(¯`•._.•♥♥ROSE GARDEN♥♥•._.•´¯) |
| | BÜYÜCÜLER KRALI | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:35 am | |
| Zaferi kazandığının bilincine varan Nefer'in kanayan hırpalanmış vücudu kalan gücünü de yitirdi. Son bir çabayla, "Onlara merhamet gösterin. Mısırlı kardeşlerimizdirler. Onlara merhamet gösterin!" diye bağırabildi. Nefer yere yığılırken Taita yanında belirdi ve Mintaka'nın onu yere yatırmasına yardımcı oldu. İkisi delikanlının yaralarını sarıp baldırındaki derin kesiğin kanamasını durdururlarken, subayları Nefer'e rapor vermeye geldiler. Delikanlı kendi yaralarını unutarak savaştan kimlerin sağ olarak kurtulduğunu, kimlerin yaralandığını ve öldüğünü bilmek istedi. Horus'la Kızıl Tanrfya şükür, en çok güvendiği komutanları olan Hilto, Şabako ve Sokko'nun, etrafında toplaşıp zaferin sevincini yaşayanların arasında olduklarını, kendileriyle adamlarından gurur duyduklarını ve onun hayatta olmasına sevindiklerini gördü. Onun için mızraklarla bir sedye yapıp vadinin aşağısından Gallala'ya götürdüler. Ama uzun bir yolculuk oldu bu. Trok'un tutsak düşen subaylarıyla erleri yolu doldurmuşlardı. Başları çıplak olarak yere diz çökmüşler, merhamet dileniyorlar, gerçek Firavun'a silah çektikleri için pişmanlıklarını haykırıyorlar-dı. Bu verilebilecek en korkunç ceza olduğu için adamlar korku içinde bakıştılar. "Öbür düşman ölüleri saygıyla ele alınacak, mumyalanmaları ve gerektiği şekilde gömülmeleri sağlanacak. Trok Uruk'un adı ülkedeki bütün anıtlarla binalardan silinecek, Avaris'te kendi adına yaptırdığı tapınak da, bugün Gallala kentinin önünde bizlere bahşettiği zaferin anısına kanatlı Horus'a adanacak." Adamlar bu emri onayladıklarını haykırırken Nefer devam etti: "Trok Uruk' un bütün malı mülkü, hazinesiyle malikâneleri, köleleriyle binaları, ambarları ve her türlü malları devlete devredilecek. Su arabalarını seyisler ve cerrahlarla birlikte yol boyunca Safaga'ya yollayın ki Trok Uruk'un Gallala'daki başkentimize küstahça yürüyüşü sırasında etrafa serpiştirdiği atları, arabaları ve adamları buraya getirsinler. Sahte firavunları reddeder ve Tamose Hanedanı'na bağlandıklarına yemin ederlerse bütün tutsaklar bağışlanacak ve ordularımıza kabul edilecekler." Nefer son emrini verdiği ve o günkü sonuncu iradesini bildirdiği sırada sesi artık kısılmış, kendisi de büsbütün sararıp solmuştu. Onu kentin kapılarından içeriye taşırlarken yavaşça Mintaka'ya sordu. "Taita nerede? Büyücü'yü gören var mı?" Ancak Taita ortadan kaybolmuştu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 391 Kent kapılarına gelinene kadar Nefer tam üç kere sedyesinin yere bırakılmasını işaret etti ve ele geçen yüzbaşılarla öbür subayların gelip ayaklarını öpmelerine izin verdi. Kaşlarını çatarak, "Vatan haini olarak idam edilmeyi fazlasıyla hak ettiğiniz halde sizi bağışlıyorum," dedi. "Ama hepinizin rütbesi çavuşluğa indirildiği gibi, Tamose Hanedanı'na karşı görevlerinizi yerine getirmek ve sadakatinizi kanıtlamak zorundasınız." Tutsaklar merhametinden dolayı onu göklere çıkardılar, ama kendisine bir tanrı olarak hitap ettiklerinde Nefer somurtarak başını salladı. "Hezeyana Trok'la Naja'nın olduklarını iddia ettikleri gibi tanrılar topluluğunun üyesi değilim ben." Fakat adamlar vazgeçmediler ve övgüleriyle yalvarışlarını yinelediler. Kızıl Yol'un kardeş savaşçılarının önderliğindeki kendi adamları da tutsaklara katılarak tanrılığını ilan etmesini istediler. Nefer onları istediği gibi yönlendirmek için kaşlarını çatarak emirler verdi. "Mısır'ın çifte tacının sahte talepçisi Trok Uruk'un ölüsü törensiz olarak bu savaş alanında yakılacak, bu sayede de ruhu sonsuzluk içinde başıboş dolaşacak, kendine bir sığınak arayacak, fakat hiçbir zaman bulamayacak." Kapının çeneleri Trok'un ordusunun üzerine kapandığı, arabaları da kaya yüklü yük arabalarının altında paramparça olduğu, oklarla harbeler de bir çekirge sürüsü gibi hayatta kalanların üstüne boşandığı sırada Taita savaş alanının yukarsındaki yamaçtan bu olanları seyrediyordu ki karışıklığın içinde garip bir siluet dikkatini çekti. Medialıİştar kayaların arasından çıkmıştı. Tavşan gibi bir kayboluyor, bir yamacın daha yukarsında ortaya çıkıyor, kâh saklanıyor, kâh bir kayanın arkasından ötekinin arkasına zıplıyordu. Şans eseri olarak ya da belki sihir, büyü sayesinde Nefer'in askerlerinin oklarından ve kargılarından kurtulmuş, sonunda da doruğu aşarak tepenin öbür yanında gözden kaybolmuştu. Taita gitmesine göz yumdu. İştar'la ilgilenmek için daha sonra bol zamanı olacaktı. Savaşın gelişmesini seyretti, kayanın dibinde Trok'la göğüs göğü-se yaptığı karşılaşmada Nefer'in etrafında zırh görevini yapması için bütün gücünü seferber etti. Bu uzaklıktan bile ölümcül olabilecek olan Trok'un darbelerinden birçoğunu saptırmayı başardı, Trok, Nefer'in bacağına kılıcını saplama- -477- -476- ya hazırlanırken de Taita bütün etkisini kullanıp ucunu yana itmiş olmasa kılıcın büyük femur arterini bulması işten bile olmazdı. Uzun zaman önce Taita'nın onu tanrıçanın kobrasıyla karşılaşmasında zarar görmekten korumasından beri, Mintaka, Büyücü'nün kolayca etki alanına girer olmuştu. Genç kızda zihnini ona açan zekâ ve hayal Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 392 gücü vardı. Bir sersemi etkilemek olanaksızdı. Taita onu, kendini vadinin başında Trok'a göstermesi ve adamı kapanın içine çekmesi için Gallala'dan getirtmişti. Sonra, genç kız boğuşan çiftin yukarsındaki kayanın üstünde korkudan donmuş halde dururken Taita onu bir kez daha iradesine boyun eğdirmiş ve uzanıp ayaklarının dibine düşmüş harbeyi almayı aklına sokmuştu. Genç kız nişan alıp harbeyi savururken de sağ koluna destek olmuştu. Sonra, Trok yavaş yavaş sonsuzluk alemine kayarken Nefer'le ilgilenmek ve bacağında zonklayan atar damara o kadar yakın olan yarasını sarmak için yokuş aşağı koşmuştu. Kızıl Yol'un savaşçı kardeşleri genç Firavun'u mızraklardan oluşturdukları sedyeye yatırırlarken şimdilik görevini tamamlamış olan Taita kalabalığın arasına karışmıştı. Giderken onu kimse fark etmemişti. Dar vadiden kaçarken İştar'ın bıraktığı izleri buldu ve tepelerin doruğunda güneşin kavurup fayans gibi sertleştirdiği toprağın üstünde görülmez olana kadar onları izledi. Taita durup yere çömeldi. Kesesinden bir tutam kurutulmuş kök çıkardı ve ağzına attı. Onları çiğnerken zihnini etkilere açtı ve Medialı'nın geçerken havada bıraktığı izi yakalamaya çalıştı. Kök duyularını keskinleştirince Taita görüş alanının köşesinde o izi gördü. Doğrudan ona baktığı zaman silinen kirli gri renkte, uçucu bir gölgeydi bu. Her insanın havada bıraktığı kendine özgü bir iz vardır. Soylu ve kutsal varlığı nedeniyle Nefer Seti, Taita tarafından kolayca seçilebilen pembemsi bir iz bırakıyordu. Taita bu pembemsi havayı izleyerek aslan tarafından hırpalandığı ve Mintaka'yla birlikte Dabba'nın ötesindeki çölde kayboldukları zaman Nefer'i bulabilmişti. Medialıİştar'ın havadaki izi karanlık ve lekeliydi. Taita doğrulup onu izlemeye koyuldu. Uzun bacaklarıyla geniş adımlar atıyor ve asasını taşların üstüne vura vura ilerliyordu. Zaman zaman daha yumuşak bir toprak parçasında dikkatini çeken bir ayak izinden veya kısa zaman önce yerinden yuvarlanmış bir taştan doğru yolda olduğunu anlıyordu. | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:35 am | |
| İştar bir daire çizip önce güneye doğru gitmiş, sonra tekrar Gallala yönüne dönmüştü. Taita telaşlanarak adımlarını sıklaştırdı. İştar yine bir hainlik yapmak için Nefer'e yaklaşmaya çalışıyorsa, Taita'nın onu durdurması lazımdı. Bununla birlikte, bu takip ihtiyar adamı Trok'un kıyıya doğru yürüyüşü sırasında terk ettiği arabalardan birine götürdü. İştar bu enkazdan bir şey almıştı, Taita da gözlerini kapayarak bunun ne olduğunu keşfetmeye çalıştı. "Bir su torbası," diye mırıldanan Taita, Medialı'nın devrilmiş arabanın altından deri torbayı çekip çıkarmak için nerede toprağı kazdığını gördü. Başka bir kuru ve boş torba hâlâ orada asılıydı. İştar ancak bir tane dolu torba taşıyabileceğini herhalde bildiği için onu orada bırakmıştı. Taita boş torbayı alarak omzuna astı. Koşumlarına bağlı kalmış atların kokmaya başladıkları arabayı öylece bıraktı ve İştar'ı izlemeyi sürdürdü. Su torbasını yanında taşıyan İştar Gallala yönüne dönmüştü. Kentin yukarsındaki tepenin doruğunu aştıktan sonra en yakın sulama kanalının başına sürünmüştü. Su içmek, sonra da torbayı doldurmak için yaş kilin üstünde dizlerinin izi açıkça görülüyordu. Taita da su içti. Bundan sonra kendi su torbasını doldurdu. Arkasından ayağa kalktı ve İştar'ın, Safaga'ya ve denize doğru doğu yönünde ilerlerken bıraktığı izleri takip etmeye koyuldu. Gece bastırdığında Taita ilerlemeyi sürdürüyordu. Medialı'nın havadaki izi tamamen siliniyor, ama Taita yolun üstünden ayrılmıyordu. Havadaki iz başka zamanlar kuvvetleniyor, Taita da hafiften küflü, sevimsiz Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 393 kokusunu alabiliyordu. İzin kuvvetli olduğu bu gibi zamanlarda Medialı'nın ruhunu okuyabiliyor, kinci ve intikamcı yönünü keşfedebiliyordu. Kaderinin kendisine böyle yüz çevirmesinin Medialı'yı korkuttuğunu ve moralini çökerttiğini fark ediyordu, ama güçleri hâlâ çok büyüktü ve yabana atılmaması gerekirdi. Yalnız Nefer'le Mintaka için değil, aynı zamanda Taita'nın kendisi için de büyük ve gerçek bir tehlike oluşturuyordu. Kaçmasına ve dağılmış güçlerini yeniden birleştirmesine izin verildiği takdirde, Tamose ve Apepı Hanedanı'nın geleceği için bir tehdit oluşturabilirdi. Yüksek kademeli, üstelik de kötü ruhlu uzmanlardan biri oluşu, oluşturduğu tehlikeyi daha da artırıyordu. Seçtiği kurbanlarını uzaktan seyredebilir ve Nefer'le Mintaka'yı felakete uğratmak için türlü kötülükler yaratabilirdi. İki gencin aşklarını tatsıziaştırıp onları birbirlerinden soğutabilir, -479- acılar, düşükler ve veba, sancılar, nedensiz ve amaçsız hastalıklar, ruhsal saplantılar, delilik, sonunda da ölüm getirebilirdi. Taita bile kötü ruhundan korunmuş sayılmazdı. Kaçmasına göz yumulduğu takdirde İştar, Taita'nın gücünü yavaş yavaş kemirebilir ve çalışmalarını engelleyebilirdi. Tabii Taita henüz fırsatı varken harekete geçip onu yok etmediği takdirde. Dışbükey ay çıplak tepelerin yukarsına yükseldi ve Taita'nın yolunu aydınlattı. İhtiyar adam, bir atlı kadar hızlı yol alabildiği o geniş adımlarıyla ilerliyordu. İlersindeki İştar'ın izlendiğinden habersiz olduğunun ve çok daha ağır yürüdüğünün farkındaydı. Taita her geçen saat onun kokusunun kuvvetlendiğini ve yaklaştığını hissediyordu. Güneş doğmadan ona yetişirim, diye düşündü ve aynı anda iki büklüm olarak taşlık yola hızla kustu. Ani ve çok şiddetli bir mide bulantısı onu pençesine almıştı. Taita neredeyse yere yığılıyordu, ama tekrar denge bularak safranın acı lezzetini ağzından sildi. "Bağışlanamaz bir dikkatsizlik!" diye kendi kendine kızdı. "Ava bu kadar yaklaşınca daha dikkatli olmam gerekirdi. Medialı beni keşfetti." Torbasından biraz su içti, sonra daha ihtiyatlı ilerledi. Asasını ileri uzattı ve yavaş yavaş iki yana salladı. Sopa birden elinde ağırlaştı. O yönü izledi ve İlersindeki patikanın kenarında soluk çakıllarla çizilmiş dairenin ay ışığında parıldadığını gördü. "Medialı'dan bir armağan," dedi yüksek sesle. Mide bulantısı onu yine pençesine aldıysa da bunu yendi ve asasını yere vurarak güç veren sözlerden birini seslendirdi. "Ncube!" Mide bulantısı zayıfladı ve daireye daha fazla yaklaşabildi. Büyüsünü bozmam yeterli değil, bunu tersine çevirmeliyim, diye düşündü. Asasının ucuyla çakıllardan birini dairenin dışına itti, böylece gücünü kırdı. Şimdi zarar görmeden dairenin yanına çömelebiliyordu. Çakılların herhangi birine dokunmadan eğilip onları kokladı. Üzerlerinde Medialı'nın kokusu vardı. Taita kendinden hoşnut halde gülümsedi. "Onlara çıplak elleriyle dokunmuş," diye fısıldadı. İştar üstlerinde terinden izler bırakmıştı. Taita bu hafif salgıdan yararlanabilirdi. Aynı hatayı tekrar etmemeye dikkat ederek çakılları asasının ucuyla itti ve onlara başka bir şekil verdi: İştar'ın gittiği yönü gösteren bir okun ucu. Deri torbadaki sudan ağzına dolGenerated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 394 -480- durdu ve ay ışığında parlayan çakılların üstüne tükürdü. Sonra asasını, çakıllardan oluşmuş ok ucunun gösterdiği yöne uzattı. "Kydaş!" diye bağırdı ve denizin yüzeyinin derinlerine dalmış gibi kulak zarlarında basıncın kuvvetlendiğini hissetti. Ama dayanılmaz olmasına az kala basınç yavaş yavaş hafiflemeye başladı, Taita da içinde bir huzur ve hoşnutluk hissi duydu, istediği olmuştu. Büyüyü tersine çevirip Medialı'ya yöneltmişti. Medialıİştar bir fersah kadar ilerde patikada hızla ilerliyordu. İzlendiğinin artık tamamen farkındaydı. Patika üstüne yerleştirdiği engelin çoğu insanı durduracağını, fakat en çok korktuğu adamı pek uzun zaman oyalayamayacağını biliyordu. Yürürken ansızın durdu ve her iki eliyle kulaklarına yapıştı. Duyduğu acı müthişti. Sanki ateşte kızdırılmış bir kama her bir kulak zarının derinlerine batırılmıştı. İnleyerek dizlerinin üstüne düştü. "Büyücü bu," diye hıçkırıyordu. Duyduğu acı o kadar şiddetliydi ki net olarak düşünemiyordu bile. "Büyücü büyüyü benim üzerime çevirdi." Titreyen elini kemerinde asılı keseye soktu ve içinden en güçlü tılsımını çıkardı. Bu, Firavun Tamose'un doğumundan kısa bir süre sonra Sarı Çiçek salgınında ölen bebeklerinden birinin mumyalanmış eliydi. İştar bunu elde etmek için küçük prensin mezarını soymuştu. El esmer bir renk almış ve bir maymun eli gibi pençeleşmişti. İştar bunu zonklayan kafasına yapıştırdı ve ağrının hafiflemeye başladığını hissetti. Sendeleyerek ayağa kalktı ve bir yandan inleyip bir ilahi söyleyerek sözüm ona dans etmeye başladı. Kulaklarındaki ağrı da kaybolmuştu. Havaya bir kez daha sıçradıktan sonra durdu ve dönüp geldiği yöne baktı. Büyü-cü'nün varlığının yakınında olduğunu hissediyordu. Bu, kapalı bir yaz gününde gökgürültüsü tehdidi gibi bir şeydi. Bir tuzak daha kurmayı düşündü, ama Taita'nın bunu ona geri yollayacağını biliyordu. İzlediğim yolu gizlemeliyim, diye karar verdi. Yol üstünde koşarak dönebileceği bir yer aradı. Sonunda yolun gri renkli bir şist katmanını kestiği yeri buldu. Burası o kadar katıydı ki Trok'un ordularının geçişi bile üstünde iz bırakmamıştı. -481 - Sol elinin işaret parmağıyla kayanın üstüne Marduk'un kutsal simgesini çizdi, üstüne tükürdü ve o tanrının çağrı niteliğindeki üç gizli adını seslendirdi. Büyücüler Kralı / F: 31 "Beni düşmanlarımdan gizle, güçlü Marduk. Beni sağ salim Babil'deki tapınağına geri gönder ki orada o kadar sevdiğin kurbanı sana verebileyim," diye vaat etti. Marduk her şeyden çok, ocağına atılan küçük kızları seviyordu. İştar bir ayağının üstünde durdu ve elli beş adım geri sıçradı. Bu, Mar-duk'un yalnız uzmanlarca bilinen gizli sayışıydı. Büyücü bundan sonra doksan derecelik bir açı çizerek patikadan ayrıldı ve kuzeydeki vahşi Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlP | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:35 am | |
| toprakların yolunu tuttu. Hızlı hızlı yürüyor, onu izleyen adamla arasındaki mesafeyi açmaya çalışıyordu. Taita gri şist katmanının yolu kestiği noktaya varmıştı. Daha saniyeler öncesine kadar oldukça kuvvetli olan esinti, doğan güneşin ısısında sis gibi eriyip kaybolmuştu. Medialı'dan geriye ne tat, ne de koku kalmıştı. Taita yolu bir süre daha izlediyse de iz çoktan soğumuştu. Bunun üzerine geri geri giderek izi kaybettiği noktaya döndü. İştar sadece bir gizlenme büyüsüyle vaktini kaybedecek değildi. Küllerin veya Suyla Kanın beni duraklatmayacağını biliyor, diye düşündü. Başını kaldırıp yukarı baktı ve yıldızlı gökte ufuktaki tek kızıl yıldızı seçti; Tanrıça Lostris'in yıldızıydı bu. Onun tılsımını yükseğe kaldırdı ve Tanrıça'ya Övgü'yü musiki makamında okumaya koyuldu. Daha ilk kıtayı tamamlamıştı ki öfkeli ve yabancı bir gücün varlığını hissetti. Başka bir tanrı çağrıya yanıt vermişti, Taita da İştar'ı tanıdığına göre, bunun hangisi olduğunu tahmin edebiliyordu. Övgünün ikinci kıtasına başlaması üzerine ilersindeki kayanın üstünde bir parıltı belirdi. Marduk'un tapınağındaki kurban ateşinin yandığı zamanlar ocağın bakır duvarlarında beliren kızartı gibi bir şeydi bu. Taita, "Marduk gücendi ve öfkesini gösteriyor," diye hoşnutluk duydu. İhtiyar adam hafif hafif ışıldayan noktaya gidip durdu ve monoton bir tonla konuşmaya başladı: "Ülkenden ve tapınağından çok uzaklardasın, ocakların Marduk'u. Bu Mısır ülkesinde sana tapınanlar çok az. Güçlerin burada dağılmış durumda. Tanrıça Lostris'e sesleniyorum, sen ise buna karşı koyamazsın." Taita böyle diyerek eteğini kaldırdı. "Ateşini söndürüyorum, Marduk," dedi ve bir kadın gibi yere çömelerek kayanın üstüne işedi. Kaya, demircinin fırı-nındaki bir metal külçesi gibi cızırdadı ve buhar salıverdi. "Yok Edici Marduk, Tanrıça Lostris adına senden kenara çekilip geçmeme izin vermeni istiyorum." - 482 - Kaya çok çabuk söğüdü, buharlar dağılırken de Taita patikadan kuzeye dönen Medialı'nın gölgemsi izlerini tekrar seçebildi. Yolunun üstüne İştar'ın çektiği perde delinmiş ve yırtılmıştı. Taita da bunun içinden geçti ve bir kez daha düşmanının peşine düştü. Ufuğun rengi soluklaştı, ışık da doğuda bir altın parıltısına büründü. Taita sürekli olarak mesafe kazanıyordu, kuvvetlenen ışıkta gözlerini kısarak avını görmeye hazırlandı. Ancak bunun yerine aniden durdu. Ayaklarının dibinde, dikey duvarları çok çok derinlerdeki karanlığın içinde kaybolan korkunç bir uçurum açılmıştı. Hiçbir insanoğlu bu derinlerden yukarı tırmanamayacağı gibi bu engelin etrafını dolaşmanın da bir olanağı yoktu. Taita uçurumun karşı yanına baktı. Aradaki mesafe en az bin adım vardı, uçurum ise bu açıdan bakılınca daha da ürkütücüydü. Dipsiz çukurun yukar-sında akbabalar daireler çiziyordu. Şekilsiz kuşlardan biri karşı yarın kıyısındaki bir çıkıntıda ince değneklerle dallardan örülmüş yuvasına indi. Taita hayranlıkla başını salladı. "Harikasın, İştar!" diye mırıldandı. "Akbabalar da cabası. Tam bir usta işi bu. Ben bile daha iyisini yapamazdım, ama böylesi bir çaba muazzam bir gücün harcanmasını gerektirmiştir. Bu iş sana pahalıya mal olmuş olmalı." Taita yarın kenarından boşluğa adım attı, fakat kendini boşlukta bulacak yerde, ayaklarının altında sağlam bir zemin buldu. Yarlar ve boğaz görüntüsü, hatta daireler çizen akbabalar, ona doğru yürünülen bir serap Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 396 gibi titreşip dağıldılar. Uçurum kaybolmuş, yerinde pek az engebeli taşlık bir ova, bunun ucunda da hâlâ mavi gölgelerle kaplı alçak tepeler belirmişti. Medialıİştar bu ovanın ortasında sadece beş yüz adımlık bir uzaklıktaydı. Yarattığı hayali sürdürmek çabasıyla iki kolunu başının yukarsına kaldırmış durumda Taita'ya bakıyordu. Başarısızlığa uğradığını, Taita'nın da intikam peşindeki bir cin gibi hızlı adımlarla ona yaklaştığını görünce umutsuz bir hareketle kollarını iki yanına düşürdü ve taşlık ovanın uzak ucundaki kireçtaşı tepelere yüzünü çevirdi. Ayaklarını sürüye sürüye bir koşu tutturdu. Entarisinin siyah etekleri bacaklarının etrafında fırıl fırıl dönüyordu. Taita yorulmak bilmez, geniş adımlarıyla onu izledi. Arkasına bakan İştar'ın mavi dalgalı yüzünde çaresizlik okunuyordu. Gümüş saçlı, uzun boylu -483- siluete bakışı takılınca dönüp daha hızlı koşmaya başladı. Kısa bir süre arayı açacak gibi oldu, ama sonra yavaşladı. Taita da arayı giderek kapatıyordu. iştar omzundaki su torbasını attı ve daha hızlı koşmaya başladı, ama sabahın erken ışıklarında kireçtaşı çıkıntılarıyla gri mavi renkte olan alçak tepelere ulaştığında Taita'nın sadece yüz adım ilersindeydi. Derken bir dere çukurunun içinde gözden kayboldu. Taita derenin başına gelince ilersindeki kumluk tabanda İştar'ın ayak izlerini gördü, ama derenin sert bir açıyla sağa döndüğü köşede bu izler kayboldular. Taita yine de onu izledi, fakat soluk kireçtaşı dikitlerin köşesine ulaştığında vahşi bir hayvanın homurtusunu ve kükremesini duydu. Köşeyi dönünce dere yatağının ilerde daraldığını ve kuyruğunu hızla iki yana sallayan dev bir erkek aslan tarafından yolunun kesildiğini gördü. Aslanın kara yelesi havaya dikilmişti. Hayvanın çenelerinin arasından püsküren her kükremeyle fırtınaya tutulmuş otlar gibi sarsılıyordu bu yele. Gözleri altın rengindeydi, gözbebekleri ise kara yarıklardı. Hayvanın ağır kokusu havayı doldurmuştu. O uzun sarı dişleriyle kendine ziyafet çektiği çürüyen leşlerin kokuşuydu bu. Taita, koca koca pençeli dev patilerin üstüne oturduğu kumluk zemine baktı. Kumda İştar'ın ayak izlerini hâlâ görebiliyordu, ama aslanın patileri hiçbir iz bırakmamıştı. Taita hızını kesmedi. Zincirinin ucundaki tılsımı yükseğe kaldırarak ağzından salyalar akan hayvanın dosdoğru üzerine yürüdü. Kükreme kuvvetlenecek yerde zayıfladı, aslanın koca kafası da saydamlaştı. Taita kafanın olması gereken yere bakınca koyağın kaya duvarlarını görebiliyordu şimdi. Derken hayvan da sis gibi solup kayboldu. Taita az önce aslanın durduğu yerden geçerek köşeyi döndü. Dere yatağı ilersinde daha da daralıyor, yanları da dikleşiyordu. Ve geçit bir kaya duvarının önünde ansızın son buluyordu. Sırtını kaya duvarına dayamış olan İştar, Taita'ya deli deli bakıyordu. Gözünün akları sararmış ve kanlanmış, kapkara gözbebekleri genişlemişti. Korkusunun kokusu, hayalet aslanınkınden bile daha iç bulandırıcıydı. Sağ elini kaldırarak kemikli uzun parmağını Taita'ya çevirdi. "Geri, Büyücü!" diye bağırdı. "Seni uyarıyorum!" Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:36 am | |
