Gül Bahçesi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


(¯`•._.•♥♥ROSE GARDEN♥♥•._.•´¯)
 
AnasayfaPortalliLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

  BÜYÜCÜLER KRALI

Aşağa gitmek 
Sayfaya git : Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8
YazarMesaj
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:46 am

-452-

"Memphis'teki, Avaris'teki ve Teb'deki atölyelerden ne haber?" diye sordu Nefer. "Her biri bir ayda en
az elli araba çıkarabilir."
"Atlar o arabaları çekecek kadar eğitilir eğitilmez Babil'de iki Firavun'un ordusuna katılmaya
yollanıyorlar."
Taita bu bilgiyi de sindirdi. "Sahte firavunlar arkalarında oluşturduğumuz tehdidin bilincindeler. Mısır'da
bıraktıkları alayların onlara karşı ayaklanması ve gerçek Firavun Nefer Seti'ye bağlanmaları halinde etkili
bir kuvvet olmalarını sağlayacak atlılardan ve arabalardan yoksun olmalarını garantilemek istiyorlar."
Nefer subaylara, "Birliklerinizin başına dönmelisiniz," diye emretti. "Galla-la'da zaten fazla kalabalığız;
yiyecek ve su stoklarımızı zorluyoruz. Daha fazla araçla atın Mısır'dan ayrılmasına izin vermeyin.
Adamlarınızı idmanlı tutun ve içlerinde en iyilerini imal edilen yeni arabalarla donatın. Size despotlara karşı
liderlik etmek için yakında, hem de çok yakında yanınıza geleceğim." Subaylar Firavun'un adını överek ve
tekrar tekrar bağlılık yeminleri ederek oradan ayrıldılar.
Taita, Nefer'e öğütler verdi. "Onlara ettiğin vaati vaktinden önce yerine getiremezsin. Ancak kumandan
altında güçlü, iyi eğitilmiş ve iyi donanmış bir kuvvetle Mısır'a geri dönebilirsin. Buraya gelen yüzbaşılar iyi
ve sadık kişiler, onlara güvenebileceğini biliyorum. Bununla birlikte, sahte firavunlar geri döndükleri zaman
başlarına geleceklerden korktukları ya da onların ülkeyi yönetmeye kutsal hakları olduğuna inandıkları için
Trok'la Naja'ya bağlı kalanlar da var. Ayrıca, kararsız olup sende herhangi bir zaaf fark ettikleri takdirde
aleyhine dönecek olanları da unutma."
"Öyleyse yapacak çok işimiz var." Nefer her zamanki yaşlı hocasının öğüdünü dinlemişti. "Thane'de ele
geçirdiğimiz atların sonuncularını evcilleştirmemiz ve kumların altından çıkardığımız arabaların onarımını
tamamlamamız gerekiyor. Dahası Trok'la Naja'nın kıdemli askerlerine karşı koyabilmek için adamlarımızın
eğitimlerini tamamlamaları lazım. Bütün bunları başardıktan sonra Mısır'a döneceğiz."
Gallala'daki küçük ordu böylece sahte firavunların gücüne karşı koyabilecek bir kuvvet olabilmek
yolunda çabalarını artırdı. Nefer hepsinden daha sıkı çalıştığı için, genç komutanları onlar için bir ilham
kaynağıydı, ilk bölüklerle gün doğmadan yola çıkıyor ve Kızıl Yol'un öbür savaşçılarıyla ona öğütler veren
Taita'yı yanına alıp alaylarını yavaş yavaş uyumlu bir bütün haline getiriyordu. Akşam vakti yorgun ve toz
içinde kente döndüğü vakit atölyelere gidiGenerated
by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 372
-453-

yor, orada silah ve araba ustalarını, gönüllerini alarak ve onlarla tartışarak daha sıkı çalışmaya zorluyordu.
Karnını doyurduktan sonra da Taita'yla oturup savaş planlarını ve kuvvetlerinin konumunu gözden
geçiriyordu. Genellikle ancak gece yarısından sonra sendeleyerek yatak odasına girebiliyordu. Min-taka o
zaman uyanarak hiç yakınmadan yatağından kalkıyor, zırhını ve sandaletlerini çıkarmasına yardım ediyor,
ayaklarını yıkıyor ve ağrıyan kaslarını güzel kokulu yağlarla ovuyordu. Sonra uyumasına yardımcı olması
için bir kâse şarapla balı ısıtıyordu. Kâse çok zaman içindekiler içilip bitirilmeden Nefer'in ellerinden
düşüyor ve delikanlının başı yastığının üstüne çöküyordu. Genç kız bunun üzerine eteğini üzerinden
sıyırıyor, sevgilisinin başını göğsüne yaslıyor ve Nefer şafağın ilk ışığıyla uyanıncaya kadar öylece
tutuyordu.
Meren Kızıl Yol'da aldığı yaraların etkisiyle her gün biraz daha bitkin düşüyordu. Taita kırık kaburgalarını
bağlamış, onlar çabuk iyileşmişlerdi. Yırtık kulağı da diktiğinden kulak şimdi sadece biraz çarpıktı;
Merykara ise yanağın-daki yarım ay biçimli yara izinin onu daha ilginç ve olgun gösterdiğini düşünüyordu.
Ancak, kılıcın koltukaltına saplandığı yer Taita'yı bile kaygılandırıyordu. Onu yokladığı zaman derinliğinin
çizdiği açıdan silahın Meren'in akciğerine saplandığını anlıyordu. İki kere kapandığı zannedilmiş, fakat yara
tekrar açılmış; pis kokulu cerahat ve sıvı sızdırmıştı. Bazan aklı başında olunca Meren yardımsız olarak
oturabiliyor ve yemek yiyebiliyordu. Ama pis sıvılar yine fışkı-rınca tekrar yarı baygın hale düşüyor ve
ateşi fırlıyordu.
Merykara başucunda oturarak pansumanlarını değiştiriyor ve yaraya Ta-ita'nın onun için hazırladığı
merhemden sürüyordu. Meren'in daha iyi olduğu zamanlarda ise ona şarkılar söylüyor, kentin ve ordunun
haberlerini aktarıyordu. Onunla bao da oynuyor; eğlenmesi için ona maniler ve bilmeceler uyduruyordu.
Yara yine kötüye gidince onu bebek gibi doyuruyor ve yıkıyor, sakin-leşinceye kadar ter içindeki başını
okşuyordu. Gece delikanlının ayak ucunda uyuyor, Meren kımıldadığı ya da ateşin pençesinde sayıkladığı
zamanlar da hemen uyanıyordu.
Delikanlının vücudunu kendi çocuğuymuş gibi yakından tanımıştı. Meren'in dişlerini akasya ağacının ince
yeşil dallarıyla ovuyor, kendi küçük beyaz dişleriyle uçlarını çiğneyerek sert bir fırça haline getiriyordu.
Delikanlının saçlarıyla da ilgileniyordu. Onu tekrar örülebilecek uzunluğa gelinceye kadar fır-çalamıştı.
Tırnaklarını kesip temizliyordu; kılıç kabzasının ve araba dizginleri-

nin nasırlaştırdığı parmaklarının biçimini tanımış ve sevmişti. Hiçbir tiksinti duymadan kulaklarındaki pisliği
ve burun deliklerindeki kurumuş sümüğü de temizliyordu. Koltukaltlarında kalın kümeler halinde uzayan,
göğsünde kıvrılan ve karnının altında yuvalanan yumuşak kara tüylere kendi fildişi tarağını kullanıyordu.
Her sabah delikanlının vücudunun her bölümünü, kaslarının her kıvrımını ve tümseğini yıkıyor, ateşin
etkisiyle etleri eridikçe ve kemikleri gözükmeye başlayınca kederleniyordu.
Önceleri delikanlının erkeklik organını yıkarken bakmamaya çalışmıştı, ama sonra bunun gereksiz bir
utanç olduğunu düşündü. Sonra erkeğinin organlarını avuçlarının içinde tutarak onlara yakından baktı. Bu
seyir ona sevgi ve acıma duyguları esinledi. O kadar yumuşak ve ılık, derileri o kadar yumuşak ve
kusursuzdu ki. Sonra deriyi Mintaka'nın ona gösterdiği biçimde geri çektiğinde pembe uç zakkum
çiçeğinin petal yaprağı gibi fırlayınca duyguları değişti. Organ avucunda sertleşti ve şişti, sonunda da
çevresi baş ve işaret parmaklarının arasında tutulamayacak kadar genişledi. Böyle olunca genç kız garip
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 373
bir hissin etkisiyle soluk soluğa kaldı ve kendi anatomisinin olmayacak yerlerinde sıcaklık duydu.
Bir gece uyandığında pencereden içeri süzülen ay ışığı odanın taş zemininde bir gümüş külçesi gibi
duruyordu. Genç kız bir an Teb'dekı nehir kıyısı sarayındaki kendi yatak odasında olduğunu zannetti, ama
sonra Meren'in sıkıntılı soluklarını ve gördüğü karabasanın yol açtığı abuk sabuk çığlıkları duyunca gerçek
suratına çarpıldı. Çıplak halde Meren'in yatağının ayak ucundaki döşeğinden fırladı ve hastanın yanına
koştu.
Lambayı yakınca delikanlının gözlerinin açık olduğunu, fakat bir şey görmediğini, yüzünün şekilsizleştiğini
ve kül rengini aldığını gördü. Dudaklarının üstünde beyaz bir köpük vardı, akan terlerinden de vücudu
parlıyordu. Buruşmuş keten çarşafların üstünde kendini öylesine şiddetle yerden yere atıyordu ki
Merykara onun kendisini daha fazla yaralayacağından korktu. Bunun, Ta-ita'nın beklemesi gerektiğini
söylediği kriz olduğunu anlamıştı.
"Taita!" diye haykırdı. "Çabuk gel, sana ihtiyacımız var." Taita'nın hücresi avlunun karşı tarafındaydı.
Merykara'nın seslendiğini duyabilmek için adamcağız daima kapısı açık uyurdu.
Merykara tekrar, "Taita!" diye bağırırken onu zapt etmek için Meren'in göğsüne yaslanmıştı. Sonra
Büyücü'nün Nefer ve bir araba bölüğüyle çölde gizemli bir sefere çıktığını ve daha günlerce
dönmeyeceklerini anımsadı. Bir

-454
455 -


İ
ara Mintaka'yı çağırmayı düşündü, ne çare ki arkadaşının odası eski sarayın öbür uçundaydı, Merykara
ise Meren'i yalnız bırakmaya cesaret edemiyordu.
Kendi başının çaresine bakmak zorundaydı. Meren'in hayatının ellerinde olduğunu anımsaması üzerine
duyduğu paniğin zayıfladığını hissetti. Paniğin yerini serinkanlı bir kararlılık almıştı. Delikanlının yanına
uzandı ve ona sarılarak cesaret ve güven verici sözler fısıldamaya başladı. Biraz sonra Meren
sa-kinleşince onu bir dakika yalnız bırakabildi. Genç kız duvarın dibindeki sandığın başına gitti ve içinden
Taita'nın onun için bıraktığı küçük şişeyi çıkardı, bunun içindeki sıvıyışarapla karıştırdı ve Taita'nın
gösterdiği gibi maltızın üstünde ısıttı.
Kâse dudaklarına dayanınca Meren önce istemediyse de genç kız onu içmeye mecbur etti. Kâse
boşalınca bu kez su ısıttı ve delikanlının yüzündeki terleri, dudaklarındaki pisliği sildi. Delikanlının
vücudunu da yıkayacaktı ki Meren ani bir nöbetin pençesinde sarsılmaya ve inlemeye başladı. Merykara
yine korkuya kapıldı. Delikanlının üstüne atılarak var gücüyle ona sarıldı. "Sakın ölme sevgilim," diye ona
yalvardı, sonra daha güçlü bir sesle, "Ölmene izin vermeyeceğim. Yardım et bana, Hathor. Onu öbür
dünyadan kendi ellerimle çekip çıkaracağım," dedi. Bir savaş içinde olduğunu biliyor, delikanlıyla birlikte
savaşıyor, bütün gücünü seferber ediyor ve onunkine katıyordu. Meren'in kollarının arasında gevşediğini,
ter içindeki vücudunun de soğumaya başladığını hissedince, "Hayır, Meren, geri dön! Geri dön bana!
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 374
Bensiz gidemezsin," diye haykırdı.
Ağzını delıkanlınınkine dayayarak kendi hayatını onun içine üflemeye çalıştı. Meren birden patlar gibi bir
ses çıkararak akciğerlerindeki bütün hayatı boşalttı, Merykara da her şeyin bittiğini sandı. Kemikli
göğsünü her iki koluyla sararak onu kucakladı. Merykara baskıyı hafifletince delikanlı gürültülü bir soluk
daha aldı, sonra bir tane daha. Kalbinin çırpınışı Merykara'nın bedenine yansıyan güçlü ve düzgün bir
tempoya yerini verdi.
Genç kız, "Geri döndün," diye fısıldadı. "Bana geri döndün."
Meren'in vücudu hâlâ soğuktu. Delikanlı titreyince genç kız her iki koluyla onun göğsünü sardı, sonra
bacaklarını da kalçalarına dolayarak onu kendi vücuduyla ısıttı. Meren'in soluklan yavaş yavaş derinleşti
ve düzgün bir ritm kazandı, Merykara da sımsıcak kanının tekrar damarlarına aktığını hissetti Sevdiği
erkeğin yanında yatıyor, onu kurtardığını ve delikanlının bundan böyle yalnız ona ait olduğunu bildiği için
de derin bir tatmin hissi duyuyordu.

Şafak sökerken yeni bir mucize gerçekleşti. Merykara erkeğinin vücudunun uyanmaya başladığını
hissetti, bir ara avucunda tuttuğu yumuşak ve küçük şey de yeniden şişti, kocaman ve kemik kadar sert
olarak kızın iki yana açılmış bacaklarının arasını bastırmaya başladı.
Merykara onun yüzüne bakınca delikanlının kendinde olduğunu gördü. Karanlık gözleri çukura kaçmıştı,
ama içlerinde öylesine bir sevgi ve şefkat hissi vardı ki kalbi göğsünün içinde dolu dolu olan genç kız da
kendi duygularının yoğunluğundan tıkandığını hissetti.
Erkek , "Evet mi?" diye sordu.
Merykara, "Evet," diye yanıtladı. "Bunu dünyada her şeyden fazla istiyorum." Genç kız bacaklarını açtı,
uzanıp ona rehberlik etti. Meren'e duyduğu gereksinimden için için yanıyordu. Çok geçmeden delikanlıyla
birlikte daha önce hiç gitmediği bir yere doğru kanat çırpıyordu. İçinin sıcak bir sıvıyla dolduğunu
hissedince bağırdı. Sevgilinin ateşini, sancısını ve ıstıraplarını kendi vücuduna çekiyordu sanki. Sonra içinin
derin bir huzurla dolduğunu hissetti. Meren şimdi onun yanına yığılmış, tatlı tatlı uyuyordu.
Merykara erkeğin yanında sakin sakin yatıyor, onu rahatsız etmemeye dikkat ediyor, soluklarının sesiyle
kavrulmuş, zayıf vücudunun sıcaklığının tadını çıkarıyor, yaşadığı aşkın içinde kalan sızısının keyfini
yaşıyordu.
Onun uyanmakta olduğunu hissedince hoş geldin der gibi yavaşça dudaklarından öptü. Meren gözlerini
açarak kızın gözlerinin içine önce şaşkınlıkla, sonra geçen gece olan olayların belleğinin yüzeyine çıkması
üzerine sevinçle baktı.
"Karım olmanı istiyorum," dedi.
Merykara, "Zaten karınım," diye yanıt verdi. "Ve öleceğim güne kadar da karın olarak kalacağım."
Nefer araba dizisi boyunca arkaya baktı. Dört tanesi yan yana olmak üzere dörtnala yol alıyorlardı.
Takım komutanları işaretini bekliyordu. Nefer ileriye bakınca ovada düşman asker hattını gördü. Isı
tarafından şekilsizleştiril-diklerinden su olmayan yerde su içinde yüzer görünen kıvır kıvır bir yılana
benziyorlardı. Nefer doğru merkezlerine yöneldi. Döv, Taita'nın bakımı sayesinde tamamen iyileşmişti,
şimdi de hızla koşuyor, Krus'un geniş adımlarıyla uyum sağlıyordu.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 375
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:47 am

457-


Böylece yarışırlarken düşman oluşumunun değiştiğini gördü; asker hattı dev bir kirpi gibi kendi etrafında
dönerek bir top, iki sıra derinliğinde kusursuz bir daire oluşturdu. Dış sıranın mızrakları savrulacak gibi
doğrultulmuştu, ikinci sıra ise mızraklarını aralıklardan ileri uzatmıştı. Bu durumda tunç mızrak başlarından
oluşan parlak bir duvar oluşturuyorlardı. Nefer dosdoğru çift mızrak sırasının ortasına koştu, sonra da
aralarındaki mesafe yüz adım kalınca, "Horus'un Kanatlan" için eliyle sinyal verdi.
Araba oluşumu güneşteki bir çiçek gibi açıldı. Araba sıraları dönüşümlü olarak sağa ve sola kayarak
Horus'un kanatlarını yaydılar. Böylece çömelmiş piyade askerlerinin kirpiye benzer oluşumunu kuşatmış
oluyorlardı. Arabalar, tekerlek göbeğinin etrafındaki tekerlek çemberi gibi piyade oluşumunun etrafında
döndüler; kısa ve kıvrık süvari yaylarından fırlayan oklar kirpinin üzerine karanlık bir bulut gibi boşandı.
Nefer saldırıya son verip geri çekilmek komutunu verdi. Arabalar hiç aksatmadan yine dörtlü sıralar
oluşturdular ve uzaklaştılar. Yeni bir işaretin verilmesi üzerine yine ortalarından bölündüler ve sürücülerinin
kayışları bileklerine sarılı ve harbeleri fırlatılmaya hazır olduğu halde yarış temposuyla geri döndüler.
Piyade dairesinin etrafında dönen Nefer sağ yumruğunu kaldırarak onları selamladı ve, "Güzel başardınız!
Bu çok daha iyiydi," diye bağırdı.
Piyadeler bu övgüyü mızraklarını kaldırarak karşıladılar ve onlar da, "Nefer Seti ve Horus!" diye
bağırdılar.
Nefer atları yavaşlattı ve onları döndürerek bölüğünü piyade sıralarının önünde durdurdu. Taita
savunmanın içinden çıkıp onu selamladı.
"Yaralanan var mı?" diye sordu Nefer. Kirpinin içine fırlattıkları talim okları, uçlarının deriyle takviye
edilmiş olmasına rağmen, yine de bir gözü çıkarabilir veya başka bir zarar verebilirlerdi.
Taita omuzlarını silkti. "Sadece birkaç bere var," dedi.
Nefer, "Çok başarılı oldular," dedi, sonra piyadelere kumanüa eden yüzbaşıya seslendi. "Çocuklar
sıradan çıksınlar. Onlarla konuşmak istiyorum. Sonra karınlarını doyurabilirler. Daha sonra yalancıktan
geri çekilmeyi yine uygulayacağız."
Orada doğal bir platform oluşturan bir kaya vardı, Nefer bunun üstüne tırmanırken piyadeler ve savaş
arabası sürücüleri altında toplaştılar.
Taita kayanın dibine çömeldi ve onu seyredip dinlemeye koyuldu. Nefer ona babası Firavun Tamose'un
aynı yaşlardaki halini anımsatıyordu. Babasının rahat hali onda da vardı ve adamlarının en iyi anladıkları
konuşma diliyle
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 376
-458-

sade ve etkili biçimde konuşuyordu. Bu gibi zamanlarda onlardan biri oluyor, adamlarının ona duydukları
sevgi ve saygı da sırıtmalarından, ağzından çrkan tek bir kelimeyi kaçırmamak için yanına daha fazla
sokulmalarından, şakalarına gülmelerinden, sitemlerine utançla, övgülerine ise sevinçle tepki vermelerinden
belli oluyordu.
Nefer sabahki eğitimi ele alarak hak ettikleri ölçüde gururlarını okşayan sözler söyledi, buna karşın
performanslarında dikkatini çeken eksikleri de acımasızca eleştirdi.
"Trok'la Naja'ya hayatlarının sürprizini yaşatmaya aşağı yukarı hazır olduğunuzu düşünüyorum," diye
konuşmasını bitirdi.
"Şimdi yiyecek bir şeyler bulun. Günlük çalışmalarımızı bitirmedik, aslında henüz başladık." Adamlar
gülerek dağılmaya başladılar.
Nefer kayanın üstünden aşağı atladı, ama Taita aynı zamanda ayağa fırlayarak sakin, fakat acele acele,
"Dur, Nefer! Sakın kıpırdama!" dedi. Delikanlı durduğu yerde taş kesildi.
Kobranın herhalde kaya kümesinin içinde ini vardı, ancak gürültüyle ayak ve toynak seslerinden rahatsız
olmuştu. Nefer tam kayadan aşağı atladığı sırada bir yarıktan dışarı sürünmüş, delikanlının da onun üstüne
inmesine ramak kalmıştı. Yılan Nefer'in arkasında hemen hemen beli hizasına kadar dikildi. Başının
altındaki deri iki yana açılmıştı, tüy gibi siyah dili sırıtan ince dudaklarının arasında titriyordu. Gözleri
cilalanmış on/'/rs'ten'"1 boncuklara benziyor, kara merkezlerinde ışıklar çakıyordu ve bu gözler,
erişebileceği bir yakınlıktaki Nefer'in uzun çıplak bacaklarına odaklanmıştı.
Askerlerden yakında olanlar Taita'nın uyarısını duyarak arkalarına baktılar. Nefer'in etrafında belki beş
yüz kişi topluydu, ama hiçbiri kımıldamaya cesaret edemiyordu. Firavunlarının karşı karşıya bulunduğu
ölümcül tehlikeye dehşet içinde bakakalmışlardı.
Kobra ağzını açtı, saldırının hazırlığıydı bu, kemiksi dişleri ağzının soluk çatısında dikildiler. İğne gibi
uçlarında zehir damlacıkları parlıyordu.
Taita, Lostris'in Tılsımı'nı uzun zincirinin ucunda rakkas gibi salladı. Tılsım güneşte ışıldıyordu. Taita onu
kobranın havaya dikilmiş başının önünde salladı. Dikkati dağılan yılan pırıl pırıl tılsıma bakmak için bakışını
Nefer'den ayırdı. Asası Taita'nın öbür elindeydi, yavaşça yılana yaklaştı. "Ona vurduğum zaman yana
" Oniks: Balgam taşı.
- 459-

sıçra," diye fısıldadı, Nefer de yavaşça başını eğdi. Taita yavaş yavaş öbür yana ilerledi, altın tılsımın
büyülediği kobra da onunla birlikte döndü.
Taita, "Şimdi!" dedi ve asasıyla kobrayı dürttü. Nefer aynı anda yana atlarken, kobra asaya saldırdı.
Taita da yana sıçradığından kobra hedefi vuramadı ve bir süre toprağın üstünde upuzun uzandı kaldı. Taita
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 377
o zaman yılanın saldırısından da daha hızlı davranarak asanın kıvrık ucuyla yılanı başının arkasından yere
mıhladı. Anında ferahlayan seyircilerin tuttukları soluklarını salıverdikleri duyuldu.
Kobra asanın ucunun etrafında kıvranıyor ve pullu bir top olacak şekilde kıvrılıyordu. Taita uzandı ve
yılanı kafasının arkasından kavrayana dek elini kıpırdayan halkaların arasında dolaştırdı. Sonra onu
kaldırıp adamlara gösterdi. Hepsi korkuyla dehşetten soluksuz kaldılar. Yılan Taita'nın uzun ve zayıf
koluna dolanırken içgüdüsel olarak gerilediler, ihtiyar adamın yılanı öldüreceğini düşünmüşlerdi, ama Taita
kıvranan yılanı tutarak aralarından geçti ve çöle çıktı.
Sonra yılanı uzağına fırlattı. Kobra yere çarpınca halkalarını çözdü ve kayalık toprağın üstünde sürünerek
uzaklaşmaya başladı. Taita büyülenmiş gibi onu seyrediyordu.
Birdenbire gökte tiz bir çığlık duyuldu. Herkes kobranın ele geçirilmesine öylesine dalmıştı ki
tepelerindeki maviliğin içinde uçan şahini kimse fark etmemişti. Kuş şimdi yere yönelmiş ve kobraya
doğru inişe geçmişti. Yılan son anda tehlikenin bilincine vararak tekrar derisini şişirerek dikildi. Ama şahin
uçuş halindeyken pençelerini sürüngenin kafasının iki, üç santim arkasında şişmiş deri başlığın içine sapladı
ve ağır ağır kanat çırparak pençelerinin ucunda kıvranıp duran kobrayla birlikte uzaklaştı.
Taita yılanı götüren kuşa bakakalmıştı. Şahin uzakta küçüldü, sonunda da ufku saran gri-mavi pusun
içinde gözden silindi.
İhtiyar adam durduğu yerden o yöne uzun uzun baktı. Dönüp Nefer'in bulunduğu yere yürürken yüzünde
ciddi bir ifade vardı.
Gün boyunca sessiz kaldı. Akşam olunca arabada Nefer'in yanında Gal-lala'ya dönerken suskunluğu
sürüyordu.
Nefer, "Bu bir tür kehanetti," diyerek ona baktı. Taita'nın yüzünden yanıl-madığını anladı. Nefer yavaşça
devam etti. "Adamların söylediklerini dinledim. Hepsi şaşkın haldeler. Hiç böylesini görmemişlerdi. Kobra
kral şahinin doğal avı değildir."
"Evet," dedi Taita. "Bir kehanetti, aynı zamanda da tanrının bir uyarısı ve vaati."

"Ne demek bu?" Nefer bakışını Taita'nın yüzünden ayırmıyordu.
"Kobra seni tehdit etti. Bu büyük bir tehlike demek. Kral kuş pençelerinin arasında yılanla doğu yönünde
uçtu, bu da büyük tehlike doğuda demek. Ama sonunda şahin savaşı kazandı.
İkisi de doğu yönüne bakıyorlardı. Nefer sonunda kararını verdi. "Yarın şafak sökerken bir keşif kolunu
yola çıkaracağız."
Nefer'le Taita şafaktan önceki serin karanlıkta dağın tepesinde bekliyorlardı. Keşif kolunun kalan kısmı
arka yamaçta konuşlanmıştı. Toplam yirmi kişiydiler. İzlerini belli etmemek için arabaları Gallala'da
bırakmışlar, at üstünde yola çıkmışlardı. Tekerlekler toynaklardan daha fazla toz havalandırırdı, üstelik
toynaklar tekerleklerin yolculuk edemeyeceği kıyı boyundaki yüksek ve sarp yerlere ulaşmayı mümkün
kılıyordu.
Hilto'yla Şabako öbür keşif kollarını güneydeki arazileri kollamaya götürmüştü. Birlikte hareket ederek
Gallala'nın bütün doğusunu tarayabilirlerdi.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 378
Nefer kafilesini Cebel Ataka'dan Kızıldeniz'in batı kıyılarına indirmiş, yol üstündeki bütün limanlara ve
balıkçı köylerine bakmışlardı. Bir, iki ticaret ker-vanıyla Bedevi göçebe kafileleri dışında hiçbir şey
bulamamışlar, kehanetin uyardığı tehlikenin hiçbir izine rastlayamamışlardı. Şimdi ise Şafağa Lima-nı'nın
yukarsında kamp kurmuşlardı.
Taita'yla Nefer karanlıkta uyanmışlar ve gözcülük etmek için tepenin doruğuna tırmanmışlardı. Dostça bir
sessizlik içinde oturuyorlardı. Sonunda konuşan Nefer oldu.
"Sakın bu aldatıcı bir kehanet olmasın?"
Taita homurdanarak yere tükürdü. "Pençelerinin arasında bir yılan olan bir şahin mi? Bu doğal bir olay
değil. Bir kehanet olduğu şüphesizdi, ama aldatıcı olabilir. Medialıİştar ve başkaları bu tür tuzaklar
hazırlayabilirler. Bu mümkün."
"Ama öyle olduğunu düşünmüyorsun, değil mi?" Nefer ısrar etti. "Kehanetin sahte olduğunu düşünsen
bizleri o kadar zorlamazdın."
"Neredeyse şafak sökecek." Taita soruyu duymazlıktan gelerek sabah yıldızının ufuk çizgisine yakın bir
yerde fener gibi asılı gözüktüğü karanlık doğu göğüne baktı. Derken gök olgunlaşan bir meyve gibi
yumuşadı ve hurmayla olgun bir narın rengini aldı.

-461 -
-460-


fr
Uzaktaki kıyıda yükselen dağlar göklerin aydınlanan fonunun önü
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:47 am

Uzaktaki kıyıda yükselen dağlar göklerin aydınlanan fonunun önünde ihtiyar bir timsahın dişleri gibi siyah,
keskin ve düzensiz gözüküyorlardı.
Taita birden ayağa kalktı ve asasına dayandı. Bu soluk renkli ihtiyar gözlerin keskin görüşüne Nefer'in
şaşmadığı gün geçmiyordu. Taita'nın bir şey gördüğünü biliyordu. Nefer de onun yanında ayağa kalktı.
"Ne var, Yaşlı Babam?"
Taita elini onun koluna dayadı. Sadece, "Kehanet aldatıcı değilmiş," dedi. "Tehlike burada."
Denizin rengi bir güvercinin karnının gri rengine dönüşüyordu, ama ışık kuvvetlendikçe yüzeyinin beyaz
lekelerle beneklendiği görülüyordu.
Nefer, "Rüzgâr denizi kırbaçlamış ve sanki beyaz atlarla doldurmuş," dedi.
"Hayır." Taita başını salladı. "Bunlar dalga değil, yelkenler. Yelken açmış bir filo."
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 379
Güneş, üst kenarını uzaktaki dağların doruklarının yukarsına itti ve minik beyaz üçgenlerin üstünde
ışıldadı. Bir dhow filosu, tüneklerine dönen kalabalık bir balıkçıl sürüsü gibi Şafağa Limanı'na doğru
kayıyordu.
Nefer, "Bu Trok'la Naja'nın ordusuysa niçin deniz yoluyla gelsinler?" diye yavaşça sordu.
"Mezopotamya'dan buraya en kısa ve kestirme yol olduğu için. Tekneyle yolculuk atlarla askerleri çöl
yolunun zorluklarından koruyacaktır. Yılanla şahinin uyarısı olmamış olsaydı, bu yönden tehlike
beklemeyecektik." Taita ekledi. "Kurnazca bir girişim bu. Görünüşe bakılırsa, geçişi yapmak için
Kızılde-niz'deki bütün ticaret gemileriyle balıkçı teknelerine el koymuşlar."
İhtiyarla delikanlı dağdan aşağıdaki boğazda bulunan kampa alelacele indiler. Askerler uyanık ve
tetikteydiler. Nefer nöbetçileri çağırıp onlara gerekli emirleri verdi. İkisi atlarına atlayıp büyük bir hızla
Gallala'ya at sürecekler ve kentin emanet edildiği Sokko'ya Nefer'in emirlerini götüreceklerdi. Genç lider,
adamların en büyük kısmını ikili gruplara ayırarak güneye, Hilto'yla Şaba-ko'nun rehberliğindeki keşif
kafilelerini bulmaya ve onları geri getirmeye yolladı. Beş askeri ise yanında alıkoydu.
Nefer'le Taita görevlendirilen adamların atlarının üstünde uzaklaşmalarını seyrettikten sonra kendileri de
atlarına bindiler ve arkalarında Nefer'in seçtiği beş askerle tepelerin arasından Safaga'ya indiler. Sabahın
ortalarında limanın yukarsındaki yükseltiye varmışlardı. Taita onları limanla çevresini gören terk edilmiş bir
gözetleme kulesine götürdü. Atları askerlere emanet ederek kulenin en üstteki platformuna çıkan sallantılı
merdiveni tırmandılar.
-462-

"ilk gemiler koya giriyorlar." Nefer onları işaret etti. Ağır yük taşıdıkları belli oluyordu, ama kıçtan esen
rüzgâr sayesinde hızla yaklaşıyorlar, pruva yönündeki dalgalar güneşte tuz gibi bembeyaz kıvrımlar
oluşturuyor, büyük latin yelkenleri patlarcasına geriliyordu.
Gemiler kumsalın hemen açığında ağır demirlerini suya saldılar. Nefer'le Taita kulenin tepesinden adamlar
ve atlarla dolup taşan üstü açık güverteleri çok iyi görebiliyorlardı.
Dhovvlar demir atar atmaz adamlar teknelerin yanlarındaki tahta küpeşteleri kaldırdılar. Atları atlamaya
zorlarken hafif bağırışları harap gözetleme kulesinden duyuluyordu. Atlar suya çarptıkça dağ gibi köpükler
sıçratıyorlardı. Adamlar daha sonra bellerindeki peştemallara varıncaya kadar bütün üstlerin-dekileri
çıkardılar ve hayvanların arkasından atladılar. Atları yelelerinden kavrayıp onların yanında kumsala
yüzdüler. Atların karaya çıktıkça silkinerek üstlerinden attıkları su, güneş ışığında gökkuşağına dönüşen
ince bir sis halinde yere dökülüyordu.
Kumsal bir saate kalmadan adamlar ve atlarla doldu, küçük limanın kerpiç evlerinin çevresine de
gözcüler dikilmişti.
Nefer, "Keşke burada bir savaş arabası bölüğümüz olsaydı," diye yakındı. "Şimdi onları vurmanın tam
zamanı. Kuvvetlerinin ancak yarısı kıyıda ve arabaları da parçalara ayrılmış durumda olduğuna göre,
onları yok etmemiz işten değildi." Taita tamamen arzuya dayalı bu spekülasyona hiçbir karşılık vermedi.
Koy şimdi ağzına kadar gemiyle dolmuştu. Arabaları ve yükleri taşıyan tekneler kıyıya daha yakın
demirlemişlerdi, cezir zamanı gelince suyun altlarından çekilmesiyle karaya oturdular ve yan yattılar.
Etraflarındaki su sadece diz boyuydu. Kumsaldaki adamlar suyun içinde gemilere yürüyüp yükleri
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 380
indirmeye koyuldular. Arabaların parçalarını da taşıyor, kumsalda montajlarını yapıyorlardı.
Sonuncu dhow koya girdiği sırada batıdaki dağların yukarsında güneş batıyordu. Bu hepsinin büyüğüydü,
kalın direğinin tepesinde de hırlayan leopar kafalı bayrakla Trok Uruk hanedanının rengârenk sancağı
dalgalanıyordu.
"işte orada." Nefer geminin pruvasındakı silueti işaret etti. Onu başkasıyla karıştırmak olanaksızdı.
"Trok'un yanındaki de İştar, köpekle efendisi." Taita'nın soluk gözlerinde Nefer'in daha önce onda ender
gördüğü vahşi bir ışıltı vardı. Garip çiftin suyun içinde yürüyerek karaya çıkmasını seyrettiler.
-463-

