(¯`•._.•♥♥ROSE GARDEN♥♥•._.•´¯) |
| | BÜYÜCÜLER KRALI | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:52 am | |
| Mintaka daha o gün yazıcıları çağırtarak bir azat beratı hazırlattı ve mülkün malı olan bütün köleleri serbest bıraktırdı, ikinci bir belge ise mülkü olduğu gibi Memphis'de Hathor Tapınağı'nın rahibelerine devrediyordu. Mintaka kıç güvertesinde kızlarıyla birlikte dans ederek, şarkı söyleyerek, bao oynayarak ve bilmeceler hazırlayarak derdini unutmaya çalıştığı vakitler Trok da onlara katılmaya çalışıyordu. Kızlardan ikisine onunla Üç Kırlangıcın Uçuşu'nu dans ettirdikten sonra Mintaka'ya döndü. "Bana bir bilmece sor, prenses." Genç kız, "Bir yaban öküzü gibi kokan, bir yaban öküzüne benzeyen ve ceylanlarla zıpladığı zaman bunu bir yaban öküzünün zarafetiyle yapan kimdir?" diye tatlı tatlı sordu. Kızlar kıkırdarken Trok suratını astı ve kıpkırmızı kesildi. "Bağışlayın, prenses, bu bilmece bana göre fazla karmaşık," diye karşılık vererek subaylarına katılmak üzere uzaklaştı. Ertesi gün hakareti bağışlamış, fakat unutmamıştı. Samalut köyünde demir attıklarında akrobat ve çalgıcılardan oluşan gezici bir grubu Mintaka'yı eğlendirmeleri için gemiye getirtti. Hokkabazlardan biri hoş konuşan yakışıklı bir gençti. Bununla birlikte, el çabukluğu repertuvarı bayat, bunları uygulaması ise incelikten yoksundu. Grubun Hathor Antlaşması'nın sağladığı barıştan yararlanarak Güney Firavun'unun sarayında kendini göstermek için Teb yolunda olduğunu öğrenir öğrenmez Mintaka, adamların numaralarına bayıldı ve özellikle adı Laso olan hokkabaza hayranlık gösterdi. Gösteriden sonra oyuncuları şerbet içmek ve ballı hurma yemek için onlara katılmaya davet etti. Hokkabaza ayaklarının dibindeki yastıkların üstüne oturmasını işaret etti. Genç adam prensesin ona duyurduğu huşuyu çok geçmeden aşarak onu neşeyle güldüren öyküler anlatmaya girişti. Mintaka kızlarının gevezelikleriyle gülüşlerinin sağladığı karışıklıktan yararlanarak Laso'dan Teb'e vardığı zaman ünlü Büyücü Taita'ya tarafından bir mesaj götürmesini rica etti. Prensese hayranlığının etkisindeki Laso hemen razı oldu. Mintaka görevin gizliliğini ve nezaketini vurguladıktan sonra, genç adamın eline küçük bir parşömen rulosu sıkıştırdı, Laso da bunu hemen eteğinin altına gizledi. Oyuncuların karaya çıkmalarını seyrederken genç kız içinde yoğun bir ferahlama hissediyordu. Ne zamandır Taita'yla Nefer'e bir uyarı mesajı iletmek için çareler arıyordu. Parşömende Nefer'e olan aşkını tekrar ediyor, ayrıca Na-ja'nın cinayet planları ve düşman safına katıldığı için artık kız kardeşi Hese-ret'e güvenilemeyeceği konusunda uyarılarda bulunuyordu. Sözlerine devam Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 160 -202- ederek babasıyla erkek kardeşlerinin ölümlerinin altında yatan gerçekleri de anlatıyordu. Son olarak da Trok'un, Nefer'le nişanlı olmasına rağmen onu karısı yapmayı aklına koyduğunu açıklıyor ve bunun olmasını önlemek için Ne-fer'in bütün otoritesini ortaya koymasını istiyordu. Grubun Teb'e ulaşmasının on gün ya da daha uzun bir süre alacağını hesapladı ve uyarısının gecikmemesi için güvertede yere kapanarak Hathor'a dua etti. O gece Balasfura'dakı korkunç olaylardan beri olduğundan daha iyi uyudu. Sabahleyin hemen hemen neşeliydi, kızları da ne kadar güzel göründüğüne dikkati çektiler. Trok ön güvertedeki kahvaltıda ona katılmasında ısrar etti. Yirmi konuk vardı; Trok da Mintaka'nın yanına oturdu. Genç kız bu mecburiyetin keyfini kaçırmamasına ahdetti. Çok anlamlı olarak Trok'u görmezlikten geldi ve bütün çekiciliğiyle esprisini grubun kalan kısmını oluşturan Trok'un ordusunun subaylarına yöneltti. Trok yemeğin sonunda dikkati çekmek için ellerini çırptı ve dalkavukluk derecesindeki bir sessizlikle ödüllendirildi. Trok bundan sonra, "Prenses Mintaka'ya verilmek üzere bir armağanım var," dedi. "Yok canım!" Mintaka omuzlarını silkti. "Bu yeni armağanı ne yapacağım ben?" "Prenses hazretlerinin bunu önceki zavallı armağanlarımdan daha çok beğeneceğine eminim." Trok kendinden o kadar hoşnut gözüküyordu ki genç kız huzursuzluk duymaya başladı. "Cömertliğinizi yersiz buluyorum, lordum." Mintaka adama çok sayıdaki hükümdarlık unvanlarından herhangi birini yakıştırmamaya dikkat ediyordu. "Tebalarınızın savaş ve veba kurbanı binlercesi açlıktan ölüyor ve benden daha büyük ihtiyaçlarla kıvranıyorlar." Trok, "Bu çok özel bir armağan ve ancak sizin için bir değeri olabilir," diye ileri sürdü. Genç kız boyun eğer gibi ellerini iki yana açtı. "Ben sadece sadık tebala-rınızdan biriyim." Alaycı tavrını maskelemeye gerek görmüyordu. "Israr ederseniz, size hayır demek ne haddime." Trok tekrar ellerini çırpınca muhafızlarından ikisi puruvadan güverteye indiler. Tabaklanmamış deriden büyük bir torba taşıyorlardı. Bundan yayılan koku güçlü ve son derece tatsızdı. Kızlardan bazıları tiksintiyle bağırdılar, ama iki asker önünde durunca Mintaka'nın yüzünde bir anlam değişikliği olmadı. -203- Trok başını eğince askerler torbanın ağzındaki şeridi gevşettiler ve için-dekini güvertenin üstüne boşalttılar. Kızlar bu kez dehşetin pençesinde bağırdılar, hatta erkeklerin bazıları bile irkilerek tiksintilerini belli ettiler. Kesik kafa tahtaların üstünden Mintaka'nın ayaklarının dibine yuvarlandı ve şaşkın bir bakışla genç kıza bakakaldı. Uzun siyah lüleler kara renkli bir kandan sertleşmişti. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 161 "Laso!" Mintaka, Teb'e gitmesini istediği mesajını emanet ettiği beceriksiz hokkabazın adını mırıldandı. "Hah! Demek adını hatırlıyorsun." Trok gülümsedi. "Demek numaraları benim kadar seni de etkiledi." Kafa yaz sıcağında çürümeye başlamıştı, kokusu da bunaltıcıydı. Sinekler anında uçup gelerek açık göz yuvarlaklarının içine süründüler. Mintaka'nın midesi ağzına geldi ve güçlükle yutkundu. Laso'nun morarmış dudaklarının arasından bir papirüs parşömeni parçasının sarktığını görüyordu. "Görünen o ki son numarası öncekilerin hepsinden daha eğlenceliymiş." Trok eğilip kana bulanmış parşömeni kellenin ağzından çekip aldı. Onu, mesajı kapayan mührün kendisininki olduğunu Mintaka'nın göreceği şekilde tuttu, sonra da kuzu kebaplarının kızardığı mangalın içine attı. Parşömen çabuk yandı, külleri de gri bir toza dönüştü. Trok kafanın götürülmesini işaret etti. Askerlerden biri kafayı saçlarından tutup kaldırdı, tekrar torbanın içine attı ve alıp götürdü. Oradakilerin hepsi uzun bir süre şokun sessizliğini yaşadılar, sadece kızlardan biri hafifçe ağlıyordu. Trok ciddi bir yüzle Mıntaka'ya döndü. "Prenses hazretleri, anısışad olsun, kutsal babanızın onu bekleyen akıbetle ilgili bir önsezisi olmuş olmalı." Mintaka yanıt veremeyecek kadar perişandı. Trok devam etti. "Trajik ölümünden önce benimle konuştu. Sizi benim korumama verdi. Ona yemin ettim ve onun isteğini kutsal bir görev olarak kabul ettim. Korunmak için başka hiç kimseye başvurmanıza gerek yok. Ben Firavun Trok Uruk sizin yeminli adamınızın." Adam böyle diyerek sağ elini kızın eğik başının üstüne koyarken öbür eliyle başka bir parşömen rulosunu ortaya çıkardı. "Bu, Apepi Hanedanı'ndan Prenses Mıntaka'yla Tamose Hanedanı'ndan Firavun Nefer Seti arasındaki nişanı bozan bildirimdir. Ayrıca, Prenses Minta-ka'yla Firavun Trok Uruk'un evliliklerini onaylayan bir bildiri içermektedir. Bu bildiri Lord Naja tarafından Firavun Nefer Seti adına kabul edilmiş ve mührüy-le onaylanmıştır." Trok ruloyu mabeyincisine uzatarak kesin emir verdi. "Bu -204- bildırıden yüz kopye çıkarılsın ve bu Mısır ülkesinin bütün şehirlerinde ve bütün eyaletlerinde sergilensin." Trok bundan sonra Mintaka'yı iki eliyle tutarak ayağa kaldırdı. "Artık yalnız kalmayacaksın. Seninle ben Osiris Ayı'nın doğmasından önce karıkoca olacağız." Firavun Trok Uruk üç gün sonra Aşağı Krallıktaki başkenti Avaris'e geldi ve vakit kaybetmeden yılmaz bir enerjiyle işe koyularak bütün devlet işlerini ve iktidarın tüm avantajlarını eline almaya başladı. Hathor Antlaşması haberi ve ileriki yılların onlara barış ve refah getirmesi umudu halkı sevinçten deliye çevirmişti. Bununla birlikte, yeni Firavun'un ilk iş olarak orduya önemli miktarda asker toplamaya girişince sevinç yerini şaşkınlığa ve endişeye bıraktı. Piyade alaylarının sayısını ikiye katlamak ve iki bin yeni savaş arabası yaptırmak niyetinde olduğu meydana çıkmakta gecikmedi. Trok'un yüzüne karşı değilse bile herkes birbirine şöyle bir soru soruyordu: Mısır yeniden birleştiğine ve barışa kavuştuğuna göre, Firavun nerede yeni bir düşman bulmayı umut ediyordu? Darı tarlalarıyla meralarda çalışan insanların orduya alınması bir yiyecek kıtlığına ve pazarlarda fiyatların fırlamasına yol Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 162 açtı. Yeni arabalar, silahlar ve askeri donanım için yapılacak harcamalar vergilerin de artırılmasını gerektirecekti. Savaş kışkırtıcılığına, vergilerine ve tanrıları umursamazlığına rağmen Apepi'nin o kadar da kötü bir hükümdar olmadığı yolundaki mırıltılar giderek çoğalıyordu. Trok birkaç haftaya kalmadan nişanlısı Prenses Mintaka'yla taşınmayı tasarladığı Avaris'deki sarayın büyütülmesi ve yenilenmesi çalışmalarının başlamasını emretti. Mimarlar bu çalışmaların iki lakh altına patlayacağını hesapladılar. Mırıltılar daha da çoğaldı. Artan hoşnutsuzluğun bilincindeki Trok, tanrılığını ve tanrılar topluluğuna yükseldiğini ilan ederek karşılık verdi. Avaris'te olağanüstü güzellikteki Seueth Tapınağı'nın yakınındaki seçme bir konumda kendi tapınağının inşaatına da bir hafta içinde başlanacaktı. Trok kendi tapınağının görkem açısından tanrı kardeşininkini gölgede bırakmasına kararlıydı. Mimarlar yine hesap çıkararak tapınağın tamamlanmasının en az beş bin işçi, beş yıl ve yeniden iki lakh altın gerektireceğini bildirdiler. Ayaklanma deltada başladı. Bir yılı aşkın zamandır ücretlerini alamayan bir piyade alayı subaylarını katletmiş ve Avaris üzerine yürüyerek halkı ayaklanmaya ve zalime karşı onlarla birleşmeye çağırmıştı. Trok onları Manaşi ya- -205- kınlarında üç yüz savaş arabasıyla karşıladı ve daha ilk hamlede hepsini doğradı. Beş yüz isyancıyı da hadım ettikten sonra kazığa vurdu. Manaşi köyünün dışında yarım fersah boyunca iki yanına dikildikleri yolu tüyler ürpertici bir ormana dönüştürmüşlerdi. Ayaklanmanın elebaşıları arabaların arkasına iplerle bağlanarak şikâyetlerini anlatmaları için Avaris'e sürüklendiler. Ne yazık ki tutsakların hiçbiri bu yolculuğu sağ olarak tamamlayamadı; engebeli arazide sürüklenmekten derileri ve etleri parçalandığından Avaris'e geldiklerinde insana benzer yanları kalmamıştı. Yirmi fersahlık yola saçılan et ve kemik parçaları başıboş köpeklere, çakallara ve leş kargalarına ziyafet oldu. Bir veya iki yüz asi nasılsa katliamdan kaçarak çölde izlerini kaybettirmişlerdi. Trok zahmet edip onları doğu sınırının ötesinde izletmedi; bu adi iş zaten fazla zamanını almış ve düğününü aylarca geciktirmişti. Sabırsızlığından üç çift atı kullanarak alelacele Avaris'e döndü. Trok kent dışındayken Mintaka iki kez daha Teb'de Taita'ya mesaj yollamaya kalkışmıştı. Habercilerinin ilki haremin hadım ağalarından biriydi: bütün hayatınca tanımış olduğu iyi kalpli, şişman bir zenci. İki krallığın hadımları arasında ırkın veya ülkenin ötesinde özel bir bağ vardı. İki krallığın birbirine girdiği yıllarda bile adı Soth olan hadım, Taita'yla arasındaki bu bağa değer vermiş, onun dostu ve sırdaşı olarak kalmıştı. Ancak Trok'un casusları uyumuyordu. Soth hiçbir zaman Assyut'a ulaşamadı ve deri bir torbanın içinde can çekişir halde geri getirildi. Ama başı kaynar suyla dolu bir kazana daldırılınca öldü. Eti kaynamaktan dökülmüş, kemikleri ağartılmış ve cilalanmış, göz oyukları da lapis taşlarıyla doldurulmuş olan kafatası Firavun Trok'un özel bir armağanı olarak Mintaka'ya getirildi. Bundan sonra Mintaka başka bir haberci görevlendirmeyi ve o kişiyi belki de korkunç bir ölüme mahkûm etmeyi göze alamadı. Öyleyken, hanımının aşkından haberli olan Libyalı köle kızlarından biri mesajını götürmeye gönüllü oldu. Bir gözü şaşı, burnu da iri olduğu için Tha-na kızların içinde en güzellerinden biri değildi, ama sadık, Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 163 sevecen ve doğru sözlüydü. Kızın önerisi üzerine Mintaka onu ertesi gün Teb'e yolculuk edecek bir tüccara sattı. Tüccar Thana'yı yanında götürdü, Ama üç gün sonra kız sınır muhafızlarının birinin arabasının tekerine el ve ayak bileklerinden bağlı olarak Avaris'e dönmüş bulunuyordu. Manaşi'den dönüşünde Trok, Thana'nın icabına baktı; kızı aşkla ölüme mahkûm etti. Thana Manaşi saldırısını gerçekleştiren alaya armağan edildi. -206- Dört yüzü aşkın erkek kızı kullandı ve bu, Thana'nın üçüncü gün güneş batarken kan kaybından ölümüne kadar devam etti. Mintaka tam üç gün onun ıcın aralıksız ağladı. ^F Firavun Trok Uruk'un Prenses Mintaka Apepi'yle düğünü, bin yıl önce Mısır'ı fethetmek için bin fersah doğudaki Asur dağlarının ötesindeki ağaçsız steplerden gelen ataları Hiksosların gelenekleri uyarınca yapıldı. Düğün gününün şafağında Prenses Mintaka'nın akrabaları ve kabile üyelerinden iki yüz kişilik bir kafile, genç kızın Avaris'e dönüşünden beri kapalı tutulduğu saltanat dairesine daldı. Bu saldırıyı bekleyen muhafızlar karşı koymadılar. Kabilenin üyeleri Mintaka'yı ortalarına alarak sıkı bir çember halinde at üstünde doğuya doğru götürdüler. Yol alırken bir yandan da bağırarak meydan okuyorlar, sopalar ve çomaklar savuruyorlardı. Keskin kenarı olan tüm silahlar şenlik süresince yasak edilmişti. Gelinin kafilesine bir miktar avans tanındıktan sonra damat kendi kabilesinden, leoparlardan bir kafileyle peşlerine düştü. Kaçaklar aslında kaçmaya niyet etmemişlerdi, takipçiler gözükünce geri döndüler ve kavgaya katıldılar. Kılıçlarla kamalara izin verilmemekle beraber iki kişinin kolu, bacağı kırıldı, birkaçının da kafatası çatladı. Damat bile birkaç yara bere almadan kurtulamadı. Trok sonunda ödülünü elde etti. Bir kolunu beline dolayarak Mintaka'yı yakaladı ve arabasına çekti. Mintaka'nin direnişi kesinlikle rol değildi. Tırnaklarını Trok'un yüzüne geçirdi. Attığı tırmık neredeyse adamın gözüne rastlıyordu, damlayan kanlar ise kostümünün renkli görkemini bozdu. Firavun'un dalkavukları Mintaka'nın vahşice direnişine duydukları hayranlığın etkisiyle, "Sana bir sürü savaşçı oğul verecek!" diye bağırdılar. Çiçeği burnunda gelinin kavgacılığından haz duyan Trok sırıtmakla yetindi. Kızı zafer kazanmış bir komutan edasıyla tapınağına götürdü. Tarikatının yeni atanmış rahipleri orada ritüelin son bölümlerini yerine getirmek için onları bekliyorlardı. Tapınak henüz açık temel çukurlarından ve koca taş bloku kümelerinden ibaretti, ama bu, başrahip Mintaka'yı yeni kocasına iple bağlarken sazlardan örülü bir tentenin altında duran davetlilerin keyfini ya da damadın sevincini gölgeleyemedi. Tören sona erinceTrok, geline öbür değerli mallarından daha çok değer verdiğinin nişanesi olarak güzel bir doru aygır olan sevgili savaş atının boğazını kesti. Hayvan çifteler atarak yere düşerken v | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:53 am | |
| Tören sona erinceTrok, geline öbür değerli mallarından daha çok değer verdiğinin nişanesi olarak güzel bir doru aygır olan sevgili savaş atının boğazını kesti. Hayvan çifteler atarak yere düşerken ve açık şahdamarından da fıskı- Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 164 - 207 - ye gibi kanlar fışkırırken kalabalık bağırarak alkış tuttu ve çifti çiçeklerle kaplı arabaya oturttu. Arabayı saraya doğru sürerken Trok bir koluyla karısını sıkı sıkı tutuyordu. Onun tekrar kaçmaya kalkışmasını göze alamazdı. Yolun iki yanında dizili askerler arabanın etrafını çeviriyor, içeriye tılsım ve uğur gibi armağanlar atıyorlardı. Başkaları geçerken Trok'a şarap dolu kâseler uzatıyorlar, adam da şarapları içeyim derken çoğunu döküyor, şaraplar tuniğinin üstünde tırmalanan yanağından süzülen kanla karışıyordu. Saraya vardıklarında Trok'un üstü başı şarapla kana bulanmıştı. Bir yandan buram buram terlediği gibi, yolculuk ve gelini yakalarken verdiği mücadele yüzünden toz toprak içinde kalmıştı. Şarabın etkisiyle büsbütün kudurmuş, şehvet duygusu doruk noktasına ulaşmıştı. Mintaka'yı kucaklayarak kalabalığın içinden yeni dairelerine götürdü, kapıdaki muhafızlar da kılıçlarını çekerek düğünün konuklarının daha ileriye geçmelerini engellediler. Konuklar buna rağmen dağılmayarak sarayı kuşattılar. Bağırarak damada güya moral veriyorlar, geline de bayağı öğütlerde bulunuyorlardı. Trok yatak odasında Mintaka'yışilteyi örten koyun postunun üstüne fırlattı. Kılıç kemerinin tokasını açmak için iki eliyle birden mücadele ediyor, toka açılmadıkça küfürü basıyordu. Mintaka yatağa çarpınca inindeyken bir gelinciğin ürküttüğü bir tavşan gibi hoplayıp kendini aşağı attı. Teras kapılarına koşup açmaya çalıştı. Kapıların dışına Trok'un emri üzerine sürgü demirleri konulmuştu. Genç kız çaresizlik içinde kapının aynasını tırnaklarıyla koparmaya çalıştı, ama tahta kalın ve sağlam olduğundan sarsılmadı bile. Trok en sonunda kılıç kemerinden kurtulabilmişti, kın takırtılar arasında fayansların üstüne çarptı. Erkek sendeleyerek kızın üzerine geldi, "istediğin kadar çırpın, güzelim," diye geveledi. "Sen tekmeler atıp bağırdıkça erkekliğim daha da yanıp tutuşuyor." Bir kolunu Mintaka'nın beline doladı, öbürüyle de kızın memelerinden birini avuçladı. "Aman tanrım, ne olgun ve sulu meyvedir bu?" Kılıcın kabzasıyla arabanın dizginlerinin nasırlaştırdığı parmaklarıyla kızın göğsünü sıktı. Duyduğu acıdan çılgına dönen Mintaka bağırmaya ve erkeğin kollarının arasında çırpınmaya başladı. Bu arada Trok'un gözlerine doğru bir hamle daha yaptı. Fakat erkek onun bileğini yakaladı. "Bana bir daha o numarayı yapamayacaksın," diyerek kızı havaya kaldırdığı gibi yatağa geri götürdü. Mintaka, "Maymun!" diye bağırdı. "Pis kokulu, kıllı maymun. İğrenç hayvan." -208- "Ne tatlı bir aşk şarkısı söylüyorsun, güzelim. Beni ne kadar arzuladığını duydukça erkekliğim bir kat daha kabarıyor." Böyle diyerek kızı yine yatağın üstüne fırlattı ve bu kez göğsünün üstüne bastırdığı kaslı koluyla Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 16 | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:53 am | |
| reketsizleştirdi. Yüzü Mintaka'nınkinin sadece birkaç santim uzağındaydı. Sakalı kızın yanaklarına batıyor, nefesi ekşimiş şarap kokuyordu. Mintaka yüzünü öbür yana çevirdi. Trok sadece güldü ve bir parmağını kızın entarisinin boynuna geçirerek kumaşı bel hizasının altına kadar yırttı. Bundan sonra kızın göğüslerini ortaya çıkardı ve onları birbiri arkasından taze ette kırmızı parmak izleri bırakacak derecede kuvvetle sıktı. Meme başlarını da çimdikledi ve renkleri koyulaşana kadar onları çekiştirdi. Sonra sağ elini Mintaka'nın karnının üstünde gezdirdi. Kalın parmaklarından birini kızın göbek deliğine soktu, arkasından da elini zorla bacaklarının arasına sokmaya çalıştı. Mintaka onu engellemek için bacak bacak üstüne attı. Trok birdenbire doğruldu, kızın belden aşağısının üstüne ata biner gibi oturdu ve debelenememesi için bütün ağırlığıyla bastırdı. Hemen arkasından tuniğini üzerinden koparırcasına çıkardı. Çırılçıplak kaldı. Vücudu savaş, av partileri ve katı oyunlar tarafından biçimlendirilmişti, Mintaka da görüşünün acı, gözyaşları ve korkudan bulanmış olmasına rağmen, geniş omuzları, taşan kasları ve bir Lübnan sedirinin dalları gibi kalın ve güçlü bacakları fark eder gibi oldu. Trok kızı hâlâ altına mıhlayarak karnı Mintaka'nınkini bastıracak şekilde vücuduna çekidüzen verdi, göğsünü örten kaba kıllar bu arada kızın göğüslerini tırmaladı. Kızcağız, erkeğin dev organının karnını dürttüğünü dehşet içinde hissetti. Artık yalnız vakarı ve namusu için değil, aynı zamanda hayatı için savaşıyordu. Erkeğin yüzünü ısırmaya çalıştı, ama keskin küçük dişleri adamın sakalının ötesine geçemedi. Bunun üzerine adamın sırtını tırmaladı, tırnaklarının altı da Trok'un derisinin parçalarıyla doldu, ama adam bunu hissetmiyordu bile. Bir dizini kızın bacaklarının arasına sokmaya çalışıyordu, fakat genç kız bir bacağını ötekine takarak onları adeta kilitlemişti. Vücudunun belden aşağısının her kası korkuyla tiksintiden donmuş, tanrıçanın granit heykeli kadar yol vermez kesilmişti. İkisi de terliyordu, ama erkek daha fazla. Terler vücudundan akarak derilerini yağlıyor, erkeğin dev organı kızın karnının üstünde kayarak bacaklarının birleştiği noktayı zorluyordu. -209- Büyücüler Kralı / F: 14 Trok birden belden yukarsını kaldırdı ve elinin ayasını var gücüyle kızın yüzüne çarptı. Tokat kızın sıkılmış çenelerini sarstı, dudaklarıyla burnunu ezdi. Mintaka ağzına kanların aktığını hissetti ve kafasının içini karanlık kapladı. Trok, "Açıl, kaltak!" diye kızın üstünde soludu. "O sıcak küçük yarığını aç ve beni içeri al." Bir yandan konuşurken kalçalarını bastırıyor, Mintaka da o iğrenç cismin vücudunun üstünde yılan gibi kaydığını hissediyordu. Duyduğu acıya ve kafasındaki karanlığa rağmen, erkeğin vücuduna girmesini önledi, ama uzun zaman dayanamayacağını biliyordu. Trok fazla ağır ve kuvvetliydi. "Hathor, bana yardım et." Mintaka gözlerini kapayıp dua etti. "Güzel tanrıça, bunun olmasına müsaade etme!" Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 166 Erkeğin üstünde inlediğini duydu ve kızın gözleri birden sonuna kadar açıldı. Trok'un yüzü biriken kandan şişmiş ve esmerleşmişti. Mintaka onun sırtını kamburlaştırdığını hissetti; Trok bir yeri ağrıyormuş gibi inliyordu. Gözleri sonuna kadar açılmıştı, ama hiçbir şey görmüyordu ve hücum eden kandan kıpkırmızıydı. Ağzı korkunç bir mağara gibi açılmıştı. Mintaka ne olup bittiğini anlayamıyordu. Bir an tanrıçanın yalvarışını duyduğunu ve kutsal okuyla Trok'u vurduğunu zannetti. Hemen arkasından sıcak bir sıvının midesinin üstüne püskürdüğünü hissetti, sıvı hem de o kadar sıcaktı ki sanki derisini haşladı. Püskürtünün yolu üstünden kaçmaya çalıştıysa da adam fazla ağır ve güçlüydü, iğrenç püskürtü sonunda zayıfladı ve kurudu. Erkek şimdi hareketsiz yatıyor, Mintaka da tekrar harekete geçmesi korkusuyla kımıldayamıyordu. Uzunca bir zaman öylece kaldılar. Neden sonra saray duvarlarının dışında bekleyen kalabalığın çirkin bağrışlarının ikisi de bilincine vardılar. Trok doğrulup altındaki kıza baktı. "Beni rezil ettin, küçük sürtük. Tohumumu boş yere akıttın," diye hırladı. Mintaka daha ne olduğunu anlayamadan erkek onu ensesinden kavradı ve yüzünü beyaz koyun postuna bastırdı. "Korkma," diye hırladı, "bal kâsendekini elde edemediğime göre burnunun kanından yararlanacağım." Mintaka'yı yana itti ve kanayan yüzünden saf beyaz yünün üstüne akan kanın oluşturduğu koyu kırmızı lekeyi beğeniyle seyretti. Sonra ayağa fırladı ve anadan doğma haliyle kepenklerin başına gitti, onları bir tahta çatırdısı arasında tekmeleyerek açtı. Bundan sonra parlak güneş ışığına çıktı. Mintaka çarşafın bir katıyla fildişinden farksız karnının üstünde pıhtılaşan iğrenç salgıyı sildi. Göğüsleriyle bacaklarının üstünde çirkin kırmızı lekeler vardı. Korkusu müthiş bir öfkeye dönüştü. Trok'un kılıç kemeri atıldığı yerdeydi. Kız yavaşça yataktan kaydı ve tunçtan bıçağı kınından çekti. Terasa açılan kapının yanına süründü ve pervaza yapıştı. Trok dışarda halkın kutlamalarını kabul ediyor ve herkesin görmesi için lekeli koyun postunu sallıyordu. "Bayıldı!" diye birine yanıt verdi. "Onunla işim bittiğinde delta bataklığı gibi geniş ve yaş, Sahra kadar sıcaktı." Mintaka parmaklarını ağır kılıcın sapı etrafında kenetledi ve kendini toparlamaya çalıştı. Trok, "Hoşça kalın, dostlarım," diye bağırdı. "O tatlı incirden bir lokma daha almak için içeri giriyorum." Mintaka, erkeğin çıplak ayaklarının fayansların üstünde çıkardığı hışırtıyı duydu, hemen arkasından erkeğin gölgesi kapı aralığına düştü. Genç kız kılıcı her iki eliyle kavradı ve ucunu karın hizasında tuttu. Trok odaya adımını atınca, Mintaka hazırlandı, sonra var gücüyle hamle yaparak erkeğin göbeğiyle içinden cinsel organının sarktığı gür siyah çalının yarı yerine nişan aldı. Uzun zaman önce babasıyla ava çıktığı bir gün Apepi'nin, varlıklarından habersiz olan dev bir erkek Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 167 leopara aynışekilde nişan aldığına tanık olmuştu. Vahşi kedi Apepi'nin yayının vızıltısından ürkmüş ve ok hedefini bulmadan bir saniye önce yana atılmıştı. Trok'da da aynı tehlike ve yaşam içgüdüsü vardı. Kılıç daha hedefini bulmadan yana kaydı. Kılıcın ucu erkeğin kıllı midesinin bir parmak yanından geçti. Ne deriyi yırtmış, ne de kan akıtmıştı. Aynı anda Trok kızın her iki bileğini dev pençelerinden birinin içinde hapsetti. Öylesine sıkıyordu ki Mintaka bileklerindeki kemiklerin çatırdadığını hissetti ve silahın takırdayarak yere düşmesini önleyemedi. Trok onu odanın öbür ucuna sürüklerken gülüyordu, ama çirkin bir gülüştü bu. Kızı buruşmuş ve ter kokan yatağın üstüne savurdu. Tepesine dikilerek, "Artık karımsın," dedi. "Doğurgan bir kısrak ya da bir dişi köpek gibi bana aitsin. Bana itaat etmeyi ve bana saygı göstermeyi öğrenmek zorundasın." Mintaka yüzükoyun yatıyor, erkeği görmemek için yüzünü kirli çarşafa bastırıyordu. Trok kılıcın kınını yatağın yanında attığı yerden aldı. "İtaat etmeyi öğrenmen için sana vereceğim ders senin iyiliğin için," dedi. "Biraz acı çekmen ilerde ikimizi de mutsuzluktan ve ıstıraptan koruyacaktır." Böyle derken kını sağ elinde tartıyordu. Kın deridendi, altın ve elektrum{"> seritleriyle sağlamlaştırılmış ve metalden güllerle süslenmişti. Trok bunu kızın çıplak bacaklarının arkasına çarptı. Kın beyaz derinin üstünde daha koyu kır- EleMrum: Eski çağlarda kullanılan, altın ve gümüşün açık sarı renkli bir alaşımı. - 211 - -210 mızı desenlerle süslü uzun bir iz bıraktı. Mintaka o kadar şaşırmıştı | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:54 am | |
| mızı desenlerle süslü uzun bir iz bıraktı. Mintaka o kadar şaşırmıştı ki elinde olmayarak haykırdı. Trok onun duyduğu acıya güldü ve kını bir kez daha havaya kaldırdı. Mintaka yana kaymaya çalıştıysa da kın önce kaldırdığı sağ koluna çarptı, bir sonraki darbe de omzuna indi. Genç kız bağırmanın önüne geçti ve perişanlığını çirkin bir gülümseyişle gizlemeye çalışırken erkeğe bir vaşak gibi tükürdü. Bu Trok'u büsbütün kızdırdı ve daha da büyük bir kinle vurmaya başladı. Sonunda kızı yataktan aşağı yuvarlandı ve yerde sürünmeye çalışan Min-taka'yı izledi. Kını sırtına indirdi, kız top gibi büzülünce de sırtına, omuzlarına ve kabaetlerine vurmaya devam etti. Düzenli olarak vurmaya devam ederken bir yandan da onunla konuşuyor, vururken sarf ettiği çaba sırasında kelimeleri vurguluyordu. "Bir daha bana el kaldıramayacaksın, hah! Bir daha sana geldiğim zaman, hah! Seven bir eş gibi davranacaksın, hah! Aksi halde, adamlarımdan dördüne seni tutturur ve üzerine binerim. Hah! İşimi bitirince de seni tekrar döverim, hah! Aynen böyle, hah!" Zavallı kız üstüne darbeler yağarken dişlerini sıktı, sonunda daha fazla karşı koyamayacağını hissetti, ama Allahtan ki Trok da aynı anda soluk soluğa kalarak geri çekildi. Lekeli ve tozlanmış tuniğini arkasına geçirdi, kılıç kemerini beline taktı, kılıcını Mintaka'nın kanıyla lekelenmiş kına soktu ve oda kapısına yürüdü. Orada dönüp kıza baktı. "Şunu unutma, karı," dedi. "Ben Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 168 kısraklarımı ya evcilleştiririm ya da Seueth şahidim olsun, altımda ölürler." Bu sözlerden sonra çıkıp gitti. Mintaka başını kaldırıp erkeğin arkasından baktı. Konuşamıyordu. Bunun yerine ağzını tükürükle doldurdu ve erkeğin arkasından tükürdü. Tükürük, şiş ağzından sızan kanla karışarak fayansların üstüne saçıldı. Isis ayının küçülmesinden ancak çok sonra Mintaka'nın yaralarının kabuğu düştü, bereleri de solarak kaymak gibi cildinin üstünde yeşilimsi san lekeler olarak kaldı. Trok bilinçli ya da şans eseri olarak genç kızın dişlerinden birini ya da kemiklerini kırmamış veya yüzünde herhangi bir iz bırakmamıştı. Belalı düğün günlerinden beri onu yalnız bırakmıştı. O zamanın en büyük kısmını güneyde savaşarak geçirmişti. Kısa süreler için Avaris'e döndüğü zamanlar bile karısının yolu üstüne çıkmamaya dikkat etmişti. Belki genç kızın çirkin yaralarından iğreniyor ya da belki kocalık görevini yerine getiremeyişinden dolayı utanıyordu. Mintaka her neyse bu nedenin üstünde fazla durmuyordu, ama adamın hayvansı ilgisinden bir süre için kurtulduğuna seviniyordu. -212- Krallığın güneyinde başka ciddi ayaklanmalar olmuştu. Trok bunlara şiddetle tepki göstermişti. Asilere saldırmış, kendisine karşı gelenleri doğramış, mülklerini sahiplenmiş, ailelerini de köle olarak satmıştı. Lord Naja ayaklananlara karşı girişilen bu operasyonlara katılmak üzere iki alay göndermiş, böylece kuzeni Firavun'a destek olduğu gibi ganimetten de pay almıştı. Mintaka, Trok'un zafer kazanmış olarak üç gün önce Avaris'e döndüğünü biliyordu, ama onu hâlâ görmemişti. Bunun için tanrıçaya şükür duaları ediyordu, ama fazla erken davranmıştı. Dördüncü günde kocasından çağrı aldı. Mintaka devlet konseyinin olağanüstü bir toplantısında hazır bulunmak zorundaydı. Konu o kadar acildi ki hazırlanması için ona yalnız bir saatlik bir süre tanındı. Trok'un mesajında çağrısını yanıtsız bıraktığı takdirde onu meclise zorla sürüklemek üzere muhafızlarını göndereceği uyarısı vardı. Mintaka'nın başka bir seçeneği olmadığından kızları onu giydirdiler. Mintaka düğününden beri bu vesileyle ilk kez halkın karşısına çıkıyordu. Sarayın aşırı süslü olarak yeniden dekore edilen toplantı salonunda Fira-vun'unkinin altındaki kraliçe tahtına otururken özenle yapılmış makyajı sayesinde eskisi kadar güzeldi. Mesafeli gözükmeye ve konuşulanlara ilgisiz davranmaya çalışıyordu. Ama krallığın habercisi gelip çifte tahtların önünde yere kapanınca bu kararından vazgeçti. Genç kız dikkat kesilerek öne eğildi. Trok habercinin selamını başının hareketiyle kabul ettikten sonra getirdiği haberi kalkıp meclise duyurmasını istedi. Haberci ayağa kalkınca, Mintaka adamın büyük bir heyecanın pençesinde olduğunu gördü. Ağzından daha bir tek kelime çıkamadan birkaç kere öksürüp genzini temizlemesi gerekti. En sonunda o kadar titrek bir sesle konuştu ki Mintaka onun ne söylediğini önce anlayamadı. Genç kız sözleri duyuyor, ama bunları kabule yanaşmıyordu. "Kutsal Majesteleri Firavun Trok Uruk, Kraliçe Mintaka Apepi Uruk, devlet konseyinin saygın üyeleri, Avaris halkı ve bu birleşik Mısır'ın vatandaşları, güneyden trajik bir haber getiriyorum. Bunu size söylemek yerine savaşta yüze karşı bir kişi kalarak ölmeyi yeğlerdim." Adam durup yine öksürdükten sonra sesi kuvvetlendi ve netleşti. "Yolculuğu Teb'den itibaren hızlı bir gemiyle nehir aşağı yol alarak tamamladım. Gündüz ve gece yolculuk ederek, ancak kürekçileri değiştirmek için mola vererek on iki günde Avaris'e ulaştım." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 169 Haberci yine durarak çaresizliği anlatan bir hareketle kollarını iki yana açtı. "Geçen ay, Hapi yortusunun arifesinde hepimizin sevdiği ve güvenerek umutlarımızı bağladığımız genç Firavun Nefer Seti Dabba'da sığır katili bir aslanı avlarken aldığı feci yaralar sonucunda öldü." Bu sözler toplu olarak üzün- -213 - tülü iç çekişlerle karşılandı. Konsey üyelerinden biri elleriyle gözlerini örttü ve sessizce ağlamaya başladı. Haberci sessizliğin içinde tekrar sesini duyurdu: "Evlilik yoluyla Tamose Hanedanı'na katılan ve veraset silsilesinde hemen sonra gelen Yukarı Krallığın Naip'i Lord Naja kaybettiğimiz Firavun yerine tahta çıktı. Kiafan adıyla ülkeyi paklıyor, Naja adıyla kendini ölmezliğe taşıyor, Firavun Naja Kiafan adıyla bütün dünyaya korku salıyor." Ölen Firavun adına yas feryatları ve ardı ardına kopan alkışlar salonu doldurdu. Mintaka patırtı arasında haberciye baktı. Yüzü makyajının altında kireç gibi olmuştu, gözlerinin ise irileşmiş ve trajik gözükmesi için rastığa gereksinimi yoktu. Erafında dünyanın karardığını hissetti ve koltuğunun üstünde sallandı. Ne-fer'in ölümünün planlandığını duymasına rağmen, bunun olmayacağına kendini inandırmıştı. Yanında ona yardım eden Taita olunca Nefer'in, Mintaka'nın uyarılarının ona ulaşamamasına rağmen, Naja'yla Trok'un etrafında haince ördükleri hile ve hiyanet ağından her nasılsa kurtulabileceğine kendini inandırmıştı. Trok onu sinsice ve oh olsun der gibi gözlüyor, belli ki duyduğu acıdan zevk alıyordu. Ama Mintaka'nın artık umurunda değildi. Nefer'le birlikte direnme gücü ve nedeni, hatta yaşama arzusu da gitmişti. Tahttan kalktı ve bir uyurgezer gibi salonu terk etti. Kocasının geri dönmesini emretmesini bekliyordu, ama Trok bunu yapmadı. Öbür konukların pek azı genel şaşkınlık ve üzüntü arasında onun gittiğini fark ettiler. Fark edenler zaten onun büyük kederinin bilincindeydiler. Onun bir zamanlar ölü Firavunla nişanlı olduğunu hatırlıyorlar, görgü kurallarına ve protokole gösterdiği bu saygısızlığı bağışlıyorlardı. Mintaka tam üç gün bir lokma bir şey yemeden odasına kapandı. Sadece suyla karışık biraz şarap içti. Herkesin, hatta köle kızlarının bile onu yalnız bırakmasını emretmişti. Hiç kimseyi, hatta Trok'un ona yolladığı hekimleri bile görmeyecekti. Dördüncü günde Hathor Tapınağı'nın rahibesini görmek istedi. Bütün sabahı odada yalnız olarak geçirdiler, ihtiyar kadın saraydan ayrılırken tıraşlı kafasını bir yas nişanesi olarak beyaz salıyla örtmüştü. Rahibe ertesi sabah iki yardımcısıyla birlikte döndü. Bu iki kadın palmiye yapraklarıyla örülmüş büyük bir sepet taşıyorlardı. Sepeti Mintaka'nın önüne koydular, sonra başlarını örterek odadan çekildiler. Rahibe, Mintaka'nın önünde yere diz çöktü ve, "Tanrıçanın yolundan gitmek istediğine emin misin, kızım?" diye yavaşça sordu. Mintaka sadece, "Bu dünyada benim yaşamam için artık hiçbir neden yok," dedi. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 170 Rahibe bir gün önce Mintaka'yı vazgeçirmek için diller dökmüştü, ama şimdi son bir denemede bulundu. "Daha çok gençsin..." Mintaka ince elini kaldırdı. "Başrahibe, belki çok uzun yaşamış değilim, ama bu kısa süre içinde çok kişinin uzun hayatlarında tatmadıkları kadar büyük acılar yaşadım." Rahibe başını eğerek, 'Tanrıçaya dua edelim," dedi. Mintaka gözlerini kaparken başrahibe devam etti: "Kutsal anamız, göğün güçlü ineği, müzikle aşkın kadın efendisi, her şeyi gören, kadirimutlak varlık, seni seven kızlarının dualarına kulak ver." Önlerindeki sepetin içinde bir şey kımıldadı ve nehrin melteminin papirüs yataklarının içindeki hafif hışırtısını hatıra getiren bir ses oldu. Mintaka soğukluğu midesinde hissetti. Bunun ölümün ilk ürpertisi olduğunu biliyordu. Duaya kulak veriyordu, ama düşünceleriyle Nefer'in yanındaydı. Birlikte paylaştıkları o kadar çok şeyi hatırlıyordu ki. Kafasında delikanlının sanki yaşıyormuş gibi bir görüntüsü belirdi. Onun gülümseyişini, güçlü ve düz boynunun yukarsında başını dengeli tutuşunu görür gibi oldu. Öbür dünyadaki korkulu yolculuğunda hangi noktaya eriştiğini merak ediyordu; onun güvenliği için dua etti. Onun cennetin yeşil tepelerine ulaşması ve yakın bir zamanda orada buluşmaları için de dua etti. Pek yakında arkandan geleceğim, sevgilim, diye ona vaat etti. "Kutsal Firavun Trok Uruk'un karısı, sevgili kızın Mintaka bu dünyada fazla acı çekenlere vaat ettiğin lütfü senden niyaz ediyor. Karanlık habercinle buluşmasına ve onun yardımıyla senin koynunda huzura kavuşmasına izin ver, kutsal Hathor." Rahibe duasını tamamladı ve bekledi. Bundan sonraki adımı Mintaka'nın tek başına atması gerekiyordu. Genç kız gözlerini açtı ve onu ilk kez görüyormuş gibi sepete baktı. Her iki elini yavaşça uzatarak kapağı kaldırdı. Sepetin içi karanlıktı, ama orada bir hareket vardı. Ağır, tembelce bir şey halkalanıp çözülüyor, derin bir kuyuya dökülmüş siyah yağ gibi parlıyordu. Mintaka içeriye bakmak için öne eğilince pullu bir kafa onu karşılamak için yavaşça yükseldi. Işığa çıkınca başlık genişledi ve siyah ile fildişi desenli bir kadın yelpazesi gibi açıldı. Gözler cam boncuklar kadar parlaktı. İnce dudaklar kötü bir sırıtışla kıvrılmıştı, tüy gibi siyah dil de dudakların arasında sanki dalgalanıyor, havayı ve önünde oturan kızı kokluyordu. Kızla kobra uzunca bir süre bakıştılar. Yılan bir kez saldıracakmış gibi arkaya sallandı, ama sonra uzun bir sapın ucundaki ölümcül bir çiçek gibi tekrar yavaşça dikild | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:54 am | |