| Taita ona doğru yürüyünce büyücü gırtlaktan konuşarak bir şeyler haykırdı ve gözle görülmeyen bir cismi Taita'nın başına fırlatacakmış gibi bir hareket yaptı. Taita hemen Lostris'in Tılsımı'nı gözlerinin önünde tuttu ve bir şeyin, bir okun vınlamasını andıran bir sesle başının hemen yanından geçip gittiğini hissetti. İştar dönüp arkasındaki kaya duvarında bulunan dar bir yarıktan içeri daldı. Burasını vücuduyla Taita'nın gözünden gizlemiş olmalıydı. Taita bu girişin önünde durdu ve asasıyla kayayı dürttü. Kaya duvarının hayal olmadığına böylece inanç getirdiği gibi karanlık aralığın ötesinde İştar'ın sendeler ayak seslerinin yankıları kulağına geliyordu. Taita bunun bir hayal olmadığına, kireçtaşı yarındaki bir mağaranın ağzında bulunduğuna emindi artık. İhtiyar adam içeri girince arkasındaki yarıktan içeri sızan güneşin ölgün bir ışıkla aydınlattığı alçak tavanlı bir kaya geçidinde olduğunu gördü. Mağaranın tabanı aşağıya meylediyordu, Taita da ihtiyatlı adımlar atarak ilerledi. Geçidin zaman ve boyut itibariyle gerçek olup onu engellemek ve yolundan alıkoymak için Medialı tarafından büyü yoluyla oluşturulmuş olmadığından kuşkusu kalmamıştı. İştar'ın ayak seslerinin ilerdeki tünelde şekilsizleştirilmiş ve abartılmış yankılarını duyabiliyordu. Karanlığın içine girince Taita adımlarını saymaya başladı. Yüz yirmi adım sonra ışık yine kuvvetlendi. Tepenin derinlerindeki bir yerden sızıyor gibiydi. Tünel birdenbire sert bir kavis yaptı, Taita da kendini yüksek tavanlı bir mağarada buldu. Tavanın ortasında bir açıklık vardı. Parlak bir güneş huzmesi buradan mağaranın tabanına düştüğüne göre, buradan dış dünyaya ve açık havaya çıkılıyor olmalıydı. Yerden sivri uçlu dikitler yükseliyor, kristaller insan yiyen bir köpekbalığı-nın dişleri gibi ışıldıyordu. Yüksekteki tavandan da dikitlerin karşılığı gibi gözüken sarkıtlar iniyordu. Bunlardan bazıları mızrak ucu biçimindeydi, bazıları ise tanrıların parlayan kanatlarına benziyordu. Mağaranın karşı yanında İştar duvarın dibine büzülmüştü. Bu yönde bir kaçış yolu yoktu. Taita'nın tünelin ağzında belirdiğini görünce bağırmaya ve bir şeyler gevelemeye başladı. "Merhamet, güçlü Büyücü! Aramızda bir bağ var. Biz kardeşiz. Hayatımı bağışlarsan sana aklından hayalinden geçmemiş -484- -485- İ gizemler göstereceğim. Bütün gücümü senin emrine vereceğim. Senin sadık köpeğin olacağım. Hayatımı senin hizmetine adayacağım." Büyücünün yalvarışları ve vaatleri o kadar gururdan yoksundu ki Taita elinde olmayarak kararının sarsıldığını hissetti. İçinde sadece küçücük bir şüphe kırıntısı vardı, ama İştar bu zaafını anında sömürmeye kalkıştı. Bir kolunu ileri attı. Başparmağı ve işaret parmağıyla Marduk'un işareti olan bir daire oluşturdu ve Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 398 o garip hışırtılı dille bir şey haykırdı. Taita arkasındaki dayanılmaz bir fiziksel ağırlığın omzuna bastırdığını, dev bir ahtapotun gözle görülmeyen dokunaçları gibi bir şeyin kollarını yanlarına bastırdığını ve boğacakmış gibi boynuna sarıldığını hissediyordu. Yanan bir insan eti kokusu burnuna doluyordu, Yok Edici'nin kokuşuydu bu ve onu boğuyordu. Kıpırdayamıyordu. Mağaranın karşı tarafında İştar dans ediyor ve zıplıyordu. Dövmeli yüzü iğrenç bir maske gibi şekilsizleşmişti. Dili, morarmış dudaklarının arasından bir kedinin dili gibi havayı yalıyordu. Eteklerini kaldırarak kalçalarını Taita'ya doğru uzattı. Penisi sertleşip dikilmiş, erkekliğinin mor renkli şiş başı müstehcen bir meyveye benzemişti. "Zayıf tanrıçan seni burada toprağın kalbinde koruyamaz, Taita," dedi. "Yok Eden Marduk'la bendesi İştar'a daha fazla karşı koyamazsın. Mücadelemiz artık sona erdi. Seni ve bütün düzenlerini yenik düşürdüm, Büyücü! Artık öleceksin." Taita bakışını mağaranın gölgelere boğulmuş tavanına çevirdi ve dikkatini pırıl pırıl büyük bir kama gibi oradan sarkan uzun sarkıtlardan birinin üzerinde yoğunlaştırdı. Kalan gücünü toparladı, asasını sağ elinde yükseğe kaldırdı ve yukarıya çevirdi. Ciğerlerindeki son nefesle, kudret sözcüğünü haykırdr "Kydaş!" Bir buzulun derinlerinde buzun parçalanmasını çağrıştıran bir çatırdı oldu ve sarkıt tavandan koparak aşağıya devrildi. Kendi muazzam ağırlığıyla hız kazanması sonucunda ucu, İştar'ın omzunun boynuyla birleştiği noktaya yakın bir yere saplandı. Büyücünün göğsüyle karnını deşti ve anüsünden dışarı fırladı. Uzun taş kazık İştar'ı mağaranın tabanına mıhlamıştı. İştar çırpınarak can çekişirken Taita ağırlığın omuzlarından kalktığını ve boğazındaki baskının da kaybolduğunu hissediyordu. Marduk çekilmişti, Taita artık scıuk alabiliyordu. Yanık et kokusu da kaybolmuştu. Temizlenmiş havada sadece hafif bir küf kokusu fark ediliyordu. -486- Ihtiyar adam asasını aldı ve tünelde geri dönerek açık havaya ve gün ışığına çıktı. Mağaranın ağzına varınca tünelin kireçtaşından kapılarına asasıyla üç kere vurdu. Toprağın derinlerinde kayaların çöküşünü belli eden bir gümbürtü duyuldu. Mağaranın tavanı göçerken tünelin ağzından hava ve toz bir fırtına şiddetiyle dışarı püskürdü. Taita, "Kalbine saplanan o taş kazık sayesinde kötülük tanrın bile seni mezarından kurtaramaz. Sonsuzluğa kadar orada kal Medıalıİştar," diyerek mağaraya arkasını döndü. Ve asasıyla taşlara vura vura Gallala'ya doğru yoluna devam etti. Üç haberci, iki büyük nehrin doğduğu kuzeydeki dağların doruklarının henüz karlı oldukları ilkbaharda Babil'e vardılar. Firavun Naja Kiafan onları Babil'deki sarayın en üst katındaki teras bahçesinde kabul etti. Kraliçe Heseret kocasının tahtının yanında oturuyordu. Kral Sargon'un hazinesinden çıkan en değerli ziynetleri takıp takıştırmıştı. Tepesine toplu siyah saçlarını örten ipek filenin üstünde değerli taşlar gökyüzünün bütün yıldızları gibi ışıldıyordu. Kollarındaki bilezikler ve parmaklarındaki yüzükler zümrütler, yakutlar ve safirlerle öylesine yüklüydü ki onları zor kaldırabi-liyordu. Boynunu süsleyen ham bir incir iriliğindeki elmas, dağlardaki bir kaynağın suyu kadar berrak, camı veya yanardağ taşını kesecek kadar sertti. Bu olağanüstü taş İndüs Nehri'nin ötesindeki ülkeden geliyordu, güneşin altında salıverdiği ışıklar ise insanın Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 399 gözünü ağrıtıyordu. Habercilerin hepsi Firavun Trok'un dört ay önce batıya götürdüğü ordunun yüksek rütbeli subaylarıydı. Kötü haberler getirdikleri için ölüm korkusu içinde gelmişlerdi. O kadar uzun yoldan o kadar çabuk gelmişlerdi ki zayıflamışlar ve çölle yüksek dağların güneşinden yanıp simsiyah olmuşlardı. Na-ja'nın, karısını dahi gölgede bırakacak kadar büyük bir görkemle oturduğu tahtın dibine kapandılar. "Selam sana, Mısır tanrılarının en güçlüsü Firavun Naja," diye söze başladılar. "Çok korkunç haberler getiriyoruz. Acı bize. Söyleyeceklerimiz hiç hoşuna gitmeyecek olduğu halde merhametli ol ve bizi hiddetine hedef etme." | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:36 am | |
| Naja asık bir suratla emretti. "Konuşun! Hayatınızın bağışlanıp bağışlanmayacağına ancak ben karar verebilirim." -487- Öncü kolunun komutanlarından biri olan, On Binlerin En İyisi rütbesine sahip olan ve göğsünde Yiğitlik Madalyası'nı taşıyan subay söz aldı. "Getirdiğimiz haber, tanrı kardeşiniz ve Mısır'ın ortak hükümdarı FiravunTrok Uruk'un..." Subay arkasını getiremediği için Naja tekrar, "Konuş!" diye emretti. "Eski Gallala kentini çevreleyen çölde Firavun Trok Uruk'la gaspçı Nefer Seti'nin orduları arasında kanlı bir savaş oldu." Adam yine sustu. "Devam et!" Naja ayağa kalkmış ve ucunda dikenli bir topuz olan değneği adamın yüzüne uzatmıştı. Bu hareket işkence ve ölüm tehdidi anlamına geliyordu. Haberci hızlı hızlı devam etti. "Kardeşiniz ve bizim Firavun'umuz Trok Uruk'un ordusu alçakça bir kandırmaca ve aşağılık bir büyü aracılığıyla yok edildi. Bunun sonucunda Firavun'umuz katledildi, ordusu da mahvoldu. Adamlarından hayatta kalanlar düşman safına geçtiler ve sahte Firavun Nefer Seti'nin sancağı altında toplandılar. Dilerim, Seth ondan intikamımızı alır ve adıyla bütün eserlerini yok eder. Aynı zalim gaspçışimdi de bütün kuvvetleriyle birlikte Avaris'in ve Mısır'ın iki krallığının üzerine yürüyor!" Naja tekrar tahtının üstüne çöktü ve komutana şaşkın şaşkın baktı. Hese-ret yanında gülümsedi. Böyle yaptığı zamanlar ağzının köşelerindeki kırışıklar siliniyor ve genç kadın değişerek yine inanılmaz derecede güzel oluyordu. Değerli taşlarla bezeli parmağıyla Naja'nın koluna dokundu, Firavun ona doğru eğilince de kulağına, "Tanrılara şükürler, Yukarı ve Aşağı Krallıkların tek Fi-ravun'u güçlü Naja Kiafan'a selam olsun!" diye fısıldadı. Naja belli etmemeye çalıştıysa da ince çizgili, güzel yüzünde bir an hafif bir gülümseme dolaştı. Bunu bastırarak ayağa kalktı. Sesi hafif ve yumuşak, fakat bileyici taşına sürtülen bir kılıcın sesi kadar tehdit doluydu. "Bir Firavun'un ve bir tanrının ölüm haberini getiriyorsunuz. Sefalet ve uğursuzluğa batmış olan sizin vay halinize!" Tahtının çevresinde bekleyen korumalarına işaret etti. "Onları alın ve tanrı Marduk'un rahiplerine teslim edin. Tanrının öfkesini bastırmak için ocakta kurban edilsinler." Subaylar elleri, kolları bağlanarak kurban edilmeye götürüldükten sonra Naja yine ayağa kalktı ve beklenen bildiriyi yaptı. "Tanrı ve Firavun Trok Uruk öldü. Ruhunu tanrılara emanet ediyoruz. Şimdi hepinize, iki krallığın ve Mısır'ın zapt ettiği bütün ülkelerle hazinelerin artık bir tek hükümdarı olduğunu ilan Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 400 ediyorum. Bu hükümdar benim, Tanrı Kral Naja Kiafan!" Tahtın etrafında duran bütün saray dalkavuklarıyla subaylar, "Bak-her!" diye bağırdılar ve kılıçlarını çekerek kalkanlarının üstünde tempo tuttular. "Bak-her! Haşmetli Tanrı Kral Naja Kiafan çok yaşasın!" "Bütün komutanlarımla ordularımın generallerine haber iletin. Bugün öğle saatinde savaş konseyi toplanacak." Bundan sonraki on bir gün boyunca Firavun Naja şafaktan gün batımına kadar Sargon'un sarayının taht odasında konseyinin başında oturdu. Meraklıların veya casusların içeri süzülmemesi için kapılarda nöbetçiler beklerken onlar savaş planlarını ve düzenini hazırladılar. On ikinci günde Naja Mezopotamya'deki ordularının yoklamasını emretti ve Babil'le Mısır'ın sınırları arasında fethedilmiş topraklardaki tebaa krallarla satraplara elçiler yolladı. Onlara bütün kuvvetlerini savaşa hazırlamalarını ve Nefer Seti'ye karşı girişilecek seferde emrine girmelerini emretti. Ertesi dolunayda Babil'in Mavi Kapısı'nın önünde resmi geçit yapan ordu, atlar ve arabalarla, yaylar ve kılıçlarla donatılmış kırk bin güçlü ve kıdemli askerden oluşuyordu. Heseret, Mısır'ın tek ve gerçek Firavun'u olan kocasının yanında kentin duvarlarının üstünde durup töreni seyrediyordu. "Ne muhteşem manzara," dedi ona. "Bütün savaş tarihlerinde herhalde hiç bu kadar görkemli bir resmi geçit yer almamıştır." "Batıya anayurdumuza doğru yürüdüğümüz zaman ordumuz Sümerlerin, Hititlerin hurilerin ve geçtiğimiz bütün fethedilmiş ülkelerin ordularının katılımıyla daha da kalabahklaşacaktır. Mısır'a iki bin savaş arabasıyla döneceğiz. Yumurcak kesinlikle karşımıza çıkmaya cesaret edemez." Naja karısına merakla baktı. " "Kardeşin Nefer'e hiç mi acımıyorsun?" "Hiç!" Heseret başını sallayınca üstündeki ziynetler güneş ışığında parladı ve ışıldadı. "Sen benim Firavun'um ve benim kocamsın. Sana karşı çıkan her kim olursa bir vatan hainidir ve ölümü hak eder." Naja, "Ve ölecek de, hain Büyücü ise aynı odun yığınının üstünde onunla birlikte cayır cayır yanacak," diye kaşlarını çatarak vaatte bulundu. Nehrin kokusunu, çöl havasında serin ve tatlı suların kokusunu uzaktan aldılar. Atlar başlarını kaldırarak kişnediler. Piyadeler de adımlarını sıklaştırarak bakışlarını ileriye diktiler. Yılın bu mevsiminde kabaran ve anayurdun kanı -489- -488- | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:37 am | |
| canı olan zengin killerin karışmasıyla karanlık bir renkte akacak olan suları görmek için sabırsızlanıyorlardı. Neferle Mintaka genç adamın arabasında Gallala'dan itibaren kervan yolunu izleyen uzun kafilenin başında yolculuk ediyorlardı. Meren'le Merykara kafilenin ikinci arabasındaydılar. Meren, onun hâlâ fazla dermansız ve hasta olduğunu düşünen Merykara'nın tüm itirazlarına karşın kafileye katılmakta ısrar etmişti. "Gallala'daki çarpışmayı kaçırdım, ama bir daha başkasını kaçırmamak ahdim olsun. Son nefesime kadar kralım ve en yakın arkadaşımla birlikte savaşa gideceğim." Bir balıkçıl kadar zayıf ve solgun olmasına rağmen, araba ellerinde dizginlerle dimdik ve gururlu duruyordu. Öndeki savaş arabaları yükseltiyi aştılar. Altlarında yemyeşil Nil Vadisi uzayıp gidiyordu. Ocaktan dökülmüş bakır eriyiği gibi parlayan güçlü nehir sabahın ilk ışıklarında ateş gibi ışıldıyordu. Nefer dönüp yanındaki arabada ilerleyen Meren'e gülümsedi. "Artık evimize dönüyoruz!" Mintaka şarkı söylemeye başladı. Önce yavaş söylüyordu, sonra Nefer'in de katılması üzerine daha kuvvetli bir sesle söylemeye koyuldu. "Tanrıların tapınağı, On bin yiğidin yurdu, Bütün dünyanın en yeşili, Sevgili aşkımız. Tatlı yurdumuz. Bizim Mısır'ımız!" Çok geçmeden Meren'le Merykara da onlarla birlikte söylemeye başladılar ve şarkı bütün kafileye yayıldı. Yükseltiyi aşarken önce bir bölük, sonra arkadan gelen bölüm şen koroya katıldılar. Başka bir ordu onları karşılamaya geldi: silahlı araba sürücüleri, alaylarının başındaki generallerle subaylar ve onları izleyen piyade birlikleri... Arkalarından da yaşlılar, rahipler ve bütün eyalet valileri geliyordu. Hepsi entarilerinin üstüne zincirlerini ve nişanlarını takmışlardı. Bazıları arabaların, kimileri de köleler tarafından taşınan tahtırevanların içindeydi, daha başkaları ata binmişlerdi ya da yürüyerek geliyorlardı. Onların da arkasından gülerek ve dans ederek yurttaş kalabalığı ilerliyordu. Kadınlardan bazıları bebeklerini taşıyor, yurda dönen sürgünler ordusunun içinde kocalarını, sevgililerini, kardeşlerini ve oğullarını görünce mutluluktan ağlıyorlardı. -490- iki kafile buluşup birbirlerine karıştılar, ihtiyarlarla generaller de Fira-vun'un arabasının önünde yere kapandılar. Nefer arabasından indi, tanıdıklarını ayağa kaldırdı, içlerinde en güçlülerine sarıldı ve tanrılara bütün ulusunu kutsaması için yalvardı. Nefer tekrar arabasına binince hepsi onun arkasına düştüler ve onu Nil'in kıyılarına kadar izlediler. Nefer orada da arabadan indi ve giyinik olduğu halde sulara daldı. Kıyıya dizilmiş halk şarkı söyleyip onu alkışlarken Nefer ritüele uygun şekilde yıkandı ve çamurlanmış kahverengi sulardan içti. Temiz keten entariler giymiş olan ve başında mavi savaş tacını taşıyan Nefer tekrar arabaya bindi ve kalabalığa nehir kıyısını izleterek Avaris kentine doğru götürdü. Kentin bir fersah uzağına kadar yolun iki yanında Firavun'u karşılayan kalabalıklar diziliydi. Yola Nil sularından serperek tozu yatıştırmışlar ve Nefer'in geçeceği yerlere palmiye yapraklarıyla çiçekler sermişlerdi. Kente vardıklarında kapılar ardına kadar açıktı, halk ise duvarların üstüne dizilmişti. Surlardan flamalar, çiçek demetleri ve meyveler sarkıtmışlardı. Nefer yanında Mintaka'yla kapının kemerinin altından geçerken sadakat, övgü ve hoş geldin marşları söylüyorlardı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 402 Genç bir mabut ve mabude kadar güzel olan çift önce Trok Uruk'un kendi tanrılığını kutlamak için nehir kıyısında inşa ettirdiği harikulade tapınağa gittiler. Nefer önden direktiflerini yollamıştı, taşçılar da haftalardan beri görev basındaydılar. Sahte firavunun bütün betimlerini kazımışlar, duvarlarla sütunlardan adını silmişlerdi. Şimdi de kanatlı Horus'la Firavun Nefer Seti'nin portrele-riyle unvanlarını ve Genç Firavun'un Gallala savaşındaki zaferinin betimlemelerini oymalarla geleceğe taşımakla meşguldüler. Nefer oraya ilk görevini yerine getirmeye, tanrıya şükretmeye ve taş alların önünde bir çift kusursuz boğayı kurban etmeye gitmişti. Dini ayinden sonra bir haftalık talil, şenlik ve şölen ilan etti. Bütün vatandaşlara bedavadan akdarı ekmeği, sığır eti, şarap ve bira verilecek, onları eğlendirmek için oyunlar ve tiyatro temsilleri düzenlenecekti. Mintaka hayran hayran ona, "Çok kurnazmışsın, sevgilim," dedi. "Seni daha önce de sevmişlerdi, ama artık sana tapacaklar." Ne kadar zaman için diye merak etti Nefer. "Tahta çıkışımızın haberi Ba-bil'de Naja'ya ulaşır ulaşmaz yürüyüşe geçecektir. Belki geçmiştir bile. Sıradan insanlar o bu kapılara dayanıncaya kadar beni sevecekler." -491 - Firavun Naja Kiafan en güvendiği generali Asmor'u Babil Kralı, yani kendi tahtının bir satrapı ilan etti. Ona, fetihlerini koruyabilmesi için beş yüz araba, iki bin okçu ve piyade bıraktı. Sonra, ordunun en büyük kısmıyla tacını ve tahtını, onu ele geçiren adamın elinden kurtarmak için Mısır'a doğru yürüyüşe geçti. Firavun Naja Kiafan'ın ordusu ovalarla dağ geçitlerinden Mısır sınırına doğru ilerlerken tıpkı bir yamaçtan yuvarlanan çığ gibi kalabalıklaştı ve güç kazandı. O ilerlerken vasalı olan krallar sancağına katılıyorlardı. Öyle ki Hati-miye Geçidi'nin yükseklerinde durduğu sırada ordusu üç katına çıkmıştı. Naja batıya, geniş kum çölünün ötesinde Büyük Acı Göl'ün kıyısındaki is-mailiye kentine ve anayurdunun sınırlarına baktı. Yürüyüşün bu noktasında ordusunun büyüklüğünün ona engel olacağını oldu bitti tahmin etmişti. ilersinde uçsuz bucaksız bir çöl uzanıyordu ve bu çölde ismailiye'ye ulaşana kadar ordusuna destek olacak ne bir kaynak ne de bir vaha vardı. Bir kez daha ilerdeki yola su noktaları yerleştirmek zorunda kalmıştı. Aydınlıkta gözlerini kısarak bakınca yükseltinin alt tarafındaki delik deşik yolda kilden küplerle yüklü su arabaları dizilerini seçebiliyordu. Bu uzaklıktan bakılınca sarı tonlarındaki çölde kıvranarak ilerleyen solucanlara benziyorlardı. Aylardan beri çöle su depoları yerleştirmekle meşguldüler: dolu çömlekleri kumların içine gömüyor, sonra adamlar bir sonraki yükü almaya gittikten sonra bir yerdeki su stokunu askeri birlikler vasıtasıyla koruyorlardı. Ordusunun çölü aşması hemen hemen on gün ve on gece sürerdi. Bu süre boyunca çok sıkı bir rejim uygulayacaklar, ancak uzun gece yürüyüşlerine katlanmalarına yetecek kadar su içecekler, gündüzleri dinlenecek; keten çadırların veya dallardan ve otlardan yapılmış barınakların sağlayacağı gölgede sıcağa katlanmaya çalışacaklardı. Heseret kocasının bu düşünce silsilesini bölerek kulağının dibinde sesini duyurdu. "Ben de seninle öndeki | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:37 am | |
| Heseret kocasının bu düşünce silsilesini bölerek kulağının dibinde sesini duyurdu. "Ben de seninle öndeki arabada yolculuk edeceğim." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 403 Naja karısına yan gözle baktı. "Bunu daha önce konuşmuştuk." Kaşlarını çattı. Geçen yıllarla birlikte Heseret'in çekiciliği ve güzelliği solmaya yüz tutmuş, ağır basan huysuzlukları, kıskançlığı ve bitmek bilmeyen istekleri onu daha da itici yapmaya başlamıştı. Naja son zamanlarda cariyelerinin arasında giderek daha fazla vakit geçirmeye başlamıştı, ancak Heseret'in koynuna döndüğü zaman dırdırlarına katlanmak durumunda kalıyordu. Şimdi de, "Öbür kadınlarla birlikte yük kafilesinde artçıların subayı Prenn' in gözetiminde yolculuk edeceksin," dedi. Heseret somurttu. Bu hali önceleri hoşa giderdi, ama artık sinir bozmaktan başka işe yaramıyordu. "Kız kardeşi gibi Lassa'yı da gebe bırakman için mi?" diye yakındı. Mısır tahtına bağlılığını kanıtlamak için Sümer ülkesi satrapı tarafından Naja'ya rehine olarak verilen iki prensesi kast ediyordu. Prenseslerin ikisi de genç, ince yapılı, erginlik yaşında ve iri göğüslüydüler. Meme başlarını boyuyorlar ve Sümerlerin utanmayı göz ardı eden modaları uyarınca göğüsleri açık olarak ortalıkta dolaşıyorlardı. "Can sıkıyorsun kadın." Naja üst dudağını sözüm ona gülümser gibi, ancak daha çok hırlamayı andıran biçimde kıvırdı. "Bunun politik bir mecburiyet olduğunu biliyorsun. Kızların hiç değilse birinden ihtiyar babası ölünce tahta geçecek bir oğula ihtiyacım var." Heseret ısrar etti. "Lassa'yı yanında öncü kafilede götürmeyeceğine Seu-eth'in nefesi ve kalbi adına yemin et." "Buna yemin edebilirim." Naja yine o korkunç gülümsemesiyle devam etti. "Huri ülkesinden Sinnal'ı yanımda götürüyorum." Sinnal da başka bir rehineydi. Sümerlerden de daha gençti, on dört yaşında var ya da yoktu. Bakır renginde ışıl ışıl yanan saçları ve yeşil gözleri vardı. Poposu da iri ve yuvarlaktı. Heseret, Naja'nın kaleye ön kapıdan olduğu kadar, arkadan da girebileceğini kendi deneyiminden biliyordu. Naja, "Ondan da bir oğul istiyorum," dedi. "Asur'un tahtına oturtmak için." Alaylı bir kıkırtıyla güldü. "Bir kralın görevleri zannettiğinden de ağır." Heseret kocasına öfkeli bir bakış fırlatarak ipek perdeli ve yastıklı tahtırevanının onu kafilenin arkasına, Prenn'in artçılarının yanına götürmesi için emir verdi. Taita'nın önerisi üzerine Nefer, dhovv'larla yapılabilecek bir istilayı bildirmek için Kızıldeniz kıyılarında bir gözcü perdesi oluşturmuştu. Öyleyken Taita, Naja'nın asıl istila kuvvetinin Büyük Kum Çölü'nden geçerek geleceğine emindi. Naja'yla Trok büyük Mezopotamya serüvenlerinde bu | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:37 am | |