T


Kumsalı kat eden taş bir set vardı. Trok buraya çıktı. Durduğu yerden ordusunun kalan kısmının
gemilerden inmesini rahatça seyredebiliyordu.
Nefer, "Öbür gemilerin birinde Naja'nın sancağını görüyor musun?" diye sordu. Taita hayır der gibi başını
salladı.
"Seferin başında yalnız Trok var. Naja'yı Babil'le Mezopotamya'yı eli
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:47 am

"Seferin başında yalnız Trok var. Naja'yı Babil'le Mezopotamya'yı elinde tutması için arkada bırakmış
olmalı. Özel bir işini halletmeye geldiği anlaşılıyor."
Nefer, "Bunu da nereden biliyorsun?" diye sordu.
"Etrafında bir hale var. Koyu kırmızı renkli bir bulut gibi bir şey. Onu buradan bile sezebiliyorum. İçindeki
bütün nefret bir tek kişinin üzerinde odaklaşmış. Onu buraya getiren intikam ateşini kimseyle, hatta
Naja'yla bile paylaşmak istemiyor."
Nefer sordu. "O nefretin hedefi ben miyim?"
"Hayır, sen değilsin."
"Öyleyse kim?"
"Her şeyden önce Mintaka için geliyor."
Güneş batınca Nefer'le Taita beş askeri Trok'un kuvvetlerini izlemekle görevlendirdiler, kendileri ise gece
içinde Gallala'ya doğru son sürat at sürdüler.
Trok Safaga'da karaya çıkmasının ertesi sabahı bir dizi eşeği Şafağa yolunda süren iki Bedevı'yi tutsak
etti. Hiçbir şeyden habersiz olan adamlar çölden çıkıp doğru gözcülerin avucuna düştüler. Trok'un ünü
çöllere bile yayılmıştı, Bedeviler de kimin eline düştüklerini öğrenir öğrenmez yaranmak için ellerinden
geleni yaptılar. Trok'a eski kentin dirilişi hakkında kışkırtıcı raporlar verdiler. Tepelerdeki mağaradan
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 381
fışkıran tatlı suyu ve Gallala'yı çevreleyen yemyeşil otlakları anlattılar. Nefer Seti'nin kumandasındaki
savaş arabalarının sayısı hakkında da bir tahmin yürütmeleri üzerine Trok kuvvetlerinin düşma-nınkinin beş
katı olduğunu anladı. Hepsinden önemlisi, Trok'un Bedevilerden Safaga'yla eski kent arasındaki yolun
ayrıntılarını öğrenmesi oldu. Trok o vakte kadar Gallala'ya yapılacak yürüyüş hakkında hep ikinci elden
bilgi almıştı ve şimdi yanlış bilgilendirilmiş olduğu anlaşılıyordu. Ona hızlı yolculuk edilmesi halinde bile
arada üç, dört günlük bir yol olduğunu söylemişlerdi, Trok da kıyıdan itibaren yanında kendi suyunu ve
hayvanlar için saman ve yem taşıyacak arabaları götürmeyi planlamıştı. Bu ise uzun ve yorucu bir süreç
olacaktı. Yeni bilgiler her şeyi değiştiriyordu. Bedeviler, Gallala'ya sıkı at sürerek bir gün ve bir gecede
ulaşabileceğini garantilemişlerdi.
-464-

Trok risklerle tehlikeleri hesapladıktan sonra, Gallala'yı çölden geçerek yapılacak bir sürpriz baskınla ele
geçirmeye karar verdi. Tabii ki bu, uzun yürüyüşten yorgun düşmüş atlarla ve boşalmış su torbalarıyla
doğrudan savaşa girmeleri anlamına gelecekti. Bununla birlikte, sayılar ve sürpriz onlardan yana olunca
Bedevilerin tarif ettiği kaynağı ve otlakları ele geçirebilirlerdi. Bu ödüller onların olunca zafer de
garantilenmiş olacaktı.
Bütün bölüklerinin karaya çıkarılması ve arabaların parçalarının birleştirilmesi iki gününü daha aldı. İkinci
akşam Gallala'ya doğru yola çıkmaya hazırdı.
Deri torbalarını suyla dolduran öncü taburlar batan güneşin ısısı kaybolur kaybolmaz yola çıktılar. Her
arabanın arkasına bağlı iki yedek at takımı vardı. Gece içinde atların dinlenmesi için mola vermeyecekler,
ancak atlar yorulur yorulmaz onları yedek takımların biriyle değiştireceklerdi. Yorgun atlar ise azat
edilecekler ve arkadan gelecek sürülere katılacaklardı.
Öncü kolun başındaki Trok öldürücü bir tempo sürdürüyor, kâh yamaçları yürüyerek aşıyor, kâh atları
kırbaçlayarak yokuş aşağı sürüyor ya da ovada koşturuyordu. Su torbaları boşaldıktan sonra artık geriye
dönüş yoktu. Ertesi gün sabah saatlerinin ortasında sıcak çok şiddetlenmiş, yedek atların çoğunu
harcamışlardı.
Bedevi rehberler Trok'a Gallala'nın uzak olmadığını tekrarlayadursunlar bir yükseltiye her tırmanışlarında
karşılarına ilerdeki serapta ışıldayan aynı ürkütücü kaya ve kavrulmuş toprak manzarası çıkıyordu.
Bedevi rehberler akşama doğru onları terk ettiler. Isının oluşturduğu serabın içinde birer cin gibi eriyip
kaybolmuşlardı. Ve Trok'un arkalarından iki araba yollamasına rağmen bir daha gözükmediler.
Medialıİştar çokbilmiş bir tavırla, "Sizi uyarmıştım," dedi. "Öğüdümü dinlemeliydiniz. O tanrısız yaratıklar
herhalde Büyücü Taita'nın hizmetindeydiler. Şurası muhakkak ki yolu gözden gizledi ve bizi yanlış yere
yolladı. Bu hayali Gallala'nın buraya ne kadar uzak olduğunu ya da gerçekte var olup olmadığını
bilmiyoruz." Kendisine sorulmadan bu şekilde fikir yürüttüğünden dolayı Trok onu dövmeli yüzüne bir
kırbaç darbesi indirerek cezalandırdı. Ama bu bile kralı pençesine alan yeisi ve umutsuzluk duygusunu
gideremedi. Atları bir kez daha kırbaçladı ve karşılarına çıkan bundan sonraki uzun ve taşlık yokuşa
sürdü. Önlerinde bunun gibi daha ne kadar yokuş ve bayır olduğunu merak ediyordu. Tahammüllerinin
sonuna gelmişlerdi ve gece süresince yola devam edebileceklerinden kuşkuluydu.
-465-
Büyücüler Kralı / F: 30
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 382

Nasıl yapabildilerse yine de ilerlemeyi sürdürdüler, daha doğrusu Trok'un kuvvetlerinin büyük bir kısmı
sürdürdü. Elli veya altmış araba son atlarını da yitirmişler, Trok da onları yol boyunca dağınık şekilde terk
etmişti.
İkinci günün sabahı güneş gecenin soğuğundan sonra bir öpücük kadar sıcak doğdu, ama aldatıcı bir
öpücüktü bu. Çok geçmeden kan çanağına dönmüş gözlerine batmaya ve onları kamaştırmaya başladı.
Trok hiçbir yere gitmeyen bu yolda ilk kez ölmesi olasılığını düşünmeye başlamıştı.
Son atlarına, "Bir tepe daha," diye seslendi ve onları kırbaçlayarak hızlandırmaya çalıştı. Ama önlerindeki
yokuşun dik olmamasına rağmen, başları önlerine sarkan hayvanlar sendeliyorlardı, terleri de çoktandır
böğürlerinde kuru-yarak geride bembeyaz tuzunu bırakmıştı. Doruğa az bir yol kala Trok dönerek
ordusunun dağınık kafilesine baktı. Arabalarının yarısını kaybettiğini anlamak için saymasına gerek yoktu.
Atlarını yitirmiş yüzlerce asker, kafilenin arkasında sendeleyerek ilerliyordu, ama Trok daha bakarken
ikisi, üçü yere yığıldılar ve ölü gibi patikanın yanında serili kaldılar. Gökte akbabalar onları izliyor, yüzlerce
kara leke tepelerinde daireler çiziyordu. Trok bazılarının onlara hazırlanan şölene konmak için yere
inmeye giriştiklerini gördü.
İştar'a, "Bir tek yol var," dedi. "İleriye giden yol." Kırbacını atlarının sırtında şaklattı, hayvanlar da
güçlükle yola devam ettiler.
Tepenin doruğuna çıktıklarında Trok şaşkınlık içinde bakakaldı. Altındaki vadide manzara daha önce
hayalinde canlandırdığı hiçbir yere benzemiyordu. Eski kentin kalıntıları karşısında yükseliyordu. Silueti
hayal gibi ve ölümsüz gözüküyordu. Kendisine söylendiği gibi kent yemyeşil tarlalarla ve pırıl pırıl bir su
kanalları ağıyla çevriliydi. Atları suyun kokusunu almışlar, yenilenen kuvvetleriyle dizginleri zorluyorlardı.
Trok bu çaresiz acelesi sırasında bile taktik durumu değerlendirmeye vakit ayırdı. Kentin hiçbir
savunması olmadığını ilk bakışta gördü. Kapıları ardına kadar açık duruyor, paniğe kapılmış halk buradan
dışarı akıyordu. Çocuklarını ve kişisel eşyalarını tıktıkları zavallı bohçalarını taşıyarak Gallala'nın
batısındaki dar, fakat dik yanlı vadiye tırmanıyorlardı. Birkaç piyade askeri kaçakların arasına karıştılarsa
da böylelerinin bir moral çöküntüsünün etkisinde oldukları belliydi. Görünürde atlı asker veya savaş
arabası yoktu. Gallala halkı bir kurt kafilesinin önündeki bir koyun sürüsünden farksızdı, şu farkla ki
kurtlar susuzluktan kurumuşlar ve zayıf düşmüşlerdi.
Trok, "Seueth onları avucumuza düşürdü," diye zafer sevinciyle bağırdı. "Bugün güneş batmadan
kullanabileceğinizden fazla kadınınız ve altınınız olacak."
-466-

Bağırış Firavun'un arkasından yamacı tırmanmış olan adamlar tarafından yinelendi ve ilk sulama kanalına
bitkin atlarının onları götürebileceği kadar hızlı inmeye koyuldular. Kanal boyunca yayıldılar, hayvanlar da
karınları gebele-rinki gibi şişene kadar kutsal sıvıdan içti. Adamlar kendilerini kıyıya yüzükoyun attılar,
başlarını suyun altına daldırdılar ya da miğferlerini doldurup suyu başlarından aşağıya ya da boğazlarına
boşalttılar.
Vadinin öbür yanından bu olanları seyrederlerken Nefer, "Sulama kanallarına zehir atmama izin
vermeliydin," diye yakındı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 383
"Bunu yapamayacağını biliyorsun." Taita gümüş telli kafasını salladı. "Bu, tanrıların asla bağışlamayacağı
bir suç olurdu. Bu kıraç ülkede yalnız Seth veya Seueth böylesine bir kötülüğü yapmayı göze alabilir."
"Böyle bir günde seve seve Seth'in rolünü üstlenebilirdim." Nefer donuk donuk gülümsedi, ancak sırf
Büyücü'yü kışkırtmak için böyle konuşmuştu. "İki serserin iyi iş gördüler." Taita'nın yanına çömelmiş olan
iki süklüm püklüm Be-devi'ye baktı. "Ücretlerini ver de gitsinler."
Taita, "Onlar altına değer vermezler," diye açıkladı. "Cebel Nagara'da yaşadığım sırada bana çocuklarını
getirmişler, ben de Sarı Çiçek hastalıklarını iyi etmiştim." Çömelmiş adamların tepesine bir kutsal işaret
yaptı ve kendi lehçe-leriyle onlara birkaç söz söyledi. Trok'u yanlış yola saptırmak için hayatlarını riske
attıkları için teşekkür etmiş ve ilerde de onlara korumasını vaat etmişti. Bedeviler ihtiyar adamın ayaklarını
öptüler ve kayaların arasında gözden kayboldular.
Taita'yla Nefer bu kez aşağıdaki mücadeleye bütün dikkatlerini verdiler. Trok'un adamlarıyla atları
karınlarışişene kadar su içmişlerdi ve şimdi yola çıkmaya hazırlanıyorlardı. Gelirken o kadar çok sayıda
araba kaybetmiş olmasına rağmen, Trok'un kuvvetleri Nefer'inkinden hâlâ üç kat fazlaydı.
Nefer, "Onunla açık arazide karşılaşmayı göze alamayız," diye fikir yürüttü. Aşağılarında vadide kaçışan
mültecilere bakışını dikmişti. Kentte oldu bitti az kadın vardı -Nefer yiyecek rezervlerini savaşçılara
saklamak için kadın sayısını bilinçli olarak düşük tutmuştu- ve onlar, Mintaka'yla Merykara da dahil,
bütün çocuklar ve hastalarla yaralılar iki gün önce Gallala'dan uzaklaştırılmıştı. Meren bütün hazineyi,
sahte firavunlardan gasp ettikleri altınları, taşıyan yük arabalarından biriyle gitmişti. Nefer hepsini Cebel
Nagara'ya yollamıştı. Trok
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:48 am

onları dünyada orada bulamazdı, minik su kaynağı ise savaşın sonucu belli oluncaya kadar onlara yeterdi.
Gallala şimdiki durumda değeri olabilecek her şeyden, arabadan, silahtan ve zırh parçasından arınmıştı.
Nefer mültecilere hoşnut bir bakış fırlattı. Kadın ve sivil olmayıp kılık değiştirmiş piyade askerleri
olduklarını anlamak bu kadar yakından bile zordu. Bu yiğitlerin birçokları uzun eteklerine ayaklarının
takılmasıyla sendeliyorlardı. Kollarında taşıdıkları bohçalar ise kundaktaki bebekler değil, şallara sarılı
yayları ve oklarıydı. Uzun mızrakları, ana kuvvetlerin saklı bulunduğu vadinin yukarsında kayaların
arasında gizliydi.
Trok'un bütün arabalarının atlarıyla sürücüleri kana kana su içmişlerdi, şimdi de otlaklardan sıkı ve düzenli
oluşumlar halinde geliyorlardı. Dalga dalga savaş arabaları... Su hepsini mucizevi şekilde canlandırmıştı,
önlerinde de yağma ve soygun umudu vardı.
Nefer, "Horus yardım etse de Trok'u kandırıp takibe devam etmesini ve vadiye girmesini sağlayabilsek,"
diye fısıldadı. "Zokayı yutmayıp bunun yerine savunmasız kenti zapt edecek olursa, bizi susuz,
hayvanlarımızı da otlaksız bırakabilir. O zaman biz de açık arazide savaşmak zorunda kalırız, ki orada tüm
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 384
avantaj onda olur."
Taita bir şey demedi. Altından Tılsımı dudaklarına bastırmıştı , gözlen de Nefer'in çok iyi bildiği şekilde
yukarıya çevriliydi.
Düşman artık iyice yaklaştığından Nefer, yürüyen araç kitlesinin arasında Trok'u seçebiliyordu. Arabasını
kaçan mültecilerin doldurduğu vadinin ağzında konuşlandırmıştı. Trok öndeki sıranın ortasındaydı, iki
yanında onar araba sıralanıyor, böylece vadiyi bir yandan ötekine kadar tarayacak bir cephe
oluşturuyorlardı. Kalan savaş arabaları arkasında diziliydi. Etraflarındaki toz bulutu dağıldı ve aralarına
korkunç bir sessizlik çöktü. Tek ses, ilerlerinde daracık vadinin koynundaki güruhun konuşmaları ve
çıkardıkları gürültüydü.
Nefer, "Gelsene, Trok Uruk," diye fısıldadı. "Saldırı emrini ver! Tarihe dörtnala yol alın!"
Kuvvetlerin ön sırasında lider konumundaki arabada Medialıİştar, Trok'un iri cüsseli vücudunun yanına
çömelmişti. O kadar telaşlıydı ki uzanıp Trok'un sa-kalındaki kurdeleleri çekiştirdi.
"Büyücü'nün kokusu on günlük bir cesedininki gibi havaya bulaşmış." Büyücünün sesi tiz çıkıyor,
dudağında tükürükler köpürüyor ve duygularının şiddetinden bulut gibi püskürüyordu." O, yukarda etobur
bir canavar gibi seni bekliyor. Varlığını hissedebiliyorum. Yukarıya bak, kudretli Firavun!"
-468-

Trok göğe bakacak kadar şaşırmıştı. Akbabalar daha alçaktan uçuyordu şimdi.
"Evet! Evet!" İştar kaydettiği küçük avantajdan yararlanmaya çalışıyordu. "Onlar Taita'nın tavuklarıdır.
Onları senin etinle beslemesini bekliyorlar."
Trok vadinin üst tarafında onu bekleyen ödüle baktı, fakat akbabaların gölgeleri yere vurduğundan
durakladı.
Vadinin dik tarafında kayaların arasında gizli olan Nefer onu inceliyordu. Şimdi o kadar yakındı ki
delikanlı onun yüzündeki ifadeyi okuyabildiğini bile düşündü.
"Haydi ileriye, Trok!" diye mırıldandı. "Hareket komutunu ver. Ordunu vadiye sok." Trok'un dizginleri
tutan ellerinde kuşkunun varlığını sezebiliyordu, başını çevirip adamın yanındaki İştar'ın sıska siluetine
baktı.
Medialı'nın maviye boyalı yüzü efendisine çevrilmişti. Trok'a dokundu ve yalvarışlarının verdiği güçle onun
zırhına asıldı. "Büyücü'nün sana kurduğu tuzak bu. Bana bir daha hiç güvenmeyeceksen bile hiç olmazsa
şimdi güven. Havada ölümün kokusunu alıyorum ve ihanetin kokusunu. Taita'nın büyülerinin yarasa
kanatları gibi yüzüme çarptığını hissedebiliyorum."
Trok sakalını kaşıdı ve omzunun üzerinden tekerlek tekerleğe dizili araba sıralarına ve vereceği emrinin
beklentisi içinde öne eğilen askerlerine baktı.
'Yan tarafa dön, güçlü Trok. Kenti ve su kaynağını ele geçir. Nefer Seti'yle Büyücü bu takdirde çölde
geberirler. Bizim de aynı akıbete uğramamıza ramak kalmıştı. O seçimin sonucu kesin. Öbürü ise
çılgınlıktan başka bir şey değil."
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 385
Nefer yamaçtaki yerinden kılık değiştirmiş askerlerinin vadinin yukarsına doğru koşmalarını gözlerini
kısarak seyrediyor ve beklediği anın geçmekte olduğunu hissediyordu. "Trok'u alıkoyan nedir? Saldırıya
geçmeyecek mi?" diye bağırdı. "Eğer şimdi saldırmazsa..."
"Vadinin baş tarafına baksana." Taita gözlerini açmamıştı. Nefer heyecanı arasında bile vadinin baş
tarafına baktı ve paniğe kapıldı. Kılıcının kabzasının etrafında yumruk olmuş eli bembeyaz kesilmişti.
"Olamaz!" diye homurdandı.
Vadinin baş tarafının yakınında Trok'un arabalarının dizili olduğu yerden net olarak görülebilen yassı bir
kaya vardı. Dört köşeli, sarı kaya yolun yanında insan eliyle yapılmış gibi bir anıt gibi yükseliyordu. Bunun
tepesinde, kaçan mülteci selinin yukarsında tek bir siluet belirmişti. Uzun siyah saçları beline kadar inen
genç ve ince yapılı bir kadındı bu. Eteği Apepi Hanedanı'nın ko-
-469-

yu kırmızı rengindeydi. Çıplak kaya ve kumun tekdüzeliğinin ortasında parlak bir leke olarak gözü
alıyordu.
Nefer, "Mintaka!" diye soludu. "Ona Meren ve Merykara'yla Cebel Naga-ra'ya gitmesini emretmiştim."
"Sana asla itaatsizlik etmeyeceğini biliyoruz." Taita gözlerini açtı ve alayla gülümsedi. "Dolayısıyla seni
yanlış anlamış olmalı."
Nefer, "Bu senin marifetin," diye acı acı söylendi. "Onu Trok'a karşı yem olarak kullanıyorsun. Onu
ölümcül bir tehlikeye attın."
Taita, "Belki hamsin'l kontrol edebilirim," dedi. "Ama Mintaka Apepi'ye ben bile söz geçiremem. Her ne
yaparsa kendi özgür iradesiyle yapar."
Aşağılarında Trok dönmüş ve arabalarına harekete hazır olmalarını, mülteci güruhunun kaçmasına izin
verilmesini ve iştar'ın ısrar ettiği gibi kaynakla Gallala kentinin zapt edilmesini emretmeye hazırlanmıştı.
Fakat daha konuşmak fırsatını bulamadan İştar'ın yanında gerildiğini ve onun, "İşte bu da Taita' nın
büyülerinden biri," diye fısıldadığını duydu.
Trok hızla dönerek ağır ağır yükselen vadinin ucuna baktı. Ve yüksekteki sarı kaya platformunun üstünde
duran koyu kırmızı elbiseli minik silueti gördü. Nefretinin ve öfkesinin odağını anında tanıdı. "Mintaka
Apepi," diye hırladı. "Seni ele geçirmeye geldim, pis fahişe. Ölmek için yalvartacağım seni."
"Bu sadece bir hayal, Firavun. Büyücü'nün seni aldatmasına fırsat verme."
Trok, "Bu bir hayal değil," dedi. "Onu kanata kanata düzdüğüm zaman bunu kanıtlarım sana."
iştar, "O senin gözlerini kör etmiş," diye uludu. "Etrafımızda ölüm var."
Arabadan atlayıp kaçmaya çalıştıysa da Trok onu sertleştirilmiş lülelerinin birinden yakalayarak geri
çekti. "Hayır, burada kalıyorsun, Medialı iştar. O kaltağı işini bitirmeleri için askerlerimin önüne atmadan
önce sana da tattıracağım." Adam yumruğunu başının yukarsına atarak, "Haydi ileri! Marş!" diye bağırdı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 386
İki yandaki arabalar bir arada harekete geçtiler, arkadaki taburlar da Trok'un arkasından vadinin yolunu
tuttular. Güneş kargıların başlarının üstünde ışıldıyor, toz da etraflarında duman gibi uçuşuyordu. Trok bir
sonraki emrini verdiği sırada kaçan mültecilerin son ucu üç yüz adım ilerlerindeydi.
"Dörtnala! Saldırın!"
Atlar harekete geçtiler ve ordu gökgürültüsü gibi bir toynak ve tekerlek gümbürtüsü arasında dar vadide
ileri fırladı.
-470-

"Trok tuzağa düştü," dedi Nefer yavaşça. "Ama ne pahasına? Eğer Minta-ka'yı ele geçi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:48 am

-470-

"Trok tuzağa düştü," dedi Nefer yavaşça. "Ama ne pahasına? Eğer Minta-ka'yı ele geçirirse..." Delikanlı
fırtınanın yolu üstünde duran uzun boylu ve kıvrak siluete çaresizlik içinde bakıyordu.
Taita, "Şimdi uğrunda savaşacağın bir hedefin var," dedi yavaşça.
Nefer, Mintaka hesabına duyduğu bütün sevgi ve endişenin yerini soğuk bir hiddete bıraktığını
hissediyordu, ama bu, tüm duyularını keskinleştiren ve başka hiçbir şeye yer bırakmayan bir hiddetti.
Araba kafilesi, üstünde durduğu yamacın altından geçerken onu gözden gizleyen kayanın arkasından çıktı.
Trok'la askerlerinin tüm dikkati yarışan arabalarının ilersindeki çaresiz kurbanların üzerinde yoğunlaşmıştı.
Yanlarında ansızın meydana çıkan uzun boylu silueti fark etmediler bile. Ama Nefer'in bütün adamları onu
net olarak görebiliyorlardı. Kendileri vadinin her iki yamacındaki kayaların arkasında gizliydiler. Nefer
kılıcını başının yukarsına kaldırdı, sonuncu savaş arabası hızla geçtikten sonra da onu sert bir hareketle
aşağı indirdi.
Yük arabaları dik yamacın yukarsında beklemedeydiler. Tekerleklerinin önündeki takozlar onları
hareketsizleştiriyordu. Çevreleriyle tıpatıp aynı renkte kuru otlar onları gözden gizliyordu ve taşlarla
öylesine yüklüydüler ki dingilleri sarkmıştı. Nefer'in verdiği işaret üzerine araba sürücüleri tahta takozları
çektiler ve tekerlekleri zapt eden ipleri doğradılar. Vadinin her iki yanında arabalar harekete geçtiler,
giderek hız kazandılar ve aşağıdaki toplu savaş arabalarının üzerine yuvarlandılar.
iştar yanında haykırınca Trok, vadinin uzak ucundaki Mintaka'nın siluetinden bakışını ayırdı ve
bölüklerinin üstüne boşanan koca koca arabaları gördü. "Geriye!" diye uludu. "Çabuk geriye!" Ama bir
boğanınkini andıran sesi bile gümbürtülerin arasında eridi, gitti. Bir kere başlayan saldırı durdurulamazdı,
vadinin çok dar tabanında ise manevra yapmak için alan yoktu.
İlk yük arabaları saldırı kuvvetinin başına yuvarlanıp paramparça oldular. Tahtalar parçalanırken çıkan
sesler, ezilen insanlarla atların feryatları, devrilen ve kalan yüklerini boşaltan arabaların çıkardığı
gökgürültüsü duyuldu.
Trok'un ilersindeki yol birdenbire hantal arabalardan biri tarafından tıkandı, atları dayana kaçarak
yanında koşan arabaya bindirdiler. Harikulade saldırı bir anda parçalanmış ve devrilmiş bir araba ve
sakatlanmış at mezbahasına dönüşmüştü.
Arabalar vadinin her iki ucunu tıkamışlardı. Parçalanmamış ve devrilmemiş arabalar bile çırpınan bir
kitlenin içinde hapsolmuştu. Arabanın bütün var oluş nedeni, kuvveti ve tehlikesi, koşmak ve dönmek,
saldırmak ve hızla geri
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 387
-471 -

çekilmek yeteneğiydi. Ama şimdi hareketsizleşmişler, taşlardan örülü duvarların arasına sıkışmışlardı,
Nefer'in okçuları ise yukarlarındaki yamaçlardaydı, ilk ok yağmuru korumasız araba sürücülerinin büyük
kısmını yok etti. Vadi birkaç dakikaya kalmadan bir mezbahaya dönüştü.
Trok'un adamlarından bazıları kapana kısılmış araçlarından atlayarak ve yaya olarak vadinin yamaçlarına
tırmanmaya koyuldular. Ne çare ki yorucu ilerleyiş sonucunda bitkin düşmüşlerdi, üstlerindeki ağır zırhlar
da onları aşağı çekiyordu. Arazi dik ve engebeliydi, onlar da çok ağır hareket ediyorlardı. Nefer'in
adamları kayalarla alelacele dikilmiş taş kümelerinin arkasından onları uzun mızraklar ve bir kargı
yağmuruyla karşıladılar. Çoğu daha savunucuların ilk sırasına erişemeden öldürüldüler.
Trok panik halinde etrafına bakınarak içine düştüğü tuzaktan kurtulmanın yolunu aradı. Ne çare ki
atlarından biri, yolunu kesen yük arabasından dökülmüş kayaların altında kalarak ölmüştü. Arkasında ise
öylesine bir araç kalabalığı vardı ki dönmesi ya da gerilemesi olanaksızdı. Etrafında oklarla harbeler
uçuşuyor, arabasının yanlarına çarpıyor, miğferiyle göğüs zırhından takırdaya-rak geri tepiyordu.
İştar, Trok'un onu durdurmasına vakit bırakmadan karışıklıktan yararlanarak arabadan atladı ve tahrip
olmuş araçlarla kişneyerek şaha kalkan atların arasında koşarak uzaklaştı. Trok ileriye bakınca gözlerine
inanamadı. Mintaka hemen ilersindeki sarı renkli kaya kümesinin üstünde hâlâ kımıldamadan duruyordu.
Onun kendisine güzel yüzünde inanılmaz bir tiksintiyle baktığını gören Trok'un hiddeti çılgınlığa dönüştü.
Adam yanındaki askıdan savaş yayını kaptı ve okluktan bir ok çekti, ama sonra fikrini değiştirerek silahı
elinden attı ve çırpınan atların kafalarının üstünden kıza bağırdı. "Hayır! Bir ok senin gibi kızışmış bir dişi
köpek için çok kolay bir ölüm olur. Seni çıplak ellerimle yakalayacağım, avuçlarımın arasında soluksuz
kalırken ecel çırpınışlarını hissedeceğim, pis küçük kaltak."
Adam kılıcını çekip yere atladı. Şaha kalkan atlarının toynaklarının altından geçti ve devrilmiş yük
arabasının üstünden tırmanıp atladı. Nefer'in adamlarının ikisi ona karşı koymak için kayaların arkasından
fırladılar, ama Trok onları doğradı ve titreyen cesetlerine basarak geçti. Bakışı, ilersinde uzun boyuyla
dimdik duran kırmızı elbiseli kızın üstünde, tıpkı alevin ipnotize ettiği kelebek gibi, odaklanmıştı.
Nefer, Trok'un kapandan kurtulduğunu görmüştü. Kayanın birinin üstünden ötekine sıçrayarak yamacı
indi. Bir yandan da, "Koş, Mintaka!" diye bağı-
-472 -

rıyordu. "Kaç ondan!" Ama genç kız ya onu duymuyor ya da dinlemek istemiyordu.
Ama Trok onu duymuştu, durup başını kaldırdı. "Gel, gel, tatlı oğlan. Sana da, yosmana da yetecek
kadar erkeğim ben."
Nefer bir yandan koşarak elindeki harbeyi savurdu, ama Trok onu omzunda taşıdığı hafif kalkanın
ortasıyla durdurdu, silah da kayadan kayaya çarparak Mintaka'nın ayaklarının dibine düştü. Ancak genç
kız onu görmezlikten geldi.
Harbe olayı bir an için Trok'un dikkatini dağıtmıştı, Nefer de düz araziye onun karşısına atladı. Trok
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 388
hemen gard durumuna geçti. Yüzü korkunç bir sırıtışla şekilsizleşmişti. Bronz kalkanın arkasına büzülerek
kılıcı sağ eliyle salladı. "Gel, gel köpek yavrusu," diye hırladı. "Gel de çifte taç üzerindeki iddianı
sınayalım."
Nefer yokuş aşağı koşusunun hızından yararlanarak hiç duraklamasız düşmana saldırdı. Trok ilk darbeyi
bronz çemberle karşılayıp etkisiz kıldı. Düşmanı kalkanının yukarsından bir kesme hareketiyle üzerine
saldırınca delikanlı arkaya sıçradı. Sonra yine ileri atıldı ve kesmeye vuruşla karşılık verdi.
Adamları Nefer'in yamaçtan aşağıya koştuğunu görmüşlerdi. Onun peşinden giderek kayaların
korumasından çıktılar ve dalga dalga aşağıya atıldılar. Birkaç saniyeye kalmadan vadi boydan boya
boğuşan, kesen ve saplayan adamlarla dolmuştu.
Nefer, Trok'un kalçasına doğru bir kandırma hareketine girişerek hasmın zırhının eklem yerine nişan aldı.
Trok kendini korumaya kalkınca da elinin tersiyle yaptığı bir hareketle kılıcı yüzüne savurdu. Yön
değişikliği ve vuruşun hızı Trok'u şaşırtmıştı. Başını hızla geriye atmasına rağmen, Nefer'in kılıcının ucu
yanağını yardı, fışkıran kanlar da adamın sakalına akmaya başladı. Yara Trok'u büsbütün çıldırttı, aslan
gibi kükreyerek Nefer'in üzerine atıldı. Darbeleri her yönden o kadar hızla indiriyordu ki kılıcı etrafında
pırıl pırıl bronzdan aşılamaz bir duvar oluşturmuştu sanki. Bu saldırı karşısında Nefer gerilemek zorunda
kaldı ve Mintaka'nın üstünde durduğu taş platformunun sırtına dayandığını hissetti.
Artık gerilemesi ya da bir manevrada bulunabilmesi için bir alan olmadığından Trok'un bir boğanınkınden
farksız kuvvetine karşı koymaktan ve darbelerine darbelerle karşılık vermekten başka çaresi yoktu. Bu
tür bir vuruşmada hiç yorulmak bilmeyen Trok'la boy ölçüşebilecek pek az adam vardı. Nefer
darbelerinden bazılarının yolunu kestikçe Trok alayla gülüyordu. "Ben bütün gün devam edebilirim. Ya
sen?" derken bir tek darbeyi bile kaçırmıyordu. Trok, Nefer'in,
-473-

pençesinden kurtulabileceği tek yolu tıkamak için yavaş yavaş sağa kaydıkça metalin metale çarptığı
duyuluyordu.
Trok'un kuvveti korkunç bir doğal afetti sanki. Nefer bir fırtınaya yakalanmış gibi hissediyordu kendini.
Okyanuslarda akıntıya kapılıp sürükleniyormuş-çasına çaresizdi. Yıllar yılı yaptığı savaş idmanları onu her
ne kadar sertleştir-mişse de bu duruma hazırlanmamıştı. Trok'a yetişmeye çalıştıkça sağ kolunun
yorulduğunu hissediyordu.
Trok delikanlının yanına bir çentik attı, birkaç saniye sonra da deri göğüslüğünü yararak kaburgaları
hizasında bir kesik açtı. Delikanlı, fırtınayı sağ salim atlatmak için tek şansının Trok'un kaba kuvvetine hızı
ve çevikliğiyle karşı koymak olduğunu biliyordu. Ama kayanın dibine mıhlanmıştı bir kere. Oradan
kurtulması lazımdı.
Trok'un bundan sonraki vuruşunu havada yakaladı ve içine kayarak kaçabileceği bir aralık açacak kadar
saptırdı. Ama atlarken sol böğrünü saldırıya açık bırakmıştı. Kendini toparlayan Trok'un kılıcı baldırını
dövmeli armanın hemen yukarsını yardı. Delikanlının sandaletinin içine dolan kan her adım atışında
gıcırtılar çıkarıyordu.
Nefer'in son kuvveti de yavaş yavaş tükeniyordu. Trok delikanlının kılıcını kendi kılıcıyla kilitledi ve
gardım giderek yükseğe kaldırmak zorunda bıraktı. Nefer kaçmaya kalkıştığı takdirde göğsünü öldürücü
vuruş için açıkta bırakacaktı. Üstelik baldırındaki kesik onu zayıf düşürmüş ve daha da yavaşlatmıştı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 389
Trok'un yüzünde bir zafer gülümseyişi vardı. "Ha cesaret, delikanlı! Her şey bitmek üzere. Ondan sonra
sonsuza dek dinlenebilirsin," diye Nefer'i alaya aldı.
Nefer, Mintaka'nın bir şey bağırdığını hissetti, ama söylenenlerden bir anlam çıkaramadı, ayrıca, dikkatini
gevşetmek doğru olmazdı. Trok delikanlının kılıcını yavaş yavaş yana iterek tepesine dikildi, böylece
göğüs göğüse geldiler, sonra Trok birdenbire ağırlığını sola, Nefer'in yaralı bacağına doğru kaydırdı.
Delikanlı karşı koymaya çalıştıysa da bacağı altında bükülüverdi. Trok ayağını Nefer'in topuğuna
dolayarak delikanlıyı arkaya savurdu.
Kılıcı Nefer'in zayıflamış ellerinden kurtuldu, delikanlı güneşin kavurduğu toprağın üstünde yatarken de
Trok öldürücü darbe için kılıcı her iki eliyle başının yukarsına kaldırdı. Bu şekilde durduğu sırada birden
yüzündeki ifade şaşkınlığa dönüştü. Darbeyi tamamlayamadan bir elini ensesine götürdü. Tekrar yüzünün
önüne getirdiği eli kendi kanıyla ıslanmıştı. Bir şey söylemek için ağzını açtıysa da, bu kez ağzının
köşelerinden kan sızmaya başladı ve adam bakışını Nefer'den Mintaka'ya çevirdi. Kız hâlâ kayanın
üstünde duruyordu. Ne-

fer gözlerine inanamadı. Trok'un boynunun arkasına harbenin saplanmış olduğunu görmüştü.
Nefer'in yere yıkıldığını görünce Mintaka, ayaklarının dibinde duran harbeyi, Nefer'in karşılaşmanın
başında savurduğu silahı kapmış ve onu Trok'un arkasına fırlatmıştı. Kargının ucu Trok'un bronz miğferinin
kenarının hemen altına girmiş ve derine kaymış, omurgaya rastlamamakla beraber şahdamarını doğramıştı.
Çirkin bir heykel gibi duran Trok'un ağzından oluk gibi kanlar boşanıyor-du. Bu durumdayken bile kılıcını
elinden bırakarak yukarı uzandı. Mintaka'yı belinden yakaladı ve cıyak cıyak bağırtarak tüneğinden aşağı
sürükledi. Bir şey söylemeye çalışıyor, ama ağzından boşanan kanlar sesini boğuyordu.
Trok'un göğsünün üzerinde ezdiği Mintaka haykırıyordu. Nefer de zar zor ayağa kalktı. Trok'un kılıcını
düştüğü yerden aldı ve adamın arkasına süründü.
Mintaka'nın çığlıkları kılıç tutan kolunun kuvvetini yenilemişti. Kılıcı daha ilk vuruşuyla Trok'un korsesinin
şeritlerinin arasından geçirerek sırtına sapladı. Trok kaskatı kesilerek Mintaka'yı salıverdi. Kız sürünerek
uzaklaşınca Nefer kılıcı yaranın içinden çekerek bir kere daha sapladı. Ayaklarının üstünde sallanan Trok
ona doğru döndü. Nefer'e doğru bir adım attı ve kana bulanmış zırhlı ellerini ona doğru uzattı. Nefer bu
kez onu boynundan bıçakladı, Trok da dizlerinin üstüne düşerek iki eliyle kılıca sarıldı. Nefer kılıcı
çekerken Trok'un parmaklarıyla avuçlarını kesti, bu arada kaslarla sinirleri kesmiş oldu.
Trok yüzükoyun yere yuvarlandı, Nefer de kılıcı bağcıkların arasından geçirerek kalbine sapladı. Silahı
yaranın içinde bıraktı ve kayanın korumasına çömel-miş olan Mintaka'ya döndü. Genç kız sevgilisine
koştu ve var gücüyle ona sarıldı. Tehlike artık geçtiğine göre Mintaka'nın soğukkanlılığından eser
kalmamıştı. Genç kız hıçkırıyordu şimdi. "Seni öldüreceğini sanmıştım sevgilim."
Nefer, "Sen olmasaydın az daha öldürüyordu da," diye soludu. "Hayatımı sana borçluyum."
"Ne kadar korkunçtu." Mintaka'nın sesi titriyordu. "Hiç ölmeyecek sandım."
"Ne de olsa bir tanrıydı o." Nefer gülmeye çalıştıysa da gırtlağından çıkan ses gülüşe hiç de
benzemiyordu. 'Tanrılar kolay kolay ölmezler."
Delikanlı bir yandan da vadinin aşağısından gelen çarpışma gürültüsünün değiştiğinin farkına varıyordu.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 390
Kolu genç kızın beline dolanmış olduğu halde dönüp baktı. Trok'un adamları Firavunlarının öldüğünü
görmüşler ve tüm morallerini yitirmişlerdi. Silahlarını ellerinden atmışlar, "Yeter! Yeter! Teslim oluyoruz.
Yaşasın gerçek hükümdar Firavun Nefer Seti," diye çağırıyorlardı.

-475-
-474 -


Zaferi kazandığının bilincine varan Nefer'in kanayan hırpalanmış vücudu kalan gücünü de yitirdi. Son bir
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:48 am

-474 -


Zaferi kazandığının bilincine varan Nefer'in kanayan hırpalanmış vücudu kalan gücünü de yitirdi. Son bir
çabayla, "Onlara merhamet gösterin. Mısırlı kardeşlerimizdirler. Onlara merhamet gösterin!" diye
bağırabildi.
Nefer yere yığılırken Taita yanında belirdi ve Mintaka'nın onu yere yatırmasına yardımcı oldu. İkisi
delikanlının yaralarını sarıp baldırındaki derin kesiğin kanamasını durdururlarken, subayları Nefer'e rapor
vermeye geldiler.
Delikanlı kendi yaralarını unutarak savaştan kimlerin sağ olarak kurtulduğunu, kimlerin yaralandığını ve
öldüğünü bilmek istedi. Horus'la Kızıl Tanrfya şükür, en çok güvendiği komutanları olan Hilto, Şabako ve
Sokko'nun, etrafında toplaşıp zaferin sevincini yaşayanların arasında olduklarını, kendileriyle adamlarından
gurur duyduklarını ve onun hayatta olmasına sevindiklerini gördü.
Onun için mızraklarla bir sedye yapıp vadinin aşağısından Gallala'ya götürdüler. Ama uzun bir yolculuk
oldu bu. Trok'un tutsak düşen subaylarıyla erleri yolu doldurmuşlardı. Başları çıplak olarak yere diz
çökmüşler, merhamet dileniyorlar, gerçek Firavun'a silah çektikleri için pişmanlıklarını haykırıyorlar-dı.

Bu verilebilecek en korkunç ceza olduğu için adamlar korku içinde bakıştılar.
"Öbür düşman ölüleri saygıyla ele alınacak, mumyalanmaları ve gerektiği şekilde gömülmeleri sağlanacak.
Trok Uruk'un adı ülkedeki bütün anıtlarla binalardan silinecek, Avaris'te kendi adına yaptırdığı tapınak da,
bugün Gallala kentinin önünde bizlere bahşettiği zaferin anısına kanatlı Horus'a adanacak."
Adamlar bu emri onayladıklarını haykırırken Nefer devam etti: "Trok Uruk' un bütün malı mülkü,
hazinesiyle malikâneleri, köleleriyle binaları, ambarları ve her türlü malları devlete devredilecek. Su
arabalarını seyisler ve cerrahlarla birlikte yol boyunca Safaga'ya yollayın ki Trok Uruk'un Gallala'daki
başkentimize küstahça yürüyüşü sırasında etrafa serpiştirdiği atları, arabaları ve adamları buraya
getirsinler. Sahte firavunları reddeder ve Tamose Hanedanı'na bağlandıklarına yemin ederlerse bütün
tutsaklar bağışlanacak ve ordularımıza kabul edilecekler."
Nefer son emrini verdiği ve o günkü sonuncu iradesini bildirdiği sırada sesi artık kısılmış, kendisi de
büsbütün sararıp solmuştu.
Onu kentin kapılarından içeriye taşırlarken yavaşça Mintaka'ya sordu. "Taita nerede? Büyücü'yü gören
var mı?" Ancak Taita ortadan kaybolmuştu.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 391

Kent kapılarına gelinene kadar Nefer tam üç kere sedyesinin yere bırakılmasını işaret etti ve ele geçen
yüzbaşılarla öbür subayların gelip ayaklarını öpmelerine izin verdi. Kaşlarını çatarak, "Vatan haini olarak
idam edilmeyi fazlasıyla hak ettiğiniz halde sizi bağışlıyorum," dedi. "Ama hepinizin rütbesi çavuşluğa
indirildiği gibi, Tamose Hanedanı'na karşı görevlerinizi yerine getirmek ve sadakatinizi kanıtlamak
zorundasınız."
Tutsaklar merhametinden dolayı onu göklere çıkardılar, ama kendisine bir tanrı olarak hitap ettiklerinde
Nefer somurtarak başını salladı. "Hezeyana Trok'la Naja'nın olduklarını iddia ettikleri gibi tanrılar
topluluğunun üyesi değilim ben." Fakat adamlar vazgeçmediler ve övgüleriyle yalvarışlarını yinelediler.
Kızıl Yol'un kardeş savaşçılarının önderliğindeki kendi adamları da tutsaklara katılarak tanrılığını ilan
etmesini istediler.
Nefer onları istediği gibi yönlendirmek için kaşlarını çatarak emirler verdi. "Mısır'ın çifte tacının sahte
talepçisi Trok Uruk'un ölüsü törensiz olarak bu savaş alanında yakılacak, bu sayede de ruhu sonsuzluk
içinde başıboş dolaşacak, kendine bir sığınak arayacak, fakat hiçbir zaman bulamayacak."

Kapının çeneleri Trok'un ordusunun üzerine kapandığı, arabaları da kaya yüklü yük arabalarının altında
paramparça olduğu, oklarla harbeler de bir çekirge sürüsü gibi hayatta kalanların üstüne boşandığı sırada
Taita savaş alanının yukarsındaki yamaçtan bu olanları seyrediyordu ki karışıklığın içinde garip bir siluet
dikkatini çekti.
Medialıİştar kayaların arasından çıkmıştı. Tavşan gibi bir kayboluyor, bir yamacın daha yukarsında
ortaya çıkıyor, kâh saklanıyor, kâh bir kayanın arkasından ötekinin arkasına zıplıyordu. Şans eseri olarak
ya da belki sihir, büyü sayesinde Nefer'in askerlerinin oklarından ve kargılarından kurtulmuş, sonunda da
doruğu aşarak tepenin öbür yanında gözden kaybolmuştu.
Taita gitmesine göz yumdu. İştar'la ilgilenmek için daha sonra bol zamanı olacaktı. Savaşın gelişmesini
seyretti, kayanın dibinde Trok'la göğüs göğü-se yaptığı karşılaşmada Nefer'in etrafında zırh görevini
yapması için bütün gücünü seferber etti. Bu uzaklıktan bile ölümcül olabilecek olan Trok'un darbelerinden
birçoğunu saptırmayı başardı, Trok, Nefer'in bacağına kılıcını saplama-

-477-
-476-


ya hazırlanırken de Taita bütün etkisini kullanıp ucunu yana itmiş olmasa kılıcın büyük femur arterini
bulması işten bile olmazdı.
Uzun zaman önce Taita'nın onu tanrıçanın kobrasıyla karşılaşmasında zarar görmekten korumasından
beri, Mintaka, Büyücü'nün kolayca etki alanına girer olmuştu. Genç kızda zihnini ona açan zekâ ve hayal
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 392
gücü vardı. Bir sersemi etkilemek olanaksızdı. Taita onu, kendini vadinin başında Trok'a göstermesi ve
adamı kapanın içine çekmesi için Gallala'dan getirtmişti. Sonra, genç kız boğuşan çiftin yukarsındaki
kayanın üstünde korkudan donmuş halde dururken Taita onu bir kez daha iradesine boyun eğdirmiş ve
uzanıp ayaklarının dibine düşmüş harbeyi almayı aklına sokmuştu. Genç kız nişan alıp harbeyi savururken
de sağ koluna destek olmuştu. Sonra, Trok yavaş yavaş sonsuzluk alemine kayarken Nefer'le ilgilenmek
ve bacağında zonklayan atar damara o kadar yakın olan yarasını sarmak için yokuş aşağı koşmuştu.
Kızıl Yol'un savaşçı kardeşleri genç Firavun'u mızraklardan oluşturdukları sedyeye yatırırlarken şimdilik
görevini tamamlamış olan Taita kalabalığın arasına karışmıştı. Giderken onu kimse fark etmemişti.
Dar vadiden kaçarken İştar'ın bıraktığı izleri buldu ve tepelerin doruğunda güneşin kavurup fayans gibi
sertleştirdiği toprağın üstünde görülmez olana kadar onları izledi.
Taita durup yere çömeldi. Kesesinden bir tutam kurutulmuş kök çıkardı ve ağzına attı. Onları çiğnerken
zihnini etkilere açtı ve Medialı'nın geçerken havada bıraktığı izi yakalamaya çalıştı. Kök duyularını
keskinleştirince Taita görüş alanının köşesinde o izi gördü. Doğrudan ona baktığı zaman silinen kirli gri
renkte, uçucu bir gölgeydi bu. Her insanın havada bıraktığı kendine özgü bir iz vardır. Soylu ve kutsal
varlığı nedeniyle Nefer Seti, Taita tarafından kolayca seçilebilen pembemsi bir iz bırakıyordu. Taita bu
pembemsi havayı izleyerek aslan tarafından hırpalandığı ve Mintaka'yla birlikte Dabba'nın ötesindeki
çölde kayboldukları zaman Nefer'i bulabilmişti.
Medialıİştar'ın havadaki izi karanlık ve lekeliydi. Taita doğrulup onu izlemeye koyuldu. Uzun
bacaklarıyla geniş adımlar atıyor ve asasını taşların üstüne vura vura ilerliyordu. Zaman zaman daha
yumuşak bir toprak parçasında dikkatini çeken bir ayak izinden veya kısa zaman önce yerinden
yuvarlanmış bir taştan doğru yolda olduğunu anlıyordu.
-478-

İştar bir daire çizip önce güneye doğru gitmiş, sonra tekrar Gallala yönüne dönmüştü. Taita telaşlanarak
adımlarını sıklaştırdı.
İştar yine bir hainlik yapmak için Nefer'e yaklaşmaya çalışıyorsa, Taita'nın onu durdurması lazımdı.
Bununla birlikte, bu takip ihtiyar adamı Trok'un kıyıya doğru yürüyüşü sırasında terk ettiği arabalardan
birine götürdü. İştar bu enkazdan bir şey almıştı, Taita da gözlerini kapayarak bunun ne olduğunu
keşfetmeye çalıştı.
"Bir su torbası," diye mırıldanan Taita, Medialı'nın devrilmiş arabanın altından deri torbayı çekip çıkarmak
için nerede toprağı kazdığını gördü. Başka bir kuru ve boş torba hâlâ orada asılıydı. İştar ancak bir tane
dolu torba taşıyabileceğini herhalde bildiği için onu orada bırakmıştı. Taita boş torbayı alarak omzuna astı.
Koşumlarına bağlı kalmış atların kokmaya başladıkları arabayı öylece bıraktı ve İştar'ı izlemeyi sürdürdü.
Su torbasını yanında taşıyan İştar Gallala yönüne dönmüştü. Kentin yukarsındaki tepenin doruğunu
aştıktan sonra en yakın sulama kanalının başına sürünmüştü. Su içmek, sonra da torbayı doldurmak için
yaş kilin üstünde dizlerinin izi açıkça görülüyordu. Taita da su içti. Bundan sonra kendi su torbasını
doldurdu. Arkasından ayağa kalktı ve İştar'ın, Safaga'ya ve denize doğru doğu yönünde ilerlerken
bıraktığı izleri takip etmeye koyuldu.
Gece bastırdığında Taita ilerlemeyi sürdürüyordu. Medialı'nın havadaki izi tamamen siliniyor, ama Taita
yolun üstünden ayrılmıyordu. Havadaki iz başka zamanlar kuvvetleniyor, Taita da hafiften küflü, sevimsiz
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 393
kokusunu alabiliyordu. İzin kuvvetli olduğu bu gibi zamanlarda Medialı'nın ruhunu okuyabiliyor, kinci ve
intikamcı yönünü keşfedebiliyordu. Kaderinin kendisine böyle yüz çevirmesinin Medialı'yı korkuttuğunu ve
moralini çökerttiğini fark ediyordu, ama güçleri hâlâ çok büyüktü ve yabana atılmaması gerekirdi. Yalnız
Nefer'le Mintaka için değil, aynı zamanda Taita'nın kendisi için de büyük ve gerçek bir tehlike
oluşturuyordu. Kaçmasına ve dağılmış güçlerini yeniden birleştirmesine izin verildiği takdirde, Tamose ve
Apepı Hanedanı'nın geleceği için bir tehdit oluşturabilirdi. Yüksek kademeli, üstelik de kötü ruhlu
uzmanlardan biri oluşu, oluşturduğu tehlikeyi daha da artırıyordu. Seçtiği kurbanlarını uzaktan seyredebilir
ve Nefer'le Mintaka'yı felakete uğratmak için türlü kötülükler yaratabilirdi. İki gencin aşklarını tatsıziaştırıp
onları birbirlerinden soğutabilir,
-479-

acılar, düşükler ve veba, sancılar, nedensiz ve amaçsız hastalıklar, ruhsal saplantılar, delilik, sonunda da
ölüm getirebilirdi.
Taita bile kötü ruhundan korunmuş sayılmazdı. Kaçmasına göz yumulduğu takdirde İştar, Taita'nın
gücünü yavaş yavaş kemirebilir ve çalışmalarını engelleyebilirdi. Tabii Taita henüz fırsatı varken harekete
geçip onu yok etmediği takdirde.
Dışbükey ay çıplak tepelerin yukarsına yükseldi ve Taita'nın yolunu aydınlattı. İhtiyar adam, bir atlı kadar
hızlı yol alabildiği o geniş adımlarıyla ilerliyordu. İlersindeki İştar'ın izlendiğinden habersiz olduğunun ve
çok daha ağır yürüdüğünün farkındaydı. Taita her geçen saat onun kokusunun kuvvetlendiğini ve
yaklaştığını hissediyordu. Güneş doğmadan ona yetişirim, diye düşündü ve aynı anda iki büklüm olarak
taşlık yola hızla kustu. Ani ve çok şiddetli bir mide bulantısı onu pençesine almıştı. Taita neredeyse yere
yığılıyordu, ama tekrar denge bularak safranın acı lezzetini ağzından sildi.
"Bağışlanamaz bir dikkatsizlik!" diye kendi kendine kızdı. "Ava bu kadar yaklaşınca daha dikkatli olmam
gerekirdi. Medialı beni keşfetti."
Torbasından biraz su içti, sonra daha ihtiyatlı ilerledi. Asasını ileri uzattı ve yavaş yavaş iki yana salladı.
Sopa birden elinde ağırlaştı. O yönü izledi ve İlersindeki patikanın kenarında soluk çakıllarla çizilmiş
dairenin ay ışığında parıldadığını gördü.
"Medialı'dan bir armağan," dedi yüksek sesle.
Mide bulantısı onu yine pençesine aldıysa da bunu yendi ve asasını yere vurarak güç veren sözlerden
birini seslendirdi.
"Ncube!" Mide bulantısı zayıfladı ve daireye daha fazla yaklaşabildi.
Büyüsünü bozmam yeterli değil, bunu tersine çevirmeliyim, diye düşündü.
Asasının ucuyla çakıllardan birini dairenin dışına itti, böylece gücünü kırdı. Şimdi zarar görmeden dairenin
yanına çömelebiliyordu. Çakılların herhangi birine dokunmadan eğilip onları kokladı. Üzerlerinde
Medialı'nın kokusu vardı. Taita kendinden hoşnut halde gülümsedi.
"Onlara çıplak elleriyle dokunmuş," diye fısıldadı. İştar üstlerinde terinden izler bırakmıştı. Taita bu hafif
salgıdan yararlanabilirdi. Aynı hatayı tekrar etmemeye dikkat ederek çakılları asasının ucuyla itti ve onlara
başka bir şekil verdi: İştar'ın gittiği yönü gösteren bir okun ucu. Deri torbadaki sudan ağzına dolGenerated
by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 394
-480-

durdu ve ay ışığında parlayan çakılların üstüne tükürdü. Sonra asasını, çakıllardan oluşmuş ok ucunun
gösterdiği yöne uzattı.
"Kydaş!" diye bağırdı ve denizin yüzeyinin derinlerine dalmış gibi kulak zarlarında basıncın kuvvetlendiğini
hissetti. Ama dayanılmaz olmasına az kala basınç yavaş yavaş hafiflemeye başladı, Taita da içinde bir
huzur ve hoşnutluk hissi duydu, istediği olmuştu. Büyüyü tersine çevirip Medialı'ya yöneltmişti.
Medialıİştar bir fersah kadar ilerde patikada hızla ilerliyordu. İzlendiğinin artık tamamen farkındaydı.
Patika üstüne yerleştirdiği engelin çoğu insanı durduracağını, fakat en çok korktuğu adamı pek uzun
zaman oyalayamayacağını biliyordu.
Yürürken ansızın durdu ve her iki eliyle kulaklarına yapıştı. Duyduğu acı müthişti. Sanki ateşte kızdırılmış
bir kama her bir kulak zarının derinlerine batırılmıştı. İnleyerek dizlerinin üstüne düştü. "Büyücü bu," diye
hıçkırıyordu. Duyduğu acı o kadar şiddetliydi ki net olarak düşünemiyordu bile. "Büyücü büyüyü benim
üzerime çevirdi."
Titreyen elini kemerinde asılı keseye soktu ve içinden en güçlü tılsımını çıkardı. Bu, Firavun Tamose'un
doğumundan kısa bir süre sonra Sarı Çiçek salgınında ölen bebeklerinden birinin mumyalanmış eliydi.
İştar bunu elde etmek için küçük prensin mezarını soymuştu. El esmer bir renk almış ve bir maymun eli
gibi pençeleşmişti.
İştar bunu zonklayan kafasına yapıştırdı ve ağrının hafiflemeye başladığını hissetti. Sendeleyerek ayağa
kalktı ve bir yandan inleyip bir ilahi söyleyerek sözüm ona dans etmeye başladı. Kulaklarındaki ağrı da
kaybolmuştu. Havaya bir kez daha sıçradıktan sonra durdu ve dönüp geldiği yöne baktı. Büyü-cü'nün
varlığının yakınında olduğunu hissediyordu. Bu, kapalı bir yaz gününde gökgürültüsü tehdidi gibi bir şeydi.
Bir tuzak daha kurmayı düşündü, ama Taita'nın bunu ona geri yollayacağını biliyordu. İzlediğim yolu
gizlemeliyim, diye karar verdi. Yol üstünde koşarak dönebileceği bir yer aradı. Sonunda yolun gri renkli
bir şist katmanını kestiği yeri buldu. Burası o kadar katıydı ki Trok'un ordularının geçişi bile üstünde iz
bırakmamıştı.
-481 -
Sol elinin işaret parmağıyla kayanın üstüne Marduk'un kutsal simgesini çizdi, üstüne tükürdü ve o tanrının
çağrı niteliğindeki üç gizli adını seslendirdi.
Büyücüler Kralı / F: 31

"Beni düşmanlarımdan gizle, güçlü Marduk. Beni sağ salim Babil'deki tapınağına geri gönder ki orada o
kadar sevdiğin kurbanı sana verebileyim," diye vaat etti. Marduk her şeyden çok, ocağına atılan küçük
kızları seviyordu.
İştar bir ayağının üstünde durdu ve elli beş adım geri sıçradı. Bu, Mar-duk'un yalnız uzmanlarca bilinen
gizli sayışıydı. Büyücü bundan sonra doksan derecelik bir açı çizerek patikadan ayrıldı ve kuzeydeki vahşi
Generated by AB
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:49 am

toprakların yolunu tuttu. Hızlı hızlı yürüyor, onu izleyen adamla arasındaki mesafeyi açmaya çalışıyordu.
Taita gri şist katmanının yolu kestiği noktaya varmıştı. Daha saniyeler öncesine kadar oldukça kuvvetli
olan esinti, doğan güneşin ısısında sis gibi eriyip kaybolmuştu. Medialı'dan geriye ne tat, ne de koku
kalmıştı. Taita yolu bir süre daha izlediyse de iz çoktan soğumuştu. Bunun üzerine geri geri giderek izi
kaybettiği noktaya döndü. İştar sadece bir gizlenme büyüsüyle vaktini kaybedecek değildi. Küllerin veya
Suyla Kanın beni duraklatmayacağını biliyor, diye düşündü.
Başını kaldırıp yukarı baktı ve yıldızlı gökte ufuktaki tek kızıl yıldızı seçti; Tanrıça Lostris'in yıldızıydı bu.
Onun tılsımını yükseğe kaldırdı ve Tanrıça'ya Övgü'yü musiki makamında okumaya koyuldu. Daha ilk
kıtayı tamamlamıştı ki öfkeli ve yabancı bir gücün varlığını hissetti. Başka bir tanrı çağrıya yanıt vermişti,
Taita da İştar'ı tanıdığına göre, bunun hangisi olduğunu tahmin edebiliyordu. Övgünün ikinci kıtasına
başlaması üzerine ilersindeki kayanın üstünde bir parıltı belirdi. Marduk'un tapınağındaki kurban ateşinin
yandığı zamanlar ocağın bakır duvarlarında beliren kızartı gibi bir şeydi bu.
Taita, "Marduk gücendi ve öfkesini gösteriyor," diye hoşnutluk duydu. İhtiyar adam hafif hafif ışıldayan
noktaya gidip durdu ve monoton bir tonla konuşmaya başladı: "Ülkenden ve tapınağından çok
uzaklardasın, ocakların Marduk'u. Bu Mısır ülkesinde sana tapınanlar çok az. Güçlerin burada dağılmış
durumda. Tanrıça Lostris'e sesleniyorum, sen ise buna karşı koyamazsın."
Taita böyle diyerek eteğini kaldırdı. "Ateşini söndürüyorum, Marduk," dedi ve bir kadın gibi yere
çömelerek kayanın üstüne işedi. Kaya, demircinin fırı-nındaki bir metal külçesi gibi cızırdadı ve buhar
salıverdi. "Yok Edici Marduk, Tanrıça Lostris adına senden kenara çekilip geçmeme izin vermeni
istiyorum."
- 482 -

Kaya çok çabuk söğüdü, buharlar dağılırken de Taita patikadan kuzeye dönen Medialı'nın gölgemsi
izlerini tekrar seçebildi.
Yolunun üstüne İştar'ın çektiği perde delinmiş ve yırtılmıştı. Taita da bunun içinden geçti ve bir kez daha
düşmanının peşine düştü.
Ufuğun rengi soluklaştı, ışık da doğuda bir altın parıltısına büründü. Taita sürekli olarak mesafe
kazanıyordu, kuvvetlenen ışıkta gözlerini kısarak avını görmeye hazırlandı. Ancak bunun yerine aniden
durdu. Ayaklarının dibinde, dikey duvarları çok çok derinlerdeki karanlığın içinde kaybolan korkunç bir
uçurum açılmıştı. Hiçbir insanoğlu bu derinlerden yukarı tırmanamayacağı gibi bu engelin etrafını
dolaşmanın da bir olanağı yoktu.
Taita uçurumun karşı yanına baktı. Aradaki mesafe en az bin adım vardı, uçurum ise bu açıdan bakılınca
daha da ürkütücüydü. Dipsiz çukurun yukar-sında akbabalar daireler çiziyordu. Şekilsiz kuşlardan biri
karşı yarın kıyısındaki bir çıkıntıda ince değneklerle dallardan örülmüş yuvasına indi.
Taita hayranlıkla başını salladı. "Harikasın, İştar!" diye mırıldandı. "Akbabalar da cabası. Tam bir usta işi
bu. Ben bile daha iyisini yapamazdım, ama böylesi bir çaba muazzam bir gücün harcanmasını
gerektirmiştir. Bu iş sana pahalıya mal olmuş olmalı."
Taita yarın kenarından boşluğa adım attı, fakat kendini boşlukta bulacak yerde, ayaklarının altında sağlam
bir zemin buldu. Yarlar ve boğaz görüntüsü, hatta daireler çizen akbabalar, ona doğru yürünülen bir serap
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 396
gibi titreşip dağıldılar.
Uçurum kaybolmuş, yerinde pek az engebeli taşlık bir ova, bunun ucunda da hâlâ mavi gölgelerle kaplı
alçak tepeler belirmişti. Medialıİştar bu ovanın ortasında sadece beş yüz adımlık bir uzaklıktaydı.
Yarattığı hayali sürdürmek çabasıyla iki kolunu başının yukarsına kaldırmış durumda Taita'ya bakıyordu.
Başarısızlığa uğradığını, Taita'nın da intikam peşindeki bir cin gibi hızlı adımlarla ona yaklaştığını görünce
umutsuz bir hareketle kollarını iki yanına düşürdü ve taşlık ovanın uzak ucundaki kireçtaşı tepelere yüzünü
çevirdi. Ayaklarını sürüye sürüye bir koşu tutturdu. Entarisinin siyah etekleri bacaklarının etrafında fırıl fırıl
dönüyordu.
Taita yorulmak bilmez, geniş adımlarıyla onu izledi. Arkasına bakan İştar'ın mavi dalgalı yüzünde
çaresizlik okunuyordu. Gümüş saçlı, uzun boylu
-483-

siluete bakışı takılınca dönüp daha hızlı koşmaya başladı. Kısa bir süre arayı açacak gibi oldu, ama sonra
yavaşladı. Taita da arayı giderek kapatıyordu.
iştar omzundaki su torbasını attı ve daha hızlı koşmaya başladı, ama sabahın erken ışıklarında kireçtaşı
çıkıntılarıyla gri mavi renkte olan alçak tepelere ulaştığında Taita'nın sadece yüz adım ilersindeydi. Derken
bir dere çukurunun içinde gözden kayboldu.
Taita derenin başına gelince ilersindeki kumluk tabanda İştar'ın ayak izlerini gördü, ama derenin sert bir
açıyla sağa döndüğü köşede bu izler kayboldular. Taita yine de onu izledi, fakat soluk kireçtaşı dikitlerin
köşesine ulaştığında vahşi bir hayvanın homurtusunu ve kükremesini duydu. Köşeyi dönünce dere
yatağının ilerde daraldığını ve kuyruğunu hızla iki yana sallayan dev bir erkek aslan tarafından yolunun
kesildiğini gördü.
Aslanın kara yelesi havaya dikilmişti. Hayvanın çenelerinin arasından püsküren her kükremeyle fırtınaya
tutulmuş otlar gibi sarsılıyordu bu yele. Gözleri altın rengindeydi, gözbebekleri ise kara yarıklardı.
Hayvanın ağır kokusu havayı doldurmuştu. O uzun sarı dişleriyle kendine ziyafet çektiği çürüyen leşlerin
kokuşuydu bu.
Taita, koca koca pençeli dev patilerin üstüne oturduğu kumluk zemine baktı. Kumda İştar'ın ayak izlerini
hâlâ görebiliyordu, ama aslanın patileri hiçbir iz bırakmamıştı.
Taita hızını kesmedi. Zincirinin ucundaki tılsımı yükseğe kaldırarak ağzından salyalar akan hayvanın
dosdoğru üzerine yürüdü. Kükreme kuvvetlenecek yerde zayıfladı, aslanın koca kafası da saydamlaştı.
Taita kafanın olması gereken yere bakınca koyağın kaya duvarlarını görebiliyordu şimdi. Derken hayvan
da sis gibi solup kayboldu.
Taita az önce aslanın durduğu yerden geçerek köşeyi döndü. Dere yatağı ilersinde daha da daralıyor,
yanları da dikleşiyordu. Ve geçit bir kaya duvarının önünde ansızın son buluyordu.
Sırtını kaya duvarına dayamış olan İştar, Taita'ya deli deli bakıyordu. Gözünün akları sararmış ve
kanlanmış, kapkara gözbebekleri genişlemişti. Korkusunun kokusu, hayalet aslanınkınden bile daha iç
bulandırıcıydı. Sağ elini kaldırarak kemikli uzun parmağını Taita'ya çevirdi. "Geri, Büyücü!" diye bağırdı.
"Seni uyarıyorum!"
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 397