| Dudaklarını öpüşeceklermiş gibi yılanınkilere yaklaştıran Mintaka, "Niçin görevini yapmıyor?" diye sordu. Elini uzattı, yılan da ona yaklaşan parmaklara bakmak için başını çevirdi. Mintaka herhangi bir korku belirtisi göstermedi. Kobranın alabildiğine genişlemiş başlığının arkasını hafifçe okşadı. Kobra da saldıracak yerde, okşanmak için kafasını uzatan bir kedi gibi başını yan çevirdi. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 171 Mintaka, rahibeye, "Ona yapması gerekeni yaptırın," diye yalvardı, ama yaşlı kadın şaşkınlık içinde başını salladı. "Böyle bir şeyi daha önce hiç görmemiştim," diye fısıldadı. "Haberciye elinle vurmalısın. Böylece tanrıçanın armağanını sana ulaştıracaktır." Mintaka geri çektiği elini ileri uzattı. Yılanın kafasına nişan alıp tam vurmak üzereydi ki birden şaşkınlıkla irkildi ve elini indirdi. Ne olduğunu anlayamamış gibi karanlık odada etrafına bakındı, gölgeli köşeleri araştırdı, sonra doğrudan rahibeye baktı. "Yine bir şey mi söylediniz?" diye sordu. "Hiçbir şey söylemedim." Mintaka tekrar elini kaldırdıysa da ses bu kez daha yakından ve daha net olarak geldi. Birden bunun anlamını batıl inançların karıştığı bir korkuyla kavradı ve ensesindeki tüylerin diken diken olduğunu hissetti. "Taita?" diye fısıldayarak etrafına bakındı, ihtiyar adamı ense kökünde görmeyi bekliyordu, ancak odada sepetin önünde diz çökmüş ikisinden başka kimse yoktu. Mintaka bir soruya ya da emre yanıt verir gibi, "Evet!" dedi. Sessizliğe kulak verdikten sonra iki kez başını eğdi ve yavaşça, "Oh, evet!" dedi. Rahibe hiçbir şey duymamıştı, ama mistik bir gücün işe karıştığını biliyor ve anlıyordu. Kobranın yavaşça sepetin içlerine çekilmesine hiç şaşırmadı. Sepetin kapağını kapadı ve ayağa kalktı. Mintaka, "Beni bağışlayın, başrahibe," dedi yavaşça. "Tanrıçanın yolundan gitmeyeceğim. Bu dünyada benim için yapılması gereken çok şey var." Rahibe sepeti yerden aldı ve kıza, 'Tanrıça seni kutsasın ve sonradan sana ölmezlik bahşetsin," dedi. Odanın kapısına doğru çekildi ve Mintaka'yı karanlıkta oturur bıraktı. Genç kız, ihtiyar kadının duyamadığı bir sesi hâlâ dinler gözüküyordu. Taita, Nefer'i Dabba'dan Teb'e Kızıl Şepenn'ın yol açtığı derin uykunun koynunda getirdi. Onları taşıyan gemi sarayın altındaki taş rıhtıma yanaşır yanaşmaz Taita çocuğu, halkın gözüne gözükmemesi için perdeli bir sedyeyle kıyıya taşıttı. Firavun'un kritik durumunun kentte duyulması akıllıca olmazdı. Daha -216- önce bir hükümdarın ölümünün kentte ve tüm ülkede kargaşa yarattığı darı piyasasında yıkıcı spekülasyonlara, ayaklanmalara, yağmalara ve toplumun bütün âdetlerinin ve geleneklerinin çöküşüne neden olduğu zamanlar olmuştu. Nefer saraydaki dairesine yerleştirildikten sonra Taita güvenlik içinde onun üzerinde çalışabildi. İlk endişesi çocuğun bacaklarının önündeki ve alt karnındaki korkunç yırtık ve yaraları tekrar incelemek ve bunlarda bazı ürkütücü değişikliklerin olup olmadığını saptamak oldu. En büyük korkusu bağırsakların delinmiş ve içindekilerin karın boşluğuna sızmış olmasıydı. Öyle bir şey olmuşsa tüm hünerleri bir işe yaramazdı. Sargıları açtı, çocuğun vücudunun deliklerini yokladı, buradaki sızıntılarda dışkı kokusu olup olmadığını araştırdı ve böyle bir şey olmadığını görünce rahatladı. En derin yaralara sirke ve Doğu'nun baharatlarından oluşan bir karışımı püskürttü. Sonra yaraları dikti ve onları tüm Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 172 hünerini sergileyerek sardı, ayrıca üstlerine Lostris'in altın tılsımıyla dokunarak keten sargının her sarılışında torununu tanrıçaya emanet etti. Taita bundan sonraki günlerde çocuğa verdiği uyuşturucunun dozunu azalttı, sonuç olarak da Nefer kendine gelerek ona gülümsedi. "Taita, benim yanımda olduğunu biliyordum," dedi ve hâlâ ilacın sarhoşluğunun pençesinde olduğundan, "Mintaka nerede?" diye sordu. Taita kızın yokluğunun nedenini anlatınca Nefer'in uğradığı hayal kırıklığı çok büyük oldu; bunu gizleyemeyecek kadar güçsüzdü. Taita ayrılığın geçici olduğunu ve pek yakında kuzeye Avaris yolculuğunu yapacak kadar iyileşeceğini söyleyerek onu avutmaya çalıştı. "Naja'nın yolculuğu yapmana razı olması için geçerli bir bahane buluruz," dedi. Nefer'in iyileşmesi bir süre umut verici bir şekilde gelişti. Ertesi gün oturduğu yerde darı ekmeği yiyor ve bezelye çorbası içiyordu. Daha sonraki gün Taita'nın onun için yonttuğu koltuk değnekleriyle birkaç adım attı ve yemeğinde et istedi. Kanını ısıtmaması için Taita kırmızı eti yasakladı, fakat tavuk ve balık eti yemesine izin verdi. Daha sonraki gün Merykara ağabeyini görmeye geldi ve günün büyük bölümünü onun yanında geçirdi. Kızın şen kahkahaları ve çocuksu gevezelikleri Nefer'i neşelendirmişti. Heseret'i sordu ve niçin onun da gelmediğini bilmek stedi. Merykara kaçamak cevaplar vererek onu bir bao oyunu daha oynamaya davet etti. Nefer kız kardeşinin kazanması için bu kez kasten merkez kalesini açık bıraktı. -217- Ertesi gün Balasfura'daki facianın haberi Teb'e ulaştı. İlk gelen raporlara göre Apepi'yle Mintaka | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:54 am | |
| Ertesi gün Balasfura'daki facianın haberi Teb'e ulaştı. İlk gelen raporlara göre Apepi'yle Mintaka dahil bütün ailesinin alevlerin arasında öldüğü yönündeydi. Nefer bu kez kederden yatağa düştü. Taita'nın onun için yine bir uyuşturucu hazırlaması gerekti, ama bacağındaki yaralar birkaç saatin içinde kokuşmaya başladı. Bundan sonraki günlerde durumu daha da kötüleşti, öyle ki çok geçmeden ölümün sınırına geldi. Taita onun yanında oturuyor ve yattığı yerde çırpınmasını ve sayıklamasını seyrediyor, bu arada kangrenin kırmızı çizgileri ateş nehirleri gibi çocuğun bacaklarından yukarıya karnına doğru yayılıyordu. Derken Aşağı Krallıktan gelen bir haberden Mintaka'nın, ailesinin kalan kısmını yutan faciadan kurtulduğu öğrenildi. Taita bu harikulade haberi kulağına fısıldayınca, Nefer anlamış görünerek tepki verdi. Ertesi gün yine çok halsizdi, ama aklı başındaydı ve Mintaka'yla beraber olup onu avutmak için uzun yolculuğu yapacak kadar kuvvetlendiğine Taita'yı inandırmaya çalıştı. Taita onu yavaşça vazgeçirdi, ama Nefer kuvvetlenir kuvvetlenmez Lord Naja'nın gitmesine izin vermesi için tüm nüfuzunu kullanacağına söz verdi. Önünde bu hedef olunca Nefer yine toparlanmaya başladı. Taita onun sırf iradesinin kuvvetiyle ateşi ve kanındaki pis salgıları yenik düşürmesine tanık oldu. Lord Naja kuzeyden dönünce Heseret de aslan tarafından paralanmasından beri ilk kez ağabeyini görmeye geldi. Ona armağan olarak şekerlemeler, petek balı ve renkli akikten nefis bir bao tablasıyla yontulmuş fildişiyle siyah mercandan taşlarını getirdi. Kendisi de çok tatlı ve sevecendi, Nefer'in ıstırap-larıyla yakından ilgileniyor, onu o güne kadar ihmal ettiği için af diliyordu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 173 "Sevgili kocam, Yukarı Mısır'ın Naip'i saygıdeğer Lord Naja onca haftadır burada değildi," diye açıkladı. "Onu o kadar özlemiştim ki keyifsizliğimin senin hastalığını kötü etkilemesinden korktum, sevgili Nefer." Heseret hastanın yanında bir saat kaldı, ona şarkılar söyledi, çoğu skandal niteliğinde olan bazı saray dedikodularını aktardı. Sonunda gitmek için izin istedi: "Kocam, Yukarı Mısır'ın Naip'i uzun süre yanında olmamamdan hoşlanmıyor. Birbirimize o kadar âşığız ki Nefer. Naja harikulade bir erkek, o kadar nazik ve seninle Mısır'a o kadar bağlı ki. Ona sen de benim gibi güven duymayı öğrenmelisin." Heseret ayağa kalktı, arkasından da sonradan aklına gelmiş gibi, "Firavun Trok Uruk'la sevgili kocam Mısır Naibi'nin bazı devlet meseleleri yüzünden Mintaka adlı o küçük Hiksoslu barbarla olan nişanını iptal etmekte anlaştıklarını duyunca rahatlayacaksındır," dedi. "Böylesi zevksiz bir evliliğe mecbur edildiğini du- -218- yunca senin adına ne kadar üzülmüştüm. Kocam olan Yukarı Mısır'ın Naip'i de aynen benim gibi bu evliliğe ilk gününden karşıydı." Kız kardeşi gittikten sonra Nefer bitkin halde yastığının üstüne çöktü ve gözlerini kapadı. Taita biraz sonra yanına gelince onun hastalığının tekrarladığını görerek şaşırdı. Sargıları kaldırınca da çocuğun yaralarındaki enfeksiyonun yine azdığını, en derin yaradan sızan pis kokulu cerahatin ise kalın ve sarı renkte olduğunu fark etti. Gece boyunca hastanın yanından ayrılmadı ve genç Firavun'u çevreleyen kötülüğün gölgelerini uzaklaştırmak için bütün gücünü ve hünerlerini kullandı. Ne çare ki şafak sökerken Nefer komaya girdi. Çocuğun durumu Taita'yı adamakıllı telaşlandırmıştı. Her şey keder ve üzüntüyle açıklanamazdı. Birdenbire kapının dışındaki bir hareket ve gürültü onu hem şaşırttı, hem de kızdırdı. Sessiz olunmasını haykıracakken muhafızlara kenara çekilmelerini emreden Lord Naja'nın otoriter sesini duydu. Naip odaya girdi ve Taita'ya selam vermeden Nefer'in hareketsiz vücudunun üzerine eğildi, soluk ve gergin yüzünü inceledi. Uzunca bir süre sonra doğruldu ve Taita'ya arkasından taraşa gelmesini işaret etti. Taita arkasından dışarı çıkınca Naip'i bakışını nehrin ötesine dikmiş buldu. Nil'in karşı kıyısında bir araba bölüğü manevra yapıyor, bir yandan hız yaparken oluşum değiştiriyordu. Garip olan şu ki Hathor Antlaşması'ndan beri pek çok savaş hazırlığı olmuştu. Taita, "Benimle konuşmak mı istediniz, lordum?" diye sordu. Naja ona döndü. Yüzünde sert bir ifade vardı. "Beni hayal kırıklığına uğrattın, ihtiyar," dedi. Taita başını eğdi, ama yanıt vermedi, "ileriye doğru yolumun, tanrılar tarafından öngörülen kaderimin şimdiye kadar her türlü engelden arınmış olacağını sanıyordum." Taita'ya yine sert sert baktı. "Ama görünen o ki bunu sağlayacak yerde, engellemek için elinden geleni yaptın." "Hepsi numaraydı. Hastamı tedavi ediyormuş rolünü oynadım, oysa gerçekte sizin çıkarlarınızı gözetiyordum. Kendiniz de gördüğünüz gibi Firavun dipsiz uçurumun kıyısında." Taita, Nefer'in yattığı hasta odasını işaret etti. "Giderek söndüğünü siz de görüyorsunuz. Hedefimize ulaşmamıza sadece birkaç adım kaldı lordum. Birkaç güne kalmadan önünüzdeki yol açılacaktır." Ama Naja ikna olmamıştı. "Sabrımın sınırına varmış sayılırım," diye Taita'yı uyardıktan sonra içeri girdi. Yatağın üstündeki hareketsiz vücuda bakmaya bile gerek görmeden hızlı adımlarla odadan çıktı. -219- Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 174 O günün içinde Nefer'in durumu derin bir komayla huzursuz bir ter dökme ve delice sayıklamalar arasında gidip geldi. Bacağının çocuğa dayanılmaz bir ıstırap verdiği anlaşılınca, Taita keten sargıları söktü ve bütün bacağının korkunç şekilde şişmiş olduğunu gördü. Yarayı kapatan dikişler gerilmiş ve morarmış etin içme batmıştı. Taita, hayatı böylesine ince bir pamuk ipliğine bağlıyken çocuğu yerinden oynatmaya cesaret edemeyeceğini biliyordu. Son haftalarda o kadar dikkatle tasarladığı planlar sert bir biçimde hareket ettiril-mediği takdirde uygulanamazdı. Bu durumda yaraya müdahale etmek ölümcül bir kan zehirlenmesini göze almak demekti. Ne çare ki başka bir çıkış yolu yoktu. İhtiyar adam aletlerini bıraktı ve bütün bacağı bir sirke solüsyonunun içinde yıkadı. Sonra, uyuşturucunun yüklü bir dozunu daha Nefer'in ağzına akıttı. İlacın etkisini göstermesini beklerken Horus'a ve Tanrıça Lostris'e dua ederek korumalarını istedi. Sonra neşteri eline alarak yaranın dudaklarını bir f arada tutan dikişlerden birini kesti. Etin patlarcasına açılması ve mide bulandırıcı sarı cerahatin sel gibi fışkırması onu bile şaşırttı. Bir altın kaşıktan yararlanarak yaranın içini kazıdı. Metalin yaranın derinlerinde sert bir cisme çarptığını hissedince de fildişinden bir forsepsle yaranın içini karıştırdı ve cismi forsepsin iki ucuyla yakaladı. Sonunda onu yaradan çıkarabildi. Cisme kapı aralığının aydınlığında bakınca aslanın pençesinden kopan, küçük parmak uzunluğunda bir kıymık olduğunu gördü. Hayvan Nefer'i paralarken kopmuş olmalıydı. Cerahatin akması için yaraya altından bir tüp yerleştirdikten sonra bacağı tekrar sardı. Akşam saatleri yaklaşırken Nefer mucize denebilecek şekilde iyi leşme yolundaydı. Ertesi sabah hâlâ halsizdi, ama kanındaki ateş düşmüştü. Taita kuvvetlenmesi için ona bir şurup içirdi ve Lostris'in Tılsımı'nı bacağının üstüne koydu. Öğleyin çocuğun yanında oturup bir karara varmaya çalışırken kepenklerin tırmalandığını duydu. Bunları aralayınca Merykara odanın içine süzüldü. Kızcağız çok üzgündü, ağlamış olduğu belli oluyordu. Taita'nın üze rine atılarak ihtiyarın bacaklarına sarıldı. - "Onlar buraya gelmemi yasakladılar," diye fısıldadı. Onların kimler olduğunu açıklamasına gerek yoktu. Devam etti. "Ama ben terastaki muhafızları tanıyorum, onlar da benim geçmeme izin verdiler." "Yavaş, yavrum." Taita kızın saçlarını okşadı. "Kendini bu kadar hırpalamana lüzum yok." "Taita, onlar Nefer'i öldürecekler." "Onlar dediğin kimler?" "O ikisi." Merykara tekrar hıçkırmaya başladığından yaptığı açıklama kolay anlaşılır gibi değildi. "Benim uyuduğumu, ne konuştuklarını anlamayacağımı düşündüler. Adını ağızlarına almadılar, ama ben Nefer'den bahsettiklerini biliyorum." "Ne söylüyorlardı?" Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 175 "Seni çağırtacaklar. Sen Nefer'i yalnız bırakınca işin uzun sürmeyeceğini söylediler." Küçük kız yutkundu. "Ne kadar korkunç, Taita! Kendi kız kardeşimizle o adam... o canavar." "Ne zaman?" Taita aklını başına getirmek için küçük kızı sarstı. "Yakında. Çok yakında." Merykara'nın sesi düzelmişti. "Nasıl yapacaklarını da söylediler mi prenses?" "Babil'den gelen o cerrah Noom. Naja, onun ince bir iğneyi Nefer'in burun deliğinden beynine sokacağını söyledi. Kanama ya da başkaca bir belirti olmayacakmış." Taita, Noom'u iyi tanıyordu; Teb'deki kütüphanede kırık bacak kemiklerinin doğru tedavisi konusunda uzun uzun tartışmışlardı. Noom, Taita'nın etkili konuşması ve bilgisi karşısında suratına tokat yemiş gibi olmuştu. Taita'nın ününü ve yeteneklerini çok kıskanıyordu. Rakip ve korkulacak bir düşmandı. "Cesaret edip bizi uyarmaya geldiğin için tanrılar seni ödüllendirecekler, Merykara. Ama buraya geldiğin anlaşılmadan gitmen gerekiyor. Eğer senden şüphelenirlerse Nefer'e yapmak istediklerini sana da yaparlar." Küçük kız gittikten sonra Taita bir süre oturup düşüncelerini toparlamaya çalıştı ve planını tekrar gözden geçirdi. Bu işi yalnız başına yapamazdı, başkalarından yardım almak zorundaydı, bunun için de en iyi ve güvenilir olanları seçmişti. O kişiler harekete geçmeye hazırdılar, sadece Taita'nın işaretini bekliyorlardı. Plan artık daha fazla ertelenemezdi. Emri üzerine köleler sıcak su dolu leğenler getirdiler. Taita da Nefer'i tepeden tırnağa yıkadı ve yaralarını tekrar sardı. Bu arada hâlâ kanayan bacağındaki açık yaranın üstüne koyun yününden pansuman yapmıştı. Bu işi bitirince Taita muhafızları kimseyi içeri almamaları için uyardı ve odaya bütün girişleri tıkadı. Bir süre dua etti, sonra mangala günlük atarak kokulu mavi dumanın içinde ölüm ve mezarlıkların tanrısı Anubis'e eski ve çok etkin bir büyü yaptı. -221 - -220- Ancak bundan sonra yeni ve kullanılmamış bir gaz lambasının içinde Anubis'in iksirini hazırlamaya girişti. Karışımı mangalda kanla aynı ısıyı bulana kadar ısıttı ve Nefer'in sakin sakin uyuduğu yatağa götürdü. Çocuğun yavaşça başını döndürdü ve lambanın uzunca ucunu kulağının içine soktu, iksiri yapışkan damlalar halinde ağır ağır kulağın içine akıttı. Fazlasını özenle sildi ve kendi derisine değmemesine dikkat etti. Sonra Nefer'in kulağını küçük bir pamuk topuyla tıkadı ve bunu çok ayrıntılı bir muayene yapılmadıkça görülmeyecek şekilde kulak kanalının içine itti. Kalanını mangaldaki kömürlerin üstüne dökünce iksir birden alev alıp ekşi bir duman salıverdi. Sonra lambayı yağla doldurdu ve fitili yaktı. Lambayı daha sonra odanın bir köşesindeki öbür lambaların yanına bıraktı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.ht | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:55 am | |
| Yatağa döndü ve yanına çömeldi. Soluk aldıkça Nefer'in göğsünün kalkıp indiğini görebiliyordu. Her soluk daha ağırdı, her iki soluğun arası da giderek uzuyordu. Sonunda solunum tamamen durdu. Taita iki parmağını Nefer'in boynunda kulağının altına dayadı ve içerdeki hayat gücünün atışını hissetti. Ama çok geçmeden bu da zayıfladı ve keşfedilmemesi için Taita'nın tüm yetenek ve deneyimini kullandığı minik bir böceğin kanat çırpışından ibaret kaldı. Sol elinin parmaklarıyla kendi boynundaki hayat gücünün atışlarını saydı ve ikisini kıyasladı. Sonunda kendi atışı Nefer'in boynundaki belirli belirsiz bir tek çırpıntıya karşın üç yüz oldu. ihtiyar adam çocuğun gözlerini yavaşça kapadı, cesedin hazırlanması gelenekleri uyarınca göz kapaklarının üstüne birer muska koydu Arkasından üstlerine birer keten şeridi bağladı, ağzının açılmasını önlemek için de çenesinin altından ikinci bir şerit geçirdi. Nefer'in iksirin etkisinde kaldığı her dakika tehlikeyi artırdığı için hızlı çalışıyordu. Sonunda kapıya giderek sürgüyü kaldırdı. "Yukarı Krallığın Naip'ine hemen haber yollayın," dedi. "Firavun'la ilgili korkunç haberi duymak için hemen gelmesi gerekir." Lord Naja şaşılacak bir neşeyle geldi. Prenses Heseret de yanındaydı. Arkalarından Lord Asmor, Asurlu Hekim Noom ve konseyin çoğu üyeleri de geliyordu. Naja ötekilerin saltanat dairesinin dışında beklemelerini buyurdu ve yalnız onunla Heseret odaya girdiler. Taita onları selamlamak için yatağın yanından kalktı. Heseret gösterişli şekilde ağlıyor, gözlerini nakışlı bir keten şalla örtüyordu. Naja yatağın üstünde kaskatı yatan sargılı vücuda baktıktan sonra gözle- rinde bir soruyla Taita'ya döndü. Taita da yanıt olarak hafifçe başını eğdi. Naja gözlerindeki zafer sevincini maskeledikten sonra yatağın yanına diz çöktü. Bir elini Nefer'in göğsünün üstüne koydu ve sıcaklığın yerini yavaş yavaş yayılmakta olan bir soğukluğa bıraktığını hissetti. Naja ölü Firavun'un hami tanrısı olan Horus'a yüksek sesle dua etti. Tekrar ayağa kalktığı zaman Taita'nın üst kolunu kuvvetlice sıktı. "için rahat olsun, Büyücü, senden talep ettiğimiz her şeyi yaptın. Ödülsüz kalmayacaksın." Naja bu sözlerden sonra ellerini çırptı, içeri koşan muhafıza da, "Konsey üyelerini toplantıya çağır," diye emretti. Üyeler ciddi bir yüzle odaya girdiler ve üçer kişilik sıralar halinde yatağın etrafında toplandılar. Naja, "Saygıdeğer Hekim Noom yaklaşsın," diye emretti. "Firavun'un öldüğüne dair Büyücü'nün bildirisini doğallasın bakalım." Sıralar açılıp Asurlu'ya yol verdi. Adamın uzun lüleleri kızgın maşalarla kıvrılmıştı ve omuzlarına dökülüyordu. Sakalı da Babil modasına uygun biçimde kıvrılmıştı. Entarisi yerleri süpürüyordu, yabancı tanrıların simgeleri ve sihirli motif işlemeleriyle bezeliydi. Ölü yatağının yanına diz çökerek cesedi muayene etmeye başladı. İçinden kara kıl kümeleri fışkıran dev bir kancalı burunla Nefer'in dudaklarını kokladı. Daha sonra kulağını Nefer'in göğsüne dayadı ve Taita'nın endişeli kalbinin yüz atışı süresince dinledi. Taita Asurlu'nun yeteneksizliğine çok fazla bel bağlamıştı. Derken Noom entarisinden uzun bir gümüş iğne çekti ve Nefer'in gevşek elini açtı. iğnenin ucunu tırnağın altında derine batırdı ve bir kas tepkisi ya da bir damla kanın belirmesini bekledi. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 177 Sonunda ağır ağır ayağa kalktı. Başını sallarken kıvrık dudağında ve sıkıntılı yüzünde derin bir hayal kırıklığı okunuyordu. Taita gümüş iğneyi kullanması karşılığında kendisine hesapsız ödüller vaat edildiğini tahmin etti. "Firavun öldü," diye bildirdi. Yatağın etrafındakiler kötü gözden ve tanrıların öfkesinden korunma işaretini yaptılar. Lord Naja başını arkaya attı ve ilk yas feryadını salıverdi, arkasında duran Heseret de güzel sesiyle feryadı sürdürdü. Taita yas tutanların yatağın yanından geçip birer birer odayı terk etmelerini seyrederken sabırsızlığını zor frenliyordu. Odada yalnız Naja'yla Heseret, Noom ve Yukarı Krallık eyaletlerinin vezirleri kalınca Taita yine öne çıktı. "Lord Naja, hoşgörünüzü diliyorum. Doğumundan beri Firavun Nefer Seti'nin lalası ve hizmetkârı olduğumu biliyorsunuz. Şimdi ölümünde de ona saygı ve görev -223- - 222 - borçluyum. Ölüsünü Keder Salonu'na götürenin ve orada kalbiyle iç organlarını çıkarmak üzere kesiyi yapanın ben olmama izin verecek misiniz? Bunu bana bahşedebileceğiniz en büyük onur olarak kabul ederdim." Lord Naja kısa bir süre düşündükten sonra olur gibilerden başını eğdi. "O onuru hak ettin. Seni Firavun'un kutsal bedenini cenaze tapınağına götürmek ve kesiti yaparak mumyalama işlemini başlatmakla görevlendiriyorum." Yaşlı savaşçı Hilto, Taita'nın çağırtması üzerine hemen gelmişti. Sarayın kapılarındaki karakolda bekliyordu. Nübyeli şaman Bay'ı ve en çok güvendiği adamlarından dördünü de beraberinde getirmişti. Bunlardan biri Nefer'in çocukluğundaki dostu ve arkadaşı Meren'di. Çocuk şimdi uzun boylu ve berrak bakışlı yakışıklı bir muhafız subayıydı. Taita bu göreve katılmasını ondan özellikle istemişti. Mumya ustalarının cesetleri cenaze tapınağına taşımakta kullandıkları hasır örgülü uzun sepeti hep birlikte taşımışlardı. Boş sepet tahmin ettiklerinden daha ağır çıkmıştı. Taita onları ölüm odasına alır almaz Hilto'ya, "Lütfen çabuk! Her saniye büyük değer taşıyor," diye fısıldadı. O vakte kadar Nefer'i uzun bir beyaz kefene sarmış, yüzünü ketenin gevşek bir katıyla örtmüştü. Adamlar sepeti yatağın yanına bıraktılar ve Nefer'i saygıyla kaldırarak bunun içine koydular. Taita sarsıntıdan incinmemesi için vücudun etrafını besledi, sonra sepetin kapağını kapayarak, "Haydi, şimdi tapınağa," dedi. "Orada her şey hazır." Taita çantasını Meren'e emanet etti ve sarayın koridorlarıyla avlularında hızla ilerlemeye başladılar. Yas ve keder ağlayışları onları izliyordu. Ölü Firavun geçerken muhafızlar silahlarını indirdiler ve yere diz Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlP | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:55 am | |
| çöktüler. Kadınlar ise yüzlerini örttüler ve hıçkırdılar. Bütün lambalar söndürülmüş, mutfaklardaki ateşler de bacalardan duman çıkmaması için örtülmüştü. Girişteki avluda Hilto'nun arabalarından bir bölük beklemedeydi. Sepet öndeki arabanın tabanına bırakıldı ve deri kayışlarla bağlandı. Meren, Taita'nın deriden alet çantasını arabanın önüne koydu, Taita da arabaya binerek dizginlere sarıldı. Koç boynuzları bir ağıt ezgisi tuttururken kafile yürüyüş hızıyla kapılardan çıktı. Firavun'un ölüm haberi kentte veba kadar hızla yayılmıştı. Halk kapıların çevresinde birikmişti, kafile geçerken ağlamalar ve ulumalar aldı yürüdü. Kala- balıklar nehir boyundaki yolun da iki yanına dizilmişti. Kederlerinden uluyan kadınlar, ileri atılarak kutsal lotus çiçeklerini sepetin üstüne savurdular. Taita atları biraz daha hızlandırdı, sonra biraz daha. Sepeti bir an önce tapınağın özel odasına ulaştırmak için sabırsızlanıyordu. Firavun Tamose batıdaki çorak tepelerde bulunan mezarına aylar önce götürüldüğü halde, Nefer'in babasının tapınağı henüz yıkılmamıştı. Nefer için henüz bir tapınak inşa edilmemişti; o kadar gençti ki önünde uzun bir yaşam olduğu varsayılıyordu. Vakitsiz ölümü babası için hazırlanan binanın onun için de kullanılması dışında bir seçenek bırakmıyordu. Tapınağın pembe renkli granitten yüksek duvarları ve sayvanlı kapısı yeşil nehre bakan bir yükseltinin üstüne oturtulmuştu. Alelacele toplaşan rahipler kafileyi selamlamak için bekliyorlardı. Başları yeni tıraş edilmiş ve yağlanmıştı. Taita geniş giriş yolundan geçip arabayı Keder Salonu'na çıkan basamakların dibinde durdurduğunda davullar ve sis-trum'lar ağır bir tempoyla çalınıyorlardı. Hilto'yla savaşçıları sepeti yerden aldılar ve onu omuzlarında dengeleyerek basamakları çıktılar. Yaslı bir ilahi tutturan rahipler de arkalarından geliyordu. Sepeti taşıyanlar Keder Salonu'nun açık duran geniş tahta kapılarının önünde durdular, Taita da rahiplere baktı. "Mısır Naibi'nin lütuf ve otoriteleri sayesinde ben Taita, Firavun'un iç organlarını çıkarmakla görevlendirildim." İhtiyar adam büyüleyici bakışını başra-hibin yüzüne dikti. "Ben bu kutsal görevi yerine getirirken herkes dışarda bekleyecek." Anubis kardeşlerinin arasından şaşkınlık mırıltıları yükseldi. Geleneklere ve kendi otoritelerine aykırı bir davranıştı bu. Fakat Taita bakışını başrahibin gözlerinden ayırmayarak Lostris Tılsımı'nı tutan sağ elini yavaş yavaş yukarı kaldırdı. Başrahip bu tılsımın korkunç gücünü biliyordu. "Mısır Naibi'nin buyurduğu gibi olsun," diye boyun eğdi. "Büyücü görevini yaparken bizler de dua edeceğiz." Taita, Hilto'yla adamlarını kapıdan geçirdi, onlar da sepeti büyük bir ciddiyetle Keder Salonu'nun ortasındaki siyah diyorit taşının yanında yere bıraktılar. Taita, Hilto'ya bakınca saçları kırlaşmış yaşlı komutan büyük bir vakarla kapılara yürüdü ve onları toplaşmış rahiplerin yüzüne kapadı. Sonra Nefer'in yanına koştu. İkisi sepeti birlikte açarak Nefer'in kefenli vücudunu içinden çıkardılar. Sonra onu siyah taşın üstüne yatırdılar. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 179 -225- Büyücüler Kralı / F: 15 -224- Taita, Nefer'in yüzünü örten kumaş katını çekti. Delikanlı tıpkı genç tanrı Horus'un fildişinden bir heykeli gibi solgun ve güzel görünüyordu. Taita onun başını bir yana çevirdi ve Bay'a deri alet çantasını sağ elinin yanına koymasını işaret etti. Taita kutunun içinden fildişinden forsepsi alarak bunun uçlarını Nefer'in kulağının içine soktu ve yün tıkacı çıkardı. Kendi ağzını bir cam kavanozun içinden çektiği lal renkli bir sıvıyla doldurdu ve altın bir tüp vasıtasıyla Anubis'in iksirinin tortularını Nefer'in kulak zarından emip yıkadı. Kulağın içine bakınca herhangi bir iltihap olmadığını görerek rahatladı. Daha sonra kulak deliğine yumuşatıcı bir merhem sürdü ve kulağı yine bir tıkaçla tıkadı. İksirin panzehiri Bay'ın elindeki başka bir şişenin içindeydi. Şişenin kapağını çıkarınca keskin bir kâfuru ve kükürt kokusu yayıldı. Hilto, Nefer'i oturur duruma geçirmelerine yardım etti ve Taita şişenin içindekini Nefer'in ağzına boşalttı. Meren'le ötekiler bu olanları bir şey anlayamadan seyretmişlerdi. Nefer birden şiddetle öksürdü, oradakiler de batıl inançlarından doğan bir korkuyla geriye sıçradılar ve kötülüğe karşı alışılageldik işareti yaptılar. Taita, Nefer'in çıplak sırtına masaj yaptı, delikanlı da yine öksürerek bir miktar sarı safra kustu. Taita, Nefer'i canlandırmak için aralıksız çalışırken Hilto adamlarını yere diz çöktürdü ve bu gördükleriyle ilgili olarak korkunç bir gizlilik yemini ettirdi. Fena halde sarsılan adamlar solgun bir yüzle hayatları pahasına yemini ettiler. Taita kulağını Nefer'in sırtına dayadı, bir süre dinledi, sonra başını eğdi. Çocuğa tekrar masaj yaptı ve bir kere daha dinledi. Bay'a işaret etmesi üzerine genç adam çantanın içinden bir tutam kurutulmuş ot çıkardı ve bunun bir ucunu tapınağın lambalarından biriyle tutuşturdu. Otları Nefer'in burnunun altında tuttu. Delikanlı hapşırdı ve başını öbür yana çevirmeye çalıştı. En sonunda kanaat getiren Taita, Nefer'i tekrar kefenine sardı ve Bay'la Hilto'ya bir işaret daha yaptı. Üç kişi tekrar sepetin başına döndüler. Taita sahte tabanı kaldırıp burada yatan başka bir cesedi ortaya çıkarınca odadakiler şaşırıp kaldılar. Bu ceset de beyaz bir kefene sarılıydı. Hilto, "Gelin! Onu kaldırın!" diye emretti. Taita'nin dikkatli bakışları karşısında ve Hilto'nun sert talimatları uyarınca iki vücudu değiştirdiler. Nefer'i sepetin dibindeki gizli bölmeye yatırdılar, fakat sahte tabanı henüz yerleştirmediler. Bay sepetin yanına çömelip Nefer'in durumunu kontrol etmekle görevlendirildi. Öbürleri yabancı cesedi diyorit platformun üstüne yatırdılar. -226- Taita kefeni sıyırıp Nefer'le aynı yaşlarda ve yapıda bir gencin cesedini meydana çıkardı. Aynı gür siyah Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 180 saçlar onda da vardı. Bu cesedi temin etmek görevi Hilto'ya verilmişti. Ülkenin o günlerdeki ortamında bu iş güç olmamıştı. Eyaletin yoksul dış bölgelerinde veba hâlâ insanları kırıp geçiriyordu. Ayrıca geceleri kentin sokaklarından toplanabilecek dövüş, cinayet ve yol kesen eşkıya kurbanı ölüler de vardı. Hilto bütün bu kaynakları gözden geçirmişti. Sonunda, rastlantı dahi olamayacak mükemmel koşullar altında genç Firavun'un yerine geçecek kişiyi bulmuştu. Muhafızlar Teb'in en nüfuzlu darı tüccarlarından birinin kesesini yürüten bu genci suçüstü yakalamışlar, yargıçlar da suçluyu boğularak öldürülmek cezasına çarptırmışlardı. Genç mahkûm yapı ve görünüş açısından Ne-fer'e o kadar benziyordu ki kardeşi yerine geçebilirdi. Üstelik açlıktan ölenlerle veba kurbanlarından farklı olarak gelişmiş vücutlu ve sağlıklıydı. Hilto kararı yerine getirmekle yükümlü kent muhafızlarının komutanıyla görüşmüş, bu dostça görüşme sırasında ağır üç altın yüzük muhafız başının kesesine girmişti. Sonuçta, hükmün Hilto söyleyene kadar ertelenmesi ve celladın yeteneğinin müsaade ettiği ölçüde mahkûmun vücuduna az zarar verilmesi kararlaş-mıştı. Adalet daha o sabah yerini bulmuş olup ceset henüz soğumamıştı bile. Cesetlerin iç organlarının konulması için ayrılmış kavanozlar holün sonundaki küçük şapelde diziliydi. Taita, Meren'e getirilmelerini ve hemen doldurulmaları için kapaklarının açılmasını emretti. Adam bu işi görürkenTaita cesedi yuvarladı ve sol yanını boydan boya yardı. İnceliğe vakit yoktu. Elini açılan aralığa sokarak bağırsakları çıkardı, sonra her iki elini kullanarak neşteri cesedin vücudunun daha derinlerinde dolaştırdı. Göğüs boşluğuna ulaşmak için önce diyaframı kesti, sonra akciğerlerin, karaciğerin ve dalağın ötesine geçti ve solunum borusunu akciğerlere birleştiği yerinden kesti. Arkasından cesedi yüzükoyun yatırdı ve Meren'e ölünün kabaetlerini ayırmasını emretti, arkasından birkaç darbeyle anüsün büzgen kaslarını çözdü. Göğüsle karnın bütün içindekilerin artık hiçbir bağlantısı kalmamıştı. Taita hepsini tek bir kütle halinde diyorit levhanın üstüne boşalttı. Yüzü bembeyaz olan Meren sendeledi ve elini ağzına yapıştırdı. Taita, Tere değil, leğenin içine," diye sert bir sesle emretti. Meren kuzeyde Firavun Trok'un birlikleriyle asilere karşı savaşmıştı. Bir adam öldürmüş ve savaş alanındaki kıyımdan etkilenmemişti, ama şimdi bir köşedeki taş leğenin başına koştu ve bunun içine gürültüyle kustu. -227- Dirseklerine kadar kana batmış olan Taita karaciğeri, akciğerleri, mideyi ve bağırsakları kümeler biçiminde ayırmaya girişmişti. Bu iş tamamlanınca bağırsaklarla mideyi Meren'in kustuğu leğene götürdü. Mideyle bağırsakların içindekileri akıttıktan sonra kavanozlara doldurdu. Her kavanozu salamura görevi yapan natron tuzuyla doldurarak kapakları mühürledi. Sonra elleriyle kollarını bu amaçla suyla doldurulmuş bulunan bronz leğenlerin içinde yıkadı. Bir ara endişeyle Bay'a baktı. Nübyeli, yara izleriyle örtülü dazlak kafasını eğerek Nefer'in durumu konusunda Taita'nın içini rahat ettirdi, ihtiyar adam kontrollü bir aceleyle çalışarak karındaki kesiği dikti. Sonra yüzünün çizgileri gözden gizlenene kadar kafayı sardı. Bu da olunca, o ve Hilto cesedi nat-ron'la dolu büyük banyo küvetine taşıyarak onu sert alkali karışımına yatırdılar. Cesedin yalnız sargılı kafası bu banyonun dışında kalmıştı. Ceset başı örtülü olarak gelecek altmış gün süresince banyonun içinde kalacaktı. Rahipler bu sürenin sonunda sargıları açacaklar ve cesetlerin değiştirildiği ortaya çıkacaktı. Ama Taita'yla Nefer o zaman çok uzaklarda olacaklardı. Taş platform deri kovalar dolusu suyla yıkanıp Taita'nın aletleri çantaya yerleştirildikten sonra küçük grup gitmeye hazırdı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 181 Taita, Nefer'in yattığı sepetin yanına diz çöktü ve derisinin sıcaklığını ölçmek ve solunumunu kontrol etmek için elini delikanlının çıplak göğsüne dayadı. Solunum ağır ve düzgündü. Bir göz kapağını da aşağı çekerek gözbebeğinin ışığa nasıl tepki verdiğine baktı. Sonuçtan memnun kalınca Hilto'yla Bay'a gizli bölmeyi örtmeleri işaretini verdi. Bu da olup adamlar sepetin kapağını da örtmeye girişince Taita onları durdurdu. "Onu açık bırakın," dedi. "İçinin boş olduğunu rahipler görsünler." Adamlar sepeti tutamaçlarından tutup kaldırdılar, Taita da onları kapıya götürdü. Hilto kapıları açınca rahipler kalabalığı başlarını ileri uzattılar. Boş sepet geçirilirken şöyle bir baktılar, sonra gasp edilen görevlerini devir almak için çirkin bir aceleyle Keder Salonu'na atıldılar. Taita'nın adamları, tapınağın dışında toplaşmış kalabalıklar tarafından önemsenmeyerek sepeti öndeki arabaya taşıdılar, daha sonra da kafile halinde kentin yolunu tuttular. Ana kapılardan kente girince dar sokakları hemen hemen terk edilmiş buldular. Halk ya genç Firavun için dua etmek için cenaze tapınağına akın etmişti ya da Nefer Seti'nin ardılının ilan edilişini beklemek üzere saraya koşmuştu. Hoş, Yukarı Krallığın yeni Firavun'unun kim olacağı hakkında kimsenin şüphesi yoktu. - 228 Hilto arabayı doğu kapısındaki'\ karakola sürdü, sepet de arka kapıdan özel dairesine taşındı. Burada her şey Nefer'i karşılamaya hazırdı. Delikanlıyı dipteki bölmeden çıkardılar. Taita da^Bay'ın yardımıyla Nefer'i tamamen diriltmek için kolları sıvadı. Birkaç saal sonra delikanlı biraz darı ekmeği yiyecek ve balla karıştırılmış sıcak kısrak sütü içecek kadar toparlanmıştı. Taita sonunda Nefer'i bir süre Bay'a emanet etmenin bir sakıncası olmadığına karar verdi ve boş olan dar sokaklarda arabasını sürdü. Aniden ilersin-de çılgınca yaşa ve alkış sesleri duydu. Saray çevresine yaklaşınca yeni Fira-vun'un tahta çıkışını kutlayan yoğun bir kalabalıkla çevrili buldu kendini. "Kutsal Majesteleri Firavun Naja Kiafan'a ölümsüz hayat!" diye içten bir heyecanla uluyorlar ve şarap testilerini elden ele dolaştırıyorlardı. Kalabalık o kadar yoğundu ki Taita, Meren'le birlikte arabayı bırakıp kalan yolu yürümek zorunda kaldı. Sarayın kapılarındaki muhafızlar onu tanıdılar ve geçmesi için kılıçlarının kabzalarından yararlanarak yolu açtılar. Saray arazisine girince Taita büyük salona koştu ve orada da yeni bir dalkavuk kalabalı-ğıyla karşılaştı. Bütün subaylar, saray erkânı ve devlet ileri gelenleri yeni Fira-vun'a sadakat ve bağlılık yemini etmek için beklemedeydiler, fakat Taita'nın ünü ve sinir bozucu bakışı kalabalığın açılarak onun ön sıralara geçmesini garantilemeye yetti. Firavun Naja Kiafan'la kraliçesi salonun ucundaki kapıların öte yanındaki özel odadaydılar. Fakat majestelerinin huzuruna alınmak için Taita'nın sadece kısa bir süre beklemesi gerekti. Naja'nın çifte tacışimdiden başında taşıdığını ve harman döveniyle çoban değneğini göğsünün üstünde çapraz tuttuğunu görerek şaşırdı. Kraliçe Heseret ise yağmurun okşadığı bir çöl gülü gibi parlamıştı. Taita'nın hatırladığı kadar güzel, makyajının altında solgun ve huzurluydu, ustalıkla uygulanan rastık ise gözlerini daha da irileştirmişti. Taita içeri girince Naja etrafındakileri savdı ve çok geçmeden üçü yalnız kaldılar. Yalnızca bu bile büyük bir itibar işaretiydi. Derken Naja harman döveniyle çoban değneğini bıraktı ve gelip Taita'yı kucakladı. "Senden asla şüphe etmemeliydim, Büyücü," derken sesi eskisinden de güçlü ve otoriterdi. "Minnettarlığımı hak ettin." Sağ elinin parmağındaki olağanüstü güzellikte yakutlu bir altın yüzüğü çıkarıp Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:56 am | |
| Taita'nın sağ elinin işaret parmağına geçirdi. "Bu, sevgimin sadece küçük bir nişanesi," dedi. Taita onun nasıl olup da bu kadar kuvvetli bir tılsımı onun eline verdiğine şaşırdı; sadece Naja'nın saçlarından bir perçem veya tırnak kesikleri bundan daha güçlü olabilirdi. -229- Heseret de gelip ihtiyar adamı öptü. "Sevgili Taita, aileme daima sadık ol-muşsundur. Aklından, hayalinden geçmediği kadar çok altının, arazilerin ve gücün olacak." Onca yıldan sonra genç kadın onu ne kadar az tanıyordu. "Cömertliğiniz sadece güzelliğinizin yanında gölgede kalıyor," dedi, Heseret de aptal aptal sırıttı. Taita bundan sonra Naja'ya döndü. "Tanrıların benden talep ettiklerini yaptım, majesteleri. Ama bana pahalıya mal oldu. Görev duygularıma ve kalbimin emirlerine aykırı davranmak hiç kolay olmadı benim için. Nefer'i sevdiğimi biliyorsunuz. Şimdi aynı görev duygusunu ve sevgiyi size borçluyum. Yalnız şimdi bir süre Nefer'in yasını tutmam ve ruhuyla barışmam lazım." Naja, "Ölü Firavun için acı duymaman zaten garip olurdu," diye onayladı. "Benden istediğin nedir, Büyücü? Sadece söylemen yeterli." "Çöle gidip bir süre yalnız kalmam için izninizi istiyorum, majesteleri." Naja, "Ne kadar bir zaman için?" diye sordu, Taita da Firavun'un, Ta-ita'nın elinde olduğunu sandığı ölmezliğin anahtarını kaybetmekten korktuğunu anladı. Taita, "Uzun zaman kalmam, majesteleri," diye onu rahatlattı. Naja kısa bir süre düşündü. Hiçbir zaman acele kararlar veren bir adam olmamıştı. Sonunda içini çekerek üstünde bir yazı kalemiyle bir papirüsün durduğu alçak masaya yürüdü. Hemen bir izin tezkeresi yazdı ve buna özel mührünü bastı. Mührün uzun zaman önce tahta geçmesi beklentisiyle hazırlandığı belliydi. Naja bir yandan mürekkebin kurumasını beklerken, "Nil'in gelecek taşkını başlayana kadar kalabilirsin, ama o zaman yanıma dönmen gerekir. Bu belge istediğin yere yolculuk etmeni ve topraklarımın herhangi bir yerindeki saltanat ambarlarından gereksineceğin her türlü yiyecek ve donanımı almanı sağlayacaktır," dedi. Taita, Firavun'un ayaklarına kapandı, ama Naja bir başka olağanüstü alçakgönüllülükle onu ayağa kaldırdı. "Git, Büyücü!" dedi. "Ama kararlaştırılan günde bize dönerek hak ettiğin ödülleri al." Taita papirüs rulosunu sıkı sıkı tutarak kapıya doğru geriledi ve kutsama hareketlerini yaptı. Ertesi sabahın erken saatlerinde kentin büyük kısmı uyurken ve doğu kapısındaki nöbetçilerin bile esneyerek gözleri kapanırken Teb'den ayrıldılar. -230- Nefer dört at tarafından çekilen bir yük arabasının arkasına yatırılmıştı. Bu yük arabaları Hilto tarafından dikkatle sşçttmişti. Güçlü ve sağlıklı olmakla beraber, hasete ya da dedikoduya yol açacak üstün nitelikleri yoktu. Arabaya en zorunlu yiyecek maddeleri ve bir kez nehir vadisinden ayrıldıktan sonra Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 183 gereksinebilecekleri donanım doldurulmuştu. Hilto zengin bir çiftçi gibi giyinmişti. Meren güya oğlu, Bay da köleleriydi. Nefer arabanın dibindeki samanla doldurulmuş bir şiltenin üstüne, tabaklanmış bir deri perdenin altına yatırılmıştı. Artık tamamen kendine geldiğinden Taita'nın ona bütün söylediklerini anlayabiliyordu. Muhafız çavuş Firavun'un belgesine rağmen işgüzarlık etti. Başındaki kukuleta yüzünden Taita'yı tanımadığından arkasındakileri denetlemek için arabaya tırmandı. Perdeyi çekip de Nefer'in, Taita tarafından resmedilen vebanın şaşmaz kırmızı leke.eriyle beneklenmiş yüzünü görünce çavuş dehşet içinde küfürü bastı. Kötülükleri def etme işaretini yaparak arabadan atlarken o kadar panik halindeydi ki lambasını elinden düşürdü ve ayaklarının dibinde tuzla buz olmasına neden oldu. Dizginleri tutan Hilto'ya, "Gidin buradan!" diye bağırdı. "O pis vebalıyı kentten dışarı çıkarın." Nehir kıyısındaki ovayı aşıp ekili arazilerle çölün sınırını oluşturan tepelere ulaşmalarına kadarki birkaç gün süresince iki kez daha askeri devriyeler tarafından durduruldular. Ama Firavun'un belgesiyle veba kurbanı her defasında kısa bir gecikmeden sonra yollarına devam etmelerini sağladı. Teb'de cesetlerin değiştirilmesinin henüz keşfedilmediği ve alarm verilmediği devriyelerin tavrından belliydi. Taita buna rağmen ancak tepeleri aşıp çöle girdikleri ve doğuda Kızıldeniz'e giden eski ticaret yolunu izlemeye başladıkları zaman rahatlayabildi. Nefer artık arabadaki yatağından aşağı inebiliyor ve kısa sürelerle arabanın yanında topallayarak ilerleyebiliyordu. İnkâr etmesine rağmen bacağının ona hâlâ acı verdiği belli oluyordu, ama çok geçmeden daha rahat ve daha uzun süreler yürümeyi başarabildi. Eski Gallala kentinin harabelerinde üç gün dinlendiler. Su torbalarını acı sulu kaynakta doldurdular ve atların taşlı yolun yorgunluğundan sonra dinlenmesine olanak tanıdılar. Bay'la Taita ayrıca hayvanların içdizleriyle ve toynaklarıyla ilgilendiler. Yola devam edecek kadar dinlendikten sonra bilinen yolu izlemediler; gece serinliğinde yolculuk ederek yalnız Taita tarafından bilinen ve Cebel Naga-ra'ya giden patikaya saptılar. Bay'la Hilto, arkalarında bıraktıkları izleri süpürdü-ler ve oralardan geçtiklerini belli edecek hiçbir işaret kalmadı. -231 - Pırıl pırıl yıldızların aydınlattığı bir gecede mağaraya vardılar. Küçük sızıntıda o kadar çok insanla ata yetecek kadar su olmadığından arabadaki eşya indirilir indirilmez Hilto'yla Bay geri döndüler. Taita'yla Nefer'e hizmet etmesi için Meren'i mağarada bırakmışlardı. Hilto hastalık bahanesiyle birliğinden istifa etmişti, dolayısıyla da her dolunayda Bay'la birlikte geri dönerek Teb'den malzeme, ilaç ve haberler getirmekte serbestti. Cebel Nagara'daki ilk ay çabuk geçti. Nefer'in yaralan temiz ve kuru çöl havasında herhangi bir aksilik çıkarmadan çabuk kapandı, çok geçmeden de delikanlı topallayarak da olsa çöle giderek avlanabildi. Çöl tavşanlarını ürkütüyorlar ve onları fırlattıkları sopalarla deviriyorlardı ya da Taita kaynağın yukar-sında tepenin doruğunda oturuyor ve gizlenme büyüsüne başvurarak ceylan sürülerini okların menziline girecek kadar yakına çekiyordu. Hilto o ayın sonunda Bay'la birlikte Teb'den döndü. Getirdikleri haberlere bakılırsa, Taita'nın hilesi henüz ortaya çıkmamıştı, bütün halkla birlikte Firavun Naja Kiafan da Nefer'in cesedinin Keder Salonu'ndak | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:57 am | |
| Keder Salonu'ndaki natron banyosunda yattığına hâlâ inanıyordu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 184 Hilto'yla Bay aynı zamanda Aşağı Krallıktaki ayaklanmanın ve Firavun Trok'un Manaşi'deki dehşet verici misillemelerinin haberini getirmişlerdi. Na-ja'nın da Trok gibi vergileri artırdığı ve orduya sürekli adam aldığı Yukarı Krallıkta da isyan hareketleri olmuştu. Hilto, "Memlekete barış hâkim olduğu halde, silahlı kuvvetlerin bu kadar artırılmasına insanlar kızıyorlar," diye bildirdi. "Öyle sanıyorum ki silahlı ayaklanmalar yakında Yukarı Krallığa da yayılacak, Naja ise asilerin kuzeyde yapıldığı gibi hakkından gelecektir. İki Firavun'un tahta çıkışlarını alkışlayanların pek yakında fitil fitil burnundan geleceği kesin." Nefer, "Aşağı Krallıktan daha başka ne haberler getirdin?" diye merakla sordu. Hilto ticaret dünyasından haberleri, darı fiyatlarını, Asur'un özel elçisinin Firavun Trok'un sarayına yaptığı ziyareti uzun uzun anlatmaya girişti. Nefer sabırsızlık içinde dinledi, Hilto bitirince ise ."Prenses Mintaka hakkında ne gibi haberler var?" diye bilmek istedi. Hilto şaşırmış göründü. "Özel bir şey bilmiyorum. Avaris'te olduğunu sanıyorum, ama emin olamam." Hilto dönüş yolculuğunda kalabalık bir oriks keçisi sürüsünün izlerine rastlamıştı, Taita'dan bunları izleyip avlamak için izin istedi. Kurutulmuş av hayvanı yiyecek stoklarına katkıda bulunacağından Taita hemen razı oldu. Fakat Nefer'in henüz avcı kafilesine katılacak kadar kuvvetli olmadığını belirtti. Bu delikanlıyı her nedense mutsuz etmedi, hatta avların bulunması, sonra da orikslere yaklaşılınca avcıları gözden gizlemesi için Taita'nın da kafileyle gitmesini önerdi. Mağarada yalnız kalınca Nefer sedir ağacı tahtasından küçük sandıktan Hil-to'nun ona getirdiği papirüs rulolarıyla yazı malzemesini çıkardı ve Mintaka'ya bir mektup yazmaya girişti. Ölüm haberinin şimdiye dek Avaris'e ulaşmış olacağını biliyordu. Mintaka'nın Balasfura'da bütün ailesiyle birlikte ölümüyle ilgili yanlış raporları duyunca çektiği acıları çok iyi hatırlıyor ve genç kızın aynışekilde üzülmesini önlemek istiyordu. Nişanlarını iptal edenin Naja'yla Trok olduğunu, kendisinin onu ölümsüz hayatından daha çok sevdiğini ve onu karısı yapana kadar rahat yüzü görmeyeceğini Mintaka'nın bilmesini istiyordu. Ancak bütün bunların, papirüsün yanlış ellere geçmesi halinde bir anlam taşımaması için yalnız Mintaka'nın anlayabileceği bir dille yazılması gerekiyordu. Genç kızı mektubun başında "Birinci Yıldız" diye selamladı. Adının neden türetildiğini tartıştıkları zaman Nefer'e "Bana Gökyüzü Avcısı'nın üçüncü yıldızının adını vermişler," dediğini Mintaka hatırlayacaktı. Nefer bunun üzerine, "Hayır," demişti, sen üçüncü değil, bütün gökyüzünün birinci yıldızısın." Delikanlı hiyeratik yazının simgelerini büyük bir özenle çizdi -el yazısı sanatında oldu bitti üstün bir yetenek sahibiydi. Mektubu "Dabba'daki Çılgın" diye imzaladı, çölde yalnız oldukları zamanki aykırı davranışlarını ima etmesinin Mintaka'da şüpheye yer bırakmayacağına güveniyordu. O akşam avcılar dönüp de oriks biftekleriyle kendilerine ziyafet çekerlerken Nefer, Hilto'yla konuşmak için uygun bir fırsat bekledi. Taita kamp ateşinin etrafındaki gruptan ayrılıp bir süre çöl gecesinde uzaklaşınca bu fırsatı elde etti. Hilto'nun Teb'den getirdiği malzeme arasında kocaman bira kavanozları da vardı. Taita biradan bir, iki kâse içmişti, ama yaşını gösteren tek tuk işaretlerden biri sıvının içinden geçme hızıydı. Taita konuşulanları duyamayacak kadar uzaklaştıktan sonra Nefer, Hil-to'ya uzanıp, "Senden benim için Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 185 bir iş yapmanı isteyeceğim," diye fısıldadı. "Bana onur vermiş olursunuz, majesteleri." Nefer küçük papirüs rulosunu ona verdi. "Bunu hayatın pahasına koru," diye emretti, Hilto ruloyu şalının altına gizledikten sonra Nefer ona, ruloyu Avaris'te prensese vermesini buyurdu. Son bir uyarıda daha bulundu. "Bunu kimseye söyleme. Büyücü'ye bile. Kutsal yemini eder misin?" Ertesi akşam Hilto'yla Bay havanın serinlemeye başladığı gün batımında Cebel Nagara'dan ayrıldılar. Nefer'e sadakat yeminlerini tekrarladılar, Taita'dan -232- 233 - onları kutsamasını ve korunmaları için bir tılsım istediler, sonra da yıldızların altında yola koyuldular. Atlar kum tepelerinin ilk yamacını tırmandılar ve geceleyin soğuyunca çatırdayan gümüş renkli kayaların arasında uzaklaştılar. Atların önünde yürüyen Bay birden irkilerek vahşi dilinde şaşkınlığını anlatan bir küfür savurdu ve boynundaki aslan kemiğinden tılsıma uzandı. Kayaların arasındaki gölgelerin içinden çıkan garip şekli işaret ediyordu. Hilto ondan da çok telaşlanmıştı. "Kenara çekil, kötücül gölge," diye bağırarak kamçısınışaklattı ve kötülüğe karşı olağan işareti yaptı, sonra da hortlaklarla gulyabanileri kaçırmak için sihirli sözleri geveledi. "Rahat ol, Hilto!" Görüntü en sonunda konuştu. Ay o kadar parlaktı ki taşlık zeminin üstüne uzun bir gölge düşürüyor ve yaratığın başını pota içindeki gümüş eriyiği gibi ışıldatıyordu. "Benim, Büyücü Taita." Hilto, "Sen olamazsın!" diye bağırdı. "Ben Taita'yı gün batımında Cebel Nagara'da bıraktım. Seni tanıyorum. Ölüler diyarından gelmiş korkunç bir hortlaksın ve Büyücü olduğuna bizi inandırmaya çalışıyorsun." Taita yaklaşıp Hilto'nun kamçılı elini yakaladı. "Etimin sıcaklığını hisset," dedi, sonra Hilto'nun elini kaldırıp yüzüne götürdü. 'Yüzüme dokun ve sesimi dinle." Fakat yaşlı savaşçı, ancak Bay aslan kemiğiyle Taita'nın göğsüne dokunduğu, mezar kokup kokmadığını anlamak için nefesini kokladığı, sonunda da olduğunu ileri sürdüğü kişi olduğunu söylediği zaman istemeye istemeye kanaat getirdi. "İyi de bizden önce nasıl buraya gelebıldiniz?" diye inler bir sesle sordu. Bay gizemli bir tavır takındı. "Uzman olanların yöntemleri vardır," dedi ona. "Bu soruyu sormamak daha iyi." Taita gevezeliği kesti. "Hilto, üstünde hepimizi ölümcül bir tehlikeye atacak bir şey var. Ölüm ve karışıklık kokusunu sızdırıyor." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 186 Hilto huzursuz gözüküyordu. "Bunun ne olduğunu bilemiyorum." Taita, "O, Mısır tarafından sana emanet edilen bir şey. Ve bunun ne olduğunu çok iyi biliyorsun." "Mısır tarafından ha." Hilto sakalını kaşıdı ve başını salladı. Taita elini uzattı, Hilto da içini çekti ve daha fazla direnmeden boyun eğdi. Belindeki deri kesesine elini soktu ve parşömen rulosunu meydana çıkardı. Taita bunu onun elinden aldı. "Bundan kimseye bahsetme," diye uyardı. "Kimseye, bizzat Firavun'a bile. Beni duydun mu, Hilto?" "Sizi duyuyorum, Büyücü." Taita papirüsü sağ elinde tuttu ve ona ısrarla baktı. Bir, iki saniye sonra rulonun üstünde minik bir parlak nokta belirdi, bir duman halkalar çevire çevire gece göğünün içinde yükseldi, sonra rulo alev alev yanmaya başladı. Taita ruloyu parmaklarının arasında yanmaya terk etti, oluşan sıcaklık yüzünden suratını ekşitmedi bile ve küllerin toza dönüşmesini seyretti. Hilto, "Bu salt sihir," diye soludu. Bay dudak büktü. "Sadece bir yamağın bile başarabileceği bir numara." Taita kutsamak için sağ elini kaldırdı. "Tanrılar yolculuğunuz süresince sizi korusun," dedi. Ve arabanın takır tukur ilerleyip karanlığa karışmasını seyretti. Taita yine Cebel Nagara'daki mağarada yakılmış küçük ateşin başında çölün soğuğuna karşı ihtiyar kemiklerini ısıtıyordu. Üstü bir koyun postuyla örtülü olarak arka duvarın dibinde uyuyan Nefer'e baktı. Delikanlının onu faka bastırmak için yaptığı acıklı denemeye kızmamıştı. ileri yaşı insanlığını ekşitmemiş veya itirasın acılarına ilişkin anılarını soldurmamıştı, dolayısıyla Nefer'in Mintaka'nın korkusunu giderme arzusunu paylaşıyordu. Bununla birlikte Mintaka'ya karşı sevgi derecesinde bir bağ duyuyordu. Bu acıma hissinin olası sonuçlarını hiçbir zaman Nefer'in yüzüne vurma-yacaktı. Varsın, onun yaşadığını Mintaka'nın yakında öğreneceğini düşünerek içi rahat etsindi. Delikanlının yanına çömeldi ve ona dokunmadan benliğinin en derinlerine sızmaya girişti. Hastası üzerindeki etkisi konusunda uzun deneyimleri olduğundan bunu kolaylıkla başardı. Nefer kıpırdadı, homurdandı ve anlamlı, anlamsız bir şeyler mırıldandı. Taita'nın gücü derin bir uykunun koynundayken bile ona ulaşmış, onu ağ gibi kuşatarak hemen hemen uyanmanın eşiğine getirmişti. Delikanlının vücudu tamamen iyileşmeye doğru epeyi bir yol kat etmişti. Taita daha da derine indi. Ruhu sağlam, yaşadığı sıkıntılar ise ona hiçbir şey kaybettirmemiş. Çabalarımızın bir sonraki aşamasına geçme zamanı yaklaştı. İhtiyar adam tekrar ateşin yanına döndü ve içine birkaç akasya değneği daha kattı. Sonra oturup arkasına yaslandı, ama uyumak için değil. Onun yaşında birine gece bir, iki saatlik uyku yetiyordu çünkü. Amaçladığı, olayların hasıl ettiği cereyanlara zihnini açmaktı. Bunların kimi uzakta, kimi daha yakındaydı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 187 Taita nehirdeki ya da yaşamın içindeki bir kayaymış gibi o cereyanların anafor gibi etrafında dönmesine terk etti kendini. -235- 234- Ertesi ay bir öncekinden daha çabuk geçti, Nefer de bu arada daha kuvvetlendi ve daha huzursuz gözükmeye başladı. Topallaması her gün biraz daha hafifliyordu, sonunda büsbütün kayboldu. Çok geçmeden vadi tabanından tepelerin doruğuna doğru Meren'le yarışıyordu. Bu yarışmalar vahadaki yaşamlarının günlük parçalarından biri oldu. Meren önceleri kolayca kazanıyordu, ama çok geçmeden bu değişti. Hilto'nun gidişinin yirminci gününde şafak sökerken mağaranın ağzından itibaren yarışmaya başladılar ve taşlık vadi tabanında omuz omuza koştular, ama yamaca tırmanışa geçtiklerinde Nefer biraz öne geçti. Yarı yolda kuvvetli bir hamle daha yaptı ve Meren'i arkasında soluk soluğa bıraktı. Tepenin doruğuna varınca arkasına döndü ve zafer sevincini ifade eden bir hareketle ellerini kalçalarına dayayarak Meren'e güldü. Uzun ve gür saçlarışafak esintisinde omuzlarının üstünde uçuşuyordu. Güneş arkasında gökte yükselmekteydi; altın renkli ışıklar başının etrafında bir hale oluşturdular. Taita yarışı aşağıdan izlemişti, dönüp mağaraya gireceği sırada çölün sessizliği içindeki ürkütücü bir ses onu durdurdu. Yüzünü göğe çevirince mavi fonun önünde daire çizen koyu renkli bir nokta gördü ve tanrının kutsal varlığını yakınında hissetti. Ses tekrar duyuldu, gerçi çok hafifti, ama insanın yüreğini titretiyordu: kral şahinin unutulmaz çağrısıydı bu. Nefer de tepenin doruğunda sesi duymuş, nereden geldiğini anlayabilmek için başını çevirmişti. Minik şekli seçebildi ve ona doğru ellerini uzattı. Bu hareket bir emirmiş gibi, şahin inişe geçti ve giderek büyümeye başladı. Ne-fer'e doğru pike yaparken kanatlarının üstünden geçen rüzgârın inlediği duyuluyordu. Kuş bu hızla delikanlıya çarptığı takdirde, etlerini parçalar ve kemiklerini kırardı. Ama şahin yukarıya dönük yüzüne doğru gelirken Nefer irkilmedi bile. Şahin son anda inişini durdurdu ve delikanlının başının yukarsında hareketsiz kaldı. Nefer uzandı, neredeyse kuşun göğsünün ipek gibi parlak, güzel tüylerine dokunacaktı. Taita bir an kuşun yakalanmasına göz yumacağını sandı, ama şahin birden kanatlarının hareketini değiştirerek yükselmeye başladı. O yalnızlık hissi veren güzel çığlığını bir kere daha duyurdu, sonra da güneşe doğru alelacele uçmaya başlayarak sanki o alev topunun içinde kayboldu. Hilto Cebel Nagara'ya yaptığı son ziyaretinde tam ağırlıklı bir savaş yayını beraberinde getirmişti. Nefer, Taita'nın kontrolünde her gün yayla idman -236- Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 188 yapıyor, sırlıyla omuzlarındaki kasları güçlendiriyor, onları silahı kapıp sonuna kadar gererek kolları yorulmadan ve titremeye başlamadan nişan alacak düzeye getirmeye çalışıyordu. Sonra, Taita'nın komutu üzerine yüz metre uzaktaki bir hedefe saplanacak oku salıyordu. Nefer tepenin eteğindeki gizli bir akasya koruluğundan kendine akasya odunundan ağır bir sopa kesti ve elinde kusursuz dengeyi bulana kadar biçimlendirdi, kazıdı ve cilaladı. O ve Taita şafağın serinliğinde geleneksel usulde dövüştüler. Nefer önceleri Taita'nın yaşına saygısından çekingen davran-dıysa da, Büyücü bacaklarını kanattı ve başında koca bir şişe neden oldu. Kızan ve onuru kırılan Nefer bu kez ciddi şekilde saldırıya geçti, ama ihtiyar adam hızlı ve çevikti. Tam zamanında delikanlının sopasının yolu üstünden kaçıyor, sonra korumasız bir dirseğe ya da dize sert bir darbe indiriyordu. Taita kılıçtaki ustalığından pek az şey kaybetmişti. Hilto onlara ağır bir pala koleksiyonu getirmişti. Taita sopalarla dövüş alanında yeterli bir deneyim sahibi olduklarına karar verince, kılıçları ortaya çıkardı ve Nefer'le Meren'i hamle, darbeyi savma, vs. gibi hareketler konusunda eğitti. Onlara her manevrayı elli kez tekrar ettiriyor, sonra yeniden başlatıyordu. Akşam yemeği için egzersizlere ara verdiği sırada Nefer'le Meren'in ikisi de kıpkırmızı olmuşlar ve Nil'in içine düşmüş gibi ter içinde kalmışlardı. Oysa Taita'nın derisi kuru ve soğuktu. Meren buna dikkati çekince ihtiyar adam güldü. "Son salgımı sizler daha doğmadan önce akıtmıştım." Başka akşamlar Nefer'le Meren soyunuyor, vücutlarını yağlıyor ve Taita onlara hakemlik yapıp önerilerde bulunurken ve eğitirken güreşiyorlardı. Meren'in boyu her ne kadar beş parmak daha uzun, omuzlarıyla bacakları daha ağır idiyse de, Nefer'in doğal bir dengesi vardı, Taita da ona hasmının ağırlığını ona karşı kullanmanın yolunu öğretmişti. Her pozisyonda aşağı yukarı eşittiler. Taita'yla Nefer akşamları geç saatlere kadar ateşin başında oturuyor ve tıp-la politikadan savaşla dine kadar her türlü konuda tartışmalar yapıyorlardı. Taita bazen bir teori ortaya atıyor, sonra Nefer'i öne sürdüğü kanıtlı ya da kanıtsız hususlarda boşluklar ya da kusurlar bulmaya davet ediyordu. Bu derslere gizli tuzaklar ve mantıksızlıklar yerleştiriyor, Nefer de büyük bir hevesle bunları keşfediyor ve sorguluyordu. Sonra bao tahtası ve taşların hareketleriyle düzenlerinin içerdiği sonsuz olasılıkları çözmek için kafa patlatmak da hesapta vardı. Taita, "Bao taşları hakkında bilinmesi gereken her şeyi anlayabilsen, hayatın kendisi hakkında da bilinmesi gereken her şeyi bilirdin. Oyunun incelikleri aklı daha büyük gizemleri çözmeye hazırlar," demişti ona. -237- Ay o kadar hızlı geçti ki, Nefer bir gün ölümcül bir yara alan bir ceylanın arkasından koşarken ufukta serabın şekilsizleştirdiği minik bir sarı toz bulutu, altında da nehrin vadisinden dönen bir yük arabasının uzaktaki şeklini seçebildi. Delikanlı anında kovaladığı ceylanı unuttu ve Hilto'yu karşılamak için koşmaya başladı. Hilto her ne kadar adamlarının bedensel yiğitlik gösterilerine alışıksa da, Nefer'in bu yakıcı sıcakta koşarken yaptığı hızdan etkilenmekten kendini alamadı. Delikanlı daha uzaktayken ve hiç de soluk soluğa olmadığı halde, "Hilto!" diye bağırdı. "Tanrılar sevsin seni ve ölümsüz bir hayat sağlasın! Ne haber getirdin?" Hilto sorunun anlamını kavrayamamış gibi davrandı. Nefer yanında yürürken krallıklardaki politik ve Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:57 am | |
| Hilto sorunun anlamını kavrayamamış gibi davrandı. Nefer yanında yürürken krallıklardaki politik ve Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 189 toplumsal olayların uzun soluklu bir anlatısını yapmaya girişti. "Kuzeyde bir ayaklanma daha olmuş. Trok bu kez isyanı bastırmakta daha büyük bir güçlük çekmiş. Üç günlük çarpışmalarda dört yüz kişi kaybetmiş, asilerin yarısı da elinden kurtulmayı başarmış." "Hilto, bunun senden duymak istediğim haber olmadığını biliyorsun." Hiito başının ani bir hareketiyle Bay'ı işaret etti. "Belki de bu bazı konulara değinmek için uygun bir zaman değildir. Daha sonra baş başa konuşsak daha iyi olmaz mı, majesteleri?" Nefer sabırsızlığını frenlemek zorunda kaldı. O akşam mağarada kamp ateşinin etrafında otururlarken Hilto'nun Ta-ita'ya uzun ve ayrıntılı bir rapor daha vermesini dinlemek Nefer için tam bir işkence oldu. Bunun en önemli bölümü, Anubis'in rahiplerinin Keder Salo-nu'ndaki cesedin başındaki sargıları çözünce ölülerin değiştirilmiş olduğunun ortaya çıkmasıydı. Firavun Naja Kiafan, Nefer'in hâlâ hayatta olduğunun halk tarafından öğrenilmesi halinde tahtı tehlikeye düşeceği için, haberin duyulmasını önlemek için elinden geleni yapmıştı. Ne çare ki o kadar çok insan, rahipler ve saray erkânı tarafından öğrenilince bu kadar olağanüstü bir olayın gizli kalması olanaksızdı. Hilto Teb kentinin sokaklarıyla pazarlarında ve çevresindeki kasabalarla köylerde dedikoduların alıp yürüdüğünü bildirdi. Kısmen bu söylentiler nedeniyle her iki krallıktaki huzursuzluk daha da yaygınlaşmış ve birlik kazanmıştı. Asiler kendilerine Mavi Grup adını takmışlardı. Mavi, Tamose hanedanının rengiydi. Naja kendi hanedanının rengi olarak yeşili seçmişti, Trok'unki ise kırmızıydı. Buna ek olarak, Doğu da belalara gebeydi. Mısır Firavunları Huri elçisini efendisi olan Babil Kralı Sargon'a geri yollamışlardı. -238 - Dicle ile Fırat arasındaki güçlü krallığın hükümdarı olan Sargon'un ödediği yıllık verginin yirmi lakh altına yükseltilmesini talep ediyorlardı. Sargon'un bu kadar büyük bir bedele asla razı olmayacağı ortadaydı. Hilto raporuna kısa bir ara verince Taita, "Demek iki krallığın ordularının kuvvetlendirilmesinin nedeni buymuş," dedi. "İki Firavun'un Mezopotamya'nın hazinelerine göz diktikleri apaçık ortada. Fetih peşindeler. Babil'den sonra gözlerini Libya'yla Kalde'ye çevireceklerdir. Bütün dünyaya egemen olmadan durmayacakları kesin." Hilto şaşırmıştı. "Orasını düşünmemiştim, ama haklı olmalısınız." "Nehir kıyısındaki çiftçinin tarlalarını yağmalayan iki Habeş maymunu kadar kurnazlar. Savaşın birleştirici güç olduğunu biliyorlar. Mezopotamya üzerine yürüdükleri takdirde halk da bir vatanseverlik cinnetinin pençesinde arkalarına takılacaktır. Ordu ganimet ve zaferden hoşlanır. Tüccarlar da ticaretin ve kârın artmasına bayılırlar. Savaş, insanlara şikâyetlerini unutturmanın en ideal yoludur." "Evet." Hilto başıyla onayladı. "Şimdi anlıyorum." Taita, "Bu da tabii ki bizim işimize yarar," diye fikir yürüttü. "Sığınacağımız bir yer aramıştım. Eğer Trok ve Naja'yla savaşırsa Sargon bizi seve seve kabul eder." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 190 Hilto, "Yoksa Mısır'ı terk mi ediyoruz?" diye atıldı. Taita açıkladı. "Nefer'in yaşadığını artık bildiklerine göre, Naja'yla Trok peşimize düşeceklerdir. Doğu'ya giden bize açık olan tek yoldur. Mısır'ın dışında uzun zaman kalmayız. İki krallıkta kuvvet ve yandaş toplayana ve güçlü müttefikler bulana dek. Ondan sonra dönüp Firavun Nefer'e ait olan tahtı talep edebiliriz." Bu sözlerin şokunun etkisinden sıyrılır sıyrılmaz hepsi Taita'ya sessizce baktılar. O kadar ilersini düşünmemişler, yurtlarını terk etmek zorunda kalabilecekleri akıllarına gelmemişti. Sessizliği bozan Nefer oldu. "Bunu yapamayız," dedi. "Ben Mısır'dan ayrılamam." Taita ötekilere bakarak çıkmalarını işaret etti. Hilto, Bay ve Meren hemen ayağa kalkıp sırayla mağarayı terk ettiler. Taita bu durumu öngörmüştü. Nefer o çok iyi bildiği inatçı tavrıyla kararını bildirince sorunu çözümlemek için tüm kurnazlığını seferber etmesi gerekeceğini tahmin etmişti. Nefer'i bu tutumundan vazgeçirmenin zor olacağının farkındaydı. Delikanlı bakışını ateşe dikmişti. Taita onu sessizliğini bozmaya -239- r zorlaması gerektiğini biliyordu. Bunu yaptığı zaman Taita'nın konumu kuvvet kazanacaktı. Nefer sonunda, "Bu planını benimle tartışmalıydın," dedi. "Artık bir çocuk değilim, Taita. Bir erkeğim ve Firavun'um." Taita, "Niyetimin ne olduğunu sana söyledim," dedi. Yine sessizlik içinde oturarak ateşin alevlerini seyre daldılar. Taita, Ne-fer'in kararında baş gösteren çatlakları hissedebiliyordu. Delikanlı sonunda yine konuştu." Anlıyorsun ya, Mintaka var." Taita hâlâ bir şey söylemiyordu. İlişkilerinde bir krize yaklaştıklarını içgüdüsel olarak anlıyordu. Bu er veya geç olacaktı, onun için de önlemeye kalkışmadı. Nefer, "Mintaka'ya bir mesaj yolladım," dedi. "Onu sevdiğimi söyledim ve onu terk etmeyeceğime hayatım ve ölmez ruhum adına yemin ettim." Taita sonunda suskunluğunu bozdu. "Seni, onu ve bütün etrafındakiler! ölümcül bir tehlikeye atan delice mesajını Mintaka'nın aldığına emin misin?" "Evet, tabii. Hilto..." Nefer birden durdu ve kamp ateşinin alevlerinin arasından Taita'ya bakarken yüzündeki anlam değişti. Birdenbire yerinden fırlayıp mağaranın ağzına yürüdü. Bir çocuk gibi değil, bir erkek, hem de öfkeli bir erkek gibi hareket ediyordu. O kısa son aylarda tamamen değişmişti. Taita derin bir hoşnutluk duydu. Önlerindeki yol zorluydu, Nefer'in de yeni kavuştuğu gücünün ve kararlılığının tümüne ihtiyacı olacaktı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 191 "Hılto!" Nefer karanlığın içine seslendi. "Gel yanıma." Hilto belki de delikanlının sesindeki yepyeni otoritenin farkına varmıştı ki alelacele koşup Nefer'in önünde bir dizinin üstüne çöktü. "Majesteleri?" diye sordu. Nefer, "Sana emanet ettiğim mesajı yerine verdin mi?" diye sordu. Hilto ateşin yanındaki Taita'ya baktı. Nefer, "Ona bakma!" diye adama çıkıştı. "Soruyu sana soruyorum. Bana cevap ver." Hilto, "Mesajı vermedim," diye itiraf etti. "Niçin vermediğimi bilmek istiyor musunuz?" Nefer, "Ben nedenini çok iyi biliyorum," dedi. "Şunu iyice bil. Gelecekte herhangi bir zamanda bilinçli olarak emirlerimi yerine getirmezsen bunu sana ödetirim." "Anlıyorum," dedi Hilto. "Firavunla her şeye burnunu sokan ihtiyar bir adam arasında yine bir seçim yapman gerekirse, Firavun'u seçeceksin. Anlaşıldı mı?" "Bu öğle güneşi kadar apaçık ortada." Hilto mahcup şekilde başını eğdi, ama içinden gülümsüyordu. "Sorumu atlatıyorsun, Hilto. Söyle, prensesle ilgili ne gibi bir haber getirdin?" Gülümseyiş Hilto'nun yüzünden silindi, ağzını açıp kapadı, Firavun'a kötü haberi vermek için cesaretini toparlamaya çalışıyordu. Nefer, "Konuş!" diye emretti. "Görevini o kadar mı çabuk unuttun?" | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:58 am | |
| "Güzel majestelerim, vereceğim haber hiç hoşunuza gitmeyecek. Altı hafta önce Prenses Mintaka Avaris'te Firavun, Trok Uruk'la evlendi." Nefer granit bir heykele dönüşmüş gibi hareketsiz kaldı. Uzun bir süre mağaradaki tek ses ateşteki akasya odunlarının çıtırdısı oldu. Derken Nefer başka bir şey söylemeden Hilto'nun yanından geçti ve çöl gecesine çıktı. Geri döndüğü zaman şafak doğu göğünde belirli belirsiz bir kızartı halindeydi. Hilto'yla Meren mağaranın dibinde koyun postlarına sarınmışlardı, ama Taita, Nefer'in onu bıraktığı pozisyonda kalmıştı. Delikanlı bir an ihtiyar adamın da uyuduğunu sandı. Ama sonra Taita başını kaldırdı ve ateşin aydınlığında parlak ve tetikte olan gözlerle ona baktı. Nefer, "Ben haksızmışım, sen ise haklıydın. Sana şimdi her zamankinden fazla gereksinimim var," dedi. "Beni terk etmeyeceksin, değil mi?" Taita, "Bunu sorman gereksiz," dedi yavaşça. Nefer, "Onu Trok'la bırakamam," dedi. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 192 "Bırakamazsın." Nefer, Taita'nın karşısındaki eski yerine oturdu, ihtiyar adam derin bir soluk aldı. Fırtına geçmişti. Hâlâ beraberdiler. Nefer kömürleşmiş bir odun parçasını alevlerin daha derinine itti. Sonra başını kaldırıp yine Taita'ya baktı. "Bana uzaktan görmeyi öğretmeye çalıştın," dedi. "Ama bu yeteneği geliştiremedim ben. Yani dün geceye kadar. Orada karanlıkta ve sessizliğin içinde yine Mintaka'yı görmeye çalıştım. Bu kez bir şey gördüm, Taita, ama çok bulanık olarak ve ne olduğunu anlayamadım." Taita, "Ona olan aşkın seni ondan yayılan havaya duyarlı yaptı," diye açıkladı. "Ne gördün?" "Yalnız gölgeler gördüm, ama dayanılmaz bir keder hissettim. Öylesine müthiş bir umutsuzluk hissettim ki kendim de ölmeyi istedim. Ama bunların Mintaka'nın duyguları olduğunu biliyordum, kendiminkiler değil." Büyücüler Kralı / F: 16 -241 - -240 Taita ifadesiz bir yüzle ateşe bakarken Nefer devam etti. "Onu benim için görmeye çalışmalısın. Çok ters bir şey var. Ona artık yalnız sen yardım edebilirsin, Taita." İhtiyar adam, "Sende Mintaka'ya ait bir şey var mı?" diye sordu. "Sana vermiş olabileceği bir armağan ya da herhangi bir simge." Nefer'in eli boynundaki kolyeye gitti. Zincirin ortasında asılı minik altın madalyona dokundu. "Bu benim en değerli hazinem." Taita ateşin üzerinden elini uzattı. "Ver onu bana." Nefer önce durakladı, ama sonra zincirin fermuvarını açtı ve tılsımı avucunda tuttu. "Buna dokunan son parmaklar, benimkilerden başka onunkiler. İçinde saçlarından kesilmiş bir bukle var." "Öyleyse çok güçlüdür. İçinde kızın ruhu var. Ona yardım etmemi istiyorsan, madalyonu bana vermelisin." Nefer ziyneti ona uzattı. Taita, "Burada bekle," diyerek ayağa kalktı. Bütün karanlık saatlerinde bağdaş kurarak oturduğu halde hareketlerinde hiçbir katılık yoktu. Sağlıklı bir genç adam olsa bu kadar olurdu. Şafağa çıktı ve kum tepelerinin doruğuna tırmandı, orada etekliğinin katlarını sıska kalçalarının etrafında topladı ve kuma oturarak yüzünü şafağa çevirdi. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 193 Mintaka'nın madalyonunu alnına bastırdı ve gözlerini kapadı. Yavaşça iki yanına sallanmaya başladı. Güneş ufkun yukarsına tırmandı ve yüzünün ortasına çarptı. Sağ elindeki tılsım kendine özgü, garip bir hayat kazanmıştı sanki. Taita onun kendi kalbinin atışlarıyla uyumlu bir ritmle atmaya başladığını hissetti. İhtiyar adam zihninin kapılarını açtı ve hayatın cereyanlarının serbestçe içeri girmesine ve etrafında büyük bir nehir gibi dönmesine izin verdi. Kendi ruhu da vücudundan sıyrıldı ve yükseklere çıktı. Dev bir kuşun kanadının üstünde taşı-nıyormuş gibi çok aşağısında ülkelerle kentler, ormanlar, ovalar ve çöller gördü. Yürüyüş halinde ordular da gördü. Birlikler, içinde kılıçların ışıldadığı toz bulutları püskürtüyorlardı. Açık denizlerde dalgalarla rüzgârların dövdüğü gemiler gördü. Yağmalanırken yanan kentler gördü, başının içinde garip sesler de duydu ve bunların geçmişle gelecekten olduklarını bildi. Çoktan ölenlerin ve daha doğmamış olanların yüzlerini gördü. Ruhu, çok ilerilere uzanarak tılsımın rehberliğinde ilerledi. Kafasının içinden ona seslendi, Mintaka! Ve tılsımın elinde önce ısındığını, sonra da yaktığını hissetti. Görüntüler yavaş yavaş silindi ve Taita kızın tatlı sesinin ona karşılık verdiğini duydu. "Buradayım. Beni arayan kim?" ihtiyar adam, "Mintaka, benim, Taita," diye yanıt verdi, ama kötü bir kuvvet araya girerek aralarındaki akımı kesti. Mintaka gitmiş, yerini meşum bir varlık almıştı. Taita bütün gücünü bunun üzerinde odaklaştırarak karanlık bulutları dağıtmaya çalıştı. Bunlar gözünün önünde birleştiler ve dikilmiş bir kobra görünümünü aldılar. Nefer'le onun Bir Imm Masara kayalıklarındaki kral şahinin yuvasında karşılaştıkları aynı kötü ruhtu bu. Taita kafasının içinde kobrayla savaştı, onu geri püskürtmek için güçlerini ileriye yaydı, ancak yılanın görüntüsü yenilecek yerde daha da net ve tehdit edici oldu. Taita bunun fiziksel bir belirti olmayıp doğrudan Mintaka'yı hedef alan ölümcül bir tehdit olduğunu birdenbire anladı. İhtiyar adam, genç kıza ulaşmak için kötülük duvarlarını aşmak amacıyla çabalarını katladıysa da, aralarına giren keder ve acı birikimi aşılmaz bir engel oluşturdu. Sonra ansızın ince ve zarif bir elin korkunç pullu kafaya doğru uzandığını gördü. Taita bunun Mintaka'nın eli olduğunu biliyordu. İşaret parmağındaki la-pis yüzüğe prensesin mührü işlenmişti. Taita tüm yaşam gücüyle zehirli yılanı zapt etmeye çalıştı ve hayvanın, kabarmış başlığını okşayan Mintaka'yı ısırmasını önledi. Kobra tıpkı okşanması için başını uzatan bir kedi gibi ona yarım olarak arkasını döndü. "Gerekeni yaptır ona." Taita, Mintaka'nın sesini duydu, tanıdığı başka bir ses de, "Bunu daha önce hiç görmemiştim. Haberciye elinle vurmalısın. Böylece tanrıçanın armağanını sana ulaştıracaktır," diye yanıt verdi. Avaris'teki Hathor Tapınağı'nın başrahibesinın sesiydi bu. Taita anlamıştı. Kederden perişan durumdaki Mintaka tanrıçanın yolundan gitmek üzereydi. "Mintaka!" Taita genç kıza ulaşmaya kendini zorladı ve en sonunda başardı. "Taita," diye fısıldadı Mintaka. En sonunda onun bilincine vardığı için, Ta-ita'nın görüşü genişledi ve her şeyi açıkça görmeyi başardı. Mintaka taş duvarlı bir yatak odasındaydı. Bir sepetin önünde yere diz çökmüştü. Kutsal rahibe yanındaydı, önünde de öldürücü yılan başını yukarı dikmişti. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 194 Taita ona, "O yola girmemelisin," diye emretti. "Sana göre değil. Tanrılar senin için farklı bir yazgı hazırladılar. Beni duyabiliyor musun?" "Evet!" Mintaka yüzünü görebiliyormuş gibi başını ona doğru çevirmişti. "Nefer hayatta. Nefer yaşıyor. Duyuyor musun beni?" -243- -242- "Evet! Oh, evet." "Güçlü ol, Mintaka. Seni almaya geleceğiz. Nefer'le ben seni almaya geleceğiz." İhtiyar adam Mintaka'ya yönelik öylesine yoğunlaşmıştı ki tırnaklarını ta ki kan fışkırıncaya kadar avuçlarına batırdı, ama genç kızı daha fazla zapt edemedi. Mintaka kayıp ondan uzaklaşmaya başladı, görüntüsü bulanıklaştı ve soldu. Fakat Taita, kaybolmasından önce genç kızın gülümsediğini gördü. Sevgi ve yenilenen bir umutla dolu güzel bir şeydi bu gülümseyiş. Taita, "Güçlü ol!" diye onu zorladı. "Güçlü ol, Mintaka!" Sesinin yankıları çok uzaklardan gelirmiş gibi ona geri döndü. Nefer kum tepelerinin dibinde onu bekliyordu. Taita daha yarı yoldayken delikanlı önemli bir şeyin olduğunu anladı. "Onu gördün!" diye bağırdı ve bu bir soru değildi. "Ona ne olmuş?" Taita'yla bir an önce buluşmaya koştu. İhtiyar adam, "Bize ihtiyacı var," diyerek elini Nefer'in omzuna dayadı. Mintaka'nın içinde bulunduğu keder ve umutsuzluk uçurumunu ya da kendisine hazırladığı kaderi delikanlıya açıklayamazdı. Bunu bilmek Nefer'i, sevgililerin ikisini de mahvedebilecek bir çılgınlığa sürükleyebilirdi. Taita, "Haklıymışsın," dedi. "Bu ülkeden ayrılıp Doğu'da bir yere sığınma planlarımızı bir kenara bırakmalıyız. Mintaka'ya gitmemiz gerekiyor. Ona bunu vaat ettim." "Evet!" Nefer hemen onayladı. "Ne zaman Avaris'e doğru yola çıkıyoruz?" Taita, "Bu çok acil bir durum," diye yanıt verdi. "Hemen yola çıkmamız gerekiyor." Avaris'in güneyine düşen bir günlük yoldaki minik Thane garnizonu ve binek değiştirme durağına varmaları on beş günlük zorlu bir yolculuğu gerektirdi. Yol üstünde dört kere atlarını değiştirmişlerdi... uğradıkları askeri garnı zon ve kamplarda bitkin düşmüş atlarını yenilemek ve yiyecekleriyle donanımlarını tazelemek için Naja'nın Taita'ya verdiği resmi istem belgesinden yararlanmışlardı. Cebel Nagara'dan ayrıldıklarından beri planlarını defalarca gözden geçirmişlerdi. Hasımlarının Firavun Trok Uruk olduğunun farkındaydılar. Garnizonlarda görüştükleri subaylar, Trok'un emrinde eğitimli ve Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 195 tam donanımlı yirmi yedi alay ve üç bine yakın savaş arabası bulunduğunu tahmin ediyorlardı. Bu kalabalığa karşı onların elinde sadece yılların hizmetinin izlerini taşıyan, arka tekerleği en uygunsuz zamanda fırlamak üzere olan; kasası iplerle ve deri kayışlarla tutturulmuş bir tek araba vardı. Zaten sadece dört kişiydiler: Nefer'le Meren, Hilto ve Bay. Ama bir de Ta-ita vardı tabii. Hilto, "Büyücü en az yirmi yedi alaya bedel," diye belirtti. "Bu durumda Trok'la eşit güçteyiz." Hilto Thane'deki karargâhın başındaki yüzbaşıyı tanıyordu: Sokko adında saçları kırlaşmış ve yara izleri içindeki yaşlı bir savaşçıydı. Yıllar önce Kızıl Yolu birlikte kat etmişlerdi. Birlikte savaşmışlar, alem yapmışlar, kadınlarla yatmışlardı. Bir saat süreyle oturup eskileri yad ettikten ve bir kâse ekşi birayı paylaştıktan sonra Hilto yüzbaşıya resmi istem belgesini uzattı. Sokko belgeyi baş aşağı tutarak kurnaz bir tavır takındı. Hilto damgaya parmağını bastı. "Firavun'un mührüne baksana." "Benim tanıdığım Hilto'ysan, ki seni tanıdığıma Horus şahidimdir, o güzel resmi sen çizmişsindir." Sokko belgeyi Hilto'ya geri verdi. "Nelere ihtiyacın var seni yaşlı serseri?" Ahırdaki birkaç yüz başlık sürüden taze atlar seçtiler, Taita daha sonra Avaris'teki imalatçılar tarafından yollanmış olan arabaları gözden geçirdi ve içlerinden üç tanesini beğendi. Arkasından taze atları eyerlediler. Thane'den ayrılırlarken Taita eski arabayı sürüyordu. Meren, Hilto ve Nefer birer araba sürüyorlar, Bay ise yirmi yedek atla kafilenin sonunu oluşturuyordu. Doğrudan Avaris yönünü tutturmamışlar, dolambaçlı bir yola saparak kentin doğusuna yönelmişlerdi. Çölün kıyısında Bedevilerle Doğu'ya giden ya da oradan dönen ticaret kervanları tarafından kullanılan küçük bir vaha vardı. Ötekiler Thane'den getirdikleri samanlarla yemi eski arabaya boşaltırken, atları bağlayıp yeni arabaların tekerlek poyralarını yağlarken Taita yakınlarda mola vermiş kervanın Asurlu başıyla pazarlık yapmaya gitti. Bir kucak dolusu kirli, yırtık pırtık giysi ve uzaktaki denizin kıyısında dokunmuş yirmi yünlü halı satın aldı. Halılar işçilik ve malzeme bakımından düşük kaliteliydi, ama Taita onlar için fazlasıyla yüksek bir bedel ödemek zorunda kaldı. Halıları arabaya yüklerlerken, "O Asurlu maymun haydutun teki," diye homurdandı. "Onları ne yapacağız?" Nefer halılara niçin ihtiyaç olduğunu bilmek istedi, ama Taita sorusunu duymamış gibi davrandı. Taita o gece gümüş renkli saçlarını mimoza kabuğunun özüyle boyadı, saç renginin değişmesi onu da şaşılacak derecede değiştirmişti. Sabahın er- -245- Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 196 - 244 - ken saatlerinde Bay'ı at sürüsünün ve arabaların başında bırakarak eski harap arabaya bindiler ve tozlu halı kümesinin üstüne oturarak batıya Avaris'e doğru yola çıktılar. Üstlerine Taita'nın edindiği eskileri giymişlerdi. Taita uzun bir entari giymiş, beline geniş bir kuşak geçirmişti, yüzünün alt yarısı da Kalde'nin Ur kenti halkından biri gibi örtülüydü. Koyu renge boyalı saçlarıyla Büyücü olduğunun anlaşılması olanaksızdı. Kuzeyin başkentine vardıklarında vakit akşam olmuştu. Duvarların dışında birkaç bin kişilik yerleşik bir kamp vardı. Bu insanlar çoğunlukla dilencilerden, gezici çalgıcılardan, yabancı tacirlerden ve başka ipsiz sapsız kişilerden oluşuyordu. Taita'yla delikanlı onların arasına katıldılar, ertesi sabah erken saatte de Meren'i arabanın başında bekçi olarak bıraktıktan sonra güneş doğarken kentin kapılarının açılmasını bekleyen kalabalığa katılmaya gittiler. Şehrin muhafızlarını aşmalarından sonra Hilto eski mahallenin daracık so-kaklarındaki meyhanelerle genelevleri dolaşmaya gitti. Oralarda eski dostlarından ve silah arkadaşlarından bazılarını bulup son haberleri onlardan almayı umuyordu. Taita, Nefer'i yanına aldı ve uyanmakta olan kentin kalabalık sokaklarında kendilerine yol açarak saray kapılarına gittiler. Burada dilencilere, satıcılara ve bir şeyler istemeye gelmiş olanlara katıldılar. Taita saraya girmek için herhangi bir girişimde bulunmadı, bunun yerine etraflarındakilerın gevezeliklerini dinleyerek ve öbür aylak kişilerle dedikodu ederek sabahı geçirdiler. Taita sonunda kendini Nintura adıyla tanıtan ve kendisiyle aynı biçimde giyinmiş olan Babilli bir tüccarla konuşmaya daldı. Taita Akat dilini doğma büyüme bir Mezopotamyalı gibi konuşuyordu, o nedenle bu kıyafeti seçmişti. İkisi, Habeşistan'dan ithal edilmiş en kaliteli ve ender tanelerin kavrulmasıyla elde edilmiş bir kap kahveyi paylaştılar. Taita mallarını Trok'un yeni eşine göstermek için on gündür sarayın dışında oyalanan Nintura'ya tüm kurnazlığını kullanarak sevimli gözükmeye çalışmıştı. Nintura kraliçenin yanına alınmak için saray vezirine gerekli olan korkunç bahşişi ödemişti bile, ama sırada ondan önce daha birçokları vardı. "Genç karısının Trok'a çok kötü davrandığını söylüyorlar. Adamı kesinlikle yatağına kabul etmiyormuş." Nintura kıkırdadı. "Trok tıpkı kızışmış bir erkek geyik gibi genç karısı için deli oluyormuş, ama kraliçe bacak bacak üstüne atıyor ve odasının kapısını kilitli tutuyormuş. Trok pahalı armağanlarla genç kadının gönlünü yapmaya çalışıyormuş. Ondan hiçbir şeyi esirgemediği söyleniyor. Kraliçe de kendisine gösterilen her şeyi satın alıyor ve sırf adama inat olsun diye o mallan Trok'un ödediği paranın küçük bir kısmına tekrar satıyor, -246- kazancı da kentin yoksullarına dağıtıyormuş." Babilli dizine bir şaplak indirerek çıngıraklı | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 9:58 am | |
| kazancı da kentin yoksullarına dağıtıyormuş." Babilli dizine bir şaplak indirerek çıngıraklı bir kahkaha attı. "Kadının aynışeyleri tekrar tekrar satın aldığını, Trok'un da gık demeden paraları ödediğini söylüyorlar." Taita, "Trok nerede?" diye sordu. Nintura, "Güneyde bir yerde savaşta," diye yanıt verdi. "Ayaklanmaları bastırıyor, fakat arkasını döner dönmez her şey yeniden alevleniyor." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 197 "Bu Kraliçe Mintaka'nın huzuruna kabul edilmem için kime başvurmam gerekir?" "Saray vezirine. Adı Soleth. Para delisi şişko hadımın biridir." Nintura, Taita'nın bedensel durumunu kavrayamamıştı. Taita, Soleth'in, hadımların gizli kardeşliğinin bir üyesi olduğunu duymuştu. "Onu nerede bulabilirim?" diye sordu. Nintura onu uyardı. "Yalnızca yanına girebilmek sana bir altın yüzüğe mal olur." Soleth kendi duvarlarla çevrili bahçesinde lotus havuzunun yanında oturuyordu. Harem muhafızlarından biri Taita'yı onun yanına getirdiğinde ayağa kalkmadı. Hiksoslar eski âdetlerini öylesine terk etmişler ve Mısır âdetlerini benimsemişlerdi ki artık karılarını haremde kapalı tutmuyorlardı. Hadımlar saray kadınları üzerinde hâlâ büyük güç sahibiydiler, çünkü yanlarında güvenilir bir refakatçi olunca kadınlar oldukça özgür sayılıyorlardı. Saray sınırlarının dışında dolaşabiliyor, nehirde saltanat kayıklarıyla gezebiliyor, mallarını göstermeye gelen tüccarları yanlarına kabul edebiliyor, arkadaşlarıyla yemek yiyebiliyor, şarkı söyleyebiliyor, dans edebiliyor ve oyunlar oynayabiliyorlardı. Taita kendini sahte bir adla Soleth'e tanıtarak adamı vakur bir tavırla selamladı. Bunun arkasından kardeşliğin kendini tanıtma işaretini yaptı: iki küçük parmağını kıvırarak bitiştirdi. Soleth, Taita'nın ince vücudunu şaşkınlıkla tepeden tırnağa süzdü. Taita'da bir hadımın vücut yapısı olmadığı gibi, görünüş olarak da öylelerine benzemiyordu. Soleth buna rağmen Taita'ya karşısındaki yastıklara oturmasını işaret etti. Taita bir kölenin getirdiği bir kâse şerbeti kabul etti, bundan sonra havadan sudan konuştular, ama çok geçmeden birlik içindeki ortak dostlarından söz etmeye başladılar. Soleth belli etmeden Taita'nın yüzünü düşünceli bir tavırla izliyor, ince peçenin ve boyalı saçların ötesini görmeye çalışıyordu. Sonunda yavaş yavaş onu tanımaya başladı ve, "Yolculukların sırasında her iki krallıkta ve ötesinde Taita adıyla bilinen ünlü Büyücü'yle karşılaşmış olabilirsin," diye yavaşça sordu. -247- Taita bu sözleri doğruladı. "Taita'yı iyi tanırım." Soleth sordu. "Belki kendini tanıdığın kadar, öyle mi?" Taita, "Evet, en az kendimi tanıdığım kadar," diye doğrulayınca Soleth'in tombul yüzü gülümserken kırış kırış oldu. "Daha fazlasını söyleme. Sana ne gibi bir hizmette bulunabilirim? Söylemen yeter." O akşam Taita, o baş belası arka tekerleği sallanıp duran eski arabayı sarayın yan kapılarından birine getirdiği sırada Nefer, Meren ve Hilto halı yükünün üstündeydiler. Üstü başı perişan bir sürü çocuk o pis ve daracık sokakta bekleşip duruyordu. Taita arabayı beklemesi için içlerinden birine bir bakır halka verdi, sonra sopasının başıyla kapıya vurdu. Kapı hemen açıldı, fakat üzerlerine çevrili bir dizi kılıçla karşılaştılar. Haremin kapısı iyi korunuyordu; Trok arkasında bıraktıklarını sıkı gözetim altında tutuyordu. Soleth, Taita'yı karşılamaya gelmemişti -belli ki bu işe bulaşmak istemiyordu- ama emrindekilerden yaşlı Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 198 bir siyahi köleyi Taita'yı muhafızların arasından geçirmek ve ona rehberlik etmekle görevlendirmişti. Taita'nın elinde her ne kadar Soleth tarafından kendisine verilen papirüs tomarı varsa da muhafızların başı olan yüzbaşı geçmelerine izin vermeden önce onları aramakta ısrar etti. Hilto'ya bütün halı rulolarını açmasını emretti ve bütün katları kılıcının ucuyla kontrol etti. İkna olduktan sonra geçebileceklerini işaret etti. Yaşlı köle önlerinde topallayarak ilerliyor, onları dar geçitlerden labirentlerden geçiriyordu, ilerledikçe çevreleri daha görkemli oluyordu, sonunda sandal ağacından zengin oymalı bir kapının önünde durdular. Burası iri cüsseli iki hadımın korumasındaydı. Köleyle aralarında fısıltı halinde bir görüşme oldu, arkasından nöbetçiler kenara çekildiler, Taita da kafilesinin önünde çiçek parfüm ve çıldırtıcı genç kadın kokusuyla dolu büyük ve havadar bir odaya girdi. Daha ilerdeki geniş bir terastan saz ve kadın sesleri kulağa geliyordu. Yaşlı köle terasa çıktı. "Majesteleri," diye geveledi. "Semerkand'dan gelen bir tüccar size nefis ipek halılarını göstermek istiyor." Bir kadın sesi, "Bir güne bol bol yetecek kadar döküntü gördüm," diye karşılık verdi. Çok iyi tanıdığı ve sevdiği sesi duyunca Nefer'in kalbi çarpmaya başladı. Ama kadın hemen arkasından, "Geri yolla onları," diye emretti. Rehber, Taita'ya bakıp çaresizliğini anlatan bir hareketle kollarını iki yana açtı. Nefer omzunda taşıdığı halı rulosunu gürültüyle taşların üstüne atarak terasın ağzına yürüdü ve durdu. Üstünde yırtık pırtık bir giysi vardı, başına sardığı paçavra da yüzünün alt kısmını örtüyordu. Yalnız gözleri görülebiliyordu. Mintaka korkuluk duvarının üstüne ilişmişti. Köle kızlarının ikisi ayaklarının dibindeydi. Gelen adama bakmayarak tekrar şarkıya başladı. Maymun ve eşek sarkışıydı bu, Nefer de kızın ona yarım dönmüş yanağının tatlı kıvrımına ve sırtına sarkan gür siyah saçlarına bakarken, şarkının her sözünün yüreğini burktuğunu hissediyordu. Kız birden şarkıyı kesip ona sert sert baktı. "Orada durup aval aval bana bakma, küstah," diye çattı. "Mallarını al ve defol." "Bağışlayın majesteleri." Delikanlı yalvarır gibi kollarını iki yana açtı. "Ben Dabba'dan gelen zavallı bir çılgından başka bir şey değilim." Mintaka bağırarak sazını elinden düşürdü, sonra ağzını iki avucuyla tıkadı. Delikanlının yeşil gözlerine bakarken yanakları al al olmuştu. Siyahi köle hemen kamasını çekerek Nefer'e saldırmak üzere sendelediyse de Mintaka kendini hemen toparladı. "Hayır, bırakın onu." Emrine daha fazla güç kazandırmak için sağ elini kaldırmıştı. "Bırak beni. O zavallı sersemle konuşacağım." Kaması hâlâ Nefer'in karnına çevrili olan köle kararsız gözüküyordu. Mintaka bir dişi leopar gibi, "Dediğimi yap," diye hırladı. "Git. Sersem, git diyorum!" İhtiyar köle şaşkın halde kamasını kınına soktu ve geriledi. Mintaka karanlık bir kuyudan farksız iri gözleriyle hâlâ Nefer'e bakıyordu. Köle kızlar hanımına ne olduğunu anlayamamışlardı. Sadece garip bir şeyler olduğunun fa-kındaydılar. Köle çekilince terasın ağzındaki perdeler kapanıverdiler. Nefer'in, başını Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 199 örten paçavrayı hızla çekmesi üzerine bukleleri omuzlarına döküldü. Mintaka yine bağırdı. "Hathor beni bağışlasın, sensin! Gerçekten sensin! Hiç gelmeyeceğini sanmıştım." Kız, Nefer'e doğru koştu, delikanlı da onu karşılayarak kollarının arasında hapsetti. Birbirlerine sarılmışlar, ikisi de aynı anda konuşuyorlar, birbirlerine aşklarını ve birbirlerini ne kadar özlediklerini anlaşılmaz kelimelerle anlatmaya çalışıyorlardı. En sonunda şaşkınlıklarını yenen köle kızlar da ellerini çırparak etraflarında dans etmeye, sevinçle heyecandan ağlamaya başlamışlardı. Taita sonunda sopasıyla dürterek onları susturdu. "Bu aptalca cıyaklamaları kesin. Bütün nöbetçileri buraya toplayacaksınız." Onları bir kere kontrol altına aldıktan sonra ihtiyar adam, Hilto'yla Meren'e döndü. Adamlar onun emri üzerine halıların en büyüğünü taşların üstüne yaydılar. -249- -248- "Mintaka, beni dinle! Sonra konuşacak bol bol vakit bulacaksınız." Genç kız, Taita'ya döndü, ama Nefer'in boynuna dolanmış kollarını indir-memişti. "Bana seslenen sendin, değil mi Taita? Sesini o kadar net duydum ki. Eğer beni durdurmasaydın ben şimdi..." Taita kızın sözünü kesti. "Onca tehlikenin arasında durup gevezelik etmeyecek kadar akıllı zannederdim seni. Saraydan çıkarılman için seni halının içine gizleyeceğiz. Haydi acele et." "Bazışeylerimi almama vakit var mı?" Taita, "Hayır," dedi. "Bana itaat etmek dışında hiçbir şey yapmana vakit yok." Mintaka, Nefer'i bir kere daha uzun uzun öptü, sonra odaya koşarak kendini boylu boyunca halının üstüne attı. Kapı aralığında şaşkın halde duran kızlarına baktı. "Siz de Taita'nın dediklerini yapın." Mintaka'nın favorisi Tinia, "Bizi bırakıp gidemezsiniz hanımım," diye feryat etti. "Sensiz biz hiçiz." Mintaka, "Uzun sürmeyecek," dedi. "Sizi getirteceğime söz veriyorum, Tinia, ama o vakte kadar cesur ol ve beni hayal kırıklığına uğratma." Nefer, Hil-to'yla Meren'in Mintaka'yı desenli kırmızı halının içine yuvarlamasına yardım etti; uzun ve oyuk bir kamışın bir ucunu kızın dudaklarının arasına sıkıştırdı. Kalın katların birkaç santim dışına taşan öbür uç soluk almasına yardım edecekti. Taita o arada köle kızlara direktifler veriyordu: "Tinia, sen yatak odasına gir ve kapıyı sürgüle. Hanımınmışsın gibi çarşaflarla üstünü ört. Siz ötekiler giriş odasında kalacaksınız. Kim ne derse desin kapıyı açmamalısınız. Bir soran olursa hanımınızın aylık rahatsızlığı yüzünden yattığını ve kimseyi göremeyeceğini söylersiniz. Beni anladınız mı?" Tinia evet der gibi başını eğdi. O kadar üzgündü ki konuşmak için ağzını açmaya cesaret edemiyordu. Taita devam etti. "Onları elinizden Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 200 geldiği kadar uzun süre içeri girmekten alıkoyun, ama gerçek ortaya çıkınca onlara öğrenmek istediklerini söyleyin, işkence altında dayanmaya kalkışmayın. Ölmeniz ve sakatlanmanız, hanımınızın vicdanını sızlatmak dışında hiçbir işe yaramaz." Tinia, "Ben de kraliçeyle gidemez miyim?" diye geveledi. "Onsuz yaşayamam ben." "Hanımınızın vaadini duydunuz. Güvenlikte olunca sizi yanına getirtecektir. Şimdi biz çıkalım, siz de arkamızdan kapıyı sürgüleyın." Omuzlarının üstünde halı rulosuyla dışarı çıktıklarında ihtiyar köle geçitte bekliyordu. -250- "Üzgünüm," dedi. "Soleth'in emrettiği gibi, sizler için elimden geleni yaptım." İçini çekti. "Kraliçe Mintaka bir zamanlar mutlu ve nazik bir kızdı. Ama artık değil. Evlenmesinden beri üzgün ve öfkeli oldu." Yaşlı köle kendisini izlemelerini işaret etti ve onları harem dairesinin karmaşık koridorlarından geçirerek sarayın küçük yan kapısına kadar getirdi. Muhafızların çavuşu onları bir kez daha durdurdu. "Şu halıları açın!" diye emretti. Taita adama yaklaşıp gözlerinin içine baktı. Çavuşun düşmanca yüz ifadesi silindi. Şaşkın görünüyordu. Taita, "Kendini hoşnut ve mutlu hissettiğinin farkındayım," dedi yavaşça. Adamın çirkin ve buruşuk yüzüne hafif bir gülümseme yayıldı. Taita, "Hem de çok mutlusun," diyerek elini yavaşça adamın omzunun üstüne koydu. Çavuş, "Hem de çok mutluyum," diye doğruladı. "Halıları daha önce aradın. Değerli vaktini ziyan etmek istemezsin, öyle değil mi?" Çavuş, fikir onunmuş gibi, "Vaktimi ziyan etmek istemiyorum," diye belirtti. "Bizim geçmemizi istiyorsun." Çavuş, "Geçin!" dedi. "Geçmenizi istiyorum," diyerek kenara çekildi. Adamlarından biri sürgüyü kaldırıp onları dışarı bıraktı. Kapı kapanırken çavuşu en son gördüklerinde adam arkalarından yüzünde sevecen bir anlamla sırıtıyordu. Yük arabası onu bıraktıkları yerde sokak çocuklarının korumasında bekliyordu. Halıyı özenle arabanın tabanına yatırdıktan sonra Nefer rulonun ağzından içeriye seslendi. "Mintaka, sevgilim, iyi misin?" "Burası sıcak ve havasız, ama yakınımda olduğunu bilmek için ödemem gereken küçük bir bedel bu." Sesi boğuk çıkıyordu, Nefer de halının oluşturduğu borunun içine elini uzatarak kızın başına dokundu. "Bir dişi aslan kadar cesursun," dedi ve dizginleri eline alan Taita'nın arkasına tırmandı. Taita atı kırbaçladı. "Kentin kapıları birazdan gece için kapatılacak," dedi. "Mintaka'nın kaçtığı keşfedilince ilk yapacaklarışey kentten giriş çıkışlara son vermek olacak. Bundan sonra bütün binaları ve araçları arayacaklar ve duvarların içindeki bütün yabancıları sorguya çekecekler." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlP | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:03 am | |
| Doğu kapısına giden geniş caddeyi dörtnala aştılar. Oraya yaklaştıklarında yolun, kapının önünde birikmiş başka yük ve yolcu arabaları tarafından tıkanmış olduğunu gördüler. Gün içinde dinsel bir bayram kutlanmış ve bir alay -251 - yapılmıştı. Bu arabalar ise ibadet ve eğlence için gelenleri Avaris çevresindeki köylere geri götürüyordu, ilerlemeleri ise insanı çıldırtacak kadar yavaştı. Güneşin duvarların arkasında batmasıyla ortalık kararırken önlerinde hâlâ iki araba vardı. Tam o sırada muhafızların yüzbaşısı kapının yanındaki karakoldan çıkarak adamlarına, "Yeter artık! Güneş battı. Kapıları kapatın!" diye bağırdı. Hâlâ dışarı çıkmaya çabalayan yolculardan itirazlar yükseldi. "Çocuğum hasta. Onu eve götürmek zorundayım." "Geçiş parasını ödedim, bırakın geçeyim. Yoksa balık yüküm kokacak." Küçük arabalardan biri kasten ileri atılarak kapıyı zorla kapamaya çalışan muhafızları engelledi. Küçük bir kargaşa patlak verdi. Haykıran muhafızlar sopalarını sallıyor, isyan etmekte olan halk onlara bağırıyor, ürken atlar da şaha kalkıyor ve kişniyordu. Birdenbire kent duvarlarının dışında bir patırtı daha koptu. Daha gürültülü sesler yolcuların da, muhafızların da protestolarını bastırdı. "Firavun'a yolu açın! Firavun Trok Uruk'a yolu açın!" Bir savaş davulunun gümbürtüsü herkesi düzene çağırdı. Muhafızlar kapıları kapama çabalarına son verdiler, aksine acelelerinden birbirlerinin üstüne çıkarak kapıları ardına kadar açmaya giriştiler. Kapıların açılmasıyla dışar-daki yolda savaş arabalarından oluşan bir birlik gözler önüne serildi. Öndeki araçta kızıl leopar flaması dalgalanıyordu. Tunçtan miğferi ışıldayan ve kurdelelerle süslü sakalı bir omzundan arkaya atılmış olan Firavun Trok Uruk sürücü yerinde uzun boyuyla dimdik duruyor, kamçıyla dizginleri zırh eldivenli elleriyle tutuyordu. Kapılar açılır açılmaz dört at tarafından çekilen arabasını kapının önündeki arabalarla insan kalabalığının üzerine fütursuzca sürdü. Yolunun üstünde olan herkesin üstüne ayırım yapmaksızın kırbacını indiriyordu. Adamları da ilersinde koşuyor, yolu tıkayan arabaları deviriyor, bunları kenara çekerken küme küme kaygan balıkla sebzeleri yol kenarlarına döküyorlardı. "Firavun'a yol açın!" kükremeleri itiş kakışta paniğe kapılanların feryatlarını bastırıyordu. Askerler Taita'nın arabasının yanına vardılar ve Trok'a yolu açmak için onu devirmeye çalıştılar. Taita ayağa kalkıp onları kırbaçlamaya girişti, ama indirdiği darbeler askerlerin miğferieriyle tunçtan epoletlerine çarptı sadece. Askerler ona gülerek arabaya yüklendiler. Araba yana devrildi. Halı rulosu da arabanın tabanından aşağı kaydı ve neredeyse devrilen aracın altında kalarak eziliyordu. Nefer, "Bana yardım edin!" diye bağırdı ve halıyı yakalayıp düşüşünü hafifletmek için arabadan aşağı atladı. Hilto rulonun bir ucunu, Bay da ötekini yakalamıştı. Araba parçalanan bir tahta çatırdısı arasında yan yatarken adamlar hâlâ halının içinde hapis durumdaki Mintaka'yı en yakın binanın duvarının dibinde Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 202 emin bir yere taşıdılar. Firavun Trok savaş aracını parçalanmış arabalarla dökülmüş yüklerin arasından ileri sürdü. Atların yukarsında kamçısınışaklatıyor, savaş atlarına emirler yağdırıyordu. "Vurun! Vurun!" Atlar savaş için eğitilmişlerdi, sürücülerinin dürtmesi üzerine şahlanıp tunçtan dökülmüş nallarıyla yolları üstündeki herkese vurmaya giriştiler. Nefer, ihtiyar bir kadının dosdoğru havaya kalkmış nalların altına koştuğunu gördü. Nalların biri doğrudan yüzüne geldi. Kafatası yarıldı, dişleri de beyaz çiy taneleri gibi etrafa saçıldı. Dişler takırdayarak taşların üstüne dökülürken kadın daTrok'un arabasının önünde yere serildi. Araba geçerken tunçtan tekerler kadının üstünden geçti. Araba bu arada Nefer'in, Mintaka'nın halı rulosunun başında çömeldiği yerin o kadar yakınından geçti ki bir an birbirlerinin gözünün içine baktılar. Trok üstündeki paçavralar ve başındaki sargılarla Nefer'i tanıyamamıştı, ama sırf rastgele bir gaddarlık dürtüsüyle kamçısını Nefer'in omzunda şaklattı. Kamçının metal uçları yardıkları bezin üstünde bir dizi kan lekesi oluşturdular. Trok, "Yıkıl karşımdan, köylü!" diye hırlarken Nefer arabanın sürücü platformuna fırlamaya ve Trok'u sakalından yakalayarak arabadan aşağı sürüklemeye hazırlandı. Mintaka'yı kirleten bu canavardı, Nefer'in hiddeti de ileriyi görüşünü engelleyen kızıl bir perdeden farksızdı. Taita, onu zapt etmek için kolunu yakaladı. "Bırak gitsin. Sen asıl halıyı kapılardan dışarı çıkarmaya bak sersem. Aksi halde burada tıkılıp kalacağız." Nefer kendini kurtarmaya çalışınca Taita delikanlıyı sarstı. "Yoksa onu tekrar kaybetmek mi istiyorsun, hem de bu kadar kısa bir zamanda?" Nefer öfkesine hâkim oldu. Halı rulosunun bir ucunu yakalamak için eğildi, öbürleri de ona yardım ettiler. Halıyla birlikte kapılara koştular. Ama savaş arabası kafilesi içeri girdiğinden muhafızlar tekrar ağır tahta kapıları kapamaktaydılar. Taita önden koşarak muhafızları sopasıyla dağıttı. Nöbetçilerden biri kocaman bir sopayı başına indirecek olunca, ihtiyar adam dönerek o büyüleyici gözleriyle nöbetçiye baktı. Adam insan yiyen bir canavarla karşılaşmış gibi geri geri gitti. 253- -252- Halı rulosunu hep birlikte taşıyarak kapanmakta olan kapıların daralmış aralığından geçtiler ve kent duvarlarının altındaki kamp yerine koştular. Arkalarından öfkeli bağırışlar duyulduğu halde alacakaranlıktan yararlanarak deri çadırlarla barakaların arasında gözden kayboldular. Bir keçi ağılının arkasında yüklerini yere bıraktılar ve ruloyu açtılar. Saçı başı dağılmış ve ter içindeki Min-taka doğrulup önünde yere diz çökmüş olan Nefer'e gülümsedi. Uzanıp herkesin gözü önünde birbirlerine sarıldılar. Taita onları gerçeğe döndürdü. Mintaka'ya, "Trok henüz beklenmediği halde ansızın döndü," dedi. "Senin gittiğini keşfetmesi uzun sürmez." Minta-ka'yı elinden tutarak ayağa kaldırdı. "Yük arabasını kaybettik. Önümüzde yürüyeceğimiz uzun bir yol var. Hemen yola çıkmazsak öbür arabaları bıraktığımız vahaya yarın gün doğmadan önce varamayız." Mintaka hemen toparlandı. "Hazırım," dedi. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 203 Taita kızın ayaklarındaki firuze taşından çivilerle süslü narin altın sandaletlere göz attıktan sonra çadırların arasına yürüdü. Birkaç dakika sonra pasaklı bir ihtiyar kadınla geri döndü. Elinde bir çift eski, fakat sağlam köylü sandaletleri taşıyordu. "Bunları seninkilerle takas ettim," dedi. Mintaka itiraz etmeyerek güzelim sandaletleri ayaklarından çıkararak ihtiyar kadına uzattı. Kadın vazgeçip elinden alınmaları korkusuyla hemen oradan uzaklaştı. Mintaka hemen ayağa kalktı. "Hazırım," dedi. "Ne tarafa gidiyo- ruz, Büyücü?" Nefer kızı elinden tuttu ve çöl yoluna sapan Taita'nın ardına düştüler. Trok saray kapılarından içeri girdi, tozlu ve terli atlarını ön avluda, kendi görkemli dairesinin önünde durdurdu. İkisi de leopar klanının üyesi ve yakın arkadaşı olan iki süvari albayı silah ve kalkan takırtıları arasında arkasından yemek salonuna girdiler. Evin köleleri Firavun'un dönüşünü kutlamak için bir şölen hazırlamışlardı. Trok bir kâse dolusu tatlı kırmızışarabı yuvarladıktan sonra bir yaban domuzunun haşlanmış butunu kaptı. "Yiyecek veya içecekten daha fazla ihtiyacım olan bir şey var." Trok arkadaşlarına göz kırptı, onlar da kahkahalar arasında birbirlerini dürttüler. Trok evlilik yaşamında karşılaştığı aksiliklerin ordu çevrelerinde dedikodu konusu olduğunun ve karısından gördüğü muamelenin saygınlığını sarstığının farkındaydı. Güneyde asilere karşı kazandığı zaferlere ve onlardan aldığı korkunç -254- jntikama rağmen, erkek olarak prestijini kaybetmekteydi. Bunu hemen bu gece değiştirmeye kararlıydı. "Burada iki öküzün yiyebileceğinden daha fazla yiyecek ve içinde bir su aygırını boğabileceğiniz kadar çok şarap var." Trok üstündeki yükün altında gıcırdayan sofrayı işaret etti. "Siz tıkınmanıza bakın, ama benim sabah olmadan size katılmamı beklemeyin. Sürmem gereken bir tarlam ve irademi kabul etmesi gereken inatçı bir kısrak var." Firavun bir yandan elindeki kemiği kemirerek yürürken yağlı domuz etinden koca koca lokmalar yutarak koridordan geçti. Ellerinde meşale olan iki köle haremin karanlık koridorlarında yolunu aydınlatmak için önü sıra koşuyorlardı. Mintaka'nın dairesinin önünde bekleyen hadım nöbetçiler Trok'un geldiğini duymuşlardı. Hemen silahlarını çektiler ve hükümdarı selamlamak için şişman göğüslerinin üstünde çaprazladılar. Trok, "Açın şu kapıları!" diye emretti. Domuz kemiğini bir yana fırlattı ve yağlı ellerini tuniğinin eteğine sildi. "Majesteleri." Nöbetçilerden biri Trok'u ürkek bir tavırla selamladı. "Kapılar içerden sürgülenmiş." Trok hiddetle sordu. "Kimin emriyle?" "Majesteleri Kraliçe Mintaka'nın emriyle efendimiz." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 204 "Buna daha fazla katlanamayacağıma Seueth şahidimdir. Küstah sürtük geldiğimi biliyor." Öfkeden köpüren Trok kılıcını çekti ve tunçtan başıyla kapıya vurmaya başladı. Bir yanıt alamayınca yine denedi. Darbelerin gürültüsü sessiz geçitlerde yankılar yaratıyordu, ama kapıların öbür yanında hâlâ hiçbir hayat belirtisi yoktu. Trok bunun üzerine birkaç adım geri çekildi, sonra om-zuyla kapılara yüklendi. Kapılar sarsıldılarsa da açılmadılar. Firavun bunun üzerine en yakın nöbetçinin elindeki mızrağı kaparak kapı aynasını parçalamaya girişti. Tahta kıymıkları etrafta uçuştu, mızrağın birkaç darbesinden sonra da Trok kapıda yeterince geniş bir delik açabilmişti. Buradan elini sokup kapının iç tarafındaki büyük sürgüyü yerinden kaldırabildi. Bundan sonra bir tekmeyle kapıyı açarak içerdeki odaya girdi. Köle kızlar uzaktaki duvarın dibine korku içinde büzülmüşlerdi. Trok, "Hanımınız nerede?" diye kükredi. Köleler bir ağızdan anlaşılmaz bir şeyler gevelediler, ama gözlerini toplu olarak yatak odasının kapısına çevrilmesinin önüne geçemediler. Trok o tarafa yürüyünce kızlar feryadı bastılar. "Kraliçe hasta." -255- f "Sizi göremez." "Aybaşı zamanı geldi." Trok bir kahkaha attı. "Bu bahaneyi fazlasıyla kullandı." Kapıyı yumruklamaya girişti. "Eğer kan varsa bu, bir nehir olmalı. Benim Manaşi cephesinde döktüğümden daha çok kan. Seueth biliyor ya, o mutlu kapılara ulaşmak için gerekirse diz boyu kan içinde yürüyeceğim." Trok yatak odasının kapısını tekmeledi. "Aç kapıyı, küçük cadı! Kocan sana karşı görevini yapmaya geldi." Bundan sonraki tekmeye kapı artık dayanamadı ve deriden menteşelerinin kopmasıyla ardına kadar açıldı. Trok sendeleyerek içeri girdi. Yatak gümüş ve sedef kakmalı Afrika abanozundandı. Üstündeki zarif beden koca bir çarşaf yığınının altında gizliydi ve yalnız küçük ayağı dışarı taşmıştı. Trok kılıç kuşağını yere düşürerek, "Beni özledin mi, küçük çiçeğim?" diye seslendi. "Sevgi dolu kollarımın özlemini çektin mi?" Çıplak ayağı yakaladığı gibi kızı çarşafların altından dışarı çekti. "Gel bana, tatlı kuzum. Sana bir armağanım daha var, o kadar uzun ve sert ki onu satmayı ya da başkasına vermeyi başaramayacaksın..." Birden sözünü kesti ve ayaklarının dibinde ağlayan korku içindeki kıza bakakaldı. "Tinia, pis orospu, hanımının yatağında ne yapıyordun?" Kızın yanıtını beklemeden onu öteye fırlattı ve odanın sağına, soluna saldırarak perdeleri ve duvarlardaki kumaşları aşağı indirdi. "Neredesin?" Mintaka'nın dolabının kapılarını tekmeledi. "Çık dışarı. Bu çocuksu numaralar işe yaramayacak." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 205 Mintaka'nın odanın bir yerinde saklanmadığına emin olmak bir dakikasını aldı. O zaman Tinia'nın tepesine dikilerek kızı saçlarından yakaladı. Onu yerlerde sürükledi. "Nerede o?" Kızın karnına bir tekme attı. Tinia bir çığlık atarak Trok'un metal tabanlı ayakkabısından kaçmaya çalıştı. "Seni döve döve konuşturacağım, pis derinin yüzülmedik yerini bırakmayacağım." Tinia, "O burada değil," diye haykırdı. "Gitti." "Nereye gitti?" Trok, Tinia'ya bir tekme daha attı. Savaş sandaletlerine"' tunçtan çiviler kakılmıştı. Bunlar kızın körpe etlerini bıçak gibi kesiyordu. "Ne-j reye gitti?" Kız, "Bilmiyorum," diye uludu. "Adamlar geldiler ve onu alıp götürdüler." "Hangi adamlar?" Trok, Tinia'yı yine tekmeledi. Tinia hıçkırarak ve titreye-1! rek top oldu. "Bilmiyorum." Taita'nın verdiği direktiflere karşın, kızcağız sevgili hanımına ihanet etmek istemiyordu. "Yabancı adamlardı. Onları daha önce hiç gör- memiştim. Hanımımı bir halıyla örttüler ve alıp götürdüler." Trok kıza olanca kuvvetiyle bir tekme daha attıktan sonra kapıya yürüdü ve hadım nöbetçilere, "Soleth'i bulun ve yağ tulumunu hemen buraya getirin," diye bağırdı. Soleth büzülerek ve tombul ellerini ovuşturarak geldi. "Kutsal Firavun! Tanrıların en yücesi! Mısır'ın tek gücü!" Böyle diyerek Trok'un ayaklarına kapandı. Trok zırhlı sandaletiyle var gücünü kullanarak adama bir tekme indirdi. "Zenana'ya girmelerine izin verdiğin o adamlar kimdi?" "Senin emrin üzerine, tüccarların mallarını kraliçeye göstermelerine izin verdim, yüce Firavun." "O halı satıcısı kimdi? Bu daireye girenlerin sonuncusu." "Halı satıcısı mı?" Soleth soru üzerinde kafasını çalıştırıyor görünüyordu. Trok ona bir tekme daha attı. "Evet, Soleth, halı satıcısı! Adı neydi?" "Şimdi hatırladım. Ur'dan gelen halı tüccarı. Adı aklımdan çıktı." "Öyleyse hatırlamana yardım edeyim." Trok hadım nöbetçileri çağırdı. "Onu yatağa yatırın ve sıkı tutun." Nöbetçiler Soleth'i yatağa sürüklediler ve yüzükoyun yatırdılar. Trok yere düşürdüğü kılıç kemerini aldı | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:04 am | |
| Nöbetçiler Soleth'i yatağa sürüklediler ve yüzükoyun yatırdılar. Trok yere düşürdüğü kılıç kemerini aldı ve kılıcı kınından çıkardı. "Eteklerini kaldırın onun." Nöbetçilerden biri denileni yaptı ve Soleth'in tombul kabaetlerini meydana çıkardı. "Saray muhafızlarının yarısının bu yoldan geçtiğini biliyorum," diyen Trok kılıcının ucuyla adamın anüsüne dokundu. Ekledi. "Ama hiçbirinin, bunun olacağı kadar sert ve keskin olmadığına emin olabilirsin. Şimdi söyle bana, halı tüccarı kimdi?" "Onu daha önce görmediğime ekmek ve Nil suları üzerine yemin ederim." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 206 Trok, "Senin için ne kadar yazık," dedi ve kılıcın ucunu bir işaret parmağının uzunluğg kadar Soleth'in makatına itti. Soleth müthiş bir ıstırabın pençesinde haykırdı. Trok, "Bu kılıcın sadece ucuydu," diye onu uyardı. "Eğer hoşuna gittiyse kılıcı boğazına kadar itebilirim." Bağırsağından kanlar fışkırırken Soleth, "Taita'ydı!" diye haykırdı. "Onu Taita alıp götürdü." 'Taita mı!" Trok şaşkınlık içinde kılıcı adamın içinden çekti. "Büyücü Taita ha!" Sesinde dehşet seziliyordu. Uzun bir süre sustu. Sonunda, hâlâ Soleth'i tutan hadımlara, "Bırakın onu," diye emretti. Soleth inleyerek doğruldu. Bu hareketi üzerine bağırsaklarında birikmiş gaz gevşemiş delikten gürültüyle püskürdü. -256- -257- Büyücüler Kralı / F: 17 "Onu nereye götürdü?" Trok, sesi ve odayı dolduran mide bulandırıcı kokuyu umursamaz görünüyordu. "Bana söylemedi." Soleth yatak çarşafını topaç yaparak kanamayı durdurmak için bacaklarının arasına soktu. Trok kılıcın ucuyla adamın çıplak sarkık göğüslerinden birine dokundu. Soleth inledi ve tekrar gaz çıkardı. "Bana bir şey söylemedi, ama iki nehrin: Dicle'yle Fırat'ın arasındaki topraklardan söz ettik. Belki de kraliçeyi oraya götürmeyi tasarlıyordun" Trok bir an düşündü. Bu, mantığa uygundu. Taita herhalde Mısır'la Do-ğu'daki krallıklar arasındaki gergin ilişkileri şimdiye kadar öğrenmişti. O kadar uzağa gidebildiği takdirde, oralara sığınabileceğini ve koruma bulabileceğini biliyordu. Ama Mintaka'yı kaçırmasının nedeni ne olabilirdi? Amaç herhalde fidye istemek değildi. Taita altınla zenginliği küçümsemesiyle ünlüydü. Eski bir hadım ağası olarak fiziksel şehvetle de ilgisi yoktu. Yoksa neden. Yaşlı adamla genç kızın arasında gelişmiş dostluk muydu? Mintaka yoksa Avaris'ten ve tahammül edemediği evlilikten kaçmak için Taita'dan yardım mı istemişti? Herhalde isteyerek ve büyük bir olasılıkla sevine sevme onunla gitmişti. Köle kızlarının kaçışını maskelemeye çalışmaları bunu kanıtlıyordu ve belli ki bağırma-mıştı, yoksa muhafızlar bunu mutlaka duyarlardı. Trok bu düşünceleri şimdilik bir kenara bıraktı. Şimdi esas mesele bir an önce takibe başlamak ve Mintaka'yla Büyücü'yü Kızıldeniz kıyılarına ulaşmalarından ve denizi aşıp Babilli Sargon'a sadık topraklara kapağı atmalarından önce ele geçirmekti. Trok, Soleth'e gülümsedi. "Sevgililerinin zevk geçidine yaptığım değişikliklerden hoşlanacaklarını umarım. Döndükten sonra senin için bir şeyler daha düşüneceğim. Beslenmeleri gereken aç sırtlanlarla akbabalar var." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 207 İki albay hâlâ şölen salonunda hayvan gibi tıkınmakla ve içmekle meşgul-dular. Yine de kendilerinden geçinceye kadar içmeye vakit bulamamışlardı. Trok, "Gece yarısına kadar kaç savaş arabasını eksiksiz personelle Do-ğu'ya doğru yola çıkarabiliriz?" diye sordu. Subaylar şaşırmış göründüler, ama onlar birer savaşçıydı ve ne yapacaklarını biliyorlardı. Albay Tolma yutmaya hazırlandığı bir ağız dolusu şarabı tükürdü ve ayağa fırladı. Yere pek sağlam basmamakla beraber, "iki saate kadar elli tanesini hazır edip yola çıkarabilirim," diye geveledi. Trok, "Yüz araba istiyorum," diye emretti. -258- "Gece yarısından önce yüz arabayı hazır edeceğim." Bu kez Albay Zan-der ayağa fırlamıştı. Arkadaşından geri kalmak istemiyordu. Ekledi: "Şafak sökmeden önce de ikinci bir yüz arabayı daha yola çıkarabilirim." Taita onları gece boyunca dolmasına iki gün kalan bir ayın ışığında yürüttü. Sopasının ucu taşlı yolda takırdıyor, gölgesi önünde dev bir siyah yarasa gibi titriyordu. Ötekiler onu gözden kabetmemek için bacaklarını bayağı çalıştırmak zorunda kalıyorlardı. Vakit gece yarısını geçerken Mintaka kuvvetten düşmeye başladı. Çok topallıyor ve sürekli geri kalıyordu. Nefer onun yanında olmak için adımlarını yavaşlattı. Mintaka'dan bunu beklemezdi; kız, tanıdığı herhangi bir erkek kadar güçlüydü, hatta çoğundan daha hızlı koşabilirdi. Kulağına moral verici sözler fısıldadı, ama Taita tarafından duyulamayacak kadar yavaş konuşmuştu. Büyücü'nün Mintaka'nın zaafını fark etmesini ve onu ötekilerin önünde utandırmasını istemiyordu. "Fazla bir yol kalmadı," dedi ve onu hızlandırmak için kızı elinden tuttu. "Bay atları bizim için hazır etmiştir. Babil'e kadarkı kalan yolu krallar gibi gideceğiz." Kız güldüyse de gergin ve acı dolu bir sesti bu. Nefer ancak o zaman Mintaka'da yolunda olmayan bir şey olduğunu anladı. "Senin derdin nedir?" diye sordu. "Hiç," dedi Mintaka. "Sadece çok uzun zamandır sarayda kapalı kaldım. Bu yüzden bacaklarım hamlaştı." Nefer bunu kabul etmek istemedi. Kızı kolundan tutarak yolun kenarındaki bir kayanın üstüne oturttu, küçük ayaklarından birini kaldırdı ve sandaletin kayışını çıkardı. Ayakkabıyı kızın ayağından çıkarınca dehşet içinde kaldı. "Tanrım Horus, bununla nasıl bir tek adım bile atabildin?" Ayağına oturmayan kaba sandalet Mintaka'nın ayağını sürtünmekten fena halde yaralamıştı. Yarasının kanı ay ışığında siyah bir ışıkla parlıyordu. Nefer kızın öbür ayağını da kaldırdı ve sandaleti üstünden sıyırdı. Papuçla birlikte kızın ayağından deri ve et parçaları da sıyrılmıştı. Mintaka, "Üzgünüm," diye fısıldadı. "Ama kafanı takma, yalınayak da yürüyebilirim." Delikanlı kanlanmış ayakkabıları hiddetle kayaların arasına fırlattı. "Beni daha önce uyarmalıydın," dedi. Ayağa kalktı ve kolundan tutarak kızı da ayağa kaldırdı, sonra arkasını dönerek kızı yüklenmeye hazırlandı. "Kollarını boy- 259- Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 208 numa dola ve atla!" dedi. Sonra, ay ışığında yüzen çölde hareket halindeki kara gölgelerden ibaret kalmış ötekilerin arkasından ilerledi. Mintaka'nın ağzı Nefer'ın kulağının dibindeydi. Delikanlı ilerlemek için çaba harcadıkça onu oyalamak, onu cesaretlendirmek için bir şeyler fısıldıyordu. Delikanlıya onu ne kadar özlediğini, öldüğüne dair çıkan söylentileri duyunca yaşamak istemediğini anlattı. "Seninle yine beraber olmak için ölmek istedim," dedi. Sonra delikanlıya Hathor başrahibesinin ona yılanı getirişini anlattı. Nefer o kadar dehşet içinde kalmıştı ki Mintaka'yı yere bırakarak kızı haşladı. "Bu tek kelimeyle aptallık." Telaşı arasında Mintaka'yı sarsıyordu. "Gelecekte ne olursa olsun sakın bir daha öyle düşünme, tamam rnı?" "Seni ne kadar sevdiğimi dünyada tahmin edemezsin sevgilim. Öldüğünü zannettiğim zaman ne denli perişan olduğumu hayal bile edemezsin." "Seninle bir anlaşma yapmalıyız. Bugünden itibaren birbirimiz için yaşamalıyız. Davetsiz olarak bize gelene kadar bir daha asla ölümü düşünmemeliyiz. Yemin et buna!" "Yemin ediyorum. Şu andan itibaren yalnız senin için yaşayacağım." Min-taka bu sözü verdikten sonra anlaşmalarını mühürlemek ister gibi delikanlıyı öptü. Nefer onu yine sırtladı ve yollarına devam ettiler. Nefer'in attığı her adımla Mintaka sanki daha ağırlaşıyordu. Yolun yumuşak ve kumluk olduğu yerlerde kızı yere indiriyor, Mintaka da ona yaslanıyor ve kanayan yaralı ayaklarının üstünde hoplayarak ilerliyordu. Yerin sert ve taşlık olduğu zamanlarda ise kızı tekrar kucaklıyor ve emeklemeyi sürdürüyordu. Mintaka, Taita'nın nasıl onu görüp ölmek kararından caydırdığını anlattı. "Düşünebileceğin en olağanüstü duyguydu," dedi. "O sanki yanımda duruyor ve net bir sesle benimle konuşuyordu. Bana senin hayatta olduğunu söyledi. Beni gördüğü zaman buraya ne kadar uzaktaydınız?" "Güneyde Cebel Nagara'daydık, Avaris'e on beş günlük yolda." Mintaka kulaklarına inanamıyormuş gibi, "O kadar uzağa erişebiliyordu demek," diye geveledi. "Gücünün hiç sınırı yok mu?" Karanlıkta dinlenmek için bir kez daha durduklarında Mintaka onun omzuna yaslanıp, "Sana Trok'la düğün gecem hakkında anlatmak istediğim bir şey var," diye fısıldadı. Nefer, "Hayır!" diye atıldı. "Duymak istemiyorum. Bunun düşüncesiyle kendime günlerce işkence etmedim mi sanıyorsun?" "Ama beni dinlemelisin hayatım. Ben hiçbir zaman onun karısı olmadım. Beni zorlamasına rağmen, ona direnebildim. Sana olan aşkım, ona karşı koyma gücünü verdi bana." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 209 -260- "Ama duyduğuma göre, kan lekeleri içindeki koyun postunu sarayın duvarlarından herkese göstermiş." Bu sözleri söylemek delikanlıya o kadar acı veriyordu ki yüzünü sevgilisinden kaçırdı. Mintaka, "Evet, kan benim kamındı," dedi, delikanlı onun kollarının çemberinden kurtulmaya çalıştıysa da kız onu salıvermedi. "Ne var ki bekâretimin kanı değildi," diye devam etti. "Ağzımdan ve burnumdan boşanan kanlardı. Senin anlayacağın; ona teslim olmaya zorlamak için Trok beni dövmüştü. Tanrıçaya olan sevgim ve sana oğullar doğurmak umudum adına sana yemin ediyorum ki ben hâlâ bakireyim ve aşkımın kanıtı olarak senin kızlık zarımı aı-mana kadar da bakire olarak kalacağım." Nefer onu kollarının arasına aldı. Onu öptü ve ferahladı, sevincinin etkisiyle ağlamaya başladı. Genç kız da onunla birlikte ağladı. Bir süre sonra ayağa kalktı ve genç kızı yine sırtladı. Ama Mintaka'nın yemini ona sanki yepyeni bir güç aşılamıştı, böylece daha güçlü adımlarla ilerlediler. Vakit gece yarısını geçince ötekiler iki gencin başına bir iş geldiğinin farkına vardılar ve onları aramak üzere geri döndüler. Taita, Mintaka'nın ayaklarını bağladı, bundan sonra da Hilto'yla Meren kızı sırayla taşıdılar. Daha hızlı yol aldılarsa da, Bay'ın atlarla beklediği vahaya en sonunda ulaştıklarında yıldızlar soluyor ve şafağın aydınlığı grderek kuvvetleniyordu. Artık hepsi bitkin düşmüşlerdi, fakat Taita dinlenmelerine izin vermedi. Atlara son kez su içirdiler ve su torbalarını gerilip içlerinden nem damlacıkları süzülene kadar suyla doldurdular. Onlar bu işleri görürlerken Taita bir kovayı kuyudaki suyla yarısına kadar doldurdu ve köpüren bir merhem kullanarak saçlarını, boyası çıkıp tekrar gümüş rengine kavuşuncaya kadar yıkadı. Meren merak etmişti. "Böyle bir zamanda niçin saçlarını yıkıyor acaba?" Mintaka, "Belki de saçlarını boyadığı zaman kaybettiği kuvvetinin bir kısmına böylece tekrar kavuşuyordur," diye ileri sürdü ve kimse buna itiraz etmedi. Harekete hazır olduklarında Taita onları kuyudaki sudan tekrar içmeye, kusmadan yutabilecekleri bütün suyla karınlarını doldurmaya zorladı. Ötekiler denileni yaparlarken Taita, Bay'la yavaşça konuşuyordu. "Hissedebiliyor musun?" Bay somurtarak başını eğdi. "Havada bir şeyler var. Tabanlarımla titreşimlerini de duyabiliyorum. Geliyorlar." Anın çabukluğuna ve yakınlardaki bir düşmanın oluşturduğu tehdide rağmen Taita, Mintaka'nın ayaklarını tedavi etmeye son kez vakit ayırdı. Derisi | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:05 am | |
| soyulmuş ve berelenmiş yerlere merhem sürdü ve ayakları tekrar sardı. Sonra herkese arabalara binmelerini emretti. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 210 Taita, Meren'i mızrakçısı olarak öndeki arabaya almıştı. Hemen arkasından, ayaklarının üstündeki yükü hafifletmek için arabanın korkuluğuna tutunan Mintaka'yla birlikte Nefer geliyordu. Hılto'yla Bay ise kafilenin son ucunu oluşturuyorlardı. Onlara halıları satan Asurlu tüccar, yük arabalarına ve yük hayvanlarına mallarını yüklerken hizmetkarlarıyla kölelerini denetliyordu. Geçen yolculara dönüp baktı ve Taita'ya yolun açık olsun, diye seslendi. Fakat ikinci arabadaki kızı görünce birden merakı kamçılandı. Tozlu giysileri ve dağılmış saçları bile kızın çarpıcı görünümünü gizleyemiyordu. Son tepeyi aşıp onları er geç Kızıl-deniz kıyılarına ulaştıracak olan kervan yolu boyunca Doğu'ya doğru uzaklaşırlarken hâlâ arkalarından bakıyordu. Trok birliklerinin kent kapılarının önünde toplaşmalarını sabırsızlıkla beklerken Albay Tolma'yı Avaris duvarlarının dışındaki dilenci ve yabancılar kampını aramaya yolladı. "Her barakanın altını üstüne gotır. Kraliçe Mintaka'nın herhangi birinde saklanmadığına emin ol. Büyücü Taıta'yı da ara. Bulacağın her uzun boylu ve zayıf ihtiyarı bana getir Onu kendim sorguya çekeceğim." Tolma'nın adamları hükümdarlarının emrini yerine getirirken kapıların kırılması ve dayanıksız duvarların yıkılması sesleri arasında kulübelerden yükselen bağırışlarla feryatlar kulağa geliyordu. Aradan çok geçmeden askerlerden ikisi kirloş bir Bedevi kocakarıyı arabasının başında duran Trok'un yanına sürüklediler. Kadın bir yandan tekmeler atıp debelenirken askerlere lanetler yağdırıyordu. Kadın ayaklarının dibine fırlatılınca Trok, "Bu da ne, asker?" diye sordu. Asker, meşalelerin ışığında ışıldayan firuzelerle bezeli bir çift zarif altın sandaleti uzattı. "Majesteleri, bunları kocakarının kulübesinde bulduk." Sandaletleri tanıyan Trok'un öfkeden suratı asıldı. Kadının karnını tekmeleyerek, "Bunları nereden çaldın, maymun bozuntusu?" diye sordu. Kocakarı, "Ben hiçbir şey çalmadım, kutsal Firavun," diye inledi. "Bunları o bana verdi." "O da kim? Hemen yanıt ver yoksa kafanı kıçına sokup seni pis salgıları nın içinde boğarım." \ "ihtıyar adam verdi onları bana." "Onu bana tarif et." "Uzun boyluydu ve de sıska." "Ne kadar ihtiyardı?" "Çöldeki kayalar kadar ihtiyar. O, patikleri bana verdi." "Yanında bir kız var mıydı?" "Başka üç erkekle güzel bir şeyler giymiş yüzü boyalı ve saçları kurdeleli, güzel bir küçük fahişe vardı." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 211 Trok kadını hızla ayağa kaldırdı ve onun şaşkın yüzüne karşı, "Nereye gittiler? Hangi tarafa?" diye bağırdı. Kadın titreyen parmağıyla tepelere ve ötelerindeki çöle giden yolu işaret etti. Trok, "Ne zamandı?" diye sordu. Kadın, parmağıyla ayın yörüngesinin dört veya beş saatine denk bir çember çizerek, "Ayın yolculuğunun şu kadarı," dedi. Trok, "Kaç atları vardı?" diye hırladı. "Arabaları da var mıydı? Nasıl yolculuk ediyorlardı?" Kadın, "Atları yoktu," diye yanıt verdi. "Yürüyerek gittiler, ama çok acele." Trok kadını itti. Yanında duran Tolma'ya sırıtarak, "Yürüyerek fazla uzağa gidemezler," dedi. "O tembel serserilerini uyku keçelerinin üstünden kaldırıp atlarına bindirdin mi kaçaklar avucumuzda olurlar." Trok ıssız arazilerin kıyısındaki vahayı gören tepelerin doruğuna ulaştığı sırada kızgın güneş göğün yarısına kadar yükselmişti. İki yüz araba dörtlü bir sıra halinde onu izliyordu. Beş mil geriden de kaldırdıkları toz bulutu parlak güneş ışığında net şekilde görülen başka iki yüz arabayla Zander onları izliyordu. Her taşıt ağır silahlı iki asker taşıyordu ve su torbaları, yedek mızraklar ve oklarla yüklüydü. Aşağılarında kervanının başında yamacı tırmanan Asurlu tüccarı gördüler. Trok onu uzaktan selamladı. "Hoş geldin yabancı. Nereden geliyorsun ve 'sın nedir?" Tüccar neyle karşı karşıya olduğunu kestiremeyerek savaşçıya endişeyle baktı. Trok'un onu dostça selamlaması onun için bir anlam taşımıyordu. Mezopotamya'dan gelen uzun yolda nice soyguncular, şakiler ve savaşçılarla karşılaşmıştı. -262- -263- Trok arabasını onun önünde durdurdu. "Ben Kutsal Majesteleri Firavun Trok Uruk'um. Aşağı Krallığa hoş geldiniz. Korkmayın. Benim korumam altındasınız." Tüccar dizüstü düşerek Firavun'a saygısını ifade etti. Trok ilk kez bunca saygıdan sıkıldı ve adamın sözünü kesti. "Ayağa kalkıp konuş dostum. Bana karşı dürüst davranır ve bilmek istediklerimi anlatırsan, sana bütün krallığımda vergi ödemeden ticaret yapma yetkisi verecek ve sana Avaris kapılarına kadar eşlik edecek on araba yollayacağım." Tüccar ayağa kalkıp derin minnettarlığını ifade etmeye girişti. Oysa bir hükümdarın bu tür bir sözde alçakgönüllülüğün genelde ağır bir bedeli olduğunu uzun deneyimlerinden biliyordu. Trok bir kez daha onun sözünü kesti. "Bir suçlu kafilesinin peşindeyim. Onları gördün mü acaba?" Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 212 Asurlu ihtiyatlışekilde yanıt verdi. "Yolum üstünde bazı gezginlere rastladım. Kutsal majesteleri o suçluları bana lütfen tarif ederlerse peşlerine düşmenize yardım etmek için elimden geleni yaparım." "Büyük bir olasılıkla beş veya altı kişiydiler. Doğu yönünde ilerliyor olmalılar. Aralarında genç bir kadın var, geri kalanlar erkek. "Liderleri ihtiyar bir haydut. Uzun boylu ve zayıftı. Saçlarını siyaha veya kestane rengine boyamış olabilir." Trok'un daha fazla bir betimlemede bulunmasına gerek kalmadı. Asurlu, "Onları iyi tanıyorum, majesteleri," diye heyecanla atıldı. "Birkaç gün önce boyalı saçlı o ihtiyar adam benden halılar ve eski giysiler satın aldı. O sırada kadın yanlarında değildi. Aşağıdaki vahada atlarla üç arabayı çirkin bir zenci haydudun korumasında bıraktı. Benden satın aldığı halıları bir yük arabasına istifledi ve ötekilerle birlikte üstünde durduğumuz bu yoldan Avaris'e doğru uzaklaştı." Trok sevinçle sırıttı. "İşte aradığım adam o. O zamandan beri tekrar gördün mü onu? Arabaları almak için geri döndü mü?" "O ve öbür üç kişi bu sabah erkenden Avaris yönünden yürüyerek geldiler. Sorduğunuz genç kadın da yanlarındaydı. Onu taşıdıklarına göre bir şekilde yaralanmış olmalıydı." Trok, "Nereye gittiler be adam? Ne tarafa gittiler?" diye heyecanla sor-duysa da Asurlu acele etmiyordu. "Kadın gençti. Yaralı olduğu ve ancak güçlükle yürüyebildiği halde, üstünde zengin giysiler vardı. Belli ki üst sınıftandı. Çok güzel ve uzun siyah saçları olduğunu gördüm." -264- "Yeter. O kadını tarif etmene gerek yok. Onu tanıyorum. Vahadan ayrılmalarından sonra hangi yoldan gittiler?" "Atları üç arabaya koştular ve hemen yola çıktılar." "Hangi yoldan gittiler? Hangi yöne saptılar?" "Kervan yolu boyunca Doğu'ya saptılar." Asurlu alçak tepeleri tırmanarak kum çölüne giren dolambaçlı patikayı işaret etti. "Fakat ihtiyar adamın saçları artık boyalı değildi," dedi. "Onu son görüşümde yaz göğündeki bir bulut gibi parlıyordu." "Ne zaman vahadan ayrıldılar?" "Güneşin doğmasından bir saat sonra majesteleri." "Atlarının durumu nasıldı?" "Susuzluklarını iyice gidermiş ve dinlenmişlerdi. Üç gündür vahada bekliyorlardı. Adamlar geldiklerinde yanlarında bol miktarda yem ve saman getirmişlerdi. Bu sabah yola çıkarlarken su torbalarını kaynaktan doldurmuşlardı ve denize kadarki uzun yolculuk için yeterince donanmış bulunuyorlardı." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 213 Trok sevindi. "Demek ki bizden sadece birkaç saat ilerdeler. Aferin dostum. Minnettarlığımı kazandın. Yazıcılarım sana ticaret yapma yetki belgesini hazırlayacaklar, Albay Tolma da yanına Avaris'e kadar bir muhafız takımı verecek. Zincirli kaçaklarla başkente döndüğüm zaman seni başka bir ödül de bekleyecek, idamlarını seyretmek için seyircilerin en ön sırasında sana yer verilecek. O vakte kadar sana iyi yolculuklar ve krallığımda güzel kazançlar." Trok Asurlu'ya arkasını dönerek ikinci araba kafilesiyle yanına gelmiş olan Albay Tolma'ya emirler yağdırmaya başladı. "Bu adama bir ticaret yetki belgesi verin ve Avaris'e kadar koruma sağlayın. Su torbalarını kuyudan doldurun ve bırakın, atlar da kana kana su içsinler. Ama elini çabuk tut, Tolma. Öğleden önce yola çıkmaya hazır olun. O vakte kadar da büyücüleri ve kafiledeki rahipleri bana yollayın." Askerler atları yirmişer başlık kafileler halinde su içmeleri için kaynağın yanına indirdiler. Yapılacak başka işi olmayan adamlar o arada dinlenmek ve süvarilerin ana yiyecekleri olan darı ekmeğini ve kurutulmuş eti yemek için kendi taşıtlarının gölgesine uzandılar. Trok kaynağa yakın yumrulu bir demirhindi ağacının altında bir karış gölge bulmuştu. Büyücüler ve rahipler çağrısına itaat ederek etrafında halka oldular. Dört kişiydiler: siyah giysiler içinde kafası kazınmış iki Seueth rahibi, tılsımlarla kemiklerden yapılma gerdanlıklar ve bilezikler takıp takıştırmış Nüb-yeli bir şaman ve Medialı iştar adıyla tanınan doğulu bir büyücü. İştar'ın bir 265- gözü kördü, yüzü de helezon veya daire biçiminde mor ve kırmızı renkli dövmelerle kaplıydı. Trok, "İzlediğimiz adam gizemli sanatların bir uzmanıdır," diye onları uyardı. "Bizi engellemek için tüm yeteneklerini kullanacaktır. Büyüyle görünmez olduğu ve ordularımızışaşırtabilecek görüntüler yaratabildiği söyleniyor. Gücünü etkisiz kılmak için kendi büyülerinizi kullanmanız gerekecektir." Medialıİştar, "Bu şarlatan da kim?" diye sordu. "Birleşik gücümüze karşı koyamayacağına emin olabilirsiniz." Trok, "Adı Taita'dır," deyince hasmın kimliğini öğrenince ürken yalnızca İştar olmadı. "Taita'nın ününü duydum. Zaten onunla boy ölçüşmek için bir fırsat arıyordum." Trok, "Sihrinizi gösterin," diye onlara emretti. Seueth rahipleri biraz öteye giderek donanmalarıyla mistik süs eşyalarını kumun üstüne bıraktılar. Yumuşak bir sesle ilahiler okumaya ve çıngıraklarını tıngırdatmaya başladılar. Nübyeli kaynağın etrafındaki kayaları karıştırdı ve en sonunda bunlardan birinin altında zehirli bir boynuzlu engerek yılanı buldu. Sürüngenin kafasını doğradı ve kanı kendi kafasının üstüne akıttı. Kanlar yanaklarına süzülürken ve burnunun ucundan yere damlarken kocaman bir kara kurbağası gibi hop-layarak daireler çevirmeye başladı. Her daireyi tamamlayışında Taita'nın bulunduğu doğu yönüne bol bol tükürüyordu. İştar kaynağın yanında küçük bir ateş yaktı ve üzerine çömelerek topuklarının üstünde sallanmaya ve Mezopotamya'nın iki bin on tanrısının en güçlüsü olan Marduk'a dualar etmeye başladı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 214 Trok, Tolma'ya gerekli emirleri verdikten sonra İştar'ı seyretmeye gitti. Büyücü bileğindeki bir toplardamarı kesti, kendi kanının birkaç damlasını ateşe akıtıp alevlerin arasında cızırdatmasından sonra Trok, "Bu yaptığın büyü nedir?" diye sordu. "Bu ateşle kanın büyüsüdür. Taita'nın yolunun üstüne engeller ve güçlükler yerleştiriyorum." İştar başını kaldırmadı. "Adamlarını da şaşırtıyor ve akıllarını karıştırıyorum." Trok şüpheci bir tavırla homurdandıysa da, aslında etkilenmişti. Daha önce de İştar'ın nasıl çalıştığını görmüştü. Yolda biraz yürüdükten sonra doğuda sıralanmış tepelere baktı. Kovaladığı kişileri peşinden gitmek üzere yola koyulmak için sabırsızlanıyor ve harcanan dakikalara sinirleniyordu. Öte yandan, -266- uzun gece yolculuğundan sonra atları dinlendirmenin ve susuzluklarını gidermenin zorunluluğuna inanacak kadar usta bir generaldi. İlerdeki arazinin yapısını iyi biliyordu. Genç bir savaş arabaları birliği yüzba-şısıyken oralarda defalarla devriye gezmişti. Toynakları bıçak gibi kesen çakıl yataklarını aşmış ve kum tepelerinin korkunç sıcağıyla susuzluğuna katlanmıştı. Savaş arabasını bıraktığı yere geri döndü, ama küçük bir kum fırtınası kendi etrafında döne döne ve sıcak havanın içinde metrelerce yükselerek üzerine gelince arkasını dönmek zorunda kaldı. Girdap onu sardı. Hava tunçtan bir ocağın soluğu kadar sıcak olduğundan başını örten örtüyle burnunu ve gözlerini kapamak, uçan kumların süzülmesi için bezin arkasından soluk almak zorunda kaldı. Fırtına bir harem dansçısının zarafetiyle yanından geçti ve sıcak toprağın üstünde döne döne uzaklaştı. Trok öksürerek ve gözlerini ovuşturarak arkada kalmıştı. Öğleye az bir zaman kala atlara su içirmeyi henüz tamamlamışlardı ki Albay Zander'in önderliğindeki ikinci kafile onlara yetişti ve kaynağa doğru yamacı indi. Onlar da birinci kafiledekiler kadar suya muhtaçtılar. Şimdi de kaynağın başında bir tıkanıklık tehlikesi başgöstermişti. Su şimdiden azalmış ve bulanmıştı. Eninde sonunda değerli su torbalarına başvurmak zorunda kalacaklardı. Trok, Zander ve Tolma'yla kısa bir görüşme yaparak harekât planını ve Taita'nın, onun için hazırladıkları ağdan sıyrılmasını önlemek için tasarladığı planı izah etti. "Taita'nın bizi şaşırtmak amacıyla yolumuza çıkaracağı sihirli tuzaklara karşı hazırlıklı olmaları için alay komutanlarını uyarın," diye sözlerini bitirdi. "Medialıİştar güçlü bir büyü hazırladı. Ona büyük güvenim var. Beni daha önce hiç hayal kırıklığına uğratmadı. Büyücü'nün hilelerinin bilincinde olursak, başarabiliriz. Ayrıca, böylesi bir plana nasıl karşı koyabilir?" Trok kolunun geniş bir hareketiyle arabalar, atlar ve seçme birlikler kalabalığını işaret etti. "Hayır," dedi. "Yarın bu zaman Taita'yla Mintaka'yı arabamın arkasında Ava-ris'e sürüklemek ahdim olsun." Firavun öndeki kafileye atlarına binmelerini emretti. Yan yana dörder arabadan oluşan bir kolon halinde ıssız arazilere doğru yola çıktılar. İlerdeki yu-rnuşak kumlu topraklarda avlarının tekerlek izleri net olarak görülebiliyordu. Taita kendisini izleyen iki araca durmalarını işaret etti. Dev bir deniz kabuğunun zarif kavsini andıran ince, uzun bir kum tepesinin kumların üstüne düşürdüğü mor gölgenin içinde durdular. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 215 -267- Atlar şimdiden yorgunluk belirtileri göstermeye başlamışlardı. Başlarını önlerine sarkıtıyorlar, soludukları zaman göğüsleri kabarıyordu. Kuruyan terleri, yüzünde tozdan donuklaşmış derileri kırağı düşmüş gibiydi. Adamlar su torbalarından deri kovalara su tayınını dikkatle ölçerek boşalttılar, atlar da kana kana içtiler. Taita, Mintaka'nın ayaklarıyla ilgilendi ve yaralarda iltihaplanma belirtileri olmadığını görerek rahatladı. Genç kızın ayaklarını tekrar sardıktan sonra Bay'ı, söyleyeceklerini başkalarının duymaması için biraz öteye götürdü. Donuk bir sesle, "Bize bir yerlerden bakıyorlar," dedi. "Kötücül bir etki yavaş yavaş etrafımızı sarıyor." Bay doğruladı. "Bunu ben de hissettim ve buna karşı koymaya başladım. Ama çok güçlü." "Güçlerimizi birleştirdiğimiz takdirde onu en etkin biçimde engelleyebiliriz." "Öbürlerine dikkat etmeliyiz. Bizden daha kolay incinebilirler." "Tetikte olmaları için onları uyaracağım." Taita, arkadaşlarının atlara su içirmeyi tamamladıkları yere döndü. Ne-fer'e, "Yola çıkmaya hazır olun," dedi. "Bay'la ben ilersini keşfe gidiyoruz. Birazdan döneriz." İki uzman yürüyerek uzaklaştılar ve kum tepesinin arkasında gözden kayboldular. Arabalar tarafından görülmeyecekleri bir yerde durdular. "Trok'un yanında böylesine güçlü bir büyü yapabilecek kimin olduğunu biliyor musun?" "Bütün alaylarında rahipler ve büyücüler bulunduruyor. Fakat içlerinde en güçlüsü Medialıİştar." Taita başını salladı. "Onu duydum. Ateş ve kanla çalışıyor. Büyüsünü ona karşı çevirmeye çalışmamız lazım." Bay kurutulmuş at gübresiyle küçük bir ateş yaktı, ateş düzgün şekilde yanınca başparmaklarına iğne batırıp birkaç damla kırmızı kanı ateşin içine akıttılar. Hava yanık kan kokunca düşmanla yüzleştiler. Etkinin batıda, geldikleri yönde olduğunu hissedebiliyorlardı. Güçlerini birleştirerek harekete geçirdiler, bir süre sonra da etkinin azalmakta ve sönmekte olan bir ateşin dumanı gibi dağılmakta olduğunu hissettiler. Ritüeli tamamlayıp ateşi kumla boğdukları sırada Bay yavaşça, "Hâlâ orada," dedi. "Evet," dedi Taita. "Onu zayıflattık, ama hâlâ tehlikeli. Özellikle de ona direnmeyi öğrenmemiş olanlar için." -268- Bay, "En genç olanlar daha incinebilir durumda," diye ileri sürdü, "iki erkek çocuk, Firavun'la Meren ve de kız." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 216 Ötekilerin bekledikleri yere döndüler. Tekrar arabalara binmeden önce Taita onlarla konuştu. Endişesinin | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:05 am | |
| -268- Bay, "En genç olanlar daha incinebilir durumda," diye ileri sürdü, "iki erkek çocuk, Firavun'la Meren ve de kız." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 216 Ötekilerin bekledikleri yere döndüler. Tekrar arabalara binmeden önce Taita onlarla konuştu. Endişesinin gerçek nedenini açıklasa korkacaklarını bildiği için sadece, "Kum tepeleri bölgesinin en sevimsiz ve de tehlikeli bölümüne giriyoruz," dedi. "Hepinizin yolculuğun zahmetinden dolayı yorgun olduğunuzu ve susuzluk çektiğinizi biliyorum, ama herhangi birinizin dikkatsiz davranması her şeyi mahvedebilir. Atlardan ve ilerinizdeki araziden gözünüzü ayırmayın. Herhangi bir garip ses ya da alışılagelmedik görüntü, bir kuş ya da bir hayvan sakın dikkatinizi gevşetmesin." Taita durup doğrudan Nefer'e baktı. "Bu özellikle sizin için önem taşıyor majesteleri. Her an tetikte olmalısınız." Nefer başını eğdi ve bir kez olsun tartışmadı. Öbürleri ciddi görünüyorlardı; Taita'nın onları bu şekilde uyarmak için kendine göre bir nedeninin olduğunu anlamışlardı. Tekrar ilerlemeye başlayıp yüksek kum tepelerinin arasındaki vadileri izledikleri sırada havanın sıcağı arabaların tekerleklerinin her dönüşüyle daha da artıyordu sanki, iki yanlarında yükselen kum duvarları çeşitli canlı renklere bürünüyor, yer yer limon sarısı veya altın, eflatun, mor ve balıkçıl mavisi, tilki kızılı ve aslan kahvesi oluyordu. Kum tepeleri bazı yerlerinde beyaz renkle yol yol oluyor veya bir yağ lambasının isi gibi kara kumdan desenler sergiliyordu. Gök tepelerinde kızıl bir renk aldı ve vahşileşti. Işığın da niteliği değişti: sarı oldu ve hayal gibi inceldi. Mesafeler karıştı ve şekilstzleşti. Nefer pirinç rengindeki göğün çirkin parıltısından korunmak için gözlerini kıstı. Gökyüzü, ona kamçısının ucuyla dokunabilecekmiş gibi yakın görünüyordu. Sadece yirmi, otuz metre ötedeki Taita'nın arabası da sanki bulanık ve uzak bir ufka geriliyordu. Sıcak, yüzün veya bedenin açıkta kalan derisini ateş gibi kavuruyordu. Nefer şekilsiz bir dehşetin onu pençesine aldığını hissetti. Bunun için bir neden göremiyor, fakat etkisinden kurtulamıyordu. Mintaka titreyerek kamçıyı tutan kolunu yakalayınca kızın da bunu hissettiğini anladı. Havada büyük bir kötülük vardı. Delikanlı Taita'ya seslenmeye, ondan rehberlik ve güven istemeye çalıştıysa da toz ve sıcak boğazını tıkamıştı. Dudaklarının arasından hiçbir ses çıkmıyordu. Birdenbire Mintaka'nın gerildiğini fark etti. Kız parmaklarını onun koluna saplanıştı. Nefer onun yüzüne bakınca dehşet içinde olduğunu gördü. Boşta kalan eliyle tepelerinde asılı gibi duran kum tepesinin doruğunu işaret ediyordu. -269- Koskocaman bir karanlık tepelerden kopup onlara doğru yuvarlanmaya başlamıştı. Nefer hiç böyle bir şey görmemişti. Dev bir su torbasının şekilsiz yapısındaydı, ama o kadar büyüktü ki tepenin her yanını kaplıyordu. Yalnızca altındaki üç arabayı değil, bütün bir alayı yutacak ve ezecek kadar büyük görünüyordu. Yamaçtan yuvarlanırken hızlandı, dalgalanmaya ve sessizce hoplamaya başladı. Üzerlerine o kadar hızlı geliyordu ki çölün sarı göğünü bile gözden silmişti. Sıcağın içinden akciğerlerinin tüm havasını emerek onları soluksuz bırakan ani bir soğuk sızdırıyordu. Dağın yükseklerindeki bir nehrin buz gibi sularına batmış olsalar bu kadar olurdu. Atlar da bunu görmüşlerdi. Şaha kalkarak kumlu patikadan sapmaya ve vadinin tabanında çılgın gibi koşmaya, böylece dehşet verici görüntüden kaçmaya çalıştılar. Tam önlerinde keskin kenarlı bir lav kayaları tarlası vardı, doğru oraya gidiyorlardı. Nefer tehlikeyi fark etmişti, hayvanların başlarını çevirmeye Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 217 çalıştı. Ama bir kere kontrolden çıkmışlardı. O, elindeki dizginlerle boğuşurken Mintaka da yanında avazı çıktığı kadar bağırıyordu. O karanlık ucube tarafından yutulmak üzere olduklarına emin olan Nefer, omzunun üzerinden arkaya baktı. Soğuk nefesi ensesinde hissettiğinden karanlığın tepelerinde olmasını bekliyordu, ama hiçbir şey yoktu. Kum tepesinin yamacı çıplak ve sessizdi. Tepedeki sarı gök de boş ve parlaktı. Öbür iki araba yamacın altında durmuştu, atları da sakin ve kontrol altındaydı. Taita'yla ötekiler onlara şaşkınlıkla bakıyorlardı. Nefer panik halindeki atlara, "Hoşt!" diye bağırarak tüm ağırlığıyla dizginlere asıldı, ama atlar bana mısın demiyorlardı. Arabayı arkalarında hoplatarak lava kayası tarlasına dörtnala daldılar. Nefer yine, "Hoşt!" diye bağırdı. "Durun, lanet olasılar!" Korkudan çılgına dönen atlar zapt edilecek gibi değillerdi. Dizginlere karşı koymak için boyunlarını kasıyorlar, giderek hızlanıyorlar, korkunç sesler çıkarıyorlardı. Nefer, "Sıkı tutun, Mintaka!" diye bağırarak kızı korumak için bir kolunu onun omuzlarına attı. "Çarpacağız!" Kara kayalar rüzgârın savurduğu kumların etkisiyle aşınmışlar ve garip şekiller almışlardı. Bazıları insan kafası büyüklüğünde, bazıları da altlarındaki araba kadardı. Nefer çılgın atları ilk kayanın yolundan saptırabildi, ama şimdi en iri kayalardan ikisinin aralığına doğru dolu dizgin gidiyorlardı. Geçit onlara yol veremeyecek kadar dardı: sol tekerlek kayaya çarparak tüyler ürpertici bir çatırdıyla parçalandı. Ufalanan tekerlek parmakları ve çemberin parçaları ha- vaya savruldu. Araba, dingilinin üstüne çökerken soldaki atı beraberinde sürükleyerek bir sonraki kayanın üstüne fırlattı. Nefer hayvanın ön ayaklarının kuru bir dal gibi kırıldığını duydu. O ve Mintaka da savrularak yumuşak kumların üstüne düşmüşler, atı sakatlayan kayaya çarpmalarına ramak kalmıştı. En sonunda durduklarında Nefer, Mintaka'yı hâlâ kollarının arasında tutuyordu. Kızın düşüş hızını böylece kesmiş oluyordu. "iyi misin? Canın yanmadı ya?" diye soluk soluğa sordu. Kız hemen, "Hayır, iyiyim," diye yanıtladı. "Ya sen?" Nefer dizlerinin üstünde doğruldu ve parçalanan arabayla sakatlanan atlara dehşet içinde baktı. "Kutsal Horus!" diye bağırdı. "İşimiz bitik." Arabanın onarılacak hali kalmamıştı. Atların biri bir daha ayağa kalkamayacak biçimde yerde yatıyordu, ön bacakları kırılmıştı. Öbür at gerçi ayaktaydı ve koşum kayışına hâlâ bağlıydı, ama sallandığına bakılırsa omuz ekleminden çıkmıştı. Delikanlı zar zor ayağa kalktı ve Mintaka'yı da yanına çekti. Taita arabasını lav tarlasının kıyısına getirip dizginleri Meren'e fırlattığı ve sahanlıktan aşağı atladığı sırada iki genç birbirlerine sarılmış durumdaydılar. İhtiyar adam hızlı adımlarla yanlarına geldi. "Ne oldu? Atların böyle zıvanadan çıkmalarına sebep olan nedir?" Nefer, "Görmedin mi?" diye sordu. Olayın etkisinden hâlâ kurtulamamıştı. | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:06 am | |
| Taita ısrar etti. "Neydi?" "Bir dağ kadar iri ve karanlık bir şey. Kum tepesinin yamacından bize doğru yuvarlanıyordu." Nefer, gördükleri şeyi tarif etmek için kelime bulamıyordu. Mintaka, "Hathor Tapınağı kadar büyüktü," diye onu destekledi. "Müthiş bir şeydi. Siz de görmüş olmalısınız." Taita, "Hayır, görmedim," dedi. "Hayalinizin ve gözlerinizin size oynadığı bir oyundu. Düşmanlarınız tarafından oraya yerleştirilmiş bir şeydi." "Büyü ha?" Nefer'in aklı karışmıştı. "Ama atlar da gördüler," diye geveledi. Taita onlara arkasını döndü ve yaklaşan Hilto'ya seslendi. "O zavallı hayvanları hallet." Sakatlanan atları işaret ediyordu. "Sen de ona yardım et, Nefer." Taita delikanlıyı meşgul edip bu felaketle olası sonuçlarını fazla düşünmesini önlemek istiyordu. Yüreği burkulan Nefer yere devrilmiş atın başını tuttu. Hayvanın alnını okşadı ve ölümün gelişini görmemesi için gözlerini bir örtüyle örttü. -271 - -270- Eski bir asker olan Hilto birçok uzak savaş alanında bu üzücü görevi yerine getirmişti. Kamanın ucunu atın kulağının arkasına dayadı ve bir itişte hayvanın beynine sapladı. At önce katıldı, sonra titredi ve gevşeyip kaldı. Bundan sonra ikinci hayvana yaklaştılar. Hilto'nun kamasının bir tek vuruşuyla o da yere yığıldı ve hareketsiz kaldı. Taita'yla Bay yan yana durmuşlar, bu kahredici merhamet gösterisini seyrediyorlardı. Bay, "Medialı sandığımdan daha kuvvetliymiş," dedi yavaşça. "Aramızdaki en kolay incinebilirler! seçti ve gücünü onların üzerinde yoğunlaştırdı." "Trok'un yanında onu destekleyen başka büyücüler de var." Taita, Bay'la aynı fikirdeydi. "Bundan böyle Hilto'yla Meren'e de dikkat etmemiz gerek. İştar'a karşı koymak için kendi gücümü yoğunlaştırana kadar büyük tehlikedeyiz." İhtiyar adam bundan sonra Bay'ın yanından ayrıldı. İkisinin baş başa verip konuştuklarını görseler öbürleri kuşkulanırlardı. Oysa morallerinin bozulmaması çok önemliydi. Taita, "Su torbalarını getirin," diye emretti. Bir tanesi araba devrilirken patlamıştı, öbür ikisi ise sadece yarıya kadar doluydu, ama onları kalan arabalara kayışlarla bağladılar. "Meren bundan sonra Hilto ve Bay'la yolculuk edecek. Ben majestelerini yanıma alacağım," dedi. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 219 Arabalar şimdi su torbalarıyla ek yolcuların ağırlığıyla fazla yüklenmiş oluyorlardı. Atlar kızgın sıcağın içine doğru ilerlerken hayli zorlanıyorlardı. Korkutucu güneş garip sarı bulut tarafından neredeyse tamamen örtülmüştü. Taita, Lostris'in altın tılsımını sağ elinde tutuyor ve kendi kendine bir ilahi söylüyordu. Böylece, etraflarında yoğunlaşan kötülüğü geri püskürtmeye çalışıyordu. Hemen arkadaki arabada Bay da tekdüze bir tekerleme tutturmuştu. Yolun, başka kervanlarla yolcuların tüm izlerinin rüzgâr tarafından süpürülüp yok edildiği bir bölümüne geldiler. Aralıklı olarak yerleştirilmiş küçük taş kümeleri dışında izlenebilecek hiçbir işaret yoktu. Aradan çok geçmeden bunlar da kalmadı ve yolsuz kumlarda yollarına devam ettiler. Artık sadece Ta-ita'nın deneyimine, çöl hakkındaki bilgisine ve en derin içgüdülerine güvenmek zorundaydılar. Sonunda iki yüksek kum tepesinin arasındaki düz bir alana vardılar. Kum burada yumuşak ve pürüzsüzdü, ama Taita bu alanın kıyısında durarak ilersini dikkatle süzdü. Arabadan inerek Bay'a yanına gelmesini işaret etti. Zenci yanına gelince zararsız gözüken yüzeyi birlikte incelediler. -272- Taita, "Burası hiç hoşuma gitmedi," dedi. "Bu ovanın etrafını dolaşmanın bir yolunu bulmalıyız. Burada bir şey var." Bay pürüzsüz kumun üstünde biraz yürüdü ve sıcak havayı kokladı. İki kere tükürdü ve tükürüğünün oluşturduğu şekli inceledi. "Burada kötü bir şey göremiyorum," dedi. "Bir çevre yolu aramaya çıkmak bize saatlere hatta günlere mal olabilir. Peşimizdekiler fazla uzakta değiller. Hangi tehlikenin daha büyük olduğuna karar vermeliyiz." Taita, "Bir şey var," diye yineledi. "Ben de senin gibi buradan geçmek için bir dürtü duyuyorum. O duygu çok güçlü ve mantıksız. Bu düşünce kafamıza Medialı tarafından yerleştirildi." "Güçlü Büyücü," diye Bay başını salladı. "Bu kez size katılmıyorum. Tehlikeyi göze alıp bu vadiyi aşmalıyız. Aksi halde Trok gece olmadan bize yetişir." Taita adamı omuzlarından kavrayıp kara gözlerinin içine bakışını dikti. Bay'ın gözlerinin, kenevir otundan içmiş gibi hafif şaşılaşmış olduğu dikkatinden kaçmamıştı. "Medialı zırhını delmiş," dedi ve Lostris'in Tılsımı'nı Bay'ın alnına dayadı. Zenci anında kırpıştırdığı gözlerini kocaman açtı. Taita onun, etkiden sıyrılmak için savaş verdiğini görebiliyordu. Ona yardım etmek için kendi iradesini kullandı. Bay sonunda ürperdi ve bakışı berraklaştı. "Haklısın," diye fısıldadı. "İştar bana bakışını dikti. Bu yerde büyük tehlike var." Gözlerini dar vadi boyunca dolaştırdılar. Başlangıcı ve sonu fark edilemeyen sarı renkli bir kum nehriydi. Karşı kıyı aslında uzak sayılmazdı, en dar yerlerinde topu topu yüz elli metre; ama iki yüz fersah olsa bu kadar olurdu. Trok'un alayları da o kadar uzakta değildi. Bay, "Güneye mi, kuzeye mi?" diye sordu. "Çevre yolunu göremiyorum." Taita gözlerini kapadı ve tüm gücünü topladı. Birden korkunç sessizliğin içinde bir ses duyuldu. Hafif ve Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 220 tiz bir ses. Hepsi başlarını kaldırıp bakınca öfkeli sarı gökte daireler çeviren kral şahinin minik şeklini gördüler. İki daire daha çizdikten sonra vadi boyunca güneye doğru uçtu ve sisin içinde gözden kayboldu. "Güneye," dedi Taita. "Şahini izleyeceğiz." Bu düşüncelere öylesine dalmışlardı ki Hilto'nun kendi arabasını bulundukları yere daha da yaklaştırdığının ikisi de farkına varmamıştı. O ve Meren arabanın korkuluğunun üzerinden eğilmişler, yaptıkları konuşmayı dinliyorlardı. Hilto sabırsızlıktan kaşlarını çatmıştı. Birdenbire, "Artık yetti!" diye bağırdı. - 273 - Büyücüler Kralı / F: 18 "Önümüzdeki yol açık. Daha fazla gecikmeyi göze alamayız. Hilto size rehberlik ederse onu izlemek cesaretini gösterecek misiniz?" Atlarını kırbaçladı, ürken atlar da ileri atıldılar. Meren öylesine gafil avlanmıştı ki sahanlığın üstünden neredeyse arkaya savruluyordu, ama korkuluğu yakalayabildi ve yarışan taşıtta kalmayı başarabildi. Taita, Hilto'ya, "Geri dön!" diye bağırdı. "Büyülendin. Ne yaptığını bilmiyorsun." Bay da soldaki atın dizginlerini yakalamak için atıldı, ama çok geç kalmıştı: araba yanından uçar gibi yassı alana geçti. Daha da hızlandı ve Hil-to'nun kahkahası onlara ulaştı. "Yol açık. Pürüzsüz ve hız yapmaya elverişli." Nefer duran arabanın dizginlerini yakaladı ve, "Onu durdurup geri döndüreceğim," diye bağırdı. "Hayır!" Taita dönüp elini kaldırdı ve durmasını emretti. "Hayır! Sakın oraya gitme. Orada tehlike var! Dur, Nefer!" Fakat Nefer onun bağırışını duymazlıktan geldi. Mintaka yanında olduğu halde atları kırbaçladı. Tekerlekler pürüzsüz sert kumun üstünde tıslamaya benzer ses çıkarıyordu. Hilto'ya hızla yetişmekteydi. Taita, "Kutsal Horus!" diye bağırdı. "Tekerleklere dikkat edin." Hilto'nun arabasının dönen tekerleklerinin arkasından tüy gibi gümüş kumlar yükselmeye başlamıştı. Sonra onlar dehşet içinde bakarlarken tüy sarı bir sulu çamur, arkasından koyu çamur blokları oldu. Atlar dizlerine kadar yumuşak zemine batmaları üzerine yavaşladılar, çamur kümeleri çırpınan toynakları tarafından Hilto'nun başının üzerinden uçacak kadar yükseğe fırlatıldı. Hilto onları durdurmaya ya da geri çevirmeye kalkmadan hayvanları batağın daha derinine sürdü. Taita, "Batan kumlar!" diye acı acı bağırdı. "Medialı'nın marifeti bu. Doğru yolu gizleyerek bizi bu tuzağa sürükledi." Hilto'nun atları kabuğu delerek altındaki bataklığa battılar. Tekerleklerin hareketsiz kalmaları üzerine araba o kadar ani olarak durdu ki Hilto'yla Meren korkuluğun üzerinden tepe taklak uçtular. Masum görünüşlü zeminin üstüne yuvarlandılar, ama durup ayağa kalkmaya yeltenmeleri üzerine vücutları yapışkan sarı çamura bulandı ve dizlerine kadar battılar. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 221 Atlar kurtulamayacak kadar batmışlardı. Yalnızca başlarıyla ön ayakları serbestti, ama kişneyerek çırpındıkça daha da derine çöküyorlardı. Nefer şaşkındı, gözlerinin önünde olagelen faciaya çok ağır tepki gösterdi. Geri dönmeye yeltendiğinde artık çok geçti. Beş metre bile gidemeden te- -274- kerlekler poyralarına kadar batmıştı, çamur ayrıca atların omuzlarına kadar yükselmişti. Delikanlı onlara yardım etmek, koşum takımlarını çözmek ve onları geri çevirmek için arabadan atlamaya kalkıştı, ama anında dizlerine, az sonra da beline kadar battı. Mintaka panik halinde onu uyardı. "Ayakta durmaya kalkışma. Yoksa seni yutar. Kendini yüzükoyun yere at ve yüzmeye çalış." Kendisi de batmakta olan arabadan kurtularak titreyen çamurun üstüne yamyassı uzandı, "işte böyle, Nefer," dedi. "Benim yaptığım gibi yap." Delikanlı kendini toparladı ve çamurun yüzeyine dümdüz uzandı. Yüzmeyi kendi kendine öğrenen bir çocuğun beceriksiz hareketleriyle tamamen batmadan önce arabaya ulaştı. Kamasıyla taban tahtalarını yerinde tutan deri kayışları kesti ve panik derecesindeki bir aceleyle onları kurtarıp açığa fırlattı. Kalaslar ölümcül kayan kumların üstünde yüzüyordu, ama ağır araba karşı konulamaz biçimde yüzeyin altına kaydı ve atları da beraberinde sürükledi. Birkaç dakikaya kalmadan boz renkli ovada daha açık renkli bir leke mezarlarının yerinin tek işareti oldu. Hilto'nun arabası da atlarıyla birlikte kumların altına çekilmişti. Hilto'yla Meren çırpınıyor, dehşet içinde haykırıyor, ancak çamura bulanmış kafalarıyla omuzlarını kumların dışında tutmayı başarıyorlardı. Nefer kalaslardan birini Mintaka'ya doğru sürdü. "Bunu kullan!" diye emretti, genç kız da kalasın üstüne süründü. Delikanlı, ağırlığını taşıyabilen ikinci bir kalastan da kendisi yararlandı. Başka iki kalası kayışlarından yararlanarak kendisiyle birlikte çekerek batağın üstünde süründü ve Hilto'yla Meren'e bu kalasları onlara doğru itebilecek kadar yaklaştı. İki kazazede balçığın yapışkan pençesinden kendilerini çekip kurtarmayı başardılar. Ve dördü birden Taita'yla Bay'ın sağlam zeminin üstünden onları dehşet içinde seyrettikleri yere doğru yüzmeye başladılar. Taita elini, kolunu sallayarak onlara, "Yolun yarı yerine vardınız bile. Buraya dönmeyin. Devam edin. Öbür yana geçin," diye telaşla bağırdı. Nefer bunun mantığını hemen kavradı. Karşı kıyıya yöneldiler. Çamur kollarıyla bacaklarına ve kalasların altına inatla yapıştığından ağır ve zor bir işti bu. Mintaka'nın hafif yapısı çok geçmeden işe yaradı ve genç kız ötekilerin önüne geçti. Sağlam yere ilk ulaşan ve katil kumların pençesinden kendini ilk kurtaran o oldu. Çok geçmeden Nefer, Hilto ve Meren de onu izlediler. Bitkin haldeydiler. Kendilerini doğudaki kum tepelerinin eteğinde yere attılar. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlP | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:06 am | |
| 275 - Onlar karşı kıyıya geçerken Taita karşı karşıya bulundukları belalı durum üzerinde kafasını çalıştırdı. Durum umutsuz gözüküyordu. Aralarında yüz metre genişliğinde bir uçurum bulunan iki gruba bölünmüşlerdi. Bütün atlarıyla araçlarını, silahlarıyla donanımlarını kaybetmişlerdi, ama en büyük kayıpları değerli su torbalarıydı. Bay birden ihtiyar adamın koluna dokundu. "Dinleyin!" Havadaki bir hışırtıydı bu. Çok uzaklarda kâh kayboluyor, kâh kuvvetleniyordu. Etrafı çeviren kum tepelerinden geri tepen uzaktaki bir yansımaydı. Ses hafif de olsa yanılmak olanaksızdı: ilerlemekte olan bir savaş arabası kafilesinin çıkardığı gürültüydü. Vadinin karşı tarafındakiler de gürültüyü duymuş ve ayağa kalkmışlardı. Hepsi kum tepelerine bakıyor ve Trok'la adamlarının hızla yaklaşmasını dinliyorlardı. Mintaka birden onları bu yana geçirmiş olan kalasları terk ettikleri bataklığın kıyısına koştu. Nefer genç kızın arkasından bakıyor, ne yapmak istediğini anlamaya çalışıyordu. Mintaka kalasları topladı ve diz boyu çamura girerek kalasları deri kayışlarından tutarak arkasından çekti. Nefer onun ne yaptığını birden kavramış, fakat onu durdurmak için çok geç kalmıştı. Mintaka kendini kalaslardan birinin üstüne yüzükoyun atarak sarı çamurun üstünde kaymaya koyuldu. Nefer en sonunda beline kadar yükselen balçığın içinde durmak zorunda kaldığında genç kız artık onun ulaşamayacağı kadar uzaklaşmıştı. Onun arkasından, "Sen dön," diye bağırdı. "Ben giderim." Mintaka, "Ben senden daha hafif ve daha hızlıyım," diye yanıt verdi ve delikanlının ona yalvarmayı sürdürmesine rağmen duymaz gibi davranarak tüm soluğunu ve gücünü ileri kaymaya harcadı. Arabaların sesi daha da yaklaşıyor, Mintaka'yı daha çok çaba harcamaya itiyordu. Nefer onu bakışıyla izledikçe güvenliği için korkuyor ve inadına kızıyordu. Ama sevdiği kızın cesaretinden dolayı duyduğu gurur bu duyguların hepsinden daha güçlüydü. Mintaka karşı kıyıya yaklaşırken, delikanlı, "Onda bir savaşçının ve bir kraliçenin yüreği var," diye fısıldadı. izleyenlerin seslerini, tekerleklerin lakırdısını ve silahların şakırtısınışimdi kum tepelerinin yansıtma özelliği sayesinde daha da net duyabiliyorlardı. Taita ellerinin serbest kalması için sopasını kemerinin altına sıkıştırdı, sonra Bay'la birlikte Mintaka'yı karşılamak için bataklığa girdiler. Her biri genç kızdan yedek bir kalas alarak güvenilmez yüzeye atıldılar. Üçü de karşı kıyıya doğru yüzmeye başlamışlardı. Arkalarındaki kum tepelerinin arasından birden düşman araba kafilesinin başı çıkıverdi. En öndeki Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 223 arabada Trok göze çarpıyordu. Bir boğanın böğürmesini andıran sesi zafer sevinciyle çınladı. "İleri! Saldırın!" Öndeki arabalar dörtnala yaklaştı ve batak kumların kıyısına vardılar. Üç kaçak sarı balçığın üstünde var güçleriyle yol almaya çalışıyorlardı. Arkalarında araba sürücülerinin haykırışları kuvvetleniyordu. Trok'un ağırlığı arabasının gevşek kumlara öbür arabalardan daha fazla batmasına neden oluyordu, kırbacı yedikçe atlarının hamle yapmalarına rağmen, saldırganların ilk sırasının arkasına düştü. Öndeki kafilenin öbür üç arabası doğru batak kumların içine girdiler ve öbür araçlar kadar hızlı olarak yüzeyin altına emildiler. Trok en sonunda tehlikenin farkına varmıştı. Kendi atlarını kontrol altına almayı ve balçığın kıyısından yana saptırmayı başardı. Trok kavisli kısa yayını kapıp arabadan atladı. Arkasından gelen arabalar da saldırıyı bırakıp kütle halinde yığıldılar. Trok, "Yayları hazır edin!" diye bağırdı. "Hep birden. Sakın kaçırmayın, vurun onları." Okçular koşarak bataklığın kıyısında dörder kişilik sıralar oluşturdular. Oklukları sırtlarında hazırdı, yaylarını germişlerdi. Mintaka bir kez daha kader arkadaşlarının önüne geçmişti. İki kıyı arasının yarı yerini geçmişti, Taita'yla Bay ise panik halinde elleriyle kürek çekmelerine rağmen giderek geri kalmaktaydılar. Trok adamlarının arasında dolaşıyor, emirler yağdırıyordu. "Okçular, atışa hazır olun!" Yüz elli asker oklarını yay kirişine yerleştirdiler. "Okçular yaylarınızı gerin ve nişan alın!" Hep birlikte silahlarını kaldırıp alçalan sarı göğün içine nişan aldılar. Trok, "Şimdi!" diye haykırınca toplu halde oklarını saldılar. Oklar karanlık bir bulut gibi yükseldiler. Yollarının en yüksek noktasına ulaştıktan sonra bataklıktaki üç küçük karaltının üstüne doğru düşmeye başladılar. Taita okların gelişini duymuştu, başını kaldırıp göğe baktı. Öldürücü bulut bir yaban kazı sürüsünün kanatları gibi hafif bir ıslık sesi arasında üzerlerine düşmeye girişmişti. Taita telaşla, "Çamurun içine!" diye bağırınca üçü de kalaslarının üstünden aşağı kaydılar ve sadece başları dışarda kalacak biçimde yoğun çamura - 276- - 277 - gömüldüler. Otlar dolu gibi etraflarına düşüyordu. Bir tanesi, Mintaka'nın birkaç saniye önce üstünde yattığı kalasa saplandı. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 224 Taita, "İleri!" diye emretti. Bunun üzerine tekrar kalasların üstüne tırmandılar ve elleriyle, kollarıyla ileriye doğru kürek hareketleri yapmaya koyuldular. Ama birkaç metre gitmişlerdi ki hava yine okların vınlamalarıyla doldu, onlar da tekrar sarı çamurun korumasına başvurmak zorunda kaldılar. Bundan sonra üç kez daha kalaslardan atlamak zorunda kaldılar, ama okçular için menzil giderek uzuyor, voliler de daha isabetsiz oluyordu. Minta-ka her zamankinden hızlı hareket etti ve çok geçmeden menzilin dışına çıktı. Adamlarını nişan almaya zorlarken Trok'un öfkeyle böğürdüğü duyuluyordu. Oklar etraflarındaki çamurun içine düşüyor, fakat atışlar giderek daha az yoğun oluyordu. Taita, Bay'a bakmak için başını çevirdi. Yara izleriyle dolu kafası çamurla terden parlıyordu. Kan çanağından farksız gözleri yuvalarından fırlamıştı, ağzı ardına kadar açıktı, yontulmuş dişleri ise bir köpek balığınınkiler kadar keskin görünüyordu. Taita, "Cesaret, Bay!" diye ona seslendi. "Hemen hemen vardık sayılır." Bunu söyler söylemez sözlerinin tanrılara bir meydan okuma niteliği taşıdığını kavradı. Arkalarındaki kıyıda Trok onların elinden kurtulmak üzere olduğunu görüyordu. Askerleri hareket halindeki bir arabadan kullanılmaya uygun daha kısa ve daha az güçlü yaylan kullanıyorlardı. Yüz metre etkin menzillerinin sınırıydı. Trok arabasının atlarını yöneten mızrak erine dönüp ters ters baktı. "Savaş yayımı getirin," diye bağırdı. Trok alay içinde arabasında uzun yayı taşıyan tek kişiydi. Ek güç ve menzilin, savaş yayının olağandışı uzunluğunu haklı kılmadığına karar vermişti. Bununla birlikte, Trok'un büyük bedensel gücü ve kollarının aşırı uzunluğu onu daha önemsiz kişilere özgü sınırlamaların ötesinde tutuyordu. Çoğu durumlarda kavisli kısa yayı kullanıyordu. Ancak, arabasının yanında hantal olmakla beraber daha etkin silahın aşırı uzunluğunu kaldıracak özel bir tertibat yaptırmıştı. Mızrakçısı ona doğru koştu ve büyük yayı ellerine verdi. Leopar kafası ar-masıyla süslü olan ve uzun yaya uyan özel okları içeren okluğu da getirmişti. Trok önündekileri göğüsleyerek okçuların ön sırasına geçti. Uzun oklardan birini yayın yuvasına yerleştirdi ve menzili yarı kapalı gözleriyle ölçtü. -278- İki yüzücünün başları sarı yüzeyin üstünde minik lekeleri andırıyordu. Trok'un etrafındakiler hâlâ ok yağdırıyorlardı, ama okları hedefe yaklaşamıyor, çamurun içine saplanıyordu. Trok sol ayağını öne alarak duruşunu ayarladı ve salınacak okun açısını kafasında hesapladı. Derin bir soluk aldıktan sonra da düz tuttuğu sol koluyla yayı ta ki kemerli burnunun ucuna dokununcaya kadar gerdi. Yay onun büyük kuvvetine bile karşı koyuyordu. Çıplak kollarındaki kaslar şişmiş, yüzü gösterdiği çabanın etkisiyle şekilsizleşmişti. Yayı kısa bir an öylece tuttu ve hedefinde küçücük bir ayarlama yaptı. Sonra yayı salıverdi; koca yay gövdesi ellerinde canlı bir yaratık gibi kasılmış ve titremişti. Uzun ok daha önemsiz benzerlerinin oluşturduğu bulutu kolaylıkla geride bırakarak tırmandı, tırmandı. Doruğuna eriştikten sonra da tıpkı avının üstüne pike yapan bir şahin gibi inişe geçti. Taita uzun okun uçuşunun daha keskin ve tiz sesini duyarak başını kaldırdı. Ve okun doğru üzerine geldiğini gördü. Üstelik ilkel aracından aşağı kaymasına, hatta yolunun üstünden çekilmesine bile vakit Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 225 yoktu. iradesi dışında gözlerini kapadı. Ok başının o kadar yakınından geçmişti ki yaşlı adam rüzgârının saçlarını yaladığını hissetti. Hemen arkasından isabetin tok gürültüsünü duydu. İhtiyar adam gözlerini açtı ve sesin geldiği yöne başını çevirdi. Uzun ok Bay'ı çıplak sırtının tam ortasından yakalamıştı. Okun taş ucu Bay'ın üstünde yattığı kalasa gömülerek adamcağızı tahtanın üstüne tıpkı parlak bir karafatma gibi mıhlamıştı. Bay'ın yüzü Taita'nınkine kolunu uzatacak olsa dokunabileceği kadar yakındı. İhtiyar adam derin bakışlı kara gözlere baktı ve içlerinde ölümün ıstırabını okudu. Bay bağırmak ya da konuşmak için ağzını açtı, fakat içersinden fışkıran sel gibi kanlar çıkabilecek herhangi bir sesi boğdu. Büyük bir çaba harcayarak elini boynundaki gerdanlığa uzattı ve onu çıkardı. Pençeleşmiş parmaklarının arasındaki paha biçilemez tılsımı son armağanı olarak Taita'ya uzattı. Taita gerdanlığı katılaşmış parmakların arasından yavaşça çekti ve ipi kendi boynuna geçirdi. Anında can çekişen şamanın özünün ondan kendi vücuduna aktığını ve onu güçlendirdiğini hissetti. Bay'ın bası önüne düştü, fakat ok onun kalasın üstünden aşağı yuvarlanmasını önledi. Taita okun sapında leopar kakmasını tanıdı ve oku atanın kim olduğunu bildi. Uzanıp iki parmağını Bay'ın gırtlağına dayadı ve son nefesini hissetti. Bay gitmişti ve Taita ne kadar çabalasa onu kurtaramazdı. Ölü dostu- -279- ^f nü bırakarak Neferle Mintaka'nın onu cesaret verici sözleriyle uzak kıyıya doğru yüzdü. Uzun oklardan dört tanesi daha yakınına düştü, ama hiçbiri ona değmedi, o da yavaş yavaş okların menzilinden çıktı. Nefer onu karşıladı ve yoğun çamurun içinde ayağa kalkmasına yardım etti. Taita sopasından yararlanarak sağlam zemine çıktı. Ama orada yere çökerek soluk soluğa kaldı. Bir dakika kadar sonra doğruldu ve batak kumların ötesindeki Trok'a baktı. Elleri böğründe duran adamın vücudunun her çizgisi ve başı, öfkesini ve çaresizliğini ele veriyordu. Derken Trok avuçlarını ağzının etrafında bitiştirerek, "Benden kurtulduğunu sanma, Büyücü. Seni istiyorum, karım olacak kahpeyi de istiyorum, ikinizi de yakalayacağım. Elimden kurtulamayacaksınız. İzinizi asla kaybetmeyeceğim," diye haykırdı. Mintaka kumlara doğru gidebileceği kadar ilerledi. Trok'un en duyarlı yanının hangisi olduğunu ve onu adamlarının karşısında en çok nasıl küçük düşürebileceğini biliyordu. "Sevgili kocam, tehditlerin de erkekliğin kadar gevşek ve boş," diye seslendi. Tatlı sesi karşıya net olarak yansıdı, iki yüz Hiksos savaşçısı da her kelimesini duydular. Önce şokun yol açtığı yoğun bir sessizlik oldu, hemen arkasından da birliğin bütün sıralarından alay dolu kahkahalar koptu. Kendi adamları bile onurunun kırılmasından zevk duyacak kadar nefret ediyorlardı Trok'tan. Trok yayını başının yukarsında sallayarak çaresiz bir öfkeyle tepinmeye başladı. Sonunda hırlayarak Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 226 kendi adamlarına dönünce hepsi kendi delice cesaretlerinden dehşete düşerek sustular. Ortalığa çöken sessizlik arasında Trok'un bağırdığı duyuldu. "İştar! Medi-alıİştar! Ortaya çık!" İştar batak kumların kıyısında duruyor ve karşı kıyıdaki küçük kafileye bakıyordu. Yüzü çeşitli desenler oluşturan dövmelerle kaplıydı. Gözleri mor helezonlarla çevriliydi, kataraktlı tek gözü gümüş bir disk gibi parlıyordu. Uzun burnu çifte bir kırmızı benek sırasıyla kat edilmişti. Çenesiyle yanaklarında eğ-reltiotunu andıran çizgiler vardı. Kırmızı gomalaka bulanmış saçları kazıklaş-mıştı. Bilinçli olarak üstündeki entariden sıyrıldı ve onu yere kaydırdı. Şimdi çırılçıplak olduğundan sırlıyla omuzlarının leopar benekleriyle kaplı olduğu görülüyordu. Karnına kızıl renkli bir yıldız dövmesi yaptırmıştı, kasığındaki kılların tıraş edilmiş olması, önünde sallanan kocaman cinsel organını daha da belirginleştiriyordu. Delinmiş gulfe'sine altından ve gümüşten minik -280- ziller geçirilmişti. Taita'ya baktı, Büyücü de onunla yüzleşmek için öne çıktı. İkisi birbirlerine bakarlarken aralarındaki açıklık daralmış görünüyordu. İştar'ın cinsel organı yavaş yavaş şişti ve dev bir ereksiyon oluşturması üzerine küçük çanlar çıngırdamaya başladılar. Adam kalçalarını öne savurarak organının öfkeli kırmızı başını Taita'ya doğru uzattı. Taita'nın hadım statüsünü ve İştar'ın erkekliğinin üstünlüğünü vurgulayan apaçık bir meydan okumaydı bu. Taita sopasını kaldırdı ve onu Mediah'nın kasıklarına doğru uzattı. İkisi de uzun bir süre kımıldamadılar, tüm güçlerini fırlatılan mızraklar gibi birbirlerine yöneltmişlerdi. İştar birden inledi ve bütün tohumlarını kumların içine boşalttı. Penisi de büzüldü, ufak, buruşuk ve önemsiz bir organa dönüştü. İştar dizlerinin üstüne çöktü ve kırılan onurunu örtmek için entarisini alelacele üzerine geçirdi. Büyü-cü'yle ilk doğrudan yüzleşmesinden yenik çıkmıştı. Taita'ya arkasını döndü ve iki Seueth rahibiyle Nübyeli şamanın çömeldikleri yere döndü. Onların çemberine katıldı ve el ele tutuşarak bir ilahi okumaya başladılar. Nefer, "Ne yapıyorlar?" diye endişeyle sordu. Mintaka, "Bana kalırsa batak kumların etrafını çeviren bir yol keşfetmeye çalışıyorlar," diye fısıldadı. Nefer hissetmediği bir güvenle, "Taita onları durduracak," dedi. İştar birden kuvveti yenilenmiş gibi ayağa fırladı. Bir karganın boğuk cıyaklamasını andıran bir ses çıkardı ve kumlu vadinin güney yönünü işaret etti. Taita, "Şahinin bize gösterdiği yolu seçti. Henüz güvende değiliz," dedi yavaşça. Trok'un askerleri harekete geçtiler. İştar öndeki arabada Trok'un yanında yol alırken ölümcül çamur nehrinin kıvrımlarını izleyerek güneye yöneldiler. Bir yandan geçerken askerler karşı kıyıdaki küçük gruba | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:07 am | |
| Trok'un askerleri harekete geçtiler. İştar öndeki arabada Trok'un yanında yol alırken ölümcül çamur nehrinin kıvrımlarını izleyerek güneye yöneldiler. Bir yandan geçerken askerler karşı kıyıdaki küçük gruba tehditler ve meydan okuyan sözler savurdular. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 227 Tozlar durulduktan sonra Trok'un, onları göz hapsinde tutmak için karşı sahildeki kum tepelerinin eteklerinde beş savaş arabası ve on askerden ibaret küçük bir kuvvet bıraktığını gördüler. Ana kuvvetin son arabası çok geçmeden sarı sisin içine daldı ve vadi duvarlarının bir kıvrımının arkasında gözden kayboldu. Taita, "Trok gece olmadan bizim tarafımıza geçmenin yolunu bulmuş olacaktır," diye öngördü. Nefer sordu. "Ne yapabiliriz?" -281 - İIlttjL * Taita dönüp ona baktı. "Firavun sensin. Sen On Bin Arabanın Efendi-si'sin. Bize emirlerini bildir, majesteleri." Bu meydan okuma karşısında Neferin adeta dili tutulmuştu. Taita herhalde onunla alay ediyordu. Sonra o yaşlı soluk gözlere bakınca içlerinde alaydan eser olmadığını gördü. Öfke safranın tüm acı tadıyla ağzına kadar yükseldi. itiraz etmeye, her şeylerini, bütün araçlarıyla sularını kaybettiklerini, önlerinde acımasız bir çölün uzandığını, arkalarından ise acımasız bir ordunun geldiğini söylemeye hazırlandıysa da Mintaka'nın kolunu tutması onu kendine getirdi. Taita'nın gözlerine baktı ve içine bir ilham geldi. Onlara planını açıkladı. O daha sözünü bitirmeden Hilto sırıtıyor ve başını sallıyor, Meren de gülüyor ve ellerini ovuşturuyordu. Mintaka ise sevdiği erkeğin yanında gururundan dimdik duruyordu. Nefer emirlerini sıraladıktan sonra Taita başını eğdi. "işte gerçek bir Fira-vun'un savaş planı," derken sesi donuk ve herhangi bir heyecan belirtisinden yoksundu, ama onayladığı gözlerinden okunuyordu. Lostris'in ona yüklediği görevin yakında sona ereceğini biliyordu artık. Nefer kendi yazgısının sorumluluğunu üstlenmeye hemen hemen hazırdı. Bir, iki fersah yol ancak gitmişlerdi ki iştar parmağıyla ilersini işaret etti. Trok kafileyi durdurdu ve garip sarı ışıkta ve ısının havada yol açtığı titreşimler arasında gözlerini kırpıştırarak görmeye çalıştı. Batak kumlar vadisi ilerde aniden daralıyordu. Trok, "Nedir bu?" diye sordu. Aralıkta sanki kıvrım kıvrım bir deniz canavarı yüzmekteydi. Sırt yüzgecinin tepesi sarı çamurun içinden keskin kenarlarıyla simsiyah sıyrılmaktaydı. İştar, "Bu bizim köprümüz," diye yanıtladı. "Bir kıyıdan ötekine kadar uzanan bir kayaç kitlesi. Vadiyi oradan geçeceğiz." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 228 Trok kayaç köprüsünü incelemeleri için iki adamını önden gönderdi. Adamlar kayaçların üstünden koşarak geçtiler ve sandaletlerini ıslatmadan karşı kıyıya ulaştılar. Bağırıp Trok'a işaret ettiler, o da atlarını kırbaçladı ve adamlarının arkasından köprüden geçti. Kafilenin kalan kısmı da tek sıra halinde onu izledi. Hepsi karşı kıyıya sağ salim geçer geçmez Trok kuzeye döndü ve Taita'nın kaçak kafilesini en son gördükleri yere doğru vadiyi izledi. Ama aradaki mesafenin yarısından azını kat etmişlerdi ki tepelerindeki bulut sarı bir sise, vakitsiz olarak geceyi getiren somurtkan ve zehirli bir hava- -282- ya dönüştü. Birkaç dakika sonra son ışık da sönmüş, zifiri karanlık kafilenin durmasına neden olmuştu. "Atlar yoruldu." Komutanları emir almak için etrafında toplaşınca Trok gece için mola verme kararına iyimser bir anlam yakıştırmaya çalıştı. "Onlara su verin, sonra onlar da, adamlar da dinlensinler. Gün ışır ışımaz yola devam edeceğiz. Büyücü bile yürüyerek ve susuz olarak fazla uzağa gitmiş olamaz. Yarın vakit öğleyi bulmadan elimizde olacaklar." Taita, Mintaka'nın ayağındaki sargıları çıkardı ve hoşnut şekilde başını salladı. Sonra ayakları batak kumların güçlü alkali nemiyle ıslattı ve onları tekrar sardı. Nefer tüm itirazlarına karşın ona kendi sandaletlerini giydirdi. Bunlar genç kızın ayaklarına göre fazla büyüktüler, ama sargılarla uyuyorlardı. Taşıyacak bir şeyleri yoktu, ne su ne yiyecek, ne de silah, ne de başka bir eşya. Sadece kumların içine batmış arabaların taban kalasları vardı. Karşı kıyıdaki Hiksos askerleri onları merakla seyrederken Nefer kafilesini doğuya bakan yüksek kum tepesine tırmandırdı. Doruğa vardıklarında soluk soluğay-dılar. Susuzluklarışimdiden dayanılmaz bir işkenceydi. Nefer batak kumların öbür yanına son bir kez baktı. Karşı kıyıdaki Trok'un askerleri atlarının koşum takımlarını çıkarmışlardı, geceyi dinlenerek geçirmeye hazırlık olarak kamp ateşlerini yakıyorlardı. Nefer onlara alaylı bir selam verdi ve kafilenin kalan kısmıyla kum tepesinin öbür yüzünden aşağı indi. Onları gözetleyenlerden böylece kurtulunca bir süre dinlendiler. Nefer, "Göstereceğimiz her çaba bize pahalıya mal olacak," diye arkadaşlarını uyardı. "Daha saatlerce içecek suyumuz olmayacak." Sıcakta soluk soluğa yatarken asker ve araba sesleri duymayı endişeyle bekliyorlardı. Mintaka hepsinin içindeki korkuyu seslendirdi. "Trok'un karşıya geçiş yerini bulup ortalık kararmadan tepemize binmemesi için bütün tanrılara dua edin." Biraz toparlandıktan sonra Nefer, aradaki kum tepesinin koruması altında onlara batak kumlar vadisine paralel bir yol izletti. Sadece kısa bir yol gittiler, ama sıcakta bu kadar bir çaba bile onları tüketti. Sinir bozucu sarı sisin içinde bir kez daha dinlenmeye hazırlandılar. Ama çok fazla beklemelerine lüzum kalmadı, karanlık çok geçmeden onları koynuna aldı. Ne yazık ki gece onları rahatlatmadı. Tekrar kum tepesinin doruğuna tırmandılar. Aşağılarında vadinin öbür yanındaki ateşleri görüyorlardı. Alevler, Hiksos kampının planını seçmelerine ancak yetecek kadar ışık veriyordu. -283- Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 229 r Düşman arabaları ortası boş bir karenin etrafına dizilmişler, atların başlan tekerleklere bağlanmıştı. İki nöbetçi ateşlerin yanında oturuyor, adamların kalan kısmı ise arabaların arasındaki boş alanda hasırlarının üstünde yatıyorlardı. Nefer, "Bizim doğu yönünde uzaklaştığımızı gördüler. Hâlâ o yöne gittiğimizi düşünüp dikkatlerini gevşettiklerini ümit edelim," dedi ve adamlarını tepenin yüzünden kayarak indirdi. Kampın iki, üç yüz metre berisinde vadinin tabanına indiler. Hareketlerini gözden gizlemek ve çıkarabilecekleri gürültüleri boğmak için bu kadarı yeterliydi. Yönlerini bulmak için kamp ateşlerinin ışıltısından yararlanarak ve karanlıkta yollarını kaybetmemek için birbirlerinin koluna girerek batak kumların kıyısına kadar sokuldular. Kalasları kumların üstüne indirerek yine kürek hareketleri yapmaya giriştiler. Bu tarz yolculuğa alışmışlardı, kısa bir süre sonra da karşı kıyıya ulaştılar. Birbirlerinden uzaklaşmamaya dikkat ederek kampa doğru süründüler ve ateşlerin ışık dairesinin hemen dışına büzüldüler. İki nöbetçi dışında bütün kamp uyuyor görünüyordu. Atlar da sessizdiler, tek ses ise alevlerin hafif ça-tırdısıydı. Nöbetçilerden biri birdenbire ayağa kalktı ve arkadaşının oturduğu yere yürüdü. İkisi yavaşça konuşmaya başladılar. Nefer bu gecikmeye sinirlenmişti, tam Taita'dan yardım isteyeceği sırada yaşlı adam ondan önce davrandı. Sopasını iki karaltıya doğru uzattı. Bir, iki dakikaya kalmadan adamların sesi uykulu uykulu gelmeye başladı, sonunda uyanık kalan nöbetçi ayağa kalkıp gerindi ve esnedi. Sonra kendi ateşinin başına döndü ve kılıcı dizlerinin üstüne koyarak oturup rahatına baktı. Taita sopasını hâlâ adama doğru uzatıyordu. Nöbetçinin başı en sonunda önüne düştü ve çenesi göğsüne dayandı. Öteki ateşin olduğu yerden hafif bir horlama kulağa geliyordu. Adamların ikisi de derin bir uykuya dalmışlardı. Nefer, Hilto'yla Meren'e dokundu, ikisi de işini biliyordu. Taita'yla Minta-ka'yı ateşin ışığının kenarında bırakarak öne süründüler. Nefer en yakındaki nöbetçinin arkasına sokuldu. Kılıç kucağından kaymış, kumda yanında yatıyordu. Nefer onu aldı ve aynı hareketi devam ettirerek tunçtan sapını adamın şakağına çarptı. Nöbetçi gık demeden yere yıkıldı ve ateşinin yanında boylu boyunca uzanıp kaldı. Nefer kılıcı elinde tutarak öbür ateşe baktı. Hilto'yla Meren de o nöbetçinin hakkından gelmişti; adam uyuyan bir köpek gibi kıvrılmış, yatıyordu. Kılıcı -284 - Hilto'daydı. Üçü birden en yakın arabaya koştular. Kargılar hâlâ arabanın yanındaki mahfazalarındaydı. Nefer bir tanesini yakaladı. Silah avucunda ağır, fakat huzur vericiydi. Derken atların biri hafifçe kişnedi Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abcli | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:07 am | |
| ve toynağını yere çarptı. Nefer dondu kaldı. Bir an fark edilmediklerini sandı. Ama sonra arabaların içinden uykulu bir ses, "Noosa sen misin? Uyanık mısın?" diye seslendi. Bir asker sendeleyerek ateşin aydınlığının içinde belirdi. Hâlâ uyukluyordu, belindeki peştamal dışında çıplaktı. Sağ elinde bir kılıç tutuyordu. Durup Nefer'e aval aval baktı. "Kimsin sen?" Paniğin etkisiyle sesi yükseldi. Meren kargıyı fırlattı. Kargı adamın tam göğsünün ortasına saplandı. Elini havaya atarak kumların üstüne çöktü. Meren fırlayıp adamın düşen kılıcını kaptı. Üçü birden keçileri kaçırmış cinler gibi uluyarak araba oklarının üzerinden atladılar ve araçların ortasındaki kareye kapağı attılar. Çığlıkları uyanmakta olan adamları paniğe uğratmıştı. Bazıları silahlarını çekmeye bile fırsat bulamadan ele geçirilen kılıçlar öldürücü bir ritmle kalkıp inmeye başladılar. Kılıçlar kana bulanmakta gecikmedi. Düşmanların içinden yalnız bir tanesi kendini toparlayıp onlara doğru döndü. İri yarı biriydi, yaralı bir aslan gibi kükreyerek onları geri püskürttü. Bu arada Nefer'in başına nişan almıştı. Nefer her ne kadar bunu bertaraf ettiyse de yön değiştiren darbe kolunu omzuna kadar uyuşturdu. Kılıç sapının altından kırılmıştı. Nefer silahsız kalmıştı, hasmı da işini bitirmek için kılıcı onun başına doğru salladı. Ancak Taita arkasındaki karanlığın içinden karşısına çıktı ve sopasını kafatasına çarptı. Adam yere yıkıldı, Nefer de kılıcı yere düşmeden onun gevşemiş parmaklarının arasından aldı. Dövüş sona ermişti. Hayatta kalanların beşi elleri başlarının üstünde, yere diz çökmüşler, Hilto'yla Meren de tepelerine dikilmişti. Mintaka'yla Taita ateşleri canlandırdılar, alevlerin aydınlığında da askerlerin üçünün öldüğünü, ikisinin ise ağır yaralı olduğunu gördüler. Taita yaralıların yaralarını tedavi ederken, ötekiler de arabanın yedek ha-latlarıyla tutsakların elleriyle ayaklarını bağladılar. Ancak bundan sonra su torbalarından kana kana su içtiler, ekmek torbasından diledikleri kadar ekmek dilimi aldılar, buldukları yiyeceklerin arasından da kurutulmuş etten dilimler kestiler. Yiyip içmeleri sona ererken yeni bir gün doğuyordu. Yine tehdit dolu kırmızı bir şafaktı bu, sıcak ise şimdiden boğucuydu. Nefer üç araba ve onları -285- çekecek en iyi atları seçti. Seçilmiş araçları askerlerin kişisel eşyası ve yedek silahların gerekenden fazlası gibi gereksiz donanımdan arındırdı. Nefer istenmeyen atları da serbest bıraktı ve yüzlerinin önünde bir örtü sallayarak dörtnala uzaklaşmalarını sağladı. O ürkütücü şafağın kızıl ışığı her an kuvvetleniyordu, onlar da aceleyle arabalara bindiler. Yola çıkacakları sırada Nefer elleri kolları bağlı tutsakların yanına yaklaştı. "Sizler de bizim gibi Mısırh'sınız," dedi. "Arkadaşlarınızdan bazılarını öldürdüğümüz ve yaraladığımız için çok üzgünüm. Bu bizim seçimimiz değildi, bize zevk de vermedi. Gaspçı Trok buna bizi mecbur etti." Onu az daha öldüren iri yarı adamın yanına çömeldi. "Sen cesur bir adamsın. Günün birinde ortak düşmana karşı yan yana savaşabilmemizi çok isterim." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 231 Nefer'in eteği o otururkun yukarı sıyrılmıştı. Delikanlının sağ baldırına bakışı takılınca tutsağın gözü yuvalarından fırladı. "Firavun Nefer Seti öldü," dedi. "Sen niçin bacağında hükümdarın adını taşıyorsun?" Nefer, Taita'nın uzun yıllar önce bacağında yaptığı dövmenin üstünde elini gezdirdi. "Bu benim hakkım," dedi. "Ben Firavun Nefer Seti'yim." "Hayır! Hayır!" Tutsak savaş meydanında olmadığı kadar heyecanlı ve korkmuş gözüküyordu. Mintaka arabadan atlayıp yanlarına geldi. Dostça bir tavırla adamla konuştu. "Benim kim olduğumu biliyor musun?" "Siz majesteleri Kraliçe Mintaka'sınız. Babanız benim tanrım ve komuta-nımdı. Onu çok severdim. Onun için sizi de seviyor ve saygı duyuyorum." Mintaka kamasını kınından çekti ve adamın iplerini kesti. "Evet," dedi. "Ben Mintaka'yım, bu da nişanlım olan Firavun Nefer Seti. Bir gün mirasımızı talep etmek için Mısır'a döneceğiz ve ülkemizde barış ve adalet içinde saltanat süreceğiz." Nefer'le Mintaka ayağa kalkarak devam ettiler. "Silah arkadaşlarınıza şu mesajı verin. İnsanlara bizim hayatta olduğumuzu ve Mısır'a döneceğimizi söyleyin." Adam dizlerinin üstünde sürünerek yaklaştı ve Mintaka'nın ayaklarını öptü, sonra Nefer'in de yanına süründü ve delikanlının ayaklarından birini alıp başının üstüne koydu. -286- "Sizin adamınızım," dedi. "Mesajınızı halka duyuracağım. Bize en kısa zamanda dönün kutsal Firavun." Öbür tutsaklar da bağlılık ve sevgi yeminleriyle arkadaşlarına katıldılar. "Sana selam Firavun! Dileriz bin yıl yaşar ve ülkeni yönetirsin!" Nefer'le Mintaka ele geçirdikleri arabaya bindiler, serbest kalan tutsaklar da arkalarından, "Bak-her! Bak-her!" diye bağırdılar. Üç araç harap durumda kalan kamptan çıktı. Taita yük arabasında yalnız yol alıyordu. Medialıİştar'ın oyunlarına en iyi o karşı koyabilir ve onlardan gizlenen doğru yolu ancak o keşfedebilirdi. Nefer'le Mintaka onu izliyor, Hilto'yla Me-ren de kafilenin sonunu oluşturuyordu. Geldikleri yoldan geri dönmeye giriştiler. Kısa bir yol gitmişlerdi, batak kumlar vadisi ve kamp da hâlâ görünürdeydi ki Taita birden durup arkasına baktı. Öbür iki araba da arkasında durdular. Nefer, "Ne var?" diye sorunca ihtiyar adam sus der gibi elini kaldırdı. Karşı kıyıda Trok'un birliklerinin yaklaşmakta olduğu sessizlik içinde kulaklarına geldi. Sonra kafilesinin başının, şafağın kızıllığının içinde uzaktaki kum tepelerinin arasından meydana çıktığını gördüler. Öndeki arabada yol alan Trok birden dizginleri çekip iştar'a bağırdı. "Seueth'in laneti başına yağsın, Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 232 Büyücü yine senden daha akıllı çıktı. Geri dönüp geride bıraktığımız arabaları ele geçireceklerini bilemedin mi?" İştar da, "Sen bunu niçin bilemedin peki?" diye ona hırladı. "Büyük komutan sensin." Trok bu küstahlığına karşılık kırbacı dövmeli yüzünün ortasına şaklatmak için kolunu arkaya attıysa da, Medialı'nın karanlık gözlerine bakınca kendini toparlayıp kolunu indirdi. "Şimdi ne olacak, İştar? Kaçmalarına göz yumacak mısın?" İştar, "izleyebilecekleri bir tek yol var, Zander ise iki yüz savaş arabasıyla o yoldan geliyor. Onları yine kapana kıstırmış sayılırsın," diye belirtti. Trok'un yüzü vahşi bir gülümsemeyle aydınlandı. Hiddeti arasında Zander tamamen aklından çıkmıştı. İştar devam etti. "Güneş tamamen doğmuş sayılmaz. Kayaç köprüsünden tekrar geçip onları kovalamak için önünde upuzun bir gün var. Kokuları burnumda. Ağımı üzerlerine savurup onları tutsak edecek ve sadık bir köpek gibi seni dosdoğru avına götüreceğim." Trok atlarını kırbaçladı ve arabasını bataklığın kıyısındaki sağlam kumların üstünde koşturdu. Karşı kıyıdaki üç arabanın tam karşısındaydı. Hemen hemen inandırıcı olan bir kahkaha atmayı başardı. -287- "Bu yarıştan sizden çok daha fazla zevk alıyorum dostlarım. İntikam soğuk yenilince daha lezzetli olan bir aş gibidir! Seueth şahidim olsun, bunun doya doya tadını çıkaracağım." Mintaka da ona seslendi. "Tavşanını pişirmek için önce onu yakalamalısın." "Yakalayacağım yakalayacağım. Sizi eğlendirecek bazı sürprizler hazırladığıma da emin olabilirsiniz." Ama üç araba kum tepelerinin arasına sapınca adamın yüzündeki gülümseyiş silindi. Mintaka ona neşeyle el salladı. Kızın amacının onu kızdırmak olduğunu bilmesine rağmen, Trok yine de fena halde sinirlendi. Adamlarına, "Geriye!" diye bağırdı. "Köprüyü geçeceğiz." Yollarına devam ederlerken Taita göğe giderek daha sık bakmaktaydı. Kükürt rengindeki bulutlar yer üzüne yaklaştıkça yüzündeki ifade ciddileşmekte ve düşünceli bir hal almaktaydı. Sabah ortasında atlara su vermek için durdukları sırada Hilto, "Hiç böyle bir gök görmemiştim. Belli ki tanrılar öfkeli," dedi. Doğru yolu hemen bulmaları çok garipti. Yanlış tarafa döndükleri çatal ağzı ta uzaktan görülebiliyordu. Burasını işaretleyen yüksek taş yığınını gözden kaçırmış olmaları inanılır gibi değildi. O kadar çok ticaret kervanının geçtiği Kızıldeniz yolu, Batak Kumlar Vadisi'ne giden patikadan çok daha fazla iz dolu ve belirgindi. Yol kavşağına yaklaşırlarken Nefer, "İştar gözlerimizi kör etmiş, ama bu kez o kadar kolay aldatılmayacağız," diye mırıldandı. Sonra huzursuz şekilde göğe bakarak kötülüklere karşı benimsenmiş işareti yaptı. "Tabii tanrılar yüzümüze gülerlerse." Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 233 İlerlerindeki toz bulutunu keskin savaşçı gözleriyle seçen Hilto oldu. Alçak bulutlu gök, onu yaklaştığışu ana kadar gözden gizlemişti. Hilto, Taita'nın arabasının yanı başında yol alarak, "Büyücü! İlerimizde savaş arabaları var, hem de çok kalabalıklar," diye ona bağırdı. Arabaları durdurup ileriye baktılar. Toz bulutu sürekli bir hareket halindeydi. Taita, "Ne kadar uzaktalar?" diye sordu. "Yarım fersah ya da daha yakındalar." "Trok'un arkasından gelen ikinci bir tümeni mi var sence?" "Bunun, Hiksosların olağan taktiği olduğunu siz benden iyi bilirsiniz, Büyücü. Dammen Savaşı'nı anımsamıyor musunuz? Apepi bizi nasıl iki tümeninin arasına sıkıştırmıştı, değil mi?" Taita, "Onlar önümüzü kesmeden yol kavşağına ulaşabilir miyiz?" diye sordu. Hilto gözlerini kısarak baktı. "Belki. Ama çok sıkı bir yarış olacak." Taita dönüp arkasına baktı. "Trok arkamıza düşmüştür bile. Artık geriye dönemeyiz." "Yoldan ayrılıp kumlara girmemiz tam bir felaket olur. Düşmana izlemeleri için kusursuz bir iz bırakmış oluruz. Zaten akşam olmadan atlar tükenir." Mintaka, "Tevekkeli Trok bize gülmedi," diye acı acı söylendi. Meren doğruladı. "Bir kez daha kapana kısıldık sayılır." Nefer, "Acele etmeliyiz," dedi. "Onlardan önce yol kavşağına ulaşıp ana yola devam etmeliyiz. Tek kurtuluş umudumuz bu." Hilto, "Atları gebertmek pahasına da olsa hız yapmalıyız." Üç araba yan yana ileri atıldılar. Arabalar yoldaki tekerlek izlerine girip çıktıkça sarsılıyorlardı, ama atlar iyi gidiyorlardı. Onlar koştukça İlerlerindeki toz bulutu daha ürkütücü bir görünüm alıyordu. Taş yığını da sanki bir türlü yaklaşmıyordu. Düşman tümeninin ilk arabaları tozla o korkunç sarı ışık tarafından yarı yarıya karartılarak ortaya çıktıklarında onlar kavşağa hâlâ yüz elli, iki yüz metre uzaklıktaydılar. Hiksoslar kendilerine doğru yarıştığını gördükleri üç savaş arabasının kimliğinden emin değillermiş gibi bir an durdular, ama sonra kaçaklara doğru tekrar harekete geçtiler. Taita atları son bir kere daha hızlandırmaya çalıştıysa da hayvanların yorgunluğa yenik düşmek üzere olduklarını hissediyordu. Son ana kadar dayandılar, ama düşman dolu dizgin üzerlerine geliyordu. Böylece, yol kavşağına onlardan önce ulaşamayacakları yavaş yavaş belli oluyordu. Taita sonunda yumruğunu kaldırarak durmalarını Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 234 emretti. "Yeter!" diye bağırdı. "Bu yarışı asla kazanamayız." Patikanın orta yerinde durdular. Atlar ter içindeydi ve soluk soluğaydılar. Kaçaklar yüzlerine bulaşmı | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:08 am | |
| Patikanın orta yerinde durdular. Atlar ter içindeydi ve soluk soluğaydılar. Kaçaklar yüzlerine bulaşmış tozun altında sapsarıydılar, gözlerinde ise sadece umutsuzluk okunuyordu. Hilto, "Şimdi ne tarafa, Firavun?" diye bağırdı. Adamlar daha şimdiden Nefer'in önderliğine başvurmaya başlamışlardı. -289- Büyücüler Kralı / F: 19 "Bizim için yalnız bir tek yol açık. Geldiğimiz yoldan geri döneceğiz." Bundan sonra onu ancak Mintaka'nın duyabileceği kadar alçak sesle konuştu. "Böylece Trok'un avucuna düşeriz. Ama onunla hesaplaşmak için bu sayede son bir şansımız olur." Taita başıyla onayladı ve arabasına U dönüşü yaptıranların ilki oldu. Onları batak kumlara geri götürüyordu. Öbürleri de tornistan ederek arkasında bıraktığı tozu izlediler. Toz önceleri kovalayanları gözden gizliyordu, ama sonra ani bir sıcak esinti tozu bir an için yana savurdu, böylece daha şimdiden mesafe kaybettiklerini gördüler. Hızla ileri atıldılar, ama Nefer atlarının kuvvetten düşmeye başladıklarını fark ediyordu. Adımları ağırlaşıyor, bacakları çökmenin eşiğinde gözüküyordu. Nefer her şeyin bitmesinin yakın olduğunu anladı Bir kolunu Mintaka'nın beline dolayarak, "Seni daha ilk gördüğüm an sevdim. Ve sonsuza kadar sevmeye devam edeceğim," dedi. "Eğer beni gerçekten seviyorsan, Trok'un eline geçmeme asla izin vermeyeceksin. Sonunda, bana olan aşkını kanıtlamanın yolu olacak bu." Nefer şaşkın halde dönerek genç kıza baktı. "Anlamıyorum," demesi üzerine, Mintaka delikanlının yanında asılı kılıca dokundu. "Hayır!" Nefer bu sözü adeta bağırarak söylemişti. Kızı tüm kuvvetiyle kollarının arasında sıktı. "Bunu benim için yapmalısın, aşkım. Beni Trok'a geri veremezsin. Kendim yapmaya cesaretim olmadığına göre, benim için senin güçlü olman gerek." "Yapamam," diye haykırdı Nefer. "Her şey çabuk ve acısız olup bitecek. Oysa öbür şık..." Nefer öylesine perişandı ki ansızın duran Taita'nın arabasına az daha tosluyordu. Taita ilersini işaret ediyordu. Trok oradaydı. Adamın kafilesinin başındaki ayıdan farksız siluetini bulundukları noktadan bile görebiliyorlardı. Doğru üzerlerine geliyordu. Arkaya bakınca öbür düşmanın da eş bir hızla arkadan yaklaştığını fark ettiler. "Son Lir dövüş bizi bekliyor!" Hilto kınının içindeki kılıcı çekmeye hazırlandı. "İlki en kötüsü. İkincisi de öyle. Sonuncusu da bütün oyunun en iyisi." Kızıl Yol'un deyişlerinden biriydi bu, Hilto da onu gerçek bir Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 235 hevesle söyledi. Taita safra renkli göğe bakarken başka bir sıcak esinti, gümüş renkli otların arasından esen rüzgâr gibi saçlarını dalgalandırdı. Mintaka, Nefer'in kolunu çekti. "Söz ver bana!" diye fısıldadı. Delikanlının gözleri yaşlarla doldu. 290 "Söz veriyorum," dediyse de kelimeler ağzıyla boğazını ateş gibi yaktı. "Sonra Trok'u şu ellerimle öldüreceğim. Bunu da yaptıktan sonra karanlık yolculukta sana yetişeceğim." Taita sesini yükseltmediyse de söylediklerini hepsi net olarak duyabildiler. "Şu taraftan. Tekerlek izlerime dikkat edin ve onlarışaşmadan izleyin." Bundan sonra ihtiyar adamın atlarını patikayla dik açı oluşturan kumların içine, yer değiştiren kum tepelerinin arasına sürdüğünü şaşırarak gördüler. Nefer onun anında tekerlek poyralarına kadar kumların içine batmasını bekliyordu, ama Taita her nasılsa yumuşak yüzeyin altında katı bir kabuk bulmuş olacaktı. Sağlam bir gidiş tutturmuştu. Ötekiler bunun son bir çaresiz girişim olduğunu bile bile onu yakından izlediler. Arkasına bakan Nefer doğudan ve batıdan gelerek onları izlemek üzere buluşan iki düşman tümeninin kaldırdığı iki toz bulutunu görebiliyordu. Üç arabanın patikadan ayrıldıkları noktaya gelince, kaçakların arkalarında bıraktıkları izleri görmemelerinin en küçük bir şansı yoktu. Tabii Taita bir büyü yapıp onları İştar'ın gözünden gizlemediği takdirde, ama bu da pek zavallı bir umuttu. İştar böylesine sıradan oyunlara kanacak türden bir büyücü olmadığını kanıtlamıştı. Zaten Trok da patikadan saptıklarını kendi gözleriyle görmüş olmalıydı. Ancak Nefer tekrar ileriye bakınca Taita'nın sağ elinde Lostris'in Tılsımı'nı tuttuğunu, bileğine de Bay'ın armağanı olan gerdanlığı dolamış olduğunu gördü. Onları kovalayanlara bakmıyordu ihtiyar adam. Yüzü tehdit dolu göğe çevriliydi, yüzünde de derin bir huşu okunuyordu. Durumlarının tüm umutsuzluğuna karşın Nefer yüreğinde mantıksız bir umut kıvılcımı hissetti. Bay'ın armağanının ihtiyar adamın esasen çok büyük olan gücünü anlaşılmaz şekilde daha da artırdığını fark ediyordu. Mintaka'ya, "Ta-ita'ya baksana," diye fısıldadı. "Belki de sonumuz daha gelmemiştir. Oyunun sonucu belli olmadan önce bao taşlarını belki son bir kez daha sürebiliriz." Trok patikada dörtnala yol alarak üç arabanın yana sapıp kum tepelerinin arasına yöneldiklerini gördüğü noktaya vardı. Arabaların kumda bıraktıkları izler o kadar derindi ki bir tek tekerlek çifti tarafından açılmış olsalar bu kadar olurdu. Tam o sırada Zander ikinci kafilenin başında karşı yönden yetişti. Trok, "Aferin! Avı bu yana saptırdın. Artık elimizdeler," diye ona bağırdı. -291 - Zander de bağırarak yanıt verdi. "Güzel bir kovalamaca oldu. Şimdi ne yapmamı istiyorsunuz?" Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 236 "Yine artçı konumunu al. Dörtlü bir kafile halinde. Sonra beni izle." Trok kaçakları izlemek için yana saptı, iki savaş arabası tümeni de onu izledi. İleriye bakınca, Taita'yla küçük kafilesinin dorukları mor ve mavi renkli yüksek kum tepelerinin oluşturduğu huniye benzer geçidin içinde gözden kayboldu- ' ğunu gördü. Tepelerin arası karanlıktı ve alçalan göğün altında gölgelere boğulmuştu. Trok daha yüz metre ilerlemişti ki kafilenin yandaki arabaları yumuşak kuma battı. Taita'nın niçin tek sıra halinde ilerlediğini şimdi anlıyordu. Toprak sadece patikanın ortasında bir tek arabayı taşıyabilecek kadar sertti. "Tek sıra halinde ileri!" Trok kuvvetlerinin düzenini değiştirdi. "İzimden ayrılmayın!" Trok'un arkasından bilinmeyen arazide ilerleyen birleşik iki tümen yarım fersahlık bir uzunluktaydı. Askerler yanlarında kule gibi yükselen kum duvarlarına ve tepelerindeki çirkin göğe giderek artan bir tedirginlikle bakmaktaydılar. Trok atlarını gelırkenki öldürücü hızı sürdürmeye zorlayamıyordu, hayvanlar yürüyüş temposuyla ilerliyorlardışimdi. Trok, Taita tarafından bırakılan izlere baktıkça, Büyücü'nün de yavaşladığını fark edebiliyordu. Bu şekilde yarım fersah ilerlemelerinden sonra önlerindeki arazinin yapısı birdenbire değişti. Yumuşak kum dalgalarının arasından karanlık bir kaya adası yükselmekteydi. Kum tepelerinin okyanusvari dalgalarının arasında kaybolmuş küçük bir tekneye benziyordu bu. Yanlan binlerce yılın kum yüklü aşındırıcı rüzgârları tarafından oyulmuş ve delik deşik edilmişti, fakat doruk bir masal ejderhasının dişleri kadar keskindi. Dorukta uzaktan küçücük gözüken biri vardı. Korkunç ışıkta bir miğfer gibi ışıldayan gümüş renkli gür saçları ve zayıf ve uzun yapısıyla tanınmaması olanaksız olan biriydi bu. Trok, İştar'a, "Büyücü bu," diye sırıttı. "Kayaların arasına sığınmışlar. Dilerim, bizimle orada çarpışmaya kalkarlar." Borazancısına seslendi. "Savaş borusunu çal." İlerdeki kaya kütlesini görünce Nefer'le Mıntaka'nın ikisi de pek şaşırdılar. Mintaka, "Taita bunun burada olduğunu biliyor muydu?" diye sordu. Nefer, "Nasıl bilecekti ki?" diye karşılık verdi. "Bir keresinde bana onun her şeyi bildiğini söylemiştin." Mintaka'nın bu çıkışı Nefer'i susturdu. Duyduğu güvensizliği belli etmemek için arkasına baktı. Onları kovalayanların kaldırdıkları tozlar hemen arkalarmdaydı ve yükselerek güneşsiz göğün sarı parıltısına karışıyordu. "Bilip bilmemesinin bize ne gibi bir yararı dokunur ki?" diye söylendi. "Bu kayaları kısa bir süre savunabiliriz, ama Trok'un yüzlerce adamı var. Artık her şeyin sonu geldi." Yanındaki demire asılı su torbasına dokundu. Hemen hemen boşalmıştı, kalan su atları bir gün bile yaşatmaya yetmezdi. Mintaka, "Taita'ya güvenmek zorundayız," deyince delikanlı acı acı güldü. "Bana kalırsa tanrılar bizi terk ettiler. Taita'dan başka kime güvenebiliriz zaten?" Güçlükle yürüyen atlarla ilerlemeye devam ettiler. Arkalarında kovalayanlardan onlara kadar ulaşan hafif sesleri duyabiliyorlardı. Subaylar erlerine düz hattan ayrılmamalarını haykırıyor, gevşek donanımların şıngırtısı ve kuru tekerlek poyralarının gıcırtısıyla iniltisi kulaklarına geliyordu. En sonunda siyah ve sarı renkli kaya dağının eteğine geldiler. En az otuz metre yüksekliğindeydi, birikmiş ısı da üzerinden şenlik ateşi gibi yansıyordu. Bir tek bitki bile bu yüzeyde kendine bir tutanak bulamamıştı, ama rüzgâr kaya yüzeylerinde kesikler ve çatlaklar oymuştu. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 237 Taita, "Arabaları kaya duvarına yaklaştırın," diye emretti, kafiledekiler de itaat ettiler. Taita kendi arabasını kaya yüzünün açısının öbür yanına geçirerek arkadaşlarına örnek oldu. Burada dikey yanları kaya yığınını bıçak gibi kesmiş derin bir yarık vardı. "Bu taraftan." Taita onları derin dikey yarığın kumlu zemininin üstünde gidebilecekleri kadar ilerletti. "Şimdi de atları yatırın," dedi. Bütün süvari birliklerinin atları bu numarayı yapmak üzere eğitilmişlerdi. Sürücülerinin zorlaması üzerine dizlerinin üstüne çöktüler, sonra da homurdanarak ve poflayarak yarığın zemininin üstünde yan yattılar. Taita, "işte böyle!" dedi. Arabasından bir örtü getirmişti. Bundan yırtılan şeritlerle sakin ve uysal olmaları için atların gözlerini bağladı. Sonra bir kargıyı gevşek toprağa derinlemesine sapladı ve bunu atların sargılı başlarını bağlamak ve tekrar kalkmalarını önlemek için bir tür gemi demiri gibi kullandı. Ötekiler de aynı şeyi yaptılar. "Şimdi de suyun kalanını getirin. Atlara son bir kere içirmeye yetecek kadar su olmayışı çok yazık, ama ne çare ki her damlaya bizim ihtiyacımız var." | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:08 am | |
| İhtiyar, varlığını önceden bilmiş gibi adamlarını yardaki sığ bir çıkıntının altına götürdü. Çıkıntının altı o kadar basıktı ki buraya girmek isteyen, elleriyle dizlerinin üstünde yürümek zorunda kalacaktı. "Burasının ağzını örmek için yardaki gevşek taşları kullanın." "Birzareba1"' duvarı ha?" Nefer şaşkındı. "Bu yeri savunamayız ki. Bir kere bu aralığa girdik mi değil kılıç sallamak, ayakta bile duramayız." "Tartışacak vakit yok." Taita delikanlıya sert sert baktı. "Dediğimi yapın." Nefer, Mintaka hesabına duyduğu korkudan gergindi, üstelik son günlerde yaşadığı güçlükler nedeniyle çok da yorgundu. O da Taita'ya sert sert baktı. Öbürleri onları merakla izliyorlardı: genç boğa yaşlısına meydan okuyordu. Saniyeler böylece geçerken Nefer birden akılsızlığını anladı. Bu durumda onları yalnız bir tek kişi kurtarabilirdi. Boyun eğdi. Eğilip taş yığınından irice bir kaya parçası alarak onunla basık mağaraya doğru sendeledi. Bunu uygun bir konuma yerleştirdikten sonra bir ikincisini almaya koştu. Öbürleri de bu çalışmaya katıldılar. Mintaka bile payına düşen kaya parçalarını taşıdı. Yapay duvarın arkasındaki ine kapandıkları sırada genç kızın elleri berelenmiş ve sıyrılmıştı. Büyücü'yle arasında geçen tartışmadan dolayı içerleme duygusunu hâlâ yenememiş olan Nefer, "Şimdi ne yapıyoruz?" diye gergin bir tavırla sordu. "İç," dedi Taita. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 238 Nefer deri torbadaki suyu bir deri kaba boşalttı ve Mintaka'ya uzattı. Genç kız sudan birkaç yudum aldıktan sonra kabı Taita'ya geçirmek istedi. İhtiyar adam, "iç, kana kana iç," dedi. Hepsi midelerinin alabildiği kadar su içtikten sonra Nefer yine Taita'ya döndü. "Ya şimdi?" Taita, "Burada bekle," dedi ve uzun sopasını alarak tepenin kertikli duvarına tırmanmaya koyuldu. Nefer onun arkasından, "Bu zareba'dan amaç nedir? Neye yarayacak?" diye seslendi. Taita onların dokuz, on metre yukarsındaki raf gibi dar bir çıkıntının üstünde durarak aşağıya baktı. "Zamanı gelince majesteleri görecekler," dedi ve tırmanmaya devam etti. " Zareba: Etrafı dikenli çitle çevrilmiş yer. Sudan'da bir köyü ya da kampı korumak için bina edilir. Aynı zamanda askeri bir savunma hattı. -294- "Bir gizlenme yeri mi olacak? Ya da belki bir mezar mı?" Taita, Nefer'in bu alaylı sözlerine bir karşılıkta bulunmaya lüzum b,le görmedi. Tepenin zirvesine varana kadar durup dinlenmeden tırmanmayı sürdürdü. Orada durarak Trok'un geleceği yöne bakışını dikti. Tepenin eteğindeki çukura sığınmış küçük grup onu merakla izliyordu. Kimi şaşkındı, kimi umutlanmıştı, bir tanesi ise hâlâ öfkeliydi. Nefer birden toparlandı. "Kargıları ve kalan silahları arabalardan getirin. Kendimizi savunmaya hazır olmamız gerekir." Kendisi de arabaları bıraktıkları yere koştu. Bir kucak dolusu kargıyla geri döndü, aynı şekilde yüklenmiş olan Meren'le Hilto da onu izlediler. Mintaka'ya, "Taita ne yapıyor?" diye sordu ve parmağıyla doruğu işaret etti. "Baksana, kımıldamamış bile." Silahları bir kenara yığıp derme çatma barınağın ağzına yerleştiler. Bütün gözler yine Taita'ya çevrilmişti. O kükürt renkli korkunç gök fonunun önünde bir siluetti. Kimse konuşmuyor, kimse kımıldamıyordu. Ta ki onlara dehşet duyuran o sesi tekrar işitene kadar. Araba tekerleklerinin, yüzlerce arabanın tekerleklerinin o hafif takırtı-sıyla cıyaklamasını, kâh kum tepeleri tarafından boğulan, kâh yansıttığı tehdit net olarak duyulabilen erkek seslerini dinlemek için başlarını çevirdiler. Taita her iki kolunu ağır ağır kaldırdı ve göğe çevirdi. Bütün gözler bu hareketi izlediler. Taita'nın sağ elinde sopası, solunda ise Lostris'in Tılsımı vardı. Bay'ın armağanını ise boynunda taşıyordu. Hilto, "Şimdi ne yapıyor?" diye huşu dolu bir sesle sordu. Ona kimse yanıt vermedi. Taita kayadan yontulmuş kadar hareketsiz duruyordu. Başını arkaya atmıştı. Saçları omuzlarının üstünde Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 239 bir gümüş yığınıydı. Belindeki kemer, entarisinin eteklerini yukarı sıyırdığından sıska baldırları ortada kalmıştı. Bir yere tünemiş ihtiyar bir kuşa benziyordu. Gökte alçak bulutlar kıpır kıpırdı. Işık da değişkendi. Gizli güneş daha yoğun örtülünce kayboluyor, bulutlar incelip buharlaşınca birden canlanıyordu. Taita hâlâ kımıldamıyordu. Sopası göklerin gebe karnına yönelmişti. Yaklaşan tümenlerin sesi daha da belirginleşti. Sonra birden koç borularının öttüğü duyuldu. Mintaka, "Bu savaş çağrısıdır. Trok, Taita'yı gördü," dedi yavaşça. Trok borazancısına bağırdı: "ilerleme borusunu çal!" Fakat bu savaş çağrısı sanki boş çölle öfkeli gökler tarafından yutulmuştu. -295- Medialı iştar, "Bekle!" dedi. Kayaların tepesindeki Taita'nın küçük siluetini gözlüyordu. "Bekle dedim!" Trok, "Ne var?" diye sordu. İştar, gözlerini Büyücü'den ayırmadan, "Henüz kestiremiyorum, ama her neyse çok kapsamlı ve güçlü," dedi. Kafile durmuştu. Adamların hepsi doruktaki siluete huşu içinde bakıyordu. Çöle korkunç bir sessizlik çökmüştü . Hiçbir ses yoktu. Atlar bile sessiz-leşmişlerdi, donanımdan en küçük bir takırtı veya şıngırtı kulağa gelmiyordu. Yalnızca gök hareket ediyordu. Büyücü'nün başının yukarsında bir burgaç, tüten bulutlardan bir dönme dolap oluştu. Derken burgacın tam ortası uyanan bir canavarın tek gözü gibi açılıverdi. Tanrısal gözden göz kamaştırıcı bir güneş ışığı fışkırdı. iştar, "Horus'un gözü!" diye soludu. "Tanrfyı çağırdı." Medialı korunma işaretini yaptı; Trok onun yanında batıl inançlardan doğan dehşet duygusunun etkisiyle taş kesilmişti. Göz kamaştırıcı ışık sütunu doruğa çarptı ve Büyücü'nün siluetini bir şimşeğin yapacağı gibi aydınlattı. Başının etrafında da gümüş renkli ışıktan bir hale oluşturdu. Taita uzun sopasıyla ağır bir dairesel hareket yapınca, Hiksoslu araba sürücüleri kırbaçlanan köpekler gibi korkudan sindiler. Bulutlar daha da açıldı. Gökyüzü berraktı. Güneş ışığı kum tepelerinin üstünde dans ediyordu. Cilalanmış bir tunç levha gibi gözlerine yansıyarak onları adeta kör etti. Adamlar gözlerini garip parıltıdan korumak için kalkanlarını veya ellerini kaldırdılar, fakat seslerini çıkartmıyorlardı. Dorukta Taita sopasıyla bir daire daha çizdi. Ve en sonunda bir ses duyuldu. Önce bir âşığın içini çekişi kadar yumuşaktı ve sanki göklerden fışkırıyordu. Adamlar, sesin kaynağını araştırır gibi merakla etraflarına bakmıyorlardı. Taita bir kez daha aynı hareketi tekrarladı, iç çekiş de bir uğultuya, yumuşak bir ıslığa dönüştü. Ses Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 240 doğudan geliyordu. Bütün başlar yavaş yavaş o yöne çevrildi. O garip, bulutsuz parlaklığın içinden onun geldiğini gördüler. Yeryüzünden göğün doruğuna kadar yükselen boz renkli, sağlam bir duvardı bu. "Hamsin!" Trok korkulu kelimeyi fısıldadı. Kum duvarı büyük bir kararlılıkla üzerlerine yürüyordu. Canlı bir yaratık gibi dalgalanıyor ve kıpır kıpır oynuyordu. Sesi de değişmişti. Fısıltı giderek hızlanan bir ulumaya, iblisin sesine dönüştü. -296- "Hamsin!" Kelime arabadan arabaya bağrılarak duyuruldu. Artık savaşmaya aç savaşçılar değil, insanların, kentlerin ve uygarlıkların bu yok edicisinin, dünyaların bu yamyamının karşısında dehşet içindeki küçük yaratıklardı. Araba kafilesi düzenini kaybetmiş, sürücülerin atlarını kırbaçlayıp kum duvarından kaçmaya çalışırken parçalara bölünmüştü. Sert zeminli dar patikadan ayrıldıkları anda kum, arabalarının tekerleklerini emmeye başladı. Adamlar araba sahanlıklarından atladılar ve koşum takımlarına bağlı atlarla arabalarını terk ettiler. Atlar içgüdüsel olarak tehlikeyi sezdiler ve bir yandan şaha kalkıp acı acı kişnerken koşumlarından kurtulup kaçmaya çalıştılar. Hamsin acımasız olarak üzerlerine çullanmak üzereydi. Sesi ulumadan kükremeye dönüştü. Adamlar önünde mantıksız bir panik halinde kaçmaya çalışıyorlardı. Ayakları kayınca gevşek kumların içine yuvarlanıyorlar, zorlukla ayağa kalkıp kaçmaya devam ediyorlardı. Arkaya bakınca büyük fırtınanın çıldıran bir canavar gibi kendi etrafında dönerek ve kum duvarları kaldırarak artan bir hızla yaklaştığını görüyorlardı. Güneş ışığının üzerlerine vurduğu yerlerde tunç renginde, kendi dağ gibi yüksekliklerinin gölgesinde kaldıkları yerlerde de karanlık ve boz renkliydiler. | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:09 am | |
| Taita kollarını ve sopasını uzatmış, duruyor, altındaki ordunun kumların altında kalışını seyrediyordu. Trok'la İştar'ın güneş ışığında birer heykel gibi dönüp kaldıklarını gördü. Sonra fırtına onlara ulaşınca, onlar ve bütün adamları, arabaları ve atları hamsin'ln dönüp duran dalgalarının arasında kayboldular. Taita kollarını aşağı indirdi, canavara arkasını döndü ve hiç de acele etmeden tepenin yamacını indi. Uzun bacaklarıyla güç yerlerin üzerinden aşıyor, bir çıkıntıdan ötekine geçerken sopasından kuvvet alıyordu. Nefer'le Mintaka tepenin eteğinde el ele duruyorlardı. Onu şaşkın halde karşıladılar. "Fırtınayı sen mi çağırdın?" diye sorarken Mintaka'nın gözlerinde inanamıyormuş gibi bir hali vardı. Taita, "Son günlerde hazırlanıyordu," dedi. Yüzü ifadesiz, sesi çift anlamlıydı. "Sıcağı ve iç karartıcı sarı sisleri hepiniz fark ettiniz." "Hayır," dedi Nefer. "Doğanın değil, senin marifetin bu. Sen bildin ve anladın. Fırtınayı çağırdın. Ben ise senden şüphe etmiştim." Taita, "Barınağa girin," dedi. "Hamsin birazdan bize yetişecek." Sesi fırtınanın ahenksiz uğultusunun içinde kaybolmuştu. Mintaka öne geçip kaba saba duvardaki aralıktan geçerek dar ve alçak mağaraya girdi. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 241 Öbürleri de onu -297- « izleyerek ufacık barınakta sıkıştılar. Hilto içeri girmeden önce hemen hemen boşalmış su torbalarını içeriye uzattı. Sonunda yalnız Taita barınağın dışında kalmıştı. Fırtına kendi eseriymiş gibi bir ifade vardı yüzünde. Hamsin etraflarındaki kayayı titreten ve sarsan bir kuvvetle darbeyi indirdi. Bu arada uzun boyuyla Taita da gözden silinmişti. Boranın ilk darbesi sadece birkaç saniye sürdü, ama geçtiğinde Taita hâlâ orada büyük bir huzur ve sükûnet içinde duruyordu. Fırtına kükreyerek yeni bir saldırıya geçti ve bütün dehşetli görkemiyle üzerlerine indi. Taita ancak o zaman aralıktan içeri girdi ve iç duvara arkasını vererek oturdu. "Aralığı kapatın," dedi, Meren'le Hilto da el altında bıraktıkları kaya parçalarıyla girişi tıkadılar. Taita, "Başlarınızı örtün," dedi ve kendisi de başındaki örti' le yüzünü örttü. Devam etti. "Gözlerinizi de kapalı tutun, yoksa görme yetinizi kaybedersiniz. Ağzınızdan ağır ağır soluk alın, aksi halde kumun içinde boğulursunuz." Fırtına o kadar müthişti ki ilk darbesi Trok'un arabasını yakaladı ve arabanın oku tarafından omurgaları kırılırken acı acı haykıran atlarıyla birlikte arabayı top gibi yuvarladı. Trok yere savrulmuştu. Zorlukla doğruldu, ama hemen arkasından fırtına onu tekrar yere yuvarladı. Adam bütün kuvvetini kullanarak ayağa kalkmayı başardıysa yön duyusunu kaybetmişti. Gözlerini açmaya kalkışınca içlerine kaçan kumdan görmez olduklarını fark etti. Hangi yöne baktığının, ne tarafa doğru kaçması gerektiğinin bilincinde değildi. Fırtına kendi etrafında döndüğü için eş zamanlı olarak dört bir yandan geliyor gibiydi. Trok tekrar gözlerini açmaya cesaret edemedi. Hamsin suratını kırbaçlıyor, savrulan kumlar yanakla-rıyla dudaklarının derisini törpülüyordu. Sonunda yüzünü başının örtüsüyle örtmek zorunda kaldı. Trok kum ve rüzgâr burgacının içinde, "Kurtar beni!" diye bağırıyordu. "Kurtar beni, İştar! Kurtarırsan seni aklından, hayalinden geçirmediğin zenginliklerle ödüllendiririm." Kulakları sağır edici uğultunun arasında birisinin sesini duyması olanaksız görünüyordu. Derken iştar'ın elini yakaladığını ve Trok'u dayanması için uyarmak amacıyla kuvvetle sıktığını fark etti. Su gibi akan kuma dizlerine kadar batarak ileriye sendelediler. Bir ara bir engele ayağı takılan Trok, iştar'la bağını kaybetti. Panik halinde aranınca ona -298- dengesini kaybettiren cisme dokundu ve bunun yan devrilerek terk edilmiş arabalardan biri olduğunu anladı. iştar'ın adını haykırarak sendeledi, iştar da onu sakalından yakalayarak sürükledi. Trok'un yüzü kumdan Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 242 tahriş olmuş, gözleri görmez olmuştu. Kumun içinde boğulmak üzereydi. Dizlerinin üstüne düştü, iştar da onu tekrar çekip yukarı kaldırdı. Bu arada Trok'un sakalından bir tutam elinde kalmıştı. Adam konuşmaya çalıştı, ama ağzını açınca kumun içine dolmasıyla tıkanır gibi oldu. Ölmek üzere olduğunu, hiç kimsenin onları pençesine almış bu korkunç şeyin elinden kurtulup hayatta kalamayacağını biliyordu. Onları hiçbir yere götürmeyen bu işkenceli yolculuk sonsuza kadar sürecek gibi görünüyordu. Ama sonra rüzgârın gücünün birden azaldığını hissetti. Bir an için fırtınanın onları bırakıp gittiğini sandı, ama uğultu azalmamıştı, aksine hızlanır görünüyordu. Birbirlerini meyhaneden eve götürmeye çabalayan iki sarhoş gibi sallanarak ve birbirlerine toslayarak ileriye doğru sendelediler. Rüzgârın hızı buna rağmen düşüyordu. Trok bir an için iştar'ın bir büyü yapıp onları koruyan bir kalkan oluşturduğunu sandı. Ama sonra bora şiddetinde ani bir esinti onu havalandırdı ve sakalını tutan iştar'ın pençesinden kopardı. Bir kaya duvarına o kadar şiddetle çarptı ki köprücük kemiğinin kırıldığını hissetti. Dizüstü düşerek annesinin göğsüne sarılmış bir bebek gibi kayaya yapıştı. İştar'ın onları nasıl buraya getirdiğini ne biliyor ne de umursuyordu. Onun için önemli olan tek şey, tepelerindeki kaya duvarının fırtınanın gücünü kısmen kırmasıydı. iştar'ın yanına çömelip tuniğini yukarı çektiğini ve başını örttüğünü hissetti. Derken büyücü onu iterek kayanın siperine dümdüz yatırdı ve kendisi de yanına uzandı. Nefer minik inin içinde Mintaka'nın yakınına süründü ve kızı kollarının arasına aldı. Onunla konuşmaya çalıştıysa da ikisinin de başları bezlerle sarılıydı, rüzgâr da bütün sesleri bastırıyordu. Mintaka başını sevgilisinin omzuna dayadı ve birbirlerine sarıldılar. Uğultulu karanlığın içine gömülmüşlerdi. Sağır ve dilsiz, kör ve yarı yarıya boğulmuş durumda, içlerine çektikleri her sıcak soluğun bezin içinden süzülmesi ve talk inceliğinde bir kumun dudaklarının arasından içeriye hücum etmemesi için ancak kesik kesik nefesler almaları gerekiyordu. -299- Rüzgârın uğultusu çok geçmeden kulaklarını sağır etti ve bütün öbür duyularını da köreltti. Korkunç ses durmadan veya hafiflemeden sürüyordu. Zamanın geçişini sadece kapalı göz kapaklarından içeriye sızan ışık ve karanlık bilinciyle yarım yamalak ölçebiliyorlardı. Gündüzün gelişini sadece hafif bir pembemsi ışık gösteriyordu, gece olunca bu pembelik eriyip yok oluyordu. Ona yapışmış olan Mıntaka'nın vücudu olmasa delırebileceğini düşünüyordu Nefer. Genç kız arada sırada onunkine yapışmış vücudunu kıpırdatıyor ve delikanlının kollarının baskısına kendi kollarıyla yanıt veriyordu. Nefer belki arada uyuyordu, ama düş yoktu uykusunda , sadece hamsin'\n kükremesi ve karanlık vardı. Nefer yine uzun bir süreden sonra bacaklarını kımıldatmaya çalıştı, ama yapamadı. Vücudu üzerinde kontrolünü kaybettiğini düşünerek bir an paniğe kapılacak oldu. Belki de kuvvetten düşmüştü ve ölüyordu. Yine bütün gücünü kullanarak denedi ve ayaklarıyla ayak parmaklarını hareket ettirmeyi başardı. Bunun üzerine zareba duvarının yarık ve çatlaklarının arasından süzülen kum tarafından hareketsizleştirildiğini anladı. Kumlar şimdiden delikanlının beline kadar yükselmişti. Yavaşça diri diri gömülmekteydiler. Bu sinsi ölümün düşüncesi delikanlının içini korkuyla doldurdu. Elleriyle bacaklarını kımıldatmasına yetecek kadar kumu süpürdü, sonra aynışeyi Mintaka için de yaptı. Kalabalık mağarada ötekilerin de aynı işi yaptıklarını hissediyordu. Kumu gen püskürtmeye çalışıyorlardı, Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 243 ama kum yine su gibi içeri sızıyordu. Dönüp duran yoğun toz bulutlarından üstlerine yağıyordu. Fırtına da bir yandan azmayı sürdürüyordu. Rüzgâr tam iki gün üç gece kesilmedi. Nefer bu süre içinde kumu ancak başıyla kollarını hareket ettirecek kadar durdurmayı başardı, fakat belden aşağısı hapsolmuş durumdaydı. Üstelik kumu atabileceği bir yer olmadığından kumlan kazıyıp kendini kurtarmak olanağından da yoksundu. Bir elini uzatıp başının sadece birkaç santim yukarsındakı taş tavana dokundu. Parmaklarını üstünde gezdirince kubbemsi olduğunu fark etti. Başları bu ufak boşluktaydı. Fakat kum mağaranın ağzını tıkadığından daha fazla kum giremezdi. Ama Nefer fırtınanın hâlâ hiç durmamacasına kükrediğini duyabiliyordu. Bekledi. Zaman zaman yanında Mintaka'nın sessizce ağladığını duyabiliyor ve kollarını hafifçe bastırarak onu avutmaya çalışıyordu. Mağarada onlarla hapsolmuş hava kokuşmakta ve bayatlamakta gecikmemişti. Delikanlı bu pis havanın onları uzun zaman hayatta tutamayacağını düşünüyordu, ama ku- mun arasından içeriye taze hava süzülüyor olmalıydı ki her soluğun büyük bir savaş gerektirmesine rağmen hâlâ hayattaydılar. Su torbalarında kalan suyun hemen hemen tamamını içtiler ve ancak dipte azıcık bir miktar bıraktılar. Arkadan susuzluk geldi. Vücutlarını hareket ettirip nemlerini tüketemedikleri halde, kuru ve sıcak kumla hava bunu içlerinden emiyordu. Nefer dilinin yavaş yavaş damağına yapışmakta olduğunu hissetti. Sonra da şişmeye başladı, öyle ki zaten güç olan soluması ağzını dolduran kocaman süngersi cisim yüzünden hemen hemen olanaksızlaştı. Korkuyla susuzluk yüzünden zaman kavramını kaybetmiş gibiydi; ona yıllar geçmiş gibi geliyordu. Nefer onu yavaş yavaş kavramakta olan uyuşukluktan sıyrıldı. Değişen bir şey olduğunu hissediyordu. Bunun ne olduğunu anlamaya çalıştıysa da kafası uyuşmuştu ve onu yanıtsız bırakıyordu. Mintaka yanında hâlâ çok hareketsizdi. Nefer korku içinde onun kolunu sıktı. Karşılığında titremeden farksız çok hafif bir hareket hissetti. Mintaka hâlâ hayattaydı. İkisi de hayattaydı, ama diri diri mezara girmiş gibiydiler ve vücutlarının ancak küçük bir kısmını oynatabiliyorlardı. Nefer yine o karanlık uyuşukluğun, su düşlerinin, büyük nehrin, çağlayanların ve parlak derelerin serin yeşilliğinin içine yuvarlanmakta olduğunu hissediyordu. Kendini karanlığın içinden sıyrılmaya zorladı ve dinledi. Hiçbir şey duyamadı. Onu uyandıran bu olmuştu. Hiçbir ses yoktu. Ha/ns/n'in kükreyişi yerini yoğun bir sessizliğe bırakmıştı. Bir daha açılmamak üzere kapatılmış bir mezarın sessizliği, diye düşündü ve dehşet tüm gücüyle geri döndü. Yine debelenmeye, kumun içinden sıyrılmak için savaş vermeye çalıştı. En sonunda sağ kolunu kurtarmayı başardı, uzandı ve Mintaka'nın örtülü başını buldu. Kızın başını okşadı ve sessizlik içinde onun inlediğini duydu. Konuşmaya, ona güven vermeye çalıştı, ama şişen dili bir tek kelimenin bile çıkmasına izin vermiyordu. Bunun yerine kolunu uzatıp Mintaka'nın ötesinde oturan Hilto'ya dokunmaya çalıştı. Ama eli hiçbir şeye değmedığıne göre Hılto ya gitmişti ya da kolunun uzanabildiği yerin ötesindeydi. Bir süre dinlendi, sonra kendini tekrar toparlayarak mağaranın ağzının etrafındaki kumu temizlemeye çalıştı. Ne çare ki kazıdıklarını koyabileceği pek az yer vardı. Kumu avuç avuç toplayarak minik hücrelerinin bir oyuğuna sıkıştırdı. Çok geçmeden sağ kolunun uzanabildiği en uzak köşede çalışıyor, | |
| | | Beyaz Melek Administrator
Mesaj Sayısı : 3485 Yaş : 57 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI Cuma Kas. 11, 2016 10:09 am | |
| kumlan tane tane kazıyordu. Umutsuz bir çabaydı bu, ama çabalamak zorunda olduğunu, aksi halde umudunu tamamen yitireceğini biliyordu. -301 - 300 - Birden kumun parmaklarının arasından çağlayan gibi döküldüğünü ve başkası tarafından solunulmamış taze bir havanın mağaraya sızdığını başını örten beze rağmen hissetti. Kapalı göz kapaklarının ardında da hafif bir ışık parıltısı vardı. Bezi güçlükle yüzünden çekmeye çalıştı. Işık daha da kuvvetlendi, tatlı bir hava ise kurumuş ağzına ve sancıyan akciğerlerine doldu. Yüzü örtüsünden kurtulunca araladığı gözleri ışıktan kamaştı. Görüşü düzelince dışarıya başparmağıyla işaret parmağının çizebileceği bir daireden daha büyük olmayan bir delik açtığını gördü. Ama bunun ötesine sessizlik hâkimdi. Fırtına dinmişti. Büyük bir heyecan ve yepyeni bir umutla Mintaka'nın başını örten bezi çekti ve genç kızın taze havayı soluduğunu duydu. Yine konuşmaya çalıştı, ama sesi bir kez daha ona ihanet etti. Kıpırdamaya, ağır kumun ölümcül pençesinden kurtulmaya çalıştıysa da vücudu hâlâ koltukaltlarına kadar gömülü durumdaydı. Kalan tüm gücüyle kendini kurtarmak için savaştı. Fakat bu hareketler çok geçmeden gücünü tüketti. Boğazı da yanıyor ve susuzluktan sancıyordu. O minik deliğin ötesindeki havayla ışık vaadi onunla adeta alay ederken burada ölmenin ne kadar zalimce olacağını düşündü. Bitkin bir halde yine gözlerini kapadı ve pes etti. Fakat ışıkta başka bir değişikliğin farkına vararak yine gözlerini açtı. Delikten içeri girmiş bir elin ona doğru uzandığını gözlerine inanamayarak fark etti. İhtiyarlığın esmer lekeleriyle kaplı ve kurumuş, ihtiyar bir eldi bu. "Nefer!" O kadar garip, boğuk ve değişmiş bir ses duydu ki bunun Büyücü olduğundan bir an şüphe etti. "Nefer, beni duyabiliyor musun?" Nefer yanıt vermeye çalıştı, ama hâlâ konuşamıyordu. Uzanıp Taita'nın parmaklarına dokundu. İhtiyar adamın parmakları da anında şaşılacak bir kuvvetle onun parmaklarına yapıştı. "Dayan. Seni buradan çıkaracağız." Nefer başka sesler de duyuyordu, susuzlukla çabadan dolayı zayıf, ama aynı zamanda kaba sesler. Başka eller onu tutsak eden kumlan kazıdı, böylece sonunda onu yakalayıp kumun yumuşak ve karanlık rahminden parlak gün ışığına çıkarabildiler. Nefer en sonunda kaya duvarı onu doğururmuş gibi o dar yarıktan dışarı kayabilmişti. Arkasından Hilto'yla Meren içeri uzanarak Mintaka'yı da yumuşak ve karanlık mezardan parlak gün ışığına çektiler. Adamlar iki genci ayağa kaldırdılar ve bacaklarında kuvvet kalmadığı için tekrar düşmemeleri için öylece Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 245 tuttular. Nefer neden sonra silkinip onu tutan ellerden kurtuldu ve Mintaka'ya doğru atılarak genç kızı sessizce kucakladı. Mintaka bir sıtma krizine tutulmuş gibi titriyordu. Delikanlı bir süre sonra sevgilisini kendinden biraz uzaklaştırarak yüzünü dehşetle acımanın birbirine karıştığı bir bakışla süzdü. Mintaka'nın saçları, kaşlarına bile yapışmış olan kumlardan bembeyazdı. Saçları derin mor çukurlara kaçmış, dudakları da şişerek siyah bir renk almıştı. Konuşmaya çalıştığında alt dudağı çatladı ve yakut renginde bir damla kan çenesine süzüldü. Nefer sonunda, "Su," diyebildi. "Suya ihtiyacı var." Dizlerinin üstüne düşerek hâlâ mağaranın ağzını tıkayan kumları panik halinde kazmaya başladı. Meren'le Hilto da yanında çalışıyorlardı, çok geçmeden su torbasını açığa çıkardılar. Ancak içinde kalan azıcık suyun büyük kısmı ya buharlaşmış ya da torbanın ezilmesiyle dışarı akmıştı. Geriye kalan miktar, adam başına ancak bir, iki yudumdu, ama bu kadarı bile onları bir süre daha hayatta tutabilirdi. Nefer susuz kalmış vücuduna kuvvetin geri gelmeye başladığını hissetti ve ilk kez etrafına bakındı. Sabahın ortasıydı. Nefer hangi sabah olduğunu veya kaç gün kumların altında kaldıklarını bilmiyordu. Hareketsiz havada hâlâ altın tozunu andıran ince kumdan bir sis vardı. Delikanlı elini gözlerine siper ederek çöle baktı, fakat gördüklerini tanıyamadı. Arazi tamamen değişmişti: bildiği kum tepeleri gitmiş, yerlerini biçimleri ve sıralanmaları farklı başkaları almıştı. Daha önce dağların olduğu yerlerde vadiler, tepelerin olduğu yerlerde ise çukurlar vardı. Renkler bile değişmişti: morlarla maviler yerlerini kırmızılara ve altın sarılarına bırakmışlardı. Delikanlışaşkın halde Taita'ya baktı. Sopasına abanmış olan Büyücü de, o soluk ve eski, fakat yaşı olmayan gözleriyle Nefer'e bakıyordu. Nefer en sonunda konuşabildi. "Trok? Nerede?" "Gömülü," dedi Taita. Onun da ateşe atılacak bir değnek gibi kuruduğunu ve onlarla aynı ıstırapları çektiğini Nefer artık görebiliyordu. Nefer kendi şiş ve kanayan ağzına dokunarak, "Su?" diye fısıldadı. Taita, "Gel," dedi. Nefer, Mintaka'yı elinden tuttu ve Büyücü'nün arkasından kızgın kumlara çıktılar. Susuzluk ve sıcağa maruz kalmak en sonunda Taita'yı da vurmuştu. Ağır ağır ve kazık gibi yürüyordu. Ötekiler de arkasından sendelediler. -302- -303- Taita ayaklarının altında kayan yeni kum vadilerinde görünüşe bakılırsa hedefsiz gibi yürüyordu. Sopasını önünde tutuyor, onunla yarım daireler çiziyordu. Bir veya iki kere yere diz çöktü ve toprağa alnıyla Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 246 dokundu. Mintaka, "Ne yapıyor?" diye fısıldadı, içtikleri su ona destek olmaya yetmemişti ve tekrar zayıf düşmeye başladığı görülüyordu. "Dua mı ediyor yoksa?" diye sordu. Nefer sadece hayır der gibi başını salladı: gereksiz yere konuşarak zaten zayıf olan güçlerini tüketmek istemiyordu. Taıta ağır ağır hareket ediyor, sopa-sıyla yerleri süpürmesiyle Nefer'e iş başındaki bir yağmur kâhinini anımsatıyordu. İhtiyar adam bir kez daha eğilip yüzünü toprağa yaklaştırdı. Nefer bu kez onu daha büyük bir dikkatle izledi ve Taita'nın dua etmeyip sadece kumun yüzeyine yakın yerdeki havayı kokladığını gördü. Taita'nın ne yaptığını birden anladı. Mintaka'ya, "Trok'un tümeninin kuma gömülmüş arabalarını arıyor," diye fısıldadı. "Sopası yeraltında suyun yerini keşfeden bir asa görevi yapıyor, o da kumun altındaki çürümüş cesetlerin kokusunu almaya çalışıyor." Taita zorlukla doğruldu ve Hilto'ya başıyla işaret etti. "Şurayı kaz," diye emretti. Hepsi o yana üşüştüler ve gevşek kumları avuçlamaya koyuldular. Fazla kazmaları gerekmedi. Bir kol derinliğine inen elleri sert bir cisme dokununca çabalarını artırdılar. Kısa bir süre sonra yan yatmış olan bir tekerlek çemberini ortaya çıkardılar. Birkaç dakikalık panik halindeki bir kazmadan sonra ellerinde bir su torbası vardı. Ama ortaya çıkan bu su torbasına umutsuzluk içinde bakmaktan kendilerini alamadılar, belki de araba devrildiği sırada torba patlamıştı. Tamamen kurumuştu ve onu çılgınca sıkmalarına rağmen değerli sıvının bir tek damlasını bile bulamadılar. "Bir tane daha olmalı." Nefer şişmiş kuru dudaklarının arasından konuşuyordu. "Daha derin kazın," dedi. Adamlar kuvvetlerinin son katreleriyle kumlan umutsuzca kazmayı sürdürdüler, çukur derinleştikçe de arabalara bağlı at leşlerinin pis kokusu daha kuvvetlendi ve daha mide bulandırıcı bir hal aldı. Onca gündür o kavurucu sıcakta öylece yatıyorlardı. Nefer birdenbire elini deliğin daha derinine soktu ve parmaklarının altında yumuşak ve esnek bir cisim hissetti. Bunu sıkması üzerine suyun çağıltısını ve fışkırtısını hepsi duydular. Kalan kumları da süpürdü, sonra ağzına kadar dolu deri torbayı hep birlikte çukurun içinden çıkardılar. Taita torbanın tıpasını açıp suyu çukurun dibinde su torbasının yanında duran deri kovanın içine döktüğü sırada hepsi susuzluktan homurdanıyor ve mırıldanıyordu. Su kanla aynı ısıdaydı, ama Taita kovayı dudaklarına götürünce Mintaka gözlerini kapadı ve huşu derecesine varan bir zevkle içmeye başladı. Taita, "Önce pek fazla içme," diyerek kovayı aldı ve Nefer'e geçirdi. Hepsi içtikten sonra sıra tekrar Mintaka'ya geldi ve kova bir tur daha tamamladı. Taita bu arada aranmasına devam etmek için aralarından ayrılmıştı. Kısa bir süre sonra tekrar kazmaları için adamlara seslendi. Bu kez şans yüzlerine güldü; araba kuma daha az gömülüydü, üstelik su torbaları üç taneydi ve hiçbiri de zarar görmemişti. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.htmlPage 247 Taita onlara, "Şimdi de atlar," deyince suçluluğun pençesinde bakıştılar. Telaşları arasında hayvanları unutmuşlardı. Su torbalarını yüklenerek kumun içinde yarın dibine sürüklendiler. Atları bağladıkları kuru dere tabanının hamsin'm tüm şiddetine hedef olmaması gerekirdi. Gömülü arabanın donanımı arasında buldukları tahta belle kazmaya başlar başlamaz ilk atı aşağı yukarı hemen buldular. Bununla beraber, leş kokusu neyle karşılaşacaklarını belli ediyordu. Zavallı hayvan ölmüş, gazlardan karnışişmişti. Onu oracıkta bırakarak ikinci at için kumlan kazmaya başladılar. Bu kez daha şanslıydılar. Buldukları hayvan, batak kumlarda ellerine geçirdikleri atların en uysalı ve en güçlüsü olan bir kısraktı. Yaşamasına yaşıyordu, ama ölmesine ramak kalmıştı. Onu yere bağlayan yuları kestılerse de hayvan yardımsız ayağa kalkamayacak kadar takatsizdi. Adamlar iki yanına geçerek onu kaldırdılar. Kısrak son derece kuvvetsiz görünüyordu, titriyor, sendeliyordu ve tekrar devrilmek üzereydi, ama Mintaka'nın önünde tuttuğu kovadan kana kana su içer içmez biraz toparlanır gibi oldu. Adamlar bu arada öbür atları bulmak için kumları kazmaya devam ediyorlardı. İki tanesini daha susuzluktan boğularak ölmüş buldular, ama sonraki iki at hayattaydı. Onlar da su içer içmez biraz toparlandılar. Adamlar Mintaka'yı durumları içler acısı olan üç hayvanın başında bırakarak saman bulmak için kumların içinden çıkardıkları arabaların yanına döndüler. Az sonra yem çuvalları ve başka bir su torbasıyla geri döndüler. Nefer bir yandan kısrağın boynunu okşarken Mintaka'ya, "Onlara iyi bakıyorsun," dedi. "Ama korkarım ki bir daha araba çekemeyecek kadar hırpalanmışlar." -305- Büyücüler Kralı / F: 20 -304- Genç kız öfkeyle ona döndü. "Hepsini iyileştireceğim. Tanrıça adına yemin ederim buna. Orada | |
| | | | BÜYÜCÜLER KRALI | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|