| i. Naja'yla Trok büyük Mezopotamya serüvenlerinde bu yoldan geçmişlerdi. -493- - 492 - Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 404 Naja o yolu çok iyi biliyordu, zaten ordusu Trok'un çok daha küçük kuvveti gj* bi teknelerle Kızıldeniz'i gemilerle aşamayacak kadar kalabalıktı. ,h] Nefer'le adamları, Büyücü'nün olağanüstü bir buluşu sayesinde Naja'nın ordusunun asker sayısı ve birleşimi hakkında bilinecek her şeyi biliyorlardı. Naja'nın komuta zincirinde yüksek konumda olan bir yüzbaşı, Taita'nın eski bir arkadaşıydı ve ona bir şükran borcu vardı. İşte bu yüzbaşı Taita'ya yolladı ğı bir mesajda Firavun Nefer Seti'ye bağlılığını ve kendilerine iltica ederek Ne- fer'in ordusuna katılmak niyetinde olduğunu bildirmişti. Taita yine adamların dan biri olan ve Beerşeba'ya kervan götüren değerli bir halı tüccarı vasıtasıyla söz konusu yüzbaşıya yanıt yollayarak birliğinin başında kalmasını buyurmuş tu. "Bizim için bir haber kaynağı oluşun, bir savaşçı olmandan daha değerli," demiş ve yine aynı halı tüccarı aracılığıyla ona olağanüstü iki armağan yolla mıştı: bir sepet dolusu canlı güvercin ve üstünde gizli bir şifrenin kayıtlı bulun duğu bir papirüs tomarı. Güvercinler salıverilir verilmez doğru yumurtadan çıktıkları Avarıs'teki kümeslerine dönüyorlar, bir ipek ipliğiyle bir bacaklarına bağlı olarak da en ince ve hafif papirüs yaprağından minik bir ruloya yazılmış şifreli bir mesajı beraberlerinde götürüyorlardı. Nefer bu mesajlar sayesinde Naja'nın kumandasındaki kuvvetlerin tam sayı ve düzenini öğrenmiş bulunuyordu. Naja'nın hangi gün Babil'den yola çıktığını ve orada Asmor'un kumandasında kaç birlik bıraktığını biliyordu. Nefer ayrıca Naja'nın kuvvetlerinin Şam'dan, Beerşeba'dan ve yolu üstündeki başka kentlerle garnizonlardan geçerek batıya doğru ilerleyişini de izleyebiliyordu. Taita'nın durumu doğru olarak değerlendirdiği ve Naja'nın bir sürpriz yaparak Kızıldeniz'i geçmeyeceği belli oldu. Büyük Kum Çölü yönünden gelerek cepheden saldırıya geçmeyi tasarlıyordu. Nefer gözcülerini Kızıldeniz kıyısından çekti ve karargâhıyla ordusunun en büyük kısmını çölün kıyısındaki ismailiye sınır garnizonuna yerleştirdi. Oralarda bol tatlı su kaynakları ve atlar için zengin otlaklar vardı. Onlar ismailiye'de bekleyedursunlar, gidip gelen güvercinler mesaj taşımayı sürdürüyorlardı. Nefer yalnız Naja'nın kuvvetini bilmekle kalmayıp alaylarının her birinin başında kimin bulunduğunu da öğrenmişti. Mintaka ismailiye Kalesi'ndeki savaş konseyinde yer almıştı. Katkılarına değer biçilemezdi: bir Hiksos olarak doğmuştu, dolayısıyla Naja'nın adamları -494- Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 405 içınde bir zamanlar babasının komutasında olan subayları tanıyordu. Çocukken babasının bunların her biri hakkındaki değerlendirmesini dinlemişti ve bao tahtasının başında talim görmüş ve keskinleşmiş müthiş bir belleği vardı. Bu adamların her birinin güçlü ve zayıf yanları hakkında Nefer'e bilgi vermek durumundaydı. Ellerine geçen listeleri gözden geçirdi. "Naja'nın artçılarına kumanda eden şu Yüzbaşı Prenn babamın kuzenlerinden biri olduğuna göre akrabam sayılır. Onu iyi tanırım. Bana ata binmesini öğretmişti. Ona Tonka Amca derdim, ki bu kelime benim dilimde 'Ayı' demektir." Genç kız o günleri anımsayarak gülümsedi, "Babam onun hakkında bir köpek kadar sadık, ihtiyatlı ve biraz da ağırdır, ama bir kere düşmanın gırtlağına dişlerini sapladı mı ölünceye dek onu salıvermez derdi." Meren o vakte kadar eski sağlığına ve gücüne hemen hemen tamamen kavuşmuştu. Nefer'den ona yararlı olabileceği bir görev istedi, arkadaşı da onu bir araba birliğiyle birlikte yükseltilerden çöle indiği zaman Naja'nın ilerleyişini izlemeye gönderdi. Meren'ın gözcüleri, Naja'nın su arabalarının toprak küp yükleriyle ilerlemelerini ve Naja'nın Mısır sınırına ulaşmak için geçmek zorunda olduğu kurak topraklarda su depolarını oluşturmalarını izlediler Meren su arabası konvoylarına saldırıp onları dağıtmak için izm istedi, ama Nefer ona, konvoyları sadece gözlem altında tutması ve su stoklarını nerelere yerleştirdiklerini dikkatle saptaması için emirlerini yolladı. Nefer bundan sonra nehir kıyısında tuttuğu son yedek kuvvetlerini de getirtti, bunlar ismailiye çevresinde konuşlandıktan sonra da bütün komutanlarını toplantıya çağırdı. "Gallala'da ele geçirdiğimiz Trok'un arabalarını hesaba katsak bile Naja'nın kuvvetleri bizimkinin üç katı," dedi onlara. "Bütün askerleri savaşta pişmişler, atları da iyi eğitilmiş ve mükemmel durumdalar. Sınırı aşıp nehre ulaşmasına müsaade edemeyiz. Onu çölde karşılayıp orada savaşmalıyız." Toplantı bütün gece sürdü, Nefer de savaş planını açıklayarak emirlerini bildirdi. Naja'nın ilk beş gün hiçbir engelle karşılaşmadan ilerlemesine göz yumacaklardı. Çölün içinde adamakıllı yol aldığı zaman da ilersindeki ve gerisindeki su stoklarını yapacakları akınlarla yok edeceklerdi. Bu da onu kumların ortasında tutsak edecekti. "Savaş kumarını adamın dayanılmaz gururuna ve savaşçılık hünerine olan aşırı güvenine dayandıracak kadar iyi tanıyorum Naja'yı. Su stoklarından yoksun kalınca bile geri dönmeyeceğine ve ilerleyeceğine eminim. Kuvvetleri -495- çölde günler süren zorunlu bir susuz yürüyüşten sonra İsmailiye'ye ulaşacaklar. O zaman iyi beslenmiş ve susuzluğu giderilmiş atlarımız ve askerlerimizle onları kendi seçtiğimiz savaş alanında karşılayabileceğiz. Bu da kuvvetlerimiz arasındaki orantısızlığı bir dereceye kadar giderecektir." Taita uzayan toplantı boyunca Nefer'in iskemlesinin arkasında gölgede oturmuştu. Uyuklar görünüyordu, ama arada gözlerini açarak onları uykulu bir baykuş gibi kırpıştırıyor, sonra tekrar kapıyor ve çenesinin göğsünün üstüne düşmesine izin veriyordu. Nefer devam ediyordu: "En büyük eksiğimiz arabalarımızın sayısı ve durumu, ama okçularımız, Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 406 sapancılarımız ve kılıç ustalarımızla onunla aşağı yukarı boy ölçüşebiliriz. Su eksiğinin bilincine varınca, Naja'nın, arabalarını piyadelerinin önünde ileriye sevk edeceğine eminim. Taita'yla ben, arabalarını bir kapana sürerek elimizdeki ufak avantajdan yararlanmamıza olanak verecek bir plan düşündük." "Kentle kuyuların önüne dizilerle alçak duvar inşa edeceğiz. Okçularımızla piyadelerimiz bunların arkasına rahatça gizlenebilirler. Bu duvarlar bir arabanın ilerlemesini engelleyecek kadar yüksek olacaklar." Nefer eline bir kömür parçası alarak önündeki masaya yayılmış papirüs yaprağının üstünde bir çizim yaptı. Hilto, Şabako, Sokko ve öbür subaylar görmek için ileri uzandılar. "Duvarlar bir balık kapanı biçiminde dizilecekler." Nefer ters çevrilmiş huni desenleri çizdi, bunların ucu ismailiye kalesine çevriliydi. Şabako, "Onu nasıl huninin içine sokacaksınız?" diye sordu. Nefer, "Kendi savaş arabalarımızın bir hamlesi ve sık sık uyguladığınız o yalancıktan geri çekilme düzeninin sayesinde," diye açıkladı. "Okçularımız ve sapancılarımız, Naja onları huninin içine izleyinceye kadar duvarların arkasın da gizli kalacaklar. Ne kadar derine girerlerse bölükleri duvarların arasına o denli sıkışacak. Yakın menzilden geçerken de sapancılarımız ve okçular | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:38 am | |
| denli sıkışacak. Yakın menzilden geçerken de sapancılarımız ve okçularımız için mükemmel bir hedef oluşturacaklar. ~ Şabako bile etkilenmiş görünüyordu. "Trok'a yaptığınız gibi onları da bir sığır sürüsü gibi çitlerin arasına sıkıştıracaksınız ha?" Planı beğeniyle tartıştılar, daha da mükemmelleştirmek için önerilerde bulundular. Nefer sonunda Şabako'yu duvarların inşası işiyle görevlendirdi. Taıta son beş günü araziyi inceleyerek ve yerlerini işaretlemekle geçirdiği için ertesi gün hava ışır ışımaz çalışmalara başlanabilecekti. Nefer, "Önümüzde çok az vakit var," diye onları uyardı. "Naja'nın kuvvetlerinin şimdiden Hatimiye yükseltilerinde toplandıklarını biliyoruz. Su arabaları su stoklarını yerleştirme işini hemen hemen tamamlamış durumdalar. Naja'nın birkaç güne kadar yamaçtan inişe geçeceğini tahmin ediyorum." Toplantı sonunda son buldu, subaylar da Nefer'in onlara verdiği görevleri yerine getirmeye koştular. Sonunda, İsmailiye'deki eski kalenin kule odasında yalnız üç kişi kaldı: Nefer, Taita ve Mintaka. Mintaka ilk kez sesini duyurdu. "Prenn'i, yani Tonka Amca'mı daha önce konuşmuştuk," dedi. Nefer başıyla doğruladı ve sevgilisine merakla baktı. Mintaka devam etti. "Onunla yüz yüze konuşabilsem, Naja'nın aleyhine dönmeyi ve bizimle kader birliği yapmayı onu kabul ettirebileceğime eminim." "Ne demek istiyorsun?" Nefer'in sesi sert, suratı asıktı. "Bir erkek çocuk kılığında ve iyi adamlardan oluşan küçük bir müfrezeyle Naja'nın ana kuvvetlerinin etrafını çevirip artçılar arasında Tonka Amca'ya ulaşabilirim. Bu fazla tehlikeli olmaz." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 407 Nefer'in yüzü öfkeden bembeyaz oldu. "Çılgınlık!" diye tısladı. "Gallala'da Trok'u tuzağa düşürmek için kendini göstermen türünden bağışlanamaz bir çılgınlık. Bunun bir daha lafını bile duymak istemiyorum. Eline düştüğün takdirde Naja'nın sana ne yapacağını düşünebiliyor musun?" Mintaka, "Tonka Amca'yla birlikleri savaşın kritik noktasında kendi ardından ona saldırdıkları takdirde Naja'nın ne yapacağını asıl sen düşünebiliyor musun?" diye lafı yapıştırdı. "Bu saçmalığı bir daha duymak istemiyorum." Nefer ayağa fırlayıp yumruklarını masanın üstüne indirdi. "Savaş süresince burada kalede Meryka-ra'yla kalacaksın. Bu saçmalığı aklından çıkaracağına dair bana söz vermezsen, odanın kapısını sürgületir ve dışına bir nöbetçi dikerim." "Bana köle gibi davranamazsın." Genç kızın öfkeden sesi titriyordu. "Karın bile değilim. Senden emir alamam." "Senin kralınım ve bu kaçıkça planla kendini tehlikeye atmayacağına dair senden kesin söz istiyorum." "Benimkisi kaçıkça bir plan değil ve isteyeceğin sözü de vermeyeceğim." Taita yüzünde donuk bir ifadeyle onları seyrediyordu. İki gencin ilk ciddi tartışmasıydı bu ve birbirlerine karşı olan duygularının derinliği nedeniyle nor- Büyücüler Kralı / F: 32 -497- -496- malden de daha sert olacağa benzerdi. Taita nasıl sonuçlanacağını merakla bekliyordu. "Gallala'da bile bile emirlerimi dinlemedin. Şimdi de aynışeyi yapmayacağına güvenemem. Bana başka seçenek bırakmıyorsun." Nefer kapının dışındaki nöbetçiden krallık hareminin hadım ağası Zug-ga'yı çağırmasını istedi. "Merykara'ya da güvenemem." Nefer, Mintaka'ya döndü. "Kardeşim senin yüzde yüz etkin altında, niyet edersen onu şu senin deli saçması girişimine katılmaya razı edebilirsin. İkinizi de Avaris'teki sarayın haremine yolluyorum. Orada Zugga'nın gözetiminde kalacaksınız. Savaş yapılıp kazanılana kadar orada bao oynayarak birbirinizi eğlendirebilirsiniz." Zugga böylece Minta-ka'yı alıp götürdü. Genç kız kapıda dönüp omzunun üzerinden Nefer'e baktı, yüzündeki ifadeyi görünce Taita gülümsemekten kendini alamadı. Nefer sahte firavunların ikisinden de daha inatçı bir hasım bulmuştu kendine. Taita o akşam bir zamanlar kalenin kumandanının dairesi olan ve şimdi Merykara'yla paylaştığı yeni yerinde Mintaka'yı görmeye gitti. Kapıda ağır kanlı iki iri yarı hadım bekliyordu, bir üçüncüsü de demir parmaklıklı pencerenin dışındaydı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 408 Mintaka hâlâ öfkeden titriyordu; Merykara da ağabeyinin ona ve sevgili Mintaka'sına reva gördüğü bu muameleden ve özellikle hapsedilmelerinden dolayı aynı derecede hiddetliydi. Taita yavaşça onlara, "Bu olay sonucunda en azından, sizi sevse bile bir hükümdara karşı gelinemeyeceğini öğrenmiş oldunuz," dedi. Mintaka öfke ve çaresizlik gözyaşlarıyla, "Onu sevmiyorum," diye karşılık verdi. "Bana çocukmuşum gibi davranıyor. Ben de ondan nefret ediyorum." Arkadaşından geri kalmak istemeyen Merykara, "Ben daha da çok nefret ediyorum," diye bildirdi. "Ah, keşke Meren burada olsaydı!" Taita, "Nefer'in yaptığının sana olan sevgisinin ve senin için kaygılanmasının kanıtı olduğunu hiç düşünmedin mi?" dedi. "Naja Kiafan'la Heseret'in eline düştüğün takdirde akıbetinin ne kadar korkunç olacağını biliyor." iki kız bu sözler üzerine öylesine bir hiddetle ona döndüler ki ihtiyar adam iki elini kaldırarak odadan çekildi. Uzaklaşırken kızların yalanlamaları ve sitemleri hâlâ kulaklarında çınlıyordu. Nefer'le Taita'nın her ikisi de ertesi sabah kale duvarlarının üstünden küçük kervanın hadım ağaları ve bir dizi arabanın eşliğinde İsmailiye'den ayrılıp Avaris'e dönmesini seyrediyorlardı. Mintaka'yla Merykara kafilenin ortasındaki tahtırevanın ipekli perdelerinin arkasına kapanmışlardı. Kendilerini gösterip Nefer ve Taita'yla vedalaşmamışlardı. Taita, "Ben şahsen bir arı kovanına kısa bir çomak sokmayı yeğlerdim," diye mırıldandı. "Biraz daha nezaket göstermek daha uyumlu bir hava yaratabilirdi." "Benim Firavun olduğumu ve sözlerimin onlar için dahi yasalar kadar bağlayıcı olduğunu öğrenmeliler." Nefer içini çekti. "Zaten şu sıralarda kadın kaprislerini düşünecek halde değilim. Kendi kaygılarım bana yeter." Ama buna rağmen duvarın üstünde kalarak iki yana sallanan tahtırevanla kervanı sislerin arasında | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:41 am | |
| -408- duraksadı. Sonra, tepede uçan bir şahin gibi kendini toparladı ve hedefin üzerine iner göründü. İsabet alan sidik bezi patladı, kalabalık da sevinçle uludu. Taita, "Sonraki!" diye emretti, Nefer de yayı gerdi, yükseğe ve ikinci sidik torbasının sağına nişan aldı. < Taita, "Şimdi!" diye fısıldadı. İhtiyar adam aklının gücüyle okun uçuşunu yönetir gibiydi. İsabetin hemen öncesinde batı rüzgârı inat edermiş gibi onu saptırmaya çalıştı, ama ok yolundan şaşmadı, sidik torbası da sert bir çatırtıyla patladı. Taita, "Sonraki. Yayı ger!" diye fısıldadı. Kalbin bir atışı kadar kısa bir süre sonra da, "Şimdi!" dedi. Ok bu kez sidik torbasına neredeyse değiyordu, ama son anda hedef yana zıpladı. Nefer, Taita'nın komutu üzerine bir daha harekete geçti, ama yukarıya ve sola doğru bütün bir ok uzunluğu kadar ıskaladı. Büyük yayı kullanmanın zorluğu delikanlıya fazla gelmişti, sağ kolu sancıyor, kasları kramp yapıyor ve irade dışı zıplıyordu. Taita, "Dur!" diye emretti. "Lostris'in Tılsımı'nı sağ elinde tut ve dur." Nefer yayı elinden bıraktı ve altından tılsımı sağ eline alıp başını eğerek dua eder konumda durdu. Yayı çeken koluna kuvvetin yavaş yavaş akmaya başladığını hissediyordu. Meren hâlâ küçük yayla uğraşıyordu, ama kırık kaburgalarının acısı yüzünden hemen hemen iki büklüm olmuştu ve soluk yüzünden terler akıyordu. Tam o sırada yayın yukarsındaki kalabalığın arasında bir kıpırtı oldu, hepsi dönüp düzlüğe baktılar. Birisi, "Geliyorlar!" diye bağırdı. Başkalarının da bağırışa katılmalarıyla uğultu kulakları sağır edici bir düzeyi buldu. Nefer başını kaldırdı ve birinci arabanın ufuk çizgisinin üzerinden güm-bürdeyerek geçtiğini gördü. Araba yeterince yakın olduğundan dizginleri tutanın, altın rengindeki saçları rüzgârda uçuşan Daimios olduğunu gördü. Arkasından düz bir çizgi halinde öbür arabalar geliyordu. Sürücülerin atlara bağırdıklarını ve tekerleklerin engebeli arazinin üstündeki takırtısını hayal meyal duyuyordu. Taita, "Onlara bakma," diye emretti. "Onları düşünme bile. Sadece hedefi düşün." Nefer yaklaşan araba dizisine arkasını dönerek yayı yükseğe kaldırdı. Taita, "Ger ve dur!" dedi. Rüzgâr birden durdu. "Şimdi!" Ok hiç şaşmadan kanyonun öbür yanına kaydı ve dördüncü torba patladı. -409- Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 336 Nefer okluktan bir ok daha çekti, ama sonra ok elındeyken derin bir umutsuzluğa kapıldı Çöl yönünden done done gelen bir toz burgacı hedef sırasına doğru yuvarlanıyordu Toprak rengindeki toz, kum ve döküntü perdeleri menzili karanlığa boğdu, son kalan torba derinlerinde kayboldu Arkalarındaki tepelerin yükseklerinde bulunan avcı arabalarının sürücüleri zafer bağırışları kopardılar, Nefer de kasırganın uğultusunun arasında Da-ımıos'un sesini duydu "Şimdi durup benimle dövüşeceksin, Nefer Seti " Hakem Sokko da, "Son bir hedef kaldı, ondan sonra yolunuza devam edebilirsiniz," diye bağırdı Nefer itiraz etti "Hedef yok ki " Sokko ona, "Adı olmayan tanrının iradesi bu," dedi "Ona boyun eğmelisiniz" Taıta da, "Orada'" diye bağırdı "Daha büyük ve daha güçlü bir tanrıçanın iradesi işte orada " ihtiyar adam kanyonun karşı yakasındaki yoğun sarı toz bulutunu işaret ediyordu Derken torba bulanık bir golün derinlerinden yukarı süzülen bir mantar gibi sicimini sürükleyerek toz bulutunun yukarsına yükseldi ve sıcak havanın içinde kaydı Taıta, Nefer'e dondu "Tanrıça Lostrıs adına şimdi ı Artık yalnız o sana yardım edebilir " Nefer, "Tanrıça adına'" diye bağırdı ve büyük yayı doğrultarak fırtınanın kucağındaki minik balona nişan aldı Ok yükseldi, yükseldi, hedefin solundan geçecekmiş gibi göründü, ama sidik torbası anında onunla buluşmak için dalış yaptı Ustura keskınlığındekı ok ucu torbayı yardı, balon da patladı ve rüzgârla birlikte paçavra gibi sürüklenip gitti Sokko, "Tam isabeti" diyerek onlara yolu açtı Nefer yayı elinden attı ve arabaya koştu Meren de kırık kaburgalarını koruyarak arkasından atıldı Dov'la Krus birlikte ilen fırlayınca kalabalık bağırışlarıyla onlara cesaret verdi Kovalayanların öfkeli bağırışlarını duymasına rağmen Nefer arkasına bakmadı Bin adım kadar ilerde büyük asma köprü baş dondurucu derinlikteki boğazı kıyıdan kıyıya kat ediyordu, ama ona erişmelerinden önce ateşin içinden geçmeleri gerekecekti Şabako köprüden geçişin hakemiydi Nefer le Meren'ın o sınavı atlatma larından sonra harbe hedeflerinin başından dörtnala gelmişti Şimdi de köprü -410 - deki gözlem konumuna yerleşmişti Butun Kızıl Yol'un en can alıcı bolumu buydu Adayların orada bir seçim hakları vardı Köprüye erişmek için ateş duvarından geçmeyi red edebilirlerdi Bunun yerme uzun yolu seçip tepelerin daha hafif bir eğimle indikleri vadiyi aşma yoluna gidebilirlerdi Ancak bu yol parkura hemen hemen ıkı fersah ekliyordu Şabako köprünün başında duruyor ve okçuluk sınavını atlatan Nefer'ın avcılar peşinde olduğu halde arabasıyla uçurumun kıyısından ona doğru yarış temposuyla gelmesini seyrediyordu Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 337 Şabako'nun gönlü Fıravun'undan yanaydı Ama Kızıl Tanrı'ya olan bağlılığı daha ağır basıyordu Nefer'ın başarmasını butun kalbiyle dilemesine rağmen, ona ayrıcalık tanımaya cesaret edemezdi Öylesi kutsal yeminine ters düşer ve olumsuz ruhunu tehlikeye atardı Çite göz attı Adamları yanar haldeki meşalelerle bunun dibine çomel-mışlerdı Çıt ıkı adam boyundaydı ve bu sıcak ve kuru rüzgârda çıra gibi yanacak olan kurutulmuş ot balyalarından oluşuyordu Çıt yarım daire biçiminde örülmüştü ve her bir ucu uçurumun kıyısına tutturulmuştu Köprünün başını kollarının arasında tutuyor denilebilirdi Etrafını çevirip dönmenin hiçbir yolu yoktu Köprünün başına ulaşmak için adayların çıtın içinden geçmeleri zorunluydu Şabako ateşin yakılmasını istemeye istemeye emretti Meşalecıler çıtın bir ucundan ötekine koşarak alevlen çıtın dibinden sürüklediler Otlar hemen tutuştular ve ateş koyu kırmızı renkli alevler ve kara dumanlarla göğe doğru yükseldi Nefer ilerde yükselen alev duvarını gördü Bunun olacağını beklemesine rağmen ürktü ve bu noktaya dek o kadar eziyete katlanan atlar hesabına korktu Krus'a bakınca dumanın kokusunu alan ve alevlerin rüzgârda dalgalandıklarını gören atın kulaklarının ilen gen oynadığını gördü Derken delikanlı gerisinde Daımıos'un alayla seslendiğini duydu "Uzun yola sap Nefer Seti Ateş nazik derme göre fazla sıcak " Nefer onu duymazlıktan geldi ve hızla yaklaştıkları ateş duvarına baktı Görebildiği herhangi bir zayıf nokta yoktu, ama en yakın uç daha önce yakılmıştı ve oradaki alevler daha hızlı ve daha şiddetli yanıyordu Nefer bakarken kuru otun bir balyası çıtın içinden düşerek dar bir aralık bıraktı Delikanlı buradan köprü başını hayal meyal seçebiliyordu -411 - Derhal o aralığa yöneldi ve yanında duran Meren'e, "Başını ört!" diye seslendi. Baş | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:41 am | |
| -411 - Derhal o aralığa yöneldi ve yanında duran Meren'e, "Başını ört!" diye seslendi. Baş örtülerini başlarına sardılar, torbalardaki suyu da üzerlerine serperek baş örtüleriyle etekliklerini ıslattılar. Nefer, Meren'e, "Göz bağlarını hazırla," dedi. Şimdi o kadar yakındılar ki ateşin sanki onları karşılamak ister gibi sıcağını üzerlerine saldığını hissediyorlardı. Krus ritmini bozdu ve karşısında dans eden alev duvarına direnmeye koyuldu. Nefer, "Ata bin!" diye emretti, atlar hâlâ bir yandan koşarken hayvanların arasındaki araba oku boyunca koşarak atların sırtına zıpladılar. Nefer, Krus'un boynuna uzanarak hayvanla sakin bir sesle konuştu. "Korkacak bir şey yok canım. Göz bağını biliyorsun. Sana zarar vermeyeceğimi biliyorsun. Bana güven, Krus! Güven bana!" Böyle diyerek hayvanın gözlerini kalın yünlü kumaşla örttü ve onu dizleriyle yönlendirerek ateşten duvara doğru sürdü. Sıcak üstlerine dalga dalga boşanıyordu. Islak giysilerinden buharlar çıkıyordu. Nefer ellerinin üst derisinin kabardığını hissetti. Krus'un yelesinin uçları da karardı ve için için çıtırdamaya başladı. Ama atların ikisi de hızla koşmayı sürdürdüler. Tutuşmuş ot duvarına tosladılar, otlar da etraflarında adeta patladılar. Nefer gözlerinin kafasının içinde kavrulduğunu hissediyordu. Onları kapadı ve Krus'u ilerlemeye zorladı. Böylece arkaları sıra kıvılcımlar ve ateş parçaları sürükleyerek çitin öbür yanına çıktılar. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 338 Nefer kolunun altından arkaya bakınca Daimios'un arabasını ateş duvarında az önce geçtikleri aralığa doğru sürdüğünü gördü. Daimios'un atlarının gözleri bağlı değildi, alevleri görünce devam etmeyerek şaha kalktılar ve ilerlerinde gördükleri dehşetten kaçmaya çalıştılar. Nefer, Dov'un üstündeki Meren'e, "Daimios'un atları geçmeyi reddettiler!" diye bağırdı. İki genç köprü başına gelince atlarının dizginlerini çektiler ve onları durdurdular. Nefer, "Sakın gözlerindeki bağı çıkarma!" diye emretti. "Sakın boşluğu görmesinler." Köprünün iskelesi kasten bir arabanın geçmesine izin vermeyecek kadar dar yapılmıştı ve bir arabanın ağırlığını taşımayacaktı, iki gencin arabayı parçalarına ayırmaları ve parça parça karşıya taşımaları gerekecekti. Meren atları koşum takımlarından ayırırken Nefer de çekici kavradı ve bronz çivileri poyralardan sökmeye girişti Sonra tekerlekleri söktü. O bir tanesini, Meren de ötekini aldı ve köprünün başına koştu. Köprü sallanıyor ve rüzgârın keyfince dalgalanıyordu. İki gencin omuz omuza geçmelerine dahi izin verecek kadar geniş değildi. Nefer duraklamadan dar yoldan koşup geçti, Meren de hemen arkasından onu izledi. Köprü ayaklarının altında açık denizdeki bir geminin güvertesi gibi kıpırdıyordu, ama gençler bu hareketi dengeliyorlar ve gözlerini uzak kıyıdan ayırmayıp altlarındaki korkunç boşluğa ve boğazın keskin kayalarla diş diş olmuş tabanına bakmamaya çabalıyorlardı. Köprünün karşı ucuna ulaştılar, tekerlekleri bıraktılar ve geri koştular. Yanan çitin başında alevler hâlâ Daimios'a yol vermeyecek kadar yüksek ve şiddetliydi, öyleyken adamın atlarını kırbaçladığını ve onlara küfürler yağdırdığını görüyorlardı. Su torbasını, oklardan artakalanlarla bütün öbür gereksiz donanımı bıraktılar ve arabanın kasasını bir arada kaldırdılar. Onu köprünün üstünde taşırlarken rüzgâr uzun çomakların ucundaki saç örgülerini havalandırıyor ve neşeyle kamçılıyordu. Dikkatle atılan her adım sanki bütün bir ömür sürüyordu, ama sonunda köprünün öbür ucuna ulaştılar, kasayı bıraktılar ve geriye koştular. Nefer arabanın okunu aldı ve omuzlarının üstünde dengeye getirdi. Meren koşum takımıyla kılıçları yüklendi ve aynı yolu tekrar yaptılar. Şimdi geriye yalnız atların köprüden geçirilmesi kalmıştı. Geri döndüklerinde alevlerin sönmek üzere olduğunu, fakat çitin çöktüğü yerde hâlâ fırın sıcaklığında ışıldayan kalın bir kül yatağı bıraktığını gördüler. Avcılardan biri olan Rastafa kırbaç ve tehdit dolu bağırışlarla atlarını buraya sürdü, fakat birkaç adım atmalarına kalmadan atların bacaklarının derisi yandı ve altındaki kırmızı et meydana çıktı. Atlar duydukları acıdan kişneyerek ve çifteler atarak sürücülerine rağmen geri döndüler. Nefer'le Meren köprü ayaklarının altında sallanırken yeniden geriye koştular. Dov'la Krus gözleri bağlı olarak sabırla bekliyordu. Delikanlılar hayvanların diz bağlarını çözdüler. Nefer, "Önce Dov'u köprüden geçir. O daha sakin bir hayvan," dedi. Nefer kolunu Krus'un boynuna dolamış olarak beklerken Meren Dov'u köprüye doğru çekiyordu. Kısrak iskelenin altında hareket ettiğini hissedince başını kaldırdı ve paniğin pençesinde kişnedi. Meren onunla yavaş sesle konuştu. Döv bir adım daha attı ve tekrar durdu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 339 Nefer, "Onu zorlama," diye karşıdan seslendi. "Ritmini varsın kendisi tayin etsin." Döv duraksaya duraksaya köprünün ortasına vardı. Orada dört bacağı- -413- -412- nı yanlara açarak ve titreyerek dondu kaldı. Meren onun alnını tekrar okşayın-) cayine ilerledi. Köprünün uzak ucuna vardı, iskeleyi arkasında bırakıp toynaklarının altın-'" da sağlam toprağı hissedince kişnedi ve ferahlayarak başını salladı. Hâlâ yanmakta olan engel tarafından yolu kesilen Daimios, "Atlarından birini karşıya geçirdiler. Onları hemen durdurmalıyız. Rastafa, bana atlarını ver. Zaten sakatlandılar. Ölecek olsalar bile onları karşıya süreceğim," diye bağırdı. Arkaya bakan Nefer, Daimios'un at üstünde kızgın küllerin içinden geçtiğini gördü. Küller hayvanın dizlerine kadar yükseliyordu, sakatlanan hayvan sendeledi, az daha düşüyordu, ama Daimios bir kıvılcım seliyle yanık et ve kıl kokulan arasında onu sürmeye devam etti. Feci şekilde yaralanan at Daimi-os'u ateşin içinden geçirdi, ama hemen arkasından yere yığıldı. Daimios kendini yere attı, kılıcını çekti ve Nefer'e doğru koştu. Nefer de kendi kılıcını çekti ve kanyonun karşı kıyısındaki Meren'e seslendi. "Geri gel ve K | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:41 am | |
| -412- nı yanlara açarak ve titreyerek dondu kaldı. Meren onun alnını tekrar okşayın-) cayine ilerledi. Köprünün uzak ucuna vardı, iskeleyi arkasında bırakıp toynaklarının altın-'" da sağlam toprağı hissedince kişnedi ve ferahlayarak başını salladı. Hâlâ yanmakta olan engel tarafından yolu kesilen Daimios, "Atlarından birini karşıya geçirdiler. Onları hemen durdurmalıyız. Rastafa, bana atlarını ver. Zaten sakatlandılar. Ölecek olsalar bile onları karşıya süreceğim," diye bağırdı. Arkaya bakan Nefer, Daimios'un at üstünde kızgın küllerin içinden geçtiğini gördü. Küller hayvanın dizlerine kadar yükseliyordu, sakatlanan hayvan sendeledi, az daha düşüyordu, ama Daimios bir kıvılcım seliyle yanık et ve kıl kokulan arasında onu sürmeye devam etti. Feci şekilde yaralanan at Daimi-os'u ateşin içinden geçirdi, ama hemen arkasından yere yığıldı. Daimios kendini yere attı, kılıcını çekti ve Nefer'e doğru koştu. Nefer de kendi kılıcını çekti ve kanyonun karşı kıyısındaki Meren'e seslendi. "Geri gel ve Krus'u al. Ben o orospu çocuğunu oyalacağım." Hamle yapan Da-imios'u karşılamak üzere birkaç adım attı. Kılıçlar uzunlukları boyunca çakıştılar. Daimios geriye dönerek Nefer'in başına doğru hamle yaptı. Nefer bu darbeyi karşıladı, sonra bir karşı hamleyle hasmını geriye sıçramaya mecbur etti. Arkaya bakmaya kısacık bir an fırsat bulan delikanlı, Meren'in Krus'u sallanan köprüye sürdüğünü gördü. Krus köprü tabanının ayaklarının altında sallandığını hissedince, başını salladı ve gerilemeye çalıştı. Nefer ata, "Haydi git, Krus!" diye seslendi, aygır da efendisinin sesini duyunca sakinleşti ve köprünün üstünde birkaç adım attı. Ancak Daimios yine saldırıya geçtiğinden delikanlının tüm dikkatini onun üzerinde yoğunlaştırması gerekiyordu. Daimios, Nefer'in boynuna ve göğsüne birkaç kere hızlı hızlı kılıç salladı, Nefer bu hamleleri bloke edince de saldırı yönünü değiştirip delikanlının ayak bileklerine nişan aldı. Nefer kılıcın parlak çemberinin üzerinden atladı ve hasmının savunmasız kalmış omzuna yüklendi. Kılıcın Daimios'un omzuna değmesi üzerine kanın adamın güneşten yanmış ve yağlanmış kaslarının üstüne fışkırdığını gördü. Ancak Daimios bu sığ yarayı hissetmemiş görünüyordu. Birbirinden güçlü hamlelerini sürdürdü. Sırayla darbeler indirmeyi ve darbeleri bloke etmeyi sürdürdüler. Derken Daimios gerileyip sola doğru bir kavis çevirdi ve Nefer'in arkasına geçerek köprü yolunu kesmeye çalıştı. Fakat Nefer yeni hamleleriyle onu geri çekilmek zorunda bıraktı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 340 Tarafların soluk almak için durdukları o bir anın içinde Nefer alevlerin tamamıyla söndüklerini, otlardan örülü çitin yanıp yok olduğunu gördü. Öbür avcılar arabalarını bırakmışlardı, kızgın küllerin üzerinden atlayarak kavgaya katılmaya koşuyorlardı. Daimios koşan yandaşlarına, "Etrafında bir halka oluşturun ve onu öldürün!" diye bağırdı. Arkaya bakan Nefer, Meren'in Krus'a köprünün üstünde öbür yana doğru epeyi yol aldırdığını gördü. Aygır titriyor ve kalasların toynaklarının altında oynadığını hissettikçe ter döküyordu, ama neyse ki altındaki korkunç boşluğu göremiyordu. Tam o sırada öbür avcılar Nefer'e, "Senin şu saç örgünü soylu kıçına tıkacağız," gibilerden alaycı laflar atarak ve ellerinde kılıçlarını sallayarak delikanlıya doğru koşuyorlardı. Nefer köprünün başına doğru geriledi. Şimdi ancak birer birer karşısına çıkabileceklerdi, böylece alaycı lafların arkası kesildi. Adamlar köprünün başında grup halinde durdular. Daimios, "Bana bir çentik attı," dedi.'"Ben yarayı bağlarken, onun arkasından sen git, Rastafa." Adam, tuniğinin eteğinden dişleriyle bir şerit yırttı ve bununla sığ et yarasını bağladı. O bunu yaparken Rastafa köprüye koştu. Adam karanlık ve öfkeli bakışları olan çok esmer, sakallı biriydi. İriliğine karşın bir gelincik kadar hızlı ve çevikti. Sallanan köprü tabanının üstünde kolayca denge buldu ve Nefer'in boynuna doğru sert bir hamle yaptı. Saldırının şiddeti karşısında delikanlı tekrar gerilemek zorunda kaldı. Krus çarpışan kılıçların metal şakırtısını ve hemen arkasındaki bağırışları duyunca protesto eder gibi şaha kalktı. Köprü altında zıpladı ve fena halde sarsıldı, korkunç bir an boyu hayvanın dengesini kaybedip aşağıya uçması tehlikesi başgösterdi, ama bir mucize eseri olarak tekrar dört ayağının üstüne indi ve sallanan köprünün üstünde titreyerek kaldı. Sonunda sendeleyen ve köprünün kenarında sarsılan Rastafa oldu. Kollarını bir ileri, bir gen sallayarak denge bulmaya çalıştı. Nefer hemen ona doğru hızlı bir adım attı ve kılıcını adamın kaldırdığı kolunun altına sapladı. Bronz bıçak kaburgaların arasından geçerek derine kaydı. Rastafa delikanlıya şaşkınlıkla bakarak, "Çok acıyor. Çok ağrıyor, kutsal Seth!" diye inledi. Nefer kılıcını hızla çekti ve kılıçla birlikte Rastafa'nın yaşam kanı da arkasından dışarı fışkırdı. Kandan kızıla boyanan adam arkaya doğru devrildi ve -414 - -415- kollarıyla bacakları bir tekerleğin parmakları gibi açılmış olduğu halde döne döne uçuruma yuvarlandı. Sesi çılgınca bir cıyaklamaya dönüşmüştü, ama adam düşmeye devam ettikçe ses de uzaklaştı ve zırhı boğazın tabanındaki kayalara takırdayarak çarpınca aniden son buldu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 341 Bu ölüm yolculuğu karşısında dehşete düşen adamın arkadaşları köprünün başında duraklamışlardı. O daracık geçide adım atmaktan birdenbire çekiniyor görünüyorlardı. Nefer o andan yararlanarak geri döndü ve Krus'un titreyen böğrünü okşadı. "Sakin ol, Krus. Yanındayım canım benim. Haydi devam et." Efendisinin sesini duyunca rahatlayan at, köprünün sallantısının da yavaşlaması üzerine ileriye bir adım, sonra bir adım daha attı. 'Yürü, Krus, yürümeye devam et!" Böylece köprünün yarı yerine gelmişlerdi ki, Meren bağırarak Nefer'i uyardı. "Arkanda, kardeş!" Nefer yeni bir hasımla karşılaşmak için tam zamanında arkasına döndü. Bu adamın ününü duymuştu. Libyalı bir köleydi ve özgürlüğü için dövüşüyordu. Korkuyu düşünmeyerek dar köprü tabanından dosdoğru Nefer'in üzerine koşuyordu. İlk hamlesinin tam hızından yararlandı, öyle ki Nefer o ilk saldırıyı atlatmaya ancak vakit buldu. Kılıç kılıca toslarken iki hasım göğüs göğüse geldiler, serbest kollarıyla da ölümcül bir sarılışla birbirlerine yapıştılar. Güreşiyor, bir avantaj yakalamak için birbirlerini kâh yükseğe kaldırıyor, kâh itiyorlardı. Arkasındaki boğuşmayı duymak Krus'u harekete geçirdi. Öne doğru bir hamle yaptı ve karşı kıyının güvenliğine doğru birkaç adım daha yaklaşmış oldu. Nefer adamla yüz yüzeydi. Dişleri simsiyah ve testere gibi çentikliydi, nefesi ise kokmuş balık gibi kokuyordu. O pis dişlerini köpek gibi hırlayarak Nefer'in yüzüne saplamaya çalıştı. Fakat Nefer geri çekildi, sonra alnıyla tos vurarak deri miğferinin sivri ucunu adamın burnunun kemerine çarptı. Kemikle kıkırdağın kırıldığını hissetti, adam da onu salıvererek arkaya doğru sendeledi. Bu arada dengesini kaybetti ve kendini toparlamak için köprünün yanlarındaki halata sarıldı, oraya çaresizlik içinde asılı kaldı. Nefer halatı kavrayan parmakları doğrayınca halat kanlı kesik parmaklardan kurtuldu. Libyalı arkasıüstü devrildi ve havada haykırarak, kendi etrafında döne döne düşmeye başladı. Görünürde uzun zaman düştükten sonra tok bir et gürültüsüyle aşağıdaki kayalara çarptı. -416- Köprüde Nefer'in arkasında Daimios'un liderliğinde üç adam vardı. Da-ımıos yarasını sarmıştı ve hiç de yaralıya benzemiyordu. Ama iki arkadaşının başına gelenleri gördüğünden şimdi daha ihtiyatlıydı. Nefer onunla dövüşürken aralarında bir kılıç boyu aralık bırakmaya dikkat etti ve ancak Krus karşı yakaya ağır adımlarla yaklaştıkça geriledi. Derken Meren, "Karşıya geçtik, Nefer," diye sevinçle bağırdı. Nefer de Krus' | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:42 am | |
| 416- Köprüde Nefer'in arkasında Daimios'un liderliğinde üç adam vardı. Da-ımıos yarasını sarmıştı ve hiç de yaralıya benzemiyordu. Ama iki arkadaşının başına gelenleri gördüğünden şimdi daha ihtiyatlıydı. Nefer onunla dövüşürken aralarında bir kılıç boyu aralık bırakmaya dikkat etti ve ancak Krus karşı yakaya ağır adımlarla yaklaştıkça geriledi. Derken Meren, "Karşıya geçtik, Nefer," diye sevinçle bağırdı. Nefer de Krus' un toynaklarının kayalık arazide takırdadığını duydu. Meren, "Krus da karşıya geçti," diye bağırdı. Daimios'un bıçağı gözlerinin önünde şimşekler çaktırdığından Nefer dönüp bakamazdı, ama, "Köprüyü kes, Meren, halatları kes de düşsün," diye bağırdı. Daimios komutu duymuştu, panik halinde geriye sıçradı. Omzunun üzerinden arkaya bakınca köprüde ne kadar ilerlediğini, öbür yakayla arasının ne kadar uzak olduğunu fark etti. Meren köprünün bütün ağırlığını taşıyan iki kalın halatın yanında duruyordu. Kılıcıyla indirdiği ilk darbe halatı yarı yerine kadar doğradı, iplikler pof, diye ayrılarak çiftleşen yılanlar gibi çözülmeye koyuldular. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 342 Daimios'un terli yüzünde yalın bir dehşet biçimlendi ve adam daracık yolda arkadaşlarıyla birlikte kaçmaya koyuldu. Nefer hızla dönerek Meren'in halatların başında durduğu yere doğru koştu. Köprünün sonuna vardı ve atlayarak kendini sağlama aldı. Hemen öbür halata saldırarak onu da sert hareketlerle doğramaya girişti. Halatlardan biri ayrılınca bütün köprü titredi ve şiddetle bir yana yattı. Daimios kendini öne attı ve tam ikinci halat da kopup köprü boşluğa uçarken kendini sağlam yere fırlatabildi. Daimios kendini çabuk toparladı. Uçurumun kenarında durarak karşıdaki iki arkadaşa öfkeli gözlerle baktı. Nefer kılıcını kınına soktuktan sonra adamı deli eden bir jestle selamladı. "Önünde uzun bir yol var." Sonra arabanın parçalarının montajını yapmak için Meren'in yanına koştu. Bu işi Taita'nın dikkatli bakışlarının önünde birçok kez tekrar etmişlerdi. Meren kasanın bir yanını kaldırırken Nefer tekerlekleri poyraların üstüne yerleştiriyor ve tunçtan çivileri çekiciyle çakmaya çalışıyordu. Bundan sonra oku kaldırdılar ve sahanlıktaki halkalı cıvataya bağladılar. Nefer arkaya dönüp kanyonun öbür yanına bakmak için birkaç saniyesini harcadı. Daimios'la hayatta kalan avcıların arabalarına binmekte olduklarını gördü. Çitin tüten otlarının son duman kümeciklerinin arasından tek bir sıra halinde uzaklaşmalarını izledi. İzledikleri kanyonun kıyısındaki yol onları so- -417- Büyücüler Kralı / F: 27 nunda tepelerin düzleştikleri yere götürüyordu. Buradan itibaren taşıtlarını ve atlarını karşıya geçirebilecekler ve takibi sürdürebileceklerdi. "Yeterince vakit kazandık." Meren güvenli gözükmeye çalışıyordu, fakat sinirli atları köprüden geçirme çabası onu korkunç derecede sarsmıştı. Elini yaralı yanına bastırdı. Nefer onun hesabına korktu. "Belki," dedi. "Ama bu Kızıl Tanrı'ya bağlı olacak." Böyle derken boynundaki Lostris Tılsımı'na dokundu. Atları koşum takımlarına tutturdular, arkadan onları arabanın uzun okuna bağladılar. Bundan sonra arabanın sahanlığına atladılar ve atları işaret flamaları sırası boyunca sürdüler. Bu hat üstünde atları diledikleri kadar zorlayabilirlerdi, çünkü hattın sonunda onları Tarsuslu Khama'yla indüslü Drossa bekliyordu. Sürücüleri Aartla'nın ekibinin en ünlü iki kılıç ustasının onları beklediği ringe girdiklerinde atlar uzun bir süre dinlenebileceklerdi. Nefer arabayı hızlandırdı, işaret flamaları da hızla yanlarından geçti. Son yükseltinin tepesine ulaştıklarında ilerlerinde, dar ve uzun vadinin sonunda, onları buyur etmek için kapılarını sonuna kadar açmış Gallala kentini gördüler. Ama vadinin başında, kentle aralarındaki tepelerle çevrili sığ havzada yüzlerce kişilik bir kalabalık toplanmıştı. Görünüşe bakılırsa son bireyine kadar bütün kent halkı kılıç sınavını seyretmeye gelmişti. Araba hızla yaklaşırken kalabalığın uğultusunun fırtınanın sesi gibi şiddetlendiğini duydular. Kalabalığın ortasında tahta parmaklıkla işaretli bir patika vardı. Bu patika onları tam ortada beyaz taşlarla çizilmiş iki daireye götürecekti. Arabadan atlamaları üzerine seyisler atları zapt etmeye koşarken Nefer, Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 343 Meren'i kucakladı. "Sen yaralısın, dostum," dedi. "Bunda utanılacak bir taraf yok, çünkü onurla alınmış bir yaradır, ama seni engelleyecektir. Drossa'yla karşı karşıya gelmemeye çalışmalısın. O çok hızlı ve güçlü, üstelik boydan boya zırhlar içinde. Ondan kaç ve ben yardımına yetişinceye kadar da kaçmaya devam et." Bundan sonra ayrıldılar. Her biri hakemlerin onlar için uygun gördüğü dairelere yöneldi. Nefer beyaz taşların oluşturduğu çizginin başında durdu ve dairenin ortasındaki savaşçıya baktı. Tarsuslu Khama miğferi, göğüslüğü ve baldırlıklarıyla tepeden tırnağa zırh içindeydi. Nefer'le Meren de aynı korumayı istemiş olsalardı, zırhlarını yarışın başından beri arabada taşımak zorunda kalacaklardı, oysa iki zırhın ağırlığı Krus'un bile gücünü tüketirdi. -418- Nefer taş halkanın kıyısından adamını inceledi. Khama'nın miğferi kulakların yukarsında iki yana açılmış kanatlarıyla korkunç bir maskeydi, burun parçası ise bir kartal gagasıydı. Aralıklarda ışıldayan gözler insanlık dışı ve acımasızdı. Adamın göğsü de tunçtan bir zırhın korumasındaydı. Zırh eldivenleri altın renkli balık pullarıyla kaplıydı. Sol omzunda dairesel bir küçük zırh taşıyordu. Taita, "Gırtlak, bilek, koltukaltı, ayak bilekleri ve gözler," diye Nefer'i bilgilendirmişti. "Bunlar dışında her yeri kapalı." Nefer, Lostris'in Tılsımı'nı başının yukarsına kaldırdı ve uzun altın zinciri sol bileğine doladı. Sonra minik altın cismi dudaklarına götürüp öptü. Beyaz taş çemberini aştı ve Tarsuslu Khama'yla karşılaşmaya gitti. Önce sağa doğru bir kavis çizdiler, sonra geri döndüler, ama sonra Khama gözü şaşırtacak kadar hızlı bir dizi saplama ve kesme hareketiyle birdenbire üzerine saldırdı. Üstünde zırhın bu ağırlığı varken bu kadar hızlı olabileceği Nefer'in aklına gelmemişti. Adamı kendisinden uzak tutmak için delikanlının bütün hünerini ve kuvvetini seferber etmesi gerekiyordu, buna rağmen deri zırhını delen ve kaburgalarına kadar nüfuz eden bir kılıç darbesi yemenin önüne geçemedi. Birbirlerinden ayrılıp sonra tekrar birbirlerinin etrafında dönmeye başlarlarken Nefer sıcak kanının böğrüne doğru aktığını hissediyordu. Kalabalık etraflarında tıpkı fırtınalı deniz gibi uluyordu. Fakat hasımların birbirlerinden ayrılmalarını izleyen ani sessizlik içinde Nefer öbür ringden gelen acı dolu bir ses duydu. Meren'in sesini tanıdı. Meren bir kılıç darbesi yemişti ve çığlığına bakılırsa ağır bir yara almıştı. Nefer'in yardımına ihtiyacı vardı, belki de hayatı buna bağlıydı. Fakat daha önce bu Khama gibi bir hasımla karşılaşmadığından Nefer'in kendi hayatı da müthiş bir tehlikedeydi. Taita bile adamın zayıf bir yanını fark edememişti, fakat metale çarpan metal takırtıları arasında birbirlerine kavuştukları sırada Nefer onda çok küçük bir kusur fark etti. Khama omuz altından bir kesme hareketine giriştiği zaman kısa bir an sağ yanını açıkta bırakıyor ve başını öne sürüyordu, bu ise genelde zarif ve akıcı stiliyle çelişen hantalca bir hareketti. Nefer uzun süre karşı koyamayacağının farkındaydı. Yılan ona göre fazla becerikli ve güçlüydü. Delikanlı sonunda bir kumar oynadı. Sağ kalçasını açıkta bırakan bir hareket yaptı, Khama bunun üzerine tıpkı saldıran bir engerek yılanı gibi aşağıdan harekete geçti. Bu arada önü açılmış ve başı öne itilmişti. Buna hazırlıklı olan Nefer hemen kalçasını çekti, kılıç da kan akıtmadan sadece etekliğinin ucunu kesti. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 344 -419- Nefer'in zincirinin ucunda fırıl fırıl döndürdüğü Lostris'in Tılsımı göz kamaştırıyordu. Derken | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:42 am | |
| -419- Nefer'in zincirinin ucunda fırıl fırıl döndürdüğü Lostris'in Tılsımı göz kamaştırıyordu. Derken delikanlı onu sapan gibi kullandı, atışını hızlandırmak için zincirinden yararlandığından altın cisim ok gibi fırlayan bir ışık huzmesine dönüşmüştü. Böylece Khama'nın miğferinin göz deliğinin içine çaktı, keskin metal kenar da adamın göz yuvarlağını dibine kadar yardı. Altından maskesinden pelte gibi göz sıvısıyla kan boşanan Khama gen geri sendeledi. Adam duyduğu acıdan adeta kör olmuş, yönünü şaşırmıştı. Patlamış göz yuvarlağına ulaşmak için miğferi başından koparıp atmaya çalıştı. Miğferin kenarı kalkıp boğazı ortaya çıkınca Nefer kılıcının ucunu adamın gırtlak çıkıntısının bir parmak yukarsına sapladı. Kılıcın ucu yukarıya doğru açı çevirerek Khama'nın beyninin arkasına kadar kaydı. Adam kollarını iki yana açıp yere yığıldı. Zırhı güneşten kavrulmuş toprağa takırdayarak çarpmadan önce ölmüştü bile. Nefer sandaletini hasmının boğazına dayadı ve kılıcının ucunu, adamın miğferinin metaliyle kafatasının kemiği arasında sıkıştığı yerden çıkarmak için bütün gücüyle çekmek zorunda kaldı. Cesedi olduğu yerde bıraktı ve tılsımın zincirini yine bileğine dolayarak ringden fırladı. Meren'in ölümcül bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu bildiği öbür ringe ulaşmaya çalışıyordu, ama kalabalık ona engel oluyordu. Delikanlı kendine yol açmak için kılıcını çekti, seyirciler de korkuyla önünden kaçıştılar. İnsan kalabalığını yarıp geçtiğinde Nefer ikinci ringde Meren'in silahını elinden düşürdüğünü, sağ böğründeki bir yaradan ve kulağını yarı yerine kadar yarmış bir kesikten sel gibi kan kaybettiğini gördü. Kulağı iplik gibi sarkmış bir et parçasının ucunda sallanıyordu. Delikanlı bu halde Drossa'dan kaçmayı başarıyor, hasmının kılıcının menzili dışında kalmak için panik içinde geri geri gidiyordu. Drossa gülüyor, öldürme zevkiyle boğa gibi böğürüyor, korkunç ses te- pelikli savaş miğferinin içinde yankılanıyordu. Öldürücü darbeyi indirmek için Meren'i uygun pozisyona sürmeye çalışıyor, bu arada acele etmiyor, mücade lenin her anının zevkini çıkarıyordu. - Drossa'nın Nefer'e arkası dönüktü. Delikanlı onun üzerine sıçradı ve adamın zırhının bağlama yerine kılıcıyla nişan aldı. Fakat Drossa vahşi bir hayvanın içgüdüsüyle tehlikeyi sezdi ve bu yeni gelen hasma doğru hızla döncıü. Nefer'in hamlesi metal göğüslüğe çarparak geri tepti, Drossa bu arada kılıcıyla delikanlının başına nişan aldı. Nefer kendini geri attı ve iki vahşi hayvan gibi birbirlerinin etrafında dönmeye başladılar. -420- Meren fırsattan yararlanarak düşürdüğü kılıcını almak için eğildi, fakat Drossa onun üzerine atladı. Meren o kadar zayıf düşmüştü ki sendeleyip kapaklandı. Drossa tekrar yere düşen kılıcı bir tekmeyle ringin dışına fırlattı ve ayağını Meren'in omuzlarının arasına dayayıp onu yere mıhladı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 345 "Bak gör, bütün dünyayı titreten güçlü Firavun, oğlanın nasıl elimde." Bir celladın indirdiği darbeyi taklit etti, ama kılıcının keskin kenarını Meren'in ensesine dayamakla yetindi. "Ne dersin, sana onun kellesini vereyim mi? Bir hükümdara layık bir armağan olur doğrusu." Nefer'in öfkeden gözleri karardı, onu yerde yatan Meren'den uzaklaştırmak için Drossa'nın üzerine saldırdı. Kılıcın baldırında açtığı kesiği hissetmesi üzerine aklı başına geldi. Kendini arkaya atınca Drossa'nın miğferdeki yarıklardan gözüken gözlerinden adamın onunla oynadığını ve bunun her anından sadistçe bir zevk aldığını fark etti. Drossa kendine göre bir artistti, kalabalık da onun gösterisinden hoşlanmıştı. Alkışları ve bağırışlarıyla belli ediyorlardı bunu. Meren birden uzanıp her iki kanlı eliyle Drossa'nın ayak bileğini yakaladı ve adamı devirmeye çalıştı. Drossa sendeledi ve küfür ederek bir tekmeyle ayağını kurtardı, fakat bir an için dengesini kaybetmişti, Nefer de bundan yararlanarak saldırıya geçti. Hasmının boğazına, miğferinin çene parçasıyla göğüslüğünün tepesinin arasına nişan almıştı. Fakat Drossa bedenini yana kıvırınca Nefer'in kılıcı metalin üstünde tıngırdadı. Nefer öldürücü darbeyi indirme şansını kaçırmış, ama bu sayede Dros-sa'yı kurbanının üstünden uzaklaştırmıştı, Meren de bu arada zar zor ayağa kalkmış ve Nefer'in arkasına sendeleyerek arkadaşını bir tür koruma kalkanı gibi kullanmaya başlamıştı. İki hasım yine birbirlerinin etrafında fır dönüyorlardı. Nefer umutsuzluğun soğuk nefesini yine hissetmeye başlamıştı. Drossa gibi bir adamın ona yeni bir şans tanımasını hiç olası görmüyordu. Çaresizlik içinde tılsımla bir deneme daha yaptı. Onu altın zincirinin ucunda döndürerek Drossa'nın miğferindeki göz yarıklarına nişan aldı. Fakat Drossa anında çenesini indirince altından tılsım miğferin alnından arkaya sekti. Tılsım eğer zincirin ucunda olmuş olmasaydı Nefer onu kaybederdi, ama onu geri çekebildi ve zinciri yine sol bileğine doladı. "Bu silah değil, çocuk oyuncağı." Drossa alayla güldü. Yine birbirlerinin etrafında döndüler ve kandırıcı hareketler yaptılar. Drossa kolay hareket ediyor, fakat Meren'i koruma çabasından dolayı Nefer engelleniyordu. Saldırıya geçip Meren'i korumasız bırakamazd | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:42 am | |
| Drossa ikisiyle bir kuzu sürüsünü yöneten çoban köpeği gibi oynuyor, onları beyaz taş sırasına doğru sürüyordu. Kalabalığı hoşnut edecek gösterişli bir darbeyle onları öldürmeyi, böylece ününü artırmayı amaçlıyordu. Derken kalabalığın içinden biri, "Avcılar!" diye bağırdı, bütün başlar da uzun vadinin ucundaki yükseltinin tepesine çevrildi. Daimios'un arabası ufuk çizgisinin üstünde belirmişti. Köprü başında onurunun kırılmasını unutturmak ister gibi atlarını alabildiğince zorluyordu. Kafilesindeki öbür arabaları çok geride bırakmıştı. Fırtına gibi aşağıdakilerin üzerine geliyordu. "Sen bana aitsin, kudretli Mısır!" Drossa, Nefer'le alay etmeyi sürdürüyordu. "Daimios gibi bir türedinin saç örgünü benden almasına izin vermeyeceğim." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 346 Nefer miğferin yarıklarındaki soluk renkli gözlerdeki buz gibi kararlılığı görebiliyordu. Meren'e, "Eğer yere düşersem kendini kurtarmaya bak. Ringden çık," diye fısıldadı. Meren, "Hayır, Firavun. Cennete giden yolda mızrakçın olarak seninle geleceğim," dediyse de kuvvetinin kesilmesi üzerine bacakları altında bükülüver-di ve kanlar içinde yere çöktü. Drossa fırsattan yararlanarak çığ gibi Nefer'in üzerine çöktü. Kılıcı Nefer'in umutsuz gardının üstüne bir demircinin çekicinin örse çarpışı gibi madeni şakırtılarla iniyordu. Her darbe delikanlının sağ kolunu omzuna kadar sarsıyor ve uyuşturuyordu. Uzun zaman dayanamayacağının farkındaydı. Buna rağmen her darbeyi tahmin etmek için Drossa'nın gözlerini gözlüyordu. Öldürücü darbeyi indirmeye hazırlanırken adamın gözlerinin daraldığını ve ışıldadığını gördü. Darbe tıpkı gökten inen yıldırım gibi yüksekten boşandı, Nefer'in bütün yapabildiği de bunu karşılamak için kendi kılıcını başının yukarsına kaldırmak oldu. Hasmının kılıcını tek bir elle döndüremeyeceğini veya durduramayacağını biliyordu, Drossa buna fırsat vermeyecek kadar güçlüydü. Bunun üzerine kılıç tutan eline destek olması için sağ bileğini sol eliyle kavradı. Altından tılsımı tutan eliydi bu. İki kılıç öylesine bir şiddetle çarpıştılar ki tunç karşı koyamadı. Her iki kılıç da çatırdayarak koptu ve beyaz taş çemberinin dışına fırladı. İkisi de bir tek vuruşla silahsız kalmışlardı ve bir an boyu şaşkın halde bakıştılar. Kendini ilk toparlayan Nefer kılıcının kabzasını Drossa'nın kafasına -422- fırlattı. Hasmı içgüdüsel olarak başını eğdi. Nefer öne atılınca göğüs göğüse geldiler. İki tapınak dansçısı gibi birlikte dönüyorlar, bir sağa, bir sola gidiyorlar, birbirlerini devirmeye çalışıyorlardı. Drossa bir ara kollarını Nefer'in koltuklarının altına geçirdi ve zırhlı yumruklarını delikanlının kürek kemiklerinin arasında kilitledi. Gümüş bilezikleri ve altından eldivenleriyle Nefer'i tunçtan zırhının üstünde ezmeye başlamıştı. Nefer yükseğe kaldırılmasına karşı koyamadı. Kendini savunmak için Lostris'in Tılsımı dışında silahı yoktu. Kuvvetinin son katresiyle altın zincirin bir ilmeğini Drossa'nın miğferinin üzerine geçirmeyi başardı. Bileklerini kıvırarak zinciri döndüre döndüre aşağıya itti ve sonunda miğferin altındaki aralığı ve Drossa'nın boynunu buldu. Nefer uçlarına asılarak zinciri döndürüyordu. Sonunda altın halkaların canlı eti kesmeye başladığını hissetti. Drossa gürültüyle soludu ve Nefer'i salıvererek her iki elini boynuna attı. Nefer'in bileklerini yakalayarak boynundan uzaklaştırmaya çalıştı. Ancak bu hareket, halkaların kesme gücünü artırmıştı. Miğferin yarıklarının içersine bakan Nefer, Drossa'nın gözlerinin yuvalarından fırladığını ve kanla dolduğunu gördü. Zinciri sağ bileğinin etrafına bir kere daha dolayarak sağa ve sola doğru testereleme hareketlerini sürdürdü. Drossa'nın gırtlağından gargaralamaya benzer bir ses çıktı ve gözlerinin birinde bir damar patladı. Göz olgun bir çilek gibi yuvasından fırlamıştı. Drossa hâlâ Nefer'in bileklerine sarılmış durumda dizlerinin üstüne çöktü. Delikanlı onun tepesine dikilmiş durumda bileklerini kıvırarak zinciri daha da Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 347 sıkıştırıyordu. Sonunda zincirin kıkırdaksı bir maddeyi kestiğini hissetti. Drossa'nın soluğu, kesilmiş nefes borusundan rüzgâr gibi boşandı. Nefer zincirin bir ilmeğini daha bileğine doladı ve tekrar çekti. Zincirin, kemiğe kadarki yolunun üstündeki bütün dokuları kestiğini hissediyordu. Miğferin aralığından iri iri damlalar halinde kan süzülmeye başlamıştı. Nefer bunun üzerine toparlanıp kalan bütün gücünü kullandı. Zincir Drossa'nın boynunda iki omurun arasındaki eklemi buldu ve kesti. Adamın kafası omuzlarından fırladı ve hâlâ ağır miğferin içinde olarak ringin öbür ucuna yuvarlandı. Nefer arkaya doğru sendelerken hakemin onu galip ilan ettiğini duydu. Kanlı altın zinciri tekrar boynuna geçirirken çılgına dönmüş kalabalığın başlarının üzerinden tepenin yamacına baktı. Daimios'un arabası yamacın yarı yerine varmıştı ve dörtnala üzerine geliyordu. Nefer, Meren'in üzerine eğildi. "Ayakta durabilecek misin?" diye sordu, ama Meren deneyince bacakları altında büküldü ve ayaklar altında çiğnenmiş - 423 - toprağın üstüne serildi. Nefer onu bir kolundan çekerek ayağa kaldırdı, sonra kolunu onun boynuna doladı. Ağırlığına omuzlarıyla destek olarak Meren'i ayağa kaldırdı, onu dizlerinin altından kavradı ve hareketsiz vücudunu omuz-ladı. Meren'in başı sırtında, bacakları ise önünde sallanıyordu. Meren ağır bir erkekti, Nefer de hemen hemen tükenmişti, vücudunun sınırlarını zorluyordu. Onunla beklemekte olan arabaya doğru sendeledi ve arkadaşını olduğu gibi taban tahtalarının üstüne bıraktı. Bir saniye kadar kendisine yakın tekerleğe soluk soluğa dayandı ve arkaya baktı. Daimios yamacın dibindeki düzlüğe ulaşmıştı. Belki dört yüz adımlık bir mesafedeydi ve hızla yaklaşıyordu. O kadar yakındı ki Nefer adamın yüzündeki utkulu ifadeyi görebiliyordu. Daimios öne eğildi ve uzun siyah kırbacı atlarının üstünde şaklattı; hayvanlar anında öne fırladılar ve daha da hızlı yaklaşmaya koyuldular. Öbür avcıların arabaları da onu yokuş aşağı izlemekteydiler; toplam altı taneydiler. Durup onların hepsiyle çarpışmak düşüncesini Nefer hemen aklından çıkardı. Şimdiki durumunda yalnız Daimios'la başa çıkabileceği bile şüpheliydi. Kaçmak zorundaydı. Delikanlı ipi Meren'in vücuduna doladı, koltukaltlarından geçirdi ve onu taban tahtalarına bağladı. Sonra sürünürcesine arabaya bindi ve Meren'i bacaklarının arasında tutarak durdu. Atları başlarından tutup zapt eden seyislere, "Onları serbest bırakın!" diye seslendi. Seyisler denileni yaptılar ve kenara sıçradılar. "Koş, Döv! Koş, Krus!" Atlar birlikte harekete geçtiler, kalabalık da önlerinde dağıldı. Nefer başlarını vadinin öbür ucuna, kentin açık kapılarına doğru çevirdi, onlar da koştular. Araba sallanıp zıpladıkça Meren, Nefer'in ayaklarının arasında istemsiz olarak inliyordu, Nefer de yolun üstündeki pürüzlü yerlerden kaçmaya çalışıyordu. Arkasında bir kırbacın sakladığını duyunca başını çevirdi ve Daimi-os'un onları sıkıştırdığını gördü. Atlarını kırbaçlıyor ve onlara öfkeyle bağırıyordu, fakat Dov'la Krus, Daimios'un kırbaçla tüm çabalarına rağmen onları daha fazla yaklaştırmadılar. Nefer ileriye baktı ve aşmak zorunda oldukları mesafeyi hesaplamaya çalıştı. Gallala'nın kapılarına yarım fersahtan daha az bir yolları kalmıştı. Nefer duvarları ve girişteki kırmızı taştan kolonları süsleyen palmiye yapraklarından örülü çelenkleri daha şimdiden görebiliyordu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 348 O an dikkatinin dağılmasının bedelini ödedi. Tekerleklerinden birinin patikanın kenarındaki bir kaya çıkıntısına çarpması üzerine araba yükseğe fırladı -424- ve altında hızla döndü. Az daha devriliyordu. Nefer taşıtı kontrol a | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:43 am | |
| 424- ve altında hızla döndü. Az daha devriliyordu. Nefer taşıtı kontrol altında tutmaya çabalarken Krus da ona arabayı dengelemekte yardımcı oldu . Ama şimdi arkaya bakınca hatasının ona pahalıya patladığını gördü. Daimios aralarındaki açıklığın yüz adımını kapatmış ve harbe sıralarına ulaşmıştı. Nefer onun, yanındaki okluğa uzandığını ve kayışı bileğine sardığını gördü. Nefer ona bir karşılıkta bulunacak durumda değildi. Bütün oklarını harcamış, yayını kanyona fırlatmıştı, Drossa'yla yaptığı düelloda ise kılıcı kırılmıştı. Bir kırbacı bile yoktu. Tek savunma aracı hızdı. Atlarına, "Koş, Döv! Koş, Krus!" diye seslendi. Adlarını duyunca atların kulakları kıpırdadı. Toynakları katı toprağı dövüyor, Taita'nın kara yağı da kurumakta olduğundan tekerleklerin poyraları gıcırdıyordu. Derken başka toynak sesleri duyuldu. Nefer'in atlarının toynaklarının sesine karışıyordu bu sesler. Bu kez arkasına bakınca Nefer Daimios'un daha da yaklaştığını, atlarının sırtının ve böğrünün kırbaçlanmaktan kan içinde kaldığını gördü. Daimios'un elinde fırlatılmaya hazır bir harbe vardı ve onu fırlattı. Nefer mızrağın hasmının elinden fırlayıp zehirli bir böcek gibi yaklaştığını görüyordu. Harbe sağ ayağının yanında taban tahtasına saplanınca delikanlı içgüdüsel olarak irkildi. Harbe, saplı olduğu yerde titreyip duruyordu. "Koşun canlarım!" Nefer'in sesi tizleşmişti, atlar da bunu duydular. "Elinizden geleni yapın!" Krus kalan gücünü biraz daha zorladı ve Dov'u da yanı sıra sürükledi. Daimios'un kırbaçlanmış kanlı atlarıyla arayı açmaya başladılar. Daimios, "Daha hızlı domuzlar!" diye bağırıyordu. "Daha hızlı koşun, yoksa sırtınızın derisini diri diri yüzerim." Uzun kırbaç şaklarken gözle görülmeyen bir ip iki taşıtı birleştirmiş gibi birlikte yarışıyorlardı. Daimios başka bir harbe çekerek kayışı bileğine sardı. O atış için kolunu arkaya atarken Nefer zamanı çok iyi hesapladı, Dov'un Krus'un omzuna doğru eğilmesi üzerine araba hafifçe yana kaydı, bu kadarı ise kargının Nefer'in omzunun üzerinden boşa gitmesine yetti. Fakat bu manevra mesafe kaybetmelerine neden olmuştu, Daimios da sonuncu harbeyi kaparak kayışı bileğine sardı. Artık çok yakındı. Nefer çaresizlik içinde ona bakıyordu. Atlarının komutu daha kolay algılamaları için dizginleri biraz daha sıktı. Daimios harbeyi fırlatmak için tam sağ omzunu hızla çevirdiği sırada Nefer atlarını aksi yöne sevk etti ve onları dörtnala koşturdu. Fakat harbe Daimios'un elinden ayrılmamıştı. Bir aldatma numarasına baş vurmuştu. Harbeyi yine atış durumuna geçirdi. - 425 - Nefer yine geriye dönmek ya da patikadan ayrılıp engebeli araziye ve dağınık kayaların arasına sapmak zorundaydı. Hareket açısını değiştirdi, Daimios da bu kez Nefer'e değil, dönüş sırasında böğrü açıkta kalan Dov'a nişan aldı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 349 Kargı kısrağın omzuna saplandı. Derisiyle kas demetini delip geçti, ama sonra kemiğe çarparak yaşamsal organlarına ulaşamadı. Ölümcül bir darbe değildi bu, ama sakatlayıcı olduğu muhakkaktı. Kargının ucu çatallı olduğu için hayvanın yanında sallanıyor ve attığı her adımı engelliyordu. Döv çabalıyor, elinden geleni yapıyordu, ama artık Krus'a ayak uydura-mıyor, akan kanları da Nefer'in bacaklarının üstüne sıçrıyordu. Delikanlı arabanın altında yavaşladığını hissediyor ve Dov'a seslenmesine rağmen, harbe attığı her adımla kısrağın böğrüne çarpıyor ve ön ayaklarına dolaşıyordu. Daimios ileri atıldı. Nefer de hasmının atlarının arabasının tekerleğiyle bir hizaya geldiğini gözucuyla gördü, Daimios'un çabayla zafer sevincinden bo-ğuklaşmış sesini ise kulağının içinde duydu. "Senin için her şey bitti, Nefer Seti. Artık elimdesin." Nefer başını çevirip Daimios'a baktı. Adamın dudakları, kazıklı hummaya yakalanıp ölmüş bir cesedinki gibi korkunç bir grimasla sonuna kadar açılmıştı. Sonuncu harbesini fırlatmış, kırbacını da atmış, ama kılıcını çekmişti. Kapılara kadar ne kadar bir yol vardı? Beş yüz adımdan az. Kapılar ne kadar yakın, ama aynı zamanda ne kadar uzaktı! Delikanlı içgüdüsel olarak tapınağın damına baktı. Üstünde minik siluetler diziliydi, aralarında tahmin ettiği gibi Mintaka'nın tuniğinin al rengini seçti ve sevgilisinin, başının yukarsında yeşil bir dal salladığını, uzun siyah saçlarının da kuzey rüzgârında bir flama gibi dalgalandığını gördü. İşte her şeyden değerli bir ödül, diye düşünerek eli, ayağının yanında taban tahtasına saplanmış olan Daimios'un harbesine gitti. Harbenin başı tahtanın derinine saplanmıştı, ama delikanlı jm kuvvetini toplayarak çekti, çevirdi ve en sonunda onu tahtanın içinden kurtardı. Harbeyi fırlatmak için sırımı yoktu, bunun yerine harbeyi bir süngü gibi tuttu ve düşmanına baktı. Nefer'in elindeki silahı görünce Daimios'un gözleri kısıldı ve adam kılıcıyla hemen gard pozisyonunu aldı. Arabasını Nefer'inkinın yanına sürerek delikanlıya doğru bir hamle yaptı. Nefer darbeyi harbenin sapıyla geri çevirdi. İki araba birbirinden ayrıldı, ama sonra birbirlerine o kadar şiddetle çarptılar ki aracının yanından yere savrulma tehlikesi geçiren Nefer var gücüyle dizginlere asılmak zorunda kaldı. -426- Daimios bu kez Nefer'in saç örgüsünün bağlı bulunduğu uzun sırığa kılıcıyla çarptı, ama sert bambuyu koparamadı. Kendini toparlayan Nefer de Daimios'a harbeyle saldırarak onu geri sürdü. İki araba şimdi tekerlek tekerleğe hız yapıyorlardı. Nefer'le Daimios arabalarından birbirlerine doğru eğilmişler, silahlarıyla saplama ve kesme denemeleri yapıyorlardı. Tunçtan bıçak Nefer'in göğsüne çarptı, delikanlı da kendini dizginlere doğru attıysa da göğüslüğünün derisi kesildi ve delikanlı kesici kenarın etine battığını hissetti. O da harbenin ucunu Daimios'un yüzüne doğru savurdu ve adamı geri çekilmeye zorladı. Harbenin çatalı derisine gömülü olan, sapı ise her attığı adımda bacaklarına çarpan Döv var gücünü harcıyordu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 350 Nefer birçok sesin uğultusunu duyuyordu. Sesler önce hafifti ve toynakların ritmi ve tekerleklerin gıcırtısıyla gümbürtüsünün arasında boğuluyordu, ama atılan her adımla kuvvetleniyordu. Delikanlı başını kaldırdı ve akarak gözlerini yakan terlerin arasından hemen ilersinde kapıları gördü. Kentin duvarla-rıyla damlar insan doluydu. Yasalarıyla alkış seslerinin arasında Mintaka'yı duyar gibi oldu. "Başar, sevgilim, benim için başar!" Bu ses hayalinin ürünü olabilirdi, ama buna rağmen ona güç verdi. Atlara seslenerek dizginlerini toparladı. Ne çare ki Döv sendeliyordu. Daimios yine saldırıya geçti, ama bu kez darbeyi adama değil, harbeye indirdi. Kılıcın keskin kenarı harbenin sapını Nefer'in yumruğuna birkaç santim kala doğradı ve delikanlıyı elinde işe yaramaz bir maden parçasıyla bıraktı. Nefer parçayı Daimios'un kafasına fırlattıysa da adam başını eğerek kendini kurtardı, sonra Nefer'e doğru yine bir hamle yaparak delikanlıyı, keskin kenardan kaçmak için araba sahanlığının öbür yanına kaçmak zorunda bıraktı. Daimios anında avantajdan yararlandı ve Nefer'in önüne geçti. Geçerken Nefer'in saç örgüsünün ucunda dans ettiği çomağı yakaladı. Onu kırmaya çalıştı, ama çomak ikiye katlanmakla beraber çabalarına karşı koydu. Daimios çomağı hâlâ bir eliyle tutarken öbür eliyle gür siyah kümesine uzandı. Saç, adamın parmak uçlarının ucunda zıplıyor ve dans ediyordu, ama Daimios aynı zamanda kılıcının kabzasını tutmaya çalıştığı için ganimeti kavramayı başara-mıyordu. Kılıcını elinden bıraktı ve bu kez örgüyü yakalayıp koparmaya çalıştı, ama bambu esnek ve sağlamdı, saç örgüsü de çok sıkı bağlanmıştı. Krus ile Daimios'un aksi yöndeki atı omuz omuza koşuyorlardı. Daimios bütün dikkatini ganimeti bambu çomağından koparmaya vermişti. Nefer'in si- -427- l lahsız olduğunu ve bir tehlike oluşturmadığını biliyor ve ilerlerinde beliren taş kapıları görmezlikten geliyordu. Nefer, Krus'a, "Ona yüklen!" diye bağırdı. "Omzunu bastır!" Nefer bir yan- f dan da dizginleri sağa, sola ve öne arkaya çekiştiriyordu. Bunca aydır çölde bunun talimini yapmışlardı. Taita öbür atları yönetirken Nefer, Krus'a bu güç çekişmesinden zevk almayı öğretmişti. Şimdi de büyük sağ omzuyla düşmanın atını zorluyor, omzunu o atın omzunun altına sokarak hayvanı kaldırıyor ve dengesini bozuyordu. Kapıların iki yanında yontulmuş kırmızı taştan bir çift sütun yer alıyordu. Yüzyılların kum yüklü rüzgârları onları cilalamış ve biçimlendirmiş olsa bile hâlâ muazzam ve ürkütücüydüler. Nefer, Krus'a, "Onu yana sür!" diye bağırdı ve dizginleri sertçe çekerek cesaretlendirdi. Krus öbür atı bir yarda daha yana itti, öyle ki hayvan dosdoğru kırmızı taş duvara yönelmişti. Daimios son dakikada olanların farkına vardı. Duyduğu dehşeti dile getiren bir çığlık atarak bambu çomağını salıverdi ve arabasına tekrar hâkim olmaya çalıştı. Fakat Krus öbür ata hâkimdi ve onu paldır küldür taş kapıya doğru sürüyordu. Daimios uçar gibi yol alan arabayı durdurup çarpışmayı önleyemeyeceğini anlamıştı. Arabadan atlamaya çalıştı, ama çok geç kalmıştı. Atlarının ikisi de son süratle taş sütuna tosladılar ve anında öldüler. Nefer çarpışma anındaki dehşet çığlıklarını, kırılan kemiklerin çatırtısını ve tahtaların parçalanışını duydu. Tekerleklerin biri yerinden koptu ve bir an Nefer'in aracının yanında yuvarlandı. Daimios da harbelerinden Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:43 am | |
| biri gibi dosdoğru duvarın üstüne savruldu. Başı önde olmak üzere taşa çarptı ve kafatası fazla olgun bir kavun gibi patladı. Kuvvetli beyaz dişleri kırmızı taşın yüzeyine saplanıp kalmıştı. Sonradan küçük çocuklar tarafından taşın içinden sökülecekler ve altın zincirlere geçirilerek hatıra eşyası olarak pazar yerlerinde satılacaklardı. Nefer, Krus'la Dov'u yöneterek kapıdan geçirdi. Bu arada tekerleklerinden biri kırmızı taşı sıyırdıysa da iki yanında neşeli kalabalıkların sıralandığı kentin anacaddesinden hızla geçmeye başladılar. Kentliler caddeye palmiye yaprakları ve çiçekler, hatta kendi atkılarıyla baş örtülerini; başka giyim eşyalarını serpmişlerdi. Nefer'i endişelendiren ilk şey Dov'du. Atları durdurup arabadan atladı ve yaralı kısrağın başına koştu. Harbenin dikenleri omzunun içlerine saplanmıştı. Nefer bunların çıkarılması için yalnız Taita'ya güvenebilirdi, ama en azından -428 - harbenin sapını kırarak hayvanın yanında sallanmasını önledi. Sonra tekrar arabaya atlayarak dizginleri eline geçirdi. Kalabalıklar caddeye boşanıp yürüyüş hızıyla ilerleyen arabanın yanında koşmaya başladılar. Ellerini uzatıp Nefer'e dokunuyorlar, yaralarından bacaklarına sızan kanı baş örtüleriyle siliyorlardı. Bir Tanrı'nın, bir Firavun'un ve bir Kızıl Yol savaşçısının kanı kumaşı bir kutsal emanete dönüştürecekti, isterinin pençesinde övgülerini yağdırıyorlardı. "Bizim için dua et, güçlü Mısır. Gerçek Firavun!" "Bize önderlik et, büyük Firavun. Zaferini bizlerle paylaş." "Kızıl Tanrı'nın kutsal kardeşi, selam sana!" "Bin yıl, sonra bin yıl daha yaşa, gerçek Firavun Nefer Seti!" Forum'un ağzında kalabalık o kadar yoğundu ki kentin muhafızlarının arabanın önünden koşup sopalarıyla onları yolun üstünden uzaklaştırmaları gerekti. Nefer ancak bundan sonra arabasıyla forum'a girebildi. Forum'un ortasına kurulmuş taş platformun üstünde Hilto'yla Şabako yeni savaşçı kardeşlerini buyur etmek için bekliyorlardı. Nefer ezilmiş, tozlanmış ve orasına burasına kan bulaşmış arabayı platformun altında durdurdu, iki adam da gelerek Meren'i kaldırmasına yardım ettiler. Onu hep birlikte Taita'nın beklediği Hathor Tapınağı'nın içine taşıdılar. Meren'i Taita'nın hazırladığı sehpanın üstüne yatırdılar, ihtiyar Büyücü de hemen kolları sıvadı. Önce delikanlının yanındaki derin kılıç yarasıyla ilgilendi. Merykara'nın gözyaşları Meren'in kırık ve kanayan vücudunun üstüne damlıyor ve yaralarını yıkıyordu. Kızıl Yol savaşçıları Nefer'i yine forum'a götürdüler. Delikanlı bundan sonra basamakları indi, arabadaki iki saç örgüsünü aldı ve onları platformun ortasındaki sacayağının üstünde yanan mangalın başına götürdü. Mangalın önünde yere diz çöktü ve, "Hiçbir düşman onurumuzun ve silahşorluğumuzun bu simgelerine el atamadı," dedi. Saç örgülerini bütün dünyanın görmesi için yükseğe kaldırdı, sonra da net ve gururlu bir sesle, "Onları Kızıl Tanrı'ya adıyorum," diye bildirdi. Örgüleri ateşin içine attı. Saçlar parlak bir ışık vererek yandılar. Nefer ayağa kalktı. Ayakta dururken aldığı yaralardan dolayı zayıf düştüğü için sendeliyordu. "Kızıl Yol'u aşmayı başardım. Yaşım yeterli olmasa bile, Mısır'ın çifte tacı üzerindeki hakkımı kanıtladım. Firavun olduğumu ilan ediyorum. Gerçek Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 352 -429- olan tek Firavun benim. Taç üzerinde hak iddia edecek olan başkaları başlarına geleceklerden kendileri sorumlu olacaklar." Oradakilerin hepsi Nefer'i alkışlarken Kızıl Yol'un savaşçıları önünde diz çöktüler, sağ eliyle ayağını öptüler ve ölünceye, hatta sonsuzluğa kadar ona bağlılık yemini ettiler. Nefer herkesin susması için sağ kolunu kaldırdı, fakat bacakları altında bükülüverdiler, Mintaka koşup ona destek olmasa düşebilirdi. Bir kolunu kızın omuzlarına dolayarak onun gözlerinin içine baktı ve, "Her ne yaptıysam Mısır için ve senin için yaptım aşkım," diye fısıldadı. Sesi o kadar hafif ve boğuktu ki onu yalnız Mintaka duyabildi. Genç kız uzanıp onu dudaklarından öptü, halk da bu jesti bir nişan bildirisi olarak kabul etti. Bağırdılar, hem de o kadar uzun bağırdılar ki bu sesin yankıları duvarların ötesindeki yarlara tünemiş kaya güvercinlerini ürkütüp kaçırdı. İki büyük nehrin sularının üstünde yüzen kent, önlerinde koparılmaya hazır bir nilüfer çiçeği gibi uzanıyordu. Duvarları yakılmış tuğladandı. Hemen hemen on beş metre kalınlığında ve bu iyi sulanan bereketli ülkedeki en yüksek palmiye ağacından daha yüksektiler. Trok, Medialıİştar'a, "Peki, uzunlukları ne kadar?" diye sordu. "Bu kentin etrafını arabayla dolaşmak ne kadar bir yoldur?" İştar ona, "On fersah, majesteleri," dedi. "At üstünde yarım günlük bir yolculuk." Trok arabasının sahanlığında olduğundan daha uzun boylu görünüyordu. Elini gözlerine siper etti. "Efsanedeki Mavi Kapı mı bu?" diye sordu. İştar'ın Babil krallık kentinde on beş yıl yaşadığını ve büyücülük hünerlerinin büyük kısmını burada Marduk Tapınağı'nda öğrendiğini biliyordu. Kentin kapısı bu uzaklıktan bile dev bir elmas gibi ışıldıyordu. Eşik o kadar genişti ki on araba buradan yan yana geçebilirlerdi. Sedir tahtasından kapılar ise birbirlerinin omzuna binmiş on adam yüksekliğindeydi. Trok, "Renkleri gerçekten de maviymiş," diye mırıldandı hayranlıkla. "La-pis taşıyla kaplı olduklarını duydum." "Değil, majesteleri." İştar'ın yüzünde küçümser bir gülümseme biçimlenmişti. "Bunlar seramik plakaları. Her biri Babil'in iki bin on tanrısından birini betimliyor." Trok, Mavi Kapı'nın iki yanında kilometrelerce uzanan duvara bir generalin bakışıyla göz attı. iki yüzer adımda bir nöbetçi kuleleri bulunduğu gibi, dev duvarlar ayrıca belli aralıklarla payandalarla desteklenmişti. İştar onun ne düşündüğünü anlamıştı. "Duvarın tepesinde iki arabanın yan yana geçmesine izin verecek genişlikte bir yol var. Sargon bir kuşatma ordusunun tehdidindeki herhangi bir noktaya bu duvar boyunca bir saatin içinde beş bin kişilik bir kuvvet sevk edebilir. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 353 Trok etkilenmediğini anlatmak ister gibi homurdandı. "Hangisi olursa olsun, her duvar aşılabilir. Bir tek gedik bile bize yeter." İştar ipek yumuşaklığında bir sesle, "Bir de iç duvar var, kutsal Firavun. Ve o da ilki kadar aşılamaz cinsten," dedi. "Kendimize öyle ya da böyle bir geçit buluruz." Trok omuzlarını silkti. "Bunlar Sargon'un sarayının bahçeleri mi?" Kıllarına kurdeleler örülü sakalını uzatarak kat kat göğe yükselen düzlükleri işaret etti. Düzlükler o kadar büyük bir ustalıkla birbirlerinin üstüne oturtulmuşlardı ki oluşturdukları tersine çevrilmiş piramit, dünyanın bağlarından kurtularak kanatlarını açmış dev bir kartal gibi gökte uçuyor izlenimini veriyordu. İştar mavi dövmeli güçlü kolunu ileri uzattı. "Geniş bir avlunun etrafında bina edilmiş olan her biri öncekinden daha geniş altı düzlük var. Yalnız haremde beş bin oda bulunuyor. Sargon'un kadınlarından her biri için bir oda. Hazinesi sarayın altındaki derin bir mahzende gömülü. Oradaki altın adam boyunu aşar." "Sen bu harikaları kendi gözünle gördün mü?" Trok adamı sınıyordu. İştar, "Haremi görmedim tabii," diye itiraf etti. "Ama hazinenin ana bölümüne girdim ve size şu kadarını söyleyebilirim, bir tanrı olan hükümdar, şu ilerdeki hazineyi taşımaya bütün ordunuzdaki yük arabalarının hepsi dahi yetmez." "Ben de sana şu kadarını söyleyebilirim, Medialıİştar. Her zaman yeni arabalar yaptırmak mümkün." Trok başını arkaya attı ve hayvanca bir neşeyle güldü. Babil'e yürüyüş upuzun bir başarı, aralıksız bir zaferler zinciri olmuştu. Sargon'un büyük oğlu Ran'la Bahr al Milh kıyılarında karşılaşmışlardı. Trok'la Naja'nın savaş arabaları bu prensin ordusunu darı gibi ezmişler, nehrin suları kandan kıpkızıl akmış, yüzen cesetler ise suyu bir kıyıdan ötekine kadar kaplamıştı. Ran'ın kesik başını bir şişe geçirilmiş olarak babasına göndermişlerdi. Kederden deliye dönen Sargon, düşmanlarının onun için hazırladıkları tuzağa -431 - -430- !f düşmekte gecikmemişti. Naja onu kand | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:43 am | |
| -430- !f düşmekte gecikmemişti. Naja onu kandırmak için önünde gerilerken Trok güneye doğru bir çember çevirmiş ve onu arkadan bin arabayla bastırmıştı. Sar-gon donanım kafilesini savunmak için geriye dönünce de onu tunçtan bir çemberin içinde sıkıştırmışlardı. Sargon elli arabayla çemberi yarmayı başarmıştı, ama arkasında iki bin araba ve on bir bin asker bırakmıştı. Trok tutsakları hadım etmiş, bu işlem tamı tamına iki gün sürmüştü. Hükümdar çalışmaya bizzat Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 354 katılmış, kesilmiş cinsel organları bir kasap gibi dirseklerine kadar kana batmış vaziyette müstehcen bir hareketle kurbanların burnuna sokmuştu. Daha sonra zavallıların kan kaybından ölmelerini izlemiş, akan kanlarını bu türden şölenleri seven aç tanrı Seueth'e armağan etmişti. Trok daha sonra kesilmiş cinsel organları tuzlanmış olarak sedir tahtasından yedi sandığın içinde Sargon'a göndermişti. Bu da Trok'la Naja, Babil'e geldikleri zaman onu neyin beklediğine dair Sargon'a yapılmış bir uyarıydı. Babil, batıda Fırat, doğuda da Dicle nehirlerinin arasındaki dar ve uzun kara parçasının üstünde kurulmuştu. Sargon palas pandıras gerilerken köprüleri yıktırmayı başaramamıştı. Zaten köprülerin altındaki yanık tuğladan kocaman blokları yıkmak için bir ordu gerekirdi. Oysa Sargon'un bir ordusu kalmamıştı artık. Köprüleri savunmak için arkasında sayıca azalmış bir alay bırakmıştı, ama bu askerler moral çöküntüsü içinde oldukları gibi, onları destekleyecek arabaları da yoktu, iki Firavun'a karşı direnişleri uzun sürmemişti. Trok hayatta kalanların elini, ayağını bağlayarak köprünün ortasından suyu kahverengi akan geniş nehre attırmış, Mısırlı askerler de kıyıya dizilerek adamların çırpına çırpına boğulmalarını büyük bir zevkle seyretmişlerdi. Avaris'ten yola çıkmalarının üzerinden daha bir yıl geçmeden Babıl işte önlerindeydi. "Kentin savunmalarını biliyorsun, İştar. Bazılarının planlanmasına yardımın dokundu. Kentin düşmesi ne kadar zaman alır?" Ne kadar sabırsızlandığı Trok'un yüzünden belliydi. İştar, "Babil'in duvarları aşılamaz, majesteleri," dedi. Trok dudak büktü. "Böyle olmadığını ikimiz de biliyoruz. Yeterince zaman, adam ve kararlılık olduktan sonra aşılamayacak duvar yoktur." İştar düşünceli bir tavırla, "Belki bir yıl alır," diye mırıldandı. "Ya da belki iki yıl veya üç yıl." Böyle konuşmasına rağmen adamın dövmeli yüzünde sinsi ve çok bilmiş, gözlerinde de hilekâr bir ifade vardı. -432- Trok gülerek iştar'ın macunla diken gibi sertleştirilmiş sakalından bir tutamı avuçlayarak çekti. İştar'ın yüzü acıdan biçimsizleştı, gözlerinden de yaşlar aktı. "Benimle oyun oynamak istiyorsun, öyle mi büyücü? Benim de oynamaktan ne kadar hoşlandığımı biliyorsun, değil mi?" İştar, "Merhamet et, kudretli Mısır," diye inledi. Trok onu o kadar sert itti ki adam az daha arabadan düşüyordu. Denge bulmak için korkuluğa yapıştı. "Bir yıl dersin ha? Ya da iki veya üç yıl, öyle mi? Burada oyalanıp Babil'in güzelliklerini ve harikalarını seyretmek için o kadar çok vaktim yok benim. Acelem var, Medialıİştar ve sen bunun ne olduğunu biliyorsun, değil mi?" "Bilmez miyim, eşsiz tanrı. Ne yazık ki ben kolayca yanılabilen yoksul bir adamım." Trok, "Yoksul ha?" diye adamın yüzüne karşı bağırdı. "Seueth tanığımdır, benden şimdiye kadar bir lakh altın sızdırdın, pis sahtekâr, karşılığında da ne aldım?" "Bir kentin ve bir imparatorluğun var. Mısır'dan sonra dünyanın en zengin ülkesi. Onu ben senin Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 355 ayaklarının dibine serdim." İştar şimdiye kadar Trok'u iyi tanımıştı ve ne kadar ileri gidebileceğini biliyordu. "Bana o kentin anahtarı lazım." Trok büyücünün yüzünü inceliyor, orada okuduklarından hoşnutluk duyuyordu. İştar'ı, büyücünün onu tanıdığı kadar iyi tanımayı öğrenmişti. İştar kendi kendine konuşur gibi, "O anahtarın altından yapılması gerekir," diye mırıldandı. "Belki üç lakh altından." Trok gürültülü bir kahkaha attı ve zırhlı yumruğuyla adamın başına bir şaplak vurmaya hazırlandı. Ancak amaç can yakmak olmadığı için, İştar kolayca onun yolunun üstünden kaçabildi. "Üç lakh'la yeni bir ordu satın alabilirim." Trok başını sallayınca sakalın-daki kurdeleler bir kelebek bulutu gibi dans etti. "Sargon'un hazinesinde yüz lakh altın var. Yüzün içinden üçü o kadar büyük bir bedel olmasa gerek." Trok, "Bana o kenti ver, İştar. Onu üç dolunay içinde bana verirsen, Sargon'un hazinesinden iki lakh altın senin olur," diye vaat etti. "Ya onu bir sonraki dolunaydan önce sana verirsem?" İştar bir halı tüccarı gibi ellerini ovuşturuyordu. Bu olasılığı duyunca Trok'un yüzünden gülümseyiş silindi. Ciddi bir tavırla, "O zaman üç lakh'ını ve o kadar altını taşıyacak araba konvoyunu alırsın," dedi. -433- Büyücüler Kralı / F: 28 T İki Firavun'un ordusu Mavi Kapı'nın önünde karargâh | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:44 am | |
| İki Firavun'un ordusu Mavi Kapı'nın önünde karargâh kurdu, Trok da Sargon'a bir elçi göndererek kentin hemen teslim edilmesini istedi. "Böylesi bir mimari harikasını alevlerden, kendinizi, ailenizi ve halkınızı da kılıçtan geçirilmekten kurtarmak için," diye alayla ifade etmişti. Surlarının arkasında öfkeyle meydan okumaktan çekinmeyen Sargon, yanıt olarak elçinin kesilmiş kafasını Trok'a gönderdi. İlk adım böylece atıldıktan sonra Trok'la Naja, bütün güçleriyle görkemlerinin Babilliler tarafından görülmesi için Babil'in etrafında çepeçevre resmi geçit yaptılar. Firavunlar altından arabaları sürüyorlardı. Trok'unki altı siyah aygır, Na-ja'nınki ise altı beyaz tarafından çekiliyordu. Ziynetlerle ışıl ışıl olan ve tepeye toplu buklelerinin üstünde altından uraeus'u'"' taşıyan Heseret, Naja'nın yanında yer alıyordu. Altından arabaların arkasında elli tutsak yürüyordu. İki nehrin arasındaki kasabalarla köylerde ele geçirilen Babilli kadınlardı bunlar. Hepsi hamileydi, bazılarının ise zamanı adamakıllı yaklaşmıştı. Onlara beş yüz arabalık bir kuvvet öncülük ediyordu. Arkalarından ise ikinci bir beş yüz arabalık artçı Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 356 kuvvet geliyordu. Kentin çevresindeki ağır ve görkemli geçiş bütün gün sürdü, gün batımında da Mavi Kapı'ya döndüler. Sargon'la savaş konseyi pırıl pırıl kapının yukarsındaki korkuluk duvarının üstünde toplantı halindeydiler. Sargon uzun boylu ve zayıftı, gümüş renginde saçları vardı. Gençliğinde güçlü bir savaşçıydı ve kuzeyde Karadeniz'e kadar uzanan toprakları fethet-mişti. Bütün seferleri içinde yalnız bir kere yenilgiye uğramıştı, onu yenen ise Nefer Seti'nin babası Firavun Tamose olmuştu. Şimdi ise yine iki Mısırlı kapılarına dayanmıştı ve Sargon da bunların ilki kadar merhametli olacaklarına inanarak kendini kandırmadı. Trok da onun bu inanışını doğrulamak ister gibi hamile kadınları çırılçıplak soydurmuş ve birer birer öne yürütmüştü. Sonra, bütün kent bakarken kadınların şiş karınları yarılmış, doğmamış bebekleri koparılıp alınmış ve minik vücutlar Mavi Kapı'nın eşiğine yığılmıştı. Trok, "Bunları orduna kat, Sargon," diye krala kükremişti. "Bulabileceğin her erkeğe ihtiyacın olacak." Heseret uzun ve heyecanlı bir gün geçirmişti, köle kızlarıyla çadırına çekilerek kocasıyla Trok'u lamba ışığında kentin bir şemasını gözden geçirir bı- " Uraeus: Mısır tanrılarıyla hükümdarlarının başlıklarındaki kutsal yılan betimlemesi. Bir hükümdanlık simgesi. -434- rakmıştı. Gerçek bir sanat eseri olan bu şema özenle tabaklanmış koyun derisi üstüne çizilmişti. Duvarlar, yollar ve kanallar büyük ölçekli gösterilmiş, ana binaların her biri renkli ayrıntılarla betimlenmişti. Naja, "Bu nasıl eline geçti?" diye sordu. İştar, "On iki yıl önce Kral Sargon'un emri üzerine kenti inceledim ve bu haritayı kendi ellerimle çizdim," diye yanıt verdi. "Başka hiç kimse bu kadar doğruluğu ve güzelliği başaramazdı." "Eğer seni görevlendiren oysa bu haritayı niçin Sargon'a teslim etmedin?" İştar başını eğdi. "Teslim ettim. Daha düşük kaliteli taslağı ona verdim, karşınızdaki o güzel kopyeyi ise gizlice kendime sakladım. Günün birinde birinin beni Sargon'dan daha iyi ödüllendireceğini biliyordum." Bir saat daha haritayı incelediler, arada bir yorumda bulundular, ama daha çok suskun ve düşünceliydiler. Savaşçı iki general olarak bir savaş alanının en çarpıcı özelliklerini profesyonelce görebiliyorlardı. Ayrıca, yüzyıllar içinde kat kat bina edilmiş duvarların, kulelerin ve tabyaların kalınlığıyla kuvvetine hayranlık duymaktan kendilerini alamıyorlardı. Trok sonunda masadan uzaklaştı. "Ben bu duvarlarda hiçbir zayıf nokta göremiyorum, büyücü," dedi. "İlk sözlerinde haklıydın. Bu duvarları delip geçmek üç yıl çalışıp didinmeyi gerektirecektir. Üç lakh'ını kazanmak için daha fazlasını yapmalısın." İştar, "Su," diye fısıldadı. "Suya bakın." "Suya baktım." Naja, İştar'a gülümsedi, ama soğuk ve ince dudaklı bir yılanın gülümseyişiydi bu. "Kentin her köşesine su sağlayan kanallar var, Sargon'un göklere yükselen altı bahçe terasını doyuracak ve kenti Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 357 yüz yıl daha sulayacak ve besleyecek kadar çok su var." "Firavun her şeyi görüyor, her şeyi biliyor." İştar, Naja'nın önünde eğildi. "Ama su nereden geliyor?" "Dev iki nehirden geliyor. Nil'den sonra dünyanın en büyük nehirleri bunlar. Sularında bin yıldır hiçbir zaman azalma olmadı." İştar, "İyi de su kente nereden giriyor? Nasıl giriyor, bu duvarların altından mı, yukarsından mı?" diye ısrar edince Naja'yla Trok en sonunda anlamış gibi bakıştılar. Babil'in yarım mil kadar kuzeyinde, kent duvarlarının dışında ve Fırat'ın doğu kıyısında nehrin genişleyerek tembel tembel aktığı bir noktada bir tapınak yükseliyordu. Ninurta'nın, Fırat'ın aslan kafalı ve kanatlı tanrısının tapına- -435- İ ğıydı bu. Nehrin içine uzanan taş iskelelerin üstünde inşa edilmişti. Tanrının resimleri dört dış duvarı izleyen efrizin üstüne hakkedilmişti. Kapının yukarsın-daki sövede de Akat diliyle bir uyarı yer alıyordu. Şöyle ki ibadethaneyi işgale kalkanlar tanrının öfkesini üzerlerine çekeceklerdi. Medialıİştar tapınağın eşiğinde laneti geçersiz kılmak | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:44 am | |
| ğıydı bu. Nehrin içine uzanan taş iskelelerin üstünde inşa edilmişti. Tanrının resimleri dört dış duvarı izleyen efrizin üstüne hakkedilmişti. Kapının yukarsın-daki sövede de Akat diliyle bir uyarı yer alıyordu. Şöyle ki ibadethaneyi işgale kalkanlar tanrının öfkesini üzerlerine çekeceklerdi. Medialıİştar tapınağın eşiğinde laneti geçersiz kılmak için bir büyü yaptı. Bunun için tutsaklardan ikisinin gırtlaklarını kesti ve akan kanları kapıların üstüne serpti. Yol bir kere açıldıktan sonra Trok arkasında yirmi askerle Ninur-ta'nın bütün mor giysili rahiplerinin toplanmış bulundukları tapınak avlusundan geçti. Rahipler ilahiler okuyor ve el kol hareketleri yapıyor, yolunun üstüne Fırat'un suyundan serpiyor veTrok'u geri çevirmek için gözle görülmez sihirli bir duvar örmesi için Ninurta'ya yalvarıyorlardı. Trok sözde duvarın içinden durdurulamadan geçti ve ihtiyar adamın boğazına sapladığı kılıcının bir tek darbesiyle başrahibi öldürdü. Bu hezeyanı ağlayıp sızlayarak protesto eden öbür rahipler yine de Trok'un ayaklarına kapandılar. Trok kılıcını kınına soktu, sonra muhafızlarına kumanda eden yüzbaşıya döndü. "Hepsini öldürün. Bir tanesinin bile kurtulmasını istemiyorum." Bu da çabuk yapıldı, avlu da çok geçmeden mor giysili cesetlerle doldu. Trok, "Onları nehre atmayın," diye emretti. "Şehir muhafızlarının onların akıntıyla sürüklendiklerini görüp ne yaptığımızı tahmin etmelerini istemeyiz." Bütün rahiplerin hakkından gelindikten sonra kendisine çağrı yapılan tanrının kötü etkisine karşı yeni bir büyü uygulamak için avluya giren İştar'ı seyretmeye hazırlandı. Büyücü, avlunun dört köşesinde Ninurta'nın ve Trok'a göre bütün tanrıların ve aşağı insanların iğrendikleri yoğun bir yağlı duman çıkaran bazı ot balyalarını tutuşturdu. İştar arıtmayı tamamladıktan sonra tapınağın kutsal alanlarına önden girdi, Trok'la askerleri de kana bulanmış kılıçları ellerinde onu izlediler. Metal takviyeli sandaletlerinin çıkardığı ses mağaraya benzer yüksek tavanlı salonda yankılanıyordu. Trok bile kaidesinin üstündeki tanrı tasvirine yaklaştıkları sırada içinde huşuya benzer bir ürperti hissetti. Aslanın kafası sessizce hırlıyordu, taştan kanatlar da sonuna kadar açılmıştı. İştar sakinleşmesi için tanrıya yine uzun bir dua okuduktan sonra Trok'u arka duvarla putun sırtı arasındaki dar bir aralığa götürdü. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 358 Burada Ninurta'nın bedeninin içinde açılmış olan kalın ızga-ralı bir kapıyı işaret etti. Trok ızgaranın demirlerini yakaladı ve bir ayınınkinden geri kalmayan gücüyle sarstı. Izgara kımıldamadı bile. İştar tatlı bir sesle, "Bunun daha kolay bir yolu var, bilge Firavun," diye önerdi. "Anahtar başrahibin üstünde olsa gerek." -436- Trok muhafızlarının yüzbaşısına, "Onu getir!" diye emretti. Adam hemen koştu. Yüzbaşı geri döndüğünde elleri kan içindeydi, ama bir halkaya bağlı ağır anahtarlar taşıyordu; bunlardan bazıları ise kolu kadar uzundu. Trok içlerinden ikisini ızgaradaki kilitte denedi, ikincisi eski mekanizmayı çalıştırdı. Kapı, menteşelerinin gıcırtıları arasında açıldı. Trok karanlığın içine inen sarmal merdivene baktı. Derin boşluktan gelen hava soğuk ve nemliydi. Trok çok aşağılarda akan suyun sesini duydu. "Meşaleleri getirin!" diye emretti, yüzbaşı da adamlarından dördünü duvardaki yanan meşaleleri indirip getirmeye yolladı. Trok başının yukarsında tuttuğu bir meşaleyle tırabzansız dar merdiveni inmeye koyuldu. Taş basamaklar yaş ve kaygan olduğu için ihtiyatla ilerliyordu. O indikçe akar su sesi kuvvetleniyordu. İştar onu yakından izledi. Trok.'a, "Tapınakla altındaki tüneller aşağı yukarı beş yüz yıl önce inşa edilmişler," dedi. Şimdi altlarında bir suyun ışıltısı ve karanlığın içinde hızla akan sesi vardı. Trok en sonunda dibe vardı ve bir taş iskeleye ayak bastı. Meşalenin titreyen ışığında kubbeli tavanı olan geniş bir tünelde, etkileyici boyutlardaki bir su yolunda durduklarını gördü. Tavanla duvarlar geometrik motifler oluşturan seramik karolarıyla kaplıydı. Tünelin her iki ucu yoğun bir karanlığın içine uzayıp gidiyordu. İştar duvardan bir parça yosun kopararak suya bıraktı. Yosun hemen akıntıya kapılarak gözden kayboldu. "İnsan kafasından daha derin," dedi, Trok da bu sözleri sınamak ister gibi muhafızların komutanına düşünceli bir yüzle baktı. Yüzbaşı göze çarpmamak ister gibi gölgelerin içinde büzüldü. İştar, "Üstünde durduğumuz patika kanal boyunca uzayıp gider," dedi. "Tüneli onaran ve bakımını yapan rahipler girip çıkmak için burasını kullanırlar." Trok sordu. "Nerede başlar ve nerede son bulur?" İştar açıkladı. "Tapınağın rıhtımının altında nehrin yatağında bir kuyu var. Su buraya akar. Tünelin uzak ucu Ninurta'nın Babil surlarının içinde Mavi Ka-pı'ya yakın öbür tapınağına çıkar. Bu tünelin varlığını yalnız rahipler bilirler. Başka herkes suyun tanrının bir armağanı olduğunu sanıyor. Su tapınak yöresindeki kaynaktan fışkırdıktan sonra su çarklarıyla sarayın teraslarına yükseltilir veya kanallarla kentin bütün mahallelerine sevk edilir." "Öyle sanıyorum ki üç lakh'ını kazanmaya yaklaştın, Medialıİştar." Trok neşeyle güldü. "Şimdi sana düşen, bize bu labirentte rehberlik yapmak ve bu harikalar kentine sokarak hazineye götürmek. Özellikle hazineye götürmek." -437- Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 359 T Trok kent duvarlarının içindeki Ninurta Tapınağı rahiplerinin nehir tapına-ğındakilerle sürekli haberleştikleri konusunda fikir yürüttü. Ve bu su yolunu iki topluluk arasında geçit olarak kullandıkları aşağı yukarı muhakkaktı. Nehir ta-pınağındaki kardeşlerinin başına kötü bir şey geldiğini keşfetmeleri uzun sürmezdi. Acele plan yapılması gerekiyordu. Trok en iyi ve güvenilir adamlarından iki yüzünü seçti; hepsi kendi leopar kavmindendiler. Onları iki gruba böldü. Yer altındaki su yolundan bir kez kente girdikten sonra Mavi Kapı'ya hâkim olacaklar ve Firavun Naja Kiafan ana kuvvetleri buradan kente sokana kadar orayı açık tutacaklardı. Çok daha küçük ikinci grup saraya girip hükümdar altınları kaçırmak fırsatını bulamadan Sargon'un hazinesini ele geçirecekti, iştar, "Hoş, oradaki altınların hepsini taşımak için bin yük arabası gerekir ya," dedi onlara. Seçilen iki yüz kişiye tutsaklardan ve savaş meydanında kalan ölülerden aldıkları Sargon ordusunun üniformaları giydirilmişti. Ayak bileklerine kadar inen beli kuşaklı tunikleri giydiler ve başlarına arı kovanı biçimindeki uzun miğferleri geçirdiler. İştar onlara sakallarıyla saçlarını nasıl kıvırıp Mezopotamyalılar'a özgü lüleleri biçimlendireceklerini gösterdi. Düşmandan ayırt edilmeleri için sadece kırmızı kuşaklar takıyorlardı. Ordu yazıcıları, kent haritasının kabataslak kopyalarını alelacele çıkardılar ve sokaklarla binaların yerini bilmeleri için her iki takımın komutanlarına dağıttılar. Akşam yaklaşırken her asker bir kere kente girildikten sonra kendisinden neler beklendiğini çok iyi biliyordu. Ortalık kararır kararmaz Naja saldırı kuvvetine Mavi Kapı'nın dışında sessizce mevzi aldırdı. Trok'un adamları kapıları açar açmaz içeri hücum etmeye hazırdılar. Trok, Ninurta nehir tapınağının avlusunda kuvvetlerini denetledi. O ve İştar ortalık henüz aydınlıkken askerleri tek kişilik sıralar halinde sarmal merdivenden su yolunun düzeyine indirdiler. Yerin altındaki yolculuğu yapmak için önlerinde saatler olduğundan acele etmeleri gereksizdi. Askerlerin demir takviyeli sandaletleri derilerle sarıldığı için ağır ayak sesleri karanlık tünelde yankılanmıyordu. Sessizce ilerliyorlardı. Her on kişiden birinin taşıdığı meşale, arkasından gelenlerin kaygan taşların üstüne sağlam basıp kaymamalarına yetecek kadar ışık veriyordu. Sol tarafların da durmadan akan su gizlice hışırdıyordu, iştar her bin adımda bir durarak tanrı Ninurta'yı armağanlar ve ilahilerle yatıştırmaya, ilerdeki yolu ölü rahipler tarafından konulmuş sihirli engellerden temizlemeye çalışıyordu. -438- Sessiz yürüyüş buna rağmen Trok'a hiç sona ermeyecekmiş gibi geliyordu. İştar'ın birdenbire durup ilersini işaret etmesi şaşkınlık yarattı. Işığın soluk parıltısı seramik duvarlar tarafından yansıtılıyordu. Trok kendisini izleyen askerlere durmalarını işaret etti ve İştar'la ileriye yürüdü. Kendi giysilerinin üstüne katledilen rahiplerden aldıkları mor entarileri geçirmişler, başlarına onların başlıklarını oturtmuşlardı. Işığın kaynağına yaklaşınca tünelin ağzını kapayan başka bir ızgara ve bunun yukarsındaki duvara geçirilmiş meşalenin ışığında bazı adamların şekil-sizleşmiş gölgelerini gördüler. Biraz daha yakına gelince entarili iki rahibin ızgaranın öbür yanında aralarına bir bao tahtası alarak taburelerin üstünde oturduklarını ve oyuna dalmış olduklarını gördüler. İştar onlara yavaşça seslenince başlarını kaldırdılar. Rahiplerden Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 360 şişman olanı ayağa kalktı ve yalpalayarak ızgaralı kapıya yürüdü. "Sinna'dan mısın?" diye sordu. İştar, "Evet!" diye yanıt verdi. "Geç kaldın. Akşamdan beri seni bekliyoruz. Saatler önce burada olmalıydın. Başrahip kızacak." İştar pişmanlık duyuyormuş gibi konuştu. "Üzgünüm. Ama Sinna'yı biliyorsun." Şişko rahip kıkırdadı. "Evet, Sinna'yı biliyorum. Otuz yıl önce öğretmenlik yapmıştı bana." Rahip böyle diyerek belinde asılı anahtarı kilide soktu ve kapı takırdaya-rak açıldı. "Acele etmelisiniz," dedi. Trok başında yüzünü örten kukuletayla ve entarisinin katlarının altında gizli kılıcıyla ilerledi. Rahip onun geçmesi için duvarın dibine çekilmişti. Trok onun önünde durarak, "Ninurta seni ödüllendirecek kardeş," dedi ve rahibi çenesinin altından beynine kadar giren bir kılıç darbesiyle öldürdü. Öbür rahip telaşla ayağa fırlayarak bao tahtasını devirdi ve oyunun taşlarını rıhtımın dört bir yanına dağıttı. Trok hızlı adımlarla ona yetişti ve kafasını uçurdu. Rahip gık demeden arka arka giderek karanlık suyun içine yuvarlandı ve entarisinin, etrafında balon gibi açılıp batmasını önlemesiyle suyun yüzeyinde sürüklendi gitti. Trok hafif bir ıslık çalınca adamları ellerinde kılıçlarıyla meşalenin ışığında belirdiler. İştar'ın öncülüğünde başka bir dik taş merdivenin başına geldiler. Merdiveni hızlı hızlı çıkınca kalın bir perde tarafından yollarının kesildiğini gördüler. İştar perdeyi aralayarak baktı ve, "Tapınak boş," diye bildirdi. -439- T Trok buradan geçip etrafına bakındı. B | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:44 am | |
| Trok buradan geçip etrafına bakındı. Bu tapınak nehir tapınağından daha büyük ve etkileyiciydi. Tavan o kadar yüksekti ki elli meşaleden yayılan ışık gölgelerin içinde kayboluyordu. Altlarında tapınağın tanrısı, suyun kaynağının üzerinde çömelmiş durumda betimlenmişti. Buradan büyük bir kuvvetle fışkıran su beyaz mermer tepeliği olan derin bir gölete dökülüyordu. Trok'un kılıç darbesiyle başı gövdesinden hemen hemen ayrılan rahip, göletin içinde yüzüyordu. Su buradan bir kanala akarak bütün kente dağılıyordu. Havada yoğun bir günlük kokusu olmasına rağmen, tapınağın büyük salonunda kimseler yoktu. Trok askerlerine ilerlemelerini işaret etti. Tünelden çıkar çıkmaz subaylarının arkasında sessizce sıralandılar. Trok eliyle sinyali verince hafif koşu adımlarıyla yola devam ettiler. İştar daha az kalabalık olan grubu salonun yan tarafındaki bir kapıdan geçirdi. Burada başlayan koridor Sargon'un sarayıyla bağlantılıydı. Trok ise adamlarını tapınağın arkasındaki dar yola saptırdı ve ez-berindeki haritaya güvenerek soldaki ikinci yoldan geniş bir caddeye çıkardı. Buradan Mavi Kapı'ya gidildiğini biliyordu. Ortalık hâlâ karanlıktı ve ışıldayan yıldızlar uyuyan kente bekçilik ediyordu. Yolda pelerinlere sarınmış birkaç kişiyle karşılaştılar. Bir, ikisi sarhoştu ve sendeliyordu, ama öbürleri Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 361 kenara çekilerek silahlı savaşçı taburunun geçmesine izin verdiler. Kollarının arasında bir çocuk olan bir kadın arkalarından, "Marduk yüzünüze gülsün, yiğit savaşçılar. Bizi Mısırlı barbar Trok'dan koruyun," diye seslendi. Trok, kadının ne dediğini anlayacak kadar Akkad dilini biliyordu. Bıyık altından güldü. Askerler el koydukları giysilerin içinde başkalarıyla karşılaşmadan cadde-nin sonuna vardılar, ama kapılar görününce bekçi evinin kapısından bir ses duyuldu. "Dur! Bu gecenin parolasını verin." Kapıyı koruyan yüzbaşı arkasında beş askerle meşalenin aydınlığına çıktı. Ancak hazırlıklı değillerdi. Miğferleri ve zırhları üstlerinde olmadığı gibi, uykusuzluktan gözleri şişmiş ve yüzleri çökmüştü. Trok berbat bir Akkad diliyle, "Kral Sargon'un Mısır Firavunları'na saygıdeğer elçisi," diye mırıldandı ve kuvvetlerine eliyle saldırı işareti verdi. "Kapıyı açıp kenara çekilin!" Böyle diyerek doğru yüzbaşının üzerine koştu. Adam bir an kararsız durdu. Sonra kılıçların ışıltısını görerek, "Silahlarınıza davranın!" diye bağırdı. Ama çok geç kalmıştı. Trok yüzbaşının tepesine dikilmişti bile ve bir tek kılıç darbesiyle onu yere yıktı. Adamları da kendilerini korumalarına vakit bırakmadan öbür muhafızların üzerine çullandılar. Ancak gürültü kapının yukarsındaki nöbetçileri harekete geçirmişti. Koç boynuzlarını öttürerek etrafı alarma geçirdiler ve kargılarını yukardan saldırganların üstüne fırlattılar. Trok, "Onları indirin oradan!" diye emretti, adamlarının yarısı da korkuluk duvarına ulaşmak için kapının iki yanındaki rampalara koştular. Anında duvarın üstündeki nöbetçilerle göğüs göğüse boğuşmaya başladılar. Trok adamlarının yarısını yanında muhafaza etmişti. İştar dev kapıları harekete geçiren, ağır vinç ve makaralardan oluşan karmaşık mekanizmanın bulunduğu odayı tarif etmişti, içerdeki savunucular odanın kapısını kapayamadan Trok adamlarını içeri soktu, birkaç dakikalık şiddetli bir çarpışmadan sonra da oradakilerin büyük kısmını öldürmüş ya da yaralamış bulunuyorlardı. Hayatta kalanlar silahlarını ellerinden attılar, içlerinden bazıları dizüstü düşerek boşu boşuna merhamet dilendiler. Diz çöktükleri yerde bıçaklandılar veya sopalarla öldürüldüler. Kalanlar yandaki küçük kapıdan kaçtılar, Trok da askerlerini dev vinçlerin başına götürdü. Bocurgatların her koluna iki asker asılınca kapılar açılmaya başladı. Fakat koç boynuzları kentin muhafızlarını uyandırmıştı. Barakalarından dışarı fırladılar. Kimi zırhsızdı, kimi tam olarak uyanamamıştı. Bu halde kapıyı savunmaya koştular. Trok vinç odasının ağır kapısını sürgülemiş ve önüne adamlarını dikmişti. Kapının yukarsındaki korkuluk duvarlarında askerleri savunucuları öldürmüş ya da duvarın tepesinden aşağı fırlatmışlardı. Şimdi rampalarda savaşıyor, saldırıya geçen Babillileri durdurmaya çalışıyorlardı. Babilliler içeri girme telaşıyla sopalarla vurdukça vinç odasının kapısı sarsılıyor, fakat vinçler Trok'un adamlarının çabalarıyla çalışıyor, dev kapılar da ağır ağır yükseliyor, altlarındaki aralık giderek genişliyordu. Kapılara giden cadde şimdi Babilli savunucularla dolup taşıyordu, ama kendi kalabalıkları hareketlerine engel oluyordu. Yan yana yalnız dört kişi rampalardan duvarların tepesine çıkabiliyor, Trok'un adamları da onları karşılayıp aşağı fırlatıyordu. Başkaları vinçlerin bulunduğu odanın kapısını zorlamaya çalışıyordu, ama kapılar fazlasıyla sağlamdı. En sonunda kapı kırılınca Trok'la adamlarını onları eşikte bekler buldular. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 362 Duvarların dışında ise Naja'nın adamları kol demirleri ve levyelerle ileri atılmışlardı. Ağır kapıları dışardan onlar da zorlayınca bir araba müfrezesinin geçmesine izin verecek kadar bir aralık açıldı. Trok'un adamları bundan sonra kenara çekildiler, Naja'nın başında bulunduğu bir savaş arabası alayı da karşı - 441 - - 440 - konulamaz bir hamleyle kapılardan geçti ve caddeyi boydan boya kat etti. Mısır ordusu arkalarından içeri aktı. Trok onların başına geçti ve kent içinde geçtikleri yerleri kırıp dökerek saraya doğru ilerlediler. Babil'in yağmalanması başlamıştı. Saray, başında bizzat Sargon'un bulunduğu kuvvetler tarafından inatla savunuldu. Bununla birlikte Trok o akşam ilk terasın dış duvarlarında bir gedik açabildi. Kuvvetli bir birlik içeri akınca savunma çöktü. Sargon'un yatak odasına daldıklarında kralı, elinde kanlı bir kılıçla Mezopotamya'nın yok edici tanrısı Marduk'un tasvirinin önünde diz çökmüş durumda buldular. Yanında yatan kır saçlı kadının cesedi otuz yıl boyunca yanından ayrılmamış olan en sevdiği karısıydı. Sargon'un ona reva gördüğü ölüm, Trok'un adamlarının eline düştüğü takdirde başına gelebileceklerin yanında tatlı bir son sayılırdı. Ne çare ki Sar-gon kendi kılıcının üstüne düşmek cesaretini gösterememişti. Trok bir vuruşla silahını elinden düşürdü. "Sizinle konuşacak çok şeyimiz var, majesteleri," diye vaat etti. "Benden Seueth'in Kara Canavarı diye söz eden siz değil miydiniz? Beni yanlış renkle betimlediğinize sizi inandırabilmeyi umuyorum." Haremdeki kadınlar saraydan çıkarıldı. İştar'ın dediği gibi beş bin değil, beş yüz taneydiler. Trok en gençleri ve en güzellen olan yirmi tanesini kendine ayırdı, kalanları da üst rütbeli subaylarına verdi. Subaylar kadınları diledikleri kadar kullandıktan sonra erlere devredeceklerdi. Dahiyane birçok aygıt ve tertibin korumasında olduğundan sarayın altındaki toprağın içine gömülü hazineye ulaşmaları iki gün sürdü. Medialıİştar'ın hüneri ve doğrudan edindiği bilgiler olmasa ana hazine dairesine girmeleri çok daha uzun zaman alabilirdi. Yol açılınca Trok'la Naja, arkalarında Heseret'le merdiveni inip hazine dairesine girdiler. İştar içersini yüz yağ lambasıyla aydınlatmıştı. Bunların cilalanmış bakır aynalar tarafından ustaca yansıtılan ışıkları ganimeti bir kat daha değerli gösteriyordu. Hazinenin görkemi karşısında iki Firavun'la Heseret'in bile dilleri tutulmuştu. Gümüş dikdörtgen, altın ise istiflenmeyi kolaylaştırmak üzere iç içe giren | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:45 am | |
| Duvarların dışında ise Naja'nın adamları kol demirleri ve levyelerle ileri atılmışlardı. Ağır kapıları dışardan onlar da zorlayınca bir araba müfrezesinin geçmesine izin verecek kadar bir aralık açıldı. Trok'un adamları bundan sonra kenara çekildiler, Naja'nın başında bulunduğu bir savaş arabası alayı da karşı - 441 - - 440 - konulamaz bir hamleyle kapılardan geçti ve caddeyi boydan boya kat etti. Mısır ordusu arkalarından içeri aktı. Trok onların başına geçti ve kent içinde geçtikleri yerleri kırıp dökerek saraya doğru ilerlediler. Babil'in yağmalanması başlamıştı. Saray, başında bizzat Sargon'un bulunduğu kuvvetler tarafından inatla savunuldu. Bununla birlikte Trok o akşam ilk terasın dış duvarlarında bir gedik açabildi. Kuvvetli bir birlik içeri akınca savunma çöktü. Sargon'un yatak odasına daldıklarında kralı, elinde kanlı bir kılıçla Mezopotamya'nın yok edici tanrısı Marduk'un tasvirinin önünde diz çökmüş durumda buldular. Yanında yatan kır saçlı kadının cesedi otuz yıl boyunca yanından ayrılmamış olan en sevdiği karısıydı. Sargon'un ona reva gördüğü ölüm, Trok'un adamlarının eline düştüğü takdirde başına gelebileceklerin yanında tatlı bir son sayılırdı. Ne çare ki Sar-gon kendi kılıcının üstüne düşmek cesaretini gösterememişti. Trok bir vuruşla silahını elinden düşürdü. "Sizinle konuşacak çok şeyimiz var, majesteleri," diye vaat etti. "Benden Seueth'in Kara Canavarı diye söz eden siz değil miydiniz? Beni yanlış renkle betimlediğinize sizi inandırabilmeyi umuyorum." Haremdeki kadınlar saraydan çıkarıldı. İştar'ın dediği gibi beş bin değil, beş yüz taneydiler. Trok en gençleri ve en güzellen olan yirmi tanesini kendine ayırdı, kalanları da üst rütbeli subaylarına verdi. Subaylar kadınları diledikleri kadar kullandıktan sonra erlere devredeceklerdi. Dahiyane birçok aygıt ve tertibin korumasında olduğundan sarayın altındaki toprağın içine gömülü hazineye ulaşmaları iki gün sürdü. Medialıİştar'ın hüneri ve doğrudan edindiği bilgiler olmasa ana hazine dairesine girmeleri çok daha uzun zaman alabilirdi. Yol açılınca Trok'la Naja, arkalarında Heseret'le merdiveni inip hazine dairesine girdiler. İştar içersini yüz yağ lambasıyla aydınlatmıştı. Bunların cilalanmış bakır aynalar tarafından ustaca yansıtılan ışıkları ganimeti bir kat daha değerli gösteriyordu. Hazinenin görkemi karşısında iki Firavun'la Heseret'in bile dilleri tutulmuştu. Gümüş dikdörtgen, altın ise istiflenmeyi kolaylaştırmak üzere iç içe giren konik külçeler halindeydi. Hepsinde kuyumcunun damgası ve Sargon'un saltanat arması dikkati çekiyordu. -442 - Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 363 İlk defa ne diyeceğini bilemeyen Heseret değerli metal kitlelerinin ışıltısına karşı nazik gözlerine elini siper etmek zorunda kalmıştı. Naja başından daha yükseklere sivrilen metal istiflerinin arasında yürüyor, birkaç adımda bir durarak külçeleri okşuyordu. Sonunda konuşabildi. "Ele bir bakirenin vücudu gibi sıcak ve pürüzsüz geliyorlar." Trok iki eline ağır birer külçe alarak neşeyle güldü. "Kaç taneler?" diye İş-tar'a sordu. "Heyhat henüz külçeleri saymak fırsatını bulamadık, görkemli ve kutsal majesteleri. Buna karşın Sargon'un yazıcılarının yazı tomarlarına göz atabildik. Bunlarda gümüşün toplam ağırlığı elli beş lakh, altınınki ise otuz üç lakh olarak kayıtlı." Büyücü küçümser bir hareketle ellerini iki yana açtı. "Ama bir Ba-billi'nin hesabına kim güvenebilir ki." "Sargon zannettiğimden de daha büyük bir haydutmuş." Trok bu sözleri adamı över gibi söylemişti. İştar tatlı bir sesle hatırlattı. "En azından burada bana vermeyi vaat ettiğiniz küçük ödüle yetecek kadar altın var." "Bu konu tartışmaya açık." Trok adama sevecen bir tavırla gülümsedi. "Benim iyi kalpli ve eli açık bir adam olduğumu biliyorsun. Ancak fazla eli açık olmak da bir tür budalalıktır. Ben ise hiç budala değilim." Hazinedeki serveti şeytani bir zevkle izlemenin keyfini çıkardıktan sonra firavunlar için kentte görülecek ve hayran olunacak pek çok şey vardı. Trok'la Naja sarayı turladılar, sonra da çeşmeleri, bahçeleri ve korularıyla en üst terasa tırmandılar. Bu yükseklikten her iki büyük nehri ve kentin dışındaki tarla, bataklık ve papirüs yataklarının manzarasını seyredebilirlerdi. Ardından bütün tapınakları ziyaret ettiler. Bu olağanüstü güzellikteki binalar da altın külçeleri, nefis möbleler, heykeller, mozaikler ve başka sanat eserleriyle ağzına kadar doluydu. Naja'yla Trok bunları adamlarına taşıtırlarken oraların tanrılarıyla onların eşitiymiş gibi kardeşçe konuştular. Trok Babil'in artık bir başkent olmadığını, sadece Mısır'ın bir satrapı olduğunu izah etti. Bu nedenle o tanrının dünyadaki yerini Trok'un orada ona layık bir yer bulacağı Avaris'e nakletmesi gerekecekti. Tanrının servetinin alınması ise sonradan ödenecek olan bir tür borç olarak görülmeliydi. Bu tapınakların en büyüğü her şeyi yiyip yutan Marduk'unkiydi. Trok burasını bir değerli metal ve ziynet kaynağı olmasının dışında sonsuz bir hayranlık uyandıra | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:45 am | |
| Bu tapınakların en büyüğü her şeyi yiyip yutan Marduk'unkiydi. Trok burasını bir değerli metal ve ziynet kaynağı olmasının dışında sonsuz bir hayranlık uyandıracak bir yer olarak gördü. -443- T İştar, Marduk'un bir müridiydi ve delikanlıyken dinin açıklamalarını başra-hibin gözetimi altında bu tapınakta incelemişti. Ödülünü henüz alamadığından tıpkı bir aslanın karnına yapışmış kene gibi Trok'un ensesinden ayrılmıyordu. Trok'a Marduk diniyle ilgili bilgi de verdi. Trok, "Marduk'un bizim tanrımız Seu-eth'inkine çok benzer zevkleri var. Kardeş olsalar bu kadar olur," diye belirtti. "Majesteleri her zaman olduğu gibi yine keskin zekâlı. Ancak Marduk kendisine insan kurban edilmesine Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 364 Seueth'den de daha düşkün. Ve kurbanın kendisine sunuluş şekline de büyük önem veriyor." Büyücü, Trok'u bir geçit ve koridor labirentinden, bahçelerden, avlulardan ve yankılı salonlardan geçirerek tapınağın kalbindeki en kutsal mekâna götürdü. Burası başlı başına bir kentti. En sonunda ocak külliyesine geldiler. Trok ana kurban odasının yukarsında durdukları yerden büyülenmiş gibi bu mekânı seyretti. Bu yerin dizaynı ve yapısı onu çok şaşırtmıştı. "Burasını bana tarif et," diye İştar'a emretti. "Bu duvarların her birinin arkasında bir değil, iki ocak var." İştar pırıl pırıl bakırdan yapılmış duvarları işaret etti. "İçerde mangal kömürüyle yakılan ateşlere dev körüklerle üflenir, bunun sonucunda da metal duvarlar sıcaktan doğan güneş gibi parlamaya başlarlar. Duvarlar devingendirler. Rahipler manivelaların yardımıyla onları öne çekebilir ya da birbirlerinden ayırabilirler..." İştar açıklamasını bitirdikten sonra Trok zırhlı elini öbür elinin avucuna vurdu. "Seueth'le Marduk tanığımdırlar ki daha önce böyle bir şey görmedim. Bu işlemin bana gösterilmesi gerekir. Her şey tarif ettiğin biçimde oluyorsa, aynı düzeni Avaris'teki kendi tapınağımda da yaptırırım. Rahiplere cehennem ocaklarını yakmalarını emret. Zaferimi Marduk'a bir kurban vererek kutlayacağız." İştar onu uyardı. "Ocakların istenilen ısıya ulaşmaları günler sürer." Trok, "Benim vaktim çok," dedi. "Ganimetin yola çıkarılmasını denetlemek zorundayım. Ayrıca Sargon'un genç karılarından yirmisini hoşnut etmek de görevim." Adam gözlerini yuvarladı. "Gerçekten zorlu bir iş bu. Zaten serseri askerlerim hâlâ kenti yağmalamakla meşgullar. Akıllarını başlarına getirmeme kadar herhalde biraz zaman geçecektir." Tork üç gün sonra büyük sarayın üst terasında yüksek rütbeli subayları için bir zafer şöleni veriyordu. Konuklar dev saksılar içinde yetişen portakal ağaçlarından oluşmuş bir koruda yere uzanmışlardı. Bütün ağaçlar çiçek açmıştı, hava tatlı parfümleriyle dolmuştu. Etraflarındaki çeşmelerdan şırıl şırıl su akıyordu. Şölen masası ipek halılarla örtülüydü. Kâselerle kaplar değerli taşlarla bezeli gümüşten veya altındandı -tapınaklardan alınmışlardı. Konukların üstünde oturduk- -444- ları canlı iskemleler Sargon'un karılarıydı- kadınlar altın zincirleri dışında çırılçıplak olarak yere diz çökmüşlerdi. Daha sonra köpüren biralarla tatlışaraplar etkilerini gösterdi ve canlı iskemleler yastık ve şilte olarak kullanıldılar. Bu sefahat alemi sırasında İştar; Trok'un yanına sokuldu ve, "Denizleri yutan ve yıldızları yiyen Firavun tanrı, ocaklar hazır," diye kulağına fısıldadı. Trok güçlükle ayağa kalktı ve ellerini çırptı." Nazik kardeşlerim!" diye subaylara hitap etti. Subaylar bu şakaya kahkahalarla güldüler. "Sizin için bir eğlence düzenledim. Beni izleyin!" Trok adamlarını arkasına alarak merdivenlere doğru sendeledi. Hepsi galerinin yukarsındaki duvarın üstüne dizilmişler, aşağıdaki kurban odasına bakıyorlardı. Başlarının yukarsındaki çifte bacalardan duman süzülüyordu, onlar da kızmış metal duvarlardan yansıyan ısıda terlemeye başlamışlardı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 365 Trok, başrahibin sofuluk taslayan tekdüze sesini taklit ederek, "Bu kenti bize bir savaş ganimeti olarak veren büyük tanrı Marduk'a kurban vermek için bugün burada toplandık," dedi. Konukların hepsi onu sevinçle alkışladılar. "Tanrıya bir kralla sülalesinden daha uygun bir kurban verilebilir mi?" Konuklar yine alkışa başladılar. Trok'un verdiği işaret üzerine İştar, yüz kölenin mekanizmayı harekete geçirmek için bocurgatların başında durdukları aşağıdaki odaya koşa koşa indi. Başrahibin işareti üzerine Marduk'a bir övgü okumaya başladı. Rahip kızgın duvarlı açık odanın yukarsındaki kürsüsünün başına geçti, ilahiler okuyan kölelerin oluşturduğu fonun önünde her iki kolunu kaldırdı ve düdük gibi sesiyle bir dua okumaya koyuldu. İşareti üzerine ocak odasının durağan duvarında küçük bir kapı açıldı ve başka bir rahip bir insan kafilesini önü sıra içeri sürdü. Köleler sade beyaz tunikler giymişlerdi ve boyunlarının etrafındaki ipten başka süsleri yoktu. Her iki cinsiyetten ve her yaştandılar. Bazıları, annelerinin kollarının arasında taşınan bebeklerdi; başkaları yeni yürümeye başlayan çocuklardı; daha başkaları erişkinliğin eşiğindeydiler. Fakat hepsinin uzun boylusu bir kral ve savaşçı endamlı, ak saçlı zayıf bir adamdı. Trok onu alaya aldı. "Selam sana göklerle iki nehrin arasındaki kutsal toprakların güçlü yöneticisi Sargon. Şimdi senin için kendinin yapmaya cesaret edemediğin şeyi yapacağım. Seni elçi olarak yok edici tanrın Marduk'un sevgi dolu kollarının arasına yolluyorum. Ben merhametli bir adam olduğum için karılarının, küçük oğullarınla kızlarının yasını tutmalarını istemiyorum. Bu yüzden sana arkadaşlık etmeleri için onları da seninle yolluyorum." Trok kah- -445- kanaların dinmesini bekledikten sonra devam etti. "O | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:45 am | |
| -445- kanaların dinmesini bekledikten sonra devam etti. "Onunla karşı karşıya geldiğin zaman Marduk'a şu mesajı ver. Tanrısal kardeşi Trok'un onu selamladığını ve lütfunu istediğini söyle." Sargon oğullarını etrafına topladı ve Trok'a bakmaya veya sözlerine bir karşılık vermeye tenezzül etmedi. Trok, başrahibe baktı. "Şimdi şu senin makinenin nasıl çalıştığını bize göster." Başrahip yine bir ilahi söylemeye başladı, ama bu seferki farklı bir duaydı; sert ve ilkeldi. Arkasındaki odada köleler de ilahiye katılıyorlardı. Hep birlikte aynı anda ileriye doğru bir adım attılar ve taş karolara çarpan çıplak ayakları gökgürültüsü gibi bir ses çıkardı. Bocurgat ağır ağır dönmeye saşladı. Önce görünürde bir şey olmadı, İştar da, "Yanan duvarlara bak, bütün savaşçı kralların en büyüğü güçlü Trok," diye fısıldadı. "Bak, nasıl birbirlerine yaklaşmaya başladılar, yavaş yavaş, çok yavaş. Ama sonunda birleşiyorlar, kurbanlar da lambanın alevine kapılmış bir kelebek gibi kızarıyor ve kararıyorlar." Trok öne eğildi. Yüzü tatlı bir heyecanla terden parlıyordu. İştar kâseden başını kaldırarak, "Marduk hoşnut kaldı," dedi. "Ona ocakta sunduğun kurbanlar çok hoşuna gitti." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 366 Trok başıyla onayladı. "Kardeşim Marduk'a hoşnut olmasına sevindiğimi söyle." Trok tapınağın özel iç odasında Yok Edici Marduk'un önündeki taşların üstüne serilmiş leopar postu yığınının üstünde diz çökmüştü. Tanrının altından tasviri güleç yüzlü, güzel bir delikanlıyı temsil ediyordu, Heykel üç veya dört insan boyundaydı. Tanrıyı bir ölümlüden ayıran biricik özellik kıvırcık kafasının iki yanındaki minik keçi boynuzları ve ayak yerine çatallı toynaklarıydı. Bu tasviri ilk gördüğünde Trok, iştar'ı yalancı çıkarırcasına, "Bana Marduk'un korkunç bir tanrı olduğunu, tanrılar topluluğundaki başka tanrılardan daha zalim ve şiddetli olduğunu, hatta Seueth'den bile daha kana susamış olduğunu söylemiştin. Oysa bu güzel bir genç," demişti. Ama İştar, "Sakın aldanmayın, kutsal Firavun," diye karşılık vermişti. "Bu, Marduk'un insanlara gösterdiği yüzüdür. Gerçek görünümü o kadar iğrenç ve korkunçtur ki ona bakan bir insan anında kör olur ve ağzından salyalar akan bir deliye dönüşür." -446- Bu sözlerle aklı başına gelen Trok tasvirin önünde diz çöktü ve rahipler yeni doğmuş iki bebeği getirip tanrıya sundukları zaman sesini çıkarmadan bekledi. İştar bundan sonra bebeklerin boğazını o kadar ustalıkla kesti ki altlarında tuttuğu altından kehanet kâsesine kanlarını akıttıkları sırada kurbanlardan gık bile çıkmadı. Kanı boşalan küçük vücutlar kutsal odanın altındaki ocağa inen mermer süte atıldıktan sonra İştar altın kâseyi mihrabın önüne koydu ve günlük mangallarını tutuşturdu. Arkasından ilahi okuyarak ve bir şeyler mırıldanarak alevlerin içine avuç avuç otlar attı, çok geçmeden de kubbeli oda mavi duman halkalarıyla, hava da solunulamaz parfümlerle doldu. Trok bir süre sonra net olarak düşünemez hale geldi, görüşü de bozulduğundan gölgelerin dans ettiğini görmeye, kulaklarına ta uzaklardan alaylı kahkaha sesleri gelmeye başladı. Bunun üzerine gözlerini kapadı ve parmaklarını göz kapaklarına bastırdı. Onları tekrar açtığında tanrının yüzündeki tatlı gülümseyişin, derisinin üstünde zehirli böcekler sürünürmüş gibi tüylerini diken diken eden müstehcen ve korku verici bir bakışa yerini bıraktığını gördü. Başka yere bakmaya çalıştı, ama bunu başaramadığını fark etti. Kanla dolu kâsenin yüzündeki işaretleri anlamlandıran İştar, "Büyük tanrı Marduk hoşnut," diye tekrarladı. "Sorularınızı lütfedip yanıtlayacak." "Marduk'a onu emsalim olarak saygılarımı sunduğumu söyle. Ocağına bin kurban daha yollayacağım." "Marduk sizi duyuyor." İştar kâseyi eline alıp içine baktı. Uzun bir suskunluktan sonra kucağında kâseyle öne ve arkaya sallanmaya başladı. Sonunda başını kaldırdı. "Bak bize Marduk, Babil'in büyük tanrısı! Konuş bizimle, korkunç varlık, yakarıyoruz sana!" Altın heykele kollarını açtı, tanrı da bir çocuğun tatlı ve peltekçe sesiyle konuştu. "Seni selamlıyorum, Trok kardeş," dedi garip bir sesle. "Çöllerde kanatlarını açan ve pençelerini sivrilten yavru şahin hakkında bilgi istiyorsun." Trok bedensiz sese olduğu kadar sözlerinin doğruluğuna da şaşırmıştı. Gerçekten de Nefer Seti'ye saldırıp onu yok etme planlarıyla ilgili olarak tanrıdan bilgi istemeyi düşünmüştü. Yanıt vermeye çalıştıysa da, boğazı tıkanmış ve eski bir mumyanın sargıları gibi kurumuştu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 367 Çocuksu, tatlı ses devam etti: "Sadık hizmetkârım Medialıİştar'dan yerinde öğütler almışsın. Onu dinlediğin iyi olmuş. Öyle yapmayıp düşündüğün gi- -447- bi Gallala'nın üzerine yürümüş olsaydın, alaylarını mahveden ve kumlara gömen hams/n'den daha büyük bir felaketle karşılaşırdın." Trok acı acı düşündü: İştar'ın onu Nefer Seti'ye saldırmak ve kaçan kadını Mintaka'yı ele geçirmek için doğu çölüne başka bir ordu göndermekten nasıl vazgeçirdiğini anımsıyordu. Casusları uzun zaman önce ona o çiftin Galla-la'daki yerini bildirmişti. Trok sefer için başka arabalarla askerlerden oluşan bir kuvvet toparlamıştı. Tahtının üzerindeki bu tehditten kurtulmadığı, erişkin olmasından önce çocuk Firavun'u ezmediği takdirde, isyanlarla ayaklanmaların çok geçmeden bütün ülkesine yayılacağını biliyordu. Bu olduğu zaman ise kurmakta olduğu hanedanlık yok olacaktı. Nefer Seti tehdit ve tehlikesini ortadan kaldırmaktan da çok onu küçük düşüren ve meydan okuyan biricik kadını ele geçirmeye can atıyordu. Ona duyduğu nefretin yanında içindeki tüm öteki duygular zayıf kalıyordu. İştar onun harekete geçmesini engellemişti. Kötü sonuç kehanetleri, felaket ve ölüm uyarılarıyla onu, kuvvetlerini Naja'nınkilerle birleştirip efsanevi Ba-bil kentine yapılacak sefere katılmaya razı etmişti. Sefer şu ana kadar zaferle sonuçlandığı ve ganimetlerle katliam bütün tahminleri aştığı halde Trok her nedense kendini tatmin olmuş hissetmiyordu. Altından tanrıyla olduğu kadar kendi kendisiyle konuştu: "Nefer Seti'yi ele geçirmem lazım. Ben onu öldürüp tekrar dinlememesi için cesedini alevlerin içine atana kadar çifte taç başıma sağlam oturamayacak. Daha şimdiden Mısır'daki bütün binalarla anıtlardan onun adıyla babasının adını sildirdim, ama onu ve onunla ilgili anıları sonsuza dek yok etmem şart." Öfkesiyle nefreti arasında yerinden fırlayıp İştar'la tanrısına, "Kötü kehanetlerin ve uğursuz uyarılarınla daha önce de beni kaderimden yoksun ettin," diye bağırdı. "Şimdi seninle ibadet eden biri değil, emsalin olarak, seninle eşit biri olarak konuşuyorum. Nefer Seti'nin bedeniyle ruhunu bana teslim etmeni istiyorum. Senden ve şuradaki dalkavuğundan başka bir red kabul etmem." Trok öfkesi arasında İştar'a bir tekme savurdu. Medialı tekmenin geldiğini görerek kendini yana attı. Trok'un maden destekli sandaletinin bu arada kehanet kâsesine takılmasıyla bebeklerin kanı da taşların üstüne ve mihrabın önüne saçıldı. Bu yaptığı Trok'u bile dehşet içinde bırakmıştı. Tasvirin önünde taş kesilmiş gibi duruyor, tanrının göstereceği tepkiyi bekliyordu. İştar, "Bağışlanamaz saygısızlık!" diye feryat etti. "Girişimin işte şimdi | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:46 am | |
| İştar, "Bağışlanamaz saygısızlık!" diye feryat etti. "Girişimin işte şimdi kaçınılmaz bir başarısızlığa mahkûm oldu, Trok Uruk." Büyücü bundan sonra -448 - kan gölcüğünün içinde secdeye yattı. Duyduğu dehşetten başını kaldırıp puta bakamıyordu bile. Tapınak odasına korkunç bir sessizlik egemen olmuştu. Üstünde durdukları taş zeminin altında kurbanların yakıldığı ocağın alevlerinin hafif homurtusu bu sessizliği daha dc> belirginleştiriyordu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 368 Derken yumuşak, fakat hiçbir şüpheye yer bırakmayan bir ses duyuldu. Uyuyan bir çocuğun solukları gibi bir şeydi, ama giderek sertleşiyor ve kuvvetleniyordu. Şimdi vahşi bir hayvanın, sonra da bütün tapınakta yankılar uyandıran bir canavarın solukları oldu bu. En sonunda da hiddetlenmiş bir tanrının, bütün gökyüzünün fırtınalarının, okyanusun dalgalarının kükremesine dönüştü. Ses o kadar korkunçtu ki Medialıİştar bile bir çocuk gibi hafif hafif inlemeye başladı. 'Tanrı başarmanıza artık kesinlikle izin vermez. Taita'yla korunuğuna karşı yürüyüşe geçmeniz artık çok tehlikeli olur. Yani Büyücü ölene kadar," diye fısıldadı. Tam o sırada korkunç bir ses konuştu. O kadar sert, o kadar dünyanın dışından gelmiş gibiydi ki Trok'un sinirleri gerildi ve adam titremekten kendini alamadı. "Dinle beni! Tanrılar topluluğunun bir üyesi olduğunu iddia eden ölümcül Trok Uruk!" Sanki gök gürledi ve gürlemeler kutsal odanın karanlık köşelerinde yankılandı. "Bir tanrı olmadığını biliyorsun. Dinle beni, saygısız ölümcül! Eğer bana ve kâhinim Medialıİştar'a meydan okuyarak Gallala üzerine yürürsen seni de, ordunu da yok ederim. Tıpkı öbür ordunu çölün kumlarına gömdüğüm gibi. Bu kez öfkemden kurtulamayacaksın." Günlük maltızlarından yükselen zehirli dumanlardan sarhoş gibi olduğu ve tapınağı dolduran Marduk'un öfkesinden ürktüğü halde, Trok, İştar'ın itirazlarında bir sahtelik, Marduk'un öfkesinin şiddetinde de pek inandırıcı olmayan bir şeyler sezecek kadar kurnazdı. Tanrı'nın doğaüstü gösterilerinin sarstığı cesaretini toparlayıp onu neyin duraklattığını teşhis etmeye çalıştı. Hayvansı solukların ve gökgürültüsünü andıran sesin altın heykelin karnından çıktığını keşfetmişti. Dikkatle bakınca tanrının göbek deliğinin karanlık bir yarık olduğunu fark etti. Heykele doğru bir adım atması üzerine İştar panik halinde başını kaldırdı ve, "Sakın ha, Firavun! Tanrı hiddetli! Ona yaklaşayım deme!" diye tısladı. Trok duymazlıktan gelerek tanrı heykelinin göbeğine bakarak bir adım daha attı. Yarığın derinlerinde hafif bir ışıltı, gölgemsi bir hareket gördü. Sa- -449- Büyücüler'Kralı/F:29 l vaşlarda birçok kez kaderin ondan yana olduğu anı sezmişti, şimdi de aynışeyi hissediyordu. Kendini toparlayıp tanrının soluklarının korkunç sesini bastırarak bağırdı. "Sana meydan okuyorum, Yok Edici Marduk! Eğer elinden gelirse beni yere vur! Becerebileceksen tapınağının ateşlerini üzerime boşalt!" Tanrının göbek deliğindeki ışıltı yine gözükünce ve soluklar duraklayınca, Trok'un şüpheleri gerçek oldu. Kılıcını çekti, yassı yüzüyle İştar'ı devirip yolunun üstünden uzaklaştırdı. Sonra koşarak altından tasvirin arkasına atıldı. Burasını alelacele inceledi, metale kılıcının ucuyla vurdu. Heykel davul kadar boş izlenimini uyandırıyordu, daha dikkatli bakınca etrafındaki metale hemen hemen kusursuz uyan oynak bir pano keşfetti. Trok, "Bir 'kapak ha!" diye homurdandı. "Marduk'un karnında, ağzından içeri girenlerden daha fazla bir Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 369 şeyler olduğu anlaşılıyor." Dönüp heykelin karnındaki yarıktan içeri bakışını dikti. Bir insan gözü ona bakıyordu. Gözbebeği şaşkınlıkla irileşti, Trok da, "Çık dışarı, büyük canavarın pisliği!" diye kükredı. Heykele omzunu dayayarak var gücüyle itti. Heykel taş kaidesinin üstünde sarsılınca Trok tekrar itti. Tasvir ağır ağır taş zeminin üstüne devrildi. Heykelin altında ezilmesine ramak kalan İştar haykırarak kendini yana attı. Tanrının kafası düşüşten sonra yana çarpılmıştı, korkunç çatırtıyı izleyen sessizlikten sonra da heykelin içinde ürkmüş fareler tarafından çıkarılan gürültüye benzer tırmalamayı andıran sesler duyuldu. Pano hızla açıldı ve küçük bir vücut dışarı süründü. Trok onu gür buklelerinden yakaladı. Küçük kız o bal gibi tatlı sesiyle, "Merhamet, büyük Kral Trok," diye yalvardı. "Sizi aldatmaya çalışan ben değildim. Başkalarının emrini yerine getirıyordum." O kadar güzel bir çocuktu ki Trok bir an öfkesinin hafiflediğini hissetti. Ama sonra, kızı ayak bileklerinden yakaladı ve tek eliyle baş aşağı sallandırdı. Küçük kız ağlıyor, kralın pençesinde kıvranıyordu. Trok, "Bunu sana kim emretti?" diye sordu. Kız ağlıyordu. "Medialıİştar." " Trok kızı başının yukarsında iki kere sallayarak hız ve güç kazandı, sonra zavallıyı tapınağın sütununa çarptı. Küçük kızın çığlıkları anında kesildi. Trok küçük vücudu buruşuk bir kütle halinde mihrabın üstüne fırlattı. Sonra altın puta dönerek kılıcı kapağın aralığından içeri soktu ve tanrının karnının içinde evirip çevirmeye başladı. Derken yeni bir cıyaklama oldu ve şekilsiz bir yaratık aralıktan kendini dışarı attı. Trok önce bunun dev bir kurba- -450- ğa olduğunu sandı ve kendini panik halinde arkaya savurdu. Ama sonra bunun, az önce öldürdüğü kızdan da daha küçük yapılı kambur bir cüce olduğunu gördü. Cüce küçük yapısıyla tam bir çelişki halindeki boğa gibi bir sesle kükredı. Trok'un hayatında gördüğü en çirkin yaratıktı. Şaşı bakan gözleri bile farklı boyutlardaydı. Kulaklarıyla burun deliklerinden ve yüzünden sarkan dev benlerden kara kıl kümeleri fışkırıyordu. "Seni aldatmaya kalkıştığım için beni bağışla, Mısır'ın kralı olan güçlü tanrı!" Trok kılıcıyla ona doğru bir hamle yaptı, ama yaratık kendini arkaya attı ve o garip sesiyle korku çığlıkları atarak kutsal odada sağa, sola koşmaya başladı. Trok onun maskaralıklarına gülmekten kendini alamadı. Cüce bu arada odanın arkasındaki perdelerin arkasına daldı ve gizli bir kapıdan geçerek gözden kayboldu. Trok onun kaçmasına göz yumdu ve dikkatini iştar'a çevirdi. Odadan kaçmaya çalışan büyücünün reçineyle sertleştirilmiş bir saç tutamını tam zamanında yakaladı. Onu boylu boyunca taş zeminin üstüne fırlattı ve kaburgalarına, karnına ve sırtına tekmeler atmaya başladı. "Bana yalan söyledin ha!" Trok gülmüyordu artık, yüzü öfkeden mor olmuştu. "Bile bile kandırdın beni. Beni amacımdan saptırdın." Vahşice savrulan tekmelerden kaçmak için yerlerde yuvarlanan İştar, "Yalvarırım, efendimiz, ne yaptıysam sizin iyiliğiniz için yaptım," diye feryat etti. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 370 Trok, "Tamose'un tohumunun Gallala'da kontrolsüz gelişmesine ve ülkemde isyan ve kargaşaya yol açmasına benim iyiliğim için mi göz yumdun?" diye kükredi. "Beni buna inanacak kadar deli ve budala mı sanıyorsun?" Trok'un ayağı kaburgalarına toslayıp onu sırtüstü devirirken İştar, "Ama doğru," diye geveledi. "Fırtınaya emredip köpeğiymiş gibi dilediklerini yaptıran bir Büyücü'ye nasıl karşı koyabilirdik?" "Sen Taita'dan korkuyorsun." Trok durup soluk aldı. "Büyücü'den korkuyorsun ha" diye inanamayarak sordu. "O bizi görüyor. Benim büyülerimi aleyhimize çevirebiliyor! Ona karşı gelemem. Sizi sadece ondan kurtarmaya çalıştım, büyük Firavun." Trok, "Sen yalnız kendi mavi dövmeli postunu kurtarmaya çalıştın," diye hırladı ve İştar'ın iki büklüm vücuduna yine tekmeler yağdırmak için davrandı. "Sana yalvarıyorum tanrıların en kuvvetlisi." İştar iki koluyla başını korumaya çalışıyordu. "Bana ödülümü ver de gideyim. Taita gücümü yok etti. Bir daha karşısına çıkamam. Size başka bir yararım dokunamaz." -451 - T 1 Trok tekme atmaya hazırlanmış bir bacağı havada olduğu halde durdu. "Ödülün mü?" diye şaşkınlıkla sordu. "İhanetini herhalde üç lakh altınla ödüllendireceğimi düşünmüyorsundur." İştar dizlerinin üstünde doğruldu ve Trok'un ayağını öpmeye çalıştı. "Size Babil'i verdim efendimiz. Bana vaat ettiğiniz ödülü esirgeyemezsiniz." Trok öfkeyle güldü. "Senden her ne istersem esirgerim. Hayatını bile. Eğer bir gün fazla yaşamak istersen beni Gallala'ya götürür ve Büyücü'yle bir sihir savaşımında şansını denersin." - Nefer Seti'nin Kızıl Yol'u başarıyla geçtiğini ve hükümdarlığını kanıtladığını görünüşe göre bütün Mısır duymuştu. Gallala'ya her gün ülkenin dört bir yanından ziyaretçiler geliyordu. Bazıları, Trok'la Naja'nın, yokluklarında Mısır'ı korumaları için arkalarında bıraktıkları alayların albaylarıyla yüzbaşılarıydı. Başkaları Nil boyundaki büyük kentlerin -Avaris'le Memphis, Teb ve Asuvan-büyüklerinin elçileri ve bu kentlerdeki tapınakların yüksek rütbeli rahipleriydi. Naja'yla Trok'un zulmünden ve aşırılıklarından bıktıkları ve despotların o kadar uzaktaki Babil'de bulunmalarından cesaret buldukları için hepsi Nefer Seti'ye bağlılık yemini etmeye gelmişlerdi. Elçiler ona, "Mısır halkı sizi buyur etmeye hazır," dediler. Yüzbaşılar da, "Kutsal topraklara ayak bastığınız ve yüzünüzü görüp söylentilerin doğru olduğunu Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 371 anladıkları zaman alaylarımız hemen sizin safınıza geçecekler," diye garanti verdiler. Nefer'le Taita onları sıkı sıkı sorguya çekerek alaylarının dökümlerini ve hazırlık durumlarını bilmek istediler. Trok'la Naja'nın Mezopotamya serüvenleri için alaylarının kaymağını seçip götürdükleri ve arkada yalnız yedekleri bıraktıkları çok geçmeden ortaya çıktı. Yedekler ise çok genç ve deneyimsiz olanlardan ya da askerlik hayatlarının sonuna yaklaşan ve emeklilik zamanlarıyla nehir kıyısındaki arazilerinde güneşte oturup torunlarıyla oynayacakları günleri iple çeken yorgun ve formdan düşmüş kişilerden oluşuyordu. "Savaş arabalarıyla atlardan ne haber?" Nefer Seti yaşamsal soruyu sormuştu. Yüzbaşılar kırlaşmış kafalarını salladılar. Ciddi görünüyorlardı. "Trok'la Naja bütün alayları soyup soğana çevirdiler. Araçların neredeyse tamamı onlarla batı yoluna gittiler. Doğu sınırlarında devriye gezerek çölün Bedevi akıncılarının cesaretini kıracak kadar bile araba bırakmadılar." -452- "Memphis'teki, Avaris'teki ve Teb'deki atölyelerden ne haber?" diye sordu Nefer. "Her biri bir ayda en az elli araba çıkarabilir." "Atlar o arabaları çekecek kadar eğitilir eğitilmez Babil'de iki Firavun'un ordusuna katılmaya yollanıyorlar." Taita bu bilgiyi de sindirdi. "Sahte firavunlar arkalarında oluşturd | |
| | | | BÜYÜCÜLER KRALI | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|