Taita ona doğru yürüyünce büyücü gırtlaktan konuşarak bir şeyler haykırdı ve gözle görülmeyen bir cismi
Taita'nın başına fırlatacakmış gibi bir hareket yaptı. Taita hemen Lostris'in Tılsımı'nı gözlerinin önünde tuttu
ve bir şeyin, bir okun vınlamasını andıran bir sesle başının hemen yanından geçip gittiğini hissetti.
İştar dönüp arkasındaki kaya duvarında bulunan dar bir yarıktan içeri daldı. Burasını vücuduyla Taita'nın
gözünden gizlemiş olmalıydı. Taita bu girişin önünde durdu ve asasıyla kayayı dürttü. Kaya duvarının hayal
olmadığına böylece inanç getirdiği gibi karanlık aralığın ötesinde İştar'ın sendeler ayak seslerinin yankıları
kulağına geliyordu. Taita bunun bir hayal olmadığına, kireçtaşı yarındaki bir mağaranın ağzında
bulunduğuna emindi artık.
İhtiyar adam içeri girince arkasındaki yarıktan içeri sızan güneşin ölgün bir ışıkla aydınlattığı alçak tavanlı
bir kaya geçidinde olduğunu gördü. Mağaranın tabanı aşağıya meylediyordu, Taita da ihtiyatlı adımlar
atarak ilerledi. Geçidin zaman ve boyut itibariyle gerçek olup onu engellemek ve yolundan alıkoymak için
Medialı tarafından büyü yoluyla oluşturulmuş olmadığından kuşkusu kalmamıştı.
İştar'ın ayak seslerinin ilerdeki tünelde şekilsizleştirilmiş ve abartılmış yankılarını duyabiliyordu. Karanlığın
içine girince Taita adımlarını saymaya başladı. Yüz yirmi adım sonra ışık yine kuvvetlendi. Tepenin
derinlerindeki bir yerden sızıyor gibiydi.
Tünel birdenbire sert bir kavis yaptı, Taita da kendini yüksek tavanlı bir mağarada buldu. Tavanın
ortasında bir açıklık vardı. Parlak bir güneş huzmesi buradan mağaranın tabanına düştüğüne göre,
buradan dış dünyaya ve açık havaya çıkılıyor olmalıydı.
Yerden sivri uçlu dikitler yükseliyor, kristaller insan yiyen bir köpekbalığı-nın dişleri gibi ışıldıyordu.
Yüksekteki tavandan da dikitlerin karşılığı gibi gözüken sarkıtlar iniyordu. Bunlardan bazıları mızrak ucu
biçimindeydi, bazıları ise tanrıların parlayan kanatlarına benziyordu.
Mağaranın karşı yanında İştar duvarın dibine büzülmüştü. Bu yönde bir kaçış yolu yoktu. Taita'nın tünelin
ağzında belirdiğini görünce bağırmaya ve bir şeyler gevelemeye başladı. "Merhamet, güçlü Büyücü!
Aramızda bir bağ var. Biz kardeşiz. Hayatımı bağışlarsan sana aklından hayalinden geçmemiş
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:49 am

gizemler göstereceğim. Bütün gücümü senin emrine vereceğim. Senin sadık köpeğin olacağım. Hayatımı
senin hizmetine adayacağım."
Büyücünün yalvarışları ve vaatleri o kadar gururdan yoksundu ki Taita elinde olmayarak kararının
sarsıldığını hissetti. İçinde sadece küçücük bir şüphe kırıntısı vardı, ama İştar bu zaafını anında sömürmeye
kalkıştı. Bir kolunu ileri attı. Başparmağı ve işaret parmağıyla Marduk'un işareti olan bir daire oluşturdu ve
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 398
o garip hışırtılı dille bir şey haykırdı.
Taita arkasındaki dayanılmaz bir fiziksel ağırlığın omzuna bastırdığını, dev bir ahtapotun gözle görülmeyen
dokunaçları gibi bir şeyin kollarını yanlarına bastırdığını ve boğacakmış gibi boynuna sarıldığını
hissediyordu. Yanan bir insan eti kokusu burnuna doluyordu, Yok Edici'nin kokuşuydu bu ve onu
boğuyordu. Kıpırdayamıyordu.
Mağaranın karşı tarafında İştar dans ediyor ve zıplıyordu. Dövmeli yüzü iğrenç bir maske gibi
şekilsizleşmişti. Dili, morarmış dudaklarının arasından bir kedinin dili gibi havayı yalıyordu. Eteklerini
kaldırarak kalçalarını Taita'ya doğru uzattı. Penisi sertleşip dikilmiş, erkekliğinin mor renkli şiş başı
müstehcen bir meyveye benzemişti. "Zayıf tanrıçan seni burada toprağın kalbinde koruyamaz, Taita,"
dedi. "Yok Eden Marduk'la bendesi İştar'a daha fazla karşı koyamazsın. Mücadelemiz artık sona erdi.
Seni ve bütün düzenlerini yenik düşürdüm, Büyücü! Artık öleceksin."
Taita bakışını mağaranın gölgelere boğulmuş tavanına çevirdi ve dikkatini pırıl pırıl büyük bir kama gibi
oradan sarkan uzun sarkıtlardan birinin üzerinde yoğunlaştırdı. Kalan gücünü toparladı, asasını sağ elinde
yükseğe kaldırdı ve yukarıya çevirdi. Ciğerlerindeki son nefesle, kudret sözcüğünü haykırdr "Kydaş!"
Bir buzulun derinlerinde buzun parçalanmasını çağrıştıran bir çatırdı oldu ve sarkıt tavandan koparak
aşağıya devrildi. Kendi muazzam ağırlığıyla hız kazanması sonucunda ucu, İştar'ın omzunun boynuyla
birleştiği noktaya yakın bir yere saplandı. Büyücünün göğsüyle karnını deşti ve anüsünden dışarı fırladı.
Uzun taş kazık İştar'ı mağaranın tabanına mıhlamıştı.
İştar çırpınarak can çekişirken Taita ağırlığın omuzlarından kalktığını ve boğazındaki baskının da
kaybolduğunu hissediyordu. Marduk çekilmişti, Taita artık scıuk alabiliyordu. Yanık et kokusu da
kaybolmuştu. Temizlenmiş havada sadece hafif bir küf kokusu fark ediliyordu.
-486-

Ihtiyar adam asasını aldı ve tünelde geri dönerek açık havaya ve gün ışığına çıktı. Mağaranın ağzına
varınca tünelin kireçtaşından kapılarına asasıyla üç kere vurdu.
Toprağın derinlerinde kayaların çöküşünü belli eden bir gümbürtü duyuldu. Mağaranın tavanı göçerken
tünelin ağzından hava ve toz bir fırtına şiddetiyle dışarı püskürdü.
Taita, "Kalbine saplanan o taş kazık sayesinde kötülük tanrın bile seni mezarından kurtaramaz.
Sonsuzluğa kadar orada kal Medıalıİştar," diyerek mağaraya arkasını döndü. Ve asasıyla taşlara vura
vura Gallala'ya doğru yoluna devam etti.
Üç haberci, iki büyük nehrin doğduğu kuzeydeki dağların doruklarının henüz karlı oldukları ilkbaharda
Babil'e vardılar.
Firavun Naja Kiafan onları Babil'deki sarayın en üst katındaki teras bahçesinde kabul etti. Kraliçe
Heseret kocasının tahtının yanında oturuyordu. Kral Sargon'un hazinesinden çıkan en değerli ziynetleri
takıp takıştırmıştı. Tepesine toplu siyah saçlarını örten ipek filenin üstünde değerli taşlar gökyüzünün bütün
yıldızları gibi ışıldıyordu. Kollarındaki bilezikler ve parmaklarındaki yüzükler zümrütler, yakutlar ve
safirlerle öylesine yüklüydü ki onları zor kaldırabi-liyordu. Boynunu süsleyen ham bir incir iriliğindeki
elmas, dağlardaki bir kaynağın suyu kadar berrak, camı veya yanardağ taşını kesecek kadar sertti. Bu
olağanüstü taş İndüs Nehri'nin ötesindeki ülkeden geliyordu, güneşin altında salıverdiği ışıklar ise insanın
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 399
gözünü ağrıtıyordu.
Habercilerin hepsi Firavun Trok'un dört ay önce batıya götürdüğü ordunun yüksek rütbeli subaylarıydı.
Kötü haberler getirdikleri için ölüm korkusu içinde gelmişlerdi. O kadar uzun yoldan o kadar çabuk
gelmişlerdi ki zayıflamışlar ve çölle yüksek dağların güneşinden yanıp simsiyah olmuşlardı. Na-ja'nın,
karısını dahi gölgede bırakacak kadar büyük bir görkemle oturduğu tahtın dibine kapandılar. "Selam sana,
Mısır tanrılarının en güçlüsü Firavun Naja," diye söze başladılar. "Çok korkunç haberler getiriyoruz. Acı
bize. Söyleyeceklerimiz hiç hoşuna gitmeyecek olduğu halde merhametli ol ve bizi hiddetine hedef etme."
Naja asık bir suratla emretti. "Konuşun! Hayatınızın bağışlanıp bağışlanmayacağına ancak ben karar
verebilirim."
-487-

Öncü kolunun komutanlarından biri olan, On Binlerin En İyisi rütbesine sahip olan ve göğsünde Yiğitlik
Madalyası'nı taşıyan subay söz aldı. "Getirdiğimiz haber, tanrı kardeşiniz ve Mısır'ın ortak hükümdarı
FiravunTrok Uruk'un..."
Subay arkasını getiremediği için Naja tekrar, "Konuş!" diye emretti.
"Eski Gallala kentini çevreleyen çölde Firavun Trok Uruk'la gaspçı Nefer Seti'nin orduları arasında kanlı
bir savaş oldu." Adam yine sustu.
"Devam et!" Naja ayağa kalkmış ve ucunda dikenli bir topuz olan değneği adamın yüzüne uzatmıştı. Bu
hareket işkence ve ölüm tehdidi anlamına geliyordu.
Haberci hızlı hızlı devam etti. "Kardeşiniz ve bizim Firavun'umuz Trok Uruk'un ordusu alçakça bir
kandırmaca ve aşağılık bir büyü aracılığıyla yok edildi. Bunun sonucunda Firavun'umuz katledildi, ordusu
da mahvoldu. Adamlarından hayatta kalanlar düşman safına geçtiler ve sahte Firavun Nefer Seti'nin
sancağı altında toplandılar. Dilerim, Seth ondan intikamımızı alır ve adıyla bütün eserlerini yok eder. Aynı
zalim gaspçışimdi de bütün kuvvetleriyle birlikte Avaris'in ve Mısır'ın iki krallığının üzerine yürüyor!"
Naja tekrar tahtının üstüne çöktü ve komutana şaşkın şaşkın baktı. Hese-ret yanında gülümsedi. Böyle
yaptığı zamanlar ağzının köşelerindeki kırışıklar siliniyor ve genç kadın değişerek yine inanılmaz derecede
güzel oluyordu. Değerli taşlarla bezeli parmağıyla Naja'nın koluna dokundu, Firavun ona doğru eğilince de
kulağına, "Tanrılara şükürler, Yukarı ve Aşağı Krallıkların tek Fi-ravun'u güçlü Naja Kiafan'a selam
olsun!" diye fısıldadı.
Naja belli etmemeye çalıştıysa da ince çizgili, güzel yüzünde bir an hafif bir gülümseme dolaştı. Bunu
bastırarak ayağa kalktı.
Sesi hafif ve yumuşak, fakat bileyici taşına sürtülen bir kılıcın sesi kadar tehdit doluydu. "Bir Firavun'un ve
bir tanrının ölüm haberini getiriyorsunuz. Sefalet ve uğursuzluğa batmış olan sizin vay halinize!" Tahtının
çevresinde bekleyen korumalarına işaret etti. "Onları alın ve tanrı Marduk'un rahiplerine teslim edin.
Tanrının öfkesini bastırmak için ocakta kurban edilsinler."
Subaylar elleri, kolları bağlanarak kurban edilmeye götürüldükten sonra Naja yine ayağa kalktı ve
beklenen bildiriyi yaptı. "Tanrı ve Firavun Trok Uruk öldü. Ruhunu tanrılara emanet ediyoruz. Şimdi
hepinize, iki krallığın ve Mısır'ın zapt ettiği bütün ülkelerle hazinelerin artık bir tek hükümdarı olduğunu ilan
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 400
ediyorum. Bu hükümdar benim, Tanrı Kral Naja Kiafan!"

Tahtın etrafında duran bütün saray dalkavuklarıyla subaylar, "Bak-her!" diye bağırdılar ve kılıçlarını
çekerek kalkanlarının üstünde tempo tuttular. "Bak-her! Haşmetli Tanrı Kral Naja Kiafan çok yaşasın!"
"Bütün komutanlarımla ordularımın generallerine haber iletin. Bugün öğle saatinde savaş konseyi
toplanacak."
Bundan sonraki on bir gün boyunca Firavun Naja şafaktan gün batımına kadar Sargon'un sarayının taht
odasında konseyinin başında oturdu. Meraklıların veya casusların içeri süzülmemesi için kapılarda
nöbetçiler beklerken onlar savaş planlarını ve düzenini hazırladılar. On ikinci günde Naja
Mezopotamya'deki ordularının yoklamasını emretti ve Babil'le Mısır'ın sınırları arasında fethedilmiş
topraklardaki tebaa krallarla satraplara elçiler yolladı. Onlara bütün kuvvetlerini savaşa hazırlamalarını ve
Nefer Seti'ye karşı girişilecek seferde emrine girmelerini emretti.
Ertesi dolunayda Babil'in Mavi Kapısı'nın önünde resmi geçit yapan ordu, atlar ve arabalarla, yaylar ve
kılıçlarla donatılmış kırk bin güçlü ve kıdemli askerden oluşuyordu.
Heseret, Mısır'ın tek ve gerçek Firavun'u olan kocasının yanında kentin duvarlarının üstünde durup töreni
seyrediyordu.
"Ne muhteşem manzara," dedi ona. "Bütün savaş tarihlerinde herhalde hiç bu kadar görkemli bir resmi
geçit yer almamıştır."
"Batıya anayurdumuza doğru yürüdüğümüz zaman ordumuz Sümerlerin, Hititlerin hurilerin ve geçtiğimiz
bütün fethedilmiş ülkelerin ordularının katılımıyla daha da kalabahklaşacaktır. Mısır'a iki bin savaş
arabasıyla döneceğiz. Yumurcak kesinlikle karşımıza çıkmaya cesaret edemez." Naja karısına merakla
baktı. " "Kardeşin Nefer'e hiç mi acımıyorsun?"
"Hiç!" Heseret başını sallayınca üstündeki ziynetler güneş ışığında parladı ve ışıldadı. "Sen benim
Firavun'um ve benim kocamsın. Sana karşı çıkan her kim olursa bir vatan hainidir ve ölümü hak eder."
Naja, "Ve ölecek de, hain Büyücü ise aynı odun yığınının üstünde onunla birlikte cayır cayır yanacak,"
diye kaşlarını çatarak vaatte bulundu.
Nehrin kokusunu, çöl havasında serin ve tatlı suların kokusunu uzaktan aldılar. Atlar başlarını kaldırarak
kişnediler. Piyadeler de adımlarını sıklaştırarak bakışlarını ileriye diktiler. Yılın bu mevsiminde kabaran ve
anayurdun kanı

-489-
-488-


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 401
canı olan zengin killerin karışmasıyla karanlık bir renkte akacak olan suları görmek için
sabırsızlanıyorlardı.
Neferle Mintaka genç adamın arabasında Gallala'dan itibaren kervan yolunu izleyen uzun kafilenin
başında yolculuk ediyorlardı. Meren'le Merykara kafilenin ikinci arabasındaydılar. Meren, onun hâlâ fazla
dermansız ve hasta olduğunu düşünen Merykara'nın tüm itirazlarına karşın kafileye katılmakta ısrar etmişti.
"Gallala'daki çarpışmayı kaçırdım, ama bir daha başkasını kaçırmamak ahdim olsun. Son nefesime kadar
kralım ve en yakın arkadaşımla birlikte savaşa gideceğim." Bir balıkçıl kadar zayıf ve solgun olmasına
rağmen, araba ellerinde dizginlerle dimdik ve gururlu duruyordu.
Öndeki savaş arabaları yükseltiyi aştılar. Altlarında yemyeşil Nil Vadisi uzayıp gidiyordu. Ocaktan
dökülmüş bakır eriyiği gibi parlayan güçlü nehir sabahın ilk ışıklarında ateş gibi ışıldıyordu. Nefer dönüp
yanındaki arabada ilerleyen Meren'e gülümsedi. "Artık evimize dönüyoruz!"
Mintaka şarkı söylemeye başladı. Önce yavaş söylüyordu, sonra Nefer'in de katılması üzerine daha
kuvvetli bir sesle söylemeye koyuldu.
"Tanrıların tapınağı, On bin yiğidin yurdu, Bütün dünyanın en yeşili, Sevgili aşkımız. Tatlı yurdumuz. Bizim
Mısır'ımız!"
Çok geçmeden Meren'le Merykara da onlarla birlikte söylemeye başladılar ve şarkı bütün kafileye
yayıldı. Yükseltiyi aşarken önce bir bölük, sonra arkadan gelen bölüm şen koroya katıldılar.
Başka bir ordu onları karşılamaya geldi: silahlı araba sürücüleri, alaylarının başındaki generallerle subaylar
ve onları izleyen piyade birlikleri... Arkalarından da yaşlılar, rahipler ve bütün eyalet valileri geliyordu.
Hepsi entarilerinin üstüne zincirlerini ve nişanlarını takmışlardı. Bazıları arabaların, kimileri de köleler
tarafından taşınan tahtırevanların içindeydi, daha başkaları ata binmişlerdi ya da yürüyerek geliyorlardı.
Onların da arkasından gülerek ve dans ederek yurttaş kalabalığı ilerliyordu. Kadınlardan bazıları
bebeklerini taşıyor, yurda dönen sürgünler ordusunun içinde kocalarını, sevgililerini, kardeşlerini ve
oğullarını görünce mutluluktan ağlıyorlardı.
-490-

iki kafile buluşup birbirlerine karıştılar, ihtiyarlarla generaller de Fira-vun'un arabasının önünde yere
kapandılar. Nefer arabasından indi, tanıdıklarını ayağa kaldırdı, içlerinde en güçlülerine sarıldı ve tanrılara
bütün ulusunu kutsaması için yalvardı.
Nefer tekrar arabasına binince hepsi onun arkasına düştüler ve onu Nil'in kıyılarına kadar izlediler. Nefer
orada da arabadan indi ve giyinik olduğu halde sulara daldı. Kıyıya dizilmiş halk şarkı söyleyip onu
alkışlarken Nefer ritüele uygun şekilde yıkandı ve çamurlanmış kahverengi sulardan içti.
Temiz keten entariler giymiş olan ve başında mavi savaş tacını taşıyan Nefer tekrar arabaya bindi ve
kalabalığa nehir kıyısını izleterek Avaris kentine doğru götürdü. Kentin bir fersah uzağına kadar yolun iki
yanında Firavun'u karşılayan kalabalıklar diziliydi. Yola Nil sularından serperek tozu yatıştırmışlar ve
Nefer'in geçeceği yerlere palmiye yapraklarıyla çiçekler sermişlerdi.
Kente vardıklarında kapılar ardına kadar açıktı, halk ise duvarların üstüne dizilmişti. Surlardan flamalar,
çiçek demetleri ve meyveler sarkıtmışlardı. Nefer yanında Mintaka'yla kapının kemerinin altından
geçerken sadakat, övgü ve hoş geldin marşları söylüyorlardı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 402
Genç bir mabut ve mabude kadar güzel olan çift önce Trok Uruk'un kendi tanrılığını kutlamak için nehir
kıyısında inşa ettirdiği harikulade tapınağa gittiler. Nefer önden direktiflerini yollamıştı, taşçılar da
haftalardan beri görev basındaydılar. Sahte firavunun bütün betimlerini kazımışlar, duvarlarla sütunlardan
adını silmişlerdi. Şimdi de kanatlı Horus'la Firavun Nefer Seti'nin portrele-riyle unvanlarını ve Genç
Firavun'un Gallala savaşındaki zaferinin betimlemelerini oymalarla geleceğe taşımakla meşguldüler.
Nefer oraya ilk görevini yerine getirmeye, tanrıya şükretmeye ve taş alların önünde bir çift kusursuz
boğayı kurban etmeye gitmişti. Dini ayinden sonra bir haftalık talil, şenlik ve şölen ilan etti. Bütün
vatandaşlara bedavadan akdarı ekmeği, sığır eti, şarap ve bira verilecek, onları eğlendirmek için oyunlar
ve tiyatro temsilleri düzenlenecekti.
Mintaka hayran hayran ona, "Çok kurnazmışsın, sevgilim," dedi. "Seni daha önce de sevmişlerdi, ama
artık sana tapacaklar."
Ne kadar zaman için diye merak etti Nefer. "Tahta çıkışımızın haberi Ba-bil'de Naja'ya ulaşır ulaşmaz
yürüyüşe geçecektir. Belki geçmiştir bile. Sıradan insanlar o bu kapılara dayanıncaya kadar beni
sevecekler."
-491 -

Firavun Naja Kiafan en güvendiği generali Asmor'u Babil Kralı, yani kendi tahtının bir satrapı ilan etti.
Ona, fetihlerini koruyabilmesi için beş yüz araba, iki bin okçu ve piyade bıraktı. Sonra, ordunun en büyük
kısmıyla tacını ve tahtını, onu ele geçiren adamın elinden kurtarmak için Mısır'a doğru yürüyüşe geçti.
Firavun Naja Kiafan'ın ordusu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:50 am

-491 -

Firavun Naja Kiafan en güvendiği generali Asmor'u Babil Kralı, yani kendi tahtının bir satrapı ilan etti.
Ona, fetihlerini koruyabilmesi için beş yüz araba, iki bin okçu ve piyade bıraktı. Sonra, ordunun en büyük
kısmıyla tacını ve tahtını, onu ele geçiren adamın elinden kurtarmak için Mısır'a doğru yürüyüşe geçti.
Firavun Naja Kiafan'ın ordusu ovalarla dağ geçitlerinden Mısır sınırına doğru ilerlerken tıpkı bir yamaçtan
yuvarlanan çığ gibi kalabalıklaştı ve güç kazandı. O ilerlerken vasalı olan krallar sancağına katılıyorlardı.
Öyle ki Hati-miye Geçidi'nin yükseklerinde durduğu sırada ordusu üç katına çıkmıştı.
Naja batıya, geniş kum çölünün ötesinde Büyük Acı Göl'ün kıyısındaki is-mailiye kentine ve anayurdunun
sınırlarına baktı.
Yürüyüşün bu noktasında ordusunun büyüklüğünün ona engel olacağını oldu bitti tahmin etmişti.
ilersinde uçsuz bucaksız bir çöl uzanıyordu ve bu çölde ismailiye'ye ulaşana kadar ordusuna destek
olacak ne bir kaynak ne de bir vaha vardı. Bir kez daha ilerdeki yola su noktaları yerleştirmek zorunda
kalmıştı. Aydınlıkta gözlerini kısarak bakınca yükseltinin alt tarafındaki delik deşik yolda kilden küplerle
yüklü su arabaları dizilerini seçebiliyordu. Bu uzaklıktan bakılınca sarı tonlarındaki çölde kıvranarak
ilerleyen solucanlara benziyorlardı. Aylardan beri çöle su depoları yerleştirmekle meşguldüler: dolu
çömlekleri kumların içine gömüyor, sonra adamlar bir sonraki yükü almaya gittikten sonra bir yerdeki su
stokunu askeri birlikler vasıtasıyla koruyorlardı.
Ordusunun çölü aşması hemen hemen on gün ve on gece sürerdi. Bu süre boyunca çok sıkı bir rejim
uygulayacaklar, ancak uzun gece yürüyüşlerine katlanmalarına yetecek kadar su içecekler, gündüzleri
dinlenecek; keten çadırların veya dallardan ve otlardan yapılmış barınakların sağlayacağı gölgede sıcağa
katlanmaya çalışacaklardı.
Heseret kocasının bu düşünce silsilesini bölerek kulağının dibinde sesini duyurdu. "Ben de seninle öndeki
arabada yolculuk edeceğim."
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 403
Naja karısına yan gözle baktı. "Bunu daha önce konuşmuştuk." Kaşlarını çattı. Geçen yıllarla birlikte
Heseret'in çekiciliği ve güzelliği solmaya yüz tutmuş, ağır basan huysuzlukları, kıskançlığı ve bitmek
bilmeyen istekleri onu daha da itici yapmaya başlamıştı. Naja son zamanlarda cariyelerinin arasında

giderek daha fazla vakit geçirmeye başlamıştı, ancak Heseret'in koynuna döndüğü zaman dırdırlarına
katlanmak durumunda kalıyordu.
Şimdi de, "Öbür kadınlarla birlikte yük kafilesinde artçıların subayı Prenn' in gözetiminde yolculuk
edeceksin," dedi.
Heseret somurttu. Bu hali önceleri hoşa giderdi, ama artık sinir bozmaktan başka işe yaramıyordu. "Kız
kardeşi gibi Lassa'yı da gebe bırakman için mi?" diye yakındı. Mısır tahtına bağlılığını kanıtlamak için
Sümer ülkesi satrapı tarafından Naja'ya rehine olarak verilen iki prensesi kast ediyordu. Prenseslerin ikisi
de genç, ince yapılı, erginlik yaşında ve iri göğüslüydüler. Meme başlarını boyuyorlar ve Sümerlerin
utanmayı göz ardı eden modaları uyarınca göğüsleri açık olarak ortalıkta dolaşıyorlardı.
"Can sıkıyorsun kadın." Naja üst dudağını sözüm ona gülümser gibi, ancak daha çok hırlamayı andıran
biçimde kıvırdı. "Bunun politik bir mecburiyet olduğunu biliyorsun. Kızların hiç değilse birinden ihtiyar
babası ölünce tahta geçecek bir oğula ihtiyacım var."
Heseret ısrar etti. "Lassa'yı yanında öncü kafilede götürmeyeceğine Seu-eth'in nefesi ve kalbi adına yemin
et."
"Buna yemin edebilirim." Naja yine o korkunç gülümsemesiyle devam etti. "Huri ülkesinden Sinnal'ı
yanımda götürüyorum." Sinnal da başka bir rehineydi. Sümerlerden de daha gençti, on dört yaşında var
ya da yoktu. Bakır renginde ışıl ışıl yanan saçları ve yeşil gözleri vardı. Poposu da iri ve yuvarlaktı.
Heseret, Naja'nın kaleye ön kapıdan olduğu kadar, arkadan da girebileceğini kendi deneyiminden
biliyordu.
Naja, "Ondan da bir oğul istiyorum," dedi. "Asur'un tahtına oturtmak için." Alaylı bir kıkırtıyla güldü. "Bir
kralın görevleri zannettiğinden de ağır."
Heseret kocasına öfkeli bir bakış fırlatarak ipek perdeli ve yastıklı tahtırevanının onu kafilenin arkasına,
Prenn'in artçılarının yanına götürmesi için emir verdi.
Taita'nın önerisi üzerine Nefer, dhovv'larla yapılabilecek bir istilayı bildirmek için Kızıldeniz kıyılarında bir
gözcü perdesi oluşturmuştu. Öyleyken Taita, Naja'nın asıl istila kuvvetinin Büyük Kum Çölü'nden geçerek
geleceğine emindi. Naja'yla Trok büyük Mezopotamya serüvenlerinde bu yoldan geçmişlerdi.

-493-
- 492 -


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 404
Naja o yolu çok iyi biliyordu, zaten ordusu Trok'un çok daha küçük kuvveti gj*
bi teknelerle Kızıldeniz'i gemilerle aşamayacak kadar kalabalıktı. ,h]
Nefer'le adamları, Büyücü'nün olağanüstü bir buluşu sayesinde Naja'nın
ordusunun asker sayısı ve birleşimi hakkında bilinecek her şeyi biliyorlardı.
Naja'nın komuta zincirinde yüksek konumda olan bir yüzbaşı, Taita'nın eski
bir arkadaşıydı ve ona bir şükran borcu vardı. İşte bu yüzbaşı Taita'ya yolladı
ğı bir mesajda Firavun Nefer Seti'ye bağlılığını ve kendilerine iltica ederek Ne-
fer'in ordusuna katılmak niyetinde olduğunu bildirmişti. Taita yine adamların
dan biri olan ve Beerşeba'ya kervan götüren değerli bir halı tüccarı vasıtasıyla
söz konusu yüzbaşıya yanıt yollayarak birliğinin başında kalmasını buyurmuş
tu. "Bizim için bir haber kaynağı oluşun, bir savaşçı olmandan daha değerli,"
demiş ve yine aynı halı tüccarı aracılığıyla ona olağanüstü iki armağan yolla
mıştı: bir sepet dolusu canlı güvercin ve üstünde gizli bir şifrenin kayıtlı bulun
duğu bir papirüs tomarı.
Güvercinler salıverilir verilmez doğru yumurtadan çıktıkları Avarıs'teki kümeslerine dönüyorlar, bir ipek
ipliğiyle bir bacaklarına bağlı olarak da en ince ve hafif papirüs yaprağından minik bir ruloya yazılmış şifreli
bir mesajı beraberlerinde götürüyorlardı. Nefer bu mesajlar sayesinde Naja'nın kumandasındaki
kuvvetlerin tam sayı ve düzenini öğrenmiş bulunuyordu. Naja'nın hangi gün Babil'den yola çıktığını ve
orada Asmor'un kumandasında kaç birlik bıraktığını biliyordu. Nefer ayrıca Naja'nın kuvvetlerinin
Şam'dan, Beerşeba'dan ve yolu üstündeki başka kentlerle garnizonlardan geçerek batıya doğru ilerleyişini
de izleyebiliyordu.
Taita'nın durumu doğru olarak değerlendirdiği ve Naja'nın bir sürpriz yaparak Kızıldeniz'i geçmeyeceği
belli oldu. Büyük Kum Çölü yönünden gelerek cepheden saldırıya geçmeyi tasarlıyordu.
Nefer gözcülerini Kızıldeniz kıyısından çekti ve karargâhıyla ordusunun en büyük kısmını çölün
kıyısındaki ismailiye sınır garnizonuna yerleştirdi. Oralarda bol tatlı su kaynakları ve atlar için zengin
otlaklar vardı.
Onlar ismailiye'de bekleyedursunlar, gidip gelen güvercinler mesaj taşımayı sürdürüyorlardı. Nefer yalnız
Naja'nın kuvvetini bilmekle kalmayıp alaylarının her birinin başında kimin bulunduğunu da öğrenmişti.
Mintaka ismailiye Kalesi'ndeki savaş konseyinde yer almıştı. Katkılarına değer biçilemezdi: bir Hiksos
olarak doğmuştu, dolayısıyla Naja'nın adamları
-494-
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 405

içınde bir zamanlar babasının komutasında olan subayları tanıyordu. Çocukken babasının bunların her biri
hakkındaki değerlendirmesini dinlemişti ve bao tahtasının başında talim görmüş ve keskinleşmiş müthiş bir
belleği vardı. Bu adamların her birinin güçlü ve zayıf yanları hakkında Nefer'e bilgi vermek durumundaydı.
Ellerine geçen listeleri gözden geçirdi.
"Naja'nın artçılarına kumanda eden şu Yüzbaşı Prenn babamın kuzenlerinden biri olduğuna göre akrabam
sayılır. Onu iyi tanırım. Bana ata binmesini öğretmişti. Ona Tonka Amca derdim, ki bu kelime benim
dilimde 'Ayı' demektir." Genç kız o günleri anımsayarak gülümsedi, "Babam onun hakkında bir köpek
kadar sadık, ihtiyatlı ve biraz da ağırdır, ama bir kere düşmanın gırtlağına dişlerini sapladı mı ölünceye dek
onu salıvermez derdi."
Meren o vakte kadar eski sağlığına ve gücüne hemen hemen tamamen kavuşmuştu. Nefer'den ona yararlı
olabileceği bir görev istedi, arkadaşı da onu bir araba birliğiyle birlikte yükseltilerden çöle indiği zaman
Naja'nın ilerleyişini izlemeye gönderdi.
Meren'ın gözcüleri, Naja'nın su arabalarının toprak küp yükleriyle ilerlemelerini ve Naja'nın Mısır sınırına
ulaşmak için geçmek zorunda olduğu kurak topraklarda su depolarını oluşturmalarını izlediler Meren su
arabası konvoylarına saldırıp onları dağıtmak için izm istedi, ama Nefer ona, konvoyları sadece gözlem
altında tutması ve su stoklarını nerelere yerleştirdiklerini dikkatle saptaması için emirlerini yolladı.
Nefer bundan sonra nehir kıyısında tuttuğu son yedek kuvvetlerini de getirtti, bunlar ismailiye çevresinde
konuşlandıktan sonra da bütün komutanlarını toplantıya çağırdı. "Gallala'da ele geçirdiğimiz Trok'un
arabalarını hesaba katsak bile Naja'nın kuvvetleri bizimkinin üç katı," dedi onlara. "Bütün askerleri savaşta
pişmişler, atları da iyi eğitilmiş ve mükemmel durumdalar. Sınırı aşıp nehre ulaşmasına müsaade edemeyiz.
Onu çölde karşılayıp orada savaşmalıyız."
Toplantı bütün gece sürdü, Nefer de savaş planını açıklayarak emirlerini bildirdi. Naja'nın ilk beş gün
hiçbir engelle karşılaşmadan ilerlemesine göz yumacaklardı. Çölün içinde adamakıllı yol aldığı zaman da
ilersindeki ve gerisindeki su stoklarını yapacakları akınlarla yok edeceklerdi. Bu da onu kumların
ortasında tutsak edecekti.
"Savaş kumarını adamın dayanılmaz gururuna ve savaşçılık hünerine olan aşırı güvenine dayandıracak
kadar iyi tanıyorum Naja'yı. Su stoklarından yoksun kalınca bile geri dönmeyeceğine ve ilerleyeceğine
eminim. Kuvvetleri
-495-

çölde günler süren zorunlu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:50 am

-495-

çölde günler süren zorunlu bir susuz yürüyüşten sonra İsmailiye'ye ulaşacaklar. O zaman iyi beslenmiş ve
susuzluğu giderilmiş atlarımız ve askerlerimizle onları kendi seçtiğimiz savaş alanında karşılayabileceğiz. Bu
da kuvvetlerimiz arasındaki orantısızlığı bir dereceye kadar giderecektir."
Taita uzayan toplantı boyunca Nefer'in iskemlesinin arkasında gölgede oturmuştu. Uyuklar görünüyordu,
ama arada gözlerini açarak onları uykulu bir baykuş gibi kırpıştırıyor, sonra tekrar kapıyor ve çenesinin
göğsünün üstüne düşmesine izin veriyordu.
Nefer devam ediyordu: "En büyük eksiğimiz arabalarımızın sayısı ve durumu, ama okçularımız,
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 406
sapancılarımız ve kılıç ustalarımızla onunla aşağı yukarı boy ölçüşebiliriz. Su eksiğinin bilincine varınca,
Naja'nın, arabalarını piyadelerinin önünde ileriye sevk edeceğine eminim. Taita'yla ben, arabalarını bir
kapana sürerek elimizdeki ufak avantajdan yararlanmamıza olanak verecek bir plan düşündük."
"Kentle kuyuların önüne dizilerle alçak duvar inşa edeceğiz. Okçularımızla piyadelerimiz bunların arkasına
rahatça gizlenebilirler. Bu duvarlar bir arabanın ilerlemesini engelleyecek kadar yüksek olacaklar." Nefer
eline bir kömür parçası alarak önündeki masaya yayılmış papirüs yaprağının üstünde bir çizim yaptı. Hilto,
Şabako, Sokko ve öbür subaylar görmek için ileri uzandılar.
"Duvarlar bir balık kapanı biçiminde dizilecekler." Nefer ters çevrilmiş huni desenleri çizdi, bunların ucu
ismailiye kalesine çevriliydi.
Şabako, "Onu nasıl huninin içine sokacaksınız?" diye sordu.
Nefer, "Kendi savaş arabalarımızın bir hamlesi ve sık sık uyguladığınız o
yalancıktan geri çekilme düzeninin sayesinde," diye açıkladı. "Okçularımız ve
sapancılarımız, Naja onları huninin içine izleyinceye kadar duvarların arkasın
da gizli kalacaklar. Ne kadar derine girerlerse bölükleri duvarların arasına o
denli sıkışacak. Yakın menzilden geçerken de sapancılarımız ve okçularımız
için mükemmel bir hedef oluşturacaklar. ~
Şabako bile etkilenmiş görünüyordu. "Trok'a yaptığınız gibi onları da bir sığır sürüsü gibi çitlerin arasına
sıkıştıracaksınız ha?"
Planı beğeniyle tartıştılar, daha da mükemmelleştirmek için önerilerde bulundular. Nefer sonunda
Şabako'yu duvarların inşası işiyle görevlendirdi. Taıta son beş günü araziyi inceleyerek ve yerlerini
işaretlemekle geçirdiği için ertesi gün hava ışır ışımaz çalışmalara başlanabilecekti.

Nefer, "Önümüzde çok az vakit var," diye onları uyardı. "Naja'nın kuvvetlerinin şimdiden Hatimiye
yükseltilerinde toplandıklarını biliyoruz. Su arabaları su stoklarını yerleştirme işini hemen hemen
tamamlamış durumdalar. Naja'nın birkaç güne kadar yamaçtan inişe geçeceğini tahmin ediyorum."
Toplantı sonunda son buldu, subaylar da Nefer'in onlara verdiği görevleri yerine getirmeye koştular.
Sonunda, İsmailiye'deki eski kalenin kule odasında yalnız üç kişi kaldı: Nefer, Taita ve Mintaka.
Mintaka ilk kez sesini duyurdu. "Prenn'i, yani Tonka Amca'mı daha önce konuşmuştuk," dedi. Nefer
başıyla doğruladı ve sevgilisine merakla baktı. Mintaka devam etti. "Onunla yüz yüze konuşabilsem,
Naja'nın aleyhine dönmeyi ve bizimle kader birliği yapmayı onu kabul ettirebileceğime eminim."
"Ne demek istiyorsun?" Nefer'in sesi sert, suratı asıktı.
"Bir erkek çocuk kılığında ve iyi adamlardan oluşan küçük bir müfrezeyle Naja'nın ana kuvvetlerinin
etrafını çevirip artçılar arasında Tonka Amca'ya ulaşabilirim. Bu fazla tehlikeli olmaz."
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 407
Nefer'in yüzü öfkeden bembeyaz oldu. "Çılgınlık!" diye tısladı. "Gallala'da Trok'u tuzağa düşürmek için
kendini göstermen türünden bağışlanamaz bir çılgınlık. Bunun bir daha lafını bile duymak istemiyorum.
Eline düştüğün takdirde Naja'nın sana ne yapacağını düşünebiliyor musun?"
Mintaka, "Tonka Amca'yla birlikleri savaşın kritik noktasında kendi ardından ona saldırdıkları takdirde
Naja'nın ne yapacağını asıl sen düşünebiliyor musun?" diye lafı yapıştırdı.
"Bu saçmalığı bir daha duymak istemiyorum." Nefer ayağa fırlayıp yumruklarını masanın üstüne indirdi.
"Savaş süresince burada kalede Meryka-ra'yla kalacaksın. Bu saçmalığı aklından çıkaracağına dair bana
söz vermezsen, odanın kapısını sürgületir ve dışına bir nöbetçi dikerim."
"Bana köle gibi davranamazsın." Genç kızın öfkeden sesi titriyordu. "Karın bile değilim. Senden emir
alamam."
"Senin kralınım ve bu kaçıkça planla kendini tehlikeye atmayacağına dair senden kesin söz istiyorum."
"Benimkisi kaçıkça bir plan değil ve isteyeceğin sözü de vermeyeceğim."
Taita yüzünde donuk bir ifadeyle onları seyrediyordu. İki gencin ilk ciddi tartışmasıydı bu ve birbirlerine
karşı olan duygularının derinliği nedeniyle nor-

Büyücüler Kralı / F: 32
-497-
-496-


malden de daha sert olacağa benzerdi. Taita nasıl sonuçlanacağını merakla bekliyordu.
"Gallala'da bile bile emirlerimi dinlemedin. Şimdi de aynışeyi yapmayacağına güvenemem. Bana başka
seçenek bırakmıyorsun."
Nefer kapının dışındaki nöbetçiden krallık hareminin hadım ağası Zug-ga'yı çağırmasını istedi.
"Merykara'ya da güvenemem." Nefer, Mintaka'ya döndü. "Kardeşim senin yüzde yüz etkin altında, niyet
edersen onu şu senin deli saçması girişimine katılmaya razı edebilirsin. İkinizi de Avaris'teki sarayın
haremine yolluyorum. Orada Zugga'nın gözetiminde kalacaksınız. Savaş yapılıp kazanılana kadar orada
bao oynayarak birbirinizi eğlendirebilirsiniz." Zugga böylece Minta-ka'yı alıp götürdü. Genç kız kapıda
dönüp omzunun üzerinden Nefer'e baktı, yüzündeki ifadeyi görünce Taita gülümsemekten kendini
alamadı. Nefer sahte firavunların ikisinden de daha inatçı bir hasım bulmuştu kendine.
Taita o akşam bir zamanlar kalenin kumandanının dairesi olan ve şimdi Merykara'yla paylaştığı yeni
yerinde Mintaka'yı görmeye gitti. Kapıda ağır kanlı iki iri yarı hadım bekliyordu, bir üçüncüsü de demir
parmaklıklı pencerenin dışındaydı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 408
Mintaka hâlâ öfkeden titriyordu; Merykara da ağabeyinin ona ve sevgili Mintaka'sına reva gördüğü bu
muameleden ve özellikle hapsedilmelerinden dolayı aynı derecede hiddetliydi.
Taita yavaşça onlara, "Bu olay sonucunda en azından, sizi sevse bile bir hükümdara karşı
gelinemeyeceğini öğrenmiş oldunuz," dedi.
Mintaka öfke ve çaresizlik gözyaşlarıyla, "Onu sevmiyorum," diye karşılık verdi. "Bana çocukmuşum gibi
davranıyor. Ben de ondan nefret ediyorum."
Arkadaşından geri kalmak istemeyen Merykara, "Ben daha da çok nefret ediyorum," diye bildirdi. "Ah,
keşke Meren burada olsaydı!"
Taita, "Nefer'in yaptığının sana olan sevgisinin ve senin için kaygılanmasının kanıtı olduğunu hiç
düşünmedin mi?" dedi. "Naja Kiafan'la Heseret'in eline düştüğün takdirde akıbetinin ne kadar korkunç
olacağını biliyor." iki kız bu sözler üzerine öylesine bir hiddetle ona döndüler ki ihtiyar adam iki elini
kaldırarak odadan çekildi. Uzaklaşırken kızların yalanlamaları ve sitemleri hâlâ kulaklarında çınlıyordu.

Nefer'le Taita'nın her ikisi de ertesi sabah kale duvarlarının üstünden küçük kervanın hadım ağaları ve bir
dizi arabanın eşliğinde İsmailiye'den ayrılıp Avaris'e dönmesini seyrediyorlardı. Mintaka'yla Merykara
kafilenin ortasındaki tahtırevanın ipekli perdelerinin arkasına kapanmışlardı. Kendilerini gösterip Nefer ve
Taita'yla vedalaşmamışlardı.
Taita, "Ben şahsen bir arı kovanına kısa bir çomak sokmayı yeğlerdim," diye mırıldandı. "Biraz daha
nezaket göstermek daha uyumlu bir hava yaratabilirdi."
"Benim Firavun olduğumu ve sözlerimin onlar için dahi yasalar kadar bağlayıcı olduğunu öğrenmeliler."
Nefer içini çekti. "Zaten şu sıralarda kadın kaprislerini düşünecek halde değilim. Kendi kaygılarım bana
yeter." Ama buna rağmen duvarın üstünde kalarak iki yana sallanan tahtırevanla kervanı sislerin arasında
gözden kaybolmalarına kadar seyretti.
Taita'yla Nefer atlarına binerek Şabako'nun İsmailıye Vahası'nın doğu yönünde alelacele yaptırdığı taş
duvarları denetlemeye gittiler.
Taita, "Şabako'nun çabaları çağın büyük mimari harikalarından sayılmayacaktır," diye fikir yürüttü. "Ama
böylesi daha iyi. Naja'nın geleceği yönden arazinin doğal özellikleri gibi gözüküyorlar ve Naja huniye girip
önü giderek daralana kadar kuşku uyandırmayacaklar."
"Planının en büyük yararı bize kendi savaş alanımızı seçmek olanağını vermesi," diyen Nefer devam etti.
"Horus'un da yardımıyla burasını bir mezbahaya döndüreceğiz." Delikanlı elini Taita'nın sıska koluna
dayadı. "Bir kez daha sana şükran borçluyum, Yaşlı Babam. Bütün bunlar senin eserin."
Taita hayır diye başını salladı. "Benim yaptığım sadece seni hafifçe dürtmek. Geri kalanını hep sen yaptın.
Baban Firavun Tamose'un askeri içgüdüleri sana miras olarak kalmış. Karşımıza dikilen düşman
tarafından alçakça öldürülmüş olmasaydı sahip olacağı büyüklüğe şimdi sen ulaşacaksın."
"O ölümün intikamını almamın da zamanı geldi," dedi Nefer. "Kobranın bir daha elimizden sıyrılıp
kaçmamasını sağlayalım."
Nefer bundan sonraki günlerde ordusuna talim yaptırdı ve savunmasının planlarıyla taktiklerini ayrıntılı
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 409
olarak prova etti. Okçu ve sapancı bölükleri her sabah yürüyüp kaba saba duvarların arkasında
mevzileniyorlardı. Menzili işa-

-499-
-498-


retlemek ve düşmanı kapana kıstırmanın tam zama
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:51 am

retlemek ve düşmanı kapana kıstırmanın tam zamanını kestirmek için duvarların önüne küçük taş kümeleri
oturtmuşlardı. Savaş esnasında ok sıkıntısı çekmemek için de ellerinin altında yedek ok desteleri
gizlemişlerdi. Sapancılar da kilden toplar yaptılar ve bunları kaya kadar sertleşene kadar ateşte pişirdiler.
Sonra bu öldürücü silahlardan duvarların arkasında ellerinin altında olacak kümeler oluşturdular.
Bu talimler sırasında Nefer'le komutanları Naja'nın kuvvetlen rolünü oynadılar ve çöl yönünden gelerek
kurdukları düzeni eleştirel gözle incelediler, her şeyin setler tarafından gözden gizlendiğine kanaat
getirdiler.
Beklerken Nefer taktiklerinin setlerin önünde provasını yapıyor, saldırıyor, arabalarını sürüyor, geri
çekiliyor, adamlarının arazideki tüm tümsekleri, kıvrımları, düzlükleri, koyakları, hatta hayvanların açtıkları
delikleri ve başka küçük engelleri öğrenmeleri için onlarla sürekli gidip geliyordu. Duvarların arkasında
savaş esnasında atlara su içirebileceği ve yedek donanımının ihtiyaç duyulana kadar depolanabileceği
güvenli noktaları seçti. Taıta'ya, "Oyunun oynanacağı alanı benim kadar iyi öğrenen başka bir komutan
olduğundan şüpheliyim," dedi ve bölüklerine aynı manevraları tekrar tekrar yaptırmaya devam etti.
Akşam olunca bölüğünün başında kaleye döndü. Toz terle karışarak yüzüyle vücudunun üstünde
kabuklaşmıştı. Yerinden kıpırdayacak hali kalmamıştı, ama birliklerini onları bekleyen olaylara hazır
ettiğini bilmenin hoşnutluğunu duyuyordu.
Fakat Krus'la Dov'u durdurup dizginleri seyislerine fırlattıktan sonra resmi geçit alanına atlarken
hoşnutluğundan eser kalmadı. Krallık hareminin başha-dım ağası Zugga şişman ellerini ovuşturarak onu
bekliyordu. Gözleri ağlamaktan kıpkırmızıydı, incecik sesi de korkudan titriyordu. "Beni bağışla büyük
Firavun," diye inledi. "Elimden geleni yaptım ama kız bir dişi tilki kadar kurnaz. Beni faka bastırdı."
Nefer, kim olacağını bile bile, "Bu dişi tilki de kim?" diye sordu.
"Prenses Mintaka."
"Ona ne oldu?" Duyduğu panikten Nefer'in sesi boğuklaşmıştı.
Zugga, "Kaçtı ve Prenses Merykara'yı da beraberinde götürdü," diye gevelerken boğularak idam
edileceğinden şüphe etmiyordu.
-500-

Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 410
Mintaka'yla Merykara Avaris'e kadarki yolculuğun en büyük kısmını tahtırevanın perdelerinin arkasına
büzülmüş halde kaçışlarını planlamakla geçirmişlerdi. Kendilerine eşlik eden arabalardan birine el koyarak
onunla uzaklaşmak fikrinden çok çabuk caymışlardı. Araba sürücülerinden birini kandırsalar ya da kaba
kuvvetle devre dışı bıraksalar dahi, ki bu çok zayıf bir olasılıktı, bir saate kalmadan öfkeli bir Firavun'un
komutasındaki bütün Mısır ordusunun peşlerinde olacağını biliyorlardı. Uzun boylu düşündükten sonra
daha iyi bir plan tasarladılar.
Mintaka'nın ilk girişimi, bekçileri ve gardiyanları olan Zugga'ya şirin gözükmek ve otoritesine boyun eğmiş
gibi davranmak oldu. Dört gün sonra Avaris'teki saraya vardıklarında hadım ağasını istediği gibi
kandırmış, yumuşak ve masum bir kız olduğuna inandırmıştı. Avaris'te yine en tatlı ve inandırıcı tavrıyla
Merykara'yla Hathor'un tapınağını ziyaret edip Nefer'in güvenliği ve yaklaşan savaşta zafere ulaşması için
dua etmelerine izin vermesini Zug-ga'dan rica etti. Zugga biraz kuşku duymakla beraber razı oldu, iki genç
kadın da böylece tapınağın iç odasında başrahibeyle bir saate yakın zaman geçirmeyi başardılar. Hadım
da olsa hiçbir erkeğin bu kutsal yere girmesine izin olmadığından Zugga endişeyle kapının dışında bekledi.
Mintaka'yla Merykara en sonunda ortaya çıkınca Zugga çok rahatladı ve tüm kuşkularından arındı. İki
genç kadın çok güzeldiler ve tapınağın değme bakireleri kadar sakin ve masum görünüyorlardı. Birkaç
gün sonra tekrar tapınakta dua etmek ve tanrıçaya kurban sunmak için izin istediklerinde Zugga itiraz
etmedi, hatta genç prenseslerin tahtırevanının yanında badi badi yürüyerek onlarla perdelerin öbür
yanından konuştu ve saraydaki hayata ilişkin en ilginç skandal dedikodularını aktardı.
Başrahibe yine tapınağın avlusunda Mintaka'yla Merykara'yı karşıladı ve içerdeki odaya götürdü. Hiçbir
kuşku duymayan Zugga oturup iki güzel prensesin dönmelerini beklemeye koyuldu. Başrahibe iki
yardımcısıyla ona tavuk ve balık kızartmasıyla tepeleme dolu bir tabak ve bir testi dolusu nefis bir şarap
yollamıştı. Zugga tabaktakilerin hepsini yedi, testideki şarabı da bitirdikten sonra tanrıçanın inek heykelinin
altında uykuya daldı. Uyandığında güneş batmıştı ve o yalnızdı. Tahtırevanı taşıyan kölelerin de gittiklerini
gördü. Hadım ağasışişman bedenini doğrulttu, karnına hazımsızlıktan değil, panikten ileri gelen kramplar
girmişti. Dikkati üzerine çekmek için bağırdı ve değneğiyle ta-
-501 -

pınağın kapısına vurmaya başladı. Uzun bir zaman sonra gelen bir rahibe ona şöyle bir mesaj getirdi: "iki
prenses tapınağa sığınma hakkı istediler. Kutsal ana da dileklerini kabul edip onları korumasına aldı."
Zugga'nın aklı başından gitmişti. Tapınağın kapılarını zorlayamazdı. Fıra-vun'un otoritesini ileri sürerek
korunuklarının iadesini de isteyemezdi. Tek seçeneği İsmailiye'ye dönüp uğradığı başarısızlığı itiraf etmekti,
ama bu da çok tehlikeliydi. Genç Firavun henüz gerçek karakterini açıklamamıştı, öfkesi ise ölümcül
olabilirdi.
Mintaka'yla Merykara tapınağın kapıları arkalarından kapanır kapanmaz masumiyet numaralarına son
verdiler.
Mintaka, "Gerekli hazırlıkları yaptınız mı, Kutsal Ana?" diye heyecanla sordu.
"Sakın korkma kızım. Her şey hazır." Başrahibenin kahverengi gözleri muziplikle ışıldıyordu. Belli ki
tapınak yaşantısının tekdüzeliğiyle tam bir çelişki oluşturan bu serüvenden zevk alıyordu. "Hadım ağasının
şarabına hafif bir uyku ilacı koydum," dedi. Kıkırdadı. "Yetkilerimi aştığımı düşünmeyip beni
bağışlayacağınızı umarım."
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 411
Mintaka yaşlı kadının solgun yanağını öptü. "Hathor'un da sizinle benim kadar gurur duyacağına eminim."
Rahibe onları, Mintaka'nın istediği bütün giyim eşyasının onlar için hazır edildiği bir hücreye götürdü.
Genç kızlar kaba köylü giysilerini alelacele üstlerine geçirdiler, başlarını da yünlü şallarla örttüler. Sonra
deri keselerini omuzlarına atarak başrahibeyi koridorlar labirentinde izlediler. Tapınağın arka duvarı Nil'e
baktığından ilerledikçe nehir sularının hışırtısının kuvvetlendiğini duyabiliyorlardı. Sonunda alçak bir
kapıdan güneş ışığına ve ucunda büyük bir dhow'un bağlı olduğu bir iskeleye çıktılar. "Bana verdiğiniz
altınlarla kaptanın ücreti ödendi, sizi nereye götüreceğini de biliyor. İstediğiniz bütün öbür malzeme
teknedeki kamaranızda," dedi başrahibe.
Mintaka, "Zugga'ya ne söyleyeceğinizi biliyorsunuz," deyince yaşlı kadın yine kıkırdadı.
"Hathor'un bu kadar önemsiz bir yalanımı bağışlayacağını umarım. Bu kadar iyi bir dava uğruna olduğuna
göre..."
-502-

Kızlar teknenin güvertesine atlayınca, gölgede uyuklamakta olan mürettebat hemen ayaklandı ve yelkeni
açmaya girişti. Kaptan emir beklemeden tekneyi nehrin akıntısına bıraktı ve pruvayı akıntı yönüne
çevirerek deltaya yöneldi.
Mintaka'yla Merykara o günün kalan kısmında kıyıdan ya da geçen bir nehir teknesinden görülüp
tanınmaları olasılığına karşı minik kamaralarından çıkmadılar. Dhow akşama doğru doğu kıyısına yanaştı.
Ağır çuvallar taşıyan silahlı iki adam da tekneye çıktılar. Drtoıv'un kaptanı bundan sonra yine yelkeni açtı
ve olabildiğince hızlı olarak nehrin aşağı boylarına doğru yol almaya başladılar, iki adam kamaraya gelerek
Mintaka'nın önünde yere kapandılar.
İçlerinde daha iri yapılı olanı, "Bütün tanrılar yüzünüze gülsünler majesteleri," diye başladı. İri bu nlu ve
kaba yüzlü bir Hiksos'du. "Sizin köpeklerini-ziz. Çağrınızı duyunca hemen geldik."
"Lök!" Çok iyi tanıdığı adamı görünce Mintaka'nın yüzü güldü. Sonra öbür adama döndü. "Bu da
herhalde oğlun Lokka." Delikanlı da babası kadar iri ve yumuk yumuk yüzlüydü. Mintaka devam etti.
"ikiniz de hoş geldiniz. Lök, sen babama iyi hizmet ettin. Sen ve oğlun aynışeyi benim için de yapacak
mısınız?" Genç kız Hiksos diliyle konuşuyordu.
Baba oğul, "Ölümümüze kadar hizmet edeceğiz, kraliçemiz!" dediler.
"Kıyıya çıktığımız zaman sizi ağır işler bekliyor, ama o vakte kadar dinlenin ve silahlarınızı hazırlayın."
Dnow'un kaptanı deltanın çok sayıdaki ağızlarından birini seçti. Akıntı burada yavaşlıyor, yukarsında su
kuşu sürülerinin göze çarptığı bataklıklarla la-gunlarda zikzaklar çizerek ilerliyordu. Açık denize
ulaşmalarına vakit kalmadan hava karardı. Fakat dhovv'un kaptanı teknesini hiç şaşmadan sığlıklardan ve
gizli su altı kum tepelerinin arasından geçirmeyi bildi, en sonunda da bataklıkların pis havası Akdeniz'in
temiz tuzlu esintilerine yerini bıraktı. İki kız güverteye çıktılar.
"Zugga şu sırada kaçtığımızı artık anlamıştır." Mintaka, Merykara'ya gülümsedi. "Nefer'e ne diyeceğini
çok merak ediyorum. Belki de tapınakta baş-rahibenin korumasında kilitli tutulduğumuzu. En azından öyle
ümit ediyorum."
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 412
Gökte yarım ay vardı. Böylece, sınırlı su yollarından çıktılar ve açık denizin, ayaklarının altındaki
güverteyi kaldırdığını hissettiler. Hesaplarını yapmasından ve geminin gövdesinin altına yine derin bir suyun
girmesinden sonra kaptan doğuya döndü ve gece boyunca kıyıyı izledi.
-503-

Şafak sökerken Mintaka'yla Merykara geminin pruvasında duruyorlardı. Isınmak için şallarına
sarınmışlardı. Güney yönüne, sağlarındaki çıplak çöl kıyısına bakıyorlardı.
Mintaka, "Nefer'in sadece birkaç fersah uzağımızda olduğunu düşünüyorum da," diye fısıldadı. "Elimi
uzatsam ona dokunabilecekmişim gibi bir his duyuyorum."
"Meren de orada, ama biraz daha doğuda. Bizim bu kadar yakınlarında olduğumuzu bilseler onlar için ne
büyük sürpriz olurdu."
"Nefer'i öyle özlüyorum ki. Her dakika Horus'la Hathor'a onu korumaları için dua ediyorum."
Merykara sordu. "Demek artık ondan nefret etmiyorsun, öyle mi?"
"Hiçbir zaman etmedim ki." Mintaka bu ateşli yalanlamadan sonra bir duraklama geçirdi. "Belki bir an,
kısacık bir an."
Merykara, "Neler hissettiğini biliyorum," dedi. "Onlar bazan katır gibi inatçı olabiliyorlar..." Genç kız ne
demek istediğini anlatmak için en uygun kelimeyi aradı. "...Ve o kadar da erkeksi."
Mintaka, "Evet," diye doğruladı. "İyi söyledin. Çocuk gibiler. Herhalde onları bağışlamalıyız, çünkü
ellerinde değil onların."
O günün kalan kısmında ve ertesi gece kıyı boyunca doğuya doğru yol aldılar, Sabkhet el Bardawill adlı
büyük lagünü çevreleyen adalar ve sığlıklar zincirinin yanından geçtiler. Dhow ertesi sabah El Ariş'de
kumsala yaklaştı, su sadece bel hizasına yükselecek kadar sığlaşınca iki koruma Lök ve Lokka, kadınları
kıyıya taşıdılar, sonra eşyalarını getirmek için suyun içinde yürüyerek gemiye döndüler. Küçük kafile
dhow'un mürettebatının kürek çekerek kıyıdan açılmasını, sonra da yelken açarak Mısır'la deltaya
dönmek üzere açık denizde uzaklaşmasını seyretti.
Merykara kararsız bir şekilde, "Sonunda başardık işte," dedi. Mintaka'nın yanında olmasına rağmen
kendini kolay incinebilir ve yalnız hissediyordu.
Mintaka, "Lok'u bize taşıt bulmaya yollayacağım," dedi, sonra arkadaşının içini rahat ettirmek için devam
etti. "Nefer, Tonka Amca'mı bulmam için çöl yolundan gitmemizi engelleyebilirdi, ama biz ondan daha
akıllı çıktık." Ne kadar zor durumda olduklarının Merykara'dan da çok bilincinde olduğu için içinden
geldiğinden de daha neşeli gözükmeye çalıştı. "Düşünsene, nerede olduğumuzu bilseler Nefer'le Meren ne
kadar kızarlardı!" Buna ikisi de güldüler.
-504-

Arkasından Mintaka konuşmayı sürdürdü. "Burada
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:51 am

Arkasından Mintaka konuşmayı sürdürdü. "Burada Naja'nın ilerleyen ordusunun hemen arkasındayız,
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 413
Beerşeba'yla İsmailiye'nin arasındaki yol da sadece birkaç fersah güneyimizde. Lök bize bir araba, belki
de bir yük arabası bulursa, Naja'nın ordusunun bagaj kafilesine karışabilir ve Tonka Amca'nın
karargâhına varana kadar orduyu izleyenlerin arasında gizlenebiliriz."
Ancak bir taşıt bulmak Mintaka'nın söylediği kadar kolay değildi. Naja'nın ordusunun iaşe subayları
oralardan daha önce geçmişler ve yerel halkın yük arabalarıyla atlarına ve yiyeceklerine el koymuşlardı.
İki genç kız sonunda içi geçmiş beş eşekle yetinmek zorunda kaldılar, bunlar için de iki ağır altın yüzük ve
iki gümüş yüzük gibi ağır bir bedel ödediler. Hayvanlar değil korumaların, iki genç kadının bile ağırlığını
kaldıramayacak kadar bitkindiler, öyle ki güneye inen bozuk yolun en büyük kısmını yürüdüler, karaya
çıkmalarının üçüncü gününde bir yükseltiye tırmanınca da aşağılarındaki vadide Firavun Naja'nın
ordusunun artçılarını gördüler. Bu büyük ordu doğu-batı yolunu her iki yönde de göz alabildiğince
dolduruyor, kaldırdığı toz ise bir orman yangınının dumanı gibi gökyüzünü kirletiyordu.
Küçük kafile artçılara katılmak üzere yamacı indi ve kendilerini yük kafilesinde buldular. Böylece onlar
da uzun yük arabası ve yük hayvanı kervanının içinde ilerlemeye koyuldular. Mintaka'yla Merykara
başlarıyla yüzlerini örtmüşlerdi, tozlu ve kirli giysilerinin içinde dikkati çekmiyorlardı. Lok'la Lokka onları
yakından izliyor ve başka yolcuların ilgisinden koruyorlardı. Kafile çok ağır ilerliyordu, öyle ki genç kızlar
zavallı eşeklerinin üstünde bile kervanın kalan kısmından daha hızlı yol alıyorlar, kafilenin başına giderek
yaklaşıyorlardı. İlerlerken her tip ve koşuldaki insanın, dilencilerle fahişelerin, tacirlerle su taşıyanların,
berberlerin, bakır ustalarının ve marangozların, halk şairlerinin ve hokkabazların yanından geçiyorlardı.
Yiğitlik nişanlarıyla göz kamaştıran subaylar, bu kalabalığın arasında arabalarını olabildiğince hızla sürüyor,
koltuk değneklerinden destek alarak yürüyen sakatları ve piçlerine meme veren, küçük çocukları da
eteklerine asılmış ordu kadınlarını kırbaç darbeleriyle yollarının üstünden kaçırıyorlardı.
Mintaka'yla Merykara sefil eşeklerinin sağlayabildiği en büyük hızla yol alıyorlardı. İlk geceyi açıkta
kamp ateşleriyle çevrili olarak ve bu muazzam insan kalabalığının uğultusuyla pis kokularının arasında
geçirdiler.
- 505 -

Şafak söküp de ortalık insanın önünü görmesine yetecek kadar aydınlanınca tekrar yola düştüler. Öğle
vakti ordunun ana bölümünün artçılarına yetişmiş bulunuyorlardı; bunlar yürüyerek ilerleyen kılıç ustaları,
omuzlarında yaylarıyla okçular ve batı adalarının barbar lisanıyla marşlar söyleyen sapancı gruplarıydı.
Daha sonra yirmişer hayvanlık gruplar halinde uzun yedek at sıralarının, yem ve su arabalarının yanından
geçtiler. Mintaka atların çokluğuna şaşırmıştı, bütün Mısır'da bu kadar çok hayvanın olması inanılır gibi
değildi.
Askerler iki genç kadına baktılar, berbat giysileri veya başlarının etrafında sarılışalları bile gençliklerini ve
zarafetlerini bu zeki bakışlardan gizleyemedi. Mintaka'yla Merykara geçerken onlara anlamlı övgüler ve
açık açık davetler yağdırdılar, fakat subaylarının disiplini ve Lök ile Lokka'nın asık suratlı varlıkları daha
fazla ileri gitmelerine engel oldu.
O akşam ordunun ana bölümü kamp yaptıktan sonra onlar yollarına devam ettiler, güneş battıktan sonra
da yolun biraz ötesinde sırıklar ve dikenli çalılarla oluşturulmuş büyük bir kazıklı tabyayla karşılaştılar.
Barınak tepelerin arasında kolay savunulabilecek bir konumdaydı. Ağzı çok sıkı korunmuştu, etrafında da
hummalı bir faaliyet vardı, nöbetçiler bir aşağı, bir yukarı yürüyorlar, hizmetkârlarla emir erleri, Kızıl Yol
savaşçıları tarafından sürülen arabalar sürekli gidip geliyorlardı. Barınağın kapısının yukarsında dalgalanan
bayrağı Mintaka hemen tanıdı: üstünde, dili sivri dişlerinin arasından aşağı sarkmış bir yaban domuzunun
kesilmiş kafası betimlenmişti.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 414
Mintaka, "Aradığımız adam işte bu," diye Merykara'ya fısıldadı.
Nöbetçilere kuşkuyla bakan Merykara, "iyi de içeri girmeyi nasıl becereceğiz?" diye sordu.
Yolun daha aşağısında, fakat Firavun'un ordusunun artçı birliklerinin kumandanı olan Kızıl Yol savaşçısı
General Prenn'in karargâhının kapılarından görülebilir bir yerde kendi derme çatma kamplarını kurdular.
Mintaka deri heybelerin birinden o ana kadar dayanmış olan değerli yağ lambasını çıkardı ve bunun
ışığında bir papirüs parşömeni parçasına kısa bir mesaj karaladı. Mesaj "Ayı Amca"ya hitap ediyordu ve
"küçük çekirgenden" diye imzalanmıştı.
İki genç kadın yüzlerindeki tozları yıkayıp temizlediler, birbirlerinin saçlarını taradılar ve eteklerini
silkelediler. Sonra birbirlerine cesaret vermek için el ele tutuşarak tabyanın kapısına yaklaştılar. Nöbetçi
çavuş geldiklerini görmüş-
-506-

tü, önlerine geçerek onları durdurdu. "Haydi oradan, yosmalar. Buraya gelinemeyeceğini bilmeniz
gerekir. Çekin arabanızı."
Mintaka çavuşa, "Sen iyi bir adama benziyorsun," dedi. "Önüne gelen serserinin, kızlarına yosma
demesine göz yumar miydin?"
Çavuş ona bakakalmıştı. Bu kadın Hiksos dilini soyluların kültürlü ses tonu ve şivesıyle konuşuyordu.
Fenerini yükseğe tutarak ışığı üzerlerine çevirdi. Kadınların giysileri bayağıydı, ama yüzlerini görünce
soluksuz kaldı. Bunların üst sınıftan genç kadınlar oldukları belliydi. Ayrıca, kim olduklarını hemen
çı-karamasa da yüzleri ona hiç de yabancı gelmemişti.
"Bağışlayın, bayanlar," diye geveledi. "Öyle sanmıştım ki siz..." Cümlesini tamamlamadı, ama Mintaka
ona anlayışlı bir tavırla gülümsedi.
"Tabii ki bağışlandınız. General Prenn'e bizden bir mesaj iletir miydiniz?" Mintaka böyle diyerek rulo
yapılmış parşömeni uzattı.
Çavuş kısa bir duraklamadan sonra ruloyu aldı. "Üzgünüm, ama ben kendisinden direktif alana kadar
burada beklemek mecburiyetindesiniz."
Ancak birkaç saniye sonra koşup geldi. "Sizi beklettiğim için çok üzgünüm hanımefendiler. Lütfen beni
izleyin."
İki genç kadını kazıklı tabyanın ortasında renkli ketenden yapılmış büyük bir çadırın yanına götürdü.
Burada çadırın kapısındaki küçük rütbeli subayla konuşurken kısa bir gecikme daha oldu. Bundan sonra
çadırın içine alındılar. İçersi çok kıt döşenmişti, yerler ise oriks, zebra ve leopar gibi hayvan postla-rıyla
örtülüydü. Postların üstüne bir adam bağdaş kurmuştu. Önünde haritalarla parşömenler, bir de içinde
pirzolalar ve koca bir akdarı ekmeği dilimi bulunan bir tepsi vardı. Kızlar içeri girerken başını kaldırıp
baktı. Zayıf bir yüzü vardı, avurtları çökmüştü, sakalındaki kurdeleler bile kıllarının renginin siyahtan çok
kır olduğunu gizleyemiyordu. Gözlerinin biri bir deri parçasıyla kapatılmıştı. Konuklarına ters ters baktı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 415
"Tonka Amca!" Mintaka lambanın ışık dairesinin içine girdi ve başındaki şalı arkaya attı. Adam ağır ağır
ayağa kalktı ve ona bakakaldı. Sonra birden sırıttı ve sağlam tek gözü parlamaya başladı. "Buna
inanamamıştım!" dedi. Min-taka'ya sarıldı ve onu havaya kaldırdı. "Bizi terk edip düşman saflarına
katıldığını duymuştum."
Onu tekrar yere bıraktığında, Mintaka da bu sevgi gösterisinin arkasından kendini biraz toparlayınca,
"Ben de seninle bunu konuşmaya gelmiştim, Tonka Amca," dedi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:51 am

507-

l
"Bu yanındaki de kim?" Prenn, Merykara'ya baktı ve sağlam gözünü kırpıştırdı. "Seth beni bağışlasın,
seni de tanıyorum."
Mintaka, "Prenses Merykara'dır," diye açıkladı.
"Naja'nın kaçak karısı ha. Seni bulduğuna çok sevinecek." Prenn kıkırdadı. "Sizler yemek yediniz mi
kızlar?" Bir yanıt beklemeden hizmetkârlara daha fazla et, ekmek ve şarap getirmeleri için bağırdı. İki
genç kadın kendilerine yemek ikram edilirken yüzlerini örttüler, fakat hizmetkârlar çıktıktan sonra
Mintaka, Prenn'in işiten kulağının yanına oturdu ve çadırın dışındaki biri tarafından duyulmamaları için
sesini alçalttı.
General Prenn, Mintaka'yı sesini çıkarmadan dinledi, fakat kız ona, babasıyla bütün erkek kardeşlerinin
Balasfura'daki nehir teknesinde yanarak öldükleri o korkunç gecenin olaylarını tüm ayrıntılarıyla anlatınca
yüzündeki ifade değişti. Mintaka onun gözünün köşesinde bir damla yaşın belirdiğini gör-düyse de bir
Kızıl Yol savaşçısının böylesi bir zaaf gösterisinde bulunmasının mümkün olmadığını biliyordu. Prenn
yüzünü öbür yana çevirdi, sonra tekrar Mintaka'ya bakınca kız gözyaşını göremeyerek yanıldığını anladı.
Mintaka konuşmasını bitirince Prenn sadece, "Babanı da en az seni sevdiğim kadar severdim, küçük
çekirge, ama bana önerdiğin şey düpedüz vatana hiyanet," dedi. Adam bir süre daha sustuktan sonra içini
çekti. "Bütün bunları düşünmem lazım. Ama o vakte kadar geldiğiniz yere geri dönemezsiniz. Çok tehlikeli
olabilir. Bu işe bir çözüm bulana kadar ikiniz de benim korumamda kalmalısınız."
Genç kadınlar itiraz edecek olunca Prenn onları susturdu. "Bu bir istek değil, bir emirdir." Bir an
düşündü. "Sizleri cici oğlanlarımın ikisinin kılığına sokturacağım. Benim cici oğlanları cici kızlar kadar
sevdiğimi bütün adamlarım bildiğine göre dedikodu olmayacaktır."
Mintaka, "En azından Nefer Seti'ye bir mesaj yollayabilir miyim?" diye sordu.
"Bu da büyük tehlike içerir. Sabırlı ol. Uzun sürmez. Naja, Hatimiye tepelerinde mevzilendi. Birkaç güne
kadar İsmailiye üzerine yürümeye geçecektir. Osiris'in dolunayı küçülmeye başlarken de savaşın sonucu
belli olacaktır." Prenn'in sesi bir homurtuya dönüştü. "Ben de o zaman bir karara varmak zorunda
kalacağım."
-508-

Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 416
Meren, Firavun Naja'nın büyük ordusunun Hatimiye Geçidi'nden kurak topraklara inişini seyrettikten
sonra Taita'nın verdiği güvercinlerin ikisini salıverdi. Kuş iki tane olmak zorundaydı; bir tanesi bir şahinin
ya da başka bir avcının eline düştüğü takdirde öteki hedefe ulaşabilirdi. Her iki kuşun bir bacağının
etrafına sarılı kırmızı iplik, yürüyüşün başladığının işaretiydi.
Meren düşman birliklerinin çölde ağır ağır ilerleyişini gizlice gözledi, gece olunca da kamplara daha fazla
yaklaşarak depo edilmiş küplerdeki suyu içmelerini ve atlara içirmelerini seyrederken kamp ateşlerinin
etrafında yüksek sesle yapılan konuşmalara da kulak misafiri olmaya çalıştı.
Beşinci gecede Naja'nın ordusu hareket halindeydi, öndeki birlikler ise Hatimiye'yle İsmailiye'nin yarı
yolunu geçmişlerdi. Meren artçıları izleyerek arkalarında bıraktıkları su küplerini inceleyebildi. Küplerdeki
suyun ya tamamen tüketildiğini ya da alınıp götürüldüğünü keşfetmişti. Naja zaferine o kadar emindi ki
olası bir geri çekilme durumunda yararlanabileceği yedek su bırakmamıştı. Meren bulabildiği el
sürülmemiş küplerden suyu artık tamamen tükenmiş kendi deri torbalarını doldurdu, kalan tek tuk küpleri
ise parçaladı.
Geri dönerken Naja'nın izlediğine paralel, fakat çok daha güneyde ve gözcülerinin görüş alanının dışında
bir yol izledi, sonra bir daire çizerek ağır donanımının yükü altında ağır ağır ilerleyen ordunun ilersine çıktı.
Böylece, kafilesinin en büyük kısmının gizlendiği yere dönmüş oldu. Bunlar birinci sınıf birliklerin
yönetimindeki ve Nefer'in bütün ordusundaki en iyi atlar tarafından çekilen elli kadar savaş arabasıydı.
Meren sadece hayvanlara su vermek ve arabalardaki mavi sancakların yerine Naja'nın ordusunun kırmızı
sancaklarını geçirmek için mola verdi. Bunun usulden bir savaş hilesi olması düşüncesiyle avunuyordu.
Sonra bölüğünün başında Naja'nın öncü arabalarının önünden hızla döndü ve saptanmış yolu izlemeye
koyuldu.
Su küplerini korumakla görevlendirilmiş askerler, yaklaşan arabaların, arkadaşlarının gelmesini
bekledikleri yönden geldiğini görmüşlerdi. Arabalardaki sahte flamalara kandılar. Meren daha fazla
düşünmelerine fırsat tanımadan arabaları üzerlerine sürdü ve karşı koymaya çalışanları kılıçtan geçirdi.
Hayatta kalanlara iki seçenek tanındı: ölüm ya da taraf değiştirmek. Çoğu Nefer Seti'ye katıldılar. Kil
küplerinin her biri için bir tek balyoz darbesi yeterliydi, değerli sıvı kumların içine akıp gitti. Meren'in
bölüğündekiler yine arabalarına bindiler ve bir sonraki su deposunun yolunu tuttular.
-509-

En sonunda İsmailiye karşılarında belirince Nefer çıkıp onları karşıladı. Kendisine verilen görevi başarıyla
yerine getirdiğini duyunca Meren'e sevgiyle sarıldı. Naja şimdi çölün ortasında susuz kalmıştı. Meren'e,
"ilk Yiğitlik Altınfnı kazandın ve En İyi On Binler rütbesine yükseltildin," diyen Nefer arkadaşının yarasının
kapanmış olmasına ve delikanlının eskisi gibi dinç ve savaşmaya hevesli gözükmesine, ayrıca çöl
güneşinden yanıp esmerleşmesine sevinmişti. "Bizi bekleyen savaşta sağ kanadımızın kumandasını sana
veriyorum," dedi.
"Firavun, sizi hoşnut ettiysem bir şey lütfetmenizi yalvarıyorum."
"Tabii dostum. İstediğin her neyse ve vermesi benim elimdeyse verdim gitti."
"Benim gerçek yerim sizin yanınızdır. Kızıl Yolu birlikte aştık, bu savaşı da birlikte yaşayalım. Mızrakçınız
olarak bir kez daha sizinle arabayı koşturmama izin verin. İstediğim bütün onurlandırılma bundan ibaret."
Nefer arkadaşının kolunu olanca kuvvetiyle sıktı. "Son bir kez daha benim arabamda savaşacaksın. Bu
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 417
arada onurlandırılacak olan benim" Elini çekti. "Ama gevezeliğe ayıracak vaktimiz yok. Naja fazla
arkanda olmasa gerek. Su stoğuna ne yaptığını fark eder etmez, son süratle gelmek zorunda kalacak."
İki genç ıssız topraklarda Naja'nın geleceğini bildikleri tarafa içgüdüsel olarak bakışlarını diktiler, fakat
ısının oluşturduğu sis, gri renkli ve bulanıktı, iç kapayıcı ovada ise görülecek bir şey yoktu. Bununla
birlikte, uzun zaman bek-lemeyeceklerdi.
Firavun Naja arabasını durdurdu ve su stokunun kalıntılarına baktı. Öncülerinin onu uyarmasına rağmen,
yıkımın boyutları onu dehşet içinde bırakmıştı. Arabadan ağır ağır indi ve döküntü içindeki araziye yürüdü.
Kırılan küplerin parçaları sandaletlerinin altında çatırdıyordu, duyguları üzerindeki kontrolünü birden
kaybetti. Kırık küplerden birini tekmeledikten sonra yumruk yaptığı ellerini yanlarında tutarak batıya
hiddetle baktı. Kendine yavaş yavaş hâkim oldu, solukları da yavaşladı. Dönüp subaylarının beklediği
yere yürüdü.
Yüzbaşılardan biri, "Geri dönme emrini verecek misiniz?" diye sordu.
Naja subaya soğuk bir bakış fırlattı. "Bunu önerecek olan korkağı çırılçıplak soydurup ayaklarından
arabama bağlatacağım. Ve onu bu şekilde Mısır'a kadar sürükleyeceğim." Subaylar önlerine baktılar ve
kumun içinde ayaklarını kıpırdattılar.

Naja mavi savaş tacını başından aldı ve mızrakçısının ona uzattığı keten kumaş parçasıyla tıraşlı kafasının
terini sildi. Tacı koltuğunun altında tutarak yeni emirler verdi. "Bütün ordunun su torbalarını toplayın. Su
stoku bundan sonra benim kişisel kontrolüm altında. Hiçbir insan ya da hayvan benim iznim olmadan su
içmeyecek. Geri dönmek, gerilemek yok. Bütün savaş arabaları, hatta Prenn'in artçılarına ait olanlar bile,
kafilenin başına geçecek. Öbür araçlarla piyadeler arkadan gelecekler. Atlıları başa geçirip İsmailiye'nin
kuyularını zapt edeceğim."
Heseret çadırının ağzından başını dışarı uzattı ve korumalarının komutanına seslendi. "Sorun nedir, be
adam? Burası kutsal bir mekân olduğuna göre, bu serserilerin burada işleri ne?" Çadırının yanında duran
kişisel bagaj arabalarının birindeki su torbalarını alan adamları işaret etti. "Ne yaptıklarını zannediyor bu
ahmaklar? Ne cesaretle suyumuzu alıyorlar? Daha yıkanmadım bile. O su torbalarını hemen yerlerine
bırakmalarını söyleyin."
"Kutsal eşiniz Firavun'un emri bu, majesteleri." Komutan da aslında bu korkunç çölde susuz kalmanın
düşüncesinin etkisiyle panik halindeydi. Devam etti. "Bütün suyun öncü atlı kafilelerine verileceğini
söylüyorlar."
Heseret, "Bu emirler kutsal Mısır kraliçesi olan beni bağlamaz," diye haykırdı. "O su torbalarını hemen
yerlerine koydurun."
Askerler bir duraklama geçirdiler, fakat çavuş deri miğferinin tepesine kılıcıyla dokundu. "Bağışlayın
majesteleri. Bana bütün suyu almam için emir verildi."
Heseret, "Bana meydan mı okuyorsun?" diye adamın yüzüne bağırdı.
"Yalvarırım, beni bağışlayın ve durumumu anlayın, majesteleri. Bana emir verildi." Adam direniyordu.
"İsis şahidim olsun, dediğimi yapmazsan, seni boğdurur, cesedini de yaktırırım."
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 418
"Bana verilen emirler..."
"Senin de, aldığın emirlerin de tanrılar belasını versin. Doğru General Prenn'e gidiyorum. Döndüğüm
zaman sana verilecek yeni emirler olacak." Heseret bundan sonra korumalarının komutanına döndü.
"Arabamı ve on kişilik bir refakat hazırlat."

-511 -
-510-


Yassı ve önü açık bir ovanın ortasındaki Gene
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:52 am

-510-


Yassı ve önü açık bir ovanın ortasındaki General Prenn'in karargâhı He-seret'in çadırından tabak gibi
görülüyordu. Heseret'in oraya götürülmesi sadece birkaç dakika sürdü, ama setin kapısındaki nöbetçi
genç kadının yolunu kesti. "Bağışlayın, majesteleri, General Prenn burada değiller," dedi.
Heseret, "Buna inanmıyorum," diye öfkeyle atıldı. "Bu onun sancağı değil mi." Genç kadın yaban domuzu
kafalı flamayı işaret etti.
"General bir saat önce bütün atlılarıyla gitti, majesteleri. Firavun'dan öncü kollara katılma emrini aldı."
"Onu mutlaka görmeliyim. Çok acil bir durum söz konusu. Bana bilgi vermeden gitmeyeceğini biliyorum.
Kenara çekil, çadırında olmadığını gözlerimle görmem lazım." Heseret arabasını hızla üstüne sürünce
adamcağız panik halinde yana kaçtı. Refakatçileri de kraliçeyi izlemişlerdi.
Heseret doğruca sarı ve yeşil yollu kumandan çadırına yöneldi ve dizginleri bir seyise fırlattı. Telaşı
arasında merasimi boş vererek arabadan atladı ve çadırın ağzına koştu. Kapıda nöbetçi yoktu, Heseret
de kendisine doğru söylenildiğine ve Prenn'in gerçekten gittiğine inanmaya başladı. Buna rağmen eğilip
çadırın ağzından içeriye başını uzattı ve kalakaldı.
İki erkek çocuk çadırın ortasında yerdeki hayvan postlarının üstünde oturuyorlardı. Tahta kâselerin
içinden parmaklarıyla bir şeyler yiyorlardı, ama şaşırarak başlarını kaldırdılar ve yeni gelene bakışlarını
diktiler.
Prenn'in özel meraklarını bildiği halde Heseret, "Siz kimsiniz?" diye sordu. "General nerede?"
İkisi de yanıt vermediler, ama Heseret'e bir şey demeden bakmayı sürdürdüler. Genç kadının gözleri
birden kısıldı, onlara doğru bir adım atarak, "Siz!" diye bağırdı. "Ahlaksız, hain sürtükler sizi!" Titreyen
parmağını kızların üzerine çevirdi ve "Nöbetçiler!" diye avazı çıktığı kadar haykırmaya başladı.
"Nöbetçiler, hemen buraya gelin!"
Aklı başına gelen Mintaka, Merykara'nın elini yakaladı ve onu ayağa kaldırdı. İki kız çadırın arka
kapısından kendilerini dışarı attılar.
Heseret yine, "Nöbetçiler!" diye bağırdı. "Bu taraftan!" Heseret'in koruması hemen arkasından içeri daldı.
"Arkalarından koşun!" Heseret de koruması peşinde olduğu halde kaçan çiftin arkasından koştu. İkisi
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 419
açığa çıktıkları sırada Mintaka'yla Men/kara kazıklı çitteki kapının yarı yoluna ulaşmışlardı bile.

Heseret, "Durdurun onları!" diye bağırdı. "Kaçmalarına izin vermeyin. Onlar casus ve vatan hainidirler."
Heseret'in koruması ileri atılırken bir yandan da kapıdaki nöbetçilere, "Durdurun onları. Yakalayın onları.
Sakın kaçmasınlar," diye bağırıyordu. Nöbetçiler de kılıçlarını çekerek kapının ağzını tıkadılar.
Mintaka yollarının kesildiğini görünce hemen durdu. Panik halinde etrafına baktı. Sonra Merykara'yı hâlâ
elinden tutup çekerek dikenli çite doğru koştu ve buna tırmanmaya çalıştı. Fakat koruma arkalarından
yetişmişti, kızları ayak bileklerinden yakalayarak aşağıya çekti. Dikenler Mintaka'yla Merykara'nın
kollarıyla bacaklarını yırtmıştı, ikisinin de yaraları kanıyordu, buna rağmen çaresizliğin verdiği güçle
savaştılar, tekmeler atıyorlar, tırmalıyorlar, ısırı-yorlardı. Askerler en sonunda onları yenik düşürerek
kumandanın çadırına Heseret'in karşısına sürüklediler. Genç kadın nefretle onlara bakarak
gülüm-süyordu. "Onları sıkıca bağlayın," dedi. "Bütün Mısır'ın tek hükümdarı olan kocamın, geri döndüğü
zaman bu ikisine uygun bir ceza düşüneceğine eminim. En büyük cezayı çektikleri zaman atacakları
çığlıklardan keyif alacağım. O vakte kadar vahşi hayvanlar gibi kafese konulacaklar ve gözlerimin altında
olmaları için çadırımın kapısında tutulacaklar."
Koruma el ve ayak bilekleri bağlı olan Mintaka'yla Merykara'yı bir arabaya oturttu ve onları Heseret'in
kamp yerine götürdü. Heseret'in yük kervanın-daki arabalardan biri mutfağı için tavuk, domuz ve genç
keçiler taşıyordu. Yavru domuzların kapatıldığı kafes şimdi boştu -domuzlar kesilip yenmişti. Kafes ham
deriden kayışlarla birbirine bağlanmış bambu değneklerinden yapılmıştı ve yerleri kaplayan domuz pisliği
kokuyordu. Nöbetçiler kızları kafesin daracık kapısından içeri ittiler, içersi ayakta durmalarına yetecek
kadar yüksek değildi. Kızlar sırtlarını bambu duvarına vererek oturmak zorundaydılar. Bilekleri de
arkalarında ham deriden kayışlarla kazıklardan birine bağlanmıştı. Güneşten korunmaları ise mümkün
değildi.
Heseret, "Gece ve gündüz nöbetçiler kafesinizin başında bekleyecek," diye onları uyardı. "Kaçmaya
kalkışacak olursanız bir daha denememeniz için ayaklarınızdan birini kestireceğim."
Kızlar, tehdidin şakası olmadığını Heseret'in yüzünden anlamışlardı. Merykara ağlamaya başladı, ama
Mintaka ona, "Sakın, canım," diye fısıldadı. "Cesur olmalısın. Seni perişan halde görme zevkini verme
ona."

-513-
-512-
Büyücüler Kralı / F: 33


Nöbetçi, ismailiye'deki kalenin yukarsındaki gözetleme kulesinden, "Firavun! Gözcüler dönüyorlar!" diye
bağırarak uyardı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 420
Nefer avludaki tentenin altında Taita'yla öğle yemeğini yediği ve savunmanın ayrıntılarını bir kez daha
gözden geçirdiği masadan fırladı. Merdivenden alelacele platforma tırmandı ve doğuyu görmek için elini
gözlerine siper etti. İleriye yolladığı gözcülerini taşıyan arabaların dönmekte olduğunu güneşin göz
kamaştırıcı sarı ışıltısına rağmen görebiliyordu. Arabalar vadinin kıyısından geçerken nöbetçiler kaleye
girebilmeleri için kapıları açtılar.
Gözcülerin çavuşu yüksekteki Nefer'e, "Düşman hızla yaklaşıyor!" diye seslendi.
Delikanlı, "Aferin, çavuş," diye yanıt verdi, sonra kapının yukarsındaki duvarda bekleyen borazancıya
seslendi. "Silah başına'yı duyur!"
Koç boynuzu ovada sesini duyurunca geniş vadinin uzunluğu boyunca kamp kurmuş olan orduda hareket
başladı. Borunun çağrısı alaydan alaya, bölükten bölüğe yayılarak yinelendi. Askerler çadırlardan ve
barınaklardan fırlayarak silahlarını kaptılar ve birliklerine katılmaya koştular. Çok geçmeden sıra oira
askerle araba kafileleri önceden tasarlanmış konumlarına doğru hareket halindeydiler.
Taita yüksekteki platforma tırmandı. Nefer ona gülümsedi. "Demek ki suyundan mahrum edilmek bile
Naja'yı geri döndüremedi."
Taita, "Zaten döneceğini düşünmemiştik," dedi yavaşça.
Doğudaki ufuk, vakitsiz olarak gece bastırmış gibi kararmaya başlamıştı. İlerleyen düşman ordusunun toz
bulutu geniş bir cepheye yayılıyor ve yaklaşan bir fırtına bulutu gibi fokurduyordu.
"Ortalığın kararmasına kadar daha saatler var." Nefer acımasız göğe baktı. "Bu savaşın gün batımına
kadar sonuçlanması için dünya kadar vakit var önümüzde."
"Naja'nın atları üç gündür pek az su içtiler ve bize bu kadar çabuk ulaşmak için hayli zorlanmış olmalılar.
Naja savaşı kazanıp hemen bugün kuyulara ulaşması gerektiğini, aksi halde yeni bir gün göremeyeceğini
biliyor."
Nefer emir erinin ona uzattığı kılıç kemerini beline geçirirken, "Sen de onu karşılamaya benimle birlikte
gelecek misin, Yaşlı Babam?" diye sordu.
"Hayır!" Taita sol elini kaldırdı. İkinci parmağında güvercin kanı renginde dev bir yakutla bezeli altın bir
yüzük taşıyordu. Taş güneş ışığını çekip ışılda-

yınca Nefer yüzüğü tanıdı. Yıllar önce genç Firavun'u onun için öldürdüğünü zannettiğinde Naja'nın
Teb'de kendi parmağından çıkararak Taita'ya verdiği yüzüktü bu. Nefer bunun, Naja'nın saçından bir
perçem, kurumuş dışkısından bir küçük topak ya da kesilmiş tırnakları kadar güçlü bir tılsım olacağını
biliyordu. "Savaşı ben buradan seyredeceğim," dedi. "Belki de kendi önemsiz yöntemlerimle sana bir
kargı ya da yay kullanmamdan daha yararlı olabilirim."
Nefer gülümsedi. "Senin silahların benim elımdekilerin hepsinden daha keskin ve daha isabetli. Horus
yüzüne gülsün ve seni korusun, Yaşlı Babam."
Okçu ve sapancı bölüklerinin vadiden çıkarak setlerin arkasında mevzi-lenmelerini izlediler. Adamların
her biri kendisinden ne beklendiğini çok iyi bildiği ve bu manevranın defalarla provasını yaptığı için
taburlar hızlı ve bir amaç güderek hareket ediyordu.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 421
Askerlerin sonuncusu da savunmaların arkasında gözden kaybolduktan sonra ortalık terk edilmiş gibi
gözüktü.
Nefer, Taita'ya sarılıp merdivenden aşağı inmeye başlarken Naja'nın ordularının kaldırdığı toz bulutu bir
fersahtan daha yakına gelmiş bulunuyordu. Genç Firavun'un kalenin kapısından dışarı çıkması üzerine
orada toplu araba bölüklerinden bir yaşa uğultusu yükseldi. Nefer sıraları denetlerken arada kendi
komutanlarıyla subaylarını gördükçe, "Cesaret, Hilto! Benim için bir hamle daha, Şabako! Bu gece
seninle zafere içeceğiz, Sokko," diyordu.
Meren, Dov'la Krus'a hâkim olduktan sonra arabaya atladı. Nefer dizginleri ondan alınca, efendisinin
dokunuşunu tanıyan Döv, uzun kirpikli pırıl pırıl gözleriyle ona bakarak hafif hafif kişnedi. Krus da ensesini
kabarttı ve ön toynaklarından biriyle eşindi.
Nefer sağ yumruğunu yükseğe kaldırdı ve komutu verdi: "Marş! İleri!"
Koç boynuzları ilerleme komutunu tekrarladılar, Nefer de birliklerinin önüne geçti. Görkemli bir yürüyüşe
geçmişlerdi. Ancak setlerle duvarların arkasındaki okçuların bir teki bile ovadan gözükmüyordu.
Nefer eliyle bir işaret daha verince oluşumlar açıldılar. Ön sıra, tekerlek tekerleğe olmak üzere
kendilerine doğru yuvarlanan büyük toz bulutunu karşılamak üzere ilerledi. Nefer haftalar önce
yerleştirdiği işaretlerde öndeki bölüğünü durdurdu ve kendisi düşmanın ilerleyişini incelerken atlarının
dinlenmesine izin verdi.
Boz renkli toz bulutlarının gri renkli çölle buluştuğu yerde koyu renkli noktalar ve sıcak havada titreşen
metal ışıltıları görebiliyordu. Biraz daha yak-

- 515 -
-514-


laştılar; Naja'nın ön
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:52 am

514-


laştılar; Naja'nın ön sıradaki savaş arabalarının siluetleri serabın içinde bir gö-letin dibindeki iribaşlar gibi
kıvranıyor ve şekil değiştiriyorlardı.
Sonra sertleştiler ve sağlam bir şekil aldılar, Nefer böylece atları ve arkalarındaki araçlarda duran zırhlı
adamları seçebildi.
Meren, "Tatlı Horus'a şükür," diye mırıldandı. "Görünüşe bakılırsa bütün arabalarını harekete geçirmiş.
Belli ki yedekte hiçbir araba bırakmamış."
Düşman giderek yaklaşıyordu. Şimdi ön sıradaki savaşçıların yüzünü seçebiliyor, bayraklarıyla
flamalarından ise her birliği teşhis ediyor ve onlara kumanda eden subayları tanıyabiliyorlardı.
Dev ordu iki yüz adım geride durdu. Somurtkan manzaranın üzerine çöken sessizliği yalnızca rüzgârın
fısıltıları bölüyordu. Derken tozun yere düşen bir perde gibi dibe çökmesi üzerine her iki ordunun bütün
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 422
ayrıntıları ortaya çıktı.
Düşmanın tam ortasından tek bir araba ileri çıktı. Kasanın tozla kaplanmış olmasına rağmen altın varak
aradan sırıtıyor, saltanat flaması da sürücünün başının yukarsında dalgalanıyordu. Naja yüz adım ilerde
durunca Nefer mavi savaş tacının altındaki soğuk ifadeli, yakışıklı yüzü tanıdı.
Naja gür sesiyle, "Selam, kendi ellerimle geberttiğim köpeğin yavrusu Nefer Seti!" diye seslendi. Onun
bir hükümdarı öldürdüğünü böylesine çekinmeden itiraf edişi Nefer'i şaşırtmıştı. Naja devam etti. "Can
çekişirken Tamo-se'dan aldığım tacı başımda taşıyorum. Elimde ise," adam güçlü mavi kılıcı havaya
kaldırdı, "korkak elinden aldığım kılıç var. Onu benden geri almak istemez misin, yavru köpek?"
Nefer dizginleri tutan ellerinin titremeye başladığını hissetti. Öfkesi de kızıl bir bulut gibi yükselerek önünü
görmesini neredeyse engelliyordu.
Yanı başında Meren, "Yavaş!" diye fısıldadı. "Sakın seni kışkırtmasına izin verme."
Nefer insanüstü bir çaba sarf ederek öfkesinin sislerini araladı. Yüzünden tüm ifadeyi silmeyi başardı,
ama sesi tıpkı taşa sürten metal gibiydi. "Hazır ol!" diyerek kendi kılıcını yükseğe kaldırdı.
Naja sessizce güldü, kendi arabasını çevirdi ve düşman hattının tam ortasındaki yerine geri döndü.
"Marş! İleri!" Naja mavi kılıcı havaya kaldırdı. Ön sırasındakiler birden hızlanıp Neferle asker sırasının
üzerine yürüdüler.

"Dörtnala! Hücum!" Düşman sağlam bir kitle halinde ileriye aktı.
Nefer hiç istifini bozmadan gelmelerine izin verdi. Naja'nın sataşmaları hâlâ kulaklarında çınlıyor, özenle
tasarlanmış planını terk edip ileri atılmamak ve Naja'yla kafa kafaya gelip hain kalbine kılıcını saplamamak
için kendini zor tutuyordu. Büyük bir çaba harcayarak bu kışkırtmaya karşı koydu ve kılıcını yükseğe
kaldırdı. Onunla başının yukarsında ışıl ışıl üç daire çizdi. Birlikleri bu işarete hemen yanıt verdiler. Uçuş
halindeyken aniden yön değiştiren bir kuş sürüsü ya da saldırıya geçmiş bir barrakudadan kaçan balıklar
gibi hızla döndüler ve ovada geldikleri yöne doğru kaçmaya başladılar.
Naja'nın ön sırası kendini çarpışmaya hazırlamıştı, ama herhangi bir direnişle karşılaşmayınca var olmayan
bir basamağa takılıp sendeleyen bir adam gibi hızlarını kaybettiler. Onlar kendilerini toparlayıncaya kadar
Nefer yüz adım geri çekilmişti. Birlikleri şimdi oluşumlarını değiştirdiler ve yayılmış bir konumdan dörtlü
bir kolona dönüştüler.
Naja saldırıya geçtiyse de üç yüz adım ilerde alçak bir taş setin birliklerinin yolunu kestiğini gördü. Artık
duramayacaklarından kendi merkezlerine doğru sağa ve sola yön değiştirdiler. Geniş bir nehrin akıntısının
birdenbire dar bir kayalık boğaza sürülmesi gibi sıkıştılar. Tekerlek tekerleğe takılıyor, at takımları
birbirine yol vermek zorunda kalıyordu. Arabalarla atlar tek bir kitle olunca saldırı duraksadı ve yavaşladı.
O öldürücü anda koç boynuzları çın çın öttüler, bu işaret üzerine okçularla sapancıların başlarıyla
omuzları iki taraftaki setlerin arkasından ortaya çıktı. Oklar yayların kirişine takılmıştı bile, okçular da
şimdi kavisli kısa yaylarını gerdiler. Hedeflerini özenle seçerek nişan aldılar. İlk atış her zaman en
etkilisiydi.
Sapancılar silahlarını fır fır döndürdüler; uzun kayışların ucundaki deri keselerdeki sert kıl topların
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 423
ağırlığına karşı koymak için iki ellerini kullanıyorlardı. Toplar vızıldayarak korkunç bir hıza ulaşıyordu.
Naja'nın öndeki bölükleri setlerin arasındaki huninin içinde hayli ilerlemişlerdi ki trompetler yine öttüler,
okçular da toplu bir vole halinde oklarını saldılar. Onlara atlara nişan almaları ve düşman subaylarını
saptamaları emredilmişti. Oklar hafif bir ıslıkla havayı yarıp geçtiler, ama menzilleri kısaydı, ok uçlarının
canlı ete saplanması ise bir avuç çakılın yere çarpmasını andıran bir ses çıkardı. Naja'nın saldırı kıtasının
ilk sırası çöktü, atlar yere devrildikçe ara-

-516-
-517-


balar da leşlerin üstüne yığılıyor, bu arada kontrolden çıkarak iki yandaki taş duvarlara çarpıyor,
tepetaklak oluyor ya da yuvarlanıyordu.
Hemen arkasından sapancılar inanılmayacak bir isabetle mermilerini saldılar. Pişmiş kilden toplar olgun
bir nar iriliğinde, fakat fildişi kadar serttiler. Kuru bir değnekmişcesine bir adamın ya da bir atın kafatasını
çatlatabilir, bir bacağı kırabilir ya da kaburgaları parçalayabilirlerdi. Toplar saldıran arabaların ikinci
sırasına çarptılar ve korkunç bir yıkıma yol açtılar.
Arkadan gelen taşıtlar hamleyi durduramadılar ve öndekilerin enkazına tosladılar. Araba kasaları azgın bir
orman yangınında yeşil dalların çıkardıkları sesle çatırdadılar ve parçalandılar. Bazı arabaların uzun okları
parçalanırken ölümcül kıymıklar da o arabaları çeken atlarışişledi. Tekerlekler parçalandılar ve
dingillerinden koptular. İnsanlar kasalardan savruldular, şahlanan ve birbirinin üstüne yığılan atların
ayaklarının altında ezildiler.
Birliğinin başındaki Nefer, arkasından gelenlerin bekledikleri işareti verdi, bunun üzerine sürü sürü piyade
gizlendikleri yerden fırladılar ve iki yandaki taş duvarlarda kasten bırakılmış olan açıklıkları gizleyen dikenli
çalıları kenara çektiler. Nefer'ın arabaları o gediklerden arka arkaya geçerek duvarların ötesindeki açık
araziye çıktılar. Artık sıkışık durumda olmadıklarından ovada rahatça manevra yapabiliyorlardı. Tornistan
ederek Naja'nın kapana kısılmış bölüklerini çevirdiler ve arka sıralarına yüklendiler.
İki ordu şimdi dövüşen boğalar gibi boynuz boynuza birbirine kilitlenmişti. Naja'nın bütün taşıtları
duvarların arasındaki kapana kısılmamıştı. Aslında hepsinin birden içeri girmesine yetecek kadar bir alan
yoktu. Serbest kalmış bu arabalar şimdi Nefer'e saldırdılar ve geleneksel bir araba savaşı başgöster-di.
Arabalar hızla saldırıyorlar, çekiliyorlar, sonra yine saldırıya geçiyorlardı.
Bölükler daha küçük birliklere bölündüler; tek tek taşıtlar ovada vahşice tekerlek tekerleğe, adam adama
dövüşüyorlardı.
Nefer çarpışmanın başlangıç evresinde düşmana verdirdiği muazzam kayıplara rağmen hâlâ sayıca çok
zayıftı. Avantaj bir taraftan ötekine geçerken, Nefer kalenin arkasındaki vadide gizlediği yedekleri
getirtmek durumunda kalıyordu. Sonunda sonuncuları için gerekli işareti verdi. Artık yapabileceği başka
bir şey yoktu. Sonuncu arabasını da savaş alanına sevk etmişti.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 424
Ama bunun da yetmeyeceği belliydi. Atlarıyla adamları sırf düşmanın sayıca üstünlüğünün altında ağır ağır
ezilmekteydiler.

Nefer tozların, gürültünün ve karışıklığın arasında Naja'nın altın arabasıyla kırmızı renkli saltanat flamasını
keşfetmek için ovayı çaresizlik içinde bakışlarıyla taramaktaydı. Naja'yı ikili bir dövüşe mecbur edip onu
öldürebildiği takdirde günü hâlâ zaferle sonuçlandırabileceğini biliyordu. Ama Firavun'dan hiçbir iz yoktu.
Belki de duvarların arasındaki geçitte yolu kesilmişti, belki de savaşın kaosunun içinde bir yerde yaralı ya
da ölü olarak yatıyordu.
Nefer yakınında bir yerde Hilto'nun arabasının iki düşman arabasının arasına sıkıştığını, yaşlı savaşçının da
yaralanarak yere düşürüldüğünü gördü. Hilto'nun bölüğü onun düştüğünü gördü ve panik halinde dağıldı.
Nefer umutsuzluğun soğuk elinin yüreğini ezdiğini hissetti. Savaşı kaybediyorlardı.
Kırmızı arabalardan bir dizinin, setler boyunca dairesel bir manevrayla okçularıyla sapancılarını arkadan
çevirdiğini ve onları oklar ve kargılarla yere mıhladığını gördü. Piyadeler dağılıp kaçtılar. Bağrışan
kalabalığın umutsuzluğu ise bulaşıcıydı. Nefer, Taita'nın bu tür durumlara "küçük kuş etkisi" dediğini
hatırladı. "Biri uçtuğu zaman hepsi uçarlar," demişti.
Nefer ordusunun pek yakında bozguna uğrayacağını biliyordu. Onu duyacak kadar yakınında olan araba
sürücülerine cesaret verici sözler seslendi ve başka bir düşman arabasına saldırıp sürücüleri bir düzüne
kılıç darbesiyle doğramak suretiyle onları canlandırmaya çalıştı. Sonra kırmızıların başka bir arabasının
peşine takıldı, fakat Dov'la Krus artık bitkin düşmüşlerdi, düşman da uzaklaşmaya başlamıştı.
Derken Meren yanı başında, "Baksana, Firavun!" diyerek çölün doğu yönünü işaret etti. Nefer elinin
tersiyle yüzünden terini ve öldürdüğü düşmanlardan sıçramış kanları sildikten sonra parıltının içine bakışını
dikti.
O zaman gerçekten de her şeyin bittiğini ve savaşı kaybettiklerini anladı. Yeni bir düşman arabası kitlesi
sel gibi üzerlerine geliyordu. Birdenbire nereden çıktıklarını Nefer anlayabilmekten acizdi. Naja'nın, bütün
araçlarını savaşa soktuğunu zannetmişti. Ama artık önemi yoktu, savaş nasılsa kaybedilmişti.
Umutsuzluğun pençesindeki Nefer, "Kaç taneler?" diye merak etti.
Meren, "İki yüz," diye fikir yürüttü. "Belki daha bile fazla." Sesinde tevekkül vardı. "Her şey bitti,
Firavun. Çarpışarak öleceğiz."
Nefer kendisine en yakın arabalara, "Son bir hamle," diye bağırdı. "Saldırın Maviler. Kahramanca
ölelim."
Askerleri boğuk sesleriyle ona alkış tuttular ve Firavunlarının iki yanına dizildiler. Dov'la Krus'un bile
kuvvetleri yenilenmişti sanki. Ve ince Mavi araba-

-518-
-519-

Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 425

lar dizisi yeni düşmana doğru harekete geçti, onlarla kafa kafaya çarpışmaya hazırlandılar. Yaklaşınca en
öndeki düşman arabasında bir generalin flamasının dalgalandığını gördüler.
Meren, "Kutsal Horus, onu tanıyorum," diye bağırdı. "İhtiyar, oğlancı Prenn bu."
Artık birbirlerine o kadar yakındılar ki Nefer de bir gözünün üstünde siyah kumaş parçası olan zayıf
silueti tanıdı. Hathor Antlaşması'nı tartışmak için Perra'daki tapınakta buluştukları zaman Kral Apepi'nin
maiyetinde görmüştü onu. Mintaka'yı da ilk kez gördüğü olağanüstü gündü bu.
Nefer, "Çok zamansız geldi," diye söylendi. "Ama belki en azından bir sonraki genç oğlanlar kuşağını
onun âşığı olmaktan kurtarabiliriz."
Dov'la Krus'u dosdoğru Prenn'in üzerine sürerek onu yana kaçmak ve kargısı için bir kalça hedefi
sunmak zorunda bırakmaya çalıştı. Ama birbirlerine daha da yaklaştıklarında Meren şaşkın halde bağırdı.
"Mavi flama çekmiş!" Prenn'in flaması rüzgârda arkaya doğru, onlara göre aksi yöne uçtuğundan Nefer
onu şu ana kadar fark etmemişti. Meren haklıydı; Prenn Tamose Hane-danı'nın mavi bayrağını çekmişti,
arkasından gelen bütün arabaları da öyle.
Prenn o sırada yavaşladı ve sağ kolunu göğsünün üstünde çaprazlaya-rak Nefer'i selamladı. Sonra, araba
tekerleklerinin gümbürtüsünü bastıran güçlü bir sesle, "Selam Firavun!" diye bağırdı. "On bin yıl yaşa sen,
Nefer Seti."
Nefer fırlatmaya hazırlandığı kargıyı indirdi ve atlarını durdurdu.
Prenn, "Emirleriniz nedir, Firavun?" diye bağırdı.
"Bu ne garip iştir, General Prenn? Niçin benden emir istiyorsun?"
"Prenses Mintaka bana mesajını iletti, ben de senin emrine girmeye ve Kral Apepi'yle Firavun Tamose'un
öldürülmeleri olayının intikamını almak için sana yardım etmeye geldim."
"Mintaka mı?" Nefer şaşırmıştı. Sevgilisinin hâlâ Avaris'teki tapınağın korumasında olduğunu
zannediyordu. Ama savaşçı içgüdüleri baskın çıktı ve bu düşünceleri aklından uzaklaştırdı. Bunları
düşünmek için daha sonra yeterince vakit olacaktı.
"Hoş geldiniz, General Prenn. Tam zamanında yetiştiniz. Arabanızı benimkinin yanına çekin de bu savaş
alanını bir ucundan öbür ucuna kadar tarayalım," dedi.

Yan yana saldırıya geçtiler, Nefer'in dağılmış alayları da mavi sancakların dalgalandığını gördüler ve
"Horus ve Nefer Seti!" savaş çığlığıyla koç boynuzu trompetlerini de duyarak cesaretlendiler. Naja
Kiafan'ın Kırmızı bölükleri de daha iyi durumda sayılmazlardı ve Prenn'in taze birlikleri üzerlerine gelince
pek az direndiler. Kısa bir süre savaştılar, fakat moralleri çökmüştü. Bazıları arabalarından atlayarak
tozların içine diz çöktüler ve ellerini kaldırarak teslim oldular. Merhamet dileniyorlar, Nefer Seti'yi göklere
çıkarıyorlardı. Davranışları bulaşıcı oldu ve bütün savaş alanına yayıldı. Bütün Kızıl araba sürücüleri artık
kılıçları ellerinden atıyorlar ve yere dizüstü düşüyorlardı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 426
Nefer bütün savaş alanını tarıyor, Naja'yı arıyordu. Babasının katilinin intikamını almadıkça zaferinin tam
olmayacağını biliyordu. Naja'yı saldırı kuvvetlerinin başında en son gördüğü taş duvarların başına döndü.
Savaşın döküntülerinin, parçalanmış ve devrilmiş arabaların, yaralı ve can çekişen adamlarla atların,
dağılmış cesetlerin arasında atını sürüyordu. Düşmanın büyük kısmı öldüğü veya teslim olduğu halde, hâlâ
savaşan dağınık küçük gruplar vardı. Nefer'in adamları öylelerine acımadılar, hatta teslim olmaya
çalıştıkları vakit bile onları doğradılar. Nefer fırsatını buldukça araya girerek katliamı durdurmaya ve
tutsakları korumaya çalışıyordu, ama adamları çılgın halde olduklarından daha düzünelercesi kendisi onları
kurtaramadan öldüler.
Nefer taş duvarlara ulaştı ve Krus'la Dov'u dizginlerini çekerek durdurdu. Arabadaki yüksek
konumundan alçak duvarların arkasında Naja'nın öncü birliklerini tuzağa düşürdüğü dar geçidi
görebiliyordu. Parçalanmış arabalar, tıpkı denizdeki büyük bir fırtınada kayaların üstüne sürüklenmiş bir
filonun kalıntıları gibi birbirlerinin üstüne yığılmışlardı. Atlardan bazıları çabalayıp ayağa kalkmışlardı ve
parçalanmış arabalarına hâlâ koşumlarından bağlı olarak duruyorlardı. Ön ayaklarından biri bir sapanın kil
topu tarafından kırılmış nefis bir doru kısrağın üç ayak üstünde durduğunu gördü. Onun yanındaki kara
aygırın bağırsakları ise karnındaki bir yırtıktan dışarı sarkmıştı. Her arabanın etrafında ölülerle yaralılar
yatıyordu. Bazıları hâlâ kıpırdıyor ve ağlıyor, anneleriyle tanrılardan su ve yardım dileniyorlardı. Başkaları
yaralarının verdiği ıstıraptan donmuş gibi oturuyorlardı. Bir tanesi midesinin derinlerine yerleşmiş oku dışarı
çekmeye uğraşıyordu. Nefer ölülerin arasında Naja'nın cesedini aradı, ama her taraf karmakarışıktı,
birçok ceset de enkazın altında kalmıştı. Sonra bir altın varak ışıltısıyla Naja Kiafan'ın saltanat bayrağını
görür gibi oldu. Tozların ve pıhtılaşmakta olan kan göletlerinin arasında yatıyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:53 am

Nefer, Meren'e, "Onu bulmalıyım," dedi. "Öldüğünü bilmeliyim." Bu kararla arabadan aşağı atladı.
"Onu aramana yardım edeceğim." Meren atların başına geçti ve onları duvara bağladı. Nefer setlerin
üzerinden atladı ve öbür enkazın üstüne tırmanarak en sonunda altın arabaya ulaştı. Araba yan yatmıştı,
ama içi boştu. Atlarından biri hâlâ yaşıyordu, ne çare ki ön bacaklarının ikisi de kırılmıştı, başını kaldırarak
Nefer'e acıklı acıklı baktı. Delikanlı okluktaki kargılardan birini aldı ve kulağının arkasına indirdiği bir
darbeyle hayvanı öldürdü. Meren birdenbire eğildi ve döküntülerin arasından bir şey almak için yere
eğildi. Bu cismi yükseğe kaldırınca Nefer onun Naja'nın mavi savaş tacını bulduğunu gördü.
Nefer ona, "Domuzun leşi de yakınlarda bir yerde olmalı," diye seslendi. "Bundan kolay kolay
vazgeçmezdi. Onun için o kadar büyük bir değeri var ki."
Meren de, "Arabanın altına bak," diye seslendi. "Altına hapsolmuş olabilir. Dur, kaldırmana yardım
edeyim." Meren böyle diyerek enkazın üstünden Nefer'e doğru gelmeye başladı, tam o sırada Nefer
gözucuyla bir hareket fark eder gibi oldu. Aynı anda Meren, "Dikkat! Arkanda!" diye bağırarak onu
uyardı.
Nefer eğilip hızla arkasına döndü. Naja arabanın korkuluğunun arkasına gizlendiği yerden çıkarak
doğrulmuştu. Tıraşlı kafası bir devekuşu yumurtası kadar soluk ve parlaktı, gözlerinde de çılgın bir bakış
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 427
vardı. Tamose'un mavi kılıcını iki eliyle tutarak Nefer'in kafasına nişan aldı, fakat Meren'in uyarısı Nefer'i
kurtarmıştı, tıslayan kılıcın hemen altına daldı. Kendi kılıcı kalçasının üstündeki kınının içindeydi, ama
sakatlanan ata öldürücü darbeyi indirdiği kargı hâlâ elindeydi, içgüdüsel olarak bununla Naja'nın boğazına
bir hamle yaptı, ne çare ki Naja adaşı kobra kadar seri hareketli olduğundan yana kıvrıldı. Bu kendi
kılıcına el atmak için Nefer'e kısa bir fırsat verdi, fakat Naja geri çekilerek etrafına bakındı. Meren'in
elinde kılıçla Nefer'in imdadına geldiğini gördü, sonra boş arabanın Döv ve Krus'la duvara bağlı olduğunu
gördü. Nefer'i mavi kılıçla yaptığı bir hamleyle geriye kaçırttıktan sonra döndü ve koşarak kaçtı. Nefer
arkasından kargıyı fırlat-tıysa da bileğinde kayış olmadığından atış isabetsiz oldu. Naja bu arada duvara
ulaşmıştı. Mavi kılıcın bir darbesiyle atların bağlarını kesti ve arabaya atladı. Dizginleri yakalamaya fırsat
bulamadıysa da kırbacı çekerek Krus'la Dov'un kalçalarının üstünde şaklattı. Ürken hayvanlar birlikte öne
fırladılar, yarım düzine adımdan sonra da dörtnala koşmaya başladılar.
Nefer duvarın üstüne sıçrayınca Naja'nın ovada arabayla uzaklaştığını gördü. Derin bir soluk aldı ve
Dov'la Krus'un çok iyi tanıdıkları o tiz ve keskin

ıslığı öttürdü. Atların başlarını doğrulttuklarını, kulaklarını diktiklerini ve başlarını onun bulunduğu yöne
çevirdiklerini gördü. Derken Krus bir sağ dönüş yaptı, Döv da duraklamadan ona uydu. Araba bu sert
dönüş sırasında yana yattı, Naja da aşağı savrulmamak için korkuluğa her iki eliyle yapışmak zorunda
kaldı. İki at Nefer'in duvarın üstünde tetikte beklediği noktaya hızla yaklaştılar. Denge bulan Naja mavi
kılıcı her iki eliyle gardda tutuyor, menzili içine girince Nefer'e çarpmaya hazırlanıyordu. Nefer kendi
bronz kılıcının o korkunç kılıca karşı gelemeyeceğini biliyordu. Böyle bir silahla Naja çapında bir kılıç
ustasının karşısına çıkmak intihardan başka bir şey olmazdı.
Atlar altından dörtnala geçerlerken Nefer çevik bir hareketle Krus'un üstüne atladı ve dizlerinin baskısıyla
onu aynı hızla ovaya doğru yönlendirdi. Arkaya göz atınca Naja'nın korkuluğun üstüne tırmandığını gördü.
Okun üstünde yavaş yavaş ilerleyerek Nefer'e ulaşmaya çalışıyordu.
Nefer, Krus'un sırtından aşağı eğilerek atları oka bağlayan deri ipi kendi kılıcıyla doğradı. Araba boşta
kalınca bir yana yattı. Naja'nın ağırlığı oku aşağı itti öyle ki, ucu yumuşak toprağa saplandı. Yarışan araba
devrilmiş, Naja da aşağıya savrulmuştu. Yere omzuyla çarptı, Nefer de atların nal sesleriyle arabanın
kırılan tahtalarının çatırtılarının arasında bile düşmanının kemiğinin kırıldığını duydu.
Krus'u o yana çevirdi ve Naja'nın üzerine saldırdılar. Adam güçlükle ayağa kalkmıştı, kırılan sağ kolunu
göğsüne yapıştırmış durumda duruyor, ayaklan üstünde sallanıyordu. Düşerken mavi kılıcın kabzası da
elinden kurtulmuştu. Kılıç şimdi bulunduğu yerin on adım kadar ötesinde ucu toprağa saplanmış olarak
duruyordu. Bıçak sarsıntının etkisiyle titriyor, harika mavi metal mavi ışıklar çaktırıyor, değerli taşlarla
süslü kabza iki yana sarsılıyordu.
Naja silaha doğru sendeledi. Ama sonra Krus'un üzerine geldiğini görünce müthiş bir korkunun etkisiyle
yüzü kül rengini aldı. Dönüp koşmaya başladı.
Nefer, Krus'un sırtından eğilip kılıcı kumun içinden çekti, sonra Krus'u döndürüp Naja'yı kovalamaya
başladı. Naja arkasında nal seslerinin giderek yükselen sesini duyarak arkasına baktı. Gözlerindeki rastık
siyah gözyaşları gibi yanaklarına akmış, korku yüzünü biçimsizleştirmişti. Ona yaklaşan korkunç
intikamdan kurtulamayacağını işte o zaman anladı. Dizüstü düşerek yalvarır gibi iki elini kaldırdı. Nefer iki
kürek kemiğinin arasına inen bir şaplak ve sert bir ıslıkla Krus'u diz çökmüş siluetin önünde zıngadak
durdurdu, yere atladı ve Naja'nın tepesine dikildi.

Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 428
-522-
-523-


Naja, "Merhamet!" diye hıçkırdı. "Çifte tacı ve bütün krallığı sana bırakıyorum." Böyle derken Nefer'in
ayaklarının dibinde sürünüyordu.
"Onlar zaten benim. Bir tek şeyim eksik. İntikam!"
"Tanrılar adına ve kız kardeşin tanrıça Heseret'le karnındaki bebeğin hatırı için merhamet, Nefer Seti!"
Naja'nın elinde birdenbire bir kama belirdi ve yukarıya doğru bir hamle yaparak bunu Nefer'in kasığına
saplamaya yeltendi. Delikanlı neredeyse gafil avlanıyordu, ama son anda yana kaçmasıyla kamanın ucu
eteğine takıldı. Nefer mavi kılıcın bir darbesiyle kamayı düşmanının elinden düşürdü.
"Sebatına hayranım. Adi doğana sonuna kadar sadık kalıyorsun." Nefer adama soğuk bir gülümseyiş
yöneltti. "Ben de sana babam Firavun Tamose'a gösterdiğin merhametin aynını göstereceğim." Mavi kılıcın
ucunu Naja'nın göğsünün ortasına sapladı. Uç, adamın kürek kemiklerinin arasından dışarı çıktı. Naja'nın
yüzünde ıstırapla karışık bir inanmazlık biçimlendi.
"Bu kutsal kılıcı pislettin. Şimdi onu senin kanınla yıkayacağım," diyen Nefer kılıcı hızla çekti ve bir kez
daha derine sapladı.
Naja tozların üstüne yüzüstü yuvarlandı ve son bir soluk aldı, fakat akci-ğerlerindeki hava köpürerek
kürek kemiklerinin arasındaki yaradan dışarıya püskürdü ve yaralı son kez titredikten sonra öldü.
Nefer cesedi topuklarından Krus'un koşum takımından sarkan kayışlara bağladı, sonra ata bindi ve
cesedi arazide sürükledi. Kalenin kapılarına yaklaştığı sırada, yasalarla alkışlar dalga dalga yükselerek onu
takip ediyordu. Orada ipi kesti ve Naja'nın kanlı cesedini tozların içinde bıraktı.
"Gaspçının leşini parçalara ayırsınlar. Her birinin sergilenmek üzere Mı-sır'ın bütün eyaletlerine
gönderilmesini istiyorum. Mısır'ın bütün vatandaşları bir hükümdarı öldürmenin ve ihanetin sonucunu
görsünler."
Bu sözlerden sonra Nefer başını kaldırarak kalenin gözetleme kulesinin tepesinde duran siluete baktı ve
onu selamlamak için kana bulanmış mavi kılıcı havaya kaldırdı. Taita da selamı kabul etmek için sağ elini
kaldırdı. Parmağında-ki yüzüğün taşı koyu kırmızı bir ışıkla ışıldadı. Naja'nın yakut yüzüğüydü bu.
"Bütün günü kulenin tepesinde geçirdi. Büyücü bu savaşta nasıl bir rol oynadı acaba?" diye kendi kendine
sordu Nefer. "Onun etkisi olmamış olsa zaferi kazanır mıydık acaba?" Bu sorunun yanıtı yoktu, Nefer de
onu arka plana itti. Kulenin tepesine çıkan merdiveni tırmandı ve Taita'nın yanında durdu.

Oradan adamlarıyla konuştu. Onlara görevlerini yaptıkları ve yiğitlikleri için teşekkür etti. Onlara
ödüllerini de vaat etti. Ganimetten hepsi hisse alacaklardı. Dahası yüzbaşılarla ve öbür subaylara terfi, altın
zincirler ve yiğitlik nişanları verilecekti.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 429
Nefer hepsinin adını okuyup bitirdiği sırada güneş ufukta mor renkli bir fırtına bulutu katmanının arasında
batmaktaydı. Delikanlı konuşmasını bir duaya çağrıyla tamamladı: "Bu zaferi tanrıların şahini altın Horus'a
adıyorum." O dua ederken kehanet olarak anlamlandırılabilecek garip bir belirti görüldü. Batan güneşten
kopan bir tek ışın bulut katmanını yararak kuleyi aydınlattı. Nefer'in başının üstündeki mavi savaş tacının
ve elindeki mavi kılıcın üstünde ışıldadı.
Aynı anda yukardan vahşi bir çığlık koptu. Bütün başlar kalktı ve bütün gözler yukarıya çevrildi.
Kalabalığın içinde bir mırıltı yayıldı. Bir kral şahin Fira-vun'un başının yukarsında havada durdu, insanlar
huşu içinde bakarken o büyüleyici garip sesini tekrar duyurdu, Firavun'un başının yukarsında üç kere
daire çizdikten sonra da hızlı kanat çırpışlarla loşlaşmış doğu göğüne fişek gibi daldı ve karanlığın içinde
uzaklaşıp kayboldu.
Askerler, "Tann'nın kutsaması," diye bir tekerleme tutturdular. "Çok yaşa Firavun! Baksana, tanrılar bile
seni selamlıyor."
Fakat ikisi yalnız kalır kalmaz Taita, odanın dışındakilerin duymaması için çok yavaş sesle, "Şahin bir
uyarı getirdi, bir kutsama değil," diye konuştu.
Nefer kaygılı bir sesle, "Uyarı nedir?" diye sordu.
Taita, "Kuş çağrısını öttürürken Mintaka'nın bağırdığını duydum," diye fısıldadı.
"Mintaka!" Nefer savaş patırtısı arasında onu unutmuştu. "Prenn onun hakkında bize ne söylemişti?"
Çadırın kapısına dönerek nöbetçilere, "Prenn! Kumandan Prenn nerede?" diye seslendi.
Prenn hemen gelip Firavun'un önünde diz çöktü. Nefer ona, "Size şükran borçluyuz," dedi. "Siz
olmasaydınız zafer bizim olamazdı. Ödülünüz bütün öbür subaylarımınkinden yüksek olacak."
"Firavun çok yüce gönüllüler."
"Savaşın başında Prenses Mintaka'dan söz etmiştiniz. Onun Avaris'teki Hathor Tapınağı'nda güvende
olduğunu düşünüyordum. Onu en son ne zaman gördünüz?"

-524-


"Yanılıyorsunuz, Firavun. Prenses Mintaka tapınakta değil. Bana mesajınızı getirmeye geldi. Onu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:53 am

"Yanılıyorsunuz, Firavun. Prenses Mintaka tapınakta değil. Bana mesajınızı getirmeye geldi. Onu savaş
alanına yanımda getiremeyeceğim için, iki gün önce çöldeki kampımda bıraktım. Burasıyla Hatimiye
arasındaki yolun üstündedir."
Nefer müthiş bir önsezinin etkisiyle sarsıldı. "Aynı kampta başka kimleri bıraktınız?"
"Hanedanın başka bazı kadınlarını, Mintaka'yla beraber gelen Prenses Merykara'yı ve majesteleri
Kraliçe Heseret'i..."
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 430
"Heseret!" Nefer ayağa fırladı. "Heseret! Mintaka'yla Meykara onun elindeyse, benim kocasını
öldürdüğümü duyunca onlara neler yapmaz ki?" Nefer çadırın kapısına yürüyerek Meren'i çağırdı.
"Mintaka'yla Merykara müthiş bir tehlikede," dedi.
"Bunu nereden biliyorsunuz?" Meren şaşırmıştı.
"Prenn'den duydum. Taita da şahinin çığlığını bir tehlike uyarısı olarak anlamlandırdı. Hemen oraya
gitmemiz gerek."
Heseret dünyanın en karanlık, insan ruhunun da en bozuk olduğu şafak öncesinin o çok korkulan
karanlığında ve ürpertici serinliğinde uyandı. Uykusunu neyin böldüğünü önce anlayamadı, ama sonra hâlâ
çok uzakta olan, fakat giderek kuvvetlenen birçok sesin farkına vardı. Doğrulup kürk battaniyelerini
beline kadar düşürdü ve uzaktaki uğultulara bir anlam vermeye çalıştı.
Çok geçmeden, 'Yenildi, öldürüldü" ve "hemen kaçmalı" gibi kelimeleri seçmeye başladı.
Bağırarak hizmetçilerini çağırdı. Çok geçmeden ikisi yarı uykuda ve çıplak, ellerinde küçük yağ lambaları
taşıyarak yanına vardılar.
Heseret, "Ne oluyor?" diye sordu. Kadınların iri iri açılmış karanlık bakışlı gözlerinden bir anlam
çıkarmak mümkün değildi.
"Bilmiyoruz, hanımımız. Uyuyorduk."
Heseret, "Aptal kızlar! Hemen gidip öğrenin!" diye öfkeyle emretti. Ve ekledi. "Tutsakların da
kafeslerinde olduklarına, kaçmadıklarına emin olun." Hizmetçiler koşarak kaçtılar.
Heseret yatağından çıkarak bütün lambaları yaktı, sonra saçlarını tepesinde topladı, altına bir etek
geçirdi, omuzlarına da bir şal aldı. Bu arada kampın dışındaki gürültülerin kuvvetlendiğini, yoldan
arabaların gümbürdeyerek geçtiklerini duyabiliyor, ama olanlara hâlâ bir anlam veremiyordu.
526-

iki hizmetçi koşar adımlarla çadıra döndüler. Yaşça büyük olanı soluk soluğa kalmıştı ve zor
konuşuyordu. "İsmailiye denen bir yerde büyük bir savaş olduğunu söylüyorlar, majesteleri."
Heseret içinde büyük bir sevinç duydu. Naja zafer kazanmıştı: kalbinin derinlerinde buna emindi.
"Savaşın sonucu ne oldu?" diye sordu.
"Bilmiyoruz, hanımımız. Sormadık."
Heseret kızlarından kendisine yakın olanının saçlarını kavradı ve onu öyle sarstı ki tutam tutam saçlar
ellerinde kaldı. "Sende bir dirhem bile mi akıl yok?" diyerek kıza bir de tokat attıktan sonra onu çadırın
içinde yerde bıraktı. Bir lamba kapıp kapıya koştu.
Nöbetçilerin gitmiş olduklarını görünce ilk kez korkmaya başladı. Arabaya koşup lambayı yükseğe
kaldırdı ve domuz kafesinin içine baktı. Perişan iki siluetin hâlâ elinin, kolunun kafesin arkasındaki
kazıklara bağlı olduğunu görünce biraz rahatladı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 431
iki kız kirden yol yol olmuş soluk yüzleriyle ona baktılar.
Heseret onları bırakıp kampın kapısına koştu. Yıldızların ışığında bir atlı alayının hızla akıp geçtiğini gördü.
Başka arabalarla yük vagonları ise öküzler tarafından çekiliyordu. Bunlardan bazıları balyalar ve
sandıklarla tepeleme yüklüydü.
Başkalarına ise çocuklarını kucaklamış kadınlar doluşmuştu. Yüzlerce asker yaya olarak hızla geçiyordu.
Heseret bunların çoğunun ellerinden silahlarını atmış olduklarını gördü.
Genç kadın, "Nereye gidiyorsunuz?" diye onlara seslendi. "Ne oluyor?" Kimse ona yanıt vermediği gibi,
kimse onun varlığından haberli gözükmüyordu. Heseret yola fırladı ve askerlerden birinin kolunu yakaladı.
"Ben bütün Mı-sır'ın Firavunu'nun karısı Kraliçe Heseret'im." Adamın kolunu sarstı. "Dinle beni serseri!"
Asker havlar gibi garip bir gülüş salıverdi ve kolunu kadından kurtarmaya çalıştı. Fakat Heseret ondan
umulmayacak bir kuvvetle koluna asılınca asker kadını hızla itti ve yolun tozlarının içinde yuvarladı.
Genç kadın sürünürcesine ayağa kalktı ve kalabalığın içinde çavuş işareti taşıyan başka bir askeri gözüne
kestirdi. Bir yandan burnundan kanlar akarak onun yanına koştu. "Savaştan ne haber? Söyle bana. Ne
olur, söyle," diye yalvardı.
-527-

Çavuş genç kadının yüzüne baktı ve ışığın ölgünlüğüne rağmen onu tanıdı.
"Haberler çok kötü, majesteleri." Adamın sesi boğuktu. "Korkunç bir savaş oldu ve düşman galip geldi.
Ordumuz yenik düştü, bütün arabaları da imha edildi. Düşman hızla yaklaşıyor, kısa bir zaman sonra
burada olacaktır. Hemen kaçmalısınız."
"Firavun'dan ne haber? Kocama ne oldu?"
"Savaşın kaybedildiğini ve Firavun'un öldürüldüğünü söylüyorlar."
Heseret adama bakakalmıştı. Ne kıpırdayabiliyor, ne de konuşabiliyordu.
Çavuş sordu. "Siz de geliyor musunuz, majesteleri? iş işten geçmeden gelin. Galipler gelip yağma ve
tecavüzler başlamadan gelmelisiniz. Sizi koruyacağım."
Fakat Heseret hayır der gibi başını salladı. "Doğru olamaz bu. Naja ölmüş olamaz." Genç kadın çavuşa
arkasını döndü. Güneş gökte yükselip yenik düşmüş ordu yanından akıp giderken genç kadın hâlâ yol
kenarında duruyordu. Bu şaşkın ve karışık kalabalığın daha birkaç ay önce Babil'in Mavi Kapı-sı'nın
önünde toplanan mağrur orduya benzer yanı yoktu.
Aralarında birkaç subay da olduğunu gören Heseret içlerinden birine, "Firavun nerede? Ne oldu?" diye
seslendi.
Subay onu kanlı yüzü ve tozlanmış darmadağın giysilerinin içinde tanımadı. O da bağırarak yanıt verdi.
"Naja Kiafan, Nefer Seti'yle yaptığı ikili dövüş sırasında kesilip biçildi, cesedi de parçalara ayrılarak
sergilenmek üzere Mı-sır'ın bütün eyaletlerine yollandı. Düşman kuvvetleri hızla yaklaşıyorlar ve daha öğle
olmadan burada olacaklar."
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 432
Heseret canhıraş bir feryat salıverdi. Bu ayrıntıları duyduktan sonra artık hiçbir şüphesi kalmamıştı.
Yerden iki avuç toz alarak başının üstüne döktü. Hâlâ feryat ederek kendi tırnaklarıyla ta ki taze bir kan
yanaklarından eteğine damlayana kadar yüzünü tırmaladı.
Hizmetçileri ve korumalarının başı o sırada kamptan çıkarak onu içeri almaya geldiler, fakat kederden
deliye dönmüş olan kadın, onlara en kaba küfürleri yağdırdı. Yüzünü göklere çevirerek bu kez tanrılara
küfretti, tanrılar topluluğundaki tanrıların hepsinden daha büyük olan kocasını korumadıkları için onları
yerdi.

Hıçkırıkları ve feryatları daha yükseldi, davranışları daha da vahşileşti ve çılgınlaştı. Daima üstünde
taşıdığı değerli taşlarla süslü minik kamayla göğsünü yaraladı, bacaklarından aşağı işedi ve kendi yarattığı
çamurun içinde yuvarlandı. Sonra birdenbire ayağa fırlayıp kampın içine koştu. Arabanın üstündeki domuz
kafesinin başına dikildi ve bunun çubuklarının arasından Meryka-ra'ya bağırdı. "Kocamız öldü. Canavar
kardeşimiz tarafından katledildi."
Merykara, "Hathor'a ve bütün tanrılara çok şükür," diye bağırdı.
"Hezeyan ediyorsun!" Heseret kudurmuştu. "Naja Kiafan bir tanrıydı, sen de karışıydın." Heseret kendi
kendini kışkırtıyordu. "Ona görevlerini bilen sadık bir eş olman gerekirken onu terk ettin. Ona utanç ve
onur kırıklığından başka bir şey vermedin."
Merykara ona, "Benim kocam Meren," dedi. "Kocam dediğin o yaratıktan tiksiniyorum. Babamızı
öldürdü ve Neferin onu layık gördüğü cezayı fazlasıyla hak ediyor."
"Meren sıradan adi bir asker, Naja ise bir tanrıydı."
Dudaklarının susuzlukla güneş yanığından şişmiş olmasına rağmen Merykara gülümsemeye kendini
zorladı. "Meren, Naja'nın hiçbir zaman olamadığı kadar bir tanrı. Ben ise onu seviyorum. Kısa bir zaman
sonra burada olacak ve gelmeden önce benimle Mintaka'yı serbest bıraktırsan iyi edersin, aksi halde
Nefer senden bunun acısını çıkarır."
Mintaka, "Yavaş ol kardeşim," diye fısıldadı. "Kadın delirdi. Gözlerine baksana. Onu büsbütün
kudurtma. Her türlü kötülüğü yapabilir."
Heseret artık mantıklı olacak durumda değildi. "Demek adi bir askeri seviyorsun ha!" dedi. "Hem de onu
kocamla, bütün Mısır ülkesinin Firavunu'yla kıyaslamaya cüret ediyorsun ha? Bu takdirde seni askerlere
yem olarak vereceğim!"
Genç kadın korumalarının başındaki subaya döndü. "Dişi domuzu pis kafesinin içinden çıkarın." Subay
durakladı. Merykara'nın uyarısının hâlâ etkisin-deydi. Nefer'le subayları kısa bir zaman sonra burada
olacaklardı.
Heseret duygularını aşağı yukarı kontrol altına aldı ve aklı başına gelmiş göründü. "Sana emrediyorum,
yüzbaşı, ya bana itaat eder ya da sonuçlarına katlanırsın," diye tısladı. Subay istemeye istemeye
adamlarına gereken emirleri verdi, onlar da Merykara'nın bileklerini kafesin çubuğuna bağlayan deri ka
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:53 am

529-
Büyücüler Kralı / F: 34
-528-


yışları kestiler ve kapıdan içeri uzanarak onu ayaklarından tutup dışarı sürüklediler.
Merykara'nın elleriyle ayakları iplerin kan akımını kısıtladıkları yerlerde masmaviydi ve şişmişti, ayakları
da ağırlığını taşıyamayacak durumdaydı. Yüzüyle bacaklarının açıkta kalan kısmı güneşten ciğer gibi
yanmıştı, saçları da dolaşmış bukleler halinde yüzüne dökülüyordu.
Heseret etrafına bakınınca arabalarının birinden onarılmak üzere sökülmüş olan bir tekerleğe bakışı
takıldı. Kampın çitine dayanmıştı.
"Şu tekerleği buraya getirin!" diye bağırdı, askerler de hemen onun dediğini yaptılar. Heseret devam etti.
"O kaltağı ona bağlayın. Hayır, öyle değil. Kollarıyla bacakları yanlara açılsın ki asker sevgililerini kabul
etsin."
Askerler Heseret'e itaat ettiler ve Merykara'nın el ve ayak bileklerini bir denizyıldızı gibi tekerleğin ispitine
bağladılar. Heseret kız kardeşinin karşısında durdu ve yüzüne tükürdü. Merykara çatlak dudaklarının
arasından ona güldü. "Sen delirmişsin kardeşim. Keder aklını başından almış. Sana acıyorum, ama ne
yapsan, Naja sana geri dönemez artık. İğrenç cürümleri adalet terazisinde tartılınca, cennetin kapılarındaki
canavar kapkara kalbini yiyecek, o da yokluğa yuvarlanıp gidecek."
Heseret kamanın ucuyla kız kardeşinin yanaklarını yırttı, yaralar yüzeysel olmakla beraber çok kanadılar.
Kan Merykara'nın elbisesinin üstüne akmaya başladı. Heseret kamayı kullanarak elbisenin keten kumaşını
deldi. Sonra elleriyle elbiseyi yaka kısmından etek ucuna kadar ikiye ayırdı. Merykara elbisesinin altında
çıplaktı.
Güneşin değmediği vücudu beyaz ve nazikti. Göğüsleri ufak ve pembe başlı, karnı yassı ve beyaz,
karnının dibindeki kıllar da gür ve yumuşacıktı.
Heseret bir, iki adım geri çekilerek nöbetçilere baktı. "Hanginiz ilk olacaksınız?"
Askerler tekerleğe bağlı çıplak narin vücuda bakakalmışlardı.
Mintaka kafesin içinden seslendi. "Hareketlerinize dikkat edin! Nefer Seti yakında burada olacak, bu kız
da onun kız kardeşi."
Heseret hiddetle ona döndü. "Zehirli ağzını kapat. Senin de sıran gelecek. Az ötede on bin erkek var ve
gün sona ermeden onların çoğu senin tadına bakacaklar." Genç kadın askerlere döndü. "Gelin, şu tatlı
bedene bir bakın. Birazını tatmak istemez misiniz? Entarilerinizin altında sertleştiğinizi görebiliyorum."
-530-

Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 434
Yüzbaşı, "Bu delilik," diye fısıldadı, buna rağmen bakışını Merykara'nın soluk renkli vücudundan
ayıramıyordu. Ekledi. "O, Tamose saltanat hanedanından bir prensestir."
Heseret kendisine en yakın askerin elinden mızrağını kaptı ve sapını adamın sırtına çarptı. "Haydi onbaşı,
erkek değil misin sen? Bu bal çukuruna nasıl dalacağını görelim."
Adam sırtında kamçının bıraktığı izi ovuştura ovuştura geriledi. "Sen delisin," diye geveledi. "Nefer Seti
bana nasıl bir ceza verir sonra?" Adam birden hızla dönüp kamptan dışarı fırladı ve yoldaki kaçan insan
seline katıldı. Arkadaşları sadece bir an durakladılar, derken içlerinden biri, "Kadın çıldırmış!" diye
homurdandı. "Nefer Seti'nin gelip kız kardeşini bu durumda bulmasını bekleyecek değilim." Daha sözlerini
bitirmeden arkadaşlarını da arkasına katıp kapıya koştu.
Heseret de arkalarından koştu. "Geri dönün! Dönmenizi emrediyorum!" Ama askerler çoktan kalabalığa
karışıp uzaklaşmışlardı. Heseret hızlı adımlarla geçen uzun boylu Nübyeli bir okçunun yanına koşarak
adamı kolundan tuttu ve kampa sokmaya çalıştı. "Gel benimle. Siz siyah hayvanların erkekliğinin aygır
fillerinki kadar büyük olduğunu ve onu kullanmayı da çok sevdiğinizi biliyorum. Burada çok hoşuna
gidecek bir şey var."
Okçu, Heseret'i hızla kendinden uzaklaştırdı. "Bırak beni fahişe! Kendine başka müşteri ara. Senin
gibilerle uğraşacak vaktim yok benim."
Heseret Nübyeli'nin kalabalık yolda uzaklaşmasını kısa bir süre seyrettikten sonra arkasından cıyak cıyak
bağırdı. "Bana ha, koca ayı. Mısır kraliçesine ne cüretle hakaret edesin?"
Kadın ağlayıp sızlanarak tekrar kampa döndü. Mintaka kafesin içinden ona seslendi. "Artık her şey bitti,
Heseret. Sakin ol. Merykara'yı serbest bırak, biz de seni koruyalım." Heseret'in deliliğin sınırını aştığını ve
artık zapt edilemez hale geldiğini bildiği için sesini daha da yumuşatmıştı.
Heseret, "Ben Mısır kraliçesiyim, kocam da ölmezliğe ulaşmış bir tanrı," diye haykırdı. "Bana bakın ve
güzelliğimle görkemimden korkun." Genç kadın kan ve pislik içindeydi, mızrağı da çılgın gibi savurup
duruyordu.
Merykara da Mintaka'ya katıldı. "Lütfen Heseret. Nefer'le Meren birazdan burada olacaklar. Onlar sana
bakacaklar ve seni koruyacaklar."
Heseret ona ters ters baktı. "Benim kimsenin korumasına ihtiyacım yok. Sana ne söylediğimi anlamıyor
musun? Ben bir tanrıçayım, sen ise bir askerin yosmasısın."
-531 -

"Sevgili kardeşim, keder aklını başından almış. Beni serbest bırak ki sana yardım edeyim."
Heseret'in yüzünden kurnaz bir ifade gelip geçti. "Senin işini görecek bir erkek aleti bulamaz mıyım
sanıyorsun? Yanıldın işte. Elimde bir tane var." Genç kadın mızrağı kaldırdı ve kör ucunu Merykara'ya
çevirdi. "Bak, asker âşığın sana sahip olmaya geliyor." Böyle diyerek Merykara'nın üzerine yürüdü.
"Hayır, Heseret!" Mintaka telaş içinde ona bağırdı. "Kardeşini rahat bırak."
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 435
"Ondan sonra sıra sende kaltak. Bunun işini bitirdikten sonra senin de çarene bakacağım."
"Heseret, hayır!" Merykara ona yakarıyor, onu tutsak eden bağlardan kurtulmak için kıvranıyordu. Fakat
Heseret onu duymamış gibi davranarak mızrağın sapını kız kardeşinin açılmış bacaklarının arasına dayadı.
"Kardeşim, bunu bana yapamazsın. Hatırlamıyor musun, biz..." Merykara devam edemedi, duyduğu
şokla acıdan gözleri iri iri açılmıştı.
Heseret, "İşte!" diyerek mızrağın sapını kız kardeşinin içine itti.
Tekrar, "işte!" diye bağırdı. "İşte!" Mızrak her itilişinde biraz daha derine giriyordu. Sonunda bir kolun
uzunluğu kadar Merykara'nın karnının içine kaydı ve zavallının kanına bulanmış olarak dışarı çıktı.
Kızların ikisi de şimdi, "Dur! Yalvarırım, dur!" diye bağırıyorlar, fakat Heseret mızrağı kız kardeşinin içine
itmeyi sürdürüyordu.
"İşte! Sonunda tatmin olabildin mi?"
Merykara'dan kan boşanıyordu, fakat Heseret mızrağa tüm ağırlığını vererek bütün uzunluğunca
Merykara'nın içine itti. Merykara son bir kez bağırdıktan sonra bağlarının içine yığıldı. Çenesi de çıplak
göğsünün üstüne düşmüştü.
Heseret mızrağı kız kardeşinin narin ve solgun vücudunun içinde gömülü olarak bıraktı ve geri çekildi.
Marifetine dalgın bir yüzle baktı. "Suç senindi. Beni bu yüzden kınamamalısın. Görevimi yaptım. Bir fahişe
gibi davrandın. Ben de sana bir fahişe gibi davrandım." Heseret tekrar ağlamaya ve ellerini ovuşturmaya
başladı. "Önemi yok. Artık hiçbir şeyin önemi kalmadı. Naja öldü. Sevgili kocamız öldü..."
Bir uyurgezerin dalgınlığıyla çadırına yürüdü ve lüks döşeli iç mekâna girdi. Ama orada kimse kalmamıştı.
Kana ve idrara bulanmış entarisini odanın

ortasına attı, sonra köşedeki yığından rastgele bir elbise çekti, ayaklarına da sandal ayakkabılar geçirdi.
Ani bir kararla, "Naja'yı bulacağım," dedi. Alelacele birkaç parça eşya kaparak bir deri çantanın içme
tıktı. Sonra yepyeni bir kararlılıkla kapıya yöneldi.
Genç kadın günün erken saatlerinin aydınlığına çıktığında Mintaka kafesin içinden ona seslendi. "Ne olur,
beni serbest bırak Heseret. Küçük kız kardeşinle ilgilenmeliyim. Çok ağır yaralı o. Ona acı ve bağlarımı
çöz."
"Anlamıyorsun." Heseret çılgın gibi başını salladı. "Kocamın, bütün Mı-sır'ın Firavunu'nun yanına
gitmeliyim. Onun bana ihtiyacı var. Beni yanına çağırttı."
Mintaka'ya bir daha bakmadan kamptan dışarı fırladı. Başını sallıyor ve kendi kendine anlaşılmaz bir
şeyler mırıldanıyordu. Batıya, korku içindeki insanların gittiklerinin aksi yönüne döndü ve İsmailiye'yle
Mısır'a doğru koşmaya başladı.
Mintaka onun bir kere daha, "Bekle beni, Naja, bir tanecik gerçek aşkım. Geliyorum. Beni bekle!" diye
bağırdığını duydu, sonra saçma sapan konuşmaları uzaklaşıp duyulmaz oldu.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 436
Mintaka bağlarına karşı savaş veriyor, kıvranıyor, şeritleri çekiştiriyor, kuvvet almak için çıplak
ayaklarıyla kafesin çomaklarını itiyordu. Bileklerindeki derinin soyulduğunu ve sıcacık kanın elleriyle
parmaklarının üstüne damladığını hissediyordu, ama deri kayışlar çok sıkı ve kuvvetli olduğundan onları ne
gerebiliyor ne de koparabiliyordu. Ellerinin kansızlıktan uyuşmaya başladığını hissediyordu. Mücadelesine
ara verdikçe bakışı tekerleğe bağlı duran Merykara'nın hareketsiz vücuduna kayıyordu. "Seni seviyorum
canım. Sakın ölme. Hatırımız için ölme sakın," diye seslendi. Ne çare ki Merykara'nın gözleri ardına kadar
açık, bakışı da sabitti. Göz yuvarlakları çok geçmeden kurumaya ve ince bir toz tabakasıyla örtülüp
donuklaşmaya başladı. Sinekler de gözlerinin üstüne doluşmaya ve bacaklarının arasından sızan kan
gölcüğüyle beslenmeye başladılar.
Mintaka bir keresinde çadırın ağzında sinsi bir itişme duyar gibi oldu. Başını o yana çevirince Heseret'in
iki hizmetçisinin çadırdan dışarı süzüldüklerini gördü. Her biri yağmaladıkları değerli eşyayla dolu büyük
birer torba taşıyordu. Mintaka onlara seslendi. "Ne olur bağlarımı çözün. Size özgürlüğünüzü,

-532-
-533-


ek olarak da büyük bir ödül vereceğiz." Ama köleler ona suçlulukla karışık bir şaşkınlıkla baktıktan
sonra kamptan koşarak çıktılar ve doğuya doğru yol alan yenik ordunun düzensiz kalabalığına katıldılar.
Daha sonra kampın ağzında yine bir takım sesler oldu, Mintaka da gelenlere seslenmeye hazırlandı. Ama
tam zamanında kaba sesleri tanıyıp kendine hâkim oldu. Dört erkek ihtiyatlı adımlarla kampa girmişlerdi.
Adamların yüzüne, giyimlerine ve konuşmalarına bakan Mintaka, onların en aşağı tabakadan olduğunu,
büyük bir olasılıkla yağma ve hırsızlık için orduları izleyen o çapulcu çetele
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:54 am

ek olarak da büyük bir ödül vereceğiz." Ama köleler ona suçlulukla karışık bir şaşkınlıkla baktıktan
sonra kamptan koşarak çıktılar ve doğuya doğru yol alan yenik ordunun düzensiz kalabalığına katıldılar.
Daha sonra kampın ağzında yine bir takım sesler oldu, Mintaka da gelenlere seslenmeye hazırlandı. Ama
tam zamanında kaba sesleri tanıyıp kendine hâkim oldu. Dört erkek ihtiyatlı adımlarla kampa girmişlerdi.
Adamların yüzüne, giyimlerine ve konuşmalarına bakan Mintaka, onların en aşağı tabakadan olduğunu,
büyük bir olasılıkla yağma ve hırsızlık için orduları izleyen o çapulcu çetelerinin üyelerinden olduklarını
gördü. Bunun üzerine başını önüne düşürdü ve ölü numarası yaptı.
Adamlar durup Merykara'nın ölüsüne baktılar. Bir tanesi gülüp öylesine kaba ve çirkin birkaç söz söyledi
ki Mintaka gözlerini yumdu ve insanüstü bir çabayla çenesini tutmayı başardı.
Adamlar daha sonra Mintaka'nın kafesinin başına geldiler ve ona baktılar. Kız hiç kıpırdamadan duruyor,
hatta soluğunu tutuyordu. Ne kadar iğrenç bir görünümünün olduğunun farkındaydı ve ölü rolünü
sürdürüyordu.
Bir tanesi, "Bu kan domuz gibi kokuyor," diye homurdandı. "Bayan Palm'la ve beş kızıyla gönül
eğlendirmeyi yeğlerim." Bu sözlere hepsi kahkahalarla güldüler ve kampı yağmalamak için birbirlerinden
ayrıldılar. Taşıyabilecekleri kadar yükle uzaklaşmalarından sonra Mintaka gölgelerin kampın dövülmüş
toprak tabanının üstünde uzamasını seyretti. Bir yandan da arabalarla furgonların ve yürüyenlerin sesleri
yavaş yavaş kayboluyordu. Güneşin batmasından hemen önce adamların sonuncuları da geçtiler ve
kampın üzerine çölle ölülerin sessizliği çöktü.
Mintaka gece içinde bitkinliğin ve derin bir umutsuzluğun etkisiyle zaman zaman uyukluyordu. Ne zaman
uyansa gümüş renkli ay ışığında Merykara'nın tekerleğin üstünde gerilmiş vücudunu görüyor ve korkunç
keder anları yeniden başlıyordu.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 437
Şafak söktü ve güneş gökte yükseldi, ama tek ses hâlâ çöl rüzgârının kapıdaki cılız diken ağacı dallarının
arasındaki fısıltısıyla arada da kendi hıçkırıklarıydı. Ama susuz bir gün daha geçerken hıçkırıkları da
giderek zayıfladı.
Neden sonra başka bir şey duydu. Ta uzaklardaki mırıltı yumuşak bir gümbürtüye dönüşünce bunun hızla
dönen tekerleklerin sesi olduğunu anladı. Çok geçmeden atların toynak seslerini de duymaya başladı.
Konuşan er-

kek sesleri kuvvetlendi, giderek kuvvetlendi, Mintaka da neden sonra bunların içinde bir tanesini tanır
gibi oldu. "Nefer!" Sevgilinin adını haykırmaya çalıştı, ama sesi boğuk bir fısıltıdan farksızdı. "Nefer!"
Derken dehşet ve üzüntüyle dolu bağırışlar duydu, başını zorlukla çevirince de Nefer'in, hemen arkasında
Meren ve Taita'yla kapıdan içeriye fırtına gibi daldığını gördü.
Nefer onu görerek hemen kafese koştu. Kafesin kapısını eliyle kopardı, sonra kamasını çekerek kızın
bileklerini hapseden kayışları doğramaya girişti. Sevgilisini pis kokulu kafesten yavaşça çekerek çıkardı ve
bağrına bastı. Onu çadıra taşırken ağlıyordu.
Fakat Mintaka çatlamış ve şişmiş dudaklarının arasından, "Merykara!" diye fısıldadı.
"Taita onunla ilgileniyor, ama sanırım çok geç." Nefer'in omzunun üzerinden arkaya bakan Mintaka,
Taita'yla Meren'in Merykara'yı tekerlekten kurtardıklarını ve üstündeki kanlar pıhtılaşmış olan silahı
vücudunun içinden çektiklerini gördü. Şimdi de vücudunu beyaz bir keten çarşafla örtüyor ve korkunç
yaraları gözden gizliyorlardı.
Mintaka gözlerini kapadı. "Keder ve üzüntüden perişan haldeyim, ama yüzün hayatımda gördüğüm en
güzel ve beni en çok mutlu eden şey. Şimdi de biraz dinleneceğim." Mintaka böyle diyerek baygınlığın
koynuna yuvarlandı.
Mintaka iblislerin yaşadıkları o karanlık ve korkunç çukurun içinden yük-selirmiş gibi yavaş yavaş
uyandı.
Gözlerini açması üzerine düşlerini dolduran iblisler kaçtılar ve o dünyasındaki en sevgili iki yüzü görerek
büyük bir ferahlama duydu. Döşeğinin bir yanında Taita, öbür yanında ise Nefer oturuyordu.
"Ne kadar zaman?" diye geveledi. "Ne kadar zamandır kendimi bilmedim?"
Taita, "Bütün bir gün ve gece," diye yanıtladı. "Sana Kızıl Şepen çiçeğinden içirdim." Genç kız elini
yüzüne götürünce üstünde kalın bir merhem tabakasıyla karşılaştı. Başını Nefer'e doğru devirerek,
"Çirkinleştim," diye fısıldadı.
Delikanlı, "Hayır!" diye atıldı. "Sen hayatımda gördüğüm en güzel kadınsın ve seni ölçülemeyecek kadar
çok seviyorum."
"Sözünü dinlemediğim için bana kızmadın, değil mi?

-535
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 438
- 534 -


"Sen bana bir taç ve bir ülke verdin." Delikanlı başını sallayınca
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 8 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:54 am

-


"Sen bana bir taç ve bir ülke verdin." Delikanlı başını sallayınca gözlerinden dökülen yaşlardan biri kızın
yüzüne düştü. "Ama hepsinden de önemlisi bana aşkını verdin ki bu hepsinden daha değerli. Sana nasıl
kızabilirim ki?"
Taita yavaşça yerinden kalkıp çadırdan çıktı; iki genç böylece günün kalan kısmında baş başa kalarak
tatlı tatlı fısıldaştılar.
Akşam olunca Nefer ötekileri çağırttı. Hepsi Mıntaka'nın döşeğinin etrafında toplaştıklarında Nefer ciddi
bir tavırla yüzlerine baktı ve hepsinin orada olduklarını gördü: Taita'yla Meren, Prenn ve İsmaıliye savaş
meydanında aldıkları yaraların sancısından güçlükle yürüyen Sokko ve Şabako.
Nefer onlara, "Adaletin yerme getirildiğini görmeye geldiniz," dedi; sonra kapıdaki muhafızlara döndü.
"Heseret adındaki kadını getirin," diye emretti.
Mintaka irkılip doğrulmaya çalıştıysa da Nefer onu yavaşça minderin üstüne itti.
"Nerede? Onu nasıl buldunuz?"
Nefer açıkladı. "Gözcülerimiz onu İsmailiye yolunda çölde dolaşırken bulmuşlar. Onu önce tanımamışlar,
kraliçe olduğunu ileri sürdüğünde de ona inanmamışlar. Onun kaçık kadının biri olduğunu sanmışlar."
Heseret çadıra girdi. Nefer onun yıkanmasına izin vermiş, ona temiz giysiler sağlamış, Taita da yüzüyle
vücudundaki kesikleri ve yaralan tedavi etmişti. Genç kadın nöbetçilerin ellerini itti ve çenesini gururla
doğrultarak etrafına baktı. Karşısındaki adamlara, "Önümde secde edin," diye emretti. "Ben bir
kraliçeyim."
Kimse yerinden kımıldamadı, Nefer de, "Ona bir iskemle getirin," diye emretti.
Heseret iskemleye oturunca Nefer ona o kadar soğuk bir bakış fırlattı ki, genç kadın elleriyle yüzünü
örttü ve ağlamaya başladı. "Benden nefret ediyorsun," diye geveledi. "Benden niçin nefret ediyorsun?"
Nefer, "Bunun nedenini sana Mintaka anlatacak," dedi ve şiltenin üstündeki kıza döndü. "Lütfen Prenses
Merykara'nın ölüm şeklini bize anlatır mısın?"
Mintaka bir saat süresince konuştu, bu süre içinde de çadırın içinde hiç kimse ne kımıldadı ne de sesini
çıkardı. Sadece duyduklarının en korkunç kısımlarını dinlerken soluklarını tuttular veya dehşetlerini dile
getirdiler. Anlatının

sonunda Nefer, Heseret'e baktı. "Bu ifadenin herhangi bir bölümünü inkâr ediyor musun?"
Heseret ağabeyinin soğuk bakışına aynen karşılık verdi. "O bir fahişeydi ve Mısır'ın Firavunu olan
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 439
kocama utanç duyurdu. Ölümü hak etmişti. Adaletin yerine gelmesine alet olduğum için gurur
duyuyorum."
Nefer, "Seni her şeye rağmen bağışlayabilirdim," dedi yavaşça. "Azıcık bir pişmanlık belirtisi
gösterebilseydin."
"Ben bir kraliçeyim ve senin zavallı yasalarının çok ötesindeyim." Nefer, "Ama artık kraliçe değilsin,"
deyince Heseret şaşırmış göründü. "Ben senin kız kardeşinim. Bana zarar veremezsin." "Merykara da
senin kız kardeşindi. Ona acıdın mı?" "Seni iyi tanırım, Nefer Seti. Sen bana zarar vermezsin." "Haklısın
Heseret. Sana ben zarar vermeyeceğim. Ama burada bundan sakınmayacak olan biri var." Nefer orada
toplanmış olan subaylarına döndü. "Burada en çok zarar görenin haklarına ilişkin eski yasa söz konusu.
Kalk ayağa Meren Cambyses."
Meren kalkıp ileriye doğru bir adım attı. "Emirlerini bekliyorum, Firavun." "Sen Prenses Merykara'yla
nişanlıydın. En büyük zarara uğrayan sensin. Bir zamanlar Mısır'ın kral sülalesinden bir prenses olan
Heseret Tamose'un bedenini ve hayatını sana teslim ediyorum."
Meren boynuna bir altın zinciri geçirince Heseret haykırmaya başladı. "Ben bir kraliçe ve bir tanrıçayım,
canımı yakmaya cesaret edemezsin."
Genç kadının çığlıklarını kimse umursamadı. Meren, Nefer'e baktı. "Bana herhangi bir sınırlama getiriyor
musunuz majesteleri? Merhamet ve anlayış göstermemi emrediyor musunuz?"
"Onu sana hiçbir sınırlama getirmeden veriyorum. Hayatı sana aittir." Meren belindeki kından kılıcını
çıkardı ve zincirinden çekerek Heseret'i ayağa kaldırdı. Bir şeyler geveleyen ve hıçkıran kadını
sürükleyerek çadırdan çıkardı. Kimse arkalarından gitmedi.
Hepsi sessizce oturdular ve keten duvarların ötesinde Heseret'in hıçkırıklarını, yakarışlarını ve
yağcılıklarını dinlediler. Birden bir sessizlik olunca hepsi dikkat kesildiler. Derken kulak zarlarını yırtan tiz
bir çığlık duyuldu ve başladığı kadar ani son buldu.

-537-
-536-


Mintaka her iki eliyle yüzünü örterken Nefer sağ eliyle kötülükleri def işareti yaptı. Ötekiler öksürdüler ve
huzursuz şekilde kıpırdadılar.
Derken çadırın ağzını örten perdeler aralandı ve Meren tekrar çadıra girdi. Sağ elinde kılıcını, sol elinde
de korkunç bir cisim tutuyordu. "Adalet yerine gelmiştir majesteleri," dedi ve sahte firavun Naja Kiafan'ın
karısı Heseret'in kesik başını gür saçlarından tutarak yükseğe kaldırdı.
Mintaka, Avaris'e doğru uzun yolculuğa girişebilmek için yeterince iyileşene kadar beş gün daha geçti.
Taita'yla Nefer buna rağmen, ilerlerindeki engebeli yolun sarsıntılarına ve hoplamalarına dayanabilmesi için
tahtırevanda taşınmasında ısrar ettiler. Ağır ağır yolculuk ettiler ve on beş gün sonra ulaştıkları yamaçtan
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 440
kıraç toprakların ötesinde Nil'in yeşil vadisini gördüler.
Nefer, Mintaka'nın tahtırevandan inmesine yardım etti, yoldan sonraki kısa mesafeyi birlikte yürüdüler,
böylece baş başa kalıp eve dönüşün bu mutlu anının birlikte tadını çıkarabileceklerdi. Oraya gelmelerinin
üzerinden kısa bir zaman geçmişti ki Nefer ayağa kalkıp gözlerine ellerini siper etti.
Mintaka, "Bir şey mi oldu sevgilim?" diye sordu.
Nefer, "Ziyaretçilerimiz var," dedi, kızın rahatsız edilmelerine sıkıldığını belli etmesi üzerine hemen ekledi.
"Bu ziyaretçiler her zaman başımızın tacı."
Onlara yaklaşan uyumsuz iki kişiyi görünce Mintaka da gülümsedi. "Ta-ita. Ve de Meren! Ama ne garip
kıyafet bunlar?"
Erkeklerin ikisi de basit entariler giymişlerdi, ayaklarında da sandal ayakkabılar vardı. Sırtlarında ise
kutsal kişilerin yolculuğa çıktıkları vakit yanlarına aldıkları deri heybeler taşıyorlardı.
Taita açıkladı. "Sizlere veda etmeye geldik."
Nefer fena halde bozulmuştu. "Beni şimdi terk edemezsiniz. Taç giyme törenime katılmayacak mısınız?"
Taita, "İsmailiye savaş meydanında taç giymiş sayılırsın," dedi yavaşça.
Mintaka, "Ya düğünümüz!" diye atıldı. "Düğünümüze kalmalısınız."
Taita gülümsedi. "Siz uzun zaman önce evlendiniz. Belki de doğduğunuz günde. Çünkü tanrıların sizi
birbiriniz için yarattığı belli."
Nefer bu kez Meren'e döndü. "Ya sen Kızıl Yol'daki kardeşim ve en yakın arkadaşım ?"
-538-

"Merykara artık gittiğine göre burada benim için bir şey kalmadı. Bunun için de Taita'yla gitmeliyim."
Nefer söylenecek daha fazla bir şey olmadığını, daha fazla sözün bu anın kutsallığını bozacağını biliyordu.
Nereye gittiklerini bile sormadı. Bunu belki onlar da bilmiyorlardı.
Onları kucakladı ve öptü. Sonra Mintaka'yla durup onların uzaklaşmasını ve çölün ışıltılı kumlarının
arasında yavaş yavaş gözden kaybolmalarını seyrettiler. İkisi de aynı üzüntüyle esefi paylaşıyorlardı.
İki siluet en sonunda gözden kayboldukları sırada Mintaka, "Gerçekte gitmiş sayılmazlar," diye fısıldadı.
Nefer, "Orası doğru," diye doğruladı. "Daima bizimle beraber olacaklar."
Prenses Mintaka Apepi, Hathor Tapınağı'nın başrahibesi ve elli yardımcısının arkasından Firavun Nefer
Seti'yle evlenmeye geldi.
Teb'deki sarayın terasında yan yana durup Nil'in taşmış kahverengi sularını seyrediyorlardı. Mısır
ülkesinin bütün canlıları için en verimli mevsimdi.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 441
Mintaka'nın bütün yaraları kapanmış, çektiği eziyetleri tümüyle atlatmıştı. Tekrar kavuştuğu güzelliği hatta
bu mutlu anında belki on kere katlanmıştı.
Sanki bütün Mısır bu düğünde hazır bulunmaya gelmişti. Kalabalıklar nehrin her iki yakasında göz
alabildiğince uzayıp gidiyordu. Çift birbirine sarılıp Nil suyuyla dolu kâseleri kırınca göklere yansıyan
bağırışlar tanrıları bile şaşırtmış olmalıydı. Nefer Seti bundan sonra yeni kraliçesini elinden tutarak
güzelliğini halkına gösterdi, onlar da dizüstü çöküp ona bağlılıklarıyla sevgilerini ağlayarak ve bağırarak
ilan ettiler.
Bu kalabalık topluluğun arasına birdenbire bir sessizlik çöktü ve bütün gözler, sarayın yukarsındaki gök
kubbesinde dikkati çeken minik kara nokta-
ya çevrildi.
Sessizlik arasında birdenbire bir kral şahinin vahşi çığlığı duyuldu ve kuş maviliklerin arasından dalışa
geçti. Sonunda tam şiddetle çarpışacakları sırada şahin kanatlarını sonunda kadar açtı ve Firavun'un
tepesinde sanki asılı kaldı. Nefer sağ kolunu kaldırıp ileri uzattı, görkemli kuş da bir tüy kadar hafif bir
hareketle onun yumruğunun üstüne tünedi.
-539-

On binlerce gırtlaktan fırtınalı bir gündeki denizi andıran bir ses mucizeyi selamladı. Fakat Nefer'in bakışı
kuşun sağ ayağının kıvrık büyük pençelerinin yukarsına geçmiş som altından ince halkaya takıldı. Değerli
metale hakkedilmiş sembolü tanıyınca genç hükümdarın kalbi heyecanla çarpmaya başladı.
"Krallık simgesi bu!" diye fısıldadı. "Bu yabani bir kuş değil. Babamın şahini Nefertem bu. En büyük
tehlike anlarında beni uyarmaya ve bana rehberlik etmeye o yüzden o kadar sık geldi. Gelen daima
babamın ruhuydu."
"Nefertem şimdi de gerçekten bir hükümdar olduğunu bütün dünyanın önünde kanıtlamaya geldi."
Mintaka sevgili kocasına biraz daha yaklaştı. Gurur ve aşkla ışıldayan gözlerle onun yüzüne bakıyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
 
BÜYÜCÜLER KRALI
Sayfa başına dön 
8 sayfadaki 8 sayfasıSayfaya git : Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Gül Bahçesi :: Kültür & Sanat :: EDEBİYAT-
Buraya geçin: