Gül Bahçesi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


(¯`•._.•♥♥ROSE GARDEN♥♥•._.•´¯)
 
AnasayfaPortalliLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

  BÜYÜCÜLER KRALI

Aşağa gitmek 
Sayfaya git : Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8  Sonraki
YazarMesaj
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 9:52 am

Mintaka daha o gün yazıcıları çağırtarak bir azat beratı hazırlattı ve mülkün malı olan bütün köleleri
serbest bıraktırdı, ikinci bir belge ise mülkü olduğu gibi Memphis'de Hathor Tapınağı'nın rahibelerine
devrediyordu.
Mintaka kıç güvertesinde kızlarıyla birlikte dans ederek, şarkı söyleyerek, bao oynayarak ve bilmeceler
hazırlayarak derdini unutmaya çalıştığı vakitler Trok da onlara katılmaya çalışıyordu. Kızlardan ikisine
onunla Üç Kırlangıcın Uçuşu'nu dans ettirdikten sonra Mintaka'ya döndü. "Bana bir bilmece sor,
prenses."
Genç kız, "Bir yaban öküzü gibi kokan, bir yaban öküzüne benzeyen ve ceylanlarla zıpladığı zaman bunu
bir yaban öküzünün zarafetiyle yapan kimdir?" diye tatlı tatlı sordu. Kızlar kıkırdarken Trok suratını astı ve
kıpkırmızı kesildi. "Bağışlayın, prenses, bu bilmece bana göre fazla karmaşık," diye karşılık vererek
subaylarına katılmak üzere uzaklaştı.
Ertesi gün hakareti bağışlamış, fakat unutmamıştı. Samalut köyünde demir attıklarında akrobat ve
çalgıcılardan oluşan gezici bir grubu Mintaka'yı eğlendirmeleri için gemiye getirtti. Hokkabazlardan biri
hoş konuşan yakışıklı bir gençti. Bununla birlikte, el çabukluğu repertuvarı bayat, bunları uygulaması ise
incelikten yoksundu. Grubun Hathor Antlaşması'nın sağladığı barıştan yararlanarak Güney Firavun'unun
sarayında kendini göstermek için Teb yolunda olduğunu öğrenir öğrenmez Mintaka, adamların
numaralarına bayıldı ve özellikle adı Laso olan hokkabaza hayranlık gösterdi. Gösteriden sonra oyuncuları
şerbet içmek ve ballı hurma yemek için onlara katılmaya davet etti. Hokkabaza ayaklarının dibindeki
yastıkların üstüne oturmasını işaret etti. Genç adam prensesin ona duyurduğu huşuyu çok geçmeden
aşarak onu neşeyle güldüren öyküler anlatmaya girişti.
Mintaka kızlarının gevezelikleriyle gülüşlerinin sağladığı karışıklıktan yararlanarak Laso'dan Teb'e vardığı
zaman ünlü Büyücü Taita'ya tarafından bir mesaj götürmesini rica etti. Prensese hayranlığının etkisindeki
Laso hemen razı oldu. Mintaka görevin gizliliğini ve nezaketini vurguladıktan sonra, genç adamın eline
küçük bir parşömen rulosu sıkıştırdı, Laso da bunu hemen eteğinin altına gizledi.
Oyuncuların karaya çıkmalarını seyrederken genç kız içinde yoğun bir ferahlama hissediyordu. Ne
zamandır Taita'yla Nefer'e bir uyarı mesajı iletmek için çareler arıyordu. Parşömende Nefer'e olan aşkını
tekrar ediyor, ayrıca Na-ja'nın cinayet planları ve düşman safına katıldığı için artık kız kardeşi Hese-ret'e
güvenilemeyeceği konusunda uyarılarda bulunuyordu. Sözlerine devam
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 160
-202-

ederek babasıyla erkek kardeşlerinin ölümlerinin altında yatan gerçekleri de anlatıyordu. Son olarak da
Trok'un, Nefer'le nişanlı olmasına rağmen onu karısı yapmayı aklına koyduğunu açıklıyor ve bunun
olmasını önlemek için Ne-fer'in bütün otoritesini ortaya koymasını istiyordu.
Grubun Teb'e ulaşmasının on gün ya da daha uzun bir süre alacağını hesapladı ve uyarısının gecikmemesi
için güvertede yere kapanarak Hathor'a dua etti. O gece Balasfura'dakı korkunç olaylardan beri
olduğundan daha iyi uyudu. Sabahleyin hemen hemen neşeliydi, kızları da ne kadar güzel göründüğüne
dikkati çektiler.
Trok ön güvertedeki kahvaltıda ona katılmasında ısrar etti. Yirmi konuk vardı; Trok da Mintaka'nın
yanına oturdu. Genç kız bu mecburiyetin keyfini kaçırmamasına ahdetti. Çok anlamlı olarak Trok'u
görmezlikten geldi ve bütün çekiciliğiyle esprisini grubun kalan kısmını oluşturan Trok'un ordusunun
subaylarına yöneltti.
Trok yemeğin sonunda dikkati çekmek için ellerini çırptı ve dalkavukluk derecesindeki bir sessizlikle
ödüllendirildi. Trok bundan sonra, "Prenses Mintaka'ya verilmek üzere bir armağanım var," dedi.
"Yok canım!" Mintaka omuzlarını silkti. "Bu yeni armağanı ne yapacağım
ben?"
"Prenses hazretlerinin bunu önceki zavallı armağanlarımdan daha çok beğeneceğine eminim." Trok
kendinden o kadar hoşnut gözüküyordu ki genç kız huzursuzluk duymaya başladı.
"Cömertliğinizi yersiz buluyorum, lordum." Mintaka adama çok sayıdaki hükümdarlık unvanlarından
herhangi birini yakıştırmamaya dikkat ediyordu. "Tebalarınızın savaş ve veba kurbanı binlercesi açlıktan
ölüyor ve benden daha büyük ihtiyaçlarla kıvranıyorlar."
Trok, "Bu çok özel bir armağan ve ancak sizin için bir değeri olabilir," diye ileri sürdü.
Genç kız boyun eğer gibi ellerini iki yana açtı. "Ben sadece sadık tebala-rınızdan biriyim." Alaycı tavrını
maskelemeye gerek görmüyordu. "Israr ederseniz, size hayır demek ne haddime."
Trok tekrar ellerini çırpınca muhafızlarından ikisi puruvadan güverteye indiler. Tabaklanmamış deriden
büyük bir torba taşıyorlardı. Bundan yayılan koku güçlü ve son derece tatsızdı. Kızlardan bazıları
tiksintiyle bağırdılar, ama iki asker önünde durunca Mintaka'nın yüzünde bir anlam değişikliği olmadı.
-203-

Trok başını eğince askerler torbanın ağzındaki şeridi gevşettiler ve için-dekini güvertenin üstüne
boşalttılar. Kızlar bu kez dehşetin pençesinde bağırdılar, hatta erkeklerin bazıları bile irkilerek tiksintilerini
belli ettiler.
Kesik kafa tahtaların üstünden Mintaka'nın ayaklarının dibine yuvarlandı ve şaşkın bir bakışla genç kıza
bakakaldı. Uzun siyah lüleler kara renkli bir kandan sertleşmişti.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 161
"Laso!" Mintaka, Teb'e gitmesini istediği mesajını emanet ettiği beceriksiz hokkabazın adını mırıldandı.
"Hah! Demek adını hatırlıyorsun." Trok gülümsedi. "Demek numaraları benim kadar seni de etkiledi."
Kafa yaz sıcağında çürümeye başlamıştı, kokusu da bunaltıcıydı. Sinekler anında uçup gelerek açık göz
yuvarlaklarının içine süründüler. Mintaka'nın midesi ağzına geldi ve güçlükle yutkundu. Laso'nun morarmış
dudaklarının arasından bir papirüs parşömeni parçasının sarktığını görüyordu.
"Görünen o ki son numarası öncekilerin hepsinden daha eğlenceliymiş." Trok eğilip kana bulanmış
parşömeni kellenin ağzından çekip aldı. Onu, mesajı kapayan mührün kendisininki olduğunu Mintaka'nın
göreceği şekilde tuttu, sonra da kuzu kebaplarının kızardığı mangalın içine attı. Parşömen çabuk yandı,
külleri de gri bir toza dönüştü.
Trok kafanın götürülmesini işaret etti. Askerlerden biri kafayı saçlarından tutup kaldırdı, tekrar torbanın
içine attı ve alıp götürdü.
Oradakilerin hepsi uzun bir süre şokun sessizliğini yaşadılar, sadece kızlardan biri hafifçe ağlıyordu.
Trok ciddi bir yüzle Mıntaka'ya döndü. "Prenses hazretleri, anısışad olsun, kutsal babanızın onu
bekleyen akıbetle ilgili bir önsezisi olmuş olmalı." Mintaka yanıt veremeyecek kadar perişandı. Trok
devam etti. "Trajik ölümünden önce benimle konuştu. Sizi benim korumama verdi. Ona yemin ettim ve
onun isteğini kutsal bir görev olarak kabul ettim. Korunmak için başka hiç kimseye başvurmanıza gerek
yok. Ben Firavun Trok Uruk sizin yeminli adamınızın." Adam böyle diyerek sağ elini kızın eğik başının
üstüne koyarken öbür eliyle başka bir parşömen rulosunu ortaya çıkardı.
"Bu, Apepi Hanedanı'ndan Prenses Mıntaka'yla Tamose Hanedanı'ndan Firavun Nefer Seti arasındaki
nişanı bozan bildirimdir. Ayrıca, Prenses Minta-ka'yla Firavun Trok Uruk'un evliliklerini onaylayan bir
bildiri içermektedir. Bu bildiri Lord Naja tarafından Firavun Nefer Seti adına kabul edilmiş ve mührüy-le
onaylanmıştır." Trok ruloyu mabeyincisine uzatarak kesin emir verdi. "Bu
-204-

bildırıden yüz kopye çıkarılsın ve bu Mısır ülkesinin bütün şehirlerinde ve bütün eyaletlerinde sergilensin."
Trok bundan sonra Mintaka'yı iki eliyle tutarak ayağa kaldırdı. "Artık yalnız kalmayacaksın. Seninle ben
Osiris Ayı'nın doğmasından önce karıkoca olacağız."
Firavun Trok Uruk üç gün sonra Aşağı Krallıktaki başkenti Avaris'e geldi ve vakit kaybetmeden yılmaz
bir enerjiyle işe koyularak bütün devlet işlerini ve iktidarın tüm avantajlarını eline almaya başladı.
Hathor Antlaşması haberi ve ileriki yılların onlara barış ve refah getirmesi umudu halkı sevinçten deliye
çevirmişti. Bununla birlikte, yeni Firavun'un ilk iş olarak orduya önemli miktarda asker toplamaya girişince
sevinç yerini şaşkınlığa ve endişeye bıraktı. Piyade alaylarının sayısını ikiye katlamak ve iki bin yeni savaş
arabası yaptırmak niyetinde olduğu meydana çıkmakta gecikmedi.
Trok'un yüzüne karşı değilse bile herkes birbirine şöyle bir soru soruyordu: Mısır yeniden birleştiğine ve
barışa kavuştuğuna göre, Firavun nerede yeni bir düşman bulmayı umut ediyordu? Darı tarlalarıyla
meralarda çalışan insanların orduya alınması bir yiyecek kıtlığına ve pazarlarda fiyatların fırlamasına yol
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 162
açtı. Yeni arabalar, silahlar ve askeri donanım için yapılacak harcamalar vergilerin de artırılmasını
gerektirecekti. Savaş kışkırtıcılığına, vergilerine ve tanrıları umursamazlığına rağmen Apepi'nin o kadar da
kötü bir hükümdar olmadığı yolundaki mırıltılar giderek çoğalıyordu.
Trok birkaç haftaya kalmadan nişanlısı Prenses Mintaka'yla taşınmayı tasarladığı Avaris'deki sarayın
büyütülmesi ve yenilenmesi çalışmalarının başlamasını emretti. Mimarlar bu çalışmaların iki lakh altına
patlayacağını hesapladılar. Mırıltılar daha da çoğaldı.
Artan hoşnutsuzluğun bilincindeki Trok, tanrılığını ve tanrılar topluluğuna yükseldiğini ilan ederek karşılık
verdi. Avaris'te olağanüstü güzellikteki Seueth Tapınağı'nın yakınındaki seçme bir konumda kendi
tapınağının inşaatına da bir hafta içinde başlanacaktı. Trok kendi tapınağının görkem açısından tanrı
kardeşininkini gölgede bırakmasına kararlıydı. Mimarlar yine hesap çıkararak tapınağın tamamlanmasının
en az beş bin işçi, beş yıl ve yeniden iki lakh altın gerektireceğini bildirdiler.
Ayaklanma deltada başladı. Bir yılı aşkın zamandır ücretlerini alamayan bir piyade alayı subaylarını
katletmiş ve Avaris üzerine yürüyerek halkı ayaklanmaya ve zalime karşı onlarla birleşmeye çağırmıştı.
Trok onları Manaşi ya-
-205-

kınlarında üç yüz savaş arabasıyla karşıladı ve daha ilk hamlede hepsini doğradı.
Beş yüz isyancıyı da hadım ettikten sonra kazığa vurdu. Manaşi köyünün dışında yarım fersah boyunca
iki yanına dikildikleri yolu tüyler ürpertici bir ormana dönüştürmüşlerdi. Ayaklanmanın elebaşıları
arabaların arkasına iplerle bağlanarak şikâyetlerini anlatmaları için Avaris'e sürüklendiler. Ne yazık ki
tutsakların hiçbiri bu yolculuğu sağ olarak tamamlayamadı; engebeli arazide sürüklenmekten derileri ve
etleri parçalandığından Avaris'e geldiklerinde insana benzer yanları kalmamıştı. Yirmi fersahlık yola saçılan
et ve kemik parçaları başıboş köpeklere, çakallara ve leş kargalarına ziyafet oldu.
Bir veya iki yüz asi nasılsa katliamdan kaçarak çölde izlerini kaybettirmişlerdi. Trok zahmet edip onları
doğu sınırının ötesinde izletmedi; bu adi iş zaten fazla zamanını almış ve düğününü aylarca geciktirmişti.
Sabırsızlığından üç çift atı kullanarak alelacele Avaris'e döndü.
Trok kent dışındayken Mintaka iki kez daha Teb'de Taita'ya mesaj yollamaya kalkışmıştı. Habercilerinin
ilki haremin hadım ağalarından biriydi: bütün hayatınca tanımış olduğu iyi kalpli, şişman bir zenci. İki
krallığın hadımları arasında ırkın veya ülkenin ötesinde özel bir bağ vardı. İki krallığın birbirine girdiği
yıllarda bile adı Soth olan hadım, Taita'yla arasındaki bu bağa değer vermiş, onun dostu ve sırdaşı olarak
kalmıştı.
Ancak Trok'un casusları uyumuyordu. Soth hiçbir zaman Assyut'a ulaşamadı ve deri bir torbanın içinde
can çekişir halde geri getirildi. Ama başı kaynar suyla dolu bir kazana daldırılınca öldü. Eti kaynamaktan
dökülmüş, kemikleri ağartılmış ve cilalanmış, göz oyukları da lapis taşlarıyla doldurulmuş olan kafatası
Firavun Trok'un özel bir armağanı olarak Mintaka'ya getirildi.
Bundan sonra Mintaka başka bir haberci görevlendirmeyi ve o kişiyi belki de korkunç bir ölüme
mahkûm etmeyi göze alamadı.
Öyleyken, hanımının aşkından haberli olan Libyalı köle kızlarından biri mesajını götürmeye gönüllü oldu.
Bir gözü şaşı, burnu da iri olduğu için Tha-na kızların içinde en güzellerinden biri değildi, ama sadık,
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 163
sevecen ve doğru sözlüydü. Kızın önerisi üzerine Mintaka onu ertesi gün Teb'e yolculuk edecek bir
tüccara sattı. Tüccar Thana'yı yanında götürdü, Ama üç gün sonra kız sınır muhafızlarının birinin arabasının
tekerine el ve ayak bileklerinden bağlı olarak Avaris'e dönmüş bulunuyordu.
Manaşi'den dönüşünde Trok, Thana'nın icabına baktı; kızı aşkla ölüme mahkûm etti. Thana Manaşi
saldırısını gerçekleştiren alaya armağan edildi.
-206-

Dört yüzü aşkın erkek kızı kullandı ve bu, Thana'nın üçüncü gün güneş batarken kan kaybından ölümüne
kadar devam etti. Mintaka tam üç gün onun ıcın aralıksız ağladı.
^F
Firavun Trok Uruk'un Prenses Mintaka Apepi'yle düğünü, bin yıl önce Mısır'ı fethetmek için bin fersah
doğudaki Asur dağlarının ötesindeki ağaçsız steplerden gelen ataları Hiksosların gelenekleri uyarınca
yapıldı.
Düğün gününün şafağında Prenses Mintaka'nın akrabaları ve kabile üyelerinden iki yüz kişilik bir kafile,
genç kızın Avaris'e dönüşünden beri kapalı tutulduğu saltanat dairesine daldı. Bu saldırıyı bekleyen
muhafızlar karşı koymadılar. Kabilenin üyeleri Mintaka'yı ortalarına alarak sıkı bir çember halinde at
üstünde doğuya doğru götürdüler. Yol alırken bir yandan da bağırarak meydan okuyorlar, sopalar ve
çomaklar savuruyorlardı. Keskin kenarı olan tüm silahlar şenlik süresince yasak edilmişti.
Gelinin kafilesine bir miktar avans tanındıktan sonra damat kendi kabilesinden, leoparlardan bir kafileyle
peşlerine düştü. Kaçaklar aslında kaçmaya niyet etmemişlerdi, takipçiler gözükünce geri döndüler ve
kavgaya katıldılar. Kılıçlarla kamalara izin verilmemekle beraber iki kişinin kolu, bacağı kırıldı, birkaçının
da kafatası çatladı. Damat bile birkaç yara bere almadan kurtulamadı. Trok sonunda ödülünü elde etti.
Bir kolunu beline dolayarak Mintaka'yı yakaladı ve arabasına çekti.
Mintaka'nin direnişi kesinlikle rol değildi. Tırnaklarını Trok'un yüzüne geçirdi. Attığı tırmık neredeyse
adamın gözüne rastlıyordu, damlayan kanlar ise kostümünün renkli görkemini bozdu.
Firavun'un dalkavukları Mintaka'nın vahşice direnişine duydukları hayranlığın etkisiyle, "Sana bir sürü
savaşçı oğul verecek!" diye bağırdılar.
Çiçeği burnunda gelinin kavgacılığından haz duyan Trok sırıtmakla yetindi. Kızı zafer kazanmış bir
komutan edasıyla tapınağına götürdü. Tarikatının yeni atanmış rahipleri orada ritüelin son bölümlerini
yerine getirmek için onları
bekliyorlardı.
Tapınak henüz açık temel çukurlarından ve koca taş bloku kümelerinden ibaretti, ama bu, başrahip
Mintaka'yı yeni kocasına iple bağlarken sazlardan örülü bir tentenin altında duran davetlilerin keyfini ya da
damadın sevincini gölgeleyemedi.
Tören sona erinceTrok, geline öbür değerli mallarından daha çok değer verdiğinin nişanesi olarak güzel
bir doru aygır olan sevgili savaş atının boğazını kesti. Hayvan çifteler atarak yere düşerken v
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 9:53 am

Tören sona erinceTrok, geline öbür değerli mallarından daha çok değer verdiğinin nişanesi olarak güzel
bir doru aygır olan sevgili savaş atının boğazını kesti. Hayvan çifteler atarak yere düşerken ve açık
şahdamarından da fıskı-
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 164
- 207 -

ye gibi kanlar fışkırırken kalabalık bağırarak alkış tuttu ve çifti çiçeklerle kaplı arabaya oturttu.
Arabayı saraya doğru sürerken Trok bir koluyla karısını sıkı sıkı tutuyordu. Onun tekrar kaçmaya
kalkışmasını göze alamazdı. Yolun iki yanında dizili askerler arabanın etrafını çeviriyor, içeriye tılsım ve
uğur gibi armağanlar atıyorlardı. Başkaları geçerken Trok'a şarap dolu kâseler uzatıyorlar, adam da
şarapları içeyim derken çoğunu döküyor, şaraplar tuniğinin üstünde tırmalanan yanağından süzülen kanla
karışıyordu.
Saraya vardıklarında Trok'un üstü başı şarapla kana bulanmıştı. Bir yandan buram buram terlediği gibi,
yolculuk ve gelini yakalarken verdiği mücadele yüzünden toz toprak içinde kalmıştı. Şarabın etkisiyle
büsbütün kudurmuş, şehvet duygusu doruk noktasına ulaşmıştı.
Mintaka'yı kucaklayarak kalabalığın içinden yeni dairelerine götürdü, kapıdaki muhafızlar da kılıçlarını
çekerek düğünün konuklarının daha ileriye geçmelerini engellediler. Konuklar buna rağmen dağılmayarak
sarayı kuşattılar. Bağırarak damada güya moral veriyorlar, geline de bayağı öğütlerde bulunuyorlardı.
Trok yatak odasında Mintaka'yışilteyi örten koyun postunun üstüne fırlattı. Kılıç kemerinin tokasını
açmak için iki eliyle birden mücadele ediyor, toka açılmadıkça küfürü basıyordu. Mintaka yatağa
çarpınca inindeyken bir gelinciğin ürküttüğü bir tavşan gibi hoplayıp kendini aşağı attı.
Teras kapılarına koşup açmaya çalıştı. Kapıların dışına Trok'un emri üzerine sürgü demirleri konulmuştu.
Genç kız çaresizlik içinde kapının aynasını tırnaklarıyla koparmaya çalıştı, ama tahta kalın ve sağlam
olduğundan sarsılmadı bile.
Trok en sonunda kılıç kemerinden kurtulabilmişti, kın takırtılar arasında fayansların üstüne çarptı. Erkek
sendeleyerek kızın üzerine geldi, "istediğin kadar çırpın, güzelim," diye geveledi. "Sen tekmeler atıp
bağırdıkça erkekliğim daha da yanıp tutuşuyor."
Bir kolunu Mintaka'nın beline doladı, öbürüyle de kızın memelerinden birini avuçladı. "Aman tanrım, ne
olgun ve sulu meyvedir bu?" Kılıcın kabzasıyla arabanın dizginlerinin nasırlaştırdığı parmaklarıyla kızın
göğsünü sıktı. Duyduğu acıdan çılgına dönen Mintaka bağırmaya ve erkeğin kollarının arasında çırpınmaya
başladı. Bu arada Trok'un gözlerine doğru bir hamle daha yaptı.
Fakat erkek onun bileğini yakaladı. "Bana bir daha o numarayı yapamayacaksın," diyerek kızı havaya
kaldırdığı gibi yatağa geri götürdü.
Mintaka, "Maymun!" diye bağırdı. "Pis kokulu, kıllı maymun. İğrenç hayvan."
-208-

"Ne tatlı bir aşk şarkısı söylüyorsun, güzelim. Beni ne kadar arzuladığını duydukça erkekliğim bir kat
daha kabarıyor."
Böyle diyerek kızı yine yatağın üstüne fırlattı ve bu kez göğsünün üstüne bastırdığı kaslı koluyla
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 16
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 9:53 am

reketsizleştirdi. Yüzü Mintaka'nınkinin sadece birkaç santim uzağındaydı. Sakalı kızın yanaklarına
batıyor, nefesi ekşimiş şarap kokuyordu. Mintaka yüzünü öbür yana çevirdi. Trok sadece güldü ve bir
parmağını kızın entarisinin boynuna geçirerek kumaşı bel hizasının altına kadar yırttı.
Bundan sonra kızın göğüslerini ortaya çıkardı ve onları birbiri arkasından taze ette kırmızı parmak izleri
bırakacak derecede kuvvetle sıktı. Meme başlarını da çimdikledi ve renkleri koyulaşana kadar onları
çekiştirdi. Sonra sağ elini Mintaka'nın karnının üstünde gezdirdi. Kalın parmaklarından birini kızın göbek
deliğine soktu, arkasından da elini zorla bacaklarının arasına sokmaya çalıştı. Mintaka onu engellemek için
bacak bacak üstüne attı.
Trok birdenbire doğruldu, kızın belden aşağısının üstüne ata biner gibi oturdu ve debelenememesi için
bütün ağırlığıyla bastırdı.
Hemen arkasından tuniğini üzerinden koparırcasına çıkardı. Çırılçıplak kaldı. Vücudu savaş, av partileri
ve katı oyunlar tarafından biçimlendirilmişti, Mintaka da görüşünün acı, gözyaşları ve korkudan bulanmış
olmasına rağmen, geniş omuzları, taşan kasları ve bir Lübnan sedirinin dalları gibi kalın ve güçlü bacakları
fark eder gibi oldu.
Trok kızı hâlâ altına mıhlayarak karnı Mintaka'nınkini bastıracak şekilde vücuduna çekidüzen verdi,
göğsünü örten kaba kıllar bu arada kızın göğüslerini tırmaladı. Kızcağız, erkeğin dev organının karnını
dürttüğünü dehşet içinde hissetti.
Artık yalnız vakarı ve namusu için değil, aynı zamanda hayatı için savaşıyordu. Erkeğin yüzünü ısırmaya
çalıştı, ama keskin küçük dişleri adamın sakalının ötesine geçemedi. Bunun üzerine adamın sırtını tırmaladı,
tırnaklarının altı da Trok'un derisinin parçalarıyla doldu, ama adam bunu hissetmiyordu bile.
Bir dizini kızın bacaklarının arasına sokmaya çalışıyordu, fakat genç kız bir bacağını ötekine takarak
onları adeta kilitlemişti. Vücudunun belden aşağısının her kası korkuyla tiksintiden donmuş, tanrıçanın
granit heykeli kadar yol vermez kesilmişti.
İkisi de terliyordu, ama erkek daha fazla. Terler vücudundan akarak derilerini yağlıyor, erkeğin dev
organı kızın karnının üstünde kayarak bacaklarının birleştiği noktayı zorluyordu.
-209-
Büyücüler Kralı / F: 14

Trok birden belden yukarsını kaldırdı ve elinin ayasını var gücüyle kızın yüzüne çarptı. Tokat kızın sıkılmış
çenelerini sarstı, dudaklarıyla burnunu ezdi. Mintaka ağzına kanların aktığını hissetti ve kafasının içini
karanlık kapladı.
Trok, "Açıl, kaltak!" diye kızın üstünde soludu. "O sıcak küçük yarığını aç ve beni içeri al." Bir yandan
konuşurken kalçalarını bastırıyor, Mintaka da o iğrenç cismin vücudunun üstünde yılan gibi kaydığını
hissediyordu. Duyduğu acıya ve kafasındaki karanlığa rağmen, erkeğin vücuduna girmesini önledi, ama
uzun zaman dayanamayacağını biliyordu. Trok fazla ağır ve kuvvetliydi.
"Hathor, bana yardım et." Mintaka gözlerini kapayıp dua etti. "Güzel tanrıça, bunun olmasına müsaade
etme!"
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 166
Erkeğin üstünde inlediğini duydu ve kızın gözleri birden sonuna kadar açıldı. Trok'un yüzü biriken kandan
şişmiş ve esmerleşmişti. Mintaka onun sırtını kamburlaştırdığını hissetti; Trok bir yeri ağrıyormuş gibi
inliyordu. Gözleri sonuna kadar açılmıştı, ama hiçbir şey görmüyordu ve hücum eden kandan
kıpkırmızıydı. Ağzı korkunç bir mağara gibi açılmıştı.
Mintaka ne olup bittiğini anlayamıyordu. Bir an tanrıçanın yalvarışını duyduğunu ve kutsal okuyla Trok'u
vurduğunu zannetti.
Hemen arkasından sıcak bir sıvının midesinin üstüne püskürdüğünü hissetti, sıvı hem de o kadar sıcaktı ki
sanki derisini haşladı.
Püskürtünün yolu üstünden kaçmaya çalıştıysa da adam fazla ağır ve güçlüydü, iğrenç püskürtü sonunda
zayıfladı ve kurudu. Erkek şimdi hareketsiz yatıyor, Mintaka da tekrar harekete geçmesi korkusuyla
kımıldayamıyordu. Uzunca bir zaman öylece kaldılar. Neden sonra saray duvarlarının dışında bekleyen
kalabalığın çirkin bağrışlarının ikisi de bilincine vardılar. Trok doğrulup altındaki kıza baktı. "Beni rezil
ettin, küçük sürtük. Tohumumu boş yere akıttın," diye hırladı.
Mintaka daha ne olduğunu anlayamadan erkek onu ensesinden kavradı ve yüzünü beyaz koyun postuna
bastırdı.
"Korkma," diye hırladı, "bal kâsendekini elde edemediğime göre burnunun kanından yararlanacağım."
Mintaka'yı yana itti ve kanayan yüzünden saf beyaz yünün üstüne akan kanın oluşturduğu koyu kırmızı
lekeyi beğeniyle seyretti. Sonra ayağa fırladı ve anadan doğma haliyle kepenklerin başına gitti, onları bir
tahta çatırdısı arasında tekmeleyerek açtı. Bundan sonra parlak güneş ışığına çıktı.
Mintaka çarşafın bir katıyla fildişinden farksız karnının üstünde pıhtılaşan iğrenç salgıyı sildi. Göğüsleriyle
bacaklarının üstünde çirkin kırmızı lekeler vardı. Korkusu müthiş bir öfkeye dönüştü.

Trok'un kılıç kemeri atıldığı yerdeydi. Kız yavaşça yataktan kaydı ve tunçtan bıçağı kınından çekti.
Terasa açılan kapının yanına süründü ve pervaza yapıştı.
Trok dışarda halkın kutlamalarını kabul ediyor ve herkesin görmesi için lekeli koyun postunu sallıyordu.
"Bayıldı!" diye birine yanıt verdi. "Onunla işim bittiğinde delta bataklığı gibi geniş ve yaş, Sahra kadar
sıcaktı."
Mintaka parmaklarını ağır kılıcın sapı etrafında kenetledi ve kendini toparlamaya çalıştı.
Trok, "Hoşça kalın, dostlarım," diye bağırdı. "O tatlı incirden bir lokma daha almak için içeri giriyorum."
Mintaka, erkeğin çıplak ayaklarının fayansların üstünde çıkardığı hışırtıyı duydu, hemen arkasından
erkeğin gölgesi kapı aralığına düştü. Genç kız kılıcı her iki eliyle kavradı ve ucunu karın hizasında tuttu.
Trok odaya adımını atınca, Mintaka hazırlandı, sonra var gücüyle hamle yaparak erkeğin göbeğiyle
içinden cinsel organının sarktığı gür siyah çalının
yarı yerine nişan aldı.
Uzun zaman önce babasıyla ava çıktığı bir gün Apepi'nin, varlıklarından habersiz olan dev bir erkek
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 167
leopara aynışekilde nişan aldığına tanık olmuştu. Vahşi kedi Apepi'nin yayının vızıltısından ürkmüş ve ok
hedefini bulmadan bir saniye önce yana atılmıştı. Trok'da da aynı tehlike ve yaşam içgüdüsü vardı.
Kılıç daha hedefini bulmadan yana kaydı. Kılıcın ucu erkeğin kıllı midesinin bir parmak yanından geçti.
Ne deriyi yırtmış, ne de kan akıtmıştı. Aynı anda Trok kızın her iki bileğini dev pençelerinden birinin içinde
hapsetti. Öylesine sıkıyordu ki Mintaka bileklerindeki kemiklerin çatırdadığını hissetti ve silahın
takırdayarak yere düşmesini önleyemedi.
Trok onu odanın öbür ucuna sürüklerken gülüyordu, ama çirkin bir gülüştü bu. Kızı buruşmuş ve ter
kokan yatağın üstüne savurdu. Tepesine dikilerek, "Artık karımsın," dedi. "Doğurgan bir kısrak ya da bir
dişi köpek gibi bana aitsin. Bana itaat etmeyi ve bana saygı göstermeyi öğrenmek zorundasın."
Mintaka yüzükoyun yatıyor, erkeği görmemek için yüzünü kirli çarşafa bastırıyordu. Trok kılıcın kınını
yatağın yanında attığı yerden aldı. "İtaat etmeyi öğrenmen için sana vereceğim ders senin iyiliğin için," dedi.
"Biraz acı çekmen ilerde ikimizi de mutsuzluktan ve ıstıraptan koruyacaktır."
Böyle derken kını sağ elinde tartıyordu. Kın deridendi, altın ve elektrum{"> seritleriyle sağlamlaştırılmış
ve metalden güllerle süslenmişti. Trok bunu kızın çıplak bacaklarının arkasına çarptı. Kın beyaz derinin
üstünde daha koyu kır-
EleMrum: Eski çağlarda kullanılan, altın ve gümüşün açık sarı renkli bir alaşımı.

- 211 -
-210


mızı desenlerle süslü uzun bir iz bıraktı. Mintaka o kadar şaşırmıştı
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 9:54 am

mızı desenlerle süslü uzun bir iz bıraktı. Mintaka o kadar şaşırmıştı ki elinde olmayarak haykırdı.
Trok onun duyduğu acıya güldü ve kını bir kez daha havaya kaldırdı. Mintaka yana kaymaya çalıştıysa
da kın önce kaldırdığı sağ koluna çarptı, bir sonraki darbe de omzuna indi. Genç kız bağırmanın önüne
geçti ve perişanlığını çirkin bir gülümseyişle gizlemeye çalışırken erkeğe bir vaşak gibi tükürdü. Bu Trok'u
büsbütün kızdırdı ve daha da büyük bir kinle vurmaya başladı.
Sonunda kızı yataktan aşağı yuvarlandı ve yerde sürünmeye çalışan Min-taka'yı izledi. Kını sırtına indirdi,
kız top gibi büzülünce de sırtına, omuzlarına ve kabaetlerine vurmaya devam etti. Düzenli olarak vurmaya
devam ederken bir yandan da onunla konuşuyor, vururken sarf ettiği çaba sırasında kelimeleri
vurguluyordu. "Bir daha bana el kaldıramayacaksın, hah! Bir daha sana geldiğim zaman, hah! Seven bir eş
gibi davranacaksın, hah! Aksi halde, adamlarımdan dördüne seni tutturur ve üzerine binerim. Hah! İşimi
bitirince de seni tekrar döverim, hah! Aynen böyle, hah!"
Zavallı kız üstüne darbeler yağarken dişlerini sıktı, sonunda daha fazla karşı koyamayacağını hissetti, ama
Allahtan ki Trok da aynı anda soluk soluğa kalarak geri çekildi.
Lekeli ve tozlanmış tuniğini arkasına geçirdi, kılıç kemerini beline taktı, kılıcını Mintaka'nın kanıyla
lekelenmiş kına soktu ve oda kapısına yürüdü. Orada dönüp kıza baktı. "Şunu unutma, karı," dedi. "Ben
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 168
kısraklarımı ya evcilleştiririm ya da Seueth şahidim olsun, altımda ölürler." Bu sözlerden sonra çıkıp gitti.
Mintaka başını kaldırıp erkeğin arkasından baktı. Konuşamıyordu. Bunun yerine ağzını tükürükle
doldurdu ve erkeğin arkasından tükürdü. Tükürük, şiş ağzından sızan kanla karışarak fayansların üstüne
saçıldı.
Isis ayının küçülmesinden ancak çok sonra Mintaka'nın yaralarının kabuğu düştü, bereleri de solarak
kaymak gibi cildinin üstünde yeşilimsi san lekeler olarak kaldı. Trok bilinçli ya da şans eseri olarak genç
kızın dişlerinden birini ya da kemiklerini kırmamış veya yüzünde herhangi bir iz bırakmamıştı.
Belalı düğün günlerinden beri onu yalnız bırakmıştı. O zamanın en büyük kısmını güneyde savaşarak
geçirmişti. Kısa süreler için Avaris'e döndüğü zamanlar bile karısının yolu üstüne çıkmamaya dikkat
etmişti. Belki genç kızın çirkin yaralarından iğreniyor ya da belki kocalık görevini yerine getiremeyişinden
dolayı utanıyordu. Mintaka her neyse bu nedenin üstünde fazla durmuyordu, ama adamın hayvansı
ilgisinden bir süre için kurtulduğuna seviniyordu.
-212-

Krallığın güneyinde başka ciddi ayaklanmalar olmuştu. Trok bunlara şiddetle tepki göstermişti. Asilere
saldırmış, kendisine karşı gelenleri doğramış, mülklerini sahiplenmiş, ailelerini de köle olarak satmıştı. Lord
Naja ayaklananlara karşı girişilen bu operasyonlara katılmak üzere iki alay göndermiş, böylece kuzeni
Firavun'a destek olduğu gibi ganimetten de pay almıştı.
Mintaka, Trok'un zafer kazanmış olarak üç gün önce Avaris'e döndüğünü biliyordu, ama onu hâlâ
görmemişti. Bunun için tanrıçaya şükür duaları ediyordu, ama fazla erken davranmıştı. Dördüncü günde
kocasından çağrı aldı. Mintaka devlet konseyinin olağanüstü bir toplantısında hazır bulunmak zorundaydı.
Konu o kadar acildi ki hazırlanması için ona yalnız bir saatlik bir süre tanındı. Trok'un mesajında çağrısını
yanıtsız bıraktığı takdirde onu meclise zorla sürüklemek üzere muhafızlarını göndereceği uyarısı vardı.
Mintaka'nın başka bir seçeneği olmadığından kızları onu giydirdiler.
Mintaka düğününden beri bu vesileyle ilk kez halkın karşısına çıkıyordu. Sarayın aşırı süslü olarak
yeniden dekore edilen toplantı salonunda Fira-vun'unkinin altındaki kraliçe tahtına otururken özenle
yapılmış makyajı sayesinde eskisi kadar güzeldi. Mesafeli gözükmeye ve konuşulanlara ilgisiz davranmaya
çalışıyordu. Ama krallığın habercisi gelip çifte tahtların önünde yere kapanınca bu kararından vazgeçti.
Genç kız dikkat kesilerek öne eğildi.
Trok habercinin selamını başının hareketiyle kabul ettikten sonra getirdiği haberi kalkıp meclise
duyurmasını istedi. Haberci ayağa kalkınca, Mintaka adamın büyük bir heyecanın pençesinde olduğunu
gördü. Ağzından daha bir tek kelime çıkamadan birkaç kere öksürüp genzini temizlemesi gerekti. En
sonunda o kadar titrek bir sesle konuştu ki Mintaka onun ne söylediğini önce anlayamadı. Genç kız
sözleri duyuyor, ama bunları kabule yanaşmıyordu.
"Kutsal Majesteleri Firavun Trok Uruk, Kraliçe Mintaka Apepi Uruk, devlet konseyinin saygın üyeleri,
Avaris halkı ve bu birleşik Mısır'ın vatandaşları, güneyden trajik bir haber getiriyorum. Bunu size
söylemek yerine savaşta yüze karşı bir kişi kalarak ölmeyi yeğlerdim." Adam durup yine öksürdükten
sonra sesi kuvvetlendi ve netleşti.
"Yolculuğu Teb'den itibaren hızlı bir gemiyle nehir aşağı yol alarak tamamladım. Gündüz ve gece yolculuk
ederek, ancak kürekçileri değiştirmek için mola vererek on iki günde Avaris'e ulaştım."
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 169
Haberci yine durarak çaresizliği anlatan bir hareketle kollarını iki yana açtı. "Geçen ay, Hapi yortusunun
arifesinde hepimizin sevdiği ve güvenerek umutlarımızı bağladığımız genç Firavun Nefer Seti Dabba'da
sığır katili bir aslanı avlarken aldığı feci yaralar sonucunda öldü." Bu sözler toplu olarak üzün-
-213 -

tülü iç çekişlerle karşılandı. Konsey üyelerinden biri elleriyle gözlerini örttü ve sessizce ağlamaya başladı.
Haberci sessizliğin içinde tekrar sesini duyurdu: "Evlilik yoluyla Tamose Hanedanı'na katılan ve veraset
silsilesinde hemen sonra gelen Yukarı Krallığın Naip'i Lord Naja kaybettiğimiz Firavun yerine tahta çıktı.
Kiafan adıyla ülkeyi paklıyor, Naja adıyla kendini ölmezliğe taşıyor, Firavun Naja Kiafan adıyla bütün
dünyaya korku salıyor."
Ölen Firavun adına yas feryatları ve ardı ardına kopan alkışlar salonu doldurdu.
Mintaka patırtı arasında haberciye baktı. Yüzü makyajının altında kireç gibi olmuştu, gözlerinin ise
irileşmiş ve trajik gözükmesi için rastığa gereksinimi yoktu. Erafında dünyanın karardığını hissetti ve
koltuğunun üstünde sallandı. Ne-fer'in ölümünün planlandığını duymasına rağmen, bunun olmayacağına
kendini inandırmıştı. Yanında ona yardım eden Taita olunca Nefer'in, Mintaka'nın uyarılarının ona
ulaşamamasına rağmen, Naja'yla Trok'un etrafında haince ördükleri hile ve hiyanet ağından her nasılsa
kurtulabileceğine kendini inandırmıştı.
Trok onu sinsice ve oh olsun der gibi gözlüyor, belli ki duyduğu acıdan zevk alıyordu. Ama Mintaka'nın
artık umurunda değildi. Nefer'le birlikte direnme gücü ve nedeni, hatta yaşama arzusu da gitmişti. Tahttan
kalktı ve bir uyurgezer gibi salonu terk etti. Kocasının geri dönmesini emretmesini bekliyordu, ama Trok
bunu yapmadı. Öbür konukların pek azı genel şaşkınlık ve üzüntü arasında onun gittiğini fark ettiler. Fark
edenler zaten onun büyük kederinin bilincindeydiler. Onun bir zamanlar ölü Firavunla nişanlı olduğunu
hatırlıyorlar, görgü kurallarına ve protokole gösterdiği bu saygısızlığı bağışlıyorlardı.
Mintaka tam üç gün bir lokma bir şey yemeden odasına kapandı. Sadece suyla karışık biraz şarap içti.
Herkesin, hatta köle kızlarının bile onu yalnız bırakmasını emretmişti. Hiç kimseyi, hatta Trok'un ona
yolladığı hekimleri bile görmeyecekti.
Dördüncü günde Hathor Tapınağı'nın rahibesini görmek istedi. Bütün sabahı odada yalnız olarak
geçirdiler, ihtiyar kadın saraydan ayrılırken tıraşlı kafasını bir yas nişanesi olarak beyaz salıyla örtmüştü.
Rahibe ertesi sabah iki yardımcısıyla birlikte döndü. Bu iki kadın palmiye yapraklarıyla örülmüş büyük bir
sepet taşıyorlardı. Sepeti Mintaka'nın önüne koydular, sonra başlarını örterek odadan çekildiler.
Rahibe, Mintaka'nın önünde yere diz çöktü ve, "Tanrıçanın yolundan gitmek istediğine emin misin,
kızım?" diye yavaşça sordu.

Mintaka sadece, "Bu dünyada benim yaşamam için artık hiçbir neden yok,"
dedi.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 170
Rahibe bir gün önce Mintaka'yı vazgeçirmek için diller dökmüştü, ama şimdi son bir denemede bulundu.
"Daha çok gençsin..."
Mintaka ince elini kaldırdı. "Başrahibe, belki çok uzun yaşamış değilim, ama bu kısa süre içinde çok
kişinin uzun hayatlarında tatmadıkları kadar büyük acılar yaşadım."
Rahibe başını eğerek, 'Tanrıçaya dua edelim," dedi. Mintaka gözlerini kaparken başrahibe devam etti:
"Kutsal anamız, göğün güçlü ineği, müzikle aşkın kadın efendisi, her şeyi gören, kadirimutlak varlık, seni
seven kızlarının dualarına kulak ver."
Önlerindeki sepetin içinde bir şey kımıldadı ve nehrin melteminin papirüs yataklarının içindeki hafif
hışırtısını hatıra getiren bir ses oldu. Mintaka soğukluğu midesinde hissetti. Bunun ölümün ilk ürpertisi
olduğunu biliyordu. Duaya kulak veriyordu, ama düşünceleriyle Nefer'in yanındaydı. Birlikte paylaştıkları
o kadar çok şeyi hatırlıyordu ki. Kafasında delikanlının sanki yaşıyormuş gibi bir görüntüsü belirdi. Onun
gülümseyişini, güçlü ve düz boynunun yukarsında başını dengeli tutuşunu görür gibi oldu. Öbür dünyadaki
korkulu yolculuğunda hangi noktaya eriştiğini merak ediyordu; onun güvenliği için dua etti. Onun cennetin
yeşil tepelerine ulaşması ve yakın bir zamanda orada buluşmaları için de dua etti. Pek yakında arkandan
geleceğim, sevgilim, diye ona vaat etti.
"Kutsal Firavun Trok Uruk'un karısı, sevgili kızın Mintaka bu dünyada fazla acı çekenlere vaat ettiğin
lütfü senden niyaz ediyor. Karanlık habercinle buluşmasına ve onun yardımıyla senin koynunda huzura
kavuşmasına izin ver, kutsal Hathor."
Rahibe duasını tamamladı ve bekledi. Bundan sonraki adımı Mintaka'nın tek başına atması gerekiyordu.
Genç kız gözlerini açtı ve onu ilk kez görüyormuş gibi sepete baktı. Her iki elini yavaşça uzatarak kapağı
kaldırdı. Sepetin içi karanlıktı, ama orada bir hareket vardı. Ağır, tembelce bir şey halkalanıp çözülüyor,
derin bir kuyuya dökülmüş siyah yağ gibi parlıyordu.
Mintaka içeriye bakmak için öne eğilince pullu bir kafa onu karşılamak için yavaşça yükseldi. Işığa
çıkınca başlık genişledi ve siyah ile fildişi desenli bir kadın yelpazesi gibi açıldı. Gözler cam boncuklar
kadar parlaktı. İnce dudaklar kötü bir sırıtışla kıvrılmıştı, tüy gibi siyah dil de dudakların arasında sanki
dalgalanıyor, havayı ve önünde oturan kızı kokluyordu.
Kızla kobra uzunca bir süre bakıştılar. Yılan bir kez saldıracakmış gibi arkaya sallandı, ama sonra uzun
bir sapın ucundaki ölümcül bir çiçek gibi tekrar yavaşça dikild
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 9:54 am

Dudaklarını öpüşeceklermiş gibi yılanınkilere yaklaştıran Mintaka, "Niçin görevini yapmıyor?" diye sordu.
Elini uzattı, yılan da ona yaklaşan parmaklara bakmak için başını çevirdi. Mintaka herhangi bir korku
belirtisi göstermedi. Kobranın alabildiğine genişlemiş başlığının arkasını hafifçe okşadı. Kobra da
saldıracak yerde, okşanmak için kafasını uzatan bir kedi gibi başını yan çevirdi.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 171
Mintaka, rahibeye, "Ona yapması gerekeni yaptırın," diye yalvardı, ama yaşlı kadın şaşkınlık içinde başını
salladı.
"Böyle bir şeyi daha önce hiç görmemiştim," diye fısıldadı. "Haberciye elinle vurmalısın. Böylece
tanrıçanın armağanını sana ulaştıracaktır."
Mintaka geri çektiği elini ileri uzattı. Yılanın kafasına nişan alıp tam vurmak üzereydi ki birden şaşkınlıkla
irkildi ve elini indirdi. Ne olduğunu anlayamamış gibi karanlık odada etrafına bakındı, gölgeli köşeleri
araştırdı, sonra doğrudan rahibeye baktı.
"Yine bir şey mi söylediniz?" diye sordu.
"Hiçbir şey söylemedim."
Mintaka tekrar elini kaldırdıysa da ses bu kez daha yakından ve daha net olarak geldi. Birden bunun
anlamını batıl inançların karıştığı bir korkuyla kavradı ve ensesindeki tüylerin diken diken olduğunu hissetti.
"Taita?" diye fısıldayarak etrafına bakındı, ihtiyar adamı ense kökünde görmeyi bekliyordu, ancak odada
sepetin önünde diz çökmüş ikisinden başka kimse yoktu. Mintaka bir soruya ya da emre yanıt verir gibi,
"Evet!" dedi. Sessizliğe kulak verdikten sonra iki kez başını eğdi ve yavaşça, "Oh, evet!" dedi.
Rahibe hiçbir şey duymamıştı, ama mistik bir gücün işe karıştığını biliyor ve anlıyordu. Kobranın yavaşça
sepetin içlerine çekilmesine hiç şaşırmadı. Sepetin kapağını kapadı ve ayağa kalktı.
Mintaka, "Beni bağışlayın, başrahibe," dedi yavaşça. "Tanrıçanın yolundan gitmeyeceğim. Bu dünyada
benim için yapılması gereken çok şey var."
Rahibe sepeti yerden aldı ve kıza, 'Tanrıça seni kutsasın ve sonradan sana ölmezlik bahşetsin," dedi.
Odanın kapısına doğru çekildi ve Mintaka'yı karanlıkta oturur bıraktı. Genç kız, ihtiyar kadının
duyamadığı bir sesi hâlâ dinler gözüküyordu.
Taita, Nefer'i Dabba'dan Teb'e Kızıl Şepenn'ın yol açtığı derin uykunun koynunda getirdi. Onları taşıyan
gemi sarayın altındaki taş rıhtıma yanaşır yanaşmaz Taita çocuğu, halkın gözüne gözükmemesi için perdeli
bir sedyeyle kıyıya taşıttı. Firavun'un kritik durumunun kentte duyulması akıllıca olmazdı. Daha
-216-

önce bir hükümdarın ölümünün kentte ve tüm ülkede kargaşa yarattığı darı piyasasında yıkıcı
spekülasyonlara, ayaklanmalara, yağmalara ve toplumun bütün âdetlerinin ve geleneklerinin çöküşüne
neden olduğu zamanlar olmuştu.
Nefer saraydaki dairesine yerleştirildikten sonra Taita güvenlik içinde onun üzerinde çalışabildi. İlk
endişesi çocuğun bacaklarının önündeki ve alt karnındaki korkunç yırtık ve yaraları tekrar incelemek ve
bunlarda bazı ürkütücü değişikliklerin olup olmadığını saptamak oldu.
En büyük korkusu bağırsakların delinmiş ve içindekilerin karın boşluğuna sızmış olmasıydı. Öyle bir şey
olmuşsa tüm hünerleri bir işe yaramazdı. Sargıları açtı, çocuğun vücudunun deliklerini yokladı, buradaki
sızıntılarda dışkı kokusu olup olmadığını araştırdı ve böyle bir şey olmadığını görünce rahatladı. En derin
yaralara sirke ve Doğu'nun baharatlarından oluşan bir karışımı püskürttü. Sonra yaraları dikti ve onları tüm
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 172
hünerini sergileyerek sardı, ayrıca üstlerine Lostris'in altın tılsımıyla dokunarak keten sargının her
sarılışında torununu tanrıçaya emanet etti.
Taita bundan sonraki günlerde çocuğa verdiği uyuşturucunun dozunu azalttı, sonuç olarak da Nefer
kendine gelerek ona gülümsedi. "Taita, benim yanımda olduğunu biliyordum," dedi ve hâlâ ilacın
sarhoşluğunun pençesinde olduğundan, "Mintaka nerede?" diye sordu.
Taita kızın yokluğunun nedenini anlatınca Nefer'in uğradığı hayal kırıklığı çok büyük oldu; bunu
gizleyemeyecek kadar güçsüzdü. Taita ayrılığın geçici olduğunu ve pek yakında kuzeye Avaris
yolculuğunu yapacak kadar iyileşeceğini söyleyerek onu avutmaya çalıştı. "Naja'nın yolculuğu yapmana
razı olması için geçerli bir bahane buluruz," dedi.
Nefer'in iyileşmesi bir süre umut verici bir şekilde gelişti. Ertesi gün oturduğu yerde darı ekmeği yiyor ve
bezelye çorbası içiyordu. Daha sonraki gün Taita'nın onun için yonttuğu koltuk değnekleriyle birkaç adım
attı ve yemeğinde et istedi. Kanını ısıtmaması için Taita kırmızı eti yasakladı, fakat tavuk ve balık eti
yemesine izin verdi.
Daha sonraki gün Merykara ağabeyini görmeye geldi ve günün büyük bölümünü onun yanında geçirdi.
Kızın şen kahkahaları ve çocuksu gevezelikleri Nefer'i neşelendirmişti. Heseret'i sordu ve niçin onun da
gelmediğini bilmek stedi. Merykara kaçamak cevaplar vererek onu bir bao oyunu daha oynamaya davet
etti. Nefer kız kardeşinin kazanması için bu kez kasten merkez kalesini açık bıraktı.
-217-




Ertesi gün Balasfura'daki facianın haberi Teb'e ulaştı. İlk gelen raporlara göre Apepi'yle Mintaka
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 9:54 am

Ertesi gün Balasfura'daki facianın haberi Teb'e ulaştı. İlk gelen raporlara göre Apepi'yle Mintaka dahil
bütün ailesinin alevlerin arasında öldüğü yönündeydi. Nefer bu kez kederden yatağa düştü. Taita'nın onun
için yine bir uyuşturucu hazırlaması gerekti, ama bacağındaki yaralar birkaç saatin içinde kokuşmaya
başladı. Bundan sonraki günlerde durumu daha da kötüleşti, öyle ki çok geçmeden ölümün sınırına geldi.
Taita onun yanında oturuyor ve yattığı yerde çırpınmasını ve sayıklamasını seyrediyor, bu arada kangrenin
kırmızı çizgileri ateş nehirleri gibi çocuğun bacaklarından yukarıya karnına doğru yayılıyordu.
Derken Aşağı Krallıktan gelen bir haberden Mintaka'nın, ailesinin kalan kısmını yutan faciadan kurtulduğu
öğrenildi. Taita bu harikulade haberi kulağına fısıldayınca, Nefer anlamış görünerek tepki verdi. Ertesi gün
yine çok halsizdi, ama aklı başındaydı ve Mintaka'yla beraber olup onu avutmak için uzun yolculuğu
yapacak kadar kuvvetlendiğine Taita'yı inandırmaya çalıştı. Taita onu yavaşça vazgeçirdi, ama Nefer
kuvvetlenir kuvvetlenmez Lord Naja'nın gitmesine izin vermesi için tüm nüfuzunu kullanacağına söz verdi.
Önünde bu hedef olunca Nefer yine toparlanmaya başladı. Taita onun sırf iradesinin kuvvetiyle ateşi ve
kanındaki pis salgıları yenik düşürmesine tanık oldu.
Lord Naja kuzeyden dönünce Heseret de aslan tarafından paralanmasından beri ilk kez ağabeyini
görmeye geldi. Ona armağan olarak şekerlemeler, petek balı ve renkli akikten nefis bir bao tablasıyla
yontulmuş fildişiyle siyah mercandan taşlarını getirdi. Kendisi de çok tatlı ve sevecendi, Nefer'in
ıstırap-larıyla yakından ilgileniyor, onu o güne kadar ihmal ettiği için af diliyordu.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 173
"Sevgili kocam, Yukarı Mısır'ın Naip'i saygıdeğer Lord Naja onca haftadır burada değildi," diye açıkladı.
"Onu o kadar özlemiştim ki keyifsizliğimin senin hastalığını kötü etkilemesinden korktum, sevgili Nefer."
Heseret hastanın yanında bir saat kaldı, ona şarkılar söyledi, çoğu skandal niteliğinde olan bazı saray
dedikodularını aktardı. Sonunda gitmek için izin istedi: "Kocam, Yukarı Mısır'ın Naip'i uzun süre yanında
olmamamdan hoşlanmıyor. Birbirimize o kadar âşığız ki Nefer. Naja harikulade bir erkek, o kadar nazik
ve seninle Mısır'a o kadar bağlı ki. Ona sen de benim gibi güven duymayı öğrenmelisin." Heseret ayağa
kalktı, arkasından da sonradan aklına gelmiş gibi, "Firavun Trok Uruk'la sevgili kocam Mısır Naibi'nin
bazı devlet meseleleri yüzünden Mintaka adlı o küçük Hiksoslu barbarla olan nişanını iptal etmekte
anlaştıklarını duyunca rahatlayacaksındır," dedi. "Böylesi zevksiz bir evliliğe mecbur edildiğini du-
-218-

yunca senin adına ne kadar üzülmüştüm. Kocam olan Yukarı Mısır'ın Naip'i de aynen benim gibi bu
evliliğe ilk gününden karşıydı."
Kız kardeşi gittikten sonra Nefer bitkin halde yastığının üstüne çöktü ve gözlerini kapadı. Taita biraz
sonra yanına gelince onun hastalığının tekrarladığını görerek şaşırdı. Sargıları kaldırınca da çocuğun
yaralarındaki enfeksiyonun yine azdığını, en derin yaradan sızan pis kokulu cerahatin ise kalın ve sarı
renkte olduğunu fark etti. Gece boyunca hastanın yanından ayrılmadı ve genç Firavun'u çevreleyen
kötülüğün gölgelerini uzaklaştırmak için bütün gücünü ve hünerlerini kullandı.
Ne çare ki şafak sökerken Nefer komaya girdi. Çocuğun durumu Taita'yı adamakıllı telaşlandırmıştı. Her
şey keder ve üzüntüyle açıklanamazdı. Birdenbire kapının dışındaki bir hareket ve gürültü onu hem şaşırttı,
hem de kızdırdı. Sessiz olunmasını haykıracakken muhafızlara kenara çekilmelerini emreden Lord
Naja'nın otoriter sesini duydu. Naip odaya girdi ve Taita'ya selam vermeden Nefer'in hareketsiz
vücudunun üzerine eğildi, soluk ve gergin yüzünü inceledi. Uzunca bir süre sonra doğruldu ve Taita'ya
arkasından taraşa gelmesini işaret etti.
Taita arkasından dışarı çıkınca Naip'i bakışını nehrin ötesine dikmiş buldu. Nil'in karşı kıyısında bir araba
bölüğü manevra yapıyor, bir yandan hız yaparken oluşum değiştiriyordu. Garip olan şu ki Hathor
Antlaşması'ndan beri pek çok savaş hazırlığı olmuştu. Taita, "Benimle konuşmak mı istediniz, lordum?"
diye sordu.
Naja ona döndü. Yüzünde sert bir ifade vardı. "Beni hayal kırıklığına uğrattın, ihtiyar," dedi. Taita başını
eğdi, ama yanıt vermedi, "ileriye doğru yolumun, tanrılar tarafından öngörülen kaderimin şimdiye kadar
her türlü engelden arınmış olacağını sanıyordum." Taita'ya yine sert sert baktı. "Ama görünen o ki bunu
sağlayacak yerde, engellemek için elinden geleni yaptın."
"Hepsi numaraydı. Hastamı tedavi ediyormuş rolünü oynadım, oysa gerçekte sizin çıkarlarınızı
gözetiyordum. Kendiniz de gördüğünüz gibi Firavun dipsiz uçurumun kıyısında." Taita, Nefer'in yattığı
hasta odasını işaret etti. "Giderek söndüğünü siz de görüyorsunuz. Hedefimize ulaşmamıza sadece birkaç
adım kaldı lordum. Birkaç güne kalmadan önünüzdeki yol açılacaktır." Ama Naja ikna olmamıştı.
"Sabrımın sınırına varmış sayılırım," diye Taita'yı uyardıktan sonra içeri girdi. Yatağın üstündeki hareketsiz
vücuda bakmaya bile gerek görmeden hızlı adımlarla odadan çıktı.
-219-

Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 174
O günün içinde Nefer'in durumu derin bir komayla huzursuz bir ter dökme ve delice sayıklamalar
arasında gidip geldi. Bacağının çocuğa dayanılmaz bir ıstırap verdiği anlaşılınca, Taita keten sargıları söktü
ve bütün bacağının korkunç şekilde şişmiş olduğunu gördü. Yarayı kapatan dikişler gerilmiş ve morarmış
etin içme batmıştı. Taita, hayatı böylesine ince bir pamuk ipliğine bağlıyken çocuğu yerinden oynatmaya
cesaret edemeyeceğini biliyordu. Son haftalarda o kadar dikkatle tasarladığı planlar sert bir biçimde
hareket ettiril-mediği takdirde uygulanamazdı. Bu durumda yaraya müdahale etmek ölümcül bir kan
zehirlenmesini göze almak demekti. Ne çare ki başka bir çıkış yolu yoktu. İhtiyar adam aletlerini bıraktı
ve bütün bacağı bir sirke solüsyonunun içinde yıkadı. Sonra, uyuşturucunun yüklü bir dozunu daha
Nefer'in ağzına akıttı. İlacın etkisini göstermesini beklerken Horus'a ve Tanrıça Lostris'e dua ederek
korumalarını istedi. Sonra neşteri eline alarak yaranın dudaklarını bir f arada tutan dikişlerden birini kesti.
Etin patlarcasına açılması ve mide bulandırıcı sarı cerahatin sel gibi fışkırması onu bile şaşırttı. Bir altın
kaşıktan yararlanarak yaranın içini kazıdı. Metalin yaranın derinlerinde sert bir cisme çarptığını hissedince
de fildişinden bir forsepsle yaranın içini karıştırdı ve cismi forsepsin iki ucuyla yakaladı. Sonunda onu
yaradan çıkarabildi. Cisme kapı aralığının aydınlığında bakınca aslanın pençesinden kopan, küçük parmak
uzunluğunda bir kıymık olduğunu gördü. Hayvan Nefer'i paralarken kopmuş olmalıydı.
Cerahatin akması için yaraya altından bir tüp yerleştirdikten sonra bacağı
tekrar sardı. Akşam saatleri yaklaşırken Nefer mucize denebilecek şekilde iyi
leşme yolundaydı. Ertesi sabah hâlâ halsizdi, ama kanındaki ateş düşmüştü.
Taita kuvvetlenmesi için ona bir şurup içirdi ve Lostris'in Tılsımı'nı bacağının
üstüne koydu. Öğleyin çocuğun yanında oturup bir karara varmaya çalışırken
kepenklerin tırmalandığını duydu. Bunları aralayınca Merykara odanın içine
süzüldü. Kızcağız çok üzgündü, ağlamış olduğu belli oluyordu. Taita'nın üze
rine atılarak ihtiyarın bacaklarına sarıldı. -
"Onlar buraya gelmemi yasakladılar," diye fısıldadı. Onların kimler olduğunu açıklamasına gerek yoktu.
Devam etti. "Ama ben terastaki muhafızları tanıyorum, onlar da benim geçmeme izin verdiler."
"Yavaş, yavrum." Taita kızın saçlarını okşadı. "Kendini bu kadar hırpalamana lüzum yok."
"Taita, onlar Nefer'i öldürecekler."
"Onlar dediğin kimler?"

"O ikisi." Merykara tekrar hıçkırmaya başladığından yaptığı açıklama kolay anlaşılır gibi değildi. "Benim
uyuduğumu, ne konuştuklarını anlamayacağımı düşündüler. Adını ağızlarına almadılar, ama ben Nefer'den
bahsettiklerini biliyorum."
"Ne söylüyorlardı?"
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 175
"Seni çağırtacaklar. Sen Nefer'i yalnız bırakınca işin uzun sürmeyeceğini söylediler." Küçük kız yutkundu.
"Ne kadar korkunç, Taita! Kendi kız kardeşimizle o adam... o canavar."
"Ne zaman?" Taita aklını başına getirmek için küçük kızı sarstı.
"Yakında. Çok yakında." Merykara'nın sesi düzelmişti.
"Nasıl yapacaklarını da söylediler mi prenses?"
"Babil'den gelen o cerrah Noom. Naja, onun ince bir iğneyi Nefer'in burun deliğinden beynine sokacağını
söyledi. Kanama ya da başkaca bir belirti olmayacakmış." Taita, Noom'u iyi tanıyordu; Teb'deki
kütüphanede kırık bacak kemiklerinin doğru tedavisi konusunda uzun uzun tartışmışlardı. Noom, Taita'nın
etkili konuşması ve bilgisi karşısında suratına tokat yemiş gibi olmuştu. Taita'nın ününü ve yeteneklerini
çok kıskanıyordu. Rakip ve korkulacak bir düşmandı.
"Cesaret edip bizi uyarmaya geldiğin için tanrılar seni ödüllendirecekler, Merykara. Ama buraya geldiğin
anlaşılmadan gitmen gerekiyor. Eğer senden şüphelenirlerse Nefer'e yapmak istediklerini sana da
yaparlar."
Küçük kız gittikten sonra Taita bir süre oturup düşüncelerini toparlamaya çalıştı ve planını tekrar gözden
geçirdi. Bu işi yalnız başına yapamazdı, başkalarından yardım almak zorundaydı, bunun için de en iyi ve
güvenilir olanları seçmişti. O kişiler harekete geçmeye hazırdılar, sadece Taita'nın işaretini bekliyorlardı.
Plan artık daha fazla ertelenemezdi.
Emri üzerine köleler sıcak su dolu leğenler getirdiler. Taita da Nefer'i tepeden tırnağa yıkadı ve yaralarını
tekrar sardı. Bu arada hâlâ kanayan bacağındaki açık yaranın üstüne koyun yününden pansuman yapmıştı.
Bu işi bitirince Taita muhafızları kimseyi içeri almamaları için uyardı ve odaya bütün girişleri tıkadı. Bir
süre dua etti, sonra mangala günlük atarak kokulu mavi dumanın içinde ölüm ve mezarlıkların tanrısı
Anubis'e eski ve çok etkin bir büyü yaptı.

-221 -
-220-


Ancak bundan sonra yeni ve kullanılmamış bir gaz lambasının içinde Anubis'in iksirini hazırlamaya girişti.
Karışımı mangalda kanla aynı ısıyı bulana kadar ısıttı ve Nefer'in sakin sakin uyuduğu yatağa götürdü.
Çocuğun yavaşça başını döndürdü ve lambanın uzunca ucunu kulağının içine soktu, iksiri yapışkan
damlalar halinde ağır ağır kulağın içine akıttı. Fazlasını özenle sildi ve kendi derisine değmemesine dikkat
etti. Sonra Nefer'in kulağını küçük bir pamuk topuyla tıkadı ve bunu çok ayrıntılı bir muayene
yapılmadıkça görülmeyecek şekilde kulak kanalının içine itti.
Kalanını mangaldaki kömürlerin üstüne dökünce iksir birden alev alıp ekşi bir duman salıverdi. Sonra
lambayı yağla doldurdu ve fitili yaktı. Lambayı daha sonra odanın bir köşesindeki öbür lambaların yanına
bıraktı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.ht
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 9:55 am

Yatağa döndü ve yanına çömeldi. Soluk aldıkça Nefer'in göğsünün kalkıp indiğini görebiliyordu. Her
soluk daha ağırdı, her iki soluğun arası da giderek uzuyordu. Sonunda solunum tamamen durdu. Taita iki
parmağını Nefer'in boynunda kulağının altına dayadı ve içerdeki hayat gücünün atışını hissetti. Ama çok
geçmeden bu da zayıfladı ve keşfedilmemesi için Taita'nın tüm yetenek ve deneyimini kullandığı minik bir
böceğin kanat çırpışından ibaret kaldı. Sol elinin parmaklarıyla kendi boynundaki hayat gücünün atışlarını
saydı ve ikisini kıyasladı.
Sonunda kendi atışı Nefer'in boynundaki belirli belirsiz bir tek çırpıntıya karşın üç yüz oldu. ihtiyar adam
çocuğun gözlerini yavaşça kapadı, cesedin hazırlanması gelenekleri uyarınca göz kapaklarının üstüne birer
muska koydu Arkasından üstlerine birer keten şeridi bağladı, ağzının açılmasını önlemek için de çenesinin
altından ikinci bir şerit geçirdi. Nefer'in iksirin etkisinde kaldığı her dakika tehlikeyi artırdığı için hızlı
çalışıyordu. Sonunda kapıya giderek sürgüyü kaldırdı.
"Yukarı Krallığın Naip'ine hemen haber yollayın," dedi. "Firavun'la ilgili korkunç haberi duymak için
hemen gelmesi gerekir."
Lord Naja şaşılacak bir neşeyle geldi. Prenses Heseret de yanındaydı. Arkalarından Lord Asmor, Asurlu
Hekim Noom ve konseyin çoğu üyeleri de geliyordu.
Naja ötekilerin saltanat dairesinin dışında beklemelerini buyurdu ve yalnız onunla Heseret odaya girdiler.
Taita onları selamlamak için yatağın yanından kalktı.
Heseret gösterişli şekilde ağlıyor, gözlerini nakışlı bir keten şalla örtüyordu. Naja yatağın üstünde kaskatı
yatan sargılı vücuda baktıktan sonra gözle-

rinde bir soruyla Taita'ya döndü. Taita da yanıt olarak hafifçe başını eğdi. Naja gözlerindeki zafer
sevincini maskeledikten sonra yatağın yanına diz çöktü. Bir elini Nefer'in göğsünün üstüne koydu ve
sıcaklığın yerini yavaş yavaş yayılmakta olan bir soğukluğa bıraktığını hissetti. Naja ölü Firavun'un hami
tanrısı olan Horus'a yüksek sesle dua etti. Tekrar ayağa kalktığı zaman Taita'nın üst kolunu kuvvetlice
sıktı.
"için rahat olsun, Büyücü, senden talep ettiğimiz her şeyi yaptın. Ödülsüz kalmayacaksın." Naja bu
sözlerden sonra ellerini çırptı, içeri koşan muhafıza da, "Konsey üyelerini toplantıya çağır," diye emretti.
Üyeler ciddi bir yüzle odaya girdiler ve üçer kişilik sıralar halinde yatağın etrafında toplandılar.
Naja, "Saygıdeğer Hekim Noom yaklaşsın," diye emretti. "Firavun'un öldüğüne dair Büyücü'nün bildirisini
doğallasın bakalım."
Sıralar açılıp Asurlu'ya yol verdi. Adamın uzun lüleleri kızgın maşalarla kıvrılmıştı ve omuzlarına
dökülüyordu. Sakalı da Babil modasına uygun biçimde kıvrılmıştı. Entarisi yerleri süpürüyordu, yabancı
tanrıların simgeleri ve sihirli motif işlemeleriyle bezeliydi. Ölü yatağının yanına diz çökerek cesedi muayene
etmeye başladı. İçinden kara kıl kümeleri fışkıran dev bir kancalı burunla Nefer'in dudaklarını kokladı.
Daha sonra kulağını Nefer'in göğsüne dayadı ve Taita'nın endişeli kalbinin yüz atışı süresince dinledi. Taita
Asurlu'nun yeteneksizliğine çok fazla bel bağlamıştı.
Derken Noom entarisinden uzun bir gümüş iğne çekti ve Nefer'in gevşek elini açtı. iğnenin ucunu tırnağın
altında derine batırdı ve bir kas tepkisi ya da bir damla kanın belirmesini bekledi.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 177
Sonunda ağır ağır ayağa kalktı. Başını sallarken kıvrık dudağında ve sıkıntılı yüzünde derin bir hayal
kırıklığı okunuyordu.
Taita gümüş iğneyi kullanması karşılığında kendisine hesapsız ödüller vaat edildiğini tahmin etti. "Firavun
öldü," diye bildirdi. Yatağın etrafındakiler kötü gözden ve tanrıların öfkesinden korunma işaretini yaptılar.
Lord Naja başını arkaya attı ve ilk yas feryadını salıverdi, arkasında duran Heseret de güzel sesiyle
feryadı sürdürdü.
Taita yas tutanların yatağın yanından geçip birer birer odayı terk etmelerini seyrederken sabırsızlığını zor
frenliyordu. Odada yalnız Naja'yla Heseret, Noom ve Yukarı Krallık eyaletlerinin vezirleri kalınca Taita
yine öne çıktı. "Lord Naja, hoşgörünüzü diliyorum. Doğumundan beri Firavun Nefer Seti'nin lalası ve
hizmetkârı olduğumu biliyorsunuz. Şimdi ölümünde de ona saygı ve görev

-223-
- 222 -


borçluyum. Ölüsünü Keder Salonu'na götürenin ve orada kalbiyle iç organlarını çıkarmak üzere kesiyi
yapanın ben olmama izin verecek misiniz? Bunu bana bahşedebileceğiniz en büyük onur olarak kabul
ederdim."
Lord Naja kısa bir süre düşündükten sonra olur gibilerden başını eğdi. "O onuru hak ettin. Seni
Firavun'un kutsal bedenini cenaze tapınağına götürmek ve kesiti yaparak mumyalama işlemini başlatmakla
görevlendiriyorum."
Yaşlı savaşçı Hilto, Taita'nın çağırtması üzerine hemen gelmişti. Sarayın kapılarındaki karakolda
bekliyordu. Nübyeli şaman Bay'ı ve en çok güvendiği adamlarından dördünü de beraberinde getirmişti.
Bunlardan biri Nefer'in çocukluğundaki dostu ve arkadaşı Meren'di. Çocuk şimdi uzun boylu ve berrak
bakışlı yakışıklı bir muhafız subayıydı. Taita bu göreve katılmasını ondan özellikle istemişti.
Mumya ustalarının cesetleri cenaze tapınağına taşımakta kullandıkları hasır örgülü uzun sepeti hep birlikte
taşımışlardı. Boş sepet tahmin ettiklerinden daha ağır çıkmıştı.
Taita onları ölüm odasına alır almaz Hilto'ya, "Lütfen çabuk! Her saniye büyük değer taşıyor," diye
fısıldadı.
O vakte kadar Nefer'i uzun bir beyaz kefene sarmış, yüzünü ketenin gevşek bir katıyla örtmüştü.
Adamlar sepeti yatağın yanına bıraktılar ve Nefer'i saygıyla kaldırarak bunun içine koydular. Taita
sarsıntıdan incinmemesi için vücudun etrafını besledi, sonra sepetin kapağını kapayarak, "Haydi, şimdi
tapınağa," dedi. "Orada her şey hazır."
Taita çantasını Meren'e emanet etti ve sarayın koridorlarıyla avlularında hızla ilerlemeye başladılar. Yas
ve keder ağlayışları onları izliyordu. Ölü Firavun geçerken muhafızlar silahlarını indirdiler ve yere diz
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
P
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 9:55 am

çöktüler. Kadınlar ise yüzlerini örttüler ve hıçkırdılar. Bütün lambalar söndürülmüş, mutfaklardaki ateşler
de bacalardan duman çıkmaması için örtülmüştü.
Girişteki avluda Hilto'nun arabalarından bir bölük beklemedeydi. Sepet öndeki arabanın tabanına
bırakıldı ve deri kayışlarla bağlandı. Meren, Taita'nın deriden alet çantasını arabanın önüne koydu, Taita
da arabaya binerek dizginlere sarıldı. Koç boynuzları bir ağıt ezgisi tuttururken kafile yürüyüş hızıyla
kapılardan çıktı.
Firavun'un ölüm haberi kentte veba kadar hızla yayılmıştı. Halk kapıların çevresinde birikmişti, kafile
geçerken ağlamalar ve ulumalar aldı yürüdü. Kala-

balıklar nehir boyundaki yolun da iki yanına dizilmişti. Kederlerinden uluyan kadınlar, ileri atılarak kutsal
lotus çiçeklerini sepetin üstüne savurdular.
Taita atları biraz daha hızlandırdı, sonra biraz daha. Sepeti bir an önce tapınağın özel odasına ulaştırmak
için sabırsızlanıyordu. Firavun Tamose batıdaki çorak tepelerde bulunan mezarına aylar önce götürüldüğü
halde, Nefer'in babasının tapınağı henüz yıkılmamıştı. Nefer için henüz bir tapınak inşa edilmemişti; o
kadar gençti ki önünde uzun bir yaşam olduğu varsayılıyordu. Vakitsiz ölümü babası için hazırlanan
binanın onun için de kullanılması dışında bir seçenek bırakmıyordu.
Tapınağın pembe renkli granitten yüksek duvarları ve sayvanlı kapısı yeşil nehre bakan bir yükseltinin
üstüne oturtulmuştu.
Alelacele toplaşan rahipler kafileyi selamlamak için bekliyorlardı. Başları yeni tıraş edilmiş ve yağlanmıştı.
Taita geniş giriş yolundan geçip arabayı Keder Salonu'na çıkan basamakların dibinde durdurduğunda
davullar ve sis-trum'lar ağır bir tempoyla çalınıyorlardı.
Hilto'yla savaşçıları sepeti yerden aldılar ve onu omuzlarında dengeleyerek basamakları çıktılar. Yaslı bir
ilahi tutturan rahipler de arkalarından geliyordu. Sepeti taşıyanlar Keder Salonu'nun açık duran geniş tahta
kapılarının önünde durdular, Taita da rahiplere baktı.
"Mısır Naibi'nin lütuf ve otoriteleri sayesinde ben Taita, Firavun'un iç organlarını çıkarmakla
görevlendirildim." İhtiyar adam büyüleyici bakışını başra-hibin yüzüne dikti. "Ben bu kutsal görevi yerine
getirirken herkes dışarda bekleyecek."
Anubis kardeşlerinin arasından şaşkınlık mırıltıları yükseldi. Geleneklere ve kendi otoritelerine aykırı bir
davranıştı bu.
Fakat Taita bakışını başrahibin gözlerinden ayırmayarak Lostris Tılsımı'nı tutan sağ elini yavaş yavaş
yukarı kaldırdı. Başrahip bu tılsımın korkunç gücünü biliyordu. "Mısır Naibi'nin buyurduğu gibi olsun,"
diye boyun eğdi. "Büyücü görevini yaparken bizler de dua edeceğiz."
Taita, Hilto'yla adamlarını kapıdan geçirdi, onlar da sepeti büyük bir ciddiyetle Keder Salonu'nun
ortasındaki siyah diyorit taşının yanında yere bıraktılar. Taita, Hilto'ya bakınca saçları kırlaşmış yaşlı
komutan büyük bir vakarla kapılara yürüdü ve onları toplaşmış rahiplerin yüzüne kapadı. Sonra Nefer'in
yanına koştu. İkisi sepeti birlikte açarak Nefer'in kefenli vücudunu içinden çıkardılar. Sonra onu siyah
taşın üstüne yatırdılar.

Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 179
-225-
Büyücüler Kralı / F: 15
-224-


Taita, Nefer'in yüzünü örten kumaş katını çekti. Delikanlı tıpkı genç tanrı Horus'un fildişinden bir heykeli
gibi solgun ve güzel görünüyordu. Taita onun başını bir yana çevirdi ve Bay'a deri alet çantasını sağ elinin
yanına koymasını işaret etti. Taita kutunun içinden fildişinden forsepsi alarak bunun uçlarını Nefer'in
kulağının içine soktu ve yün tıkacı çıkardı. Kendi ağzını bir cam kavanozun içinden çektiği lal renkli bir
sıvıyla doldurdu ve altın bir tüp vasıtasıyla Anubis'in iksirinin tortularını Nefer'in kulak zarından emip
yıkadı. Kulağın içine bakınca herhangi bir iltihap olmadığını görerek rahatladı. Daha sonra kulak deliğine
yumuşatıcı bir merhem sürdü ve kulağı yine bir tıkaçla tıkadı. İksirin panzehiri Bay'ın elindeki başka bir
şişenin içindeydi. Şişenin kapağını çıkarınca keskin bir kâfuru ve kükürt kokusu yayıldı. Hilto, Nefer'i
oturur duruma geçirmelerine yardım etti ve Taita şişenin içindekini Nefer'in ağzına boşalttı.
Meren'le ötekiler bu olanları bir şey anlayamadan seyretmişlerdi. Nefer birden şiddetle öksürdü,
oradakiler de batıl inançlarından doğan bir korkuyla geriye sıçradılar ve kötülüğe karşı alışılageldik işareti
yaptılar. Taita, Nefer'in çıplak sırtına masaj yaptı, delikanlı da yine öksürerek bir miktar sarı safra kustu.
Taita, Nefer'i canlandırmak için aralıksız çalışırken Hilto adamlarını yere diz çöktürdü ve bu gördükleriyle
ilgili olarak korkunç bir gizlilik yemini ettirdi. Fena halde sarsılan adamlar solgun bir yüzle hayatları
pahasına yemini ettiler.
Taita kulağını Nefer'in sırtına dayadı, bir süre dinledi, sonra başını eğdi. Çocuğa tekrar masaj yaptı ve bir
kere daha dinledi.
Bay'a işaret etmesi üzerine genç adam çantanın içinden bir tutam kurutulmuş ot çıkardı ve bunun bir
ucunu tapınağın lambalarından biriyle tutuşturdu. Otları Nefer'in burnunun altında tuttu. Delikanlı hapşırdı
ve başını öbür yana çevirmeye çalıştı. En sonunda kanaat getiren Taita, Nefer'i tekrar kefenine sardı ve
Bay'la Hilto'ya bir işaret daha yaptı.
Üç kişi tekrar sepetin başına döndüler. Taita sahte tabanı kaldırıp burada yatan başka bir cesedi ortaya
çıkarınca odadakiler şaşırıp kaldılar. Bu ceset de beyaz bir kefene sarılıydı.
Hilto, "Gelin! Onu kaldırın!" diye emretti.
Taita'nin dikkatli bakışları karşısında ve Hilto'nun sert talimatları uyarınca iki vücudu değiştirdiler. Nefer'i
sepetin dibindeki gizli bölmeye yatırdılar, fakat sahte tabanı henüz yerleştirmediler. Bay sepetin yanına
çömelip Nefer'in durumunu kontrol etmekle görevlendirildi. Öbürleri yabancı cesedi diyorit platformun
üstüne yatırdılar.
-226-

Taita kefeni sıyırıp Nefer'le aynı yaşlarda ve yapıda bir gencin cesedini meydana çıkardı. Aynı gür siyah
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 180
saçlar onda da vardı. Bu cesedi temin etmek görevi Hilto'ya verilmişti. Ülkenin o günlerdeki ortamında bu
iş güç olmamıştı. Eyaletin yoksul dış bölgelerinde veba hâlâ insanları kırıp geçiriyordu. Ayrıca geceleri
kentin sokaklarından toplanabilecek dövüş, cinayet ve yol kesen eşkıya kurbanı ölüler de vardı.
Hilto bütün bu kaynakları gözden geçirmişti. Sonunda, rastlantı dahi olamayacak mükemmel koşullar
altında genç Firavun'un yerine geçecek kişiyi bulmuştu. Muhafızlar Teb'in en nüfuzlu darı tüccarlarından
birinin kesesini yürüten bu genci suçüstü yakalamışlar, yargıçlar da suçluyu boğularak öldürülmek cezasına
çarptırmışlardı. Genç mahkûm yapı ve görünüş açısından Ne-fer'e o kadar benziyordu ki kardeşi yerine
geçebilirdi. Üstelik açlıktan ölenlerle veba kurbanlarından farklı olarak gelişmiş vücutlu ve sağlıklıydı. Hilto
kararı yerine getirmekle yükümlü kent muhafızlarının komutanıyla görüşmüş, bu dostça görüşme sırasında
ağır üç altın yüzük muhafız başının kesesine girmişti. Sonuçta, hükmün Hilto söyleyene kadar ertelenmesi
ve celladın yeteneğinin müsaade ettiği ölçüde mahkûmun vücuduna az zarar verilmesi kararlaş-mıştı.
Adalet daha o sabah yerini bulmuş olup ceset henüz soğumamıştı bile.
Cesetlerin iç organlarının konulması için ayrılmış kavanozlar holün sonundaki küçük şapelde diziliydi.
Taita, Meren'e getirilmelerini ve hemen doldurulmaları için kapaklarının açılmasını emretti. Adam bu işi
görürkenTaita cesedi yuvarladı ve sol yanını boydan boya yardı. İnceliğe vakit yoktu. Elini açılan aralığa
sokarak bağırsakları çıkardı, sonra her iki elini kullanarak neşteri cesedin vücudunun daha derinlerinde
dolaştırdı. Göğüs boşluğuna ulaşmak için önce diyaframı kesti, sonra akciğerlerin, karaciğerin ve dalağın
ötesine geçti ve solunum borusunu akciğerlere birleştiği yerinden kesti. Arkasından cesedi yüzükoyun
yatırdı ve Meren'e ölünün kabaetlerini ayırmasını emretti, arkasından birkaç darbeyle anüsün büzgen
kaslarını çözdü. Göğüsle karnın bütün içindekilerin artık hiçbir bağlantısı kalmamıştı.
Taita hepsini tek bir kütle halinde diyorit levhanın üstüne boşalttı. Yüzü bembeyaz olan Meren sendeledi
ve elini ağzına yapıştırdı.
Taita, Tere değil, leğenin içine," diye sert bir sesle emretti. Meren kuzeyde Firavun Trok'un birlikleriyle
asilere karşı savaşmıştı. Bir adam öldürmüş ve savaş alanındaki kıyımdan etkilenmemişti, ama şimdi bir
köşedeki taş leğenin başına koştu ve bunun içine gürültüyle kustu.
-227-

Dirseklerine kadar kana batmış olan Taita karaciğeri, akciğerleri, mideyi ve bağırsakları kümeler
biçiminde ayırmaya girişmişti. Bu iş tamamlanınca bağırsaklarla mideyi Meren'in kustuğu leğene götürdü.
Mideyle bağırsakların içindekileri akıttıktan sonra kavanozlara doldurdu. Her kavanozu salamura görevi
yapan natron tuzuyla doldurarak kapakları mühürledi. Sonra elleriyle kollarını bu amaçla suyla
doldurulmuş bulunan bronz leğenlerin içinde yıkadı.
Bir ara endişeyle Bay'a baktı. Nübyeli, yara izleriyle örtülü dazlak kafasını eğerek Nefer'in durumu
konusunda Taita'nın içini rahat ettirdi, ihtiyar adam kontrollü bir aceleyle çalışarak karındaki kesiği dikti.
Sonra yüzünün çizgileri gözden gizlenene kadar kafayı sardı. Bu da olunca, o ve Hilto cesedi nat-ron'la
dolu büyük banyo küvetine taşıyarak onu sert alkali karışımına yatırdılar. Cesedin yalnız sargılı kafası bu
banyonun dışında kalmıştı. Ceset başı örtülü olarak gelecek altmış gün süresince banyonun içinde
kalacaktı. Rahipler bu sürenin sonunda sargıları açacaklar ve cesetlerin değiştirildiği ortaya çıkacaktı.
Ama Taita'yla Nefer o zaman çok uzaklarda olacaklardı.
Taş platform deri kovalar dolusu suyla yıkanıp Taita'nın aletleri çantaya yerleştirildikten sonra küçük grup
gitmeye hazırdı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 181
Taita, Nefer'in yattığı sepetin yanına diz çöktü ve derisinin sıcaklığını ölçmek ve solunumunu kontrol
etmek için elini delikanlının çıplak göğsüne dayadı. Solunum ağır ve düzgündü. Bir göz kapağını da aşağı
çekerek gözbebeğinin ışığa nasıl tepki verdiğine baktı. Sonuçtan memnun kalınca Hilto'yla Bay'a gizli
bölmeyi örtmeleri işaretini verdi. Bu da olup adamlar sepetin kapağını da örtmeye girişince Taita onları
durdurdu. "Onu açık bırakın," dedi. "İçinin boş olduğunu rahipler görsünler."
Adamlar sepeti tutamaçlarından tutup kaldırdılar, Taita da onları kapıya götürdü. Hilto kapıları açınca
rahipler kalabalığı başlarını ileri uzattılar. Boş sepet geçirilirken şöyle bir baktılar, sonra gasp edilen
görevlerini devir almak için çirkin bir aceleyle Keder Salonu'na atıldılar.
Taita'nın adamları, tapınağın dışında toplaşmış kalabalıklar tarafından önemsenmeyerek sepeti öndeki
arabaya taşıdılar, daha sonra da kafile halinde kentin yolunu tuttular.
Ana kapılardan kente girince dar sokakları hemen hemen terk edilmiş buldular. Halk ya genç Firavun için
dua etmek için cenaze tapınağına akın etmişti ya da Nefer Seti'nin ardılının ilan edilişini beklemek üzere
saraya koşmuştu. Hoş, Yukarı Krallığın yeni Firavun'unun kim olacağı hakkında kimsenin şüphesi yoktu.
- 228

Hilto arabayı doğu kapısındaki'\ karakola sürdü, sepet de arka kapıdan özel dairesine taşındı. Burada
her şey Nefer'i karşılamaya hazırdı. Delikanlıyı dipteki bölmeden çıkardılar. Taita da^Bay'ın yardımıyla
Nefer'i tamamen diriltmek için kolları sıvadı. Birkaç saal sonra delikanlı biraz darı ekmeği yiyecek ve balla
karıştırılmış sıcak kısrak sütü içecek kadar toparlanmıştı.
Taita sonunda Nefer'i bir süre Bay'a emanet etmenin bir sakıncası olmadığına karar verdi ve boş olan dar
sokaklarda arabasını sürdü. Aniden ilersin-de çılgınca yaşa ve alkış sesleri duydu. Saray çevresine
yaklaşınca yeni Fira-vun'un tahta çıkışını kutlayan yoğun bir kalabalıkla çevrili buldu kendini. "Kutsal
Majesteleri Firavun Naja Kiafan'a ölümsüz hayat!" diye içten bir heyecanla uluyorlar ve şarap testilerini
elden ele dolaştırıyorlardı.
Kalabalık o kadar yoğundu ki Taita, Meren'le birlikte arabayı bırakıp kalan yolu yürümek zorunda kaldı.
Sarayın kapılarındaki muhafızlar onu tanıdılar ve geçmesi için kılıçlarının kabzalarından yararlanarak yolu
açtılar. Saray arazisine girince Taita büyük salona koştu ve orada da yeni bir dalkavuk kalabalı-ğıyla
karşılaştı. Bütün subaylar, saray erkânı ve devlet ileri gelenleri yeni Fira-vun'a sadakat ve bağlılık yemini
etmek için beklemedeydiler, fakat Taita'nın ünü ve sinir bozucu bakışı kalabalığın açılarak onun ön sıralara
geçmesini garantilemeye yetti.
Firavun Naja Kiafan'la kraliçesi salonun ucundaki kapıların öte yanındaki özel odadaydılar. Fakat
majestelerinin huzuruna alınmak için Taita'nın sadece kısa bir süre beklemesi gerekti.
Naja'nın çifte tacışimdiden başında taşıdığını ve harman döveniyle çoban değneğini göğsünün üstünde
çapraz tuttuğunu görerek şaşırdı. Kraliçe Heseret ise yağmurun okşadığı bir çöl gülü gibi parlamıştı.
Taita'nın hatırladığı kadar güzel, makyajının altında solgun ve huzurluydu, ustalıkla uygulanan rastık ise
gözlerini daha da irileştirmişti.
Taita içeri girince Naja etrafındakileri savdı ve çok geçmeden üçü yalnız kaldılar. Yalnızca bu bile büyük
bir itibar işaretiydi. Derken Naja harman döveniyle çoban değneğini bıraktı ve gelip Taita'yı kucakladı.
"Senden asla şüphe etmemeliydim, Büyücü," derken sesi eskisinden de güçlü ve otoriterdi.
"Minnettarlığımı hak ettin." Sağ elinin parmağındaki olağanüstü güzellikte yakutlu bir altın yüzüğü çıkarıp
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 9:56 am

Taita'nın sağ elinin işaret parmağına geçirdi. "Bu, sevgimin sadece küçük bir nişanesi," dedi. Taita onun
nasıl olup da bu kadar kuvvetli bir tılsımı onun eline verdiğine şaşırdı; sadece Naja'nın saçlarından bir
perçem veya tırnak kesikleri bundan daha güçlü olabilirdi.
-229-

Heseret de gelip ihtiyar adamı öptü. "Sevgili Taita, aileme daima sadık ol-muşsundur. Aklından,
hayalinden geçmediği kadar çok altının, arazilerin ve gücün olacak."
Onca yıldan sonra genç kadın onu ne kadar az tanıyordu. "Cömertliğiniz sadece güzelliğinizin yanında
gölgede kalıyor," dedi, Heseret de aptal aptal sırıttı. Taita bundan sonra Naja'ya döndü. "Tanrıların
benden talep ettiklerini yaptım, majesteleri. Ama bana pahalıya mal oldu. Görev duygularıma ve kalbimin
emirlerine aykırı davranmak hiç kolay olmadı benim için. Nefer'i sevdiğimi biliyorsunuz. Şimdi aynı görev
duygusunu ve sevgiyi size borçluyum. Yalnız şimdi bir süre Nefer'in yasını tutmam ve ruhuyla barışmam
lazım."
Naja, "Ölü Firavun için acı duymaman zaten garip olurdu," diye onayladı. "Benden istediğin nedir,
Büyücü? Sadece söylemen yeterli."
"Çöle gidip bir süre yalnız kalmam için izninizi istiyorum, majesteleri."
Naja, "Ne kadar bir zaman için?" diye sordu, Taita da Firavun'un, Ta-ita'nın elinde olduğunu sandığı
ölmezliğin anahtarını kaybetmekten korktuğunu anladı.
Taita, "Uzun zaman kalmam, majesteleri," diye onu rahatlattı.
Naja kısa bir süre düşündü. Hiçbir zaman acele kararlar veren bir adam olmamıştı. Sonunda içini
çekerek üstünde bir yazı kalemiyle bir papirüsün durduğu alçak masaya yürüdü. Hemen bir izin tezkeresi
yazdı ve buna özel mührünü bastı. Mührün uzun zaman önce tahta geçmesi beklentisiyle hazırlandığı
belliydi. Naja bir yandan mürekkebin kurumasını beklerken, "Nil'in gelecek taşkını başlayana kadar
kalabilirsin, ama o zaman yanıma dönmen gerekir. Bu belge istediğin yere yolculuk etmeni ve
topraklarımın herhangi bir yerindeki saltanat ambarlarından gereksineceğin her türlü yiyecek ve donanımı
almanı sağlayacaktır," dedi.
Taita, Firavun'un ayaklarına kapandı, ama Naja bir başka olağanüstü alçakgönüllülükle onu ayağa
kaldırdı. "Git, Büyücü!" dedi. "Ama kararlaştırılan günde bize dönerek hak ettiğin ödülleri al."
Taita papirüs rulosunu sıkı sıkı tutarak kapıya doğru geriledi ve kutsama hareketlerini yaptı.
Ertesi sabahın erken saatlerinde kentin büyük kısmı uyurken ve doğu kapısındaki nöbetçilerin bile
esneyerek gözleri kapanırken Teb'den ayrıldılar.
-230-

Nefer dört at tarafından çekilen bir yük arabasının arkasına yatırılmıştı. Bu yük arabaları Hilto tarafından
dikkatle sşçttmişti. Güçlü ve sağlıklı olmakla beraber, hasete ya da dedikoduya yol açacak üstün
nitelikleri yoktu. Arabaya en zorunlu yiyecek maddeleri ve bir kez nehir vadisinden ayrıldıktan sonra
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 183
gereksinebilecekleri donanım doldurulmuştu. Hilto zengin bir çiftçi gibi giyinmişti. Meren güya oğlu, Bay
da köleleriydi.
Nefer arabanın dibindeki samanla doldurulmuş bir şiltenin üstüne, tabaklanmış bir deri perdenin altına
yatırılmıştı. Artık tamamen kendine geldiğinden Taita'nın ona bütün söylediklerini anlayabiliyordu. Muhafız
çavuş Firavun'un belgesine rağmen işgüzarlık etti. Başındaki kukuleta yüzünden Taita'yı tanımadığından
arkasındakileri denetlemek için arabaya tırmandı. Perdeyi çekip de Nefer'in, Taita tarafından resmedilen
vebanın şaşmaz kırmızı leke.eriyle beneklenmiş yüzünü görünce çavuş dehşet içinde küfürü bastı.
Kötülükleri def etme işaretini yaparak arabadan atlarken o kadar panik halindeydi ki lambasını elinden
düşürdü ve ayaklarının dibinde tuzla buz olmasına neden oldu.
Dizginleri tutan Hilto'ya, "Gidin buradan!" diye bağırdı. "O pis vebalıyı kentten dışarı çıkarın."
Nehir kıyısındaki ovayı aşıp ekili arazilerle çölün sınırını oluşturan tepelere ulaşmalarına kadarki birkaç
gün süresince iki kez daha askeri devriyeler tarafından durduruldular. Ama Firavun'un belgesiyle veba
kurbanı her defasında kısa bir gecikmeden sonra yollarına devam etmelerini sağladı.
Teb'de cesetlerin değiştirilmesinin henüz keşfedilmediği ve alarm verilmediği devriyelerin tavrından
belliydi. Taita buna rağmen ancak tepeleri aşıp çöle girdikleri ve doğuda Kızıldeniz'e giden eski ticaret
yolunu izlemeye başladıkları zaman rahatlayabildi.
Nefer artık arabadaki yatağından aşağı inebiliyor ve kısa sürelerle arabanın yanında topallayarak
ilerleyebiliyordu. İnkâr etmesine rağmen bacağının ona hâlâ acı verdiği belli oluyordu, ama çok geçmeden
daha rahat ve daha uzun süreler yürümeyi başarabildi.
Eski Gallala kentinin harabelerinde üç gün dinlendiler. Su torbalarını acı sulu kaynakta doldurdular ve
atların taşlı yolun yorgunluğundan sonra dinlenmesine olanak tanıdılar. Bay'la Taita ayrıca hayvanların
içdizleriyle ve toynaklarıyla ilgilendiler. Yola devam edecek kadar dinlendikten sonra bilinen yolu
izlemediler; gece serinliğinde yolculuk ederek yalnız Taita tarafından bilinen ve Cebel Naga-ra'ya giden
patikaya saptılar. Bay'la Hilto, arkalarında bıraktıkları izleri süpürdü-ler ve oralardan geçtiklerini belli
edecek hiçbir işaret kalmadı.
-231 -

Pırıl pırıl yıldızların aydınlattığı bir gecede mağaraya vardılar. Küçük sızıntıda o kadar çok insanla ata
yetecek kadar su olmadığından arabadaki eşya indirilir indirilmez Hilto'yla Bay geri döndüler. Taita'yla
Nefer'e hizmet etmesi için Meren'i mağarada bırakmışlardı. Hilto hastalık bahanesiyle birliğinden istifa
etmişti, dolayısıyla da her dolunayda Bay'la birlikte geri dönerek Teb'den malzeme, ilaç ve haberler
getirmekte serbestti.
Cebel Nagara'daki ilk ay çabuk geçti. Nefer'in yaralan temiz ve kuru çöl havasında herhangi bir aksilik
çıkarmadan çabuk kapandı, çok geçmeden de delikanlı topallayarak da olsa çöle giderek avlanabildi. Çöl
tavşanlarını ürkütüyorlar ve onları fırlattıkları sopalarla deviriyorlardı ya da Taita kaynağın yukar-sında
tepenin doruğunda oturuyor ve gizlenme büyüsüne başvurarak ceylan sürülerini okların menziline girecek
kadar yakına çekiyordu.
Hilto o ayın sonunda Bay'la birlikte Teb'den döndü. Getirdikleri haberlere bakılırsa, Taita'nın hilesi henüz
ortaya çıkmamıştı, bütün halkla birlikte Firavun Naja Kiafan da Nefer'in cesedinin Keder Salonu'ndak
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 9:57 am

Keder Salonu'ndaki
natron banyosunda yattığına hâlâ inanıyordu.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 184
Hilto'yla Bay aynı zamanda Aşağı Krallıktaki ayaklanmanın ve Firavun Trok'un Manaşi'deki dehşet verici
misillemelerinin haberini getirmişlerdi. Na-ja'nın da Trok gibi vergileri artırdığı ve orduya sürekli adam
aldığı Yukarı Krallıkta da isyan hareketleri olmuştu. Hilto, "Memlekete barış hâkim olduğu halde, silahlı
kuvvetlerin bu kadar artırılmasına insanlar kızıyorlar," diye bildirdi. "Öyle sanıyorum ki silahlı ayaklanmalar
yakında Yukarı Krallığa da yayılacak, Naja ise asilerin kuzeyde yapıldığı gibi hakkından gelecektir. İki
Firavun'un tahta çıkışlarını alkışlayanların pek yakında fitil fitil burnundan geleceği kesin."
Nefer, "Aşağı Krallıktan daha başka ne haberler getirdin?" diye merakla sordu. Hilto ticaret dünyasından
haberleri, darı fiyatlarını, Asur'un özel elçisinin Firavun Trok'un sarayına yaptığı ziyareti uzun uzun
anlatmaya girişti. Nefer sabırsızlık içinde dinledi, Hilto bitirince ise ."Prenses Mintaka hakkında ne gibi
haberler var?" diye bilmek istedi.
Hilto şaşırmış göründü. "Özel bir şey bilmiyorum. Avaris'te olduğunu sanıyorum, ama emin olamam."
Hilto dönüş yolculuğunda kalabalık bir oriks keçisi sürüsünün izlerine rastlamıştı, Taita'dan bunları izleyip
avlamak için izin istedi. Kurutulmuş av hayvanı yiyecek stoklarına katkıda bulunacağından Taita hemen
razı oldu. Fakat Nefer'in henüz avcı kafilesine katılacak kadar kuvvetli olmadığını belirtti. Bu delikanlıyı
her nedense mutsuz etmedi, hatta avların bulunması, sonra da

orikslere yaklaşılınca avcıları gözden gizlemesi için Taita'nın da kafileyle gitmesini önerdi.
Mağarada yalnız kalınca Nefer sedir ağacı tahtasından küçük sandıktan Hil-to'nun ona getirdiği papirüs
rulolarıyla yazı malzemesini çıkardı ve Mintaka'ya bir mektup yazmaya girişti. Ölüm haberinin şimdiye dek
Avaris'e ulaşmış olacağını biliyordu. Mintaka'nın Balasfura'da bütün ailesiyle birlikte ölümüyle ilgili yanlış
raporları duyunca çektiği acıları çok iyi hatırlıyor ve genç kızın aynışekilde üzülmesini önlemek istiyordu.
Nişanlarını iptal edenin Naja'yla Trok olduğunu, kendisinin onu ölümsüz hayatından daha çok sevdiğini ve
onu karısı yapana kadar rahat yüzü görmeyeceğini Mintaka'nın bilmesini istiyordu.
Ancak bütün bunların, papirüsün yanlış ellere geçmesi halinde bir anlam taşımaması için yalnız
Mintaka'nın anlayabileceği bir dille yazılması gerekiyordu.
Genç kızı mektubun başında "Birinci Yıldız" diye selamladı. Adının neden türetildiğini tartıştıkları zaman
Nefer'e "Bana Gökyüzü Avcısı'nın üçüncü yıldızının adını vermişler," dediğini Mintaka hatırlayacaktı.
Nefer bunun üzerine, "Hayır," demişti, sen üçüncü değil, bütün gökyüzünün birinci yıldızısın."
Delikanlı hiyeratik yazının simgelerini büyük bir özenle çizdi -el yazısı sanatında oldu bitti üstün bir
yetenek sahibiydi. Mektubu "Dabba'daki Çılgın" diye imzaladı, çölde yalnız oldukları zamanki aykırı
davranışlarını ima etmesinin Mintaka'da şüpheye yer bırakmayacağına güveniyordu.
O akşam avcılar dönüp de oriks biftekleriyle kendilerine ziyafet çekerlerken Nefer, Hilto'yla konuşmak
için uygun bir fırsat bekledi. Taita kamp ateşinin etrafındaki gruptan ayrılıp bir süre çöl gecesinde
uzaklaşınca bu fırsatı elde etti. Hilto'nun Teb'den getirdiği malzeme arasında kocaman bira kavanozları da
vardı. Taita biradan bir, iki kâse içmişti, ama yaşını gösteren tek tuk işaretlerden biri sıvının içinden geçme
hızıydı.
Taita konuşulanları duyamayacak kadar uzaklaştıktan sonra Nefer, Hil-to'ya uzanıp, "Senden benim için
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 185
bir iş yapmanı isteyeceğim," diye fısıldadı.
"Bana onur vermiş olursunuz, majesteleri."
Nefer küçük papirüs rulosunu ona verdi. "Bunu hayatın pahasına koru," diye emretti, Hilto ruloyu şalının
altına gizledikten sonra Nefer ona, ruloyu Avaris'te prensese vermesini buyurdu. Son bir uyarıda daha
bulundu. "Bunu kimseye söyleme. Büyücü'ye bile. Kutsal yemini eder misin?"
Ertesi akşam Hilto'yla Bay havanın serinlemeye başladığı gün batımında Cebel Nagara'dan ayrıldılar.
Nefer'e sadakat yeminlerini tekrarladılar, Taita'dan

-232-
233 -


onları kutsamasını ve korunmaları için bir tılsım istediler, sonra da yıldızların altında yola koyuldular. Atlar
kum tepelerinin ilk yamacını tırmandılar ve geceleyin soğuyunca çatırdayan gümüş renkli kayaların
arasında uzaklaştılar.
Atların önünde yürüyen Bay birden irkilerek vahşi dilinde şaşkınlığını anlatan bir küfür savurdu ve
boynundaki aslan kemiğinden tılsıma uzandı. Kayaların arasındaki gölgelerin içinden çıkan garip şekli
işaret ediyordu.
Hilto ondan da çok telaşlanmıştı. "Kenara çekil, kötücül gölge," diye bağırarak kamçısınışaklattı ve
kötülüğe karşı olağan işareti yaptı, sonra da hortlaklarla gulyabanileri kaçırmak için sihirli sözleri geveledi.
"Rahat ol, Hilto!" Görüntü en sonunda konuştu. Ay o kadar parlaktı ki taşlık zeminin üstüne uzun bir
gölge düşürüyor ve yaratığın başını pota içindeki gümüş eriyiği gibi ışıldatıyordu. "Benim, Büyücü Taita."
Hilto, "Sen olamazsın!" diye bağırdı. "Ben Taita'yı gün batımında Cebel Nagara'da bıraktım. Seni
tanıyorum. Ölüler diyarından gelmiş korkunç bir hortlaksın ve Büyücü olduğuna bizi inandırmaya
çalışıyorsun."
Taita yaklaşıp Hilto'nun kamçılı elini yakaladı. "Etimin sıcaklığını hisset," dedi, sonra Hilto'nun elini
kaldırıp yüzüne götürdü. 'Yüzüme dokun ve sesimi dinle."
Fakat yaşlı savaşçı, ancak Bay aslan kemiğiyle Taita'nın göğsüne dokunduğu, mezar kokup kokmadığını
anlamak için nefesini kokladığı, sonunda da olduğunu ileri sürdüğü kişi olduğunu söylediği zaman istemeye
istemeye kanaat getirdi. "İyi de bizden önce nasıl buraya gelebıldiniz?" diye inler bir sesle sordu.
Bay gizemli bir tavır takındı. "Uzman olanların yöntemleri vardır," dedi ona. "Bu soruyu sormamak daha
iyi."
Taita gevezeliği kesti. "Hilto, üstünde hepimizi ölümcül bir tehlikeye atacak bir şey var. Ölüm ve karışıklık
kokusunu sızdırıyor."
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 186
Hilto huzursuz gözüküyordu. "Bunun ne olduğunu bilemiyorum."
Taita, "O, Mısır tarafından sana emanet edilen bir şey. Ve bunun ne olduğunu çok iyi biliyorsun."
"Mısır tarafından ha." Hilto sakalını kaşıdı ve başını salladı.
Taita elini uzattı, Hilto da içini çekti ve daha fazla direnmeden boyun eğdi. Belindeki deri kesesine elini
soktu ve parşömen rulosunu meydana çıkardı. Taita bunu onun elinden aldı. "Bundan kimseye bahsetme,"
diye uyardı. "Kimseye, bizzat Firavun'a bile. Beni duydun mu, Hilto?"
"Sizi duyuyorum, Büyücü."

Taita papirüsü sağ elinde tuttu ve ona ısrarla baktı. Bir, iki saniye sonra rulonun üstünde minik bir parlak
nokta belirdi, bir duman halkalar çevire çevire gece göğünün içinde yükseldi, sonra rulo alev alev
yanmaya başladı.
Taita ruloyu parmaklarının arasında yanmaya terk etti, oluşan sıcaklık yüzünden suratını ekşitmedi bile ve
küllerin toza dönüşmesini seyretti.
Hilto, "Bu salt sihir," diye soludu.
Bay dudak büktü. "Sadece bir yamağın bile başarabileceği bir numara."
Taita kutsamak için sağ elini kaldırdı. "Tanrılar yolculuğunuz süresince sizi korusun," dedi. Ve arabanın
takır tukur ilerleyip karanlığa karışmasını seyretti.
Taita yine Cebel Nagara'daki mağarada yakılmış küçük ateşin başında çölün soğuğuna karşı ihtiyar
kemiklerini ısıtıyordu. Üstü bir koyun postuyla örtülü olarak arka duvarın dibinde uyuyan Nefer'e baktı.
Delikanlının onu faka bastırmak için yaptığı acıklı denemeye kızmamıştı. ileri yaşı insanlığını ekşitmemiş
veya itirasın acılarına ilişkin anılarını soldurmamıştı, dolayısıyla Nefer'in Mintaka'nın korkusunu giderme
arzusunu paylaşıyordu. Bununla birlikte Mintaka'ya karşı sevgi derecesinde bir bağ duyuyordu.
Bu acıma hissinin olası sonuçlarını hiçbir zaman Nefer'in yüzüne vurma-yacaktı. Varsın, onun yaşadığını
Mintaka'nın yakında öğreneceğini düşünerek içi rahat etsindi.
Delikanlının yanına çömeldi ve ona dokunmadan benliğinin en derinlerine sızmaya girişti. Hastası
üzerindeki etkisi konusunda uzun deneyimleri olduğundan bunu kolaylıkla başardı. Nefer kıpırdadı,
homurdandı ve anlamlı, anlamsız bir şeyler mırıldandı. Taita'nın gücü derin bir uykunun koynundayken bile
ona ulaşmış, onu ağ gibi kuşatarak hemen hemen uyanmanın eşiğine getirmişti.
Delikanlının vücudu tamamen iyileşmeye doğru epeyi bir yol kat etmişti. Taita daha da derine indi. Ruhu
sağlam, yaşadığı sıkıntılar ise ona hiçbir şey kaybettirmemiş. Çabalarımızın bir sonraki aşamasına geçme
zamanı yaklaştı.
İhtiyar adam tekrar ateşin yanına döndü ve içine birkaç akasya değneği daha kattı. Sonra oturup
arkasına yaslandı, ama uyumak için değil. Onun yaşında birine gece bir, iki saatlik uyku yetiyordu çünkü.
Amaçladığı, olayların hasıl ettiği cereyanlara zihnini açmaktı. Bunların kimi uzakta, kimi daha yakındaydı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 187
Taita nehirdeki ya da yaşamın içindeki bir kayaymış gibi o cereyanların anafor gibi etrafında dönmesine
terk etti kendini.

-235-
234-


Ertesi ay bir öncekinden daha çabuk geçti, Nefer de bu arada daha kuvvetlendi ve daha huzursuz
gözükmeye başladı.
Topallaması her gün biraz daha hafifliyordu, sonunda büsbütün kayboldu. Çok geçmeden vadi
tabanından tepelerin doruğuna doğru Meren'le yarışıyordu. Bu yarışmalar vahadaki yaşamlarının günlük
parçalarından biri oldu. Meren önceleri kolayca kazanıyordu, ama çok geçmeden bu değişti.
Hilto'nun gidişinin yirminci gününde şafak sökerken mağaranın ağzından itibaren yarışmaya başladılar ve
taşlık vadi tabanında omuz omuza koştular, ama yamaca tırmanışa geçtiklerinde Nefer biraz öne geçti.
Yarı yolda kuvvetli bir hamle daha yaptı ve Meren'i arkasında soluk soluğa bıraktı. Tepenin doruğuna
varınca arkasına döndü ve zafer sevincini ifade eden bir hareketle ellerini kalçalarına dayayarak Meren'e
güldü. Uzun ve gür saçlarışafak esintisinde omuzlarının üstünde uçuşuyordu. Güneş arkasında gökte
yükselmekteydi; altın renkli ışıklar başının etrafında bir hale oluşturdular.
Taita yarışı aşağıdan izlemişti, dönüp mağaraya gireceği sırada çölün sessizliği içindeki ürkütücü bir ses
onu durdurdu. Yüzünü göğe çevirince mavi fonun önünde daire çizen koyu renkli bir nokta gördü ve
tanrının kutsal varlığını yakınında hissetti. Ses tekrar duyuldu, gerçi çok hafifti, ama insanın yüreğini
titretiyordu: kral şahinin unutulmaz çağrısıydı bu.
Nefer de tepenin doruğunda sesi duymuş, nereden geldiğini anlayabilmek için başını çevirmişti. Minik
şekli seçebildi ve ona doğru ellerini uzattı. Bu hareket bir emirmiş gibi, şahin inişe geçti ve giderek
büyümeye başladı. Ne-fer'e doğru pike yaparken kanatlarının üstünden geçen rüzgârın inlediği
duyuluyordu. Kuş bu hızla delikanlıya çarptığı takdirde, etlerini parçalar ve kemiklerini kırardı. Ama şahin
yukarıya dönük yüzüne doğru gelirken Nefer irkilmedi bile.
Şahin son anda inişini durdurdu ve delikanlının başının yukarsında hareketsiz kaldı. Nefer uzandı,
neredeyse kuşun göğsünün ipek gibi parlak, güzel tüylerine dokunacaktı. Taita bir an kuşun
yakalanmasına göz yumacağını sandı, ama şahin birden kanatlarının hareketini değiştirerek yükselmeye
başladı. O yalnızlık hissi veren güzel çığlığını bir kere daha duyurdu, sonra da güneşe doğru alelacele
uçmaya başlayarak sanki o alev topunun içinde kayboldu.
Hilto Cebel Nagara'ya yaptığı son ziyaretinde tam ağırlıklı bir savaş yayını beraberinde getirmişti. Nefer,
Taita'nın kontrolünde her gün yayla idman
-236-

Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 188
yapıyor, sırlıyla omuzlarındaki kasları güçlendiriyor, onları silahı kapıp sonuna kadar gererek kolları
yorulmadan ve titremeye başlamadan nişan alacak düzeye getirmeye çalışıyordu. Sonra, Taita'nın komutu
üzerine yüz metre uzaktaki bir hedefe saplanacak oku salıyordu.
Nefer tepenin eteğindeki gizli bir akasya koruluğundan kendine akasya odunundan ağır bir sopa kesti ve
elinde kusursuz dengeyi bulana kadar biçimlendirdi, kazıdı ve cilaladı. O ve Taita şafağın serinliğinde
geleneksel usulde dövüştüler. Nefer önceleri Taita'nın yaşına saygısından çekingen davran-dıysa da,
Büyücü bacaklarını kanattı ve başında koca bir şişe neden oldu. Kızan ve onuru kırılan Nefer bu kez ciddi
şekilde saldırıya geçti, ama ihtiyar adam hızlı ve çevikti. Tam zamanında delikanlının sopasının yolu
üstünden kaçıyor, sonra korumasız bir dirseğe ya da dize sert bir darbe indiriyordu.
Taita kılıçtaki ustalığından pek az şey kaybetmişti. Hilto onlara ağır bir pala koleksiyonu getirmişti. Taita
sopalarla dövüş alanında yeterli bir deneyim sahibi olduklarına karar verince, kılıçları ortaya çıkardı ve
Nefer'le Meren'i hamle, darbeyi savma, vs. gibi hareketler konusunda eğitti. Onlara her manevrayı elli kez
tekrar ettiriyor, sonra yeniden başlatıyordu. Akşam yemeği için egzersizlere ara verdiği sırada Nefer'le
Meren'in ikisi de kıpkırmızı olmuşlar ve Nil'in içine düşmüş gibi ter içinde kalmışlardı. Oysa Taita'nın derisi
kuru ve soğuktu. Meren buna dikkati çekince ihtiyar adam güldü. "Son salgımı sizler daha doğmadan
önce akıtmıştım."
Başka akşamlar Nefer'le Meren soyunuyor, vücutlarını yağlıyor ve Taita onlara hakemlik yapıp
önerilerde bulunurken ve eğitirken güreşiyorlardı. Meren'in boyu her ne kadar beş parmak daha uzun,
omuzlarıyla bacakları daha ağır idiyse de, Nefer'in doğal bir dengesi vardı, Taita da ona hasmının ağırlığını
ona karşı kullanmanın yolunu öğretmişti. Her pozisyonda aşağı yukarı eşittiler.
Taita'yla Nefer akşamları geç saatlere kadar ateşin başında oturuyor ve tıp-la politikadan savaşla dine
kadar her türlü konuda tartışmalar yapıyorlardı. Taita bazen bir teori ortaya atıyor, sonra Nefer'i öne
sürdüğü kanıtlı ya da kanıtsız hususlarda boşluklar ya da kusurlar bulmaya davet ediyordu. Bu derslere
gizli tuzaklar ve mantıksızlıklar yerleştiriyor, Nefer de büyük bir hevesle bunları keşfediyor ve
sorguluyordu. Sonra bao tahtası ve taşların hareketleriyle düzenlerinin içerdiği sonsuz olasılıkları çözmek
için kafa patlatmak da hesapta vardı.
Taita, "Bao taşları hakkında bilinmesi gereken her şeyi anlayabilsen, hayatın kendisi hakkında da
bilinmesi gereken her şeyi bilirdin. Oyunun incelikleri aklı daha büyük gizemleri çözmeye hazırlar," demişti
ona.
-237-

Ay o kadar hızlı geçti ki, Nefer bir gün ölümcül bir yara alan bir ceylanın arkasından koşarken ufukta
serabın şekilsizleştirdiği minik bir sarı toz bulutu, altında da nehrin vadisinden dönen bir yük arabasının
uzaktaki şeklini seçebildi.
Delikanlı anında kovaladığı ceylanı unuttu ve Hilto'yu karşılamak için koşmaya başladı. Hilto her ne kadar
adamlarının bedensel yiğitlik gösterilerine alışıksa da, Nefer'in bu yakıcı sıcakta koşarken yaptığı hızdan
etkilenmekten kendini alamadı.
Delikanlı daha uzaktayken ve hiç de soluk soluğa olmadığı halde, "Hilto!" diye bağırdı. "Tanrılar sevsin
seni ve ölümsüz bir hayat sağlasın! Ne haber getirdin?"
Hilto sorunun anlamını kavrayamamış gibi davrandı. Nefer yanında yürürken krallıklardaki politik ve
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 9:57 am

Hilto sorunun anlamını kavrayamamış gibi davrandı. Nefer yanında yürürken krallıklardaki politik ve
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 189
toplumsal olayların uzun soluklu bir anlatısını yapmaya girişti. "Kuzeyde bir ayaklanma daha olmuş. Trok
bu kez isyanı bastırmakta daha büyük bir güçlük çekmiş. Üç günlük çarpışmalarda dört yüz kişi
kaybetmiş, asilerin yarısı da elinden kurtulmayı başarmış."
"Hilto, bunun senden duymak istediğim haber olmadığını biliyorsun."
Hiito başının ani bir hareketiyle Bay'ı işaret etti. "Belki de bu bazı konulara değinmek için uygun bir
zaman değildir. Daha sonra baş başa konuşsak daha iyi olmaz mı, majesteleri?"
Nefer sabırsızlığını frenlemek zorunda kaldı.
O akşam mağarada kamp ateşinin etrafında otururlarken Hilto'nun Ta-ita'ya uzun ve ayrıntılı bir rapor
daha vermesini dinlemek Nefer için tam bir işkence oldu. Bunun en önemli bölümü, Anubis'in rahiplerinin
Keder Salo-nu'ndaki cesedin başındaki sargıları çözünce ölülerin değiştirilmiş olduğunun ortaya
çıkmasıydı. Firavun Naja Kiafan, Nefer'in hâlâ hayatta olduğunun halk tarafından öğrenilmesi halinde tahtı
tehlikeye düşeceği için, haberin duyulmasını önlemek için elinden geleni yapmıştı. Ne çare ki o kadar çok
insan, rahipler ve saray erkânı tarafından öğrenilince bu kadar olağanüstü bir olayın gizli kalması
olanaksızdı. Hilto Teb kentinin sokaklarıyla pazarlarında ve çevresindeki kasabalarla köylerde
dedikoduların alıp yürüdüğünü bildirdi.
Kısmen bu söylentiler nedeniyle her iki krallıktaki huzursuzluk daha da yaygınlaşmış ve birlik kazanmıştı.
Asiler kendilerine Mavi Grup adını takmışlardı. Mavi, Tamose hanedanının rengiydi. Naja kendi
hanedanının rengi olarak yeşili seçmişti, Trok'unki ise kırmızıydı.
Buna ek olarak, Doğu da belalara gebeydi. Mısır Firavunları Huri elçisini efendisi olan Babil Kralı
Sargon'a geri yollamışlardı.
-238 -

Dicle ile Fırat arasındaki güçlü krallığın hükümdarı olan Sargon'un ödediği yıllık verginin yirmi lakh altına
yükseltilmesini talep ediyorlardı. Sargon'un bu kadar büyük bir bedele asla razı olmayacağı ortadaydı.
Hilto raporuna kısa bir ara verince Taita, "Demek iki krallığın ordularının kuvvetlendirilmesinin nedeni
buymuş," dedi. "İki Firavun'un Mezopotamya'nın hazinelerine göz diktikleri apaçık ortada. Fetih
peşindeler. Babil'den sonra gözlerini Libya'yla Kalde'ye çevireceklerdir. Bütün dünyaya egemen olmadan
durmayacakları kesin."
Hilto şaşırmıştı. "Orasını düşünmemiştim, ama haklı olmalısınız."
"Nehir kıyısındaki çiftçinin tarlalarını yağmalayan iki Habeş maymunu kadar kurnazlar. Savaşın birleştirici
güç olduğunu biliyorlar. Mezopotamya üzerine yürüdükleri takdirde halk da bir vatanseverlik cinnetinin
pençesinde arkalarına takılacaktır. Ordu ganimet ve zaferden hoşlanır. Tüccarlar da ticaretin ve kârın
artmasına bayılırlar. Savaş, insanlara şikâyetlerini unutturmanın en ideal yoludur."
"Evet." Hilto başıyla onayladı. "Şimdi anlıyorum."
Taita, "Bu da tabii ki bizim işimize yarar," diye fikir yürüttü. "Sığınacağımız bir yer aramıştım. Eğer Trok
ve Naja'yla savaşırsa Sargon bizi seve seve kabul eder."
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 190
Hilto, "Yoksa Mısır'ı terk mi ediyoruz?" diye atıldı.
Taita açıkladı. "Nefer'in yaşadığını artık bildiklerine göre, Naja'yla Trok peşimize düşeceklerdir. Doğu'ya
giden bize açık olan tek yoldur. Mısır'ın dışında uzun zaman kalmayız. İki krallıkta kuvvet ve yandaş
toplayana ve güçlü müttefikler bulana dek. Ondan sonra dönüp Firavun Nefer'e ait olan tahtı talep
edebiliriz."
Bu sözlerin şokunun etkisinden sıyrılır sıyrılmaz hepsi Taita'ya sessizce baktılar. O kadar ilersini
düşünmemişler, yurtlarını terk etmek zorunda kalabilecekleri akıllarına gelmemişti.
Sessizliği bozan Nefer oldu. "Bunu yapamayız," dedi. "Ben Mısır'dan ayrılamam."
Taita ötekilere bakarak çıkmalarını işaret etti. Hilto, Bay ve Meren hemen ayağa kalkıp sırayla mağarayı
terk ettiler.
Taita bu durumu öngörmüştü. Nefer o çok iyi bildiği inatçı tavrıyla kararını bildirince sorunu çözümlemek
için tüm kurnazlığını seferber etmesi gerekeceğini tahmin etmişti. Nefer'i bu tutumundan vazgeçirmenin zor
olacağının farkındaydı. Delikanlı bakışını ateşe dikmişti. Taita onu sessizliğini bozmaya
-239-

r
zorlaması gerektiğini biliyordu. Bunu yaptığı zaman Taita'nın konumu kuvvet kazanacaktı.
Nefer sonunda, "Bu planını benimle tartışmalıydın," dedi. "Artık bir çocuk değilim, Taita. Bir erkeğim ve
Firavun'um."
Taita, "Niyetimin ne olduğunu sana söyledim," dedi.
Yine sessizlik içinde oturarak ateşin alevlerini seyre daldılar. Taita, Ne-fer'in kararında baş gösteren
çatlakları hissedebiliyordu.
Delikanlı sonunda yine konuştu." Anlıyorsun ya, Mintaka var."
Taita hâlâ bir şey söylemiyordu. İlişkilerinde bir krize yaklaştıklarını içgüdüsel olarak anlıyordu. Bu er
veya geç olacaktı, onun için de önlemeye kalkışmadı.
Nefer, "Mintaka'ya bir mesaj yolladım," dedi. "Onu sevdiğimi söyledim ve onu terk etmeyeceğime
hayatım ve ölmez ruhum adına yemin ettim."
Taita sonunda suskunluğunu bozdu. "Seni, onu ve bütün etrafındakiler! ölümcül bir tehlikeye atan delice
mesajını Mintaka'nın aldığına emin misin?"
"Evet, tabii. Hilto..." Nefer birden durdu ve kamp ateşinin alevlerinin arasından Taita'ya bakarken
yüzündeki anlam değişti. Birdenbire yerinden fırlayıp mağaranın ağzına yürüdü. Bir çocuk gibi değil, bir
erkek, hem de öfkeli bir erkek gibi hareket ediyordu. O kısa son aylarda tamamen değişmişti. Taita derin
bir hoşnutluk duydu. Önlerindeki yol zorluydu, Nefer'in de yeni kavuştuğu gücünün ve kararlılığının
tümüne ihtiyacı olacaktı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 191
"Hılto!" Nefer karanlığın içine seslendi. "Gel yanıma." Hilto belki de delikanlının sesindeki yepyeni
otoritenin farkına varmıştı ki alelacele koşup Nefer'in önünde bir dizinin üstüne çöktü.
"Majesteleri?" diye sordu.
Nefer, "Sana emanet ettiğim mesajı yerine verdin mi?" diye sordu.
Hilto ateşin yanındaki Taita'ya baktı.
Nefer, "Ona bakma!" diye adama çıkıştı. "Soruyu sana soruyorum. Bana cevap ver."
Hilto, "Mesajı vermedim," diye itiraf etti. "Niçin vermediğimi bilmek istiyor musunuz?"
Nefer, "Ben nedenini çok iyi biliyorum," dedi. "Şunu iyice bil. Gelecekte herhangi bir zamanda bilinçli
olarak emirlerimi yerine getirmezsen bunu sana ödetirim."
"Anlıyorum," dedi Hilto.
"Firavunla her şeye burnunu sokan ihtiyar bir adam arasında yine bir seçim yapman gerekirse, Firavun'u
seçeceksin. Anlaşıldı mı?"

"Bu öğle güneşi kadar apaçık ortada." Hilto mahcup şekilde başını eğdi, ama içinden gülümsüyordu.
"Sorumu atlatıyorsun, Hilto. Söyle, prensesle ilgili ne gibi bir haber getirdin?"
Gülümseyiş Hilto'nun yüzünden silindi, ağzını açıp kapadı, Firavun'a kötü haberi vermek için cesaretini
toparlamaya çalışıyordu.
Nefer, "Konuş!" diye emretti. "Görevini o kadar mı çabuk unuttun?"
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 9:58 am

"Güzel majestelerim, vereceğim haber hiç hoşunuza gitmeyecek. Altı hafta önce Prenses Mintaka
Avaris'te Firavun, Trok Uruk'la evlendi."
Nefer granit bir heykele dönüşmüş gibi hareketsiz kaldı. Uzun bir süre mağaradaki tek ses ateşteki
akasya odunlarının çıtırdısı oldu. Derken Nefer başka bir şey söylemeden Hilto'nun yanından geçti ve çöl
gecesine çıktı.
Geri döndüğü zaman şafak doğu göğünde belirli belirsiz bir kızartı halindeydi. Hilto'yla Meren mağaranın
dibinde koyun postlarına sarınmışlardı, ama Taita, Nefer'in onu bıraktığı pozisyonda kalmıştı. Delikanlı bir
an ihtiyar adamın da uyuduğunu sandı. Ama sonra Taita başını kaldırdı ve ateşin aydınlığında parlak ve
tetikte olan gözlerle ona baktı.
Nefer, "Ben haksızmışım, sen ise haklıydın. Sana şimdi her zamankinden fazla gereksinimim var," dedi.
"Beni terk etmeyeceksin, değil mi?"
Taita, "Bunu sorman gereksiz," dedi yavaşça.
Nefer, "Onu Trok'la bırakamam," dedi.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 192
"Bırakamazsın."
Nefer, Taita'nın karşısındaki eski yerine oturdu, ihtiyar adam derin bir soluk aldı. Fırtına geçmişti. Hâlâ
beraberdiler.
Nefer kömürleşmiş bir odun parçasını alevlerin daha derinine itti. Sonra başını kaldırıp yine Taita'ya
baktı. "Bana uzaktan görmeyi öğretmeye çalıştın," dedi. "Ama bu yeteneği geliştiremedim ben. Yani dün
geceye kadar. Orada karanlıkta ve sessizliğin içinde yine Mintaka'yı görmeye çalıştım. Bu kez bir şey
gördüm, Taita, ama çok bulanık olarak ve ne olduğunu anlayamadım."
Taita, "Ona olan aşkın seni ondan yayılan havaya duyarlı yaptı," diye açıkladı. "Ne gördün?"
"Yalnız gölgeler gördüm, ama dayanılmaz bir keder hissettim. Öylesine müthiş bir umutsuzluk hissettim ki
kendim de ölmeyi istedim. Ama bunların Mintaka'nın duyguları olduğunu biliyordum, kendiminkiler değil."

Büyücüler Kralı / F: 16
-241 -
-240


Taita ifadesiz bir yüzle ateşe bakarken Nefer devam etti. "Onu benim için görmeye çalışmalısın. Çok ters
bir şey var. Ona artık yalnız sen yardım edebilirsin, Taita."
İhtiyar adam, "Sende Mintaka'ya ait bir şey var mı?" diye sordu. "Sana vermiş olabileceği bir armağan ya
da herhangi bir simge."
Nefer'in eli boynundaki kolyeye gitti. Zincirin ortasında asılı minik altın madalyona dokundu. "Bu benim
en değerli hazinem."
Taita ateşin üzerinden elini uzattı. "Ver onu bana." Nefer önce durakladı, ama sonra zincirin fermuvarını
açtı ve tılsımı avucunda tuttu.
"Buna dokunan son parmaklar, benimkilerden başka onunkiler. İçinde saçlarından kesilmiş bir bukle
var."
"Öyleyse çok güçlüdür. İçinde kızın ruhu var. Ona yardım etmemi istiyorsan, madalyonu bana
vermelisin." Nefer ziyneti ona uzattı.
Taita, "Burada bekle," diyerek ayağa kalktı. Bütün karanlık saatlerinde bağdaş kurarak oturduğu halde
hareketlerinde hiçbir katılık yoktu. Sağlıklı bir genç adam olsa bu kadar olurdu. Şafağa çıktı ve kum
tepelerinin doruğuna tırmandı, orada etekliğinin katlarını sıska kalçalarının etrafında topladı ve kuma
oturarak yüzünü şafağa çevirdi.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 193
Mintaka'nın madalyonunu alnına bastırdı ve gözlerini kapadı. Yavaşça iki yanına sallanmaya başladı.
Güneş ufkun yukarsına tırmandı ve yüzünün ortasına çarptı.
Sağ elindeki tılsım kendine özgü, garip bir hayat kazanmıştı sanki. Taita onun kendi kalbinin atışlarıyla
uyumlu bir ritmle atmaya başladığını hissetti. İhtiyar adam zihninin kapılarını açtı ve hayatın cereyanlarının
serbestçe içeri girmesine ve etrafında büyük bir nehir gibi dönmesine izin verdi. Kendi ruhu da
vücudundan sıyrıldı ve yükseklere çıktı. Dev bir kuşun kanadının üstünde taşı-nıyormuş gibi çok
aşağısında ülkelerle kentler, ormanlar, ovalar ve çöller gördü. Yürüyüş halinde ordular da gördü. Birlikler,
içinde kılıçların ışıldadığı toz bulutları püskürtüyorlardı. Açık denizlerde dalgalarla rüzgârların dövdüğü
gemiler gördü. Yağmalanırken yanan kentler gördü, başının içinde garip sesler de duydu ve bunların
geçmişle gelecekten olduklarını bildi.
Çoktan ölenlerin ve daha doğmamış olanların yüzlerini gördü.
Ruhu, çok ilerilere uzanarak tılsımın rehberliğinde ilerledi. Kafasının içinden ona seslendi, Mintaka! Ve
tılsımın elinde önce ısındığını, sonra da yaktığını hissetti.

Görüntüler yavaş yavaş silindi ve Taita kızın tatlı sesinin ona karşılık verdiğini duydu. "Buradayım. Beni
arayan kim?"
ihtiyar adam, "Mintaka, benim, Taita," diye yanıt verdi, ama kötü bir kuvvet araya girerek aralarındaki
akımı kesti. Mintaka gitmiş, yerini meşum bir varlık almıştı. Taita bütün gücünü bunun üzerinde
odaklaştırarak karanlık bulutları dağıtmaya çalıştı. Bunlar gözünün önünde birleştiler ve dikilmiş bir kobra
görünümünü aldılar. Nefer'le onun Bir Imm Masara kayalıklarındaki kral şahinin yuvasında karşılaştıkları
aynı kötü ruhtu bu.
Taita kafasının içinde kobrayla savaştı, onu geri püskürtmek için güçlerini ileriye yaydı, ancak yılanın
görüntüsü yenilecek yerde daha da net ve tehdit edici oldu. Taita bunun fiziksel bir belirti olmayıp
doğrudan Mintaka'yı hedef alan ölümcül bir tehdit olduğunu birdenbire anladı. İhtiyar adam, genç kıza
ulaşmak için kötülük duvarlarını aşmak amacıyla çabalarını katladıysa da, aralarına giren keder ve acı
birikimi aşılmaz bir engel oluşturdu.
Sonra ansızın ince ve zarif bir elin korkunç pullu kafaya doğru uzandığını gördü. Taita bunun Mintaka'nın
eli olduğunu biliyordu. İşaret parmağındaki la-pis yüzüğe prensesin mührü işlenmişti. Taita tüm yaşam
gücüyle zehirli yılanı zapt etmeye çalıştı ve hayvanın, kabarmış başlığını okşayan Mintaka'yı ısırmasını
önledi. Kobra tıpkı okşanması için başını uzatan bir kedi gibi ona yarım olarak arkasını döndü.
"Gerekeni yaptır ona." Taita, Mintaka'nın sesini duydu, tanıdığı başka bir ses de, "Bunu daha önce hiç
görmemiştim. Haberciye elinle vurmalısın. Böylece tanrıçanın armağanını sana ulaştıracaktır," diye yanıt
verdi. Avaris'teki Hathor Tapınağı'nın başrahibesinın sesiydi bu. Taita anlamıştı. Kederden perişan
durumdaki Mintaka tanrıçanın yolundan gitmek üzereydi.
"Mintaka!" Taita genç kıza ulaşmaya kendini zorladı ve en sonunda başardı.
"Taita," diye fısıldadı Mintaka. En sonunda onun bilincine vardığı için, Ta-ita'nın görüşü genişledi ve her
şeyi açıkça görmeyi başardı.
Mintaka taş duvarlı bir yatak odasındaydı. Bir sepetin önünde yere diz çökmüştü. Kutsal rahibe
yanındaydı, önünde de öldürücü yılan başını yukarı dikmişti.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 194
Taita ona, "O yola girmemelisin," diye emretti. "Sana göre değil. Tanrılar senin için farklı bir yazgı
hazırladılar. Beni duyabiliyor musun?"
"Evet!" Mintaka yüzünü görebiliyormuş gibi başını ona doğru çevirmişti.
"Nefer hayatta. Nefer yaşıyor. Duyuyor musun beni?"

-243-
-242-


"Evet! Oh, evet."
"Güçlü ol, Mintaka. Seni almaya geleceğiz. Nefer'le ben seni almaya geleceğiz."
İhtiyar adam Mintaka'ya yönelik öylesine yoğunlaşmıştı ki tırnaklarını ta ki kan fışkırıncaya kadar
avuçlarına batırdı, ama genç kızı daha fazla zapt edemedi. Mintaka kayıp ondan uzaklaşmaya başladı,
görüntüsü bulanıklaştı ve soldu. Fakat Taita, kaybolmasından önce genç kızın gülümsediğini gördü. Sevgi
ve yenilenen bir umutla dolu güzel bir şeydi bu gülümseyiş.
Taita, "Güçlü ol!" diye onu zorladı. "Güçlü ol, Mintaka!" Sesinin yankıları çok uzaklardan gelirmiş gibi
ona geri döndü.
Nefer kum tepelerinin dibinde onu bekliyordu. Taita daha yarı yoldayken delikanlı önemli bir şeyin
olduğunu anladı. "Onu gördün!" diye bağırdı ve bu bir soru değildi. "Ona ne olmuş?" Taita'yla bir an önce
buluşmaya koştu.
İhtiyar adam, "Bize ihtiyacı var," diyerek elini Nefer'in omzuna dayadı. Mintaka'nın içinde bulunduğu
keder ve umutsuzluk uçurumunu ya da kendisine hazırladığı kaderi delikanlıya açıklayamazdı. Bunu
bilmek Nefer'i, sevgililerin ikisini de mahvedebilecek bir çılgınlığa sürükleyebilirdi. Taita, "Haklıymışsın,"
dedi. "Bu ülkeden ayrılıp Doğu'da bir yere sığınma planlarımızı bir kenara bırakmalıyız. Mintaka'ya
gitmemiz gerekiyor. Ona bunu vaat ettim."
"Evet!" Nefer hemen onayladı. "Ne zaman Avaris'e doğru yola çıkıyoruz?"
Taita, "Bu çok acil bir durum," diye yanıt verdi. "Hemen yola çıkmamız gerekiyor."
Avaris'in güneyine düşen bir günlük yoldaki minik Thane garnizonu ve binek değiştirme durağına
varmaları on beş günlük zorlu bir yolculuğu gerektirdi. Yol üstünde dört kere atlarını değiştirmişlerdi...
uğradıkları askeri garnı zon ve kamplarda bitkin düşmüş atlarını yenilemek ve yiyecekleriyle donanımlarını
tazelemek için Naja'nın Taita'ya verdiği resmi istem belgesinden yararlanmışlardı.
Cebel Nagara'dan ayrıldıklarından beri planlarını defalarca gözden geçirmişlerdi. Hasımlarının Firavun
Trok Uruk olduğunun farkındaydılar. Garnizonlarda görüştükleri subaylar, Trok'un emrinde eğitimli ve
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 195
tam donanımlı yirmi yedi alay ve üç bine yakın savaş arabası bulunduğunu tahmin ediyorlardı. Bu
kalabalığa karşı onların elinde sadece yılların hizmetinin izlerini taşıyan, arka

tekerleği en uygunsuz zamanda fırlamak üzere olan; kasası iplerle ve deri kayışlarla tutturulmuş bir tek
araba vardı.
Zaten sadece dört kişiydiler: Nefer'le Meren, Hilto ve Bay. Ama bir de Ta-ita vardı tabii.
Hilto, "Büyücü en az yirmi yedi alaya bedel," diye belirtti. "Bu durumda Trok'la eşit güçteyiz."
Hilto Thane'deki karargâhın başındaki yüzbaşıyı tanıyordu: Sokko adında saçları kırlaşmış ve yara izleri
içindeki yaşlı bir savaşçıydı. Yıllar önce Kızıl Yolu birlikte kat etmişlerdi. Birlikte savaşmışlar, alem
yapmışlar, kadınlarla yatmışlardı. Bir saat süreyle oturup eskileri yad ettikten ve bir kâse ekşi birayı
paylaştıktan sonra Hilto yüzbaşıya resmi istem belgesini uzattı. Sokko belgeyi baş aşağı tutarak kurnaz bir
tavır takındı.
Hilto damgaya parmağını bastı. "Firavun'un mührüne baksana."
"Benim tanıdığım Hilto'ysan, ki seni tanıdığıma Horus şahidimdir, o güzel resmi sen çizmişsindir." Sokko
belgeyi Hilto'ya geri verdi. "Nelere ihtiyacın var seni yaşlı serseri?"
Ahırdaki birkaç yüz başlık sürüden taze atlar seçtiler, Taita daha sonra Avaris'teki imalatçılar tarafından
yollanmış olan arabaları gözden geçirdi ve içlerinden üç tanesini beğendi. Arkasından taze atları
eyerlediler.
Thane'den ayrılırlarken Taita eski arabayı sürüyordu. Meren, Hilto ve Nefer birer araba sürüyorlar, Bay
ise yirmi yedek atla kafilenin sonunu oluşturuyordu. Doğrudan Avaris yönünü tutturmamışlar, dolambaçlı
bir yola saparak kentin doğusuna yönelmişlerdi.
Çölün kıyısında Bedevilerle Doğu'ya giden ya da oradan dönen ticaret kervanları tarafından kullanılan
küçük bir vaha vardı.
Ötekiler Thane'den getirdikleri samanlarla yemi eski arabaya boşaltırken, atları bağlayıp yeni arabaların
tekerlek poyralarını yağlarken Taita yakınlarda mola vermiş kervanın Asurlu başıyla pazarlık yapmaya
gitti. Bir kucak dolusu kirli, yırtık pırtık giysi ve uzaktaki denizin kıyısında dokunmuş yirmi yünlü halı satın
aldı. Halılar işçilik ve malzeme bakımından düşük kaliteliydi, ama Taita onlar için fazlasıyla yüksek bir
bedel ödemek zorunda kaldı. Halıları arabaya yüklerlerken, "O Asurlu maymun haydutun teki," diye
homurdandı.
"Onları ne yapacağız?" Nefer halılara niçin ihtiyaç olduğunu bilmek istedi, ama Taita sorusunu duymamış
gibi davrandı.
Taita o gece gümüş renkli saçlarını mimoza kabuğunun özüyle boyadı, saç renginin değişmesi onu da
şaşılacak derecede değiştirmişti. Sabahın er-

-245-
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 196
- 244 -


ken saatlerinde Bay'ı at sürüsünün ve arabaların başında bırakarak eski harap arabaya bindiler ve tozlu
halı kümesinin üstüne oturarak batıya Avaris'e doğru yola çıktılar. Üstlerine Taita'nın edindiği eskileri
giymişlerdi. Taita uzun bir entari giymiş, beline geniş bir kuşak geçirmişti, yüzünün alt yarısı da Kalde'nin
Ur kenti halkından biri gibi örtülüydü. Koyu renge boyalı saçlarıyla Büyücü olduğunun anlaşılması
olanaksızdı.
Kuzeyin başkentine vardıklarında vakit akşam olmuştu. Duvarların dışında birkaç bin kişilik yerleşik bir
kamp vardı. Bu insanlar çoğunlukla dilencilerden, gezici çalgıcılardan, yabancı tacirlerden ve başka ipsiz
sapsız kişilerden oluşuyordu. Taita'yla delikanlı onların arasına katıldılar, ertesi sabah erken saatte de
Meren'i arabanın başında bekçi olarak bıraktıktan sonra güneş doğarken kentin kapılarının açılmasını
bekleyen kalabalığa katılmaya gittiler.
Şehrin muhafızlarını aşmalarından sonra Hilto eski mahallenin daracık so-kaklarındaki meyhanelerle
genelevleri dolaşmaya gitti. Oralarda eski dostlarından ve silah arkadaşlarından bazılarını bulup son
haberleri onlardan almayı umuyordu. Taita, Nefer'i yanına aldı ve uyanmakta olan kentin kalabalık
sokaklarında kendilerine yol açarak saray kapılarına gittiler. Burada dilencilere, satıcılara ve bir şeyler
istemeye gelmiş olanlara katıldılar. Taita saraya girmek için herhangi bir girişimde bulunmadı, bunun yerine
etraflarındakilerın gevezeliklerini dinleyerek ve öbür aylak kişilerle dedikodu ederek sabahı geçirdiler.
Taita sonunda kendini Nintura adıyla tanıtan ve kendisiyle aynı biçimde giyinmiş olan Babilli bir tüccarla
konuşmaya daldı. Taita Akat dilini doğma büyüme bir Mezopotamyalı gibi konuşuyordu, o nedenle bu
kıyafeti seçmişti. İkisi, Habeşistan'dan ithal edilmiş en kaliteli ve ender tanelerin kavrulmasıyla elde edilmiş
bir kap kahveyi paylaştılar. Taita mallarını Trok'un yeni eşine göstermek için on gündür sarayın dışında
oyalanan Nintura'ya tüm kurnazlığını kullanarak sevimli gözükmeye çalışmıştı. Nintura kraliçenin yanına
alınmak için saray vezirine gerekli olan korkunç bahşişi ödemişti bile, ama sırada ondan önce daha
birçokları vardı.
"Genç karısının Trok'a çok kötü davrandığını söylüyorlar. Adamı kesinlikle yatağına kabul etmiyormuş."
Nintura kıkırdadı. "Trok tıpkı kızışmış bir erkek geyik gibi genç karısı için deli oluyormuş, ama kraliçe
bacak bacak üstüne atıyor ve odasının kapısını kilitli tutuyormuş. Trok pahalı armağanlarla genç kadının
gönlünü yapmaya çalışıyormuş. Ondan hiçbir şeyi esirgemediği söyleniyor. Kraliçe de kendisine gösterilen
her şeyi satın alıyor ve sırf adama inat olsun diye o mallan Trok'un ödediği paranın küçük bir kısmına
tekrar satıyor,
-246-

kazancı da kentin yoksullarına dağıtıyormuş." Babilli dizine bir şaplak indirerek çıngıraklı
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 9:58 am

kazancı da kentin yoksullarına dağıtıyormuş." Babilli dizine bir şaplak indirerek çıngıraklı bir kahkaha attı.
"Kadının aynışeyleri tekrar tekrar satın aldığını, Trok'un da gık demeden paraları ödediğini söylüyorlar."
Taita, "Trok nerede?" diye sordu.
Nintura, "Güneyde bir yerde savaşta," diye yanıt verdi. "Ayaklanmaları bastırıyor, fakat arkasını döner
dönmez her şey yeniden alevleniyor."
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 197
"Bu Kraliçe Mintaka'nın huzuruna kabul edilmem için kime başvurmam gerekir?"
"Saray vezirine. Adı Soleth. Para delisi şişko hadımın biridir." Nintura, Taita'nın bedensel durumunu
kavrayamamıştı.
Taita, Soleth'in, hadımların gizli kardeşliğinin bir üyesi olduğunu duymuştu. "Onu nerede bulabilirim?" diye
sordu.
Nintura onu uyardı. "Yalnızca yanına girebilmek sana bir altın yüzüğe mal olur."
Soleth kendi duvarlarla çevrili bahçesinde lotus havuzunun yanında oturuyordu. Harem muhafızlarından
biri Taita'yı onun yanına getirdiğinde ayağa kalkmadı.
Hiksoslar eski âdetlerini öylesine terk etmişler ve Mısır âdetlerini benimsemişlerdi ki artık karılarını
haremde kapalı tutmuyorlardı. Hadımlar saray kadınları üzerinde hâlâ büyük güç sahibiydiler, çünkü
yanlarında güvenilir bir refakatçi olunca kadınlar oldukça özgür sayılıyorlardı. Saray sınırlarının dışında
dolaşabiliyor, nehirde saltanat kayıklarıyla gezebiliyor, mallarını göstermeye gelen tüccarları yanlarına
kabul edebiliyor, arkadaşlarıyla yemek yiyebiliyor, şarkı söyleyebiliyor, dans edebiliyor ve oyunlar
oynayabiliyorlardı.
Taita kendini sahte bir adla Soleth'e tanıtarak adamı vakur bir tavırla selamladı. Bunun arkasından
kardeşliğin kendini tanıtma işaretini yaptı: iki küçük parmağını kıvırarak bitiştirdi. Soleth, Taita'nın ince
vücudunu şaşkınlıkla tepeden tırnağa süzdü. Taita'da bir hadımın vücut yapısı olmadığı gibi, görünüş
olarak da öylelerine benzemiyordu. Soleth buna rağmen Taita'ya karşısındaki yastıklara oturmasını işaret
etti. Taita bir kölenin getirdiği bir kâse şerbeti kabul etti, bundan sonra havadan sudan konuştular, ama
çok geçmeden birlik içindeki ortak dostlarından söz etmeye başladılar. Soleth belli etmeden Taita'nın
yüzünü düşünceli bir tavırla izliyor, ince peçenin ve boyalı saçların ötesini görmeye çalışıyordu. Sonunda
yavaş yavaş onu tanımaya başladı ve, "Yolculukların sırasında her iki krallıkta ve ötesinde Taita adıyla
bilinen ünlü Büyücü'yle karşılaşmış olabilirsin," diye yavaşça sordu.
-247-

Taita bu sözleri doğruladı. "Taita'yı iyi tanırım."
Soleth sordu. "Belki kendini tanıdığın kadar, öyle mi?"
Taita, "Evet, en az kendimi tanıdığım kadar," diye doğrulayınca Soleth'in tombul yüzü gülümserken kırış
kırış oldu.
"Daha fazlasını söyleme. Sana ne gibi bir hizmette bulunabilirim? Söylemen yeter."
O akşam Taita, o baş belası arka tekerleği sallanıp duran eski arabayı sarayın yan kapılarından birine
getirdiği sırada Nefer, Meren ve Hilto halı yükünün üstündeydiler. Üstü başı perişan bir sürü çocuk o pis
ve daracık sokakta bekleşip duruyordu. Taita arabayı beklemesi için içlerinden birine bir bakır halka
verdi, sonra sopasının başıyla kapıya vurdu. Kapı hemen açıldı, fakat üzerlerine çevrili bir dizi kılıçla
karşılaştılar. Haremin kapısı iyi korunuyordu; Trok arkasında bıraktıklarını sıkı gözetim altında tutuyordu.
Soleth, Taita'yı karşılamaya gelmemişti -belli ki bu işe bulaşmak istemiyordu- ama emrindekilerden yaşlı
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 198
bir siyahi köleyi Taita'yı muhafızların arasından geçirmek ve ona rehberlik etmekle görevlendirmişti.
Taita'nın elinde her ne kadar Soleth tarafından kendisine verilen papirüs tomarı varsa da muhafızların başı
olan yüzbaşı geçmelerine izin vermeden önce onları aramakta ısrar etti. Hilto'ya bütün halı rulolarını
açmasını emretti ve bütün katları kılıcının ucuyla kontrol etti. İkna olduktan sonra geçebileceklerini işaret
etti.
Yaşlı köle önlerinde topallayarak ilerliyor, onları dar geçitlerden labirentlerden geçiriyordu, ilerledikçe
çevreleri daha görkemli oluyordu, sonunda sandal ağacından zengin oymalı bir kapının önünde durdular.
Burası iri cüsseli iki hadımın korumasındaydı.
Köleyle aralarında fısıltı halinde bir görüşme oldu, arkasından nöbetçiler kenara çekildiler, Taita da
kafilesinin önünde çiçek parfüm ve çıldırtıcı genç kadın kokusuyla dolu büyük ve havadar bir odaya girdi.
Daha ilerdeki geniş bir terastan saz ve kadın sesleri kulağa geliyordu.
Yaşlı köle terasa çıktı. "Majesteleri," diye geveledi. "Semerkand'dan gelen bir tüccar size nefis ipek
halılarını göstermek istiyor."
Bir kadın sesi, "Bir güne bol bol yetecek kadar döküntü gördüm," diye karşılık verdi. Çok iyi tanıdığı ve
sevdiği sesi duyunca Nefer'in kalbi çarpmaya başladı. Ama kadın hemen arkasından, "Geri yolla onları,"
diye emretti.

Rehber, Taita'ya bakıp çaresizliğini anlatan bir hareketle kollarını iki yana açtı. Nefer omzunda taşıdığı
halı rulosunu gürültüyle taşların üstüne atarak terasın ağzına yürüdü ve durdu. Üstünde yırtık pırtık bir giysi
vardı, başına sardığı paçavra da yüzünün alt kısmını örtüyordu. Yalnız gözleri görülebiliyordu.
Mintaka korkuluk duvarının üstüne ilişmişti. Köle kızlarının ikisi ayaklarının dibindeydi. Gelen adama
bakmayarak tekrar şarkıya başladı. Maymun ve eşek sarkışıydı bu, Nefer de kızın ona yarım dönmüş
yanağının tatlı kıvrımına ve sırtına sarkan gür siyah saçlarına bakarken, şarkının her sözünün yüreğini
burktuğunu hissediyordu.
Kız birden şarkıyı kesip ona sert sert baktı. "Orada durup aval aval bana bakma, küstah," diye çattı.
"Mallarını al ve defol."
"Bağışlayın majesteleri." Delikanlı yalvarır gibi kollarını iki yana açtı. "Ben Dabba'dan gelen zavallı bir
çılgından başka bir şey değilim."
Mintaka bağırarak sazını elinden düşürdü, sonra ağzını iki avucuyla tıkadı. Delikanlının yeşil gözlerine
bakarken yanakları al al olmuştu. Siyahi köle hemen kamasını çekerek Nefer'e saldırmak üzere
sendelediyse de Mintaka kendini hemen toparladı. "Hayır, bırakın onu." Emrine daha fazla güç
kazandırmak için sağ elini kaldırmıştı. "Bırak beni. O zavallı sersemle konuşacağım." Kaması hâlâ Nefer'in
karnına çevrili olan köle kararsız gözüküyordu.
Mintaka bir dişi leopar gibi, "Dediğimi yap," diye hırladı. "Git. Sersem, git
diyorum!"
İhtiyar köle şaşkın halde kamasını kınına soktu ve geriledi. Mintaka karanlık bir kuyudan farksız iri
gözleriyle hâlâ Nefer'e bakıyordu. Köle kızlar hanımına ne olduğunu anlayamamışlardı. Sadece garip bir
şeyler olduğunun fa-kındaydılar. Köle çekilince terasın ağzındaki perdeler kapanıverdiler. Nefer'in, başını
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 199
örten paçavrayı hızla çekmesi üzerine bukleleri omuzlarına döküldü.
Mintaka yine bağırdı. "Hathor beni bağışlasın, sensin! Gerçekten sensin! Hiç gelmeyeceğini sanmıştım."
Kız, Nefer'e doğru koştu, delikanlı da onu karşılayarak kollarının arasında hapsetti. Birbirlerine
sarılmışlar, ikisi de aynı anda konuşuyorlar, birbirlerine aşklarını ve birbirlerini ne kadar özlediklerini
anlaşılmaz kelimelerle anlatmaya çalışıyorlardı. En sonunda şaşkınlıklarını yenen köle kızlar da ellerini
çırparak etraflarında dans etmeye, sevinçle heyecandan ağlamaya başlamışlardı. Taita sonunda sopasıyla
dürterek onları susturdu.
"Bu aptalca cıyaklamaları kesin. Bütün nöbetçileri buraya toplayacaksınız." Onları bir kere kontrol altına
aldıktan sonra ihtiyar adam, Hilto'yla Meren'e döndü. Adamlar onun emri üzerine halıların en büyüğünü
taşların üstüne yaydılar.

-249-
-248-


"Mintaka, beni dinle! Sonra konuşacak bol bol vakit bulacaksınız."
Genç kız, Taita'ya döndü, ama Nefer'in boynuna dolanmış kollarını indir-memişti. "Bana seslenen sendin,
değil mi Taita? Sesini o kadar net duydum ki. Eğer beni durdurmasaydın ben şimdi..."
Taita kızın sözünü kesti. "Onca tehlikenin arasında durup gevezelik etmeyecek kadar akıllı zannederdim
seni. Saraydan çıkarılman için seni halının içine gizleyeceğiz. Haydi acele et."
"Bazışeylerimi almama vakit var mı?"
Taita, "Hayır," dedi. "Bana itaat etmek dışında hiçbir şey yapmana vakit yok."
Mintaka, Nefer'i bir kere daha uzun uzun öptü, sonra odaya koşarak kendini boylu boyunca halının
üstüne attı. Kapı aralığında şaşkın halde duran kızlarına baktı. "Siz de Taita'nın dediklerini yapın."
Mintaka'nın favorisi Tinia, "Bizi bırakıp gidemezsiniz hanımım," diye feryat etti. "Sensiz biz hiçiz."
Mintaka, "Uzun sürmeyecek," dedi. "Sizi getirteceğime söz veriyorum, Tinia, ama o vakte kadar cesur ol
ve beni hayal kırıklığına uğratma." Nefer, Hil-to'yla Meren'in Mintaka'yı desenli kırmızı halının içine
yuvarlamasına yardım etti; uzun ve oyuk bir kamışın bir ucunu kızın dudaklarının arasına sıkıştırdı. Kalın
katların birkaç santim dışına taşan öbür uç soluk almasına yardım edecekti.
Taita o arada köle kızlara direktifler veriyordu: "Tinia, sen yatak odasına gir ve kapıyı sürgüle.
Hanımınmışsın gibi çarşaflarla üstünü ört. Siz ötekiler giriş odasında kalacaksınız. Kim ne derse desin
kapıyı açmamalısınız. Bir soran olursa hanımınızın aylık rahatsızlığı yüzünden yattığını ve kimseyi
göremeyeceğini söylersiniz. Beni anladınız mı?" Tinia evet der gibi başını eğdi.
O kadar üzgündü ki konuşmak için ağzını açmaya cesaret edemiyordu. Taita devam etti. "Onları elinizden
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 200
geldiği kadar uzun süre içeri girmekten alıkoyun, ama gerçek ortaya çıkınca onlara öğrenmek istediklerini
söyleyin, işkence altında dayanmaya kalkışmayın. Ölmeniz ve sakatlanmanız, hanımınızın vicdanını
sızlatmak dışında hiçbir işe yaramaz."
Tinia, "Ben de kraliçeyle gidemez miyim?" diye geveledi. "Onsuz yaşayamam ben."
"Hanımınızın vaadini duydunuz. Güvenlikte olunca sizi yanına getirtecektir. Şimdi biz çıkalım, siz de
arkamızdan kapıyı sürgüleyın."
Omuzlarının üstünde halı rulosuyla dışarı çıktıklarında ihtiyar köle geçitte bekliyordu.
-250-

"Üzgünüm," dedi. "Soleth'in emrettiği gibi, sizler için elimden geleni yaptım." İçini çekti. "Kraliçe Mintaka
bir zamanlar mutlu ve nazik bir kızdı. Ama artık değil. Evlenmesinden beri üzgün ve öfkeli oldu." Yaşlı
köle kendisini izlemelerini işaret etti ve onları harem dairesinin karmaşık koridorlarından geçirerek sarayın
küçük yan kapısına kadar getirdi. Muhafızların çavuşu onları bir kez daha durdurdu.
"Şu halıları açın!" diye emretti.
Taita adama yaklaşıp gözlerinin içine baktı. Çavuşun düşmanca yüz ifadesi silindi. Şaşkın görünüyordu.
Taita, "Kendini hoşnut ve mutlu hissettiğinin farkındayım," dedi yavaşça. Adamın çirkin ve buruşuk yüzüne
hafif bir gülümseme yayıldı. Taita, "Hem de çok mutlusun," diyerek elini yavaşça adamın omzunun üstüne
koydu.
Çavuş, "Hem de çok mutluyum," diye doğruladı.
"Halıları daha önce aradın. Değerli vaktini ziyan etmek istemezsin, öyle değil mi?"
Çavuş, fikir onunmuş gibi, "Vaktimi ziyan etmek istemiyorum," diye belirtti.
"Bizim geçmemizi istiyorsun."
Çavuş, "Geçin!" dedi. "Geçmenizi istiyorum," diyerek kenara çekildi. Adamlarından biri sürgüyü kaldırıp
onları dışarı bıraktı. Kapı kapanırken çavuşu en son gördüklerinde adam arkalarından yüzünde sevecen
bir anlamla sırıtıyordu.
Yük arabası onu bıraktıkları yerde sokak çocuklarının korumasında bekliyordu. Halıyı özenle arabanın
tabanına yatırdıktan sonra Nefer rulonun ağzından içeriye seslendi. "Mintaka, sevgilim, iyi misin?"
"Burası sıcak ve havasız, ama yakınımda olduğunu bilmek için ödemem gereken küçük bir bedel bu."
Sesi boğuk çıkıyordu, Nefer de halının oluşturduğu borunun içine elini uzatarak kızın başına dokundu.
"Bir dişi aslan kadar cesursun," dedi ve dizginleri eline alan Taita'nın arkasına tırmandı.
Taita atı kırbaçladı. "Kentin kapıları birazdan gece için kapatılacak," dedi. "Mintaka'nın kaçtığı
keşfedilince ilk yapacaklarışey kentten giriş çıkışlara son vermek olacak. Bundan sonra bütün binaları ve
araçları arayacaklar ve duvarların içindeki bütün yabancıları sorguya çekecekler."
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
P
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:03 am

Doğu kapısına giden geniş caddeyi dörtnala aştılar. Oraya yaklaştıklarında yolun, kapının önünde
birikmiş başka yük ve yolcu arabaları tarafından tıkanmış olduğunu gördüler. Gün içinde dinsel bir bayram
kutlanmış ve bir alay
-251 -

yapılmıştı. Bu arabalar ise ibadet ve eğlence için gelenleri Avaris çevresindeki köylere geri götürüyordu,
ilerlemeleri ise insanı çıldırtacak kadar yavaştı.
Güneşin duvarların arkasında batmasıyla ortalık kararırken önlerinde hâlâ iki araba vardı. Tam o sırada
muhafızların yüzbaşısı kapının yanındaki karakoldan çıkarak adamlarına, "Yeter artık! Güneş battı.
Kapıları kapatın!" diye bağırdı.
Hâlâ dışarı çıkmaya çabalayan yolculardan itirazlar yükseldi.
"Çocuğum hasta. Onu eve götürmek zorundayım."
"Geçiş parasını ödedim, bırakın geçeyim. Yoksa balık yüküm kokacak."
Küçük arabalardan biri kasten ileri atılarak kapıyı zorla kapamaya çalışan muhafızları engelledi. Küçük
bir kargaşa patlak verdi. Haykıran muhafızlar sopalarını sallıyor, isyan etmekte olan halk onlara bağırıyor,
ürken atlar da şaha kalkıyor ve kişniyordu. Birdenbire kent duvarlarının dışında bir patırtı daha koptu.
Daha gürültülü sesler yolcuların da, muhafızların da protestolarını bastırdı.
"Firavun'a yolu açın! Firavun Trok Uruk'a yolu açın!"
Bir savaş davulunun gümbürtüsü herkesi düzene çağırdı. Muhafızlar kapıları kapama çabalarına son
verdiler, aksine acelelerinden birbirlerinin üstüne çıkarak kapıları ardına kadar açmaya giriştiler. Kapıların
açılmasıyla dışar-daki yolda savaş arabalarından oluşan bir birlik gözler önüne serildi. Öndeki araçta kızıl
leopar flaması dalgalanıyordu. Tunçtan miğferi ışıldayan ve kurdelelerle süslü sakalı bir omzundan arkaya
atılmış olan Firavun Trok Uruk sürücü yerinde uzun boyuyla dimdik duruyor, kamçıyla dizginleri zırh
eldivenli elleriyle tutuyordu.
Kapılar açılır açılmaz dört at tarafından çekilen arabasını kapının önündeki arabalarla insan kalabalığının
üzerine fütursuzca sürdü. Yolunun üstünde olan herkesin üstüne ayırım yapmaksızın kırbacını indiriyordu.
Adamları da ilersinde koşuyor, yolu tıkayan arabaları deviriyor, bunları kenara çekerken küme küme
kaygan balıkla sebzeleri yol kenarlarına döküyorlardı.
"Firavun'a yol açın!" kükremeleri itiş kakışta paniğe kapılanların feryatlarını bastırıyordu. Askerler
Taita'nın arabasının yanına vardılar ve Trok'a yolu açmak için onu devirmeye çalıştılar. Taita ayağa kalkıp
onları kırbaçlamaya girişti, ama indirdiği darbeler askerlerin miğferieriyle tunçtan epoletlerine çarptı
sadece. Askerler ona gülerek arabaya yüklendiler. Araba yana devrildi. Halı rulosu da arabanın
tabanından aşağı kaydı ve neredeyse devrilen aracın altında kalarak eziliyordu.

Nefer, "Bana yardım edin!" diye bağırdı ve halıyı yakalayıp düşüşünü hafifletmek için arabadan aşağı
atladı. Hilto rulonun bir ucunu, Bay da ötekini yakalamıştı. Araba parçalanan bir tahta çatırdısı arasında
yan yatarken adamlar hâlâ halının içinde hapis durumdaki Mintaka'yı en yakın binanın duvarının dibinde
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 202
emin bir yere taşıdılar.
Firavun Trok savaş aracını parçalanmış arabalarla dökülmüş yüklerin arasından ileri sürdü. Atların
yukarsında kamçısınışaklatıyor, savaş atlarına emirler yağdırıyordu.
"Vurun! Vurun!" Atlar savaş için eğitilmişlerdi, sürücülerinin dürtmesi üzerine şahlanıp tunçtan dökülmüş
nallarıyla yolları üstündeki herkese vurmaya giriştiler. Nefer, ihtiyar bir kadının dosdoğru havaya kalkmış
nalların altına koştuğunu gördü. Nalların biri doğrudan yüzüne geldi. Kafatası yarıldı, dişleri de beyaz çiy
taneleri gibi etrafa saçıldı. Dişler takırdayarak taşların üstüne dökülürken kadın daTrok'un arabasının
önünde yere serildi.
Araba geçerken tunçtan tekerler kadının üstünden geçti. Araba bu arada Nefer'in, Mintaka'nın halı
rulosunun başında çömeldiği yerin o kadar yakınından geçti ki bir an birbirlerinin gözünün içine baktılar.
Trok üstündeki paçavralar ve başındaki sargılarla Nefer'i tanıyamamıştı, ama sırf rastgele bir gaddarlık
dürtüsüyle kamçısını Nefer'in omzunda şaklattı. Kamçının metal uçları yardıkları bezin üstünde bir dizi kan
lekesi oluşturdular. Trok, "Yıkıl karşımdan, köylü!" diye hırlarken Nefer arabanın sürücü platformuna
fırlamaya ve Trok'u sakalından yakalayarak arabadan aşağı sürüklemeye hazırlandı. Mintaka'yı kirleten bu
canavardı, Nefer'in hiddeti de ileriyi görüşünü engelleyen kızıl bir perdeden farksızdı.
Taita, onu zapt etmek için kolunu yakaladı. "Bırak gitsin. Sen asıl halıyı kapılardan dışarı çıkarmaya bak
sersem. Aksi halde burada tıkılıp kalacağız." Nefer kendini kurtarmaya çalışınca Taita delikanlıyı sarstı.
"Yoksa onu tekrar kaybetmek mi istiyorsun, hem de bu kadar kısa bir zamanda?"
Nefer öfkesine hâkim oldu. Halı rulosunun bir ucunu yakalamak için eğildi, öbürleri de ona yardım ettiler.
Halıyla birlikte kapılara koştular. Ama savaş arabası kafilesi içeri girdiğinden muhafızlar tekrar ağır tahta
kapıları kapamaktaydılar. Taita önden koşarak muhafızları sopasıyla dağıttı. Nöbetçilerden biri kocaman
bir sopayı başına indirecek olunca, ihtiyar adam dönerek o büyüleyici gözleriyle nöbetçiye baktı. Adam
insan yiyen bir canavarla karşılaşmış gibi geri geri gitti.

253-
-252-


Halı rulosunu hep birlikte taşıyarak kapanmakta olan kapıların daralmış aralığından geçtiler ve kent
duvarlarının altındaki kamp yerine koştular. Arkalarından öfkeli bağırışlar duyulduğu halde
alacakaranlıktan yararlanarak deri çadırlarla barakaların arasında gözden kayboldular. Bir keçi ağılının
arkasında yüklerini yere bıraktılar ve ruloyu açtılar. Saçı başı dağılmış ve ter içindeki Min-taka doğrulup
önünde yere diz çökmüş olan Nefer'e gülümsedi. Uzanıp herkesin gözü önünde birbirlerine sarıldılar.
Taita onları gerçeğe döndürdü. Mintaka'ya, "Trok henüz beklenmediği halde ansızın döndü," dedi. "Senin
gittiğini keşfetmesi uzun sürmez." Minta-ka'yı elinden tutarak ayağa kaldırdı. "Yük arabasını kaybettik.
Önümüzde yürüyeceğimiz uzun bir yol var. Hemen yola çıkmazsak öbür arabaları bıraktığımız vahaya
yarın gün doğmadan önce varamayız."
Mintaka hemen toparlandı. "Hazırım," dedi.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 203
Taita kızın ayaklarındaki firuze taşından çivilerle süslü narin altın sandaletlere göz attıktan sonra çadırların
arasına yürüdü.
Birkaç dakika sonra pasaklı bir ihtiyar kadınla geri döndü. Elinde bir çift eski, fakat sağlam köylü
sandaletleri taşıyordu. "Bunları seninkilerle takas ettim," dedi.
Mintaka itiraz etmeyerek güzelim sandaletleri ayaklarından çıkararak ihtiyar kadına uzattı. Kadın
vazgeçip elinden alınmaları korkusuyla hemen oradan uzaklaştı. Mintaka hemen ayağa kalktı. "Hazırım,"
dedi. "Ne tarafa gidiyo-
ruz, Büyücü?"
Nefer kızı elinden tuttu ve çöl yoluna sapan Taita'nın ardına düştüler.
Trok saray kapılarından içeri girdi, tozlu ve terli atlarını ön avluda, kendi görkemli dairesinin önünde
durdurdu. İkisi de leopar klanının üyesi ve yakın arkadaşı olan iki süvari albayı silah ve kalkan takırtıları
arasında arkasından yemek salonuna girdiler. Evin köleleri Firavun'un dönüşünü kutlamak için bir şölen
hazırlamışlardı. Trok bir kâse dolusu tatlı kırmızışarabı yuvarladıktan sonra bir yaban domuzunun
haşlanmış butunu kaptı.
"Yiyecek veya içecekten daha fazla ihtiyacım olan bir şey var." Trok arkadaşlarına göz kırptı, onlar da
kahkahalar arasında birbirlerini dürttüler. Trok evlilik yaşamında karşılaştığı aksiliklerin ordu çevrelerinde
dedikodu konusu olduğunun ve karısından gördüğü muamelenin saygınlığını sarstığının farkındaydı.
Güneyde asilere karşı kazandığı zaferlere ve onlardan aldığı korkunç
-254-

jntikama rağmen, erkek olarak prestijini kaybetmekteydi. Bunu hemen bu gece değiştirmeye kararlıydı.
"Burada iki öküzün yiyebileceğinden daha fazla yiyecek ve içinde bir su aygırını boğabileceğiniz kadar
çok şarap var." Trok üstündeki yükün altında gıcırdayan sofrayı işaret etti. "Siz tıkınmanıza bakın, ama
benim sabah olmadan size katılmamı beklemeyin. Sürmem gereken bir tarlam ve irademi kabul etmesi
gereken inatçı bir kısrak var."
Firavun bir yandan elindeki kemiği kemirerek yürürken yağlı domuz etinden koca koca lokmalar yutarak
koridordan geçti. Ellerinde meşale olan iki köle haremin karanlık koridorlarında yolunu aydınlatmak için
önü sıra koşuyorlardı. Mintaka'nın dairesinin önünde bekleyen hadım nöbetçiler Trok'un geldiğini
duymuşlardı. Hemen silahlarını çektiler ve hükümdarı selamlamak için şişman göğüslerinin üstünde
çaprazladılar.
Trok, "Açın şu kapıları!" diye emretti. Domuz kemiğini bir yana fırlattı ve yağlı ellerini tuniğinin eteğine
sildi.
"Majesteleri." Nöbetçilerden biri Trok'u ürkek bir tavırla selamladı. "Kapılar içerden sürgülenmiş."
Trok hiddetle sordu. "Kimin emriyle?"
"Majesteleri Kraliçe Mintaka'nın emriyle efendimiz."
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 204
"Buna daha fazla katlanamayacağıma Seueth şahidimdir. Küstah sürtük geldiğimi biliyor." Öfkeden
köpüren Trok kılıcını çekti ve tunçtan başıyla kapıya vurmaya başladı. Bir yanıt alamayınca yine denedi.
Darbelerin gürültüsü sessiz geçitlerde yankılar yaratıyordu, ama kapıların öbür yanında hâlâ hiçbir hayat
belirtisi yoktu. Trok bunun üzerine birkaç adım geri çekildi, sonra om-zuyla kapılara yüklendi. Kapılar
sarsıldılarsa da açılmadılar. Firavun bunun üzerine en yakın nöbetçinin elindeki mızrağı kaparak kapı
aynasını parçalamaya girişti.
Tahta kıymıkları etrafta uçuştu, mızrağın birkaç darbesinden sonra da Trok kapıda yeterince geniş bir
delik açabilmişti. Buradan elini sokup kapının iç tarafındaki büyük sürgüyü yerinden kaldırabildi. Bundan
sonra bir tekmeyle kapıyı açarak içerdeki odaya girdi. Köle kızlar uzaktaki duvarın dibine korku içinde
büzülmüşlerdi. Trok, "Hanımınız nerede?" diye kükredi.
Köleler bir ağızdan anlaşılmaz bir şeyler gevelediler, ama gözlerini toplu olarak yatak odasının kapısına
çevrilmesinin önüne geçemediler. Trok o tarafa yürüyünce kızlar feryadı bastılar.
"Kraliçe hasta."
-255-

f


"Sizi göremez."
"Aybaşı zamanı geldi."
Trok bir kahkaha attı. "Bu bahaneyi fazlasıyla kullandı." Kapıyı yumruklamaya girişti. "Eğer kan varsa bu,
bir nehir olmalı. Benim Manaşi cephesinde döktüğümden daha çok kan. Seueth biliyor ya, o mutlu
kapılara ulaşmak için gerekirse diz boyu kan içinde yürüyeceğim."
Trok yatak odasının kapısını tekmeledi. "Aç kapıyı, küçük cadı! Kocan sana karşı görevini yapmaya
geldi."
Bundan sonraki tekmeye kapı artık dayanamadı ve deriden menteşelerinin kopmasıyla ardına kadar
açıldı. Trok sendeleyerek içeri girdi. Yatak gümüş ve sedef kakmalı Afrika abanozundandı. Üstündeki
zarif beden koca bir çarşaf yığınının altında gizliydi ve yalnız küçük ayağı dışarı taşmıştı. Trok kılıç kuşağını
yere düşürerek, "Beni özledin mi, küçük çiçeğim?" diye seslendi. "Sevgi dolu kollarımın özlemini çektin
mi?"
Çıplak ayağı yakaladığı gibi kızı çarşafların altından dışarı çekti. "Gel bana, tatlı kuzum. Sana bir
armağanım daha var, o kadar uzun ve sert ki onu satmayı ya da başkasına vermeyi başaramayacaksın..."
Birden sözünü kesti ve ayaklarının dibinde ağlayan korku içindeki kıza bakakaldı. "Tinia, pis orospu,
hanımının yatağında ne yapıyordun?" Kızın yanıtını beklemeden onu öteye fırlattı ve odanın sağına, soluna
saldırarak perdeleri ve duvarlardaki kumaşları aşağı indirdi. "Neredesin?" Mintaka'nın dolabının kapılarını
tekmeledi. "Çık dışarı. Bu çocuksu numaralar işe yaramayacak."
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 205
Mintaka'nın odanın bir yerinde saklanmadığına emin olmak bir dakikasını aldı. O zaman Tinia'nın tepesine
dikilerek kızı saçlarından yakaladı. Onu yerlerde sürükledi. "Nerede o?" Kızın karnına bir tekme attı.
Tinia bir çığlık atarak Trok'un metal tabanlı ayakkabısından kaçmaya çalıştı. "Seni döve döve
konuşturacağım, pis derinin yüzülmedik yerini bırakmayacağım."
Tinia, "O burada değil," diye haykırdı. "Gitti."
"Nereye gitti?" Trok, Tinia'ya bir tekme daha attı. Savaş sandaletlerine"' tunçtan çiviler kakılmıştı. Bunlar
kızın körpe etlerini bıçak gibi kesiyordu. "Ne-j reye gitti?"
Kız, "Bilmiyorum," diye uludu. "Adamlar geldiler ve onu alıp götürdüler."
"Hangi adamlar?" Trok, Tinia'yı yine tekmeledi. Tinia hıçkırarak ve titreye-1! rek top oldu.
"Bilmiyorum." Taita'nın verdiği direktiflere karşın, kızcağız sevgili hanımına ihanet etmek istemiyordu.
"Yabancı adamlardı. Onları daha önce hiç gör-

memiştim. Hanımımı bir halıyla örttüler ve alıp götürdüler." Trok kıza olanca kuvvetiyle bir tekme daha
attıktan sonra kapıya yürüdü ve hadım nöbetçilere, "Soleth'i bulun ve yağ tulumunu hemen buraya getirin,"
diye bağırdı.
Soleth büzülerek ve tombul ellerini ovuşturarak geldi. "Kutsal Firavun! Tanrıların en yücesi! Mısır'ın tek
gücü!" Böyle diyerek Trok'un ayaklarına kapandı.
Trok zırhlı sandaletiyle var gücünü kullanarak adama bir tekme indirdi. "Zenana'ya girmelerine izin
verdiğin o adamlar kimdi?"
"Senin emrin üzerine, tüccarların mallarını kraliçeye göstermelerine izin verdim, yüce Firavun."
"O halı satıcısı kimdi? Bu daireye girenlerin sonuncusu."
"Halı satıcısı mı?" Soleth soru üzerinde kafasını çalıştırıyor görünüyordu.
Trok ona bir tekme daha attı. "Evet, Soleth, halı satıcısı! Adı neydi?"
"Şimdi hatırladım. Ur'dan gelen halı tüccarı. Adı aklımdan çıktı."
"Öyleyse hatırlamana yardım edeyim." Trok hadım nöbetçileri çağırdı. "Onu yatağa yatırın ve sıkı tutun."
Nöbetçiler Soleth'i yatağa sürüklediler ve yüzükoyun yatırdılar. Trok yere düşürdüğü kılıç kemerini aldı
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:04 am

Nöbetçiler Soleth'i yatağa sürüklediler ve yüzükoyun yatırdılar. Trok yere düşürdüğü kılıç kemerini aldı
ve kılıcı kınından çıkardı.
"Eteklerini kaldırın onun." Nöbetçilerden biri denileni yaptı ve Soleth'in tombul kabaetlerini meydana
çıkardı. "Saray muhafızlarının yarısının bu yoldan geçtiğini biliyorum," diyen Trok kılıcının ucuyla adamın
anüsüne dokundu. Ekledi. "Ama hiçbirinin, bunun olacağı kadar sert ve keskin olmadığına emin olabilirsin.
Şimdi söyle bana, halı tüccarı kimdi?"
"Onu daha önce görmediğime ekmek ve Nil suları üzerine yemin ederim."
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 206
Trok, "Senin için ne kadar yazık," dedi ve kılıcın ucunu bir işaret parmağının uzunluğg kadar Soleth'in
makatına itti. Soleth müthiş bir ıstırabın pençesinde haykırdı.
Trok, "Bu kılıcın sadece ucuydu," diye onu uyardı. "Eğer hoşuna gittiyse kılıcı boğazına kadar itebilirim."
Bağırsağından kanlar fışkırırken Soleth, "Taita'ydı!" diye haykırdı. "Onu Taita alıp götürdü."
'Taita mı!" Trok şaşkınlık içinde kılıcı adamın içinden çekti. "Büyücü Taita ha!" Sesinde dehşet
seziliyordu. Uzun bir süre sustu. Sonunda, hâlâ Soleth'i tutan hadımlara, "Bırakın onu," diye emretti.
Soleth inleyerek doğruldu. Bu hareketi üzerine bağırsaklarında birikmiş gaz gevşemiş delikten gürültüyle
püskürdü.

-256-
-257-
Büyücüler Kralı / F: 17


"Onu nereye götürdü?" Trok, sesi ve odayı dolduran mide bulandırıcı kokuyu umursamaz görünüyordu.
"Bana söylemedi." Soleth yatak çarşafını topaç yaparak kanamayı durdurmak için bacaklarının arasına
soktu. Trok kılıcın ucuyla adamın çıplak sarkık göğüslerinden birine dokundu.
Soleth inledi ve tekrar gaz çıkardı. "Bana bir şey söylemedi, ama iki nehrin: Dicle'yle Fırat'ın arasındaki
topraklardan söz ettik. Belki de kraliçeyi oraya götürmeyi tasarlıyordun"
Trok bir an düşündü. Bu, mantığa uygundu. Taita herhalde Mısır'la Do-ğu'daki krallıklar arasındaki
gergin ilişkileri şimdiye kadar öğrenmişti. O kadar uzağa gidebildiği takdirde, oralara sığınabileceğini ve
koruma bulabileceğini biliyordu.
Ama Mintaka'yı kaçırmasının nedeni ne olabilirdi? Amaç herhalde fidye istemek değildi. Taita altınla
zenginliği küçümsemesiyle ünlüydü. Eski bir hadım ağası olarak fiziksel şehvetle de ilgisi yoktu. Yoksa
neden. Yaşlı adamla genç kızın arasında gelişmiş dostluk muydu? Mintaka yoksa Avaris'ten ve tahammül
edemediği evlilikten kaçmak için Taita'dan yardım mı istemişti? Herhalde isteyerek ve büyük bir olasılıkla
sevine sevme onunla gitmişti. Köle kızlarının kaçışını maskelemeye çalışmaları bunu kanıtlıyordu ve belli ki
bağırma-mıştı, yoksa muhafızlar bunu mutlaka duyarlardı.
Trok bu düşünceleri şimdilik bir kenara bıraktı. Şimdi esas mesele bir an önce takibe başlamak ve
Mintaka'yla Büyücü'yü Kızıldeniz kıyılarına ulaşmalarından ve denizi aşıp Babilli Sargon'a sadık topraklara
kapağı atmalarından önce ele geçirmekti. Trok, Soleth'e gülümsedi. "Sevgililerinin zevk geçidine yaptığım
değişikliklerden hoşlanacaklarını umarım. Döndükten sonra senin için bir şeyler daha düşüneceğim.
Beslenmeleri gereken aç sırtlanlarla akbabalar var."
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 207
İki albay hâlâ şölen salonunda hayvan gibi tıkınmakla ve içmekle meşgul-dular. Yine de kendilerinden
geçinceye kadar içmeye vakit bulamamışlardı.
Trok, "Gece yarısına kadar kaç savaş arabasını eksiksiz personelle Do-ğu'ya doğru yola çıkarabiliriz?"
diye sordu. Subaylar şaşırmış göründüler, ama onlar birer savaşçıydı ve ne yapacaklarını biliyorlardı.
Albay Tolma yutmaya hazırlandığı bir ağız dolusu şarabı tükürdü ve ayağa fırladı. Yere pek sağlam
basmamakla beraber, "iki saate kadar elli tanesini hazır edip yola çıkarabilirim," diye geveledi. Trok, "Yüz
araba istiyorum," diye emretti.
-258-

"Gece yarısından önce yüz arabayı hazır edeceğim." Bu kez Albay Zan-der ayağa fırlamıştı.
Arkadaşından geri kalmak istemiyordu. Ekledi: "Şafak sökmeden önce de ikinci bir yüz arabayı daha yola
çıkarabilirim."
Taita onları gece boyunca dolmasına iki gün kalan bir ayın ışığında yürüttü. Sopasının ucu taşlı yolda
takırdıyor, gölgesi önünde dev bir siyah yarasa gibi titriyordu. Ötekiler onu gözden kabetmemek için
bacaklarını bayağı çalıştırmak zorunda kalıyorlardı.
Vakit gece yarısını geçerken Mintaka kuvvetten düşmeye başladı. Çok topallıyor ve sürekli geri
kalıyordu. Nefer onun yanında olmak için adımlarını yavaşlattı. Mintaka'dan bunu beklemezdi; kız, tanıdığı
herhangi bir erkek kadar güçlüydü, hatta çoğundan daha hızlı koşabilirdi. Kulağına moral verici sözler
fısıldadı, ama Taita tarafından duyulamayacak kadar yavaş konuşmuştu. Büyücü'nün Mintaka'nın zaafını
fark etmesini ve onu ötekilerin önünde utandırmasını istemiyordu.
"Fazla bir yol kalmadı," dedi ve onu hızlandırmak için kızı elinden tuttu. "Bay atları bizim için hazır
etmiştir. Babil'e kadarkı kalan yolu krallar gibi gideceğiz." Kız güldüyse de gergin ve acı dolu bir sesti bu.
Nefer ancak o zaman Mintaka'da yolunda olmayan bir şey olduğunu anladı.
"Senin derdin nedir?" diye sordu.
"Hiç," dedi Mintaka. "Sadece çok uzun zamandır sarayda kapalı kaldım. Bu yüzden bacaklarım
hamlaştı."
Nefer bunu kabul etmek istemedi. Kızı kolundan tutarak yolun kenarındaki bir kayanın üstüne oturttu,
küçük ayaklarından birini kaldırdı ve sandaletin kayışını çıkardı. Ayakkabıyı kızın ayağından çıkarınca
dehşet içinde kaldı. "Tanrım Horus, bununla nasıl bir tek adım bile atabildin?" Ayağına oturmayan kaba
sandalet Mintaka'nın ayağını sürtünmekten fena halde yaralamıştı. Yarasının kanı ay ışığında siyah bir ışıkla
parlıyordu. Nefer kızın öbür ayağını da kaldırdı ve sandaleti üstünden sıyırdı. Papuçla birlikte kızın
ayağından deri ve et parçaları da sıyrılmıştı.
Mintaka, "Üzgünüm," diye fısıldadı. "Ama kafanı takma, yalınayak da yürüyebilirim."
Delikanlı kanlanmış ayakkabıları hiddetle kayaların arasına fırlattı. "Beni daha önce uyarmalıydın," dedi.
Ayağa kalktı ve kolundan tutarak kızı da ayağa kaldırdı, sonra arkasını dönerek kızı yüklenmeye
hazırlandı. "Kollarını boy-
259-
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 208




numa dola ve atla!" dedi. Sonra, ay ışığında yüzen çölde hareket halindeki kara gölgelerden ibaret kalmış
ötekilerin arkasından ilerledi.
Mintaka'nın ağzı Nefer'ın kulağının dibindeydi. Delikanlı ilerlemek için çaba harcadıkça onu oyalamak,
onu cesaretlendirmek için bir şeyler fısıldıyordu. Delikanlıya onu ne kadar özlediğini, öldüğüne dair çıkan
söylentileri duyunca yaşamak istemediğini anlattı. "Seninle yine beraber olmak için ölmek istedim," dedi.
Sonra delikanlıya Hathor başrahibesinin ona yılanı getirişini anlattı. Nefer o kadar dehşet içinde kalmıştı ki
Mintaka'yı yere bırakarak kızı haşladı.
"Bu tek kelimeyle aptallık." Telaşı arasında Mintaka'yı sarsıyordu. "Gelecekte ne olursa olsun sakın bir
daha öyle düşünme, tamam rnı?"
"Seni ne kadar sevdiğimi dünyada tahmin edemezsin sevgilim. Öldüğünü zannettiğim zaman ne denli
perişan olduğumu hayal bile edemezsin."
"Seninle bir anlaşma yapmalıyız. Bugünden itibaren birbirimiz için yaşamalıyız. Davetsiz olarak bize gelene
kadar bir daha asla ölümü düşünmemeliyiz. Yemin et buna!"
"Yemin ediyorum. Şu andan itibaren yalnız senin için yaşayacağım." Min-taka bu sözü verdikten sonra
anlaşmalarını mühürlemek ister gibi delikanlıyı öptü. Nefer onu yine sırtladı ve yollarına devam ettiler.
Nefer'in attığı her adımla Mintaka sanki daha ağırlaşıyordu. Yolun yumuşak ve kumluk olduğu yerlerde
kızı yere indiriyor, Mintaka da ona yaslanıyor ve kanayan yaralı ayaklarının üstünde hoplayarak
ilerliyordu. Yerin sert ve taşlık olduğu zamanlarda ise kızı tekrar kucaklıyor ve emeklemeyi sürdürüyordu.
Mintaka, Taita'nın nasıl onu görüp ölmek kararından caydırdığını anlattı. "Düşünebileceğin en olağanüstü
duyguydu," dedi. "O sanki yanımda duruyor ve net bir sesle benimle konuşuyordu. Bana senin hayatta
olduğunu söyledi. Beni gördüğü zaman buraya ne kadar uzaktaydınız?"
"Güneyde Cebel Nagara'daydık, Avaris'e on beş günlük yolda."
Mintaka kulaklarına inanamıyormuş gibi, "O kadar uzağa erişebiliyordu demek," diye geveledi. "Gücünün
hiç sınırı yok mu?"
Karanlıkta dinlenmek için bir kez daha durduklarında Mintaka onun omzuna yaslanıp, "Sana Trok'la
düğün gecem hakkında anlatmak istediğim bir şey var," diye fısıldadı.
Nefer, "Hayır!" diye atıldı. "Duymak istemiyorum. Bunun düşüncesiyle kendime günlerce işkence
etmedim mi sanıyorsun?"
"Ama beni dinlemelisin hayatım. Ben hiçbir zaman onun karısı olmadım. Beni zorlamasına rağmen, ona
direnebildim. Sana olan aşkım, ona karşı koyma gücünü verdi bana."
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 209
-260-

"Ama duyduğuma göre, kan lekeleri içindeki koyun postunu sarayın duvarlarından herkese göstermiş."
Bu sözleri söylemek delikanlıya o kadar acı veriyordu ki yüzünü sevgilisinden kaçırdı.
Mintaka, "Evet, kan benim kamındı," dedi, delikanlı onun kollarının çemberinden kurtulmaya çalıştıysa da
kız onu salıvermedi. "Ne var ki bekâretimin kanı değildi," diye devam etti. "Ağzımdan ve burnumdan
boşanan kanlardı. Senin anlayacağın; ona teslim olmaya zorlamak için Trok beni dövmüştü. Tanrıçaya
olan sevgim ve sana oğullar doğurmak umudum adına sana yemin ediyorum ki ben hâlâ bakireyim ve
aşkımın kanıtı olarak senin kızlık zarımı aı-mana kadar da bakire olarak kalacağım."
Nefer onu kollarının arasına aldı. Onu öptü ve ferahladı, sevincinin etkisiyle ağlamaya başladı. Genç kız
da onunla birlikte ağladı.
Bir süre sonra ayağa kalktı ve genç kızı yine sırtladı. Ama Mintaka'nın yemini ona sanki yepyeni bir güç
aşılamıştı, böylece daha güçlü adımlarla ilerlediler.
Vakit gece yarısını geçince ötekiler iki gencin başına bir iş geldiğinin farkına vardılar ve onları aramak
üzere geri döndüler. Taita, Mintaka'nın ayaklarını bağladı, bundan sonra da Hilto'yla Meren kızı sırayla
taşıdılar. Daha hızlı yol aldılarsa da, Bay'ın atlarla beklediği vahaya en sonunda ulaştıklarında yıldızlar
soluyor ve şafağın aydınlığı grderek kuvvetleniyordu.
Artık hepsi bitkin düşmüşlerdi, fakat Taita dinlenmelerine izin vermedi. Atlara son kez su içirdiler ve su
torbalarını gerilip içlerinden nem damlacıkları süzülene kadar suyla doldurdular.
Onlar bu işleri görürlerken Taita bir kovayı kuyudaki suyla yarısına kadar doldurdu ve köpüren bir
merhem kullanarak saçlarını, boyası çıkıp tekrar gümüş rengine kavuşuncaya kadar yıkadı.
Meren merak etmişti. "Böyle bir zamanda niçin saçlarını yıkıyor acaba?"
Mintaka, "Belki de saçlarını boyadığı zaman kaybettiği kuvvetinin bir kısmına böylece tekrar
kavuşuyordur," diye ileri sürdü ve kimse buna itiraz etmedi.
Harekete hazır olduklarında Taita onları kuyudaki sudan tekrar içmeye, kusmadan yutabilecekleri bütün
suyla karınlarını doldurmaya zorladı. Ötekiler denileni yaparlarken Taita, Bay'la yavaşça konuşuyordu.
"Hissedebiliyor musun?"
Bay somurtarak başını eğdi. "Havada bir şeyler var. Tabanlarımla titreşimlerini de duyabiliyorum.
Geliyorlar."
Anın çabukluğuna ve yakınlardaki bir düşmanın oluşturduğu tehdide rağmen Taita, Mintaka'nın ayaklarını
tedavi etmeye son kez vakit ayırdı. Derisi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:05 am

soyulmuş ve berelenmiş yerlere merhem sürdü ve ayakları tekrar sardı. Sonra herkese arabalara
binmelerini emretti.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 210
Taita, Meren'i mızrakçısı olarak öndeki arabaya almıştı. Hemen arkasından, ayaklarının üstündeki yükü
hafifletmek için arabanın korkuluğuna tutunan Mintaka'yla birlikte Nefer geliyordu. Hılto'yla Bay ise
kafilenin son ucunu oluşturuyorlardı.
Onlara halıları satan Asurlu tüccar, yük arabalarına ve yük hayvanlarına mallarını yüklerken
hizmetkarlarıyla kölelerini denetliyordu. Geçen yolculara dönüp baktı ve Taita'ya yolun açık olsun, diye
seslendi. Fakat ikinci arabadaki kızı görünce birden merakı kamçılandı. Tozlu giysileri ve dağılmış saçları
bile kızın çarpıcı görünümünü gizleyemiyordu. Son tepeyi aşıp onları er geç Kızıl-deniz kıyılarına
ulaştıracak olan kervan yolu boyunca Doğu'ya doğru uzaklaşırlarken hâlâ arkalarından bakıyordu.
Trok birliklerinin kent kapılarının önünde toplaşmalarını sabırsızlıkla beklerken Albay Tolma'yı Avaris
duvarlarının dışındaki dilenci ve yabancılar kampını aramaya yolladı. "Her barakanın altını üstüne gotır.
Kraliçe Mintaka'nın herhangi birinde saklanmadığına emin ol. Büyücü Taıta'yı da ara. Bulacağın her uzun
boylu ve zayıf ihtiyarı bana getir Onu kendim sorguya çekeceğim."
Tolma'nın adamları hükümdarlarının emrini yerine getirirken kapıların kırılması ve dayanıksız duvarların
yıkılması sesleri arasında kulübelerden yükselen bağırışlarla feryatlar kulağa geliyordu. Aradan çok
geçmeden askerlerden ikisi kirloş bir Bedevi kocakarıyı arabasının başında duran Trok'un yanına
sürüklediler. Kadın bir yandan tekmeler atıp debelenirken askerlere lanetler yağdırıyordu.
Kadın ayaklarının dibine fırlatılınca Trok, "Bu da ne, asker?" diye sordu. Asker, meşalelerin ışığında
ışıldayan firuzelerle bezeli bir çift zarif altın sandaleti uzattı.
"Majesteleri, bunları kocakarının kulübesinde bulduk."
Sandaletleri tanıyan Trok'un öfkeden suratı asıldı. Kadının karnını tekmeleyerek, "Bunları nereden çaldın,
maymun bozuntusu?" diye sordu.
Kocakarı, "Ben hiçbir şey çalmadım, kutsal Firavun," diye inledi. "Bunları o bana verdi."
"O da kim? Hemen yanıt ver yoksa kafanı kıçına sokup seni pis salgıları
nın içinde boğarım." \

"ihtıyar adam verdi onları bana."
"Onu bana tarif et."
"Uzun boyluydu ve de sıska."
"Ne kadar ihtiyardı?"
"Çöldeki kayalar kadar ihtiyar. O, patikleri bana verdi."
"Yanında bir kız var mıydı?"
"Başka üç erkekle güzel bir şeyler giymiş yüzü boyalı ve saçları kurdeleli, güzel bir küçük fahişe vardı."
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 211
Trok kadını hızla ayağa kaldırdı ve onun şaşkın yüzüne karşı, "Nereye gittiler? Hangi tarafa?" diye
bağırdı.
Kadın titreyen parmağıyla tepelere ve ötelerindeki çöle giden yolu işaret etti.
Trok, "Ne zamandı?" diye sordu.
Kadın, parmağıyla ayın yörüngesinin dört veya beş saatine denk bir çember çizerek, "Ayın yolculuğunun
şu kadarı," dedi.
Trok, "Kaç atları vardı?" diye hırladı. "Arabaları da var mıydı? Nasıl yolculuk ediyorlardı?"
Kadın, "Atları yoktu," diye yanıt verdi. "Yürüyerek gittiler, ama çok acele."
Trok kadını itti. Yanında duran Tolma'ya sırıtarak, "Yürüyerek fazla uzağa gidemezler," dedi. "O tembel
serserilerini uyku keçelerinin üstünden kaldırıp atlarına bindirdin mi kaçaklar avucumuzda olurlar."
Trok ıssız arazilerin kıyısındaki vahayı gören tepelerin doruğuna ulaştığı sırada kızgın güneş göğün yarısına
kadar yükselmişti. İki yüz araba dörtlü bir sıra halinde onu izliyordu. Beş mil geriden de kaldırdıkları toz
bulutu parlak güneş ışığında net şekilde görülen başka iki yüz arabayla Zander onları izliyordu. Her taşıt
ağır silahlı iki asker taşıyordu ve su torbaları, yedek mızraklar ve oklarla yüklüydü.
Aşağılarında kervanının başında yamacı tırmanan Asurlu tüccarı gördüler. Trok onu uzaktan selamladı.
"Hoş geldin yabancı. Nereden geliyorsun ve 'sın nedir?"
Tüccar neyle karşı karşıya olduğunu kestiremeyerek savaşçıya endişeyle baktı. Trok'un onu dostça
selamlaması onun için bir anlam taşımıyordu. Mezopotamya'dan gelen uzun yolda nice soyguncular,
şakiler ve savaşçılarla karşılaşmıştı.

-262-
-263-


Trok arabasını onun önünde durdurdu. "Ben Kutsal Majesteleri Firavun Trok Uruk'um. Aşağı Krallığa
hoş geldiniz. Korkmayın. Benim korumam altındasınız."
Tüccar dizüstü düşerek Firavun'a saygısını ifade etti. Trok ilk kez bunca saygıdan sıkıldı ve adamın
sözünü kesti. "Ayağa kalkıp konuş dostum. Bana karşı dürüst davranır ve bilmek istediklerimi anlatırsan,
sana bütün krallığımda vergi ödemeden ticaret yapma yetkisi verecek ve sana Avaris kapılarına kadar
eşlik edecek on araba yollayacağım."
Tüccar ayağa kalkıp derin minnettarlığını ifade etmeye girişti. Oysa bir hükümdarın bu tür bir sözde
alçakgönüllülüğün genelde ağır bir bedeli olduğunu uzun deneyimlerinden biliyordu. Trok bir kez daha
onun sözünü kesti. "Bir suçlu kafilesinin peşindeyim. Onları gördün mü acaba?"
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 212
Asurlu ihtiyatlışekilde yanıt verdi. "Yolum üstünde bazı gezginlere rastladım. Kutsal majesteleri o suçluları
bana lütfen tarif ederlerse peşlerine düşmenize yardım etmek için elimden geleni yaparım."
"Büyük bir olasılıkla beş veya altı kişiydiler. Doğu yönünde ilerliyor olmalılar. Aralarında genç bir kadın
var, geri kalanlar erkek.
"Liderleri ihtiyar bir haydut. Uzun boylu ve zayıftı. Saçlarını siyaha veya kestane rengine boyamış olabilir."
Trok'un daha fazla bir betimlemede bulunmasına gerek kalmadı. Asurlu, "Onları iyi tanıyorum,
majesteleri," diye heyecanla atıldı. "Birkaç gün önce boyalı saçlı o ihtiyar adam benden halılar ve eski
giysiler satın aldı. O sırada kadın yanlarında değildi. Aşağıdaki vahada atlarla üç arabayı çirkin bir zenci
haydudun korumasında bıraktı. Benden satın aldığı halıları bir yük arabasına istifledi ve ötekilerle birlikte
üstünde durduğumuz bu yoldan Avaris'e doğru uzaklaştı."
Trok sevinçle sırıttı. "İşte aradığım adam o. O zamandan beri tekrar gördün mü onu? Arabaları almak
için geri döndü mü?"
"O ve öbür üç kişi bu sabah erkenden Avaris yönünden yürüyerek geldiler. Sorduğunuz genç kadın da
yanlarındaydı. Onu taşıdıklarına göre bir şekilde yaralanmış olmalıydı."
Trok, "Nereye gittiler be adam? Ne tarafa gittiler?" diye heyecanla sor-duysa da Asurlu acele etmiyordu.
"Kadın gençti. Yaralı olduğu ve ancak güçlükle yürüyebildiği halde, üstünde zengin giysiler vardı. Belli ki
üst sınıftandı. Çok güzel ve uzun siyah saçları olduğunu gördüm."
-264-

"Yeter. O kadını tarif etmene gerek yok. Onu tanıyorum. Vahadan ayrılmalarından sonra hangi yoldan
gittiler?"
"Atları üç arabaya koştular ve hemen yola çıktılar."
"Hangi yoldan gittiler? Hangi yöne saptılar?"
"Kervan yolu boyunca Doğu'ya saptılar." Asurlu alçak tepeleri tırmanarak kum çölüne giren dolambaçlı
patikayı işaret etti.
"Fakat ihtiyar adamın saçları artık boyalı değildi," dedi. "Onu son görüşümde yaz göğündeki bir bulut gibi
parlıyordu."
"Ne zaman vahadan ayrıldılar?"
"Güneşin doğmasından bir saat sonra majesteleri."
"Atlarının durumu nasıldı?"
"Susuzluklarını iyice gidermiş ve dinlenmişlerdi. Üç gündür vahada bekliyorlardı. Adamlar geldiklerinde
yanlarında bol miktarda yem ve saman getirmişlerdi. Bu sabah yola çıkarlarken su torbalarını kaynaktan
doldurmuşlardı ve denize kadarki uzun yolculuk için yeterince donanmış bulunuyorlardı."
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 213
Trok sevindi. "Demek ki bizden sadece birkaç saat ilerdeler. Aferin dostum. Minnettarlığımı kazandın.
Yazıcılarım sana ticaret yapma yetki belgesini hazırlayacaklar, Albay Tolma da yanına Avaris'e kadar bir
muhafız takımı verecek. Zincirli kaçaklarla başkente döndüğüm zaman seni başka bir ödül de bekleyecek,
idamlarını seyretmek için seyircilerin en ön sırasında sana yer verilecek. O vakte kadar sana iyi
yolculuklar ve krallığımda güzel kazançlar."
Trok Asurlu'ya arkasını dönerek ikinci araba kafilesiyle yanına gelmiş olan Albay Tolma'ya emirler
yağdırmaya başladı. "Bu adama bir ticaret yetki belgesi verin ve Avaris'e kadar koruma sağlayın. Su
torbalarını kuyudan doldurun ve bırakın, atlar da kana kana su içsinler. Ama elini çabuk tut, Tolma.
Öğleden önce yola çıkmaya hazır olun. O vakte kadar da büyücüleri ve kafiledeki rahipleri bana yollayın."
Askerler atları yirmişer başlık kafileler halinde su içmeleri için kaynağın yanına indirdiler. Yapılacak başka
işi olmayan adamlar o arada dinlenmek ve süvarilerin ana yiyecekleri olan darı ekmeğini ve kurutulmuş eti
yemek için kendi taşıtlarının gölgesine uzandılar.
Trok kaynağa yakın yumrulu bir demirhindi ağacının altında bir karış gölge bulmuştu. Büyücüler ve
rahipler çağrısına itaat ederek etrafında halka oldular. Dört kişiydiler: siyah giysiler içinde kafası kazınmış
iki Seueth rahibi, tılsımlarla kemiklerden yapılma gerdanlıklar ve bilezikler takıp takıştırmış Nüb-yeli bir
şaman ve Medialı iştar adıyla tanınan doğulu bir büyücü. İştar'ın bir
265-

gözü kördü, yüzü de helezon veya daire biçiminde mor ve kırmızı renkli dövmelerle kaplıydı.
Trok, "İzlediğimiz adam gizemli sanatların bir uzmanıdır," diye onları uyardı. "Bizi engellemek için tüm
yeteneklerini kullanacaktır. Büyüyle görünmez olduğu ve ordularımızışaşırtabilecek görüntüler
yaratabildiği söyleniyor. Gücünü etkisiz kılmak için kendi büyülerinizi kullanmanız gerekecektir."
Medialıİştar, "Bu şarlatan da kim?" diye sordu. "Birleşik gücümüze karşı koyamayacağına emin
olabilirsiniz."
Trok, "Adı Taita'dır," deyince hasmın kimliğini öğrenince ürken yalnızca İştar olmadı.
"Taita'nın ününü duydum. Zaten onunla boy ölçüşmek için bir fırsat arıyordum."
Trok, "Sihrinizi gösterin," diye onlara emretti.
Seueth rahipleri biraz öteye giderek donanmalarıyla mistik süs eşyalarını kumun üstüne bıraktılar.
Yumuşak bir sesle ilahiler okumaya ve çıngıraklarını tıngırdatmaya başladılar.
Nübyeli kaynağın etrafındaki kayaları karıştırdı ve en sonunda bunlardan birinin altında zehirli bir
boynuzlu engerek yılanı buldu. Sürüngenin kafasını doğradı ve kanı kendi kafasının üstüne akıttı. Kanlar
yanaklarına süzülürken ve burnunun ucundan yere damlarken kocaman bir kara kurbağası gibi
hop-layarak daireler çevirmeye başladı. Her daireyi tamamlayışında Taita'nın bulunduğu doğu yönüne bol
bol tükürüyordu.
İştar kaynağın yanında küçük bir ateş yaktı ve üzerine çömelerek topuklarının üstünde sallanmaya ve
Mezopotamya'nın iki bin on tanrısının en güçlüsü olan Marduk'a dualar etmeye başladı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 214
Trok, Tolma'ya gerekli emirleri verdikten sonra İştar'ı seyretmeye gitti. Büyücü bileğindeki bir
toplardamarı kesti, kendi kanının birkaç damlasını ateşe akıtıp alevlerin arasında cızırdatmasından sonra
Trok, "Bu yaptığın büyü nedir?" diye sordu.
"Bu ateşle kanın büyüsüdür. Taita'nın yolunun üstüne engeller ve güçlükler yerleştiriyorum." İştar başını
kaldırmadı. "Adamlarını da şaşırtıyor ve akıllarını karıştırıyorum."
Trok şüpheci bir tavırla homurdandıysa da, aslında etkilenmişti. Daha önce de İştar'ın nasıl çalıştığını
görmüştü. Yolda biraz yürüdükten sonra doğuda sıralanmış tepelere baktı. Kovaladığı kişileri peşinden
gitmek üzere yola koyulmak için sabırsızlanıyor ve harcanan dakikalara sinirleniyordu. Öte yandan,
-266-

uzun gece yolculuğundan sonra atları dinlendirmenin ve susuzluklarını gidermenin zorunluluğuna inanacak
kadar usta bir generaldi.
İlerdeki arazinin yapısını iyi biliyordu. Genç bir savaş arabaları birliği yüzba-şısıyken oralarda defalarla
devriye gezmişti. Toynakları bıçak gibi kesen çakıl yataklarını aşmış ve kum tepelerinin korkunç sıcağıyla
susuzluğuna katlanmıştı.
Savaş arabasını bıraktığı yere geri döndü, ama küçük bir kum fırtınası kendi etrafında döne döne ve sıcak
havanın içinde metrelerce yükselerek üzerine gelince arkasını dönmek zorunda kaldı. Girdap onu sardı.
Hava tunçtan bir ocağın soluğu kadar sıcak olduğundan başını örten örtüyle burnunu ve gözlerini
kapamak, uçan kumların süzülmesi için bezin arkasından soluk almak zorunda kaldı. Fırtına bir harem
dansçısının zarafetiyle yanından geçti ve sıcak toprağın üstünde döne döne uzaklaştı.
Trok öksürerek ve gözlerini ovuşturarak arkada kalmıştı.
Öğleye az bir zaman kala atlara su içirmeyi henüz tamamlamışlardı ki Albay Zander'in önderliğindeki
ikinci kafile onlara yetişti ve kaynağa doğru yamacı indi. Onlar da birinci kafiledekiler kadar suya
muhtaçtılar. Şimdi de kaynağın başında bir tıkanıklık tehlikesi başgöstermişti. Su şimdiden azalmış ve
bulanmıştı. Eninde sonunda değerli su torbalarına başvurmak zorunda kalacaklardı.
Trok, Zander ve Tolma'yla kısa bir görüşme yaparak harekât planını ve Taita'nın, onun için hazırladıkları
ağdan sıyrılmasını önlemek için tasarladığı planı izah etti. "Taita'nın bizi şaşırtmak amacıyla yolumuza
çıkaracağı sihirli tuzaklara karşı hazırlıklı olmaları için alay komutanlarını uyarın," diye sözlerini bitirdi.
"Medialıİştar güçlü bir büyü hazırladı. Ona büyük güvenim var. Beni daha önce hiç hayal kırıklığına
uğratmadı. Büyücü'nün hilelerinin bilincinde olursak, başarabiliriz. Ayrıca, böylesi bir plana nasıl karşı
koyabilir?" Trok kolunun geniş bir hareketiyle arabalar, atlar ve seçme birlikler kalabalığını işaret etti.
"Hayır," dedi. "Yarın bu zaman Taita'yla Mintaka'yı arabamın arkasında Ava-ris'e sürüklemek ahdim
olsun."
Firavun öndeki kafileye atlarına binmelerini emretti. Yan yana dörder arabadan oluşan bir kolon halinde
ıssız arazilere doğru yola çıktılar. İlerdeki yu-rnuşak kumlu topraklarda avlarının tekerlek izleri net olarak
görülebiliyordu.
Taita kendisini izleyen iki araca durmalarını işaret etti. Dev bir deniz kabuğunun zarif kavsini andıran ince,
uzun bir kum tepesinin kumların üstüne düşürdüğü mor gölgenin içinde durdular.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 215
-267-

Atlar şimdiden yorgunluk belirtileri göstermeye başlamışlardı. Başlarını önlerine sarkıtıyorlar, soludukları
zaman göğüsleri kabarıyordu. Kuruyan terleri, yüzünde tozdan donuklaşmış derileri kırağı düşmüş gibiydi.
Adamlar su torbalarından deri kovalara su tayınını dikkatle ölçerek boşalttılar, atlar da kana kana içtiler.
Taita, Mintaka'nın ayaklarıyla ilgilendi ve yaralarda iltihaplanma belirtileri olmadığını görerek rahatladı.
Genç kızın ayaklarını tekrar sardıktan sonra Bay'ı, söyleyeceklerini başkalarının duymaması için biraz
öteye götürdü.
Donuk bir sesle, "Bize bir yerlerden bakıyorlar," dedi. "Kötücül bir etki yavaş yavaş etrafımızı sarıyor."
Bay doğruladı. "Bunu ben de hissettim ve buna karşı koymaya başladım. Ama çok güçlü."
"Güçlerimizi birleştirdiğimiz takdirde onu en etkin biçimde engelleyebiliriz."
"Öbürlerine dikkat etmeliyiz. Bizden daha kolay incinebilirler."
"Tetikte olmaları için onları uyaracağım."
Taita, arkadaşlarının atlara su içirmeyi tamamladıkları yere döndü. Ne-fer'e, "Yola çıkmaya hazır olun,"
dedi. "Bay'la ben ilersini keşfe gidiyoruz. Birazdan döneriz."
İki uzman yürüyerek uzaklaştılar ve kum tepesinin arkasında gözden kayboldular. Arabalar tarafından
görülmeyecekleri bir yerde durdular. "Trok'un yanında böylesine güçlü bir büyü yapabilecek kimin
olduğunu biliyor musun?"
"Bütün alaylarında rahipler ve büyücüler bulunduruyor. Fakat içlerinde en güçlüsü Medialıİştar."
Taita başını salladı. "Onu duydum. Ateş ve kanla çalışıyor. Büyüsünü ona karşı çevirmeye çalışmamız
lazım."
Bay kurutulmuş at gübresiyle küçük bir ateş yaktı, ateş düzgün şekilde yanınca başparmaklarına iğne
batırıp birkaç damla kırmızı kanı ateşin içine akıttılar. Hava yanık kan kokunca düşmanla yüzleştiler.
Etkinin batıda, geldikleri yönde olduğunu hissedebiliyorlardı. Güçlerini birleştirerek harekete geçirdiler, bir
süre sonra da etkinin azalmakta ve sönmekte olan bir ateşin dumanı gibi dağılmakta olduğunu hissettiler.
Ritüeli tamamlayıp ateşi kumla boğdukları sırada Bay yavaşça, "Hâlâ orada," dedi.
"Evet," dedi Taita. "Onu zayıflattık, ama hâlâ tehlikeli. Özellikle de ona direnmeyi öğrenmemiş olanlar
için."
-268-

Bay, "En genç olanlar daha incinebilir durumda," diye ileri sürdü, "iki erkek çocuk, Firavun'la Meren ve
de kız."
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 216
Ötekilerin bekledikleri yere döndüler. Tekrar arabalara binmeden önce Taita onlarla konuştu. Endişesinin
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:05 am

-268-

Bay, "En genç olanlar daha incinebilir durumda," diye ileri sürdü, "iki erkek çocuk, Firavun'la Meren ve
de kız."
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 216
Ötekilerin bekledikleri yere döndüler. Tekrar arabalara binmeden önce Taita onlarla konuştu. Endişesinin
gerçek nedenini açıklasa korkacaklarını bildiği için sadece, "Kum tepeleri bölgesinin en sevimsiz ve de
tehlikeli bölümüne giriyoruz," dedi. "Hepinizin yolculuğun zahmetinden dolayı yorgun olduğunuzu ve
susuzluk çektiğinizi biliyorum, ama herhangi birinizin dikkatsiz davranması her şeyi mahvedebilir. Atlardan
ve ilerinizdeki araziden gözünüzü ayırmayın. Herhangi bir garip ses ya da alışılagelmedik görüntü, bir kuş
ya da bir hayvan sakın dikkatinizi gevşetmesin." Taita durup doğrudan Nefer'e baktı. "Bu özellikle sizin
için önem taşıyor majesteleri. Her an tetikte olmalısınız."
Nefer başını eğdi ve bir kez olsun tartışmadı. Öbürleri ciddi görünüyorlardı; Taita'nın onları bu şekilde
uyarmak için kendine göre bir nedeninin olduğunu anlamışlardı.
Tekrar ilerlemeye başlayıp yüksek kum tepelerinin arasındaki vadileri izledikleri sırada havanın sıcağı
arabaların tekerleklerinin her dönüşüyle daha da artıyordu sanki, iki yanlarında yükselen kum duvarları
çeşitli canlı renklere bürünüyor, yer yer limon sarısı veya altın, eflatun, mor ve balıkçıl mavisi, tilki kızılı ve
aslan kahvesi oluyordu. Kum tepeleri bazı yerlerinde beyaz renkle yol yol oluyor veya bir yağ lambasının
isi gibi kara kumdan desenler sergiliyordu.
Gök tepelerinde kızıl bir renk aldı ve vahşileşti. Işığın da niteliği değişti: sarı oldu ve hayal gibi inceldi.
Mesafeler karıştı ve şekilstzleşti. Nefer pirinç rengindeki göğün çirkin parıltısından korunmak için gözlerini
kıstı. Gökyüzü, ona kamçısının ucuyla dokunabilecekmiş gibi yakın görünüyordu. Sadece yirmi, otuz
metre ötedeki Taita'nın arabası da sanki bulanık ve uzak bir ufka geriliyordu.
Sıcak, yüzün veya bedenin açıkta kalan derisini ateş gibi kavuruyordu. Nefer şekilsiz bir dehşetin onu
pençesine aldığını hissetti.
Bunun için bir neden göremiyor, fakat etkisinden kurtulamıyordu.
Mintaka titreyerek kamçıyı tutan kolunu yakalayınca kızın da bunu hissettiğini anladı. Havada büyük bir
kötülük vardı. Delikanlı Taita'ya seslenmeye, ondan rehberlik ve güven istemeye çalıştıysa da toz ve sıcak
boğazını tıkamıştı. Dudaklarının arasından hiçbir ses çıkmıyordu.
Birdenbire Mintaka'nın gerildiğini fark etti. Kız parmaklarını onun koluna saplanıştı. Nefer onun yüzüne
bakınca dehşet içinde olduğunu gördü. Boşta kalan eliyle tepelerinde asılı gibi duran kum tepesinin
doruğunu işaret ediyordu.
-269-

Koskocaman bir karanlık tepelerden kopup onlara doğru yuvarlanmaya başlamıştı. Nefer hiç böyle bir
şey görmemişti. Dev bir su torbasının şekilsiz yapısındaydı, ama o kadar büyüktü ki tepenin her yanını
kaplıyordu. Yalnızca altındaki üç arabayı değil, bütün bir alayı yutacak ve ezecek kadar büyük
görünüyordu. Yamaçtan yuvarlanırken hızlandı, dalgalanmaya ve sessizce hoplamaya başladı. Üzerlerine
o kadar hızlı geliyordu ki çölün sarı göğünü bile gözden silmişti. Sıcağın içinden akciğerlerinin tüm havasını
emerek onları soluksuz bırakan ani bir soğuk sızdırıyordu. Dağın yükseklerindeki bir nehrin buz gibi
sularına batmış olsalar bu kadar olurdu.
Atlar da bunu görmüşlerdi. Şaha kalkarak kumlu patikadan sapmaya ve vadinin tabanında çılgın gibi
koşmaya, böylece dehşet verici görüntüden kaçmaya çalıştılar. Tam önlerinde keskin kenarlı bir lav
kayaları tarlası vardı, doğru oraya gidiyorlardı. Nefer tehlikeyi fark etmişti, hayvanların başlarını çevirmeye
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 217
çalıştı. Ama bir kere kontrolden çıkmışlardı. O, elindeki dizginlerle boğuşurken Mintaka da yanında avazı
çıktığı kadar bağırıyordu.
O karanlık ucube tarafından yutulmak üzere olduklarına emin olan Nefer, omzunun üzerinden arkaya
baktı. Soğuk nefesi ensesinde hissettiğinden karanlığın tepelerinde olmasını bekliyordu, ama hiçbir şey
yoktu. Kum tepesinin yamacı çıplak ve sessizdi. Tepedeki sarı gök de boş ve parlaktı. Öbür iki araba
yamacın altında durmuştu, atları da sakin ve kontrol altındaydı.
Taita'yla ötekiler onlara şaşkınlıkla bakıyorlardı.
Nefer panik halindeki atlara, "Hoşt!" diye bağırarak tüm ağırlığıyla dizginlere asıldı, ama atlar bana mısın
demiyorlardı. Arabayı arkalarında hoplatarak lava kayası tarlasına dörtnala daldılar. Nefer yine, "Hoşt!"
diye bağırdı. "Durun, lanet olasılar!"
Korkudan çılgına dönen atlar zapt edilecek gibi değillerdi. Dizginlere karşı koymak için boyunlarını
kasıyorlar, giderek hızlanıyorlar, korkunç sesler çıkarıyorlardı.
Nefer, "Sıkı tutun, Mintaka!" diye bağırarak kızı korumak için bir kolunu onun omuzlarına attı.
"Çarpacağız!"
Kara kayalar rüzgârın savurduğu kumların etkisiyle aşınmışlar ve garip şekiller almışlardı. Bazıları insan
kafası büyüklüğünde, bazıları da altlarındaki araba kadardı. Nefer çılgın atları ilk kayanın yolundan
saptırabildi, ama şimdi en iri kayalardan ikisinin aralığına doğru dolu dizgin gidiyorlardı. Geçit onlara yol
veremeyecek kadar dardı: sol tekerlek kayaya çarparak tüyler ürpertici bir çatırdıyla parçalandı. Ufalanan
tekerlek parmakları ve çemberin parçaları ha-

vaya savruldu. Araba, dingilinin üstüne çökerken soldaki atı beraberinde sürükleyerek bir sonraki
kayanın üstüne fırlattı. Nefer hayvanın ön ayaklarının kuru bir dal gibi kırıldığını duydu.
O ve Mintaka da savrularak yumuşak kumların üstüne düşmüşler, atı sakatlayan kayaya çarpmalarına
ramak kalmıştı. En sonunda durduklarında Nefer, Mintaka'yı hâlâ kollarının arasında tutuyordu. Kızın
düşüş hızını böylece kesmiş oluyordu.
"iyi misin? Canın yanmadı ya?" diye soluk soluğa sordu.
Kız hemen, "Hayır, iyiyim," diye yanıtladı. "Ya sen?"
Nefer dizlerinin üstünde doğruldu ve parçalanan arabayla sakatlanan atlara dehşet içinde baktı.
"Kutsal Horus!" diye bağırdı. "İşimiz bitik." Arabanın onarılacak hali kalmamıştı. Atların biri bir daha
ayağa kalkamayacak biçimde yerde yatıyordu, ön bacakları kırılmıştı. Öbür at gerçi ayaktaydı ve koşum
kayışına hâlâ bağlıydı, ama sallandığına bakılırsa omuz ekleminden çıkmıştı.
Delikanlı zar zor ayağa kalktı ve Mintaka'yı da yanına çekti. Taita arabasını lav tarlasının kıyısına getirip
dizginleri Meren'e fırlattığı ve sahanlıktan aşağı atladığı sırada iki genç birbirlerine sarılmış durumdaydılar.
İhtiyar adam hızlı adımlarla yanlarına geldi. "Ne oldu? Atların böyle zıvanadan çıkmalarına sebep olan
nedir?"
Nefer, "Görmedin mi?" diye sordu. Olayın etkisinden hâlâ kurtulamamıştı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:06 am

Taita ısrar etti. "Neydi?"
"Bir dağ kadar iri ve karanlık bir şey. Kum tepesinin yamacından bize doğru yuvarlanıyordu." Nefer,
gördükleri şeyi tarif etmek için kelime bulamıyordu.
Mintaka, "Hathor Tapınağı kadar büyüktü," diye onu destekledi. "Müthiş bir şeydi. Siz de görmüş
olmalısınız."
Taita, "Hayır, görmedim," dedi. "Hayalinizin ve gözlerinizin size oynadığı bir oyundu. Düşmanlarınız
tarafından oraya yerleştirilmiş bir şeydi."
"Büyü ha?" Nefer'in aklı karışmıştı. "Ama atlar da gördüler," diye geveledi.
Taita onlara arkasını döndü ve yaklaşan Hilto'ya seslendi. "O zavallı hayvanları hallet." Sakatlanan atları
işaret ediyordu. "Sen de ona yardım et, Nefer." Taita delikanlıyı meşgul edip bu felaketle olası sonuçlarını
fazla düşünmesini önlemek istiyordu.
Yüreği burkulan Nefer yere devrilmiş atın başını tuttu. Hayvanın alnını okşadı ve ölümün gelişini
görmemesi için gözlerini bir örtüyle örttü.

-271 -
-270-


Eski bir asker olan Hilto birçok uzak savaş alanında bu üzücü görevi yerine getirmişti. Kamanın ucunu
atın kulağının arkasına dayadı ve bir itişte hayvanın beynine sapladı. At önce katıldı, sonra titredi ve
gevşeyip kaldı. Bundan sonra ikinci hayvana yaklaştılar. Hilto'nun kamasının bir tek vuruşuyla o da yere
yığıldı ve hareketsiz kaldı.
Taita'yla Bay yan yana durmuşlar, bu kahredici merhamet gösterisini seyrediyorlardı. Bay, "Medialı
sandığımdan daha kuvvetliymiş," dedi yavaşça. "Aramızdaki en kolay incinebilirler! seçti ve gücünü onların
üzerinde yoğunlaştırdı."
"Trok'un yanında onu destekleyen başka büyücüler de var." Taita, Bay'la aynı fikirdeydi. "Bundan böyle
Hilto'yla Meren'e de dikkat etmemiz gerek. İştar'a karşı koymak için kendi gücümü yoğunlaştırana kadar
büyük tehlikedeyiz."
İhtiyar adam bundan sonra Bay'ın yanından ayrıldı. İkisinin baş başa verip konuştuklarını görseler
öbürleri kuşkulanırlardı. Oysa morallerinin bozulmaması çok önemliydi.
Taita, "Su torbalarını getirin," diye emretti. Bir tanesi araba devrilirken patlamıştı, öbür ikisi ise sadece
yarıya kadar doluydu, ama onları kalan arabalara kayışlarla bağladılar.
"Meren bundan sonra Hilto ve Bay'la yolculuk edecek. Ben majestelerini yanıma alacağım," dedi.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 219
Arabalar şimdi su torbalarıyla ek yolcuların ağırlığıyla fazla yüklenmiş oluyorlardı. Atlar kızgın sıcağın
içine doğru ilerlerken hayli zorlanıyorlardı. Korkutucu güneş garip sarı bulut tarafından neredeyse
tamamen örtülmüştü.
Taita, Lostris'in altın tılsımını sağ elinde tutuyor ve kendi kendine bir ilahi söylüyordu. Böylece,
etraflarında yoğunlaşan kötülüğü geri püskürtmeye çalışıyordu. Hemen arkadaki arabada Bay da tekdüze
bir tekerleme tutturmuştu.
Yolun, başka kervanlarla yolcuların tüm izlerinin rüzgâr tarafından süpürülüp yok edildiği bir bölümüne
geldiler. Aralıklı olarak yerleştirilmiş küçük taş kümeleri dışında izlenebilecek hiçbir işaret yoktu. Aradan
çok geçmeden bunlar da kalmadı ve yolsuz kumlarda yollarına devam ettiler. Artık sadece Ta-ita'nın
deneyimine, çöl hakkındaki bilgisine ve en derin içgüdülerine güvenmek zorundaydılar.
Sonunda iki yüksek kum tepesinin arasındaki düz bir alana vardılar. Kum burada yumuşak ve
pürüzsüzdü, ama Taita bu alanın kıyısında durarak ilersini dikkatle süzdü. Arabadan inerek Bay'a yanına
gelmesini işaret etti. Zenci yanına gelince zararsız gözüken yüzeyi birlikte incelediler.
-272-

Taita, "Burası hiç hoşuma gitmedi," dedi. "Bu ovanın etrafını dolaşmanın bir yolunu bulmalıyız. Burada bir
şey var."
Bay pürüzsüz kumun üstünde biraz yürüdü ve sıcak havayı kokladı. İki kere tükürdü ve tükürüğünün
oluşturduğu şekli inceledi. "Burada kötü bir şey göremiyorum," dedi. "Bir çevre yolu aramaya çıkmak bize
saatlere hatta günlere mal olabilir. Peşimizdekiler fazla uzakta değiller. Hangi tehlikenin daha büyük
olduğuna karar vermeliyiz."
Taita, "Bir şey var," diye yineledi. "Ben de senin gibi buradan geçmek için bir dürtü duyuyorum. O duygu
çok güçlü ve mantıksız. Bu düşünce kafamıza Medialı tarafından yerleştirildi."
"Güçlü Büyücü," diye Bay başını salladı. "Bu kez size katılmıyorum. Tehlikeyi göze alıp bu vadiyi
aşmalıyız. Aksi halde Trok gece olmadan bize yetişir."
Taita adamı omuzlarından kavrayıp kara gözlerinin içine bakışını dikti. Bay'ın gözlerinin, kenevir otundan
içmiş gibi hafif şaşılaşmış olduğu dikkatinden kaçmamıştı. "Medialı zırhını delmiş," dedi ve Lostris'in
Tılsımı'nı Bay'ın alnına dayadı. Zenci anında kırpıştırdığı gözlerini kocaman açtı. Taita onun, etkiden
sıyrılmak için savaş verdiğini görebiliyordu. Ona yardım etmek için kendi iradesini kullandı.
Bay sonunda ürperdi ve bakışı berraklaştı. "Haklısın," diye fısıldadı. "İştar bana bakışını dikti. Bu yerde
büyük tehlike var."
Gözlerini dar vadi boyunca dolaştırdılar. Başlangıcı ve sonu fark edilemeyen sarı renkli bir kum nehriydi.
Karşı kıyı aslında uzak sayılmazdı, en dar yerlerinde topu topu yüz elli metre; ama iki yüz fersah olsa bu
kadar olurdu. Trok'un alayları da o kadar uzakta değildi.
Bay, "Güneye mi, kuzeye mi?" diye sordu. "Çevre yolunu göremiyorum."
Taita gözlerini kapadı ve tüm gücünü topladı. Birden korkunç sessizliğin içinde bir ses duyuldu. Hafif ve
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 220
tiz bir ses. Hepsi başlarını kaldırıp bakınca öfkeli sarı gökte daireler çeviren kral şahinin minik şeklini
gördüler. İki daire daha çizdikten sonra vadi boyunca güneye doğru uçtu ve sisin içinde gözden kayboldu.
"Güneye," dedi Taita. "Şahini izleyeceğiz."
Bu düşüncelere öylesine dalmışlardı ki Hilto'nun kendi arabasını bulundukları yere daha da
yaklaştırdığının ikisi de farkına varmamıştı. O ve Meren arabanın korkuluğunun üzerinden eğilmişler,
yaptıkları konuşmayı dinliyorlardı. Hilto sabırsızlıktan kaşlarını çatmıştı. Birdenbire, "Artık yetti!" diye
bağırdı.
- 273 -
Büyücüler Kralı / F: 18

"Önümüzdeki yol açık. Daha fazla gecikmeyi göze alamayız. Hilto size rehberlik ederse onu izlemek
cesaretini gösterecek misiniz?"
Atlarını kırbaçladı, ürken atlar da ileri atıldılar. Meren öylesine gafil avlanmıştı ki sahanlığın üstünden
neredeyse arkaya savruluyordu, ama korkuluğu yakalayabildi ve yarışan taşıtta kalmayı başarabildi.
Taita, Hilto'ya, "Geri dön!" diye bağırdı. "Büyülendin. Ne yaptığını bilmiyorsun."
Bay da soldaki atın dizginlerini yakalamak için atıldı, ama çok geç kalmıştı: araba yanından uçar gibi yassı
alana geçti. Daha da hızlandı ve Hil-to'nun kahkahası onlara ulaştı. "Yol açık. Pürüzsüz ve hız yapmaya
elverişli."
Nefer duran arabanın dizginlerini yakaladı ve, "Onu durdurup geri döndüreceğim," diye bağırdı.
"Hayır!" Taita dönüp elini kaldırdı ve durmasını emretti. "Hayır! Sakın oraya gitme. Orada tehlike var!
Dur, Nefer!"
Fakat Nefer onun bağırışını duymazlıktan geldi. Mintaka yanında olduğu halde atları kırbaçladı.
Tekerlekler pürüzsüz sert kumun üstünde tıslamaya benzer ses çıkarıyordu. Hilto'ya hızla yetişmekteydi.
Taita, "Kutsal Horus!" diye bağırdı. "Tekerleklere dikkat edin."
Hilto'nun arabasının dönen tekerleklerinin arkasından tüy gibi gümüş kumlar yükselmeye başlamıştı.
Sonra onlar dehşet içinde bakarlarken tüy sarı bir sulu çamur, arkasından koyu çamur blokları oldu. Atlar
dizlerine kadar yumuşak zemine batmaları üzerine yavaşladılar, çamur kümeleri çırpınan toynakları
tarafından Hilto'nun başının üzerinden uçacak kadar yükseğe fırlatıldı. Hilto onları durdurmaya ya da geri
çevirmeye kalkmadan hayvanları batağın daha derinine sürdü.
Taita, "Batan kumlar!" diye acı acı bağırdı. "Medialı'nın marifeti bu. Doğru yolu gizleyerek bizi bu tuzağa
sürükledi."
Hilto'nun atları kabuğu delerek altındaki bataklığa battılar. Tekerleklerin hareketsiz kalmaları üzerine
araba o kadar ani olarak durdu ki Hilto'yla Meren korkuluğun üzerinden tepe taklak uçtular. Masum
görünüşlü zeminin üstüne yuvarlandılar, ama durup ayağa kalkmaya yeltenmeleri üzerine vücutları
yapışkan sarı çamura bulandı ve dizlerine kadar battılar.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 221
Atlar kurtulamayacak kadar batmışlardı. Yalnızca başlarıyla ön ayakları serbestti, ama kişneyerek
çırpındıkça daha da derine çöküyorlardı.
Nefer şaşkındı, gözlerinin önünde olagelen faciaya çok ağır tepki gösterdi. Geri dönmeye yeltendiğinde
artık çok geçti. Beş metre bile gidemeden te-
-274-

kerlekler poyralarına kadar batmıştı, çamur ayrıca atların omuzlarına kadar yükselmişti. Delikanlı onlara
yardım etmek, koşum takımlarını çözmek ve onları geri çevirmek için arabadan atlamaya kalkıştı, ama
anında dizlerine, az sonra da beline kadar battı.
Mintaka panik halinde onu uyardı. "Ayakta durmaya kalkışma. Yoksa seni yutar. Kendini yüzükoyun
yere at ve yüzmeye çalış."
Kendisi de batmakta olan arabadan kurtularak titreyen çamurun üstüne yamyassı uzandı, "işte böyle,
Nefer," dedi. "Benim yaptığım gibi yap."
Delikanlı kendini toparladı ve çamurun yüzeyine dümdüz uzandı. Yüzmeyi kendi kendine öğrenen bir
çocuğun beceriksiz hareketleriyle tamamen batmadan önce arabaya ulaştı. Kamasıyla taban tahtalarını
yerinde tutan deri kayışları kesti ve panik derecesindeki bir aceleyle onları kurtarıp açığa fırlattı. Kalaslar
ölümcül kayan kumların üstünde yüzüyordu, ama ağır araba karşı konulamaz biçimde yüzeyin altına kaydı
ve atları da beraberinde sürükledi. Birkaç dakikaya kalmadan boz renkli ovada daha açık renkli bir leke
mezarlarının yerinin tek işareti oldu.
Hilto'nun arabası da atlarıyla birlikte kumların altına çekilmişti. Hilto'yla Meren çırpınıyor, dehşet içinde
haykırıyor, ancak çamura bulanmış kafalarıyla omuzlarını kumların dışında tutmayı başarıyorlardı.
Nefer kalaslardan birini Mintaka'ya doğru sürdü. "Bunu kullan!" diye emretti, genç kız da kalasın üstüne
süründü.
Delikanlı, ağırlığını taşıyabilen ikinci bir kalastan da kendisi yararlandı. Başka iki kalası kayışlarından
yararlanarak kendisiyle birlikte çekerek batağın üstünde süründü ve Hilto'yla Meren'e bu kalasları onlara
doğru itebilecek kadar yaklaştı. İki kazazede balçığın yapışkan pençesinden kendilerini çekip kurtarmayı
başardılar. Ve dördü birden Taita'yla Bay'ın sağlam zeminin üstünden onları dehşet içinde seyrettikleri
yere doğru yüzmeye başladılar.
Taita elini, kolunu sallayarak onlara, "Yolun yarı yerine vardınız bile. Buraya dönmeyin. Devam edin.
Öbür yana geçin," diye telaşla bağırdı.
Nefer bunun mantığını hemen kavradı. Karşı kıyıya yöneldiler. Çamur kollarıyla bacaklarına ve kalasların
altına inatla yapıştığından ağır ve zor bir işti bu. Mintaka'nın hafif yapısı çok geçmeden işe yaradı ve genç
kız ötekilerin önüne geçti.
Sağlam yere ilk ulaşan ve katil kumların pençesinden kendini ilk kurtaran o oldu. Çok geçmeden Nefer,
Hilto ve Meren de onu izlediler. Bitkin haldeydiler. Kendilerini doğudaki kum tepelerinin eteğinde yere
attılar.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
P
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:06 am

275 -

Onlar karşı kıyıya geçerken Taita karşı karşıya bulundukları belalı durum üzerinde kafasını çalıştırdı.
Durum umutsuz gözüküyordu. Aralarında yüz metre genişliğinde bir uçurum bulunan iki gruba
bölünmüşlerdi. Bütün atlarıyla araçlarını, silahlarıyla donanımlarını kaybetmişlerdi, ama en büyük kayıpları
değerli su torbalarıydı.
Bay birden ihtiyar adamın koluna dokundu. "Dinleyin!"
Havadaki bir hışırtıydı bu. Çok uzaklarda kâh kayboluyor, kâh kuvvetleniyordu. Etrafı çeviren kum
tepelerinden geri tepen uzaktaki bir yansımaydı. Ses hafif de olsa yanılmak olanaksızdı: ilerlemekte olan
bir savaş arabası kafilesinin çıkardığı gürültüydü.
Vadinin karşı tarafındakiler de gürültüyü duymuş ve ayağa kalkmışlardı. Hepsi kum tepelerine bakıyor ve
Trok'la adamlarının hızla yaklaşmasını dinliyorlardı.
Mintaka birden onları bu yana geçirmiş olan kalasları terk ettikleri bataklığın kıyısına koştu. Nefer genç
kızın arkasından bakıyor, ne yapmak istediğini anlamaya çalışıyordu. Mintaka kalasları topladı ve diz
boyu çamura girerek kalasları deri kayışlarından tutarak arkasından çekti.
Nefer onun ne yaptığını birden kavramış, fakat onu durdurmak için çok geç kalmıştı. Mintaka kendini
kalaslardan birinin üstüne yüzükoyun atarak sarı çamurun üstünde kaymaya koyuldu. Nefer en sonunda
beline kadar yükselen balçığın içinde durmak zorunda kaldığında genç kız artık onun ulaşamayacağı kadar
uzaklaşmıştı.
Onun arkasından, "Sen dön," diye bağırdı. "Ben giderim."
Mintaka, "Ben senden daha hafif ve daha hızlıyım," diye yanıt verdi ve delikanlının ona yalvarmayı
sürdürmesine rağmen duymaz gibi davranarak tüm soluğunu ve gücünü ileri kaymaya harcadı.
Arabaların sesi daha da yaklaşıyor, Mintaka'yı daha çok çaba harcamaya itiyordu. Nefer onu bakışıyla
izledikçe güvenliği için korkuyor ve inadına kızıyordu. Ama sevdiği kızın cesaretinden dolayı duyduğu
gurur bu duyguların hepsinden daha güçlüydü. Mintaka karşı kıyıya yaklaşırken, delikanlı, "Onda bir
savaşçının ve bir kraliçenin yüreği var," diye fısıldadı.
izleyenlerin seslerini, tekerleklerin lakırdısını ve silahların şakırtısınışimdi kum tepelerinin yansıtma özelliği
sayesinde daha da net duyabiliyorlardı.
Taita ellerinin serbest kalması için sopasını kemerinin altına sıkıştırdı, sonra Bay'la birlikte Mintaka'yı
karşılamak için bataklığa girdiler. Her biri genç

kızdan yedek bir kalas alarak güvenilmez yüzeye atıldılar. Üçü de karşı kıyıya doğru yüzmeye
başlamışlardı.
Arkalarındaki kum tepelerinin arasından birden düşman araba kafilesinin başı çıkıverdi. En öndeki
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 223
arabada Trok göze çarpıyordu. Bir boğanın böğürmesini andıran sesi zafer sevinciyle çınladı.
"İleri! Saldırın!"
Öndeki arabalar dörtnala yaklaştı ve batak kumların kıyısına vardılar. Üç kaçak sarı balçığın üstünde var
güçleriyle yol almaya çalışıyorlardı. Arkalarında araba sürücülerinin haykırışları kuvvetleniyordu.
Trok'un ağırlığı arabasının gevşek kumlara öbür arabalardan daha fazla batmasına neden oluyordu,
kırbacı yedikçe atlarının hamle yapmalarına rağmen, saldırganların ilk sırasının arkasına düştü.
Öndeki kafilenin öbür üç arabası doğru batak kumların içine girdiler ve öbür araçlar kadar hızlı olarak
yüzeyin altına emildiler. Trok en sonunda tehlikenin farkına varmıştı. Kendi atlarını kontrol altına almayı ve
balçığın kıyısından yana saptırmayı başardı.
Trok kavisli kısa yayını kapıp arabadan atladı. Arkasından gelen arabalar da saldırıyı bırakıp kütle
halinde yığıldılar. Trok, "Yayları hazır edin!" diye bağırdı. "Hep birden. Sakın kaçırmayın, vurun onları."
Okçular koşarak bataklığın kıyısında dörder kişilik sıralar oluşturdular. Oklukları sırtlarında hazırdı,
yaylarını germişlerdi.
Mintaka bir kez daha kader arkadaşlarının önüne geçmişti. İki kıyı arasının yarı yerini geçmişti, Taita'yla
Bay ise panik halinde elleriyle kürek çekmelerine rağmen giderek geri kalmaktaydılar.
Trok adamlarının arasında dolaşıyor, emirler yağdırıyordu. "Okçular, atışa hazır olun!" Yüz elli asker
oklarını yay kirişine yerleştirdiler.
"Okçular yaylarınızı gerin ve nişan alın!" Hep birlikte silahlarını kaldırıp alçalan sarı göğün içine nişan
aldılar.
Trok, "Şimdi!" diye haykırınca toplu halde oklarını saldılar. Oklar karanlık bir bulut gibi yükseldiler.
Yollarının en yüksek noktasına ulaştıktan sonra bataklıktaki üç küçük karaltının üstüne doğru düşmeye
başladılar.
Taita okların gelişini duymuştu, başını kaldırıp göğe baktı. Öldürücü bulut bir yaban kazı sürüsünün
kanatları gibi hafif bir ıslık sesi arasında üzerlerine düşmeye girişmişti.
Taita telaşla, "Çamurun içine!" diye bağırınca üçü de kalaslarının üstünden aşağı kaydılar ve sadece
başları dışarda kalacak biçimde yoğun çamura

- 276-
- 277 -


gömüldüler. Otlar dolu gibi etraflarına düşüyordu. Bir tanesi, Mintaka'nın birkaç saniye önce üstünde
yattığı kalasa saplandı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 224
Taita, "İleri!" diye emretti. Bunun üzerine tekrar kalasların üstüne tırmandılar ve elleriyle, kollarıyla ileriye
doğru kürek hareketleri yapmaya koyuldular. Ama birkaç metre gitmişlerdi ki hava yine okların
vınlamalarıyla doldu, onlar da tekrar sarı çamurun korumasına başvurmak zorunda kaldılar.
Bundan sonra üç kez daha kalaslardan atlamak zorunda kaldılar, ama okçular için menzil giderek uzuyor,
voliler de daha isabetsiz oluyordu. Minta-ka her zamankinden hızlı hareket etti ve çok geçmeden menzilin
dışına çıktı. Adamlarını nişan almaya zorlarken Trok'un öfkeyle böğürdüğü duyuluyordu. Oklar
etraflarındaki çamurun içine düşüyor, fakat atışlar giderek daha az yoğun oluyordu.
Taita, Bay'a bakmak için başını çevirdi. Yara izleriyle dolu kafası çamurla terden parlıyordu. Kan
çanağından farksız gözleri yuvalarından fırlamıştı, ağzı ardına kadar açıktı, yontulmuş dişleri ise bir köpek
balığınınkiler kadar keskin görünüyordu.
Taita, "Cesaret, Bay!" diye ona seslendi. "Hemen hemen vardık sayılır." Bunu söyler söylemez sözlerinin
tanrılara bir meydan okuma niteliği taşıdığını kavradı.
Arkalarındaki kıyıda Trok onların elinden kurtulmak üzere olduğunu görüyordu. Askerleri hareket
halindeki bir arabadan kullanılmaya uygun daha kısa ve daha az güçlü yaylan kullanıyorlardı. Yüz metre
etkin menzillerinin sınırıydı. Trok arabasının atlarını yöneten mızrak erine dönüp ters ters baktı.
"Savaş yayımı getirin," diye bağırdı. Trok alay içinde arabasında uzun yayı taşıyan tek kişiydi. Ek güç ve
menzilin, savaş yayının olağandışı uzunluğunu haklı kılmadığına karar vermişti.
Bununla birlikte, Trok'un büyük bedensel gücü ve kollarının aşırı uzunluğu onu daha önemsiz kişilere özgü
sınırlamaların ötesinde tutuyordu. Çoğu durumlarda kavisli kısa yayı kullanıyordu. Ancak, arabasının
yanında hantal olmakla beraber daha etkin silahın aşırı uzunluğunu kaldıracak özel bir tertibat yaptırmıştı.
Mızrakçısı ona doğru koştu ve büyük yayı ellerine verdi. Leopar kafası ar-masıyla süslü olan ve uzun
yaya uyan özel okları içeren okluğu da getirmişti.
Trok önündekileri göğüsleyerek okçuların ön sırasına geçti. Uzun oklardan birini yayın yuvasına
yerleştirdi ve menzili yarı kapalı gözleriyle ölçtü.
-278-

İki yüzücünün başları sarı yüzeyin üstünde minik lekeleri andırıyordu. Trok'un etrafındakiler hâlâ ok
yağdırıyorlardı, ama okları hedefe yaklaşamıyor, çamurun içine saplanıyordu. Trok sol ayağını öne alarak
duruşunu ayarladı ve salınacak okun açısını kafasında hesapladı. Derin bir soluk aldıktan sonra da düz
tuttuğu sol koluyla yayı ta ki kemerli burnunun ucuna dokununcaya kadar gerdi. Yay onun büyük
kuvvetine bile karşı koyuyordu. Çıplak kollarındaki kaslar şişmiş, yüzü gösterdiği çabanın etkisiyle
şekilsizleşmişti. Yayı kısa bir an öylece tuttu ve hedefinde küçücük bir ayarlama yaptı. Sonra yayı
salıverdi; koca yay gövdesi ellerinde canlı bir yaratık gibi kasılmış ve titremişti.
Uzun ok daha önemsiz benzerlerinin oluşturduğu bulutu kolaylıkla geride bırakarak tırmandı, tırmandı.
Doruğuna eriştikten sonra da tıpkı avının üstüne pike yapan bir şahin gibi inişe geçti.
Taita uzun okun uçuşunun daha keskin ve tiz sesini duyarak başını kaldırdı. Ve okun doğru üzerine
geldiğini gördü. Üstelik ilkel aracından aşağı kaymasına, hatta yolunun üstünden çekilmesine bile vakit
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 225
yoktu.
iradesi dışında gözlerini kapadı. Ok başının o kadar yakınından geçmişti ki yaşlı adam rüzgârının saçlarını
yaladığını hissetti. Hemen arkasından isabetin tok gürültüsünü duydu.
İhtiyar adam gözlerini açtı ve sesin geldiği yöne başını çevirdi. Uzun ok Bay'ı çıplak sırtının tam
ortasından yakalamıştı. Okun taş ucu Bay'ın üstünde yattığı kalasa gömülerek adamcağızı tahtanın üstüne
tıpkı parlak bir karafatma gibi mıhlamıştı.
Bay'ın yüzü Taita'nınkine kolunu uzatacak olsa dokunabileceği kadar yakındı. İhtiyar adam derin bakışlı
kara gözlere baktı ve içlerinde ölümün ıstırabını okudu. Bay bağırmak ya da konuşmak için ağzını açtı,
fakat içersinden fışkıran sel gibi kanlar çıkabilecek herhangi bir sesi boğdu. Büyük bir çaba harcayarak
elini boynundaki gerdanlığa uzattı ve onu çıkardı. Pençeleşmiş parmaklarının arasındaki paha biçilemez
tılsımı son armağanı olarak Taita'ya uzattı.
Taita gerdanlığı katılaşmış parmakların arasından yavaşça çekti ve ipi kendi boynuna geçirdi. Anında can
çekişen şamanın özünün ondan kendi vücuduna aktığını ve onu güçlendirdiğini hissetti.
Bay'ın bası önüne düştü, fakat ok onun kalasın üstünden aşağı yuvarlanmasını önledi. Taita okun sapında
leopar kakmasını tanıdı ve oku atanın kim olduğunu bildi. Uzanıp iki parmağını Bay'ın gırtlağına dayadı ve
son nefesini hissetti. Bay gitmişti ve Taita ne kadar çabalasa onu kurtaramazdı. Ölü dostu-
-279-

^f


nü bırakarak Neferle Mintaka'nın onu cesaret verici sözleriyle uzak kıyıya doğru yüzdü. Uzun oklardan
dört tanesi daha yakınına düştü, ama hiçbiri ona değmedi, o da yavaş yavaş okların menzilinden çıktı.
Nefer onu karşıladı ve yoğun çamurun içinde ayağa kalkmasına yardım etti. Taita sopasından
yararlanarak sağlam zemine çıktı. Ama orada yere çökerek soluk soluğa kaldı. Bir dakika kadar sonra
doğruldu ve batak kumların ötesindeki Trok'a baktı. Elleri böğründe duran adamın vücudunun her çizgisi
ve başı, öfkesini ve çaresizliğini ele veriyordu. Derken Trok avuçlarını ağzının etrafında bitiştirerek,
"Benden kurtulduğunu sanma, Büyücü. Seni istiyorum, karım olacak kahpeyi de istiyorum, ikinizi de
yakalayacağım. Elimden kurtulamayacaksınız. İzinizi asla kaybetmeyeceğim," diye haykırdı.
Mintaka kumlara doğru gidebileceği kadar ilerledi. Trok'un en duyarlı yanının hangisi olduğunu ve onu
adamlarının karşısında en çok nasıl küçük düşürebileceğini biliyordu. "Sevgili kocam, tehditlerin de
erkekliğin kadar gevşek ve boş," diye seslendi.
Tatlı sesi karşıya net olarak yansıdı, iki yüz Hiksos savaşçısı da her kelimesini duydular. Önce şokun yol
açtığı yoğun bir sessizlik oldu, hemen arkasından da birliğin bütün sıralarından alay dolu kahkahalar koptu.
Kendi adamları bile onurunun kırılmasından zevk duyacak kadar nefret ediyorlardı Trok'tan.
Trok yayını başının yukarsında sallayarak çaresiz bir öfkeyle tepinmeye başladı. Sonunda hırlayarak
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 226
kendi adamlarına dönünce hepsi kendi delice cesaretlerinden dehşete düşerek sustular.
Ortalığa çöken sessizlik arasında Trok'un bağırdığı duyuldu. "İştar! Medi-alıİştar! Ortaya çık!"
İştar batak kumların kıyısında duruyor ve karşı kıyıdaki küçük kafileye bakıyordu. Yüzü çeşitli desenler
oluşturan dövmelerle kaplıydı. Gözleri mor helezonlarla çevriliydi, kataraktlı tek gözü gümüş bir disk gibi
parlıyordu. Uzun burnu çifte bir kırmızı benek sırasıyla kat edilmişti. Çenesiyle yanaklarında eğ-reltiotunu
andıran çizgiler vardı. Kırmızı gomalaka bulanmış saçları kazıklaş-mıştı. Bilinçli olarak üstündeki entariden
sıyrıldı ve onu yere kaydırdı.
Şimdi çırılçıplak olduğundan sırlıyla omuzlarının leopar benekleriyle kaplı olduğu görülüyordu. Karnına
kızıl renkli bir yıldız dövmesi yaptırmıştı, kasığındaki kılların tıraş edilmiş olması, önünde sallanan kocaman
cinsel organını daha da belirginleştiriyordu. Delinmiş gulfe'sine altından ve gümüşten minik
-280-

ziller geçirilmişti. Taita'ya baktı, Büyücü de onunla yüzleşmek için öne çıktı. İkisi birbirlerine bakarlarken
aralarındaki açıklık daralmış görünüyordu.
İştar'ın cinsel organı yavaş yavaş şişti ve dev bir ereksiyon oluşturması üzerine küçük çanlar çıngırdamaya
başladılar.
Adam kalçalarını öne savurarak organının öfkeli kırmızı başını Taita'ya doğru uzattı. Taita'nın hadım
statüsünü ve İştar'ın erkekliğinin üstünlüğünü vurgulayan apaçık bir meydan okumaydı bu.
Taita sopasını kaldırdı ve onu Mediah'nın kasıklarına doğru uzattı. İkisi de uzun bir süre kımıldamadılar,
tüm güçlerini fırlatılan mızraklar gibi birbirlerine yöneltmişlerdi.
İştar birden inledi ve bütün tohumlarını kumların içine boşalttı. Penisi de büzüldü, ufak, buruşuk ve
önemsiz bir organa dönüştü. İştar dizlerinin üstüne çöktü ve kırılan onurunu örtmek için entarisini alelacele
üzerine geçirdi. Büyü-cü'yle ilk doğrudan yüzleşmesinden yenik çıkmıştı. Taita'ya arkasını döndü ve iki
Seueth rahibiyle Nübyeli şamanın çömeldikleri yere döndü. Onların çemberine katıldı ve el ele tutuşarak
bir ilahi okumaya başladılar.
Nefer, "Ne yapıyorlar?" diye endişeyle sordu.
Mintaka, "Bana kalırsa batak kumların etrafını çeviren bir yol keşfetmeye çalışıyorlar," diye fısıldadı.
Nefer hissetmediği bir güvenle, "Taita onları durduracak," dedi.
İştar birden kuvveti yenilenmiş gibi ayağa fırladı. Bir karganın boğuk cıyaklamasını andıran bir ses çıkardı
ve kumlu vadinin güney yönünü işaret etti.
Taita, "Şahinin bize gösterdiği yolu seçti. Henüz güvende değiliz," dedi yavaşça.
Trok'un askerleri harekete geçtiler. İştar öndeki arabada Trok'un yanında yol alırken ölümcül çamur
nehrinin kıvrımlarını izleyerek güneye yöneldiler. Bir yandan geçerken askerler karşı kıyıdaki küçük gruba
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:07 am

Trok'un askerleri harekete geçtiler. İştar öndeki arabada Trok'un yanında yol alırken ölümcül çamur
nehrinin kıvrımlarını izleyerek güneye yöneldiler. Bir yandan geçerken askerler karşı kıyıdaki küçük gruba
tehditler ve meydan okuyan sözler savurdular.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 227
Tozlar durulduktan sonra Trok'un, onları göz hapsinde tutmak için karşı sahildeki kum tepelerinin
eteklerinde beş savaş arabası ve on askerden ibaret küçük bir kuvvet bıraktığını gördüler. Ana kuvvetin
son arabası çok geçmeden sarı sisin içine daldı ve vadi duvarlarının bir kıvrımının arkasında gözden
kayboldu.
Taita, "Trok gece olmadan bizim tarafımıza geçmenin yolunu bulmuş olacaktır," diye öngördü.
Nefer sordu. "Ne yapabiliriz?"
-281 -

İIlttjL


*
Taita dönüp ona baktı. "Firavun sensin. Sen On Bin Arabanın Efendi-si'sin. Bize emirlerini bildir,
majesteleri."
Bu meydan okuma karşısında Neferin adeta dili tutulmuştu. Taita herhalde onunla alay ediyordu. Sonra o
yaşlı soluk gözlere bakınca içlerinde alaydan eser olmadığını gördü. Öfke safranın tüm acı tadıyla ağzına
kadar yükseldi.
itiraz etmeye, her şeylerini, bütün araçlarıyla sularını kaybettiklerini, önlerinde acımasız bir çölün
uzandığını, arkalarından ise acımasız bir ordunun geldiğini söylemeye hazırlandıysa da Mintaka'nın kolunu
tutması onu kendine getirdi. Taita'nın gözlerine baktı ve içine bir ilham geldi.
Onlara planını açıkladı. O daha sözünü bitirmeden Hilto sırıtıyor ve başını sallıyor, Meren de gülüyor ve
ellerini ovuşturuyordu.
Mintaka ise sevdiği erkeğin yanında gururundan dimdik duruyordu.
Nefer emirlerini sıraladıktan sonra Taita başını eğdi. "işte gerçek bir Fira-vun'un savaş planı," derken sesi
donuk ve herhangi bir heyecan belirtisinden yoksundu, ama onayladığı gözlerinden okunuyordu. Lostris'in
ona yüklediği görevin yakında sona ereceğini biliyordu artık. Nefer kendi yazgısının sorumluluğunu
üstlenmeye hemen hemen hazırdı.
Bir, iki fersah yol ancak gitmişlerdi ki iştar parmağıyla ilersini işaret etti. Trok kafileyi durdurdu ve garip
sarı ışıkta ve ısının havada yol açtığı titreşimler arasında gözlerini kırpıştırarak görmeye çalıştı. Batak
kumlar vadisi ilerde aniden daralıyordu.
Trok, "Nedir bu?" diye sordu. Aralıkta sanki kıvrım kıvrım bir deniz canavarı yüzmekteydi. Sırt
yüzgecinin tepesi sarı çamurun içinden keskin kenarlarıyla simsiyah sıyrılmaktaydı.
İştar, "Bu bizim köprümüz," diye yanıtladı. "Bir kıyıdan ötekine kadar uzanan bir kayaç kitlesi. Vadiyi
oradan geçeceğiz."
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 228
Trok kayaç köprüsünü incelemeleri için iki adamını önden gönderdi. Adamlar kayaçların üstünden
koşarak geçtiler ve sandaletlerini ıslatmadan karşı kıyıya ulaştılar. Bağırıp Trok'a işaret ettiler, o da atlarını
kırbaçladı ve adamlarının arkasından köprüden geçti. Kafilenin kalan kısmı da tek sıra halinde onu izledi.
Hepsi karşı kıyıya sağ salim geçer geçmez Trok kuzeye döndü ve Taita'nın kaçak kafilesini en son
gördükleri yere doğru vadiyi izledi.
Ama aradaki mesafenin yarısından azını kat etmişlerdi ki tepelerindeki bulut sarı bir sise, vakitsiz olarak
geceyi getiren somurtkan ve zehirli bir hava-
-282-

ya dönüştü. Birkaç dakika sonra son ışık da sönmüş, zifiri karanlık kafilenin durmasına neden olmuştu.
"Atlar yoruldu." Komutanları emir almak için etrafında toplaşınca Trok gece için mola verme kararına
iyimser bir anlam yakıştırmaya çalıştı. "Onlara su verin, sonra onlar da, adamlar da dinlensinler. Gün ışır
ışımaz yola devam edeceğiz. Büyücü bile yürüyerek ve susuz olarak fazla uzağa gitmiş olamaz. Yarın vakit
öğleyi bulmadan elimizde olacaklar."
Taita, Mintaka'nın ayağındaki sargıları çıkardı ve hoşnut şekilde başını salladı. Sonra ayakları batak
kumların güçlü alkali nemiyle ıslattı ve onları tekrar sardı. Nefer tüm itirazlarına karşın ona kendi
sandaletlerini giydirdi. Bunlar genç kızın ayaklarına göre fazla büyüktüler, ama sargılarla uyuyorlardı.
Taşıyacak bir şeyleri yoktu, ne su ne yiyecek, ne de silah, ne de başka bir eşya. Sadece kumların içine
batmış arabaların taban kalasları vardı. Karşı kıyıdaki Hiksos askerleri onları merakla seyrederken Nefer
kafilesini doğuya bakan yüksek kum tepesine tırmandırdı. Doruğa vardıklarında soluk soluğay-dılar.
Susuzluklarışimdiden dayanılmaz bir işkenceydi.
Nefer batak kumların öbür yanına son bir kez baktı. Karşı kıyıdaki Trok'un askerleri atlarının koşum
takımlarını çıkarmışlardı, geceyi dinlenerek geçirmeye hazırlık olarak kamp ateşlerini yakıyorlardı. Nefer
onlara alaylı bir selam verdi ve kafilenin kalan kısmıyla kum tepesinin öbür yüzünden aşağı indi. Onları
gözetleyenlerden böylece kurtulunca bir süre dinlendiler. Nefer, "Göstereceğimiz her çaba bize pahalıya
mal olacak," diye arkadaşlarını uyardı. "Daha saatlerce içecek suyumuz olmayacak."
Sıcakta soluk soluğa yatarken asker ve araba sesleri duymayı endişeyle bekliyorlardı. Mintaka hepsinin
içindeki korkuyu seslendirdi. "Trok'un karşıya geçiş yerini bulup ortalık kararmadan tepemize binmemesi
için bütün tanrılara dua edin."
Biraz toparlandıktan sonra Nefer, aradaki kum tepesinin koruması altında onlara batak kumlar vadisine
paralel bir yol izletti. Sadece kısa bir yol gittiler, ama sıcakta bu kadar bir çaba bile onları tüketti. Sinir
bozucu sarı sisin içinde bir kez daha dinlenmeye hazırlandılar. Ama çok fazla beklemelerine lüzum
kalmadı, karanlık çok geçmeden onları koynuna aldı.
Ne yazık ki gece onları rahatlatmadı. Tekrar kum tepesinin doruğuna tırmandılar. Aşağılarında vadinin
öbür yanındaki ateşleri görüyorlardı. Alevler, Hiksos kampının planını seçmelerine ancak yetecek kadar
ışık veriyordu.
-283-
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 229

r
Düşman arabaları ortası boş bir karenin etrafına dizilmişler, atların başlan tekerleklere bağlanmıştı. İki
nöbetçi ateşlerin yanında oturuyor, adamların kalan kısmı ise arabaların arasındaki boş alanda hasırlarının
üstünde yatıyorlardı.
Nefer, "Bizim doğu yönünde uzaklaştığımızı gördüler. Hâlâ o yöne gittiğimizi düşünüp dikkatlerini
gevşettiklerini ümit edelim," dedi ve adamlarını tepenin yüzünden kayarak indirdi. Kampın iki, üç yüz
metre berisinde vadinin tabanına indiler. Hareketlerini gözden gizlemek ve çıkarabilecekleri gürültüleri
boğmak için bu kadarı yeterliydi.
Yönlerini bulmak için kamp ateşlerinin ışıltısından yararlanarak ve karanlıkta yollarını kaybetmemek için
birbirlerinin koluna girerek batak kumların kıyısına kadar sokuldular.
Kalasları kumların üstüne indirerek yine kürek hareketleri yapmaya giriştiler. Bu tarz yolculuğa
alışmışlardı, kısa bir süre sonra da karşı kıyıya ulaştılar.
Birbirlerinden uzaklaşmamaya dikkat ederek kampa doğru süründüler ve ateşlerin ışık dairesinin hemen
dışına büzüldüler. İki nöbetçi dışında bütün kamp uyuyor görünüyordu. Atlar da sessizdiler, tek ses ise
alevlerin hafif ça-tırdısıydı. Nöbetçilerden biri birdenbire ayağa kalktı ve arkadaşının oturduğu yere
yürüdü. İkisi yavaşça konuşmaya başladılar. Nefer bu gecikmeye sinirlenmişti, tam Taita'dan yardım
isteyeceği sırada yaşlı adam ondan önce davrandı. Sopasını iki karaltıya doğru uzattı. Bir, iki dakikaya
kalmadan adamların sesi uykulu uykulu gelmeye başladı, sonunda uyanık kalan nöbetçi ayağa kalkıp
gerindi ve esnedi.
Sonra kendi ateşinin başına döndü ve kılıcı dizlerinin üstüne koyarak oturup rahatına baktı.
Taita sopasını hâlâ adama doğru uzatıyordu. Nöbetçinin başı en sonunda önüne düştü ve çenesi göğsüne
dayandı. Öteki ateşin olduğu yerden hafif bir horlama kulağa geliyordu. Adamların ikisi de derin bir
uykuya dalmışlardı.
Nefer, Hilto'yla Meren'e dokundu, ikisi de işini biliyordu. Taita'yla Minta-ka'yı ateşin ışığının kenarında
bırakarak öne süründüler.
Nefer en yakındaki nöbetçinin arkasına sokuldu. Kılıç kucağından kaymış, kumda yanında yatıyordu.
Nefer onu aldı ve aynı hareketi devam ettirerek tunçtan sapını adamın şakağına çarptı. Nöbetçi gık
demeden yere yıkıldı ve ateşinin yanında boylu boyunca uzanıp kaldı.
Nefer kılıcı elinde tutarak öbür ateşe baktı. Hilto'yla Meren de o nöbetçinin hakkından gelmişti; adam
uyuyan bir köpek gibi kıvrılmış, yatıyordu. Kılıcı
-284 -

Hilto'daydı. Üçü birden en yakın arabaya koştular. Kargılar hâlâ arabanın yanındaki mahfazalarındaydı.
Nefer bir tanesini yakaladı. Silah avucunda ağır, fakat huzur vericiydi. Derken atların biri hafifçe kişnedi
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abcli
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:07 am

ve toynağını yere çarptı. Nefer dondu kaldı. Bir an fark edilmediklerini sandı. Ama sonra arabaların
içinden uykulu bir ses, "Noosa sen misin? Uyanık mısın?" diye seslendi.
Bir asker sendeleyerek ateşin aydınlığının içinde belirdi. Hâlâ uyukluyordu, belindeki peştamal dışında
çıplaktı. Sağ elinde bir kılıç tutuyordu.
Durup Nefer'e aval aval baktı. "Kimsin sen?" Paniğin etkisiyle sesi yükseldi.
Meren kargıyı fırlattı. Kargı adamın tam göğsünün ortasına saplandı. Elini havaya atarak kumların üstüne
çöktü. Meren fırlayıp adamın düşen kılıcını kaptı. Üçü birden keçileri kaçırmış cinler gibi uluyarak araba
oklarının üzerinden atladılar ve araçların ortasındaki kareye kapağı attılar. Çığlıkları uyanmakta olan
adamları paniğe uğratmıştı. Bazıları silahlarını çekmeye bile fırsat bulamadan ele geçirilen kılıçlar öldürücü
bir ritmle kalkıp inmeye başladılar. Kılıçlar kana bulanmakta gecikmedi.
Düşmanların içinden yalnız bir tanesi kendini toparlayıp onlara doğru döndü. İri yarı biriydi, yaralı bir
aslan gibi kükreyerek onları geri püskürttü. Bu arada Nefer'in başına nişan almıştı. Nefer her ne kadar
bunu bertaraf ettiyse de yön değiştiren darbe kolunu omzuna kadar uyuşturdu. Kılıç sapının altından
kırılmıştı.
Nefer silahsız kalmıştı, hasmı da işini bitirmek için kılıcı onun başına doğru salladı. Ancak Taita
arkasındaki karanlığın içinden karşısına çıktı ve sopasını kafatasına çarptı. Adam yere yıkıldı, Nefer de
kılıcı yere düşmeden onun gevşemiş parmaklarının arasından aldı.
Dövüş sona ermişti. Hayatta kalanların beşi elleri başlarının üstünde, yere diz çökmüşler, Hilto'yla Meren
de tepelerine dikilmişti. Mintaka'yla Taita ateşleri canlandırdılar, alevlerin aydınlığında da askerlerin
üçünün öldüğünü, ikisinin ise ağır yaralı olduğunu gördüler.
Taita yaralıların yaralarını tedavi ederken, ötekiler de arabanın yedek ha-latlarıyla tutsakların elleriyle
ayaklarını bağladılar. Ancak bundan sonra su torbalarından kana kana su içtiler, ekmek torbasından
diledikleri kadar ekmek dilimi aldılar, buldukları yiyeceklerin arasından da kurutulmuş etten dilimler
kestiler.
Yiyip içmeleri sona ererken yeni bir gün doğuyordu. Yine tehdit dolu kırmızı bir şafaktı bu, sıcak ise
şimdiden boğucuydu. Nefer üç araba ve onları
-285-

çekecek en iyi atları seçti. Seçilmiş araçları askerlerin kişisel eşyası ve yedek silahların gerekenden fazlası
gibi gereksiz donanımdan arındırdı. Nefer istenmeyen atları da serbest bıraktı ve yüzlerinin önünde bir örtü
sallayarak dörtnala uzaklaşmalarını sağladı.
O ürkütücü şafağın kızıl ışığı her an kuvvetleniyordu, onlar da aceleyle arabalara bindiler. Yola
çıkacakları sırada Nefer elleri kolları bağlı tutsakların yanına yaklaştı.
"Sizler de bizim gibi Mısırh'sınız," dedi. "Arkadaşlarınızdan bazılarını öldürdüğümüz ve yaraladığımız için
çok üzgünüm. Bu bizim seçimimiz değildi, bize zevk de vermedi. Gaspçı Trok buna bizi mecbur etti."
Onu az daha öldüren iri yarı adamın yanına çömeldi. "Sen cesur bir adamsın. Günün birinde ortak
düşmana karşı yan yana savaşabilmemizi çok isterim."
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 231
Nefer'in eteği o otururkun yukarı sıyrılmıştı. Delikanlının sağ baldırına bakışı takılınca tutsağın gözü
yuvalarından fırladı.
"Firavun Nefer Seti öldü," dedi. "Sen niçin bacağında hükümdarın adını taşıyorsun?"
Nefer, Taita'nın uzun yıllar önce bacağında yaptığı dövmenin üstünde elini gezdirdi. "Bu benim hakkım,"
dedi. "Ben Firavun Nefer Seti'yim."
"Hayır! Hayır!" Tutsak savaş meydanında olmadığı kadar heyecanlı ve korkmuş gözüküyordu.
Mintaka arabadan atlayıp yanlarına geldi. Dostça bir tavırla adamla konuştu. "Benim kim olduğumu
biliyor musun?"
"Siz majesteleri Kraliçe Mintaka'sınız. Babanız benim tanrım ve komuta-nımdı. Onu çok severdim. Onun
için sizi de seviyor ve saygı duyuyorum."
Mintaka kamasını kınından çekti ve adamın iplerini kesti. "Evet," dedi. "Ben Mintaka'yım, bu da nişanlım
olan Firavun Nefer Seti. Bir gün mirasımızı talep etmek için Mısır'a döneceğiz ve ülkemizde barış ve
adalet içinde saltanat süreceğiz."
Nefer'le Mintaka ayağa kalkarak devam ettiler. "Silah arkadaşlarınıza şu mesajı verin. İnsanlara bizim
hayatta olduğumuzu ve Mısır'a döneceğimizi söyleyin."
Adam dizlerinin üstünde sürünerek yaklaştı ve Mintaka'nın ayaklarını öptü, sonra Nefer'in de yanına
süründü ve delikanlının ayaklarından birini alıp başının üstüne koydu.
-286-

"Sizin adamınızım," dedi. "Mesajınızı halka duyuracağım. Bize en kısa zamanda dönün kutsal Firavun."
Öbür tutsaklar da bağlılık ve sevgi yeminleriyle arkadaşlarına katıldılar. "Sana selam Firavun! Dileriz bin
yıl yaşar ve ülkeni yönetirsin!"
Nefer'le Mintaka ele geçirdikleri arabaya bindiler, serbest kalan tutsaklar da arkalarından, "Bak-her!
Bak-her!" diye bağırdılar.
Üç araç harap durumda kalan kamptan çıktı. Taita yük arabasında yalnız yol alıyordu. Medialıİştar'ın
oyunlarına en iyi o karşı koyabilir ve onlardan gizlenen doğru yolu ancak o keşfedebilirdi. Nefer'le
Mintaka onu izliyor, Hilto'yla Me-ren de kafilenin sonunu oluşturuyordu. Geldikleri yoldan geri dönmeye
giriştiler.
Kısa bir yol gitmişlerdi, batak kumlar vadisi ve kamp da hâlâ görünürdeydi ki Taita birden durup
arkasına baktı. Öbür iki araba da arkasında durdular. Nefer, "Ne var?" diye sorunca ihtiyar adam sus der
gibi elini kaldırdı. Karşı kıyıda Trok'un birliklerinin yaklaşmakta olduğu sessizlik içinde kulaklarına geldi.
Sonra kafilesinin başının, şafağın kızıllığının içinde uzaktaki kum tepelerinin arasından meydana çıktığını
gördüler.
Öndeki arabada yol alan Trok birden dizginleri çekip iştar'a bağırdı. "Seueth'in laneti başına yağsın,
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 232
Büyücü yine senden daha akıllı çıktı. Geri dönüp geride bıraktığımız arabaları ele geçireceklerini bilemedin
mi?"
İştar da, "Sen bunu niçin bilemedin peki?" diye ona hırladı. "Büyük komutan sensin."
Trok bu küstahlığına karşılık kırbacı dövmeli yüzünün ortasına şaklatmak için kolunu arkaya attıysa da,
Medialı'nın karanlık gözlerine bakınca kendini toparlayıp kolunu indirdi. "Şimdi ne olacak, İştar?
Kaçmalarına göz yumacak mısın?"
İştar, "izleyebilecekleri bir tek yol var, Zander ise iki yüz savaş arabasıyla o yoldan geliyor. Onları yine
kapana kıstırmış sayılırsın," diye belirtti. Trok'un yüzü vahşi bir gülümsemeyle aydınlandı. Hiddeti arasında
Zander tamamen aklından çıkmıştı.
İştar devam etti. "Güneş tamamen doğmuş sayılmaz. Kayaç köprüsünden tekrar geçip onları kovalamak
için önünde upuzun bir gün var. Kokuları burnumda. Ağımı üzerlerine savurup onları tutsak edecek ve
sadık bir köpek gibi seni dosdoğru avına götüreceğim."
Trok atlarını kırbaçladı ve arabasını bataklığın kıyısındaki sağlam kumların üstünde koşturdu. Karşı
kıyıdaki üç arabanın tam karşısındaydı. Hemen hemen inandırıcı olan bir kahkaha atmayı başardı.
-287-

"Bu yarıştan sizden çok daha fazla zevk alıyorum dostlarım. İntikam soğuk yenilince daha lezzetli olan bir
aş gibidir! Seueth şahidim olsun, bunun doya doya tadını çıkaracağım."
Mintaka da ona seslendi. "Tavşanını pişirmek için önce onu yakalamalısın."
"Yakalayacağım yakalayacağım. Sizi eğlendirecek bazı sürprizler hazırladığıma da emin olabilirsiniz."
Ama üç araba kum tepelerinin arasına sapınca adamın yüzündeki gülümseyiş silindi. Mintaka ona neşeyle
el salladı. Kızın amacının onu kızdırmak olduğunu bilmesine rağmen, Trok yine de fena halde sinirlendi.
Adamlarına, "Geriye!" diye bağırdı. "Köprüyü geçeceğiz."
Yollarına devam ederlerken Taita göğe giderek daha sık bakmaktaydı. Kükürt rengindeki bulutlar yer
üzüne yaklaştıkça yüzündeki ifade ciddileşmekte ve düşünceli bir hal almaktaydı.
Sabah ortasında atlara su vermek için durdukları sırada Hilto, "Hiç böyle bir gök görmemiştim. Belli ki
tanrılar öfkeli," dedi.
Doğru yolu hemen bulmaları çok garipti. Yanlış tarafa döndükleri çatal ağzı ta uzaktan görülebiliyordu.
Burasını işaretleyen yüksek taş yığınını gözden kaçırmış olmaları inanılır gibi değildi. O kadar çok ticaret
kervanının geçtiği Kızıldeniz yolu, Batak Kumlar Vadisi'ne giden patikadan çok daha fazla iz dolu ve
belirgindi.
Yol kavşağına yaklaşırlarken Nefer, "İştar gözlerimizi kör etmiş, ama bu kez o kadar kolay
aldatılmayacağız," diye mırıldandı. Sonra huzursuz şekilde göğe bakarak kötülüklere karşı benimsenmiş
işareti yaptı. "Tabii tanrılar yüzümüze gülerlerse."
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 233
İlerlerindeki toz bulutunu keskin savaşçı gözleriyle seçen Hilto oldu. Alçak bulutlu gök, onu yaklaştığışu
ana kadar gözden gizlemişti. Hilto, Taita'nın arabasının yanı başında yol alarak, "Büyücü! İlerimizde savaş
arabaları var, hem de çok kalabalıklar," diye ona bağırdı.
Arabaları durdurup ileriye baktılar. Toz bulutu sürekli bir hareket halindeydi.
Taita, "Ne kadar uzaktalar?" diye sordu.
"Yarım fersah ya da daha yakındalar."
"Trok'un arkasından gelen ikinci bir tümeni mi var sence?"

"Bunun, Hiksosların olağan taktiği olduğunu siz benden iyi bilirsiniz, Büyücü. Dammen Savaşı'nı
anımsamıyor musunuz? Apepi bizi nasıl iki tümeninin arasına sıkıştırmıştı, değil mi?"
Taita, "Onlar önümüzü kesmeden yol kavşağına ulaşabilir miyiz?" diye sordu. Hilto gözlerini kısarak
baktı.
"Belki. Ama çok sıkı bir yarış olacak."
Taita dönüp arkasına baktı. "Trok arkamıza düşmüştür bile. Artık geriye dönemeyiz."
"Yoldan ayrılıp kumlara girmemiz tam bir felaket olur. Düşmana izlemeleri için kusursuz bir iz bırakmış
oluruz. Zaten akşam olmadan atlar tükenir."
Mintaka, "Tevekkeli Trok bize gülmedi," diye acı acı söylendi.
Meren doğruladı. "Bir kez daha kapana kısıldık sayılır."
Nefer, "Acele etmeliyiz," dedi. "Onlardan önce yol kavşağına ulaşıp ana yola devam etmeliyiz. Tek
kurtuluş umudumuz bu."
Hilto, "Atları gebertmek pahasına da olsa hız yapmalıyız."
Üç araba yan yana ileri atıldılar. Arabalar yoldaki tekerlek izlerine girip çıktıkça sarsılıyorlardı, ama atlar
iyi gidiyorlardı. Onlar koştukça İlerlerindeki toz bulutu daha ürkütücü bir görünüm alıyordu. Taş yığını da
sanki bir türlü yaklaşmıyordu.
Düşman tümeninin ilk arabaları tozla o korkunç sarı ışık tarafından yarı yarıya karartılarak ortaya
çıktıklarında onlar kavşağa hâlâ yüz elli, iki yüz metre uzaklıktaydılar.
Hiksoslar kendilerine doğru yarıştığını gördükleri üç savaş arabasının kimliğinden emin değillermiş gibi bir
an durdular, ama sonra kaçaklara doğru tekrar harekete geçtiler.
Taita atları son bir kere daha hızlandırmaya çalıştıysa da hayvanların yorgunluğa yenik düşmek üzere
olduklarını hissediyordu.
Son ana kadar dayandılar, ama düşman dolu dizgin üzerlerine geliyordu. Böylece, yol kavşağına onlardan
önce ulaşamayacakları yavaş yavaş belli oluyordu. Taita sonunda yumruğunu kaldırarak durmalarını
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 234
emretti. "Yeter!" diye bağırdı. "Bu yarışı asla kazanamayız."
Patikanın orta yerinde durdular. Atlar ter içindeydi ve soluk soluğaydılar. Kaçaklar yüzlerine bulaşmı
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:08 am

Patikanın orta yerinde durdular. Atlar ter içindeydi ve soluk soluğaydılar. Kaçaklar yüzlerine bulaşmış
tozun altında sapsarıydılar, gözlerinde ise sadece umutsuzluk okunuyordu.
Hilto, "Şimdi ne tarafa, Firavun?" diye bağırdı. Adamlar daha şimdiden Nefer'in önderliğine başvurmaya
başlamışlardı.

-289-
Büyücüler Kralı / F: 19


"Bizim için yalnız bir tek yol açık. Geldiğimiz yoldan geri döneceğiz." Bundan sonra onu ancak
Mintaka'nın duyabileceği kadar alçak sesle konuştu. "Böylece Trok'un avucuna düşeriz. Ama onunla
hesaplaşmak için bu sayede son bir şansımız olur."
Taita başıyla onayladı ve arabasına U dönüşü yaptıranların ilki oldu. Onları batak kumlara geri
götürüyordu. Öbürleri de tornistan ederek arkasında bıraktığı tozu izlediler. Toz önceleri kovalayanları
gözden gizliyordu, ama sonra ani bir sıcak esinti tozu bir an için yana savurdu, böylece daha şimdiden
mesafe kaybettiklerini gördüler.
Hızla ileri atıldılar, ama Nefer atlarının kuvvetten düşmeye başladıklarını fark ediyordu. Adımları
ağırlaşıyor, bacakları çökmenin eşiğinde gözüküyordu. Nefer her şeyin bitmesinin yakın olduğunu anladı
Bir kolunu Mintaka'nın beline dolayarak, "Seni daha ilk gördüğüm an sevdim. Ve sonsuza kadar sevmeye
devam edeceğim," dedi.
"Eğer beni gerçekten seviyorsan, Trok'un eline geçmeme asla izin vermeyeceksin. Sonunda, bana olan
aşkını kanıtlamanın yolu olacak bu."
Nefer şaşkın halde dönerek genç kıza baktı. "Anlamıyorum," demesi üzerine, Mintaka delikanlının
yanında asılı kılıca dokundu.
"Hayır!" Nefer bu sözü adeta bağırarak söylemişti. Kızı tüm kuvvetiyle kollarının arasında sıktı.
"Bunu benim için yapmalısın, aşkım. Beni Trok'a geri veremezsin. Kendim yapmaya cesaretim olmadığına
göre, benim için senin güçlü olman gerek." "Yapamam," diye haykırdı Nefer. "Her şey çabuk ve acısız
olup bitecek. Oysa öbür şık..." Nefer öylesine perişandı ki ansızın duran Taita'nın arabasına az daha
tosluyordu. Taita ilersini işaret ediyordu.
Trok oradaydı. Adamın kafilesinin başındaki ayıdan farksız siluetini bulundukları noktadan bile
görebiliyorlardı. Doğru üzerlerine geliyordu. Arkaya bakınca öbür düşmanın da eş bir hızla arkadan
yaklaştığını fark ettiler.
"Son Lir dövüş bizi bekliyor!" Hilto kınının içindeki kılıcı çekmeye hazırlandı. "İlki en kötüsü. İkincisi de
öyle. Sonuncusu da bütün oyunun en iyisi." Kızıl Yol'un deyişlerinden biriydi bu, Hilto da onu gerçek bir
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 235
hevesle söyledi.
Taita safra renkli göğe bakarken başka bir sıcak esinti, gümüş renkli otların arasından esen rüzgâr gibi
saçlarını dalgalandırdı.
Mintaka, Nefer'in kolunu çekti. "Söz ver bana!" diye fısıldadı. Delikanlının gözleri yaşlarla doldu.
290

"Söz veriyorum," dediyse de kelimeler ağzıyla boğazını ateş gibi yaktı. "Sonra Trok'u şu ellerimle
öldüreceğim. Bunu da yaptıktan sonra karanlık yolculukta sana yetişeceğim."
Taita sesini yükseltmediyse de söylediklerini hepsi net olarak duyabildiler. "Şu taraftan. Tekerlek izlerime
dikkat edin ve onlarışaşmadan izleyin."
Bundan sonra ihtiyar adamın atlarını patikayla dik açı oluşturan kumların içine, yer değiştiren kum
tepelerinin arasına sürdüğünü şaşırarak gördüler. Nefer onun anında tekerlek poyralarına kadar kumların
içine batmasını bekliyordu, ama Taita her nasılsa yumuşak yüzeyin altında katı bir kabuk bulmuş olacaktı.
Sağlam bir gidiş tutturmuştu. Ötekiler bunun son bir çaresiz girişim olduğunu bile bile onu yakından
izlediler.
Arkasına bakan Nefer doğudan ve batıdan gelerek onları izlemek üzere buluşan iki düşman tümeninin
kaldırdığı iki toz bulutunu görebiliyordu. Üç arabanın patikadan ayrıldıkları noktaya gelince, kaçakların
arkalarında bıraktıkları izleri görmemelerinin en küçük bir şansı yoktu. Tabii Taita bir büyü yapıp onları
İştar'ın gözünden gizlemediği takdirde, ama bu da pek zavallı bir umuttu. İştar böylesine sıradan oyunlara
kanacak türden bir büyücü olmadığını kanıtlamıştı. Zaten Trok da patikadan saptıklarını kendi gözleriyle
görmüş olmalıydı.
Ancak Nefer tekrar ileriye bakınca Taita'nın sağ elinde Lostris'in Tılsımı'nı tuttuğunu, bileğine de Bay'ın
armağanı olan gerdanlığı dolamış olduğunu gördü. Onları kovalayanlara bakmıyordu ihtiyar adam. Yüzü
tehdit dolu göğe çevriliydi, yüzünde de derin bir huşu okunuyordu.
Durumlarının tüm umutsuzluğuna karşın Nefer yüreğinde mantıksız bir umut kıvılcımı hissetti. Bay'ın
armağanının ihtiyar adamın esasen çok büyük olan gücünü anlaşılmaz şekilde daha da artırdığını fark
ediyordu. Mintaka'ya, "Ta-ita'ya baksana," diye fısıldadı. "Belki de sonumuz daha gelmemiştir. Oyunun
sonucu belli olmadan önce bao taşlarını belki son bir kez daha sürebiliriz."
Trok patikada dörtnala yol alarak üç arabanın yana sapıp kum tepelerinin arasına yöneldiklerini gördüğü
noktaya vardı. Arabaların kumda bıraktıkları izler o kadar derindi ki bir tek tekerlek çifti tarafından
açılmış olsalar bu kadar olurdu. Tam o sırada Zander ikinci kafilenin başında karşı yönden yetişti.
Trok, "Aferin! Avı bu yana saptırdın. Artık elimizdeler," diye ona bağırdı.
-291 -

Zander de bağırarak yanıt verdi. "Güzel bir kovalamaca oldu. Şimdi ne yapmamı istiyorsunuz?"
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 236
"Yine artçı konumunu al. Dörtlü bir kafile halinde. Sonra beni izle." Trok kaçakları izlemek için yana
saptı, iki savaş arabası tümeni de onu izledi. İleriye bakınca, Taita'yla küçük kafilesinin dorukları mor ve
mavi renkli yüksek kum tepelerinin oluşturduğu huniye benzer geçidin içinde gözden kayboldu- ' ğunu
gördü. Tepelerin arası karanlıktı ve alçalan göğün altında gölgelere boğulmuştu. Trok daha yüz metre
ilerlemişti ki kafilenin yandaki arabaları yumuşak kuma battı. Taita'nın niçin tek sıra halinde ilerlediğini
şimdi anlıyordu. Toprak sadece patikanın ortasında bir tek arabayı taşıyabilecek kadar sertti.
"Tek sıra halinde ileri!" Trok kuvvetlerinin düzenini değiştirdi. "İzimden ayrılmayın!"
Trok'un arkasından bilinmeyen arazide ilerleyen birleşik iki tümen yarım fersahlık bir uzunluktaydı.
Askerler yanlarında kule gibi yükselen kum duvarlarına ve tepelerindeki çirkin göğe giderek artan bir
tedirginlikle bakmaktaydılar. Trok atlarını gelırkenki öldürücü hızı sürdürmeye zorlayamıyordu, hayvanlar
yürüyüş temposuyla ilerliyorlardışimdi. Trok, Taita tarafından bırakılan izlere baktıkça, Büyücü'nün de
yavaşladığını fark edebiliyordu.
Bu şekilde yarım fersah ilerlemelerinden sonra önlerindeki arazinin yapısı birdenbire değişti. Yumuşak
kum dalgalarının arasından karanlık bir kaya adası yükselmekteydi. Kum tepelerinin okyanusvari
dalgalarının arasında kaybolmuş küçük bir tekneye benziyordu bu. Yanlan binlerce yılın kum yüklü
aşındırıcı rüzgârları tarafından oyulmuş ve delik deşik edilmişti, fakat doruk bir masal ejderhasının dişleri
kadar keskindi.
Dorukta uzaktan küçücük gözüken biri vardı. Korkunç ışıkta bir miğfer gibi ışıldayan gümüş renkli gür
saçları ve zayıf ve uzun yapısıyla tanınmaması olanaksız olan biriydi bu.
Trok, İştar'a, "Büyücü bu," diye sırıttı. "Kayaların arasına sığınmışlar. Dilerim, bizimle orada çarpışmaya
kalkarlar." Borazancısına seslendi. "Savaş borusunu çal."
İlerdeki kaya kütlesini görünce Nefer'le Mıntaka'nın ikisi de pek şaşırdılar. Mintaka, "Taita bunun burada
olduğunu biliyor muydu?" diye sordu. Nefer, "Nasıl bilecekti ki?" diye karşılık verdi.

"Bir keresinde bana onun her şeyi bildiğini söylemiştin." Mintaka'nın bu çıkışı Nefer'i susturdu. Duyduğu
güvensizliği belli etmemek için arkasına baktı. Onları kovalayanların kaldırdıkları tozlar hemen
arkalarmdaydı ve yükselerek güneşsiz göğün sarı parıltısına karışıyordu.
"Bilip bilmemesinin bize ne gibi bir yararı dokunur ki?" diye söylendi. "Bu kayaları kısa bir süre
savunabiliriz, ama Trok'un yüzlerce adamı var. Artık her şeyin sonu geldi." Yanındaki demire asılı su
torbasına dokundu. Hemen hemen boşalmıştı, kalan su atları bir gün bile yaşatmaya yetmezdi.
Mintaka, "Taita'ya güvenmek zorundayız," deyince delikanlı acı acı güldü.
"Bana kalırsa tanrılar bizi terk ettiler. Taita'dan başka kime güvenebiliriz zaten?"
Güçlükle yürüyen atlarla ilerlemeye devam ettiler. Arkalarında kovalayanlardan onlara kadar ulaşan hafif
sesleri duyabiliyorlardı. Subaylar erlerine düz hattan ayrılmamalarını haykırıyor, gevşek donanımların
şıngırtısı ve kuru tekerlek poyralarının gıcırtısıyla iniltisi kulaklarına geliyordu.
En sonunda siyah ve sarı renkli kaya dağının eteğine geldiler. En az otuz metre yüksekliğindeydi, birikmiş
ısı da üzerinden şenlik ateşi gibi yansıyordu. Bir tek bitki bile bu yüzeyde kendine bir tutanak bulamamıştı,
ama rüzgâr kaya yüzeylerinde kesikler ve çatlaklar oymuştu.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 237
Taita, "Arabaları kaya duvarına yaklaştırın," diye emretti, kafiledekiler de itaat ettiler. Taita kendi
arabasını kaya yüzünün açısının öbür yanına geçirerek arkadaşlarına örnek oldu. Burada dikey yanları
kaya yığınını bıçak gibi kesmiş derin bir yarık vardı.
"Bu taraftan." Taita onları derin dikey yarığın kumlu zemininin üstünde gidebilecekleri kadar ilerletti.
"Şimdi de atları yatırın," dedi.
Bütün süvari birliklerinin atları bu numarayı yapmak üzere eğitilmişlerdi. Sürücülerinin zorlaması üzerine
dizlerinin üstüne çöktüler, sonra da homurdanarak ve poflayarak yarığın zemininin üstünde yan yattılar.
Taita, "işte böyle!" dedi. Arabasından bir örtü getirmişti. Bundan yırtılan şeritlerle sakin ve uysal olmaları
için atların gözlerini bağladı. Sonra bir kargıyı gevşek toprağa derinlemesine sapladı ve bunu atların sargılı
başlarını bağlamak ve tekrar kalkmalarını önlemek için bir tür gemi demiri gibi kullandı. Ötekiler de aynı
şeyi yaptılar.
"Şimdi de suyun kalanını getirin. Atlara son bir kere içirmeye yetecek kadar su olmayışı çok yazık, ama
ne çare ki her damlaya bizim ihtiyacımız var."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:08 am

İhtiyar, varlığını önceden bilmiş gibi adamlarını yardaki sığ bir çıkıntının altına götürdü. Çıkıntının altı o
kadar basıktı ki buraya girmek isteyen, elleriyle dizlerinin üstünde yürümek zorunda kalacaktı.
"Burasının ağzını örmek için yardaki gevşek taşları kullanın."
"Birzareba1"' duvarı ha?" Nefer şaşkındı. "Bu yeri savunamayız ki. Bir kere bu aralığa girdik mi değil kılıç
sallamak, ayakta bile duramayız."
"Tartışacak vakit yok." Taita delikanlıya sert sert baktı. "Dediğimi yapın."
Nefer, Mintaka hesabına duyduğu korkudan gergindi, üstelik son günlerde yaşadığı güçlükler nedeniyle
çok da yorgundu. O da Taita'ya sert sert baktı. Öbürleri onları merakla izliyorlardı: genç boğa yaşlısına
meydan okuyordu. Saniyeler böylece geçerken Nefer birden akılsızlığını anladı. Bu durumda onları yalnız
bir tek kişi kurtarabilirdi. Boyun eğdi. Eğilip taş yığınından irice bir kaya parçası alarak onunla basık
mağaraya doğru sendeledi. Bunu uygun bir konuma yerleştirdikten sonra bir ikincisini almaya koştu.
Öbürleri de bu çalışmaya katıldılar. Mintaka bile payına düşen kaya parçalarını taşıdı. Yapay duvarın
arkasındaki ine kapandıkları sırada genç kızın elleri berelenmiş ve sıyrılmıştı.
Büyücü'yle arasında geçen tartışmadan dolayı içerleme duygusunu hâlâ yenememiş olan Nefer, "Şimdi ne
yapıyoruz?" diye gergin bir tavırla sordu.
"İç," dedi Taita.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 238
Nefer deri torbadaki suyu bir deri kaba boşalttı ve Mintaka'ya uzattı. Genç kız sudan birkaç yudum
aldıktan sonra kabı Taita'ya geçirmek istedi.
İhtiyar adam, "iç, kana kana iç," dedi.
Hepsi midelerinin alabildiği kadar su içtikten sonra Nefer yine Taita'ya döndü. "Ya şimdi?"
Taita, "Burada bekle," dedi ve uzun sopasını alarak tepenin kertikli duvarına tırmanmaya koyuldu.
Nefer onun arkasından, "Bu zareba'dan amaç nedir? Neye yarayacak?" diye seslendi.
Taita onların dokuz, on metre yukarsındaki raf gibi dar bir çıkıntının üstünde durarak aşağıya baktı.
"Zamanı gelince majesteleri görecekler," dedi ve tırmanmaya devam etti.
" Zareba: Etrafı dikenli çitle çevrilmiş yer. Sudan'da bir köyü ya da kampı korumak için bina edilir. Aynı
zamanda askeri bir savunma hattı.
-294-

"Bir gizlenme yeri mi olacak? Ya da belki bir mezar mı?" Taita, Nefer'in bu alaylı sözlerine bir karşılıkta
bulunmaya lüzum b,le görmedi.
Tepenin zirvesine varana kadar durup dinlenmeden tırmanmayı sürdürdü. Orada durarak Trok'un
geleceği yöne bakışını dikti.
Tepenin eteğindeki çukura sığınmış küçük grup onu merakla izliyordu. Kimi şaşkındı, kimi umutlanmıştı,
bir tanesi ise hâlâ öfkeliydi.
Nefer birden toparlandı. "Kargıları ve kalan silahları arabalardan getirin. Kendimizi savunmaya hazır
olmamız gerekir." Kendisi de arabaları bıraktıkları yere koştu. Bir kucak dolusu kargıyla geri döndü, aynı
şekilde yüklenmiş olan Meren'le Hilto da onu izlediler.
Mintaka'ya, "Taita ne yapıyor?" diye sordu ve parmağıyla doruğu işaret etti. "Baksana, kımıldamamış
bile."
Silahları bir kenara yığıp derme çatma barınağın ağzına yerleştiler. Bütün gözler yine Taita'ya çevrilmişti.
O kükürt renkli korkunç gök fonunun önünde bir siluetti. Kimse konuşmuyor, kimse kımıldamıyordu. Ta
ki onlara dehşet duyuran o sesi tekrar işitene kadar. Araba tekerleklerinin, yüzlerce arabanın
tekerleklerinin o hafif takırtı-sıyla cıyaklamasını, kâh kum tepeleri tarafından boğulan, kâh yansıttığı tehdit
net olarak duyulabilen erkek seslerini dinlemek için başlarını çevirdiler.
Taita her iki kolunu ağır ağır kaldırdı ve göğe çevirdi. Bütün gözler bu hareketi izlediler. Taita'nın sağ
elinde sopası, solunda ise Lostris'in Tılsımı vardı. Bay'ın armağanını ise boynunda taşıyordu.
Hilto, "Şimdi ne yapıyor?" diye huşu dolu bir sesle sordu. Ona kimse yanıt vermedi.
Taita kayadan yontulmuş kadar hareketsiz duruyordu. Başını arkaya atmıştı. Saçları omuzlarının üstünde
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 239
bir gümüş yığınıydı. Belindeki kemer, entarisinin eteklerini yukarı sıyırdığından sıska baldırları ortada
kalmıştı. Bir yere tünemiş ihtiyar bir kuşa benziyordu.
Gökte alçak bulutlar kıpır kıpırdı. Işık da değişkendi. Gizli güneş daha yoğun örtülünce kayboluyor,
bulutlar incelip buharlaşınca birden canlanıyordu.
Taita hâlâ kımıldamıyordu. Sopası göklerin gebe karnına yönelmişti. Yaklaşan tümenlerin sesi daha da
belirginleşti. Sonra birden koç borularının öttüğü duyuldu.
Mintaka, "Bu savaş çağrısıdır. Trok, Taita'yı gördü," dedi yavaşça.
Trok borazancısına bağırdı: "ilerleme borusunu çal!" Fakat bu savaş çağrısı sanki boş çölle öfkeli gökler
tarafından yutulmuştu.
-295-

Medialı iştar, "Bekle!" dedi. Kayaların tepesindeki Taita'nın küçük siluetini gözlüyordu. "Bekle dedim!"
Trok, "Ne var?" diye sordu.
İştar, gözlerini Büyücü'den ayırmadan, "Henüz kestiremiyorum, ama her neyse çok kapsamlı ve güçlü,"
dedi.
Kafile durmuştu. Adamların hepsi doruktaki siluete huşu içinde bakıyordu. Çöle korkunç bir sessizlik
çökmüştü . Hiçbir ses yoktu. Atlar bile sessiz-leşmişlerdi, donanımdan en küçük bir takırtı veya şıngırtı
kulağa gelmiyordu.
Yalnızca gök hareket ediyordu. Büyücü'nün başının yukarsında bir burgaç, tüten bulutlardan bir dönme
dolap oluştu. Derken burgacın tam ortası uyanan bir canavarın tek gözü gibi açılıverdi. Tanrısal gözden
göz kamaştırıcı bir güneş ışığı fışkırdı.
iştar, "Horus'un gözü!" diye soludu. "Tanrfyı çağırdı." Medialı korunma işaretini yaptı; Trok onun yanında
batıl inançlardan doğan dehşet duygusunun etkisiyle taş kesilmişti.
Göz kamaştırıcı ışık sütunu doruğa çarptı ve Büyücü'nün siluetini bir şimşeğin yapacağı gibi aydınlattı.
Başının etrafında da gümüş renkli ışıktan bir hale oluşturdu.
Taita uzun sopasıyla ağır bir dairesel hareket yapınca, Hiksoslu araba sürücüleri kırbaçlanan köpekler
gibi korkudan sindiler.
Bulutlar daha da açıldı. Gökyüzü berraktı. Güneş ışığı kum tepelerinin üstünde dans ediyordu. Cilalanmış
bir tunç levha gibi gözlerine yansıyarak onları adeta kör etti. Adamlar gözlerini garip parıltıdan korumak
için kalkanlarını veya ellerini kaldırdılar, fakat seslerini çıkartmıyorlardı.
Dorukta Taita sopasıyla bir daire daha çizdi. Ve en sonunda bir ses duyuldu. Önce bir âşığın içini çekişi
kadar yumuşaktı ve sanki göklerden fışkırıyordu. Adamlar, sesin kaynağını araştırır gibi merakla
etraflarına bakmıyorlardı.
Taita bir kez daha aynı hareketi tekrarladı, iç çekiş de bir uğultuya, yumuşak bir ıslığa dönüştü. Ses
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 240
doğudan geliyordu. Bütün başlar yavaş yavaş o yöne çevrildi.
O garip, bulutsuz parlaklığın içinden onun geldiğini gördüler. Yeryüzünden göğün doruğuna kadar
yükselen boz renkli, sağlam bir duvardı bu.
"Hamsin!" Trok korkulu kelimeyi fısıldadı.
Kum duvarı büyük bir kararlılıkla üzerlerine yürüyordu. Canlı bir yaratık gibi dalgalanıyor ve kıpır kıpır
oynuyordu. Sesi de değişmişti. Fısıltı giderek hızlanan bir ulumaya, iblisin sesine dönüştü.
-296-

"Hamsin!" Kelime arabadan arabaya bağrılarak duyuruldu. Artık savaşmaya aç savaşçılar değil,
insanların, kentlerin ve uygarlıkların bu yok edicisinin, dünyaların bu yamyamının karşısında dehşet içindeki
küçük yaratıklardı.
Araba kafilesi düzenini kaybetmiş, sürücülerin atlarını kırbaçlayıp kum duvarından kaçmaya çalışırken
parçalara bölünmüştü.
Sert zeminli dar patikadan ayrıldıkları anda kum, arabalarının tekerleklerini emmeye başladı. Adamlar
araba sahanlıklarından atladılar ve koşum takımlarına bağlı atlarla arabalarını terk ettiler. Atlar içgüdüsel
olarak tehlikeyi sezdiler ve bir yandan şaha kalkıp acı acı kişnerken koşumlarından kurtulup kaçmaya
çalıştılar.
Hamsin acımasız olarak üzerlerine çullanmak üzereydi. Sesi ulumadan kükremeye dönüştü. Adamlar
önünde mantıksız bir panik halinde kaçmaya çalışıyorlardı. Ayakları kayınca gevşek kumların içine
yuvarlanıyorlar, zorlukla ayağa kalkıp kaçmaya devam ediyorlardı. Arkaya bakınca büyük fırtınanın
çıldıran bir canavar gibi kendi etrafında dönerek ve kum duvarları kaldırarak artan bir hızla yaklaştığını
görüyorlardı. Güneş ışığının üzerlerine vurduğu yerlerde tunç renginde, kendi dağ gibi yüksekliklerinin
gölgesinde kaldıkları yerlerde de karanlık ve boz renkliydiler.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:09 am

Taita kollarını ve sopasını uzatmış, duruyor, altındaki ordunun kumların altında kalışını seyrediyordu.
Trok'la İştar'ın güneş ışığında birer heykel gibi dönüp kaldıklarını gördü. Sonra fırtına onlara ulaşınca,
onlar ve bütün adamları, arabaları ve atları hamsin'ln dönüp duran dalgalarının arasında kayboldular.
Taita kollarını aşağı indirdi, canavara arkasını döndü ve hiç de acele etmeden tepenin yamacını indi. Uzun
bacaklarıyla güç yerlerin üzerinden aşıyor, bir çıkıntıdan ötekine geçerken sopasından kuvvet alıyordu.
Nefer'le Mintaka tepenin eteğinde el ele duruyorlardı. Onu şaşkın halde karşıladılar. "Fırtınayı sen mi
çağırdın?" diye sorarken Mintaka'nın gözlerinde inanamıyormuş gibi bir hali vardı.
Taita, "Son günlerde hazırlanıyordu," dedi. Yüzü ifadesiz, sesi çift anlamlıydı. "Sıcağı ve iç karartıcı sarı
sisleri hepiniz fark ettiniz."
"Hayır," dedi Nefer. "Doğanın değil, senin marifetin bu. Sen bildin ve anladın. Fırtınayı çağırdın. Ben ise
senden şüphe etmiştim."
Taita, "Barınağa girin," dedi. "Hamsin birazdan bize yetişecek." Sesi fırtınanın ahenksiz uğultusunun içinde
kaybolmuştu. Mintaka öne geçip kaba saba duvardaki aralıktan geçerek dar ve alçak mağaraya girdi.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 241
Öbürleri de onu
-297-

«
izleyerek ufacık barınakta sıkıştılar. Hilto içeri girmeden önce hemen hemen boşalmış su torbalarını
içeriye uzattı.
Sonunda yalnız Taita barınağın dışında kalmıştı. Fırtına kendi eseriymiş gibi bir ifade vardı yüzünde.
Hamsin etraflarındaki kayayı titreten ve sarsan bir kuvvetle darbeyi indirdi. Bu arada uzun boyuyla Taita
da gözden silinmişti. Boranın ilk darbesi sadece birkaç saniye sürdü, ama geçtiğinde Taita hâlâ orada
büyük bir huzur ve sükûnet içinde duruyordu. Fırtına kükreyerek yeni bir saldırıya geçti ve bütün dehşetli
görkemiyle üzerlerine indi. Taita ancak o zaman aralıktan içeri girdi ve iç duvara arkasını vererek oturdu.
"Aralığı kapatın," dedi, Meren'le Hilto da el altında bıraktıkları kaya parçalarıyla girişi tıkadılar.
Taita, "Başlarınızı örtün," dedi ve kendisi de başındaki örti' le yüzünü örttü. Devam etti. "Gözlerinizi de
kapalı tutun, yoksa görme yetinizi kaybedersiniz. Ağzınızdan ağır ağır soluk alın, aksi halde kumun içinde
boğulursunuz."
Fırtına o kadar müthişti ki ilk darbesi Trok'un arabasını yakaladı ve arabanın oku tarafından omurgaları
kırılırken acı acı haykıran atlarıyla birlikte arabayı top gibi yuvarladı.
Trok yere savrulmuştu. Zorlukla doğruldu, ama hemen arkasından fırtına onu tekrar yere yuvarladı.
Adam bütün kuvvetini kullanarak ayağa kalkmayı başardıysa yön duyusunu kaybetmişti. Gözlerini açmaya
kalkışınca içlerine kaçan kumdan görmez olduklarını fark etti. Hangi yöne baktığının, ne tarafa doğru
kaçması gerektiğinin bilincinde değildi. Fırtına kendi etrafında döndüğü için eş zamanlı olarak dört bir
yandan geliyor gibiydi. Trok tekrar gözlerini açmaya cesaret edemedi. Hamsin suratını kırbaçlıyor,
savrulan kumlar yanakla-rıyla dudaklarının derisini törpülüyordu. Sonunda yüzünü başının örtüsüyle
örtmek zorunda kaldı.
Trok kum ve rüzgâr burgacının içinde, "Kurtar beni!" diye bağırıyordu. "Kurtar beni, İştar! Kurtarırsan
seni aklından, hayalinden geçirmediğin zenginliklerle ödüllendiririm."
Kulakları sağır edici uğultunun arasında birisinin sesini duyması olanaksız görünüyordu. Derken iştar'ın
elini yakaladığını ve Trok'u dayanması için uyarmak amacıyla kuvvetle sıktığını fark etti.
Su gibi akan kuma dizlerine kadar batarak ileriye sendelediler. Bir ara bir engele ayağı takılan Trok,
iştar'la bağını kaybetti. Panik halinde aranınca ona
-298-

dengesini kaybettiren cisme dokundu ve bunun yan devrilerek terk edilmiş arabalardan biri olduğunu
anladı.
iştar'ın adını haykırarak sendeledi, iştar da onu sakalından yakalayarak sürükledi. Trok'un yüzü kumdan
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 242
tahriş olmuş, gözleri görmez olmuştu. Kumun içinde boğulmak üzereydi.
Dizlerinin üstüne düştü, iştar da onu tekrar çekip yukarı kaldırdı. Bu arada Trok'un sakalından bir tutam
elinde kalmıştı. Adam konuşmaya çalıştı, ama ağzını açınca kumun içine dolmasıyla tıkanır gibi oldu.
Ölmek üzere olduğunu, hiç kimsenin onları pençesine almış bu korkunç şeyin elinden kurtulup hayatta
kalamayacağını biliyordu.
Onları hiçbir yere götürmeyen bu işkenceli yolculuk sonsuza kadar sürecek gibi görünüyordu. Ama sonra
rüzgârın gücünün birden azaldığını hissetti. Bir an için fırtınanın onları bırakıp gittiğini sandı, ama uğultu
azalmamıştı, aksine hızlanır görünüyordu. Birbirlerini meyhaneden eve götürmeye çabalayan iki sarhoş gibi
sallanarak ve birbirlerine toslayarak ileriye doğru sendelediler.
Rüzgârın hızı buna rağmen düşüyordu. Trok bir an için iştar'ın bir büyü yapıp onları koruyan bir kalkan
oluşturduğunu sandı. Ama sonra bora şiddetinde ani bir esinti onu havalandırdı ve sakalını tutan iştar'ın
pençesinden kopardı. Bir kaya duvarına o kadar şiddetle çarptı ki köprücük kemiğinin kırıldığını hissetti.
Dizüstü düşerek annesinin göğsüne sarılmış bir bebek gibi kayaya yapıştı. İştar'ın onları nasıl buraya
getirdiğini ne biliyor ne de umursuyordu. Onun için önemli olan tek şey, tepelerindeki kaya duvarının
fırtınanın gücünü kısmen kırmasıydı. iştar'ın yanına çömelip tuniğini yukarı çektiğini ve başını örttüğünü
hissetti. Derken büyücü onu iterek kayanın siperine dümdüz yatırdı ve kendisi de yanına uzandı.
Nefer minik inin içinde Mintaka'nın yakınına süründü ve kızı kollarının arasına aldı. Onunla konuşmaya
çalıştıysa da ikisinin de başları bezlerle sarılıydı, rüzgâr da bütün sesleri bastırıyordu. Mintaka başını
sevgilisinin omzuna dayadı ve birbirlerine sarıldılar. Uğultulu karanlığın içine gömülmüşlerdi. Sağır ve dilsiz,
kör ve yarı yarıya boğulmuş durumda, içlerine çektikleri her sıcak soluğun bezin içinden süzülmesi ve talk
inceliğinde bir kumun dudaklarının arasından içeriye hücum etmemesi için ancak kesik kesik nefesler
almaları gerekiyordu.
-299-

Rüzgârın uğultusu çok geçmeden kulaklarını sağır etti ve bütün öbür duyularını da köreltti. Korkunç ses
durmadan veya hafiflemeden sürüyordu. Zamanın geçişini sadece kapalı göz kapaklarından içeriye sızan
ışık ve karanlık bilinciyle yarım yamalak ölçebiliyorlardı. Gündüzün gelişini sadece hafif bir pembemsi ışık
gösteriyordu, gece olunca bu pembelik eriyip yok oluyordu. Ona yapışmış olan Mıntaka'nın vücudu
olmasa delırebileceğini düşünüyordu Nefer.
Genç kız arada sırada onunkine yapışmış vücudunu kıpırdatıyor ve delikanlının kollarının baskısına kendi
kollarıyla yanıt veriyordu. Nefer belki arada uyuyordu, ama düş yoktu uykusunda , sadece hamsin'\n
kükremesi ve karanlık vardı.
Nefer yine uzun bir süreden sonra bacaklarını kımıldatmaya çalıştı, ama yapamadı. Vücudu üzerinde
kontrolünü kaybettiğini düşünerek bir an paniğe kapılacak oldu. Belki de kuvvetten düşmüştü ve
ölüyordu. Yine bütün gücünü kullanarak denedi ve ayaklarıyla ayak parmaklarını hareket ettirmeyi
başardı. Bunun üzerine zareba duvarının yarık ve çatlaklarının arasından süzülen kum tarafından
hareketsizleştirildiğini anladı. Kumlar şimdiden delikanlının beline kadar yükselmişti. Yavaşça diri diri
gömülmekteydiler. Bu sinsi ölümün düşüncesi delikanlının içini korkuyla doldurdu. Elleriyle bacaklarını
kımıldatmasına yetecek kadar kumu süpürdü, sonra aynışeyi Mintaka için de yaptı.
Kalabalık mağarada ötekilerin de aynı işi yaptıklarını hissediyordu. Kumu gen püskürtmeye çalışıyorlardı,
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 243
ama kum yine su gibi içeri sızıyordu. Dönüp duran yoğun toz bulutlarından üstlerine yağıyordu.
Fırtına da bir yandan azmayı sürdürüyordu.
Rüzgâr tam iki gün üç gece kesilmedi. Nefer bu süre içinde kumu ancak başıyla kollarını hareket
ettirecek kadar durdurmayı başardı, fakat belden aşağısı hapsolmuş durumdaydı. Üstelik kumu
atabileceği bir yer olmadığından kumlan kazıyıp kendini kurtarmak olanağından da yoksundu.
Bir elini uzatıp başının sadece birkaç santim yukarsındakı taş tavana dokundu. Parmaklarını üstünde
gezdirince kubbemsi olduğunu fark etti. Başları bu ufak boşluktaydı. Fakat kum mağaranın ağzını
tıkadığından daha fazla kum giremezdi. Ama Nefer fırtınanın hâlâ hiç durmamacasına kükrediğini
duyabiliyordu.
Bekledi. Zaman zaman yanında Mintaka'nın sessizce ağladığını duyabiliyor ve kollarını hafifçe bastırarak
onu avutmaya çalışıyordu. Mağarada onlarla hapsolmuş hava kokuşmakta ve bayatlamakta gecikmemişti.
Delikanlı bu pis havanın onları uzun zaman hayatta tutamayacağını düşünüyordu, ama ku-

mun arasından içeriye taze hava süzülüyor olmalıydı ki her soluğun büyük bir savaş gerektirmesine
rağmen hâlâ hayattaydılar.
Su torbalarında kalan suyun hemen hemen tamamını içtiler ve ancak dipte azıcık bir miktar bıraktılar.
Arkadan susuzluk geldi. Vücutlarını hareket ettirip nemlerini tüketemedikleri halde, kuru ve sıcak kumla
hava bunu içlerinden emiyordu. Nefer dilinin yavaş yavaş damağına yapışmakta olduğunu hissetti. Sonra
da şişmeye başladı, öyle ki zaten güç olan soluması ağzını dolduran kocaman süngersi cisim yüzünden
hemen hemen olanaksızlaştı.
Korkuyla susuzluk yüzünden zaman kavramını kaybetmiş gibiydi; ona yıllar geçmiş gibi geliyordu. Nefer
onu yavaş yavaş kavramakta olan uyuşukluktan sıyrıldı. Değişen bir şey olduğunu hissediyordu. Bunun ne
olduğunu anlamaya çalıştıysa da kafası uyuşmuştu ve onu yanıtsız bırakıyordu. Mintaka yanında hâlâ çok
hareketsizdi. Nefer korku içinde onun kolunu sıktı.
Karşılığında titremeden farksız çok hafif bir hareket hissetti. Mintaka hâlâ hayattaydı. İkisi de hayattaydı,
ama diri diri mezara girmiş gibiydiler ve vücutlarının ancak küçük bir kısmını oynatabiliyorlardı.
Nefer yine o karanlık uyuşukluğun, su düşlerinin, büyük nehrin, çağlayanların ve parlak derelerin serin
yeşilliğinin içine yuvarlanmakta olduğunu hissediyordu. Kendini karanlığın içinden sıyrılmaya zorladı ve
dinledi. Hiçbir şey duyamadı. Onu uyandıran bu olmuştu. Hiçbir ses yoktu. Ha/ns/n'in kükreyişi yerini
yoğun bir sessizliğe bırakmıştı. Bir daha açılmamak üzere kapatılmış bir mezarın sessizliği, diye düşündü
ve dehşet tüm gücüyle geri döndü.
Yine debelenmeye, kumun içinden sıyrılmak için savaş vermeye çalıştı. En sonunda sağ kolunu
kurtarmayı başardı, uzandı ve Mintaka'nın örtülü başını buldu. Kızın başını okşadı ve sessizlik içinde onun
inlediğini duydu. Konuşmaya, ona güven vermeye çalıştı, ama şişen dili bir tek kelimenin bile çıkmasına
izin vermiyordu. Bunun yerine kolunu uzatıp Mintaka'nın ötesinde oturan Hilto'ya dokunmaya çalıştı. Ama
eli hiçbir şeye değmedığıne göre Hılto ya gitmişti ya da kolunun uzanabildiği yerin ötesindeydi.
Bir süre dinlendi, sonra kendini tekrar toparlayarak mağaranın ağzının etrafındaki kumu temizlemeye
çalıştı. Ne çare ki kazıdıklarını koyabileceği pek az yer vardı. Kumu avuç avuç toplayarak minik
hücrelerinin bir oyuğuna sıkıştırdı. Çok geçmeden sağ kolunun uzanabildiği en uzak köşede çalışıyor,
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
Beyaz Melek
Administrator
Beyaz Melek


Mesaj Sayısı : 3485
Yaş : 57
Kayıt tarihi : 23/11/07

 BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BÜYÜCÜLER KRALI    BÜYÜCÜLER KRALI - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Kas. 11, 2016 10:09 am

kumlan tane tane kazıyordu. Umutsuz bir çabaydı bu, ama çabalamak zorunda olduğunu, aksi halde
umudunu tamamen yitireceğini biliyordu.

-301 -
300 -


Birden kumun parmaklarının arasından çağlayan gibi döküldüğünü ve başkası tarafından solunulmamış
taze bir havanın mağaraya sızdığını başını örten beze rağmen hissetti. Kapalı göz kapaklarının ardında da
hafif bir ışık parıltısı vardı. Bezi güçlükle yüzünden çekmeye çalıştı. Işık daha da kuvvetlendi, tatlı bir hava
ise kurumuş ağzına ve sancıyan akciğerlerine doldu. Yüzü örtüsünden kurtulunca araladığı gözleri ışıktan
kamaştı. Görüşü düzelince dışarıya başparmağıyla işaret parmağının çizebileceği bir daireden daha büyük
olmayan bir delik açtığını gördü. Ama bunun ötesine sessizlik hâkimdi. Fırtına dinmişti.
Büyük bir heyecan ve yepyeni bir umutla Mintaka'nın başını örten bezi çekti ve genç kızın taze havayı
soluduğunu duydu. Yine konuşmaya çalıştı, ama sesi bir kez daha ona ihanet etti. Kıpırdamaya, ağır
kumun ölümcül pençesinden kurtulmaya çalıştıysa da vücudu hâlâ koltukaltlarına kadar gömülü
durumdaydı.
Kalan tüm gücüyle kendini kurtarmak için savaştı. Fakat bu hareketler çok geçmeden gücünü tüketti.
Boğazı da yanıyor ve susuzluktan sancıyordu. O minik deliğin ötesindeki havayla ışık vaadi onunla adeta
alay ederken burada ölmenin ne kadar zalimce olacağını düşündü.
Bitkin bir halde yine gözlerini kapadı ve pes etti. Fakat ışıkta başka bir değişikliğin farkına vararak yine
gözlerini açtı. Delikten içeri girmiş bir elin ona doğru uzandığını gözlerine inanamayarak fark etti.
İhtiyarlığın esmer lekeleriyle kaplı ve kurumuş, ihtiyar bir eldi bu.
"Nefer!" O kadar garip, boğuk ve değişmiş bir ses duydu ki bunun Büyücü olduğundan bir an şüphe etti.
"Nefer, beni duyabiliyor musun?"
Nefer yanıt vermeye çalıştı, ama hâlâ konuşamıyordu. Uzanıp Taita'nın parmaklarına dokundu. İhtiyar
adamın parmakları da anında şaşılacak bir kuvvetle onun parmaklarına yapıştı.
"Dayan. Seni buradan çıkaracağız."
Nefer başka sesler de duyuyordu, susuzlukla çabadan dolayı zayıf, ama aynı zamanda kaba sesler.
Başka eller onu tutsak eden kumlan kazıdı, böylece sonunda onu yakalayıp kumun yumuşak ve karanlık
rahminden parlak gün ışığına çıkarabildiler.
Nefer en sonunda kaya duvarı onu doğururmuş gibi o dar yarıktan dışarı kayabilmişti. Arkasından
Hilto'yla Meren içeri uzanarak Mintaka'yı da yumuşak ve karanlık mezardan parlak gün ışığına çektiler.

Adamlar iki genci ayağa kaldırdılar ve bacaklarında kuvvet kalmadığı için tekrar düşmemeleri için öylece
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 245
tuttular. Nefer neden sonra silkinip onu tutan ellerden kurtuldu ve Mintaka'ya doğru atılarak genç kızı
sessizce kucakladı. Mintaka bir sıtma krizine tutulmuş gibi titriyordu. Delikanlı bir süre sonra sevgilisini
kendinden biraz uzaklaştırarak yüzünü dehşetle acımanın birbirine karıştığı bir bakışla süzdü. Mintaka'nın
saçları, kaşlarına bile yapışmış olan kumlardan bembeyazdı. Saçları derin mor çukurlara kaçmış,
dudakları da şişerek siyah bir renk almıştı. Konuşmaya çalıştığında alt dudağı çatladı ve yakut renginde bir
damla kan çenesine süzüldü.
Nefer sonunda, "Su," diyebildi. "Suya ihtiyacı var."
Dizlerinin üstüne düşerek hâlâ mağaranın ağzını tıkayan kumları panik halinde kazmaya başladı. Meren'le
Hilto da yanında çalışıyorlardı, çok geçmeden su torbasını açığa çıkardılar. Ancak içinde kalan azıcık
suyun büyük kısmı ya buharlaşmış ya da torbanın ezilmesiyle dışarı akmıştı. Geriye kalan miktar, adam
başına ancak bir, iki yudumdu, ama bu kadarı bile onları bir süre daha hayatta tutabilirdi. Nefer susuz
kalmış vücuduna kuvvetin geri gelmeye başladığını hissetti ve ilk kez etrafına bakındı.
Sabahın ortasıydı. Nefer hangi sabah olduğunu veya kaç gün kumların altında kaldıklarını bilmiyordu.
Hareketsiz havada hâlâ altın tozunu andıran ince kumdan bir sis vardı.
Delikanlı elini gözlerine siper ederek çöle baktı, fakat gördüklerini tanıyamadı. Arazi tamamen değişmişti:
bildiği kum tepeleri gitmiş, yerlerini biçimleri ve sıralanmaları farklı başkaları almıştı. Daha önce dağların
olduğu yerlerde vadiler, tepelerin olduğu yerlerde ise çukurlar vardı. Renkler bile değişmişti: morlarla
maviler yerlerini kırmızılara ve altın sarılarına bırakmışlardı.
Delikanlışaşkın halde Taita'ya baktı. Sopasına abanmış olan Büyücü de, o soluk ve eski, fakat yaşı
olmayan gözleriyle Nefer'e bakıyordu.
Nefer en sonunda konuşabildi. "Trok? Nerede?"
"Gömülü," dedi Taita. Onun da ateşe atılacak bir değnek gibi kuruduğunu ve onlarla aynı ıstırapları
çektiğini Nefer artık görebiliyordu.
Nefer kendi şiş ve kanayan ağzına dokunarak, "Su?" diye fısıldadı.
Taita, "Gel," dedi.
Nefer, Mintaka'yı elinden tuttu ve Büyücü'nün arkasından kızgın kumlara çıktılar. Susuzluk ve sıcağa
maruz kalmak en sonunda Taita'yı da vurmuştu. Ağır ağır ve kazık gibi yürüyordu. Ötekiler de arkasından
sendelediler.

-302-
-303-


Taita ayaklarının altında kayan yeni kum vadilerinde görünüşe bakılırsa hedefsiz gibi yürüyordu. Sopasını
önünde tutuyor, onunla yarım daireler çiziyordu. Bir veya iki kere yere diz çöktü ve toprağa alnıyla
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 246
dokundu.
Mintaka, "Ne yapıyor?" diye fısıldadı, içtikleri su ona destek olmaya yetmemişti ve tekrar zayıf düşmeye
başladığı görülüyordu. "Dua mı ediyor yoksa?" diye sordu.
Nefer sadece hayır der gibi başını salladı: gereksiz yere konuşarak zaten zayıf olan güçlerini tüketmek
istemiyordu. Taıta ağır ağır hareket ediyor, sopa-sıyla yerleri süpürmesiyle Nefer'e iş başındaki bir
yağmur kâhinini anımsatıyordu.
İhtiyar adam bir kez daha eğilip yüzünü toprağa yaklaştırdı. Nefer bu kez onu daha büyük bir dikkatle
izledi ve Taita'nın dua etmeyip sadece kumun yüzeyine yakın yerdeki havayı kokladığını gördü. Taita'nın
ne yaptığını birden anladı. Mintaka'ya, "Trok'un tümeninin kuma gömülmüş arabalarını arıyor," diye
fısıldadı. "Sopası yeraltında suyun yerini keşfeden bir asa görevi yapıyor, o da kumun altındaki çürümüş
cesetlerin kokusunu almaya çalışıyor."
Taita zorlukla doğruldu ve Hilto'ya başıyla işaret etti. "Şurayı kaz," diye emretti.
Hepsi o yana üşüştüler ve gevşek kumları avuçlamaya koyuldular. Fazla kazmaları gerekmedi. Bir kol
derinliğine inen elleri sert bir cisme dokununca çabalarını artırdılar. Kısa bir süre sonra yan yatmış olan bir
tekerlek çemberini ortaya çıkardılar. Birkaç dakikalık panik halindeki bir kazmadan sonra ellerinde bir su
torbası vardı. Ama ortaya çıkan bu su torbasına umutsuzluk içinde bakmaktan kendilerini alamadılar,
belki de araba devrildiği sırada torba patlamıştı. Tamamen kurumuştu ve onu çılgınca sıkmalarına rağmen
değerli sıvının bir tek damlasını bile bulamadılar.
"Bir tane daha olmalı." Nefer şişmiş kuru dudaklarının arasından konuşuyordu. "Daha derin kazın," dedi.
Adamlar kuvvetlerinin son katreleriyle kumlan umutsuzca kazmayı sürdürdüler, çukur derinleştikçe de
arabalara bağlı at leşlerinin pis kokusu daha kuvvetlendi ve daha mide bulandırıcı bir hal aldı. Onca
gündür o kavurucu sıcakta öylece yatıyorlardı.
Nefer birdenbire elini deliğin daha derinine soktu ve parmaklarının altında yumuşak ve esnek bir cisim
hissetti. Bunu sıkması üzerine suyun çağıltısını ve fışkırtısını hepsi duydular. Kalan kumları da süpürdü,
sonra ağzına kadar dolu deri torbayı hep birlikte çukurun içinden çıkardılar. Taita torbanın tıpasını

açıp suyu çukurun dibinde su torbasının yanında duran deri kovanın içine döktüğü sırada hepsi
susuzluktan homurdanıyor ve mırıldanıyordu.
Su kanla aynı ısıdaydı, ama Taita kovayı dudaklarına götürünce Mintaka gözlerini kapadı ve huşu
derecesine varan bir zevkle içmeye başladı.
Taita, "Önce pek fazla içme," diyerek kovayı aldı ve Nefer'e geçirdi. Hepsi içtikten sonra sıra tekrar
Mintaka'ya geldi ve kova bir tur daha tamamladı.
Taita bu arada aranmasına devam etmek için aralarından ayrılmıştı. Kısa bir süre sonra tekrar kazmaları
için adamlara seslendi.
Bu kez şans yüzlerine güldü; araba kuma daha az gömülüydü, üstelik su torbaları üç taneydi ve hiçbiri de
zarar görmemişti.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Page 247
Taita onlara, "Şimdi de atlar," deyince suçluluğun pençesinde bakıştılar. Telaşları arasında hayvanları
unutmuşlardı. Su torbalarını yüklenerek kumun içinde yarın dibine sürüklendiler.
Atları bağladıkları kuru dere tabanının hamsin'm tüm şiddetine hedef olmaması gerekirdi. Gömülü
arabanın donanımı arasında buldukları tahta belle kazmaya başlar başlamaz ilk atı aşağı yukarı hemen
buldular. Bununla beraber, leş kokusu neyle karşılaşacaklarını belli ediyordu. Zavallı hayvan ölmüş,
gazlardan karnışişmişti. Onu oracıkta bırakarak ikinci at için kumlan kazmaya başladılar.
Bu kez daha şanslıydılar. Buldukları hayvan, batak kumlarda ellerine geçirdikleri atların en uysalı ve en
güçlüsü olan bir kısraktı. Yaşamasına yaşıyordu, ama ölmesine ramak kalmıştı. Onu yere bağlayan yuları
kestılerse de hayvan yardımsız ayağa kalkamayacak kadar takatsizdi. Adamlar iki yanına geçerek onu
kaldırdılar. Kısrak son derece kuvvetsiz görünüyordu, titriyor, sendeliyordu ve tekrar devrilmek üzereydi,
ama Mintaka'nın önünde tuttuğu kovadan kana kana su içer içmez biraz toparlanır gibi oldu.
Adamlar bu arada öbür atları bulmak için kumları kazmaya devam ediyorlardı. İki tanesini daha
susuzluktan boğularak ölmüş buldular, ama sonraki iki at hayattaydı. Onlar da su içer içmez biraz
toparlandılar.
Adamlar Mintaka'yı durumları içler acısı olan üç hayvanın başında bırakarak saman bulmak için kumların
içinden çıkardıkları arabaların yanına döndüler. Az sonra yem çuvalları ve başka bir su torbasıyla geri
döndüler.
Nefer bir yandan kısrağın boynunu okşarken Mintaka'ya, "Onlara iyi bakıyorsun," dedi. "Ama korkarım
ki bir daha araba çekemeyecek kadar hırpalanmışlar."

-305-
Büyücüler Kralı / F: 20
-304-


Genç kız öfkeyle ona döndü. "Hepsini iyileştireceğim. Tanrıça adına yemin ederim buna. Orada
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://rose-garden.niceboard.net
 
BÜYÜCÜLER KRALI
Sayfa başına dön 
4 sayfadaki 8 sayfasıSayfaya git : Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8  Sonraki

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Gül Bahçesi :: Kültür & Sanat :: EDEBİYAT-
Buraya geçin: