baktı "Benim gemime gidelim," diye emretti Mıntaka erkeğin ayaklarının dibinde yattığı yerden, "Aileme bunu sen yaptın," diye tekrar etti "Bunun cezasını çekeceksin Buna yemin ederim Cezanı ben vereceğim " Ne çare ki kızcağız düğümlü kırbaçla dövülmüş gibi uyuşmuş ve berelenmiş hissediyordu kendini Babası, biraz nefret ettiği, aynı zamanda çok da sevdiği hayatındaki dev gitmişti artık Butun ailesi, ağabeyleri, hatta onun için bir kardeşten de çok bir oğul olan küçük Khyan bile gitmişti Mıntaka onun cayır cayır yanmasını seyretmişti ve bu dehşeti hayatı boyunca yaşayacaktı Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 154 Kayık Lord Trok'un gemisine yanaştı Adamın onu bir bebekmış gibi kollarına alıp gemiye çıkarmasına ve kaptan kamarasına taşımasına Mıntaka sesini çıkarmadı Trok onu, kendisinde ona hiç de uymayan yumuşak hareketlerle şiltenin üstüne yatırdı "Köle kızların güvende Onları sana yollayacağım," deyip dışarı çıktı Mıntaka onun kapının dışına kol demirini geçirdiğini, sonra merdiveni çıktığını ve başının yukarsındakı güverteyi aşan ayak seslerini duydu "Demek ki ben bir tutsağım," diye mırıldandı, fakat az önce gördüklerinin yanında bu önemsiz kalıyordu Yüzünü Trok'un bayat teri gibi kokan yastıklara gömdü ve gözlerinde yaş kalmayıncaya kadar ağladı, ağladı Ondan sonra uyudu Apepı'nın saltanat teknesinin yanmakta olan iskeleti Hapı Tapınağı'nın karşısındaki nehir kıyısına sürüklendi Şafak sökerken duman hareketsiz havada hâlâ yükseklere süzülüyordu Aynı zamanda yanık et kokuyordu Mıntaka uyandığında koku karanın içme kadar süzülmüş ve midesini bulandırmıştı Duman bir tur işaret fişeği görevi yapmış olmalıydı ki güneş doğudaki tepelerin daha üzerine yükselmeden Lord Naja'nın filosu nehrin dönemecini dönerek ortaya çıktı Köle kızlar haberi Mıntaka'ya yetiştirdiler "Lord Naja tüm debdebesıyle geldi," diye heyecanla atıldılar "Dun Teb'e dönmek üzere buradan ayrılmıştı Nehrin yukarlarının yirmi fersah ötesinde olması gerekirken bize bu kadar çabuk ulaşabilmesi garip değil mı9" - 195 - r Mintaka, "Fazlasıyla garip," diye doğruladı. "Giyinip beni bekleyen yeni kötülüklere hazır olmalıyım." Kızcağızın tüm eşyası saltanat teknesinde yanıp kül olduğu için hizmetçiler filodaki öbür soylu hanımlardan giysiler ödünç aldılar. Mintaka'yı yıkadılar, saçlarını kıvırdılar, sonra ona sadece basit bir keten gömlek giydirdiler, beline bir altın kemer, ayaklarına da sandaletler geçirdiler. Daha öğle olmadan silahlı bir kafile gemiye geldi, Mintaka da onların arkasından güverteye çıktı. Bakışları hemen uzak kıyıda, suyun yüzeyine kadar yanmış olan saltanat teknesinin kararmış tahtalarına kaydı. Enkazdan cesetleri çıkarmak için hiçbir girişimde bulunulmamıştı. Yanmış gemi anlaşılan ailesinin mezarı olacaktı. Hiksos geleneği, mumyalama, karmaşık cenaze ritüelle-riyle törenleri yerine ölülerin yakılmasını emrediyordu. Mintaka babasının ölüm şeklini beğeneceğini biliyor, bu da onu biraz olsun rahatlatıyordu. Sonra Khyan'ı hatırlaması üzerine bakışını kaçırdı. Bekleyen kayığa binip Hapi Tapınağı'nın altındaki kıyıya götürülürken yeni gözyaşlarını zor zapt ediyordu. Lord Naja bütün kafilesiyle çevrili olarak onu bekliyordu. Mısır Naibi ona sarılırken genç prenses soğuk ve gururlu durdu. Naja, "Çok acı bir gün yaşıyoruz, prenses," dedi. "Babanız Kral Apepi güçlü bir savaşçı ve devlet adamıydı, iki krallık arasındaki daha pek taze bir antlaşma ve Mısır'ın bir tek kutsal ve tarihsel bütün halinde birleştirilmesi açısından arkasında tehlikeli bir boşluk bırakıyor. Herkesin iyiliği için bu boşluğun hemen doldurulması gerekiyor." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 155 Naja kızı elinden tuttu ve akşamki büyük şölen ve eğlencenin mekânı olan çadıra götürdü. Her iki krallığın soylularıyla bürokratlarının en büyük kısmışimdi burada büyük bir ciddiyet içinde toplaşmışlardı. Mintaka, Trok'u bu kalabalığın ön sırasında gördü. Üniformasının içinde çarpıcı bir görünüşü vardı. Kılıcı altın kakmalı bir kemere asılıydı, savaş yayını da omzunun üstünde taşıyordu. Bütün subayları arkasında sıkı sıralar halinde diziliydi. Sakallarına örülü parlak renkli kurdelelere rağmen somurtkan, soğuk bakışlı ve korku vericiydiler. Genç prensese bakarken zerrece gülümsemiyor-lardı, Mintaka da Apepi Hanedanı'nın terk edilmiş ve korumasız son bireyi olduğunun bilincine vardı. Kimden yardım isteyebileceğini ve kimin sadakatine hâlâ güvenebileceğini bilemiyordu. Kalabalığın içinde tanıdığı dost yüzler aradı. Babasının danışmanları, generalleri ve savaş arkadaşları oradaydılar. Ama Mintaka, hepsi- - 196- nin bakışlarını onun yüzünden uzaklaştırdığını gördü. Hiçbiri ona gülümseme-di ya da bakışına bakışıyla karşılık vermedi. Genç kız hayatında kendini hiç bu kadar yalnız hissetmemişti. Naja onu çadırın diğer yanındaki üstü yastıklı tabureye götürdü. Mintaka oturunca Naja'yla personeli etrafında bir paravan oluşturup onu gözden gizlediler. Mintaka bunun kasten yapıldığına emindi. Lord Naja toplantıyı trajik ölümleri dolayısıyla Kral Apepi'yle oğullarına ağıt yakarak açtı. Sonra ölen Firavun'un övgüsüne geçti. Savaşlardaki çeşitli zaferlerini ve devlet adamı olarak gösterdiği başarıları sayıp döktükten sonra, Hathor Antlaşması'na taraf olmasının onlarca yıldır süren kıran kırana savaş ve mücadelenin bitkin düşürdüğü iki krallığa barışı getirdiğini vurguladı. "Aşağı Krallığın işlerini düzene koyacak ve Teb'deki Firavun Nefer Seti ve Naip'iyle bir arada hüküm sürecek Kral Apepi'nin ya da güçlü bir Firavun'un yokluğunda Hathor Antlaşması tehlikeye girer. Antlaşmadan önceki altmış yılın dehşetine ve savaşımına dönüş düşünülemez." Lord Trok kılıcının kınını bronzdan kalkanına vurarak, "Bak-her! Bak-her!" diye bağırdı. Arkasındaki bütün komutanlar anında alkışa başladılar ve alkışların yavaş yavaş bütün meclise yayılmasıyla gürültü kulakları sağır edici boyutlara ulaştı. Naja alkışların birkaç dakika sürmesine izin verdikten sonra her iki kolunu havaya kaldırdı. Sessizlik baş gösterdikten sonra yine söz aldı: "Ölümünü çevreleyen trajik koşullar nedeniyle Kral Apepi tahtına bir erkek vâris bırakmadı." Lord Naja böylece Mintaka'yı ustalıkla es geçmiş oluyordu. "Bu durumda ben acil olarak her iki krallığın en üst düzey danışmanları ve eyalet valileriyle görüştüm. Yeni Firavun'un kim olması gerektiğine tam ittifakla karar verdiler. Memphis'ten Lord Trok'u iktidar dizginlerini eline almaya, çifte tacı üstlenmeye ve ulusu Kral Apepi'nin soylu gelenekleri uyarınca yönetmeye çağırdılar." Bu bildiriyi izleyen sessizlik uzadıkça uzadı. İnsanlar şaşkınlıkla birbirlerine bakakalmalardı. Onlar Lord Naja'nın konuşmasına daldıkları sırada kuzey ordusunun Lord Trok'un kumandasındaki ve ona sadık iki tümeninin sessizce palmiye korusundan çıkıp meclisin etrafını çevirdiğini neden sonra fark ettiler. Askerlerin kılıçları kınlarından çıkmamıştı, ama her eldivenli el kılıcının kabzasının üstündeydi. Onların kınlarından çekilmesi an meselesiydi. Herkesi şaşkınlık ve korku kaplamıştı. Mintaka hemen fırsattan yararlandı. Oturduğu tabureden fırlayıp, "Mısır'ın lordları ve sadık vatandaşları..." diye bağırdı. - 197- Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 156 Ama başka bir şey söylemesi mümkün olmadı. En uzun boylu Hiksos savaşçılarından dördü etrafını çevirip onu gözden gizlediler. Çektikleri kılıçlarını kalkanlarına vurarak bir ağızdan, "Firavun Trok Uruk | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:52 am | |
| "Firavun Trok Uruk çok yaşasın!" diye bağırı-yorlardı. Bu bağrışa ordunun kalan kısmı da hemen katıldı. Çıkan neşeli karışıklık arasında güçlü eller Mintaka'yı yakaladığı gibi alkış tutan kalabalığın içinden kaçırdılar. Genç kız boşu boşuna çırpındı. Hareketleri engellendi, sesi de yasalarla alkışların arasında duyulmadı. Nehir kıyısında onu kaçıranların bir f an kollarından sıyrılıp arkasına baktı. Kalabalığın başlarının yukarsında Lord Naja gözüne ilişti. Çifte tacı kaldırmış, yeni Firavun'un başının üstünde tutuyordu. Hemen arkasından kızcağız bekleyen kayığa paldır küldür indirildi. Az sonra yine Lord Trok'un gemisinde koruma altında tutulan kilitli kamaradaydı. Mintaka sıkışık küçük kamarada köle kızlarıyla oturuyor ve yeni Firavun gemiye dönünce akıbetinin ne olacağını öğrenmeyi bekliyordu. Hizmetkârları da onun gibi korku ve şaşkınlık içindeydiler. Mintaka her şeye rağmen onları rahatlatmaya çalıştı. Biraz sakinleşmeleri üzerine onlara en sevdikleri oyunları oynatmaya girişti. Bundan bıkmaları üzerine bir ud istedi. Kendi udu babasının gemisinde yandığından gardiyanlardan bir tane ödünç aldılar. Mintaka bir yarışma düzenledi. Kızları küçük kamaranın sıkışık alanında sırayla dans ettiriyordu. Kızlar gülüp ellerini çırptıkları sırada yeni Firavun'un gemiye döndüğünü duydular. Kızlar hemen sustular, ama Mintaka onları devam etmeye zorladı, böylece çok geçmeden az önceki kadar azdılar. Mintaka eğlenceye katılmamıştı. Daha önce bulundukları yeri dikkatle gözden geçirmişti. Ana kamara daha küçük, başka bir kamaraya açılıyordu. Bir dolaptan daha büyük olmayan bu oda hela görevi görüyordu. İçinde kapaklı büyük bir seramik kap, bunun yanında da yıkanmak için bir su ibriği vardı. Burasını yandaki kamaradan ayıran bölme ince ve dayanıksızdı. Gemi yapımcıları belli ki ağırlıktan kâr etmeye çalışmışlardı. Mintaka daha mutlu zamanlarda babasıyla Lord Trok'a konuk oldukça bu gemide bulunmuştu. Kaptan kamarasının bu bölmenin öbür yanında olduğunu biliyordu. Genç kız yavaşça helaya girdi. Kızlarının çıkardığı gürültüye rağmen bölmenin öbür yanından erkek sesleri kulağına geliyordu. Naja'nın net ve otoriter ses tonunu, Trok'un kaba yanıtlarını tanıdı. Mintaka kulağını bölmeye yapıştırınca sesler daha da netleşti ve kelimeler anlaşılır oldu. Naja onlarla gemiye çıkan nöbetçileri savıyordu. Mintaka onların telaşla uzaklaştıklarını duydu, arkasından uzun bir sessizlik oldu. Sessizlik o kadar uzadı ki Mintaka, Naja'nın kamarada yalnız kaldığına inanmaya başladı. Derken bir kâseye şarap doldurulduğunu ve Naja'nın alayla dolu sesini duydu. "Majesteleri, susuzluğunuzu fazlasıyla gidermediniz mi dersiniz?" Arkasından Trok'un başkasınınkiyle karıştırılamayacak kahkahası patladı. Naja'nın iğneli sözlerine karşılık verirken adamın sesindeki pelteklikten iyice sarhoş olduğu anlaşılıyordu. "Yapma, kuzen, o kadar ciddi olma. Sen de bir kâse şarap al da çabalarımızın başarısına içelim. Benim basımdaki taca ve yakında seninkini süsleyecek olana iç." Naja'nın sesi biraz yumuşadı. "Bir yıl önce planlarımızı yapmaya başladığımız zaman bunların hepsi o kadar olanaksız, o kadar uzak bir olasılık gibi gözüküyordu ki. O zamanlar küçümsenir, dikkate alınmazdık, tahta ayın güneşe uzak oluşu kadar uzaktık. Şimdi ise gel gör ki bütün Mısır'ı avucunda tutan iki Firavun'uz." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 157 Trok, "İki Firavun ise önümüz sıra yok oldu," diye lafa katıldı. "Tamose'un kalbine senin okun saplandı; Apepi, o iğrenç yaban domuzu da domuz yavrularıyla birlikte kendi yağının içinde kızardı." Trok bu sözleri kahkahalar arasında bağırarak söylemişti. Naja onu tatlı bir dille payladı. "Lütfen yavaş ol. Yalnız olduğumuz zamanlarda bile patavatsız olmamalısın. En iyisi, bu gibi şeyleri hiç ağzımıza almamamız. Varsın küçük sırlarımız Tamose'la birlikte Krallar Vadisi'ndeki mezarına, Apepi'yle birlikte de nehrin dibine gitsin." Trok, "Gel!" diye ısrar etti. "Gel de bütün başardıklarımıza birlikte içelim." Naja onayladı. "Bütün başardıklarımıza ve bundan sonra da başaracaklarımıza." "Bugün Mısır, yarın da Asur'un Babil'in ve dünyanın diğer hazineleriyle zenginliklerine sahip olacağız! Artık hiçbir şey bize engel olamaz." Mintaka, Trok'un gürültüyle şarabını yuttuğunu duydu. Hemen arkasından bölmeye kulağı hizasında bir şey çarpınca yerinden sıçradı. Ama hemen sonra Trok'un, boşalmış şarap kâsesini bölmeye fırlatıp tuzla buz ettiğini anladı. Adam gürültüyle geğirdikten sonra devam etti. "Ancak geriye bir ayrıntı kalıyor. Senin tacın hâlâ Tamose'un küçük piçinin başında." Mintaka bu konuşulanları dinlerken bir duygu kaosunun pençesinde kalmıştı. Babasıyla kardeşlerinin ve Firavun Tamose'un katledilişlerini dehşet - 199- 198 - içinde dinlemişti, ama Nefer hakkında söylediklerini dinlemeye buna rağmen Jj hazırlıklı değildi. Naja, "Uzun sürmeyecek," dedi. "Ben Teb'e döner dönmez o işin de ça- | resine bakılacak. Her şey planlandı." Mintaka bağırmanın önüne geçmek için yumruğunu ağzına tıkadı. Bütün öbürleri gibi Nefer'i de soğukkanlılıkla öldüreceklerdi demek. O kadar büyük | bir çaresizlik içindeydi ki kalbinin göğsünün içinde adeta büzüldüğünü hisset- | ti. Burada bir tutsaktı ve bir tek dostu yoktu. Nefer'e haber iletmek için kafasında bir çare aradı. Delikanlıya duyduğu aşkın derecesini şimdi daha iyi anlıyordu. Onu kurtarmak için elinden geleni yapacaktı. Trok, "Aslanın senin işini halletmeyişi, onu sadece biraz tırmalamakla yetinmesi yazık olmuş," dedi. "O canavar yine de yardımcı oldu. Nefer'i şöyle bir iteledik mi, işimiz tamam. İnan, ona babasınınkinden de daha görkemli bir cenaze töreni düzenleyeceğim." "Sen oldu bitti cömert bir adamsındır zaten." Trok yine sarhoş sarhoş güldü. Naja yumuşak sesiyle devam etti. "Tamose'un piçinin sözü açılmışken, bir de Apepi'ninkilerden hayatta Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 158 kalanları konuşalım. Küçük prenses de öbür-leriyle birlikte yanacaktı, öyle konuşmamış mıydık? "Ben bir değişiklik yapmaya karar verdim." Trok'un sesi sertleşti. Mintaka | onun yine bir kâseye şarap doldurduğunu işitti. "Apepi'nin tohumlarını yok etmezsek başımız derde girer," diye Naja onu uyardı. "İlerki yıllarda Mintaka eline bir güç geçirecek olursa, asileri etrafına toplayarak isyan çıkarabilir. Ondan kurtul, kuzen, hem de en kısa zamanda." "Sen niçin Tamose'un kızlarına aynışeyi yapmadın? Niçin hâlâ hayatta-lar?" Naja, "Ben onlarla evlendim," diye belirtti. "Heseret şimdiden benim için deli oluyor. Ondan her ne istersem yapar. Kardeşi Nefer'in toprağa girmesi için benim kadar o da sabırsızlanıyor. Önümdeki asa kadar taç da ağzının sularını akıtıyor." Trok, "Küçük pembe lotus çiçeği benim balımı tattıktan sonra Mintaka da onun gibi olacak," diye belirtti. Naja, "Demek seni hayalarından yakalamış kuzen," dediyse de çok ciddiydi. "O kız bana göre fazla cüretkâr ve asi, ama madem onu istiyorsun doya doya tadını çıkar. Yine de dikkatli ol, Trok dostum, onda hiç hoşuma gitmeyen bir vahşet var. Onu idare etmek hiç de zannettiğin kadar kolay olmayabilir." Trok, "Onunla evlenecek ve hemen gebe bırakacağım," diye atıldı. "Karnı dolunca daha uysal olur. Ne yapayım ki onca yıldır içimde yaktığı ateş ancak tatlı ve taze şerbetiyle söndürülebilir." "Kamışından çok kafanı kullanmalısın, kuzen." Naja çaresiz boyun eğmişti. "Dilerim bir gün bu ihtirasının kurbanı olmazsın." Taban tahtalarının ayaklarının altında gıcırdamasından Mintaka, Naja'nın ayağa kalktığını anladı. "Tanrılar seni sevsin ve korusun, kuzen, ikimizin de çok önemli işlerimiz var. Yarın ayrılacağız, ama Nil taşkınının sonunda planladığımız gibi Memphis'te buluşalım." Mintaka Balasfura'dan itibaren nehrin aşağı boylarına yapılan yolculuk süresince Trok'un gemisinde hapis kaldı. Gemi seyir halindeyken güvertede serbestçe dolaşabiliyor, ama demir yerlerinde ya da gemi bir yerde demir attığı zaman kamarasına kilitleniyor, kapısının önüne de bir nöbetçi dikiliyordu. Bu da sık sık oluyordu. Nedeni de Trok'un karşılarında bir tapınak belirince kurban kestirmek ve Mısır tahtına oturması nedeniyle o tapınağın tanrı veya tanrıçasına teşekkürlerini iletmek için karaya çıkmasıydı. Başkaları henüz bilmese dahi, Trok aynı zamanda, yakında eşitleri olarak tanrılar topluluğuna katılacağını o tanrılara duyuruyordu. Bu kısıtlamalar bir yana, Trok'un Mintaka'nın gözüne girmek için gösterdiği çabalar incelikten yoksun olmasına karşın, ısrarlı ve azimliydi. Genç kıza her gün olağanüstü bir armağan getiriyordu. Bir keresinde bu bir çift nefis beyaz aygırdı, Mintaka bunları geminin kaptanına verdi. Ertesi günkü armağan, babası tarafından Libya kralının elinden alınan altın yaldızlı ve değerli taşlarla bezeli bir arabaydı. Genç kız bunu da Apepi'nin sadık adamlarından olan saray muhafızlarının albayına verdi. Bir başka sefer Mintaka'ya doğunun nefis ipeklilerinden bir top, yine bir başka sefer ise bir kutu dolusu değerli taş getirildi. Genç kız bunları da köle kızları arasında paylaştırdı. Kızlar bu armağanlarla süslenince de Mintaka onlara Trok'un önünde resmi geçit yaptırdı. Dudak bükerek, "Bu adi parçalar kölelere güzel yakışıyor, ama soylu bir hanımefendiye göre değiller," diye kesip attı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 159 Yeni Firavun yılmadı, Aşağı Krallıkta Asyut geçilir geçilmez doğu kıyısında hemen hemen bir fersah | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:52 am | |
| Yeni Firavun yılmadı, Aşağı Krallıkta Asyut geçilir geçilmez doğu kıyısında hemen hemen bir fersah boyunca uzanan yeşil ve bereketli mülkü işaret etti. "Burası artık senin, prenses, benim sana armağanım. İşte mülkün tapusu," dedi ve belgeyi abartılı bir hareket ve çirkin bir sırıtışla genç kıza uzattı. | |
| | | | BÜYÜCÜLER KRALI | